Nurer UGURLU başkanlıQında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Baskı - Yayımlayan:
Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
••
ATATURK DEVRİMİ SOSYOLOJİSİ
il
KURT STEINHAUS Çeviren:
NECDETSANDER
'. GAZETESİNİN
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KEMALİST DEVRİMLER
III J. Cumhuriyetçi Ulusal Bir Devletin Kuruluşu Osmanlı İmparatorluğu' nda yirminci yüzyıl başında bir
birleriyle rekabet halinde olan ve yan yana yürürlükte bulu
nan çeşitli devlet doktrinleri vardı. Çeşitli din ve dillerin bir
likte yaşamalarını öneren Osmanlıcılık, gerçek bir politik sta
tükoya dayanmıyordu. 1 839, 1 856 fermanları ve 1 876 Ana
yasası ile meşruti bir hükümdarlık çerçevesi altında çeşitli uluslara eşit haklar tanınmıştı. Türklerin egemen olması ve azınlıkların özerklik istekleri, bu hakların kullanılmasını en
gelliyordu. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Babıali, imparatorluğu ancak baskı yoluyla ayakta tutabiliyorken, ay
nı dönemde gittikçe yoğun bir propaganda faaliyetine girişen İslamcılık ve Turancılık akımları genişleme taraftarı bir tutum benimsiyorlardı ( 1 ).
Her üç ideolojinin ortak noktaları, öbür uluslara karşı bir tavır takınmaları, çeşitli çelişkiler içinde bulunmaları ve yük
lü bir silahlanma masrafına ihtiyaç göstermeleriydi. Bu neden-
( 1 ) Osmanlıcılık, Panislamizm, Turancılık (Pantürkizm diye de adlandırı
lır) için bkz. Kemal H. Karpat, Turkey's Politics. The Transition to a multiparty system, (Princeton, 1 959), s. 1 8 ve s., 251 ve s.; Jaeschke, ''Der Turanismus der Jungtürken. Zur osmanischen Aussenpolitik im Weltkrieg": WI, c. XXIII, 1 94 1 , s . 1 ve s.; Richard Hartmann, Islan und Nationalismus, (Berlin, 1 948), s . 2 1 ve s.; Charles Warren Hostler, Türken und Sowjets, (Frankfurt-Berlin, 1 960), s. 1 09 ve s.; Ernst Werner, ''Pantürkismus und einige Tendenzen moderner türkischer Historiographie": ZFG, 1 965, yıl 13, s. 1 342 ve s.; Ernst Werner, "Wesen", s.
1 30 1 ve s.
le her üçü de, Türkiye' nin modernleşmesi ve ulusal bağımsız
lığın korunması görüşünden fedakarlık yapmak zorunda ka
lıyordu. Ortaya çıkabilme ve ayakta durabilme olanakları ise Osmanlı devletinin güçsüzlüğü nedeniyle yok denecek kadar düşüktü.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan toprak talep
leri Doğu'daki İslam bölgelerinin büyük bir kısmı üzerinde Türk-Alman ikili egemenliği kurma düşüncesini doğurdu. Bu görüşün kilit noktası Turancılıktı. l 9 1 5 yılında Türkçülük ta
raftarlarının kurduğu bir örgütün yayımladığı bir muhtırada şöyle denmektedir: "Batı kültürünün, Volga Türkleri aracılı
ğıyla tüm Asya'da Bizans-Rus kültürünü yeneceğine inanıyo
ruz. Almanya, Avusturya, Macaristan gibi bugünkü Batı uy
garlığı öncülerinin yakın bir gelecekte Asya' yı kültür açısın
dan değiştireceği kanısındayız." (2)
Öte yandan, Almanya'da, bu planlar "Bağdat demiryolu projesinin gerekçelerinden biri olarak" destekleniyordu: "Ka
radeniz'den Sir-i Derya' ya kadar uzanan topraklan, Batı Tür
kiye'den Orta Avrupa' ya açılan ulaşım ağına bağlamak gerek
lidir." (3) Bu bölgelerdeki "kullanılmış insan gücü, her çeşit tarım ve ekonomi kaynaklan" açısından zenginlikler, "Hohen
zollern ve Habsburg hanedanlarının dünya ekonomi ve kültür imparatorluğu" için uygun bir temel oluşturmaktadır (3 ). "Bu güçlü Orta Avrupa - Doğu Devletleri Birliği Kuzey Denizi ve Balkanlar üzerinden Hint Okyanusu' na kadar uzanacaktı." (3)
(2) Akçuraoğlu Yusuf, "Denkschrift des Komitees zum Schutze der Rech
te der mohammedanischen türkisch-tartarischen Völker Russlands": WI, c. iV, 1 9 16, s. 43.
(3) L. von Mackay, "Der Turan im wirtschaftlichen Weltbild der Zu
kunft": Weltwirtschaft, yıl 6, 1 9 1 6, sayı 1 12. s. 1 3 ve s. Savaş sırasında, arkasın
da ekonomik çıkarlar yatan bu tür görüşler sık sık ortaya çıkıyordu: bkz. Gustav Herlt, "Die Zukünftige Stellung der Türkei in der Weltwirtschaft": WWA, c.
Vll, 1 9 1 6, s. 328 ve s.; Mackay, "Die Türkei, der Turan und das neueöstliche Weltbild": DLZ, 1 9 1 6, yıl 6, No. 1, s. 8 ve s.; Wilhelm Knorr, "Transkaukasi
en, unsere Zukunft im Orient": DLZ, 1 9 1 8, yıl 8, No. 1 1 , s. 306 ve s.; W. Loch
müller, "Die Aufscliesung Mittelasiens": DLZ, 1 9 1 8, yıl 8, No. 12, s. 341 .
Alman emperyalizminin savaş politikası içinde Turancı
lığın ve İslamcılığın bulunması, bu akımların yalnız Türki
ye' nin kendi iç sorunları olmadığını, (4) yabancı egemenlik ideolojilerinin de bu konuda söz sahibi olduğunu gösterir. Bu ideolojilerin gerçekleşmesi, büyük devletlerin müttefiklerin en güçsüzü olan Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkilerini da
ha da arttıracak, giderek onların tam bir sömürgesi olmaya sü
rükleyecekti. Milli ideolojiler, ancak Birinci Dünya Savaşı'nın, bu hayallerin son gerçekleşme olanaklarını ortadan kaldırma
sından sonra, Türkiye'de tutunmaya başlayabilmiştir.
Atatürk Devrimi' nin benimsediği ideoloji, gerek savaş öncesinde ve gerekse savaştan sonra bilinen politik ideoloji
lerle taban tabana zıttı. Türk ideolojisi denildiği zaman kapa
lı bir kuramsal sistem değil, pragmatik bir sistemler toplulu
ğu anlaşılır. Sürekli değişimlere uğrayan bu sistemin içeriği ancak zamanla somutlaşabilmiştir. Kemalist ideoloji demek
"inkılapçılık" demektir. Kısaca "devrim" sözcüğü ile yaban
cı dillere çevrilen bu hareketler, modernleşme ve reform ha
reketleri olarak anlaşılmalıdır. "İnkılapçılık" sözcüğü, Türki
ye 'nin geri kalmış durumunu kısa zamanda önleme yolunda,
"kademeli evrim ilkelerinden" daha ileri adımlar atma ama
cının güdüldüğünü gösterir (5). Öbür beş resmi politik ilke ise, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, laiklik, devletçilik ve halkçılık
tır.
Modernleşme, eldeki kaynakların toplumsal gelişme yo
lunda yoğunlaştırılması anlamında kullanılmaktaydı. Gele
neksel egemenlik ve genişleme ideolojilerinden milliyetçilik ilkesine dönüş ile, ulusal bağımsızlığı bozan tüm ilhak ve ay
rılma çabalarına karşı çıkılmıştır. Böylece açık olarak sınırla-
(4) Fritz Fischer, Griffnach der Weltmacht. Die Kriegszielpolitik des ka
iserlichen Deutschland 1 914 - 1 8, (Düsseldorf, 1967), s. 87 ve s., 474 ve s.
(5) Cumhuriyet Halk Partisi, Proı,>Tam, (Mayıs 1 935 tarihli 4'üncü Büyük Parti Kongresi taraf ından kabul edilen), (Ankara, tarihsiz), s. 7.
rını savunan, ulusal devlet karakteri ortaya çıkmış oldu. Tarih resmi yönden bu noktada kesindir: "Bizim milliyetçiliğimi
zin politik faaliyetleri cumhuriyetin sınırlarına kadar uzanır."
(6) Kemalizmin iç politikayla ilgili görüşleri, cumhuriyetçi
lik ve laiklik ilkelerinde somutlaşır. Halk egemenliğine dayan
mayan her türlü egemenlik biçiminin ortadan kaldırılması ve kamu yaşamının şeriata dayanmaması istenmektedir (7).
İşgal kuvvetlerinin Anadolu'dan kovulması ve halife-pa
dişah egemenliğinin sadece İstanbul içinde geçerli kılınma
sıyla, milli hareket, kendi amaçlarını gerçekleştirebilmek için gerekli olan ön koşulları yaratmış oluyordu. Milli hareketin öncüleri, ayakta kalan bazı kurumların karşı isyan tehlikeleri doğurabileceklerini biliyorlardı. Böylece zaman kaybetme
den kendi durumlarını kuvvetlendirmeye giriştiler.
Padişahlık ile halifeliğin birbirlerinden ayn görevler ta
şıyıp taşımadıkları sorunu ve Osmanlı halifeliğinin meşrulu
ğu, hukuk açısından sürekli olarak tartışılıyordu (8). Bu iki ku
rumun görevleri ve ikisini de ortadan kaldırma kararı, huku
ki açıdan değil, tamamen politik yoldan alındı. Millet Mecli
si ' nin aldığı kararlarla, bu sorunu incelemek için din görevli
lerinden meydana gelen komisyon, bu konuda şeriat yasaları
na değinince, Mustafa Kemal bunun bir tartışma zemini ola
mayacağını ileri sürdü: "Osmanoğullan, zorla Türk milleti-
(6) Geschichte .... Republik, s. 226. Osmanlıcılığa, Panislamizıne ve Tu
rancılığa karşı çıkışlar için bkz. aynı eser, s. 224 ve s.; Atatürk, Nutuk, c. II, s. 2 ve s.; Richard Hartmann ve Helmut Scheel, Beitraege zur Arabistik, Semitistik und Islamwissenschaft, (Leipzig, 1 944 ), s. 468 ve s.
(7) 1 920 yıllarında oluşan ve 1 930 yıllan başında resmi devlet ilkeleri ola
rak ilan edilen Kemalist ideolojinin ana ilkelerinin gelişimi için bkz. Karpat, Po
litics, s. 49 ve s.; Geschichte .... Republik, s. 223 ve s.
(8) Bkz. Martin Hartmann, '' Aus der Arbeit der Ietzten Tagung des osma
nischen Landtags" 1 /14 Kasım 1 332/ 1 9 1 6'dan 3 1 Mart 1 333/19 1 7 : WI, c. V, 1 9 1 7, s. 1 64 ve s.; Mirza Khan Kasi, Das Kalifat nach islamischem Staatsrecht":
Wl, c. V, 1 9 1 8, s. 206 ve s.
nin egemenlik ve sultanlığına el koymuşlardı. Bu tasallutları
nı 600 yıl sürdürmüşlerdir. Şimdiyse Türk milleti bu saldır
ganların hadlerini bildirerek, egemenlik ve sultanlığı, başkal
dırarak, kendi eline, bilfiil almış bulunuyor. Söz konusu olan millete egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Mesele zaten olup bitmiş bir gerçeği açığa vur
maktan ibarettir." (9)
Önceleri halifeliğe dokunulmadı. Padişahlık 1 Kasım 1 922 'de kaldırıldı. Büyük Millet Meclisi bu kararı resmen şöyle ilan etti: "Bir kişinin egemenliğine dayanan İstanbul hü
kümet biçiminin, (İstanbul 'un İtilaf devletleri tarafından işgal tarihi olan) 1 6 Mart 1 922'de sona ermiş olduğunu ve artık geç
mişte kaldığını Türk halkı kesinlikle belirtmiştir." ( 1 O) Buka
rarın devrimci karakterinin belirtilmemesi, padişahlığın kal
dırılmasının Büyük Millet Meclisi'ne sunulan bir fetvaya da bağlı olması, o tarihlerde Türkiye'nin iç durumundaki istik
rarsızlığı gösterir ( 1 1 ). Cumhuriyet idaresi fiilen uygulanma
ya başlanmış olmasına rağmen, kimse bu sözcüğü ağzına ala
mıyordu. Çünkü kamu bilinci, geçmişle olan bağların müm
kün olduğunca sessiz sedasız koparılmasını zorunlu kılmak
taydı.
Mondros Mütarekesi'nden beri var olan anayasa eksikli
ği, padişahlığın kaldırılmasından sonra daha da fazla duyulur oldu ( 1 2). Ancak, seçimlerden (Meclis ikinci dönem çalışma-
(9) Orga, Phoenix Ascendant s. 1 26 ve s. Kemalist hareketin, saltanat ve halifelik karşısındaki tutumu için bkz. Jaeschke, "Scheinkalifat"; Frye, Islam, s. 7 1 ve s.
(ly
Lewis, Emergence, s. 253 s.( 1 1 Metin, Lutfy Levonian'dan alınmıştır. The Turkish Press, Selections from the urkish press showing events and opinions 1 925 - 1 932, (Athens, 1 932), s. 20 ve s.
( 1 2) 20 Ocak 1 92 1 Anayasası devlet şeklini belirtmemişti. 1 9 1 8 ve 1 924 tarihleri arasında Türkiye'nin hukuk açısından durumu için bkz. Erdoğan İçen, Die Regierung der Grossen Nationalversammlung der Türkei und ihre völker
rechtliche Anerkennung, (Göttingen, 1 960), s. 25 ve s.; Jaeschke "Auf dem We
ge zur türkischen Republik. Ein Beitrag zur Verfassungsgeschichte der Türkei' ' : WI, s. V, 1 958, No. 3/4, s. 206 ve s.
!arına 1 1 Ağustos 1923 'te başlamıştır) ve İtilaf devletlerinin İstanbul'u boşaltmalarından sonra (2 Ekim 1923) politika ala
nındaki değişim tamamlandı. Ankara 'nın başkent olmasına ka
rar veren Meclis, 29 Ekim 1923 'te Cumhuriyeti ilan etti ve Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildi (13). 3 Mart 1924'te de halifeliğin kaldırılmasıyla, Büyük Millet Meclisi, hanedan mensuplarını yurtdışına çıkarma, Şeyhülislamlığı ve Şeriye Bakanlığı'nı lağvetme, şer'i mahkemeleri ve medreseleri ka
patma kararı aldı (14).
20 Nisan l 924'te kabul edilen yeni anayasa, (15) son beş yıl içinde gelişen politik gerçekleri, yeni bir biçime sokarak, daha güçlü bir duruma getirdi. Böylece yasama gücünün bö
lünmez halk egemenliğinin tek temsilcisi olduğu bir cumhu
riyet yönetimi kurulmuş ve bir cumhuriyet devletinin kurul
ması işi ana çizgileriyle tamamlanmış oldu. Devletin merke
zi kuruluşlarının birçoğu 1920 yılından bu yana oluşturulmuş bulunuyordu. Bu kuruluşların adlarının değiştirilmesi yeter
liydi ve mahalli ve bölgesel idarelerin, jandarma kuvvetleri
nin ve haberleşme işlerinin de temelden değişmesi zorunlu de
ğildi.
Bu arada diğer ülkeler de yeni devleti bir cumhuriyet ola
rak resmen tanımaya başlıyorlardı. Yunan ordusunun uğradı
ğı ezici yenilgi üzerine İtilaf devletleri Osmanlı İmparatorlu
ğu'nu parçalama planlarından vazgeçmiş ve bağımsız milli Türk devletini tanımak zorunda kalmışlardı.
( 1 3) 20 Ocak 1 92 1 Anayasası'nı tamamlayan yasanın metni için bkz. Le
gislation, (İstanbul, 1 924), c. II, s. 3 l ve s.
( 14 ı Metinler. Legislation, s. 1 56 ve s., s. 249 ve s.
( 1 51 Bütün değişikliklerin yorumlu metni için bkz. Hirsch, Verfassung, s.
209 ve s. Anayasanın ortaya çıkışı ve incelenişi için bkz. Erich Pritsch. "Gesc
hichtliche und systematische Übersicht nebst Anmerkungcn zur Verfassung":
MSOS, 1 924, yıl 26/27. s. 1 72 ve s.; Zahit Kasım Özbulak, Das türkische Ver
fassungssysıem, (Beri in, 1 936). s. l 5 ve s.
Son antlaşma, ancak aylarca süren müzakerelerden son
ra imzalanabildi (16). 1923 yılında İsmet Paşa'nın Lozan'da imzaladığı antlaşmalarla, Cumhuriyet hükümetinin istekleri büyük ölçüde kabul edildi. Yeni devlete Anadolu ve Doğu Trakya üzerinde kesin egemenlik hakkı tanındı. Yalnız büyük devletlere Boğazlar'la ilgili bazı ödünler verildi. (Bunlar 1936 'da imzalanan Montrö Antlaşması 'yla ortadan kaldırıla
caktır.) İtilaf devletlerinin mandası altında bulunan Suriye ve Irak sınırlarının durumu açık bırakıldı. Bu sınırlar, 1926 yı
lında Musul 'un İngilizlere bırakılmasından ve 1939'da İsken
derun'un Fransızlar'dan geri alınmasından sonra kesin olarak çizildi. Yunanistan'la imzalanan mübadele antlaşmasına gö
re, İstanbul ve bazı Akdeniz adalarında yaşayanlar dışında, bü
tün azınlıklar ülkeyi derhal terk edeceklerdi. Kapitülasyonlar kaldırıldı.
Yalnız, Türk delegeleri, 1916 yılında konulan gümrük ta
rifelerini, 1928 yılına kadar değiştirmeyeceklerini taahhüt et
tiler ve bazı yabancı gemi şirketlerine 1926 yılına kadar ka
botaj hakkı tanıdılar. Osmanlı borçlarının, Osmanlı İmpara
torluğu toprakları üzerinde kurulan devletler arasında paylaş
tırılmasına karar verildi. "Düyunu Umumiye" ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki görüşmeler 1930 yılına dek sürdü ve sonunda borçlar 84.6 milyon altın liradan 8 milyona indirildi.
Ödemeyse ancak İkinci Dünya Savaşı sonunda tamamlanabil
di.
Azınlık sorununun çözümlenmesi, yabancılara tanınan ayrıcalıkların kaldırılması ve halife-padişahın egemenliğine
( 1 6) Bkz. Zieınke, Die neue Türkei, s. 1 8 1 ve s., s. 330 ve s.; Hurewitz, Diplomacy, c. II, s. 1 1 9 ve s., s. 197 ve s.; Davis, Constitutions, s. 445 ve s., s.
486 ve s.; H. M. Stationary Office, Treaty of peace with Turkey, (London, 1 923);
Stephen P. Ladas, The Exchange of minorities. Bulgaria, Greece and Turkey, (New York, 1 932), s. 335 ve s., s. 787 ve s.; Hershlag, Introduction, s. 67 ve s., s. 1 67 ve s.; Hershlag, Turkey. An Economy in transition, (Lahey, 1 958), s. 2 1 ve s.
son verilmesi ile Türkiye, geleneksel monarşik-teokratik ege
menlik biçimlerinden ve yarı sömürgelikten kurtulma yolun
da önemli bir adım atmış oluyordu. Böylece, uzun yıllar son
ra Türkiye, politik ve ekonomik bağımsızlığın temel koşulla
rına sahip oldu.
Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri açık bir oybirliğine dayanmadığından, milli birlik cephesinin yavaş yavaş parça
lanması ile giderek hiç uygulanmaz oluyordu. Bu durumu ön
lemek amacıyla, daha 1921 yılı baharında Mustafa Kemal, Bü
yük Millet Meclisi'nden 200 üyeyi "Müdafaa-i Hukuk Gru
bu" (sonraları Birinci Grup adını almıştır) adıyla parlamen
ter bir örgüt durumuna getirme zorunluluğunu duydu. Bir yıl sonra tutucu 100 muhalif mebus İkinci Grubu kurdular. 1 923 yılı Ağustos ayında Birinci Grup, yeni bir biçimle Halk Fır
kası durumuna geldi. Bu parti kasım ayında Cumhuriyet Halk Fırkası (1935 yılından sonra Cumhuriyet Halk Partisi, CHP) adını aldı (17).
Ana özelliği, sosyal ve ekonomik açıdan geri kalmış ku
zey ve doğu illeriyle sıkı bir bağlantı kurmuş olmak olan İkin
ci Grup, parlamento adaylarını ve seçmenleri elinde tutan Halk Partisi tarafından 1923 yılı seçimlerinde üç kişi dışında par
lamento dışı bırakıldı ( 18-19). Mebusların doğum yılı ortala
maları 1877'den 1880'e yükseldi; (20) meslekleri de, aşağı
daki tabloda görüleceği gibi, birinci dönem mebuslarınınki
lerden farklıydı (21 ).
( 1 7) Birinci ve ikinci grupların meydana gelişleri ve CHP'nin kuruluşu için bkz. Smith, Turkey, s. 62 ve s., s. 73 ve s.; Frey, Political Elite, s. 306; Karpat, Politics, s. 38 ve s., s. 393 ve s.; Tarık Z. Tuna ya, Türkiye'de Siyasi Partiler 1 958-
1 952, (İstanbul, 1 952), s. 533 ve s., s. 559 ve s.
( 1 8) Bkz. Frey, Political Elite, s. 308 ve s.
( 1 9) Bkz. Frey, Political Elite, s. 324.
(20) Bkz. Frey, Political Elite, s. 1 70.
(2 1 ) Frey, Political Elite, s. 1 8 1 ve s.
TABL07
Büyük Millet Meclisi 'nin Birinci ve ikinci Dönemlerinde Görev Alanların Mesleklere
Göre Dağılışı (% Olarak) 1. Dönem Meslek Grupları
Hukuk (a)
(1920-1923) 1 3 İdare (b)
Askerlik ( c) Eğitim (d)
Sağlık ve Teknik İşler ( e) Basın (t)
Tarım (g) Ticaret (h) Din (k)
23 1 5
5 5 2 6 1 3 1 7
il. Dönem (1923-1927)
1 2 25 20 9 8 4 6 8 7 Politik tartışmaların geri plana atılması sırasında tutucu hiziplerin dağılmaları, Büyük Millet Meclisi meslek grupla
rından ticaret alanında beşte iki, din alanında beşte üç oranın
da bir düşüşe yol açtı. (d), (e), (t) gruplarında toplam olarak
% 7 5 oranında artış olması, Batı Anadolu kıyılarından gelen mebus oranının %20'den %34'e (%42 artış) çıkması, yaban
cı dil bilenlerin % 7 6 'dan %84' e (% 1 1 artış) yükselmesi, sınır bölgelerinin geri alınmasından sonra kentli aydınların devrim hareketine daha büyük ölçüde katıldıklarını gösterir (22).
İleri görüşlü burjuva aydınları 1 923 yılındaki iktidar de
ğişikliklerini büyük ölçüde etkilemişler, devletin toplum kar
şısında daha da bağımsızlaşmasında yardımcı olmuşlardır.
Meclis'te temsilcileri bulunmayan alt sosyal tabakaların du
rumlarını ise değiştirmemişlerdir.
(22) Frey, Political Elite, s. 1 85 ve 1 78.
Cumhuriyetin ilanından ve halifeliğin kaldırılmasından sonra, gelenekçi kuvvetlerin yol açtığı parlamenter çatışma
lar yeniden canlandı. Mebusların bir kısmı 1924 'te Halk Par
tisi' nden ayrılarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası' nı (TCF) kurdular (23 ). Bu parti, programında özellikle diktatörlüğe ve kişisel özgürlüklerin devlet tarafından kısıtlanmasına karşı çı
kıyordu. Ayrıntıları belirtilmeyen ve liberal bir dış politika öne
ren bu isteklerin amacı, "Kemalist müdahaleler karşısında Osmanlı mirasının korunması" idi (24). Terakkiperver Fırka mensupları taktik nedenler dolayısıyla, "halifelik ve saltana
tın kurtarıcısı" adını almamışlardır. Aslında bu partinin taraf
tarları çoğunlukla cumhuriyet yönetimine ve toplumu laik ya
salarla yönetmek isteyenlere karşıydılar.
Siyasal kutuplaşma parlamento dışı alanlarda da göze çarpıyordu. 1 925 yılı baharında Doğu Anadolu'daki Kürt aşi
retleri silahlı bir ayaklanmaya giriştiler. Bir tarikat tarafından yönetilen bu hareket, Kürtlerle ilgili sorunlarla ilgilenmeksi
zin cumhuriyet ve laikliğe karşı fikirler ileri sürerek hızla ya
yılıyordu (25). Devrim hareketlerini zor yoluyla çökertmek is
teyen başka bir hareketi de polis 1 926 yılında lzmir'de ortaya çıkarmıştır. Gizli bir örgüt Atatürk' e karşı bombalı bir suikast hazırlamıştı.
Hükümet, ayaklanmaları çok sert bir biçimde bastırdı.
Yalnız silahlı asileri ordu aracılığıyla ortadan kaldırmakla ve gerici tarikatları dağıtmakla yetinmedi. 1 925 'te çıkarılan ve muhalefet hareketlerinin bastırılması için hükümete tam yet-
(23) TCF için bkz. Frey, Political Elite, s. 324 ve s.; Karpat, Politics, s. 45 ve s.; Geschichte Republik, s. 237 ve s.; Tunaya, Siyasi Partiler, s. 606 ve s. Prog
ram için Tunaya, Siyasi Partiler, s. 6 16 ve s.; Sigbert J. Weinberger, "Political Upset in Turkey" : MEA, s. !, No. 5, 1950, s. 137; Nuri Eren, Turkey, today, and tomorrow, (New York-London, 1 963), s. 64 ve s.
(24) Frey, Political Elite, s. 236.
(25) Ziemke, Die neue Türkei, s. 260 ve s.; Karpat, Politics, s. 46 ve s.
ki veren "Takrir-i Sükun" kanunuyla aynı yılın haziran ayın
da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Bu partinin li
derleri, Kürt isyanının ve İzmir suikastının elebaşıları, devri
me karşı faaliyette bulunma suçuyla "İstiklal Mahkemele
ri "ne verildiler (26).
Bu olaylardan sonra parlamentoda yeni bir muhalefet grubu doğdu. Bu grup, 1 930 yılında doğrudan doğruya Mus
tafa Kemal'in desteğiyle kurulan Serbest Cumhuriyet Fırka
sı (SCF) idi. Bu parti, düşünce ve din özgürlüğü, serbest eko
nomik rekabet, gümrük indirimi ve yabancı sermayenin ser
best bırakılması üzerinde duruyor. Cemiyet-i Akvam ile sıkı bir işbirliği istiyordu. Parti ancak üç aydan biraz fazla yaşa
yabildi. Liberal olmayıp, tersine "bağnaz tutucu unsurların et
kisi" (27) altında hazırlanan parti programı politik bir alter
natif olarak bağımsızlık kazanmaya başlayınca, parti kendi kendini feshetmeye zorlandı (28).
Bütün bu olayların nedeni Mustafa Kemal' in anti demok
ratik bir tutum göstermes!ne bağlanamaz. Hiçbir zaman parla
menter demokrasinin karşısında olmayan Mustafa Kemal hep çokpartili bir sistem öngörmüştür. Atatürk, serbest Cumhuri
yet Fırkası'nın kurucusu Fethi (Okyar) Bey'e şu satırları ya
zar: "Gençliğimden beri, sayılı kişilerin ve partilerin, ülkenin yararına olan fikirlerini parlamento veya millet önünde serbest
çe söyleyebilecekleri ve tartışabilecekleri bir sistemin tarafta
rıyım. Parlamentoda CHP ilkelerine benzeyen ilkelere bağlı,
(26) Takrir-i Sükun Kanunu'nun metni için: Legislation, c. III, (lstanbul, 1 925), s. 1 07. Aynı yılda ulemaya karşı konulan özel yasalar için bkz. Legislati
on, c. lll, s. 321 ve s., c. IV, (lstanbul, 1 926), s. 39 ve s.
(27) Barbara Ward, Turkey, (London-New York-Toronto, 1 942), s. 59.
(28) SCF için bkz. Frey, Political Elite, s. 335 ve s.; Karpat, Politics, s. 64 ve s.; Geschichte ... Republik, s·. 247 ve s.; Eren, Turkey, s. 65; Weinberger, "Po
litical Upset" , s. 137 ve s.; Tunaya, Siyasi Partiler, s. 622 ve s. (Program için bkz. Tunaya, Siyasi Partiler, s. 633 ve s.); Saralı McCally, " Party Govemment in Turkey": The Joumal of Politics, c. XVm, 1 956, No. 2, s. 308 ve s.
milletin sorunlarını serbestçe tartışabilecek yeni bir partinin bu
lunmasını cumhuriyetin temellerinden biri sayanın" (29).
Gerçekte ise durum belirtildiği gibi değildi. Burjuva dü
şüncelerine dönük kuvvetler, sistemli bir muhalefet doğura
bilecek güçte değildiler. TCF ve SCF din, politika ve ekono
mi alanlarında liberalleşme isteklerinde bulunurken -objektif olarak- Osmanlı gelenekçiliği ve kompradorluğunun çıkarla
rını temsil ediyorlardı. Bu eğilimleri hoşgörü ile karşılamak, bütün modernleşme programlarını ve bütün fedakarlıklarla kazanılan bağımsızlığı feda etmek demekti (30).
1 924 'ten 1 930 yılına dek edinilen deneyimler, genel ola
rak, Cumhuriyet Halk Partisi karşısında sosyalistler dışında
ki her muhalefetin sisteme karşı çıkanların ve gelenekçilerin toplanma yerleri olduğunu göstermektedir. Laik ve anti-feodal görüşlerle burjuva toplumu fikirlerine karşı çıkan bu kuvvet
lerin hangi kişisel amaçlarla bağımsız örgütler durumuna gel
dikleri önemli değildir. Bu nedenle, mahkeme huzurunda hiç
bir zaman aydınlığa kavuşmayan birçok iddialardan biri gibi (3 1 ) TCF'nin İzmir suikastında ve Kürt isyanında parmağı olup olmadığı iddiasının doğruluğu da politik açıdan fazla önem taşımaz. Parlamento içindeki ve dışındaki sağcı muha
lefetler, devrime karşı faaliyetlerinde aynı görüşleri paylaş
maktaydılar.
Sol muhalefet açısından ise durum başkaydı. Bu muha
lefetin ortaya çıkışı şöyle olmuştu: Rusya'da Bolşeviklerle, Al
manya'da Spartaküs birliği ile çalışan savaş esirleri, göçmen
ler ve işçiler yurda geri döndükleri zaman sosyalist gruplar kurmaya başladılar. Ayrıca, İç Anadolu'da "komünizme kar-
(29) Karpat, Politics, s. 65.
(30) Bkz. Richard D . Robinson, "The Lesson ofTurkey": MEJ, c. V. 1 951, No. 4, s. 427; Friedrich-Wilhelm Femau, "Die Entwicklung der Mehrparteien
demokratie in der Türkei' ' : EA, 1 966, c. V, no: 4, s. 345 ve s.
(3 1 ) Bkz. Karpat, politics, s. 47.
şı belirsiz bir sempati besleyen ve Sovyet hükümet biçimini öngören" çeşitli gruplar bulunmaktaydı (32).
Bu akımlardan oluşan Türk Komünist Partisi 'ne karşı Ke
malist hareket iki farklı tutum benimsemiştir. l 920 yılı Ma
yıs' ında Mustafa Kemal bir dostuna Türk Komünist Partisi'ni kurdurdu. Bu parti, "Tann'nın yardımı ile kurulduğunu" ve
"İslamlığın aslında komünistlik olduğunu" ilan ettikten son
ra, Üçüncü Entemasyonal'e katılma isteğinde bulununca gü
lünç bir duruma düştü (33-34). Kominteme bağlı olan Türk Ko
münist Partisi, 1 925 yılında yasaklanmasından önce de sürek
li olarak yasadışı ilan edilmeye çalışılıyor, polis ve mahkeme
lerce sert kovuşturmalara tabi tutuluyordu. Bütün bunlara bir de yasadışı girişilen özel linç olaylan eklenebilir. Örneğin, 1 920 yılı baharında merkez komitesinin üç üyesi ile on iki par
ti üyesi linç edildi (35). Komünist Enternasyonal, 1 925 yılın
da Türkiye grubunun "ortadan kaldırıldığını" açıkladı (36).
Kemalistlerin sert komünist düşmanlığının, büyük bir olasılıkla, Komintern'in Dördüncü Kongresi'nde Türk dele
gesi Orhan'ın şu sözleri söylemesine büyük katkısı olmuştur:
"Büyük Millet Meclisi bir ihanet hükümetidir. l 92 1 yılında-
(32) Carr, Bolshevik Revolution, c. III, s. 298, 1 920 yıllarındaki Türk Ko
münizminin tarihi ve kaynaklan için bkz. Carr, Bolshevik Revolution, c. III, s.
298 ve s., s. 475 ve s.; Harris Origins, s. 35 ve s.; Jaschke, ''Neues zur russisch
türkischen Freundschaft 1 9 1 9- 1 939": Wl, c. VI, 1 96 1 , No. 3-4, s, 203 ve s.; Ja
eschke, " Kommunismus": Karpat, Politics, s. 353 ve s.; Smith, Turkey, s. 65 ve s.; Protokoll des Vierten Kongresses derKommunistischen Intemationale Pet
rograd- Moskau vom 5. November bis 5. Dezember 1 922, (Hamburg, 1 923), s.
366, s. 526 ve s.; Walter Z. Laqueur, Communism and nationalism in the Midd
le East, (London, 1 956), s. 205 ve s.
(33) Jaeschke, "Kommunismus'', s. 1 1 3.
(34) Jaeschke, "Neues", s. 2 12.
(35) Bkz. Harris, Origins, s. 89 ve s.; Michael Pawlowitsch, "der Tod der Türkischen Kommunisten": Ki, 1 92 1 , yıl 2, s. 554 ve s.
(36) Bkz. Ein Jahr Arbeit und Kampf, Teatigkeitsbericht der Exekutive der Kommunistischen Intemationale 1 925-1 926, (Hamburg, 1 926) s. 355.
ki Londra Konferansı'ndan bu yana milli burjuvazi, devrim
ci bir.zihniyet taşımamaktadır." Radek de Türkiye'nin başın
da "subay ve bürokratlar gibi ölmeye mahkum feodal grupla
rın temsilcileri bulunduğu" görüşünü savunmuştur (37). Ke
malizmin böylesine değişik yorumlarla açıklanması, öncele
ri özel bir durum olarak kaldı. Ancak, Altıncı Komintern Kongresi 'nde, "Kemalist burjuvazinin bütünüyle devrime kar
şı bir tutum takındığı"nın saptanması (38), parti içindeki "bö
lünme eğilimlerini (39) arttırdı.
Komintern'in 1 9 1 9 ile 1928 yılları arasındaki tutumu şöyle özetlenebilir: Türk komünistlerini sürekli kovuşturma
sına rağmen Kemalizm, politik ve ekonomik bağımsızlık sa
vaşını vermekte olduğundan ve laiklik uygulamaya çalıştığın
dan desteklenmişti. Bir yandan da, Komintern Türk Komünist Partisi'nin, "Kentlerde yaşayan proleter ve köylülerin partisi durumuna gelebilmesi için ciddi çabalara girişmesini istemiş
tir. Böylece devrim olayının yalnız burjuva düzeni çerçevesi içinde kalmaması, emekçilerin sosyal gereksinimlerini karşı
lamak üzere daha ileri götürülmesi öngörülüyordu" (40).
(37) Protokoll des Vierten Kongresses, s. 530, s. 529, s. 629.
(38) Protokoll, Sechster Weltkongresse der Kommunistischen Internati
onale, Moskau 1 7 Juli-1 September 1 928, (Hamburg-Berlin, 1 928), c. III, s. 332;
Protokoll des V. Kongresses der Roten Gewerkschafts, lntcrnationale, Abgehal
ten in Moskau vom 1 5. bis 30. August 1 930, (Moskau-Berlin, 1 930), c. il, s. 326.
(39) Die Kommunistische Intcrnatiönale vor dem Vll. Weltkongress, Ma
terialen, (Moskau-Leningrad, 1 935), s. 589.
(40) "Fragen der revolutionearen Bewegung im üsten auf dem bcvorste
heden erweiterten Plenum des EKKI" : Ki, 1 925, yıl 6, s. 1 239. "Kongress der Völker des Ostens" : Russische Korrespondenz, c. ll, 1 920, No. 1 7/ 1 8, s. 938 ve s.: Protokol! des III. Kogresses der Kommunistischen lnternationale (Moskau, 22 Juni- 1 2 Juli 1 92 1 ). (Hamburg, 1 92 1 ), s. 998; Protokoll Fünfter Kongress der Kom
munitischen lntcrnationale (Moskau, 1 7 Juni-8 Juli 1 924), (Hamburg), c. il, s. 708 ve s.; Die Chinesische Frage auf dem 8. Plenum der Exekutivc der Kommunis
tischen Intemationale Mai 1 927, (Hamburg), s. 86 ve s. Kemalizmin tutumu için bkz. Walter Z. Laqueur, Thc Sovict Union and the Middle East, (New York, 1 959), s. 25 ve s., s. 50 ve s., s. 87 ve s., s. l 04 ve s.; Demetrio Boersner. Thc Bols
heviks and the national and colonial qucstion ( 1 9 1 7- 1 928), (Gencve-Paris, 1 957), s. 1 00 ve s .• s. 108 ve s., s. 1 1 1 ve s., s. 1 39 ve s., >. 1 84 s., s. 1 94 ve s.
Görülüyor ki, Komünist Partisi, bir yandan, burjuva dev
rimini benimsiyor, ancak, öte yandan, bunu sosyalist bir top
lum kurma yolunda geçici bir aşama olarak yorumluyordu. Bu gerçek, komünistlerin Kemalist hareket tarafından neden müt
tefik olarak kabul edilmediklerini açıklar. Batı Avrupa en
düstri ülkelerini örnek alan CHP, kapitalist toplum biçimini devrimin en son amacı olarak görüyordu. Bu parti, burjuvazi
nin güçsüzlüğü ve alt tabakaların yoksulluğu nedeniyle, zo
runlu olarak, gerçekleştirilmesi gereken sosyalist bir devlet bi
çimine kapalıydı. Çin'deki ilk iç savaş sırasında olduğunun ak
sine, Türkiye'deki yerli komünistler Türk hükümeti için çeki
ci bir koalisyon grubu olacak güçte değildiler. Ve Rus yardı
mı Kurtuluş Savaşı'ndan sonra artık hayati bir önem taşımaz olmuş, bu yüzden de sürekli bir birleşme zorunluluğu duyul
mamıştı.
Kemalist hareket devlet iktidarını ele geçirdikten sonra da, Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi muhalefet akımlarına kar
şı sert bir tavır takındı. Ayrıca politik tartışmaları kendi siste
mi içindeki fikir çatışmalarını kapsar bir duruma getiriyor ve bu tartışmalar CHP grubu içinde kalıyordu. CHP'de "güçler birliği ilkesi" geçerliydi ( 4 1 ). "Güçlerin bölünmesi ilkesi ve tek partiden kurulu parlamento egemenliği karşısında denge
yi sağlayıcı güçlerin bulunması gerçekleri anayasada yer al
mıyordu. Bu durum parlamentonun çoğunluğuna sınırsız bir egemenlik hakkı sağlıyordu" ( 42). Parlamento, iki dereceli se
çim sistemi yoluyla, parti yönetim kurulu tarafından meyda
na getirilmişti. 1 920 ile 1 930 yılları arasında politik durumun başka bir özelliği de, parti ile hükümet görevlerinin birlikte yürütülmesiydi. İçişleri Bakanı aynı zamanda CHP Genel Sek
reteri idi. Valiler de yönettikleri illerin parti başkanlarıydılar
(41) Bkz. Cumhuriyet Halk Partisi, Program, s. 4 (42) Femau, "Mchrparticndcınokratie" s. 344.
(43). İllerin ve bölgelerin yönetimi, merkezden bağımsız ola
rak gelişmiş değildi (44).
Burjuva toplumunun dayanabileceği sosyal tabakaların zayıflıkları nedeniyle, Avrupa parlamentarizminin Türkiye'de tam olarak yerleşmesi, objektif olarak olanaksızdı. Bundan başka, parlamenter demokrasiye kalan küçük çalışma alanı, devrim ve karşı-devrim çalışmaları yüzünden gittikçe daralı
yordu. Bu alanda ve egemenliğin çeşitli tabakalara göre uy
gulanması yönünden denge sağlanamadı. "Siyasete karışan kitleler azınlıkta idi. CHP bile, halkı kendi tarafına çekmeye çalışmıyor; köylere girmeyen bölgesel örgütler, yalnız kent
lerdeki yöneticileri denetliyor ve etkisi altına alabiliyordu"
(45). Bağımsız sendika ve köylü birlikleri de yasal kısıtlama
lardan ötürü gelişemiyorlardı.
Devrimci hareketin az sayıdaki ileri görüşlü yönetici gru
bu, emrindeki devlet baskı araçlarının güvenliği altında, mer
kezi politik kuruluşların kaldırılmasını sğlayabilecek güçtey
di. Böylece bütün maddi kaynaklarını ve politik enerjilerini bu konuyla ilgili sorunların çözümlenmesine verdiler. Buna karşılık, köylerde devrimin amaçlarına uygun politik bir alt
yapının kurulmasına yeterince önem verilmedi. Bunun sonu
cu olarak da, Türk halkının beşte dördü, öteden beri "Taşra
da ekonomik ve sosyal hayatı denetim altında tutan kuvvetle
rin" elinde kalıyordu (46). Toprak sahipleri, tüccarlar, eski devlet ve din görevlilerinden meydana gelen, "eşraf " deyimiy
le adlandırılabilecek olan bu grup, "aşırı bağnaz dini liderle
rin etkisi altında bulunuyor ve ekonomik statükoya bağlı ka-
(43) Bkz. Lewis, Emergence, s. 375.
(44) Bkz. Lewis, Emergence, s. 385 ve s.; bkz. Jaeshke, "Die grösseren Verwaltungsbezirke der Türkei seit 1 9 1 8": MSOS, 1 935, yıl 38, s. 8 1 ve s.
( 45) Ernest Albrecht von Renesse, Unvollendete Demokratien, (Kö!n-Op
laden, 1 965), s. 1 38.
(46) Kemal H. Karpat, " Society, economics and politicis in contemporary Turkey": WP, c. XVII, 1 964, No. 1 , s. 5 1 .
lıyordu. Bunlar sosyal değişikliklerin karşısındaydılar. Otori
telerini tehlikeye düşürebilecek her çeşit rekabetten kaçınıyor
lardı; tutuculukları, büyük toprak sahipleri, itibar ve otorite
lerini taşranın ulaşılmazlığı dolayısıyla ellerinde tutabilen din adamları tarafından da korunuyordu" (47). Milli devlet anla
yışını ve cumhuriyeti, hükümetin kendi bölgesel üstünlükle
rine saygı gösterdiği ölçüde benimsiyorlardı" (48).
Kemalist öncüler, bu "hareketlerin sert nüvesi" ile zaman zaman anlaşmalara varmakla kalmayıp, sürekli bir anlaşma olan iktidarı bölüşmek alternatifine de taraftardılar (49). Ay
rıca, CHP'nin binlerce memuru ve ileri gelen kişileri bir ara
ya getiren bir "şan-u şeref partisi" olmasına da göz yumuyor
lardı. CHP'nin başlangıçta, "mutlak bir denetim, sıkı bir teş
kilat" kurabildiği iddialarını doğrulayacak bir belirtiye rast
lanmamaktadır ( 50). Dahası, Türkiye 'nin 1 93 8 'den sonraki gelişimi "CHP'nin iki milyona yakın kayıtlı üyesinin", bu yıllarda kitlelere politik ve demokratik bilinç aşılama yolun
da çalışma gösterdiğini de doğrulamaz. Oysa CHP'ye göre
"Parti ocakları her yıl kent ve köylerde kongreler düzenler ve bu kongrelerde, halk isteklerini serbest ve açık olarak belir
tir"di ( 5 1 ).
Komünistler, l 926'da 2.000 ile 3.000 kişi arasında olan üye sayılarının meslek gruplarına göre oranlarını şöyle açık
lamışlardı: %35 asker ve memur, %25 köylü üst tabaka, %20 kentli mülk sahibi, % 1 0 kentli aydın (52). Bu sayısının 1 930 yıllarında artmış olması gerekir. Ancak bu sayı hiçbir zaman
s. 60. (47) Richard D. Robinson, The fırst Turkish Rebuplic, (Cambridge. 1 965), ( 48) Karpat, "Society' ', 52.
(49) Robinson, Rebuplic, s. 60.
(50) Weinberger, "Political Upset'', s. 135.
(5 1 ) Cumhuriyet Halk Partisi, Onbeşinci Yıl Kitabı, ( 1 938), s. 9.
(52) B. Ferdi, "Die politisch Kaempfe in der Türkel" : IPK, 1 926, no. 1 1 4.
s. 1 929.
yüz binlere erişememiştir. Komünist Partisi üyelerinin sosyal ve mesleki kökenleri üzerine yapılan açıklamalar da inandırı
cı değildir. Anadolu köy ve kasabalarının idaresinin eşrafın elinde olduğu düşünülürse, küçük üreticilerin parlamentoda yüksek bir oranda temsil edilmelerinin nedeni anlaşılır (53).
CHP'nin, iç politika alanında çalışma gösteremez bir du
ruma düşmesiyle, burjuva devriminin gelişme olanakları da zorunlu olarak azalmaktaydı. Milli kurtuluş savaşı dönemin
de olduğu gibi, büyük halk kitleleri devrim hareketinin dışın
da tutuluyordu. Anadolu köylüleri "milli politika alanından çok uzaktılar; köylere yalnız halkın çok korktuğu ve nefret et
tiği jandarma ve vergi tahsildarları giriyordu" (54). Cumhu
riyet Hükümeti'ninjandarma baskısına son verememesi (55),
"bölgesel feodalizmi bastıramaması" ( 56), otoriter cemiyet ve aile yapılarını değiştirememesi (57), köylünün bağımsızlaş
masını engelliyordu. Böylece feodalizm ve gelenekçilik, mut
lak politik gücünü büyük bir ölçüde yitirmiş olsa da, ekono
mik ve ideolojik gücünü korumaktaydı.
Bu durumun yol açtığı çıkmaz, çağdaş ilerici edebiyatta da görülür. Cumhuriyet döneminde eşkıyalığın yeniden diril
mesini konu alan, ünlü Türk romanlarından birinde (58), köy
lünün feodal dönemlerdeki gibi ezilmesi ve sömürülmesi so
runları, tek bir kişinin ağayı öldürmeye kadar giden davranış
larıyla çözümleniyordu. Kişisel olmayan politik çözüm yolu diye bir şey de yoktu.
(53) Karpat, "Society", s. 5 1 ve s.; Benjamin Rivlin and Joseph S. Slyli
owicz, The contemporary Middle East, (New York, 1 964), s. 476 ve s. CHP için bkz. Ward and Rustow, Modemization, s. 420 ve s.
(54) J. S. Szyliowicz, " Political Participation and modemization in Tur
key": WPQ, c. XIX, 1 966, No. 2, s. 275.
(55) Szyliowicz, "The political Dynamics ofrural Turkey": MEJ, c. XVI, 1 962, No. 4, s. 437.
(56) Karpat, "Social Themes in contemporary Turkish literature": MEJ, c. XIV, 1 960, No. 2, s. 1 57.
(57) Bkz. Robinson, "Lesson", s. 429 ve s.
(58) Yaşar Kemal, ince Memed.
il/. 2. Kültür ve Hukukun Batılılaşması ve Laikleşmesi 1 9 1 9 ile 1 924 yılları arasındaki iktidar değişiklikleri, Türk gelenekçiliğinin kontrolü altında bulunan politik kilit noktalarını ele geçirmişti. Ancak toplumun büyük bir çoğun
luğu devrimden önceki yapılarını koruyorlardı. Devrim öncü
leri, devrimin iktidarı ele geçirmekle sona ermemiş, yalnızca yeni bir döneme girmiş olduğunun farkındaydılar. 1 925 yılın
da Mustafa Kemal Meclis'te şunları söylemişti: "Millet, bu
günkü uygar milletlerin yaşama düzeyi ve araçlarını, içerik ve biçim açısından, olduğu gibi kabul etmeye kesin olarak karar vermiştir" (59).
Böylece hükümet, ulaşılmak istenilen yeniliklerle çeliş
ki içinde olan Osmanlı gelenek ve simgelerini ortadan kaldır
ma amacını güttüğünü açıklıyordu. Bu konuda ele alınan ön
lemlerin büyük bir kısmı, biçim açısından Batı 'daki örnekle
re uyma çabalarından ibaretti (60). 1 925 yılında Rumi takvi
min yerini Miladi takvim aldı. Din adamlarının dinsel giysi
leri sadece görev sırasında kullanmaları kararlaştırıldı ve ge
leneksel fes yasaklandı (6 1). 1 934 ile 1 935 yıllarında ise cu
ma tatili pazar gününe alındı; bütün dini unvanlar kaldırıldı;
soyadı kanunu yürürlüğe girdi. Devrimin iki seçkin önderine soyadlarını parlamento verdi. Başbakan İsmet Paşa'ya Yu
nanlılar karşısında ilk iki büyük başarıyı kazandığı yerin adı olan İnönü, Mustafa Kemal' e de Atatürk soyadı verildi.
1 928'de Latin alfabesi kabul edildi. Bu alfabenin Türkçeye uy-
(59) Atatürk, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, (lstanbul, 1 945), c.1, s. 325.
(60) Lewis, Emergence, s. 262 ve s.; Berkes, Development, s. 465 ve s.;
Henry Elisha Allen, The Turkish Transformation, (Chicago, 1 935), s. 85 ve s.;
Richard H. Pfaff, ''Disengagement from traditionalism in Turkey and Iran'': W
PQ, c. XVI, 1 963, No. 1 , s. 85 ve s.; Hartmann ve Scheel, Beitraege, s. 497, ve s. s. 5 1 6 ve s.; Jaeschke, "Der'Islam in der neuen Türkei" : WI, c. 1, 1 95 1 , No.
1 12, s. 48 ve s.
(61 ) Şapka Kanunu'nun metni için bkz. Legislation, (lstanbul, 1 926), c.
iV, s. 2 1 .
gulanması, Mustafa Kemal' in başkanlığı altında, altı hafta sü
ren bir çalışma sonunda tamamlandı. Türk dilbilgisi ve söz
cük dağarcığının Türkleştirilmesi amacını güden dil devrimi yapıldı. Yabancı dillerden alınmış olan sözcükler kullanılma
maya başlandı; Arap ve Fars dilbilgisi kuralları terk edildi. Bu
na karşı bilim, ekonomi ve teknik alanlarındaki bilimsel kav
ramlar Avrupa dillerinden, özellikle Fransızca ve İtalyanca
dan alındı; okuryazar sayısını arttırmak için büyük bir kam
panya açıldı (62).
Devlete bağlı olmayan bir örgüt tarafından, on altı ile kırk yaşları arasındaki okuma yazma bilmeyenler dört aylık, Arap alfabesini bilenler ise "millet mekteplerinde" iki aylık kurslardan geçirildiler' (63).
Mustafa Kemal bu çabanın başında bulunuyordu. "Bu amaçla bir yurt gezisine çıkarak pazar yerlerinde, okullarda, belediyelerde ve kahvelerde halka ders verdi ve onları sınav
lardan geçirdi. Başbakan ile öbür ileri gelenler de Mustafa Ke
mal 'i izlediler. Böylece Türkiye bir eğitim alanı durumuna gel
di; aydınlar ele geçirdikleri birer kara tahta ile halka okuma yazma öğretmeye başladılar" (64).
Ne var ki, devlet eğitmenlerinin yanı sıra bütün "memur
(62) Dil devrimi için bkz. Lewis, Emergence, s. 270 ve s., s. 4 1 9 ve s.; Uri
el Heyd, Language Reform in modem Turkey, (Jerusalem, 1 954); W. Bolland,
"Schriftreform in der Türkei." MSOS, 1 928, yıl 3 1 , s. 70 ve s.; Margaret W.
Wood, "Latinizing the Turkish alphabet: a study in the ıntroduction ofa cultu
ral change" : The American Joumal ofSociology, c. XXXV, 1 929, No. 2, s. 1 94 ve s.; Frank Tachau, "The Turkish Ianguage Reform": Reviewof of Politics, 1 964, No. 2, s. 1 9 1 ve s.; Herbert W. Duda, "Die Gesundung der türkischen Sprachreform" : Dl, c. XXVI, 1 940, s. 77 ve s. Devrim kanunlarının metni için bkz. Legislation, (İstanbul, 1 929), c. VII, s. 4 ve s.
(63) "Halk okullarının eğitim planları için bkz. Turhan Oğuzkan, Adult Education in Turkey, (Paris, 1 955), s. 20 ve s. Tüzük metni için bkz. Legislati
on, c. VJI, s. 90 ve s.
(64) Lewis, Emergence, s. 273.
ve aydınların da" görev almalarını öneren okuma yazma kam
panyasının programı kağıtta kaldı (65). Böylece Mustafa Ke
mal'in "halka birkaç yıl içinde yeni harfleri" öğretme çaba
ları başarı kazanamadı ( 66). Ancak, bu arada, kentli aydınlar aracılığıyla alfabe değişikliğinin Anadolu'da kolayca yerleş
tiğini ve okuryazar sayısının 1 92 7 yılında 1 . 1 milyon iken 1 935 yılında 2.5 milyona yükseldiğini belirtmek gerekir ( 67).
Latin alfabesinin kabul edilme gerekçeleri, Arap yazısı
nın güç öğrenilir olduğu ve Türk dilinin yapı özellikleriyle bağdaşamadığı iddialarına dayanıyordu. Büyük Millet Mec
lisi dil encümeninin saptadığı gibi, yazıda, Türkçedeki 8 ses
li harfe karşılık, sessiz harf olarak da kullanılabilen 4 Arap işa
reti bulunmaktaydı. Arap ve Fars dillerindeki bu işaretlerden, üç tanesinin, sessiz harf görevlerinin yanı sıra, uzun sesli harf
leri de belirtici görevlerinin bulunması, Türkçeye yabancıy
dı. Ayrıca, Arapçada ses değişikliklerini belirlemek için bir
takım sessiz harf işaretlerinden de yararlanılıyordu. Böylece Türkler bir tek sesi üçten fazla değişik işaret arasından seç
mek zorunda kalıyorlardı. Bu durumda da kesin imla kuralla
rı saptanamıyordu (68).
Eski alfabenin, halkın kültür düzeyinin yükselmesini bü
yük ölçüde engellemiş olduğu açıkça görülür. Bu nedenle, Türk devriminin büyük önem taşıyan amaçlarından birinin karşısındaki teknik engel, dil devrimiyle aşılmış oluyordu. Dil devriminin sosyo-politik anlamı, bu devrimin, okuryazarlığın tabakaları arasında meydana getirdiği ayrılıkları kaldırabildi
ği ölçüde ortaya çıkar. Aynı derecede önemli bir diğer görüş
(65) İnönü ismet, ismet Paşa'nın siyasi ve içtimai Nutukları 1 920- 1 933, (Ankara, 1 933), s. 2 1 5 ve s.
386.
s.33.
(66) Atatürk, Söylev, (Ankara, 1 959), c. il, s. 253; Atatürk, Söylev, c. I, s.
(67) M. Nuri Kodamanoğlu, Türkiye'de Eğitim 1 923-1 960, (Ankara, 1 964), (68) Bolland, "Schriftreform" s. 72 ve s.
de bu düşünceleri destekler: "Osmanlıca sınırlan açık bir dev
lete benziyordu" (69). Bu dile o denli Arapça ve Farsça söz
cükler girmişti ki, halkın büyük bir çoğunluğu Osmanlıcayı anlayamaz olmuştu. Bu nedenle, Cumhuriyet devri eğitim ba
kanlarından birinin belirttiği gibi, "Osmanlıca ulusal bir dil değil, belirli bir sınıf dili idi" (70). Bu dil bir yandan, kentler
deki birtakım ayrıcalıklara sahip olan sosyal tabakaları İslam kültürü çevresinde birbirine yaklaştırırken; öte yandan, Arap ve Fars etkisinden uzak kaba Türkçe konuşulan Anadolu'yla kentler arasındaki kültürel bağlan koparıyordu.
Latin harflerinin alınması ve dilin Türkçeleştirilmesi sı
rasında iki önemli nokta göz önünde bulundurulmaktaydı. Bu yenilikler, önce köy ve kentlerle alt ve üst tabakalar arasında dil nedeniyle ortaya çıkan ve ulusal devlet birliğinin oluşma
sını, ulusal bilincin doğmasını engellemiş olan anlaşma güç
lüklerini ortadan kaldıracaktı. Sonra da, genç kuşakların Os
manlı İmparatorluğu 'nun politik-kültürel geleneklerinden ke
sin olarak kopması sağlanacaktı. Aynı nedenlerle, tarih açısın
dan da ağırlık noktası, İslam ve Osmanlı tarihinden, Türk hal
kı, Anadolu ve Türkiye Cumhuriyeti tarihine kayacaktı (71).
Halide Edip gibi bu hareketlere karşı olanlar, bu gibi ön
lemlerin Türk kültürünü geçmişteki bağlardan koparacağını ileri sürüyor ve harf devriminin en az on beş yılı kapsaması
nı istiyorlar (72), fakat Türk halkının onda dokuzunun bu kül
türle hiçbir ilişkisi bulunmadığını ve öngörülen süre içinde bu durumda hiçbir değişikliğin meydana gelmeyeceğini hesaba almıyorlardı. Dil devriminin yapılmaması ya da geciktirilme
si, Türk toplumundaki gelişmeyi önleyen. kültürel engellerin
( 69) İnönü, Nutuklar, s. 23 1.
(70) Heyd, " Reform" s. 20.
(71) Bkz. B. Lewis, " History-Writing and national revial in Turkey" :
MEA, 1953, c. iV, No. 617,s. 224 ve s. .
(72) Adıvar, Turkey, s. 235.
ayakta kalmalarını sağlayacaktı. Kemalizme tamamen karşı olan bu görüşlerin birkaç yıl önce de Amerikan mandasına ta
raftar olan çevrelerce ileri sürülmesi bir rastlantı değildir.
Türkleştirme akımı şu yeni kuramlarla doruğuna ulaştı:
Türk dilinin insanlık tarihindeki ilk dillerden biri olduğu gö
rüşü savunuluyor ve Orta Asya Türkleri yüksek kültürlerin ku
rucuları olarak görülüyordu. Ancak, 1938'de Atatürk'ün ölü
müyle bu ideolojiler önemlerini yitirdiği gibi, Arapça ve Fars
ça sözcükleri, çeşitli Türk dilleri sözcükleriyle değiştirme ça
balan da sona erdi.
Gelenekçiliğe karşı olan politik görüşün öbür Batılılaş
ma hareketlerinide de büyük rolü olmuştur. Bu, özellikle ilk bakışta ikinci derecede bir sorunmuş gibi görünen yenilikler
de göze çarpmaktadır. Diğer toplumsal gelişmeler yanında şapka devrimi pek önemli bir aşama sayılamaz. Mustafa Ke
mal, fes giyme gibi eski sistemin yan sorunlarının (Epiphe
nomen) devlet tarafından neden önemsendiği sorusunu şöyle cevaplandırıyordu: "Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes, kafalarımızın üstünde bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu" (73). Bu ikinci derecede bir sorun değildir;
verilen cevabın küçümsenmemesi gerekir. Fes, Türk devri
minin amaçları karşısında yalnızca pratik değil, aynı zaman
da tarih boyunca toplumda kazanmış olduğu psikolojik önem açısından da doğrudan doğruya politik ve ideolojik bir engel
di. Fes, sarık, İslami saat ayarları, "burjuva toplumunun var olmadığı" zamanların birer simgesiydi. Bu gibi yan sorunlar
la, padişah taraftarı muhalefetle savaşıldığı gibi savaşılması, salt biçimcilik de değildir. İlk Batılılaşma akımının Kürt is
yanı ile aynı zamanda başlatılması bir rastlantı olmadığı gibi,
(73) Atatürk, Nutuk, c. 386; Atatürk, Söylev, c. il, s. 208 s.
Şapka Kanunu ile Erzurum'da sıkıyönetimin ilanı Meclis'te aynı tarihte onaylanmış (74), her iki karar da aynı düşmana karşı alınmıştı.
Birinci derecede politik amaçların güdüldüğü, kültürel yeniliklerin beraberlerinde birtakım teknik düzeltmeler getir
dikleri de bu arada belirtilmelidir. Örneğin, yazı devrimi, diz
gi harflerinin sayısını 600 'den 70' e indirmiş (7 5), yeni takvim, çeşitli zaman hesaplarını ortadan kaldırmış; tatil gününün pa
zara alınması, idare ve ekonomi alanlarındaki güçlükleri yen
miştir. Soyadı Kanunu ise kişi adlarının birbirine karışmala
rını önlemiştir.
Osmanlı ideolojisinin ve geleneksel kurumların parçalan
ması, 1920 yıllarında köklü bir hukuk reformunun gerçekleş
tirilmesini zorunlu kıldı. Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve özellikle ticaret kanunları, cumhuriyetten önce Avrupa örnek
lerine göre düzenlenmiş olmalarına rağmen, "Şeriat ve kanun
lar birlikte yürümeye devam ediyordu" (76). 1924 yılında Şe
ri ye Nezareti'nin ve şer'i mahkemelerin kapatılmasıyla, hü
kümet hukuk alanında yeni bir aşamaya girdi. Ufak değişik
liklerle Türkiye'de uygulanabilecek olan İsviçre Medeni Ka
nunu'nun kabul edilmesi, İslam hukuk görüşüne son verdi. Bu gelişim, 1926'da İtalyan örneğine göre Ceza Kanunu'nun, 1927'de İsviçre'nin Neuchatel Kantonu kanunları örnek alı
narak hazırlanan Medeni Usul Kanunu'nun ve 1929'da Alman
ya'nın örnek olduğu.Ceza Usul Kanunu'nun meydana getiril
mesiyle sürdürüldü. Böylece 1930 yılı başında hukuk alanın
daki reformlar ana çizgileriyle tamamlanmış oldu (77).
(74) Legislation, c. iV, s. 2 !.
(75) Geschichte.,, Republik, s. 323 ve s.
(76) Ansay, " Das Türkische Recht", s. 443.
(77) Avrupa hukukunun kabulü için bkz. Lewis, Emergence. s. 266 ve s.:
Berkcs, Development, s. 467 ve s.: Jaeschke, "Islam", s. 33 ve s.: Bülent Dav
ran, Vom lslamitischen zum Türkischen Recht, (Göttingen, 1 940), s. 37 ve s.
Bu değişikliklerin etkileri anayasada da görüldü. Cum
hurbaşkanı ve mebuslar için hazırlanmış olan Kuran'a el ba
sarak yemin etme usulünün kaldırılması (Anayasa, madde 16, 1 8) İslam dininin devlet dini olduğunun Anayasadan çıkarıl
ması (Anayasa, madde 2) ve şeriat yasalarının yürürlükten kaldırıldığının açıklanması (Anayasa, madde 26) ile Cumhu
riyetin laik karakteri açık olarak ortaya kondu. Parlamento 1934'te o zamana dek iç politika sürtüşmelerinden ötürü ger
çekleştiremediği bir diğer reformu kabul etti; kadınlara seçim
lerde oy kullanma ve seçilme hakkı tanındı (Anayasa, madde 10, 11 ). Üç yıl sonra da, daha 1931 yılında CHP tarafından benimsenmiş olan cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik, milliyet
çilik, devletçilik ve inkılapçılık ilkeleri anayasaya alındı (Ana
yasa, madde 2). 1925 yılında özel bir kanunla yasaklanmış olan tarikatlara girme hakkı resmen kaldırıldı (madde 75). Teşki
lat, kuruluş ve dil alanlarında da çeşitli anayasal değişiklikler yapıldı. Anayasanın dili, 1945 yılında ( 1952 yılında yeniden eski biçimini almak üzere) Türkçeleştirilmiştir.
Hukukun Batılılaştırılması ve laikleştirilmesi, Türki
ye'nin Avrupa burjuva toplumuna yapı bakımından yaklaştı
rılması alanında atılan önemli adımlardır. Atatürkçü amaçla
ra uygun olarak işler duruma sokulan birtakım yenilikler, bu hareket üzerinde kesin bir yargıya varmak için yeterli değil
dir. 1920 ile 1930 yılları arasında Türkiye, politik yapısı açı
sından bir burjuva devleti eğiliminde olmasına rağmen, hiç
bir burjuva toplumu belirtisi gösteremiyordu. Bu gerçek, ye
nilik olaylarının daha birtakım çözülmemiş özel sorunları ol
duğunu ortaya çıkarır. Devlet ile toplum arasındaki ilişkiler açısından Türkiye, Batı Avrupa'ya kıyasla bambaşka yollar
dan gelişmişti.
Batı Avrupa'daki burjuva-kapitalist düzeni hazırlayan sosyo-ekonomik ve ideolojik unsurlar daha feodalizm döne
minde gelişmeye başlamıştı. Ayrıca gittikçe kuvvetlenen bur-
juvazi, geleneksel düşünce, yaşam ve ekonomi biçimlerini et
kisi altına almıştı. Böylece burjuva devrimcilerine, var olan sosyal sistemi hukuk ve politikaya uygun bir biçimde örgüt
lemek düşüyordu.
Oysa Türkiye'de burjuva devlet, burjuva toplumundan önce doğmuştu. Din kuralları sistemi, yalnız kendi çıkarları uğruna devrimden önceki sistemi benimseyenler tarafından değil, ayrıca Anadolu köylerinde henüz hiç sarsılmamış bir kit
le tarafından da destekleniyordu. Toplumsal haberleşme sis
teminin ve özellikle ulaşımın azgelişmiş olması kırk bin Türk köyünü birbirinden ve "egemen aydın sınıftan" ayrı tutuyor,
"aydınların olumlu etkilerinin köylere girmesini engelliyor
du". "Aynı zamanda köyler arası ulaşım, köylerin yönetimi
ni ellerine geçirmiş olan son derece tutucu, yaşlı, zengin ve dindar eşrafın durumlarını kuvvetlendiriyordu" (78).
Bu nedenle, önceleri halkın büyük bir çoğunluğunun,
"devrimleri kavrayamamış ve istememiş olması" şaşırtıcı de
ğildir (79). Kısaca, ulaşılmak istenen toplumsal gelişimin kar
şısında yer alan tarihsel yük o derece ağırdı ki, devlet girişim
lerinin (birkaç yüzyıl önce Avrupa ülkelerinde görülen ben
zer yenilik hareketlerinden) daha güçlü olması gerekiyordu.
Kemalist yeniliklerin bu alanda yetersiz olduklarını özellikle hukuk reformlarının gelişimi gösterir. Avrupa yasalarının "re
kor sayılabilecek kadar kısa bir sürede"(80) benimsenmesi sı- (78) Lucian, W. Pye, Communications and political development, (Prin
ceton, 1963), s. 307. Bu ayrı tutulmanın niteliği, Daniel Lemer'in The Passing of traditional society. Modemizing the Middle East. (Glencoe. 1 958), s. 19 ve s.
da açıkça gösterilmiştir.
(79) Stirling, "Changc", s. 40 l .
(80) Erich Pritsch, "Das Schwcizerische Zivilgesctzbuch i n der Türkei":
Zeitschrift für vergleichen Rechtswlsscnschaft'tan al mm ıştır. c. L!X, 1 qs7, s. l 54 ve s.: Pritsch, "Die Rezeption des Schwcizerischen Zivilrcchts in der Türkei" ' : Auslansrecht'ten alınmıştır, 1 926, No. 7/8, s . 160: Ernst E. Hirsch. "Dic Eint:
lüsse und Wirkungen auslandischen Rcchts auf das hcutigc Türkischc Rccht"
Zcitschrift für das gesamte H andelsrecht und Konkursrecht. c. CXYI. 1 954, s.
2 1 0: H . Y. Velidcdeoğlu, "The Reccptioıı of thc Swıss Civil Codc in Turkcy ".
I SSB, 1 957, No. 1 , s. 62.
rasında yapılan çok sayıdaki yanlış ve anlaşılmaz çeviriler (8 1 ) her an düzeltilebilecek, ikinci derecede kalan noktalar ola
rak kabul edilebilir. Ne var ki, bu yasaların benimsenmesi sı
rasında meydana gelen yan olaylar, bazı önemli yapısal eksik
likler gösterir.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, değişik sosyo-kültürel geleneklerle oluşan, kısmen feodal, kısmen tarımsal üretim ko
şullarına bağlı bir topluma, burjuva hukukunun uygulanma
sıyla ortaya çıkacak sorunları gerçekçi bir tutumla çözümle
yebilecek durumda değildi. İsviçre Medeni Kanunu'nun Türk gerçeklerine uyar bir duruma getirilmesi gevşek tutulmuştur.
Aynca, yeniliklerin kaçınılmaz olarak doğuracakları toplum
sal çelişkileri ortadan kaldırmak için politik alanda önlemler alınmadığı gibi kurumlarla ilgili bir ıslahat yapma yoluna da gidilmemiştir.
Tekeşlilik (monogami), medeni nikah, kadın-erkek eşit
liği parlamento tarafından onaylanmıştır ama halkın, yeni sos
yal kuralları benimsemesini kolaylaştırmak için aydınlatmak yolunda çok az çaba harcanmıştır. Avrupa yasalarının gerek
tirdiği bürokratik formalitelerle Anadolu'nun yönetim ve ula
şım açısından geri kalmış durumu arasındaki çelişkiyi gide
rebilecek ciddi teşebbüslere de girişilmemiştir. Uygun teknik mekanizma yaratılmadan evlenme, doğum vs. ile ilgili işlem
lerin Avrupa'dan aynen alınması, köylülerin bu yasaları benim
semelerini zorlaştırıyordu (82). Bu nedenle, yeni yasaların bağlayıcı etkileri iç bölgelerde çok az oldu. Çokeşlilik (poli-
(8 1 ) 1. E. Postacıoğlu, "The Technique of recepti on of a foreign code of law: ISSB, 1957, c. IX, No. 1 , s. 55.
(82) P. Stirling, " Land, marriage and the law in Türkish villagcs" : ISSB, 1 957, e, lX, No. 1, s, 29 ve s.: H. Timur, "Civil Marriagc in Turkey: diffıculti
cs, causes and remedies ": ISSB, J 957, s. 34 ve s.; M. R. Belgesay, "Social, Eco
nomic and technical Diffıcultes cxperienced as a result ofthe reccption of fore
ign law", TSSB, 1957, s. 49 ve s.: Jaeschke, "Die Form der Eheschliessung nach türkischcm Recht" : WT, e. XX!T, 1940, s. 23 ve s.: Pritschl, ' ·Zivilgesetzbuch",
s. 1 70 ve s.
gami) kaldığı gibi, aile sorunlarının da din adamları tarafın
dan halledilmesine devam edildi. 1 950 yıllarında bile evlen
melerin yansından fazlası imam nikahı şeklinde olmuştur (83 ).
Köylülerin resmi olmayan nikah biçimini "kendi nikahımız" ; medeni nikahı ise "devlet nikahı" diye adlandırmaları, yal
nızca "psikolojik bir olay" olarak yorumlanmamalıdır (84).
Bu durum, halkla hükümet arasında herhangi bir bağlantı bu
lunmadığının güzel bir kanıtıdır. Diğer yeni hukuk kuralanna da, önceleri, aynı biçimlerde karşı çıkılmıştır. Özellikle, mi
ras hukuku ve toprak alım satımı konularında o zamana dek alışılmış usuller geçerli kalmıştır (85).
Toprak mülkiyetinin tapulanması sorunu ise, bugüne dek gerçekleştirilememiştir (86). Toprak reformunun önemli bir önkoşulu olan bu işlemin yapılmamış olması, politik bakım
dan endişe vericidir. Bu arada şu noktalar üzerinde dikkatle durmak gerekir: Hükümet, Türk-İslam gerçekleriyle Batı Av
rupa hukuku arasındaki ikiliği gidermek için hiçbir çaba gös
termemiştir. Aynca hükümet tefecilerin güçlü karşı-çıkışları
na boyun eğmek zorunda kaldı. İsviçre örneğine göre düzen
lenmiş olan ve "borçtan ötürü hapis cezası"nı yasaklayan "İc
ra ve İflas" Kanunu ile aşırı faizcilik ve tefeciliğin önüne ge
çebilecek durumda iken, bu kanunun ilgili maddeleri değişti
rilerek işlemez hale getirilmiştir (87). Bundan başka, köylü-
(83) Bkz. Timur, Türk Devrimi, s. 34 ve s.; Jaeschke, "Die " Imam-Ehe"
in der Türkei"; WI, c, VI, 1 959, No. 2/2, s. 1 72 ve s.
(84) L. F. Fındıkoğlu, "A Turkish sociologist View" : ISSB, c. IX, 1 957, No. 1, s. 15 ve s.
(85) Bkz. Stirling, " Land", s. 23 ve s.
(86) Stirling, "Land", s. 23. Bkz. Reşat Aktan, " Problems ofLand reform in Turkey" : MEJ, c. XX, 1 966, No. 3, s. 3 1 7 ve s.; Mümtaz Arapoğlu, Die Schwi
erigkeiten in der türkischen Praxis bei der Anwendung der Vorschriften des Schweizerisch-türkischen Zivilgesetsbuches zum Erwerb des Grundeigentums an Privatgrundstücken, (Frankfıırt, 1 965), s. 1 20 ve s.
(87) Bkz. Belgesay, " ... foreign law", s. 50 ve s.