• Sonuç bulunamadı

OCAK, PAZAR İsmet Paşa'dan randevu alarak saat 22'de kendisini ziya

rete gittim, yarım saat yanında kaldım. Konuşmamız derhal gösterdi ki, kendisi şimdiye dek gördüğümden çok inatçı ve uzlaşıcı olmaktan pek uzak ruh hali içersindedir. En önemli sorunları teker teker önüme serdi: Boğazlar - bir iki nokta dı­

şında, çözüldü; kapitülasyonlar çözümlenmedi; azınlıklar

-çözümlendi; mali sorunlar, Musul - çözümlenn,ıedi; ve açık­

ça anlattı ki Türklerin görüşleri kabul edilmedikçe bu sorun­

larda anlaşmak olanaksızdır.

Konuşmamızın az sonraki bölümünde sanki tesadüfen yeri gelmiş gibi yaparak kendisine: "Siz delegemiz Child'e, Rıza Nur da bana, Türkiye'nin Amerika ile bir dostluk ve ti­

caret antlaşması yapmak istediğinden söz etmiştiniz" dedim.

Paşa, bu isteğinin değişmemiş olduğunu söyledi. Bu sorunu ne zaman görüşebileceğimizi sordum. Hemen "yarın ! " ceva­

bını verdi. Ben de Türklerle Müttefikler arasında bir antlaş­

ma imzalanacağı açıkça belli olmadan bu konuda gqrüşmele­

re başlamamızı doğru bulmadığımızı işaret ettim. Normal dip­

lomatik ilişkilere yeniden ve bir an önce başlamanın, bütün il­

gili ülkelerin yararına olduğunu söyledi.

Genel nitelikteki konuşmamız şunları ortaya çıkardı ve açıkça gösterdi ki:

(1) Paşa bizimle görüşmelere başlamaya isteklidir.

(2) Müttefiklere ödün vermek konusunda bir adım bile ileri gitmeyecektir - hiç değilse son ana kadar. Son anda ve kartlarını açtıkları zaman şimdiki davranışlarının ne derece­

ye kadar blöf olduğunu öğrenebileceğiz. Bu gece 1smet'i çok ciddi ve eskisine oranla daha katılaşmış gördüm; yüzünde sa­

mimi tebessümlerden eser bile yoktu. Bütün düşünce ve ka­

rarlarını çok kesin ve soğuk bir şekilde kestirip atıyordu. Bel­

li ki bugün tersliği üstünde, bu belki dün geceyi neşeli geçir­

miş olmasından. Belki de Hasan Beyin Ankara 'dan getirmiş olduğu talimatın kendisini kuvvetle destekleyici nitelikte ol­

masından ileri geliyordu.

15 OCAK, PAZARTESİ

Konferansın görünüşü herkesin canını sıkıyor, bütün

de-legelerde bir kötümserlik, ruh perişanlığı var. Barrere bile bü­

tün çareleri tüketmiş görünüyor ve hiç değilse konferansın bir başka süreye ertelenmesini savunuyor. Şimdiye kadar herkes­

ten daha iyimser olan, sürekli sabır tavsiye eden ve sonunda her şeyin yoluna gireceğini söyleyen Montagna otelin önün­

de Child'la karşılaşmış. Child kendisine: "Montagna, eğer iş­

ler hep öyle gider ve konferans bir sonuca ulaşmazsa Musso­

lini sana pek öfkelenmeyecek mi? Bu senin mesleki durumu­

nu sarsmayacak mı?" diye sormuş. Montagna'nın gözleri fal­

taşı gibi açılmış ve bir anda doğruca Curzon'un odasına dal­

mış. Daha sonra Curzon, Child'i gördü ve "Bu Montagna'ya da ne olmuş Allahaşkına? Şimdike dek içimizde en sakin ve iyimser olan oydu; bu sabah bütün tüyleri kirpi gibi dikilmiş bir durumda odama hücum etti ve "şu işleri derhal bitir, ge­

reksiz tartışmaları bırak ve Türklerin kafasına bir antlaşma projesi fırlatıver" diye bağırdı. "Kendisine ne oldu, anlamı­

yorum" diye sordu.

Curzon, Child' i çağırarak demiş ki: "Siz bir süre önce bi­

ze, eğer bir çıkmaza saplanıp kalırsak yardım edeceğinizi söy­

lediniz. Şimdi yardımınızı istiyorum. İtalyanlarda yürek yok.

Fransızlar hiçbir şey yapmıyor. Siz ne salık verirsiniz?" Child, İsmet Paşa'dan aşağı inmesini rica edeceğini ve üçünün bir­

likte konuşmasını teklif etmiş. Curzon, ikinci İngiliz delege­

si olan Rumbold'un da bulunmasını istemiş. Child, Rum­

bold'dan söz edilmesini bile istemediğini söylemiş. Curzon kendisine böyle emir verilmesine içerlemiş; o isteklerinin tar­

tışılmasına alışmamış bir adam. Fakat Child bu toplantının ya kendi önerdiği şekilde yapılmasını ya da hiç yapılmamasını söylemiş, bunun üzerine Curzon yüzünü kötü şekilde buruş­

turarak razı olmuş. İstanbul 'da Türk aleyhtarlığı ile iyiden

iyi-ye ün yapmış olan Rumbold'un böyle bir toplantıda işi olma­

ması gerekir elbette ...

Child öğleden sonra İsmet'e giderek, özellikle kapitülas­

yonlar sorununda bir anlaşmaya varmanın mümkün olup ol­

madığını anlamak üzere akşam kendi odasında Curzon'la bir görüşme yapmaya gelmesini teklif etmiş. İsmet "beni Mütte­

fiklerin yine eski müttefikleriyle mi karşılaştıracaksınız?" di­

ye sormuş.

Child, kendisine hiçbir öneriyi desteklemeyeceğini, yal­

nız İsmet Paşa'ya bir öneri ileri sürmesi için fırsat hazırlamış olduğu cevabını vermiş.

İsmet razı olarak geldi. Child, İsmet ve Curzon bütün ge­

ce konuştular ve hiçbir sonuca varamadılar. Child, İsmet' in de, Curzon'un da aynı derecede hem aslan terbiyecisi, hem hanı­

meli yetiştiricisinin özelliklerine sahip olduklarını söylüyor.

Curzon adli kapitülasyonlar üzerinde durdu; mahkemeler, ce­

zaevleri ve kanunlar aynı şekilde kaldıkça, hiçbir yabancının Türkiye'de iş yapamayacağını söyledi. Delil olarak pek çok örnekler verdi; örneğin bir"Türk polisi bir İngiliz subayının ka­

rısının yüzüne bir anahtar destesi ile dehşetli bir darbe vur­

muş. Kocası bunu protesto ettiği an, karısını da kocasını da cezaevine atmışlar; subayı saldırmak ve adam dövmek, karı­

sını da fahişelikle suçlamışlar. Bu sözler ve örneklere karşı İs­

met sükunetle "bu gibi şeylerin yoluna konabilmesi için va­

kit gerektir" diyerek cevapladı. O anda Curzon kollarını sal­

layıp duvarı yumruklayarak bağırdı: "İşte benim de boyuna söyleyip durduğum şey bu ya."

17 OCAK, ÇARŞAMBA Amiral Bristol "bugün İsmet ile uzun bir görüşme yaptı.

Bristol görüşme konusunu kapitülasyonlar üzerinde

toplaya-rak, eğer bunlar kalkacak olursa yerlerine başka bir rejim ko­

nulması zorunluluğu üzerinde ısrarla durdu.

Bugünkü Türk adli rejiminin başlıca kusur ve eksiklik­

leri olarak şunlara işaret etti:

( 1) - Seçiliş yollan ve çok düşük ücretlerinden ötürü yar­

gıçlara güvenilmemesi,

( 2) -Medeni, ticari ve ceza kanunlarının yeniden düzen­

lenmesi, bu kanunlardan şeriat hukukuna ilişkin izlerin atıl­

ması gereği,

(3) Duruşmaların uygun şekilde yönetimi, tanık çağrıl­

ması ve kanıt toplanması hakkındaki usul kanunlarının bulun­

mayışı,

( 4) İkametgaha saldırıyı önleyici kanunların yapılması gereği,

(5) Yeni ceza evlerine ve yönetmeliklerine olan gerek­

sinme.

Amiral, Türkiye'de yabancıların güvenlik içinde yaşaya­

bilmeleri ve ticaret yapabilmelerine olanak verecek bir hukuk rejimi kurulabilmesi için zamana gereksinme duyulacağını da özellikle belirtti. İsmet Paşa ileri sürülen bu delilleri reddetme­

mekle birlikte, ne Türkiye'nin, ne de Türkiye'de ticaret yap­

mak isteyen yabancıların yararları bakımından şimdiki adli re­

jimde bu reformları yapmanın zorunlu olduğu fikrine katılma­

dı. Yabancı iş adamlarının iddialarının abartmalı olduğunu, Türkiye'de hemen iş yapmak istemeseler bile çok kısa bir sü­

rede korkularının yersiz olduğunu anlayacaklarını ileri sürdü.

Türkiye' nin yaran bakımından ise, kapitülasyonları kaldırarak kesin bağımsızlığa kavuşmanın ve ne reform yapmak için her­

hangi bir geçiş rejimine, ne de kapitülasyonların yerine geçe­

cek yeni bir rejime, hiç baş vurmamanın Türkiye için öteki

bü-tün görüşlerden daha yararlı olacağı kanısında bulunduğunu söyledi. Türkiye 'nin içişlerine yabancılar tarafından hiçbir şe­

kilde müdahaleye olanak vermeyen mutlak bağımsızlık soru­

nunun şimdi ve ebediyen çözülmesi, Türk halkının kesin iste­

ğidir. İsmet Paşa, her şeyi göze alarak ve doğacak bütün so­

nuçlan kabullenerek bu konudaki tavrını ve görüşünü asla de­

ğiştirmeyeceğini mümkün olduğu kadar açık şekilde belirtti.

Paşa ile görüşmelerimizde hiçbir sonuca varamadık.

18 OCAK, 1923 Bu akşam Türkler ilk olarak Saray'da büyük bir akşam ziyafeti verdiler. Child ve ben ziyafetin sonuna kadar kaldık.

Sonra gitmek istediğimizde İsmet ikimizin de ellerinden tu­

tarak engel oldu ve bizi bitişikteki odaya çekti. İçki getirtti.

Peşi peşine o kadar hızla ve düzenle şerefimize kadeh kaldı­

rıyordu ki, kendisine ayak uydurmaya olanak bulamıyordum.

Her kadehten sonra elini dizine koyup arkaya doğru yaslanı­

yor ve incir çekirdeğini doldurmayacak şeylere bile kahkaha ile gülüyordu. Bir aralık ellerimizi tuttu ve yaşamanın çok gü­

zel bir şey olduğunu söyledi. O kadar neşeliydi ki, o anda eli­

nizde herhangi bir belge olsa derhal imzalayacak gibiydi ...

22 OCAK, PAZARTESİ

Bu sabah saat 1 1 .30'da Child ile Curzon 'u ziyarete gittik, konferansın durumu hakkında ne düşündüğünü sorduk. Verdi­

ği cevapta samimiyetsizlikten eser yoktu. Fransızların kendi­

sini hayal kırıklığına uğrattıklarını, her sorunda ve özellikle ka­

pitülasyonlar üzerinde boyuna zaafa düştüklerini, bütün kon­

ferans planlarını Türklere açıklamış olduklarını söyledi . İngiliz-Fransız ilişkilerindeki bu ani değişiklik galiba Pa­

ris'te Poincare ile göıiişmüş olan Bompard'ın �imdi buraya dönmesiyle ilgili. Ci.ırzon, Fransız başdelegesi Barree ile

gö-rüşmeye gitmiş. Sözde Barree doktorlannın gösterdiği lüzum üzerine Paris 'e dönecek. Fakat gerçekte hükı1meti kendisini ge­

ri çağırdı. Şimdiye dek o İngilizleri desteklemiş, fakat belli ki Başbakan Poincare artık buna izin vermeyecek. Uzun bir mes­

lek hayatının hazin bitişi. Barrere 25 yıl kadar Fransa'nın İtal­

ya elçiliğini yapmıştı. Söylendiğine göre gençliğinde bir sos­

yalist imiş ve İtalyan kralına itimatnamesini verdiğinde kral kendisine, nasıl olup da siyasi ideallerinde böyle bir değişme olduğunu sormuş. O da şu cevabı vermiş: "Ekselans, gençli­

ğinde radikal olmayan bir insanın yüreği yoktur, fakat yaşlılı­

ğında muhafazakar olmayanın kafası yoktur."

Curzon, bize gelecek hafta Türklere bir antlaşma proje­

si vermek konusundaki düşüncesini açıkladı. Türkler imza et­

seler de, etmeseler de, antlaşma projesini kendilerine verdik­

ten iki gün sonra Lozan'dan aynlmayı düşündüğünü söyledi.

Şimdiye dek Fransızlar, Türklere karşı Curzon'un yaptı­

ğı gibi etkin ve kesip atıcı şekilde değil, daha yavaş ve sabır­

lı davranılmasını istemekteydiler, fakat şimdi, konferansı he­

men sonuçlandırmayı, eğer Türkler bir antlaşmayı kabullen­

mezlerse, düşünceleri daha uygun bir duruma gelinceye dek görüşmeleri ertelemeyi istiyorlar.

Şimdiye dek iyimserliğini korumuş olan Montagna, Müt­

tefiklerin bu zayıf durumunda ve mümkün olan bütün ödün­

leri verdikten sonra görüşmelerin tatmin edici şekilde deva­

mının mümkün olmadığına inanıyor. Özellikle, Montagna ile Curzon'un sinsi sinsi ortaya yaydıklan habere göre Fransız­

lar Türklerle ayn bir antlaşma yapmak istiyorlar, bunun için de görüşmeleri kesintiye uğratmaya çalışıyorlarmış. Gerçek­

ten, Bombard'ın Paris'ten dönüşü birbirlerine güvenemeyen Müttefiklerin gevşek ve sarsak durumlannı tamamen ortaya

çıkarmakla kalmadı, fakat Fransızların bütün fırsatlardan ego­

istçe yararlanmaya hazır olduklarını da gösterdi.

Curzon, Lozan'ı terk edecekleri an konferansı da dağıta­

cağını, çünkü kendisinin yokluğunda geri kalan Müttefiklerin

"antlaşmayı berbat etmeleri" ne fırsat vermek istemediğini söy­

ledi. Kendisi ayrıldığında imzalamak yetkisine sahip hiç kim­

senin burada kalmamasını sağlamaya dikkat edecekmiş.

Durum çok karanlık görünüyor, fakat ben iki tarafın da barış istediğine ve bunun bir yolunun bulunabileceğine inanı­

yorum.

28 OCAK, PAZAR

Child, Türkler ve Müttefiklerle sürekli konuşarak ara bulu­

culuk yapmak için elinden geldiğince çaba gösteriyor. Fakat Türkler inatçılık göstermekte direniyorlar. Fakat ben yine kon­

feransın bir anlaşmaya varılmadan dağıtılacağına inanmıyorum.

Türklere resmi bir akşam yemeği verdik. Ruşen Eşref Beyin hanımı sağımda, Mustafa Şerif Bey de solumda oturu­

yorlardı. Paşa hatırımı sordu: " İyiyim teşekkür ederim" de­

dim. "Ben de iyiyim, son derece memnunum" diye karşılık­

ta bulundu ve rahatça güldü. Fakat bütün yemek boyunca iç sıkıntısı içinde olduğu görülüyordu. Benim tam karşımda otur­

duğu için yüz hatlarını inceliyordum. Hepimiz aynı şeyi dü­

şünüyorduk. Bayan Ruşen Eşref cumartesi günü Türkiye'ye dönmek için nasıl hazırlandıklarını, nasıl gideceklerini uzun uzun anlattı. Fakat daha sonra bizimle pazar günü Bern'de bir öğle yemeği davetine boş bulunup " peki" dedikleri anda fal­

so verdiler.

Saatler ilerledikçe Paşa ' nın ruh durumu düzeliyordu. B ir süre dansı seyretti,_ sonra büfeye giderek yeşil " chartrcuse" li­

körü içti, İtalyan delegeleriyle bilardo oynadı.