• Sonuç bulunamadı

II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLERDE GELENEK VE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLERDE GELENEK VE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

I

II. INTERNATIONAL SYMPOSIUM

ON INTEGRITY OF TRADITION AND KNOWLEDGE IN SOCIAL SCIENCE

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi 11-12 Temmuz 2019

July 11-12 2019 İstanbul

Editörler

Prof. Dr. Mehmet BULUT, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Aydın KUDAT, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

رمتؤملا يلودلا

يناثلا

لماكتلل يفرعملا

ةبرجتلاو يف

علا مول ةيعامتجلاا

II. ULUSLARARASI

SOSYAL BİLİMLERDE GELENEK

VE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ SEMPOZYUMU

BİLDİRİ KİTABI

Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Aziz Hatırasına

(2)

I

II. INTERNATIONAL SYMPOSIUM

ON INTEGRITY OF TRADITION AND KNOWLEDGE IN SOCIAL SCIENCE

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi 11-12 Temmuz 2019

July 11-12 2019 İstanbul

Editörler

Prof. Dr. Mehmet BULUT, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Aydın KUDAT, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

رمتؤملا يلودلا

يناثلا

لماكتلل يفرعملا

ةبرجتلاو يف

علا مول ةيعامتجلاا

II. ULUSLARARASI

SOSYAL BİLİMLERDE GELENEK

VE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜ SEMPOZYUMU

BİLDİRİ KİTABI

Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Aziz Hatırasına

(3)

91

GAZÂLÎ'DE AKIL VE SEZGİ BÜTÜNLÜĞÜ

Abdurrahman ELİK1

&

A. Cahid Haksever2

ÖZET

Bilgi; mahiyeti, kaynağı, değeri gibi birçok yönüyle düşüncenin konusu olmuştur.

Bilginin elde edilmesinde genel kabul gören akıl ve duyu yollarına ek olarak islam ve diğer bazı dinlerde vahiy bir üçüncü kaynak olarak görülmektedir. İslam dininde vahiy, allah’ın insanlar arasından seçtiği peygambere ulaştırdığı bilgileri ifade etmek için kullanılmaktadır.

Nübüvvete iman edenler açısından peygamberlere gelen vahiy, akıl ve duyu yollarının ötesinde kesin bir bilgi kaynağını ifade ederken peygamberler dışındakilerin akıl ve duyu ötesi yollarla bilgiye ulaşmalarının imkânı ve bu bilginin epistemik değeri tartışılagelmiştir. Başta tasavvuf ehli olmak üzere mutasavvıf olmayan ehli sünnet alimlerin çoğunluğu da sezgi ve ilhamın imkânını kabul eder.

Ancak bunun epistemik değeri, delil olup olamayacağı konularında farklı yaklaşımlar söz konusudur.

Hicri 450-505 yılları arasında yaşayan Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazâli; kelam, mantık, felsefe gibi aklı önceleyen ilimlerle beraber Batınîlik ve tasavvuf üzerine de yoğun çalışmalar yapmıştır. Gazâlî, bu sahalarda önemli eserler ortaya koymuş ve yaşadığı dönemin önde gelen alimlerinden biri olmuştur. Bağdat nizamiye medresesi müderrisliği görevinde bulunurken bir yandan da -kendisinde küçüklüğünden beri bulunduğunu ifade ettiği- hakikat arayışını mezkûr disiplinler üzerine yaptığı derinlikli çalışmalarla sürdürmüştür. Gazâli, bilgi ve bilgiye ulaştıran vasıtaları metodik bir şüphecilikle ele almış, duyuların ve aklın kesin bilgiyi elde etmede yetersiz olduğu kanaatine varmıştır. O, duyular ve akla kendi idrak(algı) alanları içinde son derece önem vermiş ancak metafizik konuların bu idrak alanının dışında kaldığını, dolayısı ile kişinin akıl ve duyu ötesi alana ait hakikat bilgisine ancak peygamberlik nuru ile ulaşabileceğini ifade etmiştir. Gazâlî bu nuru peygamberlere has kılmamış, kalbini kur'an ve sünnet ışığı ile aydınlatan, masivadan arındırıp zikir ile parlatan kimselere de bir ilahi lütuf olarak bahşedilebileceğini savunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Gazâlî, Bilgi, Akil, Sezgi.

1 Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslami Bilimler Yük. Lis. Öğr. ceziri25@gmail.com

2 Prof. Dr. Ankara Ünv. İlahiyat Fakultesi.

(4)

92

(5)

93

MIND AND INTUITION IN GHAZALI

ABSTRACT

Information; has been the subject of thought in many aspects such as its nature, source and value. Revelation is seen as a third source in Islam and in some other religions in addition to the generally accepted ways of reason and sensation in obtaining knowledge. In Islamic religion, revelation is used to express the information that Allah brings to the prophet chosen among the people. For those who believe in prophethood, the revelation to the prophets expresses a definite source of knowledge beyond the ways of reason and sensation; The possibility of access to information from the ways of reason and senses by other than prophets and the epistemic value of this knowledge have been discussed. Most of the non-Sufi Sunnah scholars, especially Sufis, accept the possibility of intuition and inspiration. However, there are different approaches to the epistemic value of this and whether it can provide evidence.

Muhammad al-Ghazali, who lived in the Hijri between 450 and 505, studied extensively on preconceptional sciences such as theology, logic, philosophy, as well as on Batinism and Sufism.

Ghazali; He produced important works in these fields and became one of the leading scholars of his time. While he was working as a professor of Nizamiye Madrasah in Baghdad, he continued his search for truth, which he had said that it has been preset since he was a child, with his in-depth studies on the mentioned disciplines.

The al-Ghazali; He considered the means of knowledge and knowledge with a methodical skepticism, and concluded that the senses and reason were inadequate to obtain precise information. He stated that the senses and the mind were extremely important in their own fields of perception, but metaphysical subjects remained outside of this field of understanding, so that one could reach the truth knowledge beyond the mind and the senses only by the light of prophethood. Al-Ghazāli did not make this light unique to the prophets, he argued that it could be bestowed as a divine grace to those who illuminate their hearts with the light of the Qur'an and the Sunnah, and purify them from the world and shine with dhikr.

Keywords: Ghazali, Mind, Intuition, Information.

(6)

94

1. GİRİŞ: GAZÂLÎ’NİN HAYATI; AKILDAN SEZGİYE

Muhammed b. Muhammed el-Gazâlî et-Tûsî Hicrî 450 yılında Horasan bölgesindeki Tûs’ta dünyaya geldi. Doğduğu köye nisbetle Gazâlî veya iplikçilikle uğraşan babasının mesleğine nisbetle Gazzâlî olarak tanınmıştır. Hamid adında oğlu olduğu bilinmemekle beraber künyesi Ebu Hamid’dir. Ayrıca Huccetü’l-İslâm ve Zeynüddin lakapları verilmiştir. Daha çok İmam Gazâlî olarak anılmaktadır.3 Gazâlî’nin babası Muhammed, iplikçilik yaparak geçimini temin ediyor ve buradan elde ettiği gelirle oğulları Muhammed ve Ahmed’in eğitimini sürdürmeye çalışıyordu. Vefat edeceğini anlayınca eğitimleri ile ilgilenmesi için oğullarını Sûfi olduğu aktarılan bir dostuna emanet etti. Maddi durumu iyi olmayan bu dostu da Gazâlî’nin babası tarafından verilen bir miktar para bitince her iki kardeşi burslu eğitim veren medreselere yönlendirdi. Kur’an-ı Kerim ve temel İslamî ilimleri bu dönemde alan Gazâlî, Tûs’ta Ahmed b. Muhammed er-Razkanî’den(ö. 477) fıkıh dersleri almış ve daha sonra Cürcân’a giderek burada İsmailî denilen bir zattan eğitim almıştır.4

Cürcân’daki beş yıl süren eğitim hayatından sonra tekrar Tûs’a dönen Gazâlî’nin yolda eşkıyalarca yolu kesilir ve ders notları dahil her şeyi elinden alınır. Eşkıyaların peşine düşüp reisleri ile konuşan Gazâlî, en azından ders notlarının kendisine verilmesini ister. Fakat bu talebi eşkıya reisinin kendisiyle notları hafızasında tutmamış olmasından dolayı dalga geçmesiyle neticelenir. Nihayetinde ders notlarını geri almış olsa da bu durumu kendisine ilahi bir ikaz olarak addeden Gazâlî daha sonra bütün notlarını ezberler.5

Tus’ta üç yıl kalan Gazâlî,6 daha sonra Hicri 473 yılında Nişabur’a giderek buradaki Nizamiye Medresesinde meşhur alim İmâmu’l Harameyn Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî’nin(ö. 478/1085) yanında ders görmeye başladı. Gazâlî burada başta hocasının temel ihtisas alanı olan kelam ilmiyle beraber fıkıh, akaid, mantık, felsefe, cedel, münazara gibi alanlarda önemli ilerlemeler kaydetti.7 Arkadaşları arasında zekası, muhakeme yeteneği, gayret ve çalışkanlığı ile ön plana çıkan Gazâlî, daha hocasının sağlığında eser telif etmiş ve hocası Cüveynî’nin takdirini kazanmıştı.8

Nişabur’da bir yandan Cüveynî’den zahiri ilimleri tahsil eden Gazâlî bir yandan da Kuşeyrî’nin talebelerinden sufî Ebu Ali el-Fârmedî’nin(ö.477/1084) sohbetlerine katılıyordu.9 Hocasının vefat yılı olan 478’e kadar burada kalan Gazâlî, daha sonra hocasının vefatı üzerine meşhur Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün(ö.485/1092) el-Asker’de bulunan meclisine gitti. Burada önde gelen ilim adamlarıyla tartışmalara giren Gazâlî, her geçen gün Nizamülmülk’ün takdirini kazanmaktaydı.

3 Mustafa Çağrıcı ‘’Gazzâlî’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), C. XIII, S.489.

4 Çağrıcı, a.g.e, s.490.

5 Çağrıcı, a.g.e., s.490.

6 Gazâlî, İlim Kapısı, Çev. Dilaver Selvi, Semerkand yay. İstanbul, 2017, s.10

7 Çağrıcı, Mustafa, ‘’Gazzâlî’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi),, c. XIII, s.490.

8 Gazâlî, İlim Kapısı, Çev. Dilaver Selvi, Semerkand yay. İstanbul, 2017, s.10

9 Çağrıcı, Mustafa, ‘’Gazzâlî’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi),, c. XIII, ss.490-491

(7)

95

Nihayet Nizamülmülk kendisini 484 yılında Bağdat Nizamiye Medresesi baş müderrisliğine atadı.10 Gazâli, Bağdat Nizamiye Medreseleri müderrisliğini 300’e yakın talebeye ders vererek yürütürken bir yandan da kelam, felsefe ve Batınîlik gibi farklı disiplinleri ulaşabildiği en son noktaya kadar inceleyerek hakikat arayışını sürdürmüştür. Araştırmacı özelliğinin kendisine küçüklüğünden beri verildiğini ifade eden11 ve hakikati bulma serüvenine eşyanın gerçek mahiyeti hakkında kesin bilgiye ulaşmak isteğiyle yola çıkan İmam Gazâli’nin sırasıyla kelam, felsefe ve Bâtınîlik üzerindeki tüm araştırmaları, onu itminana erdirecek bir sonuca götürmemişti. Kelam ilminin ortaya koyduklarını hakikat arayışında kendisini tatmin etmeyip derdine deva sunmadığını belirten Gazâlî daha sonra filozofların görüşlerini incelemeye koyulmuştu. Felsefeciler hakkında yazdığı Makâsıdu’l Felâsife ve Tahafutü’l-Felâsife eserleriyle onların görüşlerini önce açıkça ortaya koydu ve daha sonra bu görüşlerini aklî deliller ile çürütmeye çalıştı. Bu amacında başarılı olduğu da kaydedilen hatta İslam aleminde felsefî düşüncenin duraklamasının önde gelen müsebbiplerinden olarak zikredilip eleştirilen Gazâlî, felsefeden sonra Batınilik üzerinde çalışmış ve onların masum imam anlayışları başta olmak üzere düşüncelerine yönelik önemli eleştirilerde bulunmuştur. Bu disiplinlerden sonra tasavvufa yönelen Gazâlî bu durumu el-Munkız’da şu şekilde aktarmaktadır:

‘’Bütün ilimleri araştırıp incelemeyi bitirdikten sonra bütün dikkat ve gayretimle mutasavvıfların yolunu araştırıp incelemeye başladım. İncelemelerim sonucunda onların yolunun ancak ilim ve amelle tamamlandığını gördüm. Onların ilimlerinin özü, nefsin yokuşlarını aşmak ve nefsi kötü huylardan ve çirkin vasıflardan temizlemektir. Böylelikle kalpten Allah’tan başka her şey, çıkarıp onu Allah’ın zikriyle süslemeyi hedeflemektedir.’’12

Tasavvufa dair incelemeleri sonucunda onun yaygın tabirle kâl ilimi değil hâl imi olduğunu

‘’Onların hallerine öğrenmekle değil ancak bizzat yaşayarak ve insana özgü vasıfları değiştirerek ulaşılabileceğini anladım.’’13 ifadeleri ile dile getiren Gazâlî, kendine yönelik derin sorgulamalar ve muhasebelerde bulunmaya başlamış ve psikolojik depresyonlar ve hatta fizyolojik rahatsızlıklar14 geçirince müderrislik görevini terk ederek inzivaya çekilmeye karar vermiştir. Yaklaşık on yıllık bir süreci kapsayan uzlet, halvet, riyazet ve mücâhede temelli yaşantısı onun diğer bir çok eseri ile beraber İhyâu ‘Ulumi’d-Dîn adlı meşhur eserini de kaleme almasına vesile olacaktır.15

Hicrî 488 yılında Hacca gitme bahanesiyle Bağdat Nizamiye Medresesi’ndeki görevini kardeşi Ahmed el-Gazâlî’ye devrederek Şam’a giden Gazâlî, burada Şam Emevi Camii’nde inzivaya

10 Gazâli, İlim Kapısı, Çev. Dilaver Selvi, Semerkand yay. İstanbul, 2017, ss.10-11

11 Gazâli, el-Munkız mine’d-Dalâl, çev. Osman Arpaçukuru, Beyân yay. İstanbul, 2017, s.17

12 Gazâli, el-Munkız, s.130.

13 Gazâli, el-Munkız, s.131.

14 Gazâli, el-Munkız, s.139.

15 Mustafa Çağrıcı, ‘’Gazzâlî’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c. XIII, s.492.

(8)

96

çekilerek, kitaplardan öğrendiği tasavvufî bilgileri pratik olarak yaşamaya çalışmıştır.16 Burada üç yıl kalan ve bir ara Kudüs’e de giden Gazâlî daha sonra Hicaz’a gitti Mekke ve Medine’yi ziyaret etti.

Daha sonra memleketine geri döndü. Bir dönem Nişabur’daki medresede müderrislik yapan Gazal’inin, daha sonra Tûs’a dönerek evinin yanında bir medrese ve hankah inşa ettirerek son yıllarını ders okutmak, eser yazmak ve gönül ehlinin sohbetlerine katılmakla geçirdiği aktarılmaktadır.17

Gazâlî, Hicrî 505 yılı 14 Cemaziyelahir(veya cemaziyelevvel18) günü Tûs’ta vefat etmiş ve burada defnedilmiştir.19

2. AKIL VE SEZGİ

Bu bölümde akıl ve sezginin sözlük anlamaları, tanımları ve daha çok İslamî disiplinlerde nasıl anlaşıldığına kısaca değinilerek Gazâlî’de akıl ve sezgi konusuna giriş yapılacaktır.

2.1 Akıl

Akıl sözlükte “hapsetmek, alıkoymak, menetmek, engellemek, bağlamak, kaydetmek” gibi anlamlara gelir.20 Bir felsefe ve mantık terimi olarak, İslâm Ansiklopedisinde ‘’varlığın hakikatini idrak eden, maddî olmayan, fakat maddeye tesir eden basit bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan, kıyas yapabilen güç”

şeklinde tanımlanmaktadır.21

Kur’an’da akıl mastar halinde hiç yer almamakla beraber biri hariç hepsi geniş zaman kipinde ve fiil olarak (akletmek) kırk dokuz yerde geçmektedir. Kur’an’da akıl, genelde aklı doğru kullanma, tefekkür etme, düşünme, ilahi hikmet ve nizamı anlamaya çalışmaya yönelik olarak kullanılmıştır.22 Felsefi ve mantıkî bilimlerdeki genel bir manası yukarıda verilen akıl, farklı disiplinlerce farklı şekillerde tarif edilmiştir. Örneğin Kelam ilminde akıl, mutezilî alimlerce daha çok, zorunlu ve tecrübî bilgiler, iyi ve kötüyü birbirinden ayırabilme, nazari bilgilerin öğrenilmesini sağlayan, bilinenden hareketle bilinmeyene ulaşmayı sağlayan güç gibi anlamlara gelecek şekilde tarif edilmiş

16 Gazâli, el-Munkız mine’d-Dalâl, çev. Osman Arpaçukuru, Beyân yay. İstanbul, 2017, s.130.

17 Çağrıcı, Mustafa, ‘’Gazzâlî’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi),, c. XIII, ss.492-494.

18 Gazâli, İlim Kapısı, Çev. Dilaver Selvi, Semerkand yay. İstanbul, 2017, s.17.

19 Çağrıcı, ‘’Gazzâlî’’ DİA, c. XIII, s.494.

20 İzzettin Rızanejad, İmam Gazali’ye Göre Akıl, Misbah İslamî Düşünce ve Araştırma Dergisi, 2012, c.1 sy.1, s.5-32.

21 Süleyman Hayri Bolay ‘’Akıl’’ DİA(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c.II, s.238-242

22 Bolay, a.g.e., s.238

(9)

97

ve bir cevherden çok bir araz olarak kabul edilmiştir.23

Ehli sünnet alimlerince de akıl muhtelif şekillerde tarif edilmiştir. İlk dönem kelamcıları ve bazı selefiyye alimleri aklı, ‘’faydalıyı zararlı olandan ayırt etmesi için Allah tarafından insana doğuştan verilen bir tabiat’’, “iyiyi kötüden ayırt edip iyi olanı yapma ve kötü olandan kaçınma gücü” ve

“insanın doğru ve faydalı olanı bilip davranışlarına bu doğrultuda yön vermesini sağlayan tabiat (garîze)” gibi tarifler yapmışlardır.24

Mâtürîdiyye’nin müteahhirîn devri âlimleri ise aklı, “düşünmek ve delil kullanmak suretiyle duyuların ötesini, gözlem yoluyla da duyulur nesneleri idrak eden bir cevher” ve “duyuların, idrak sınırının sona erdiği noktadan başlayan ve kalp ile nefs-i nâtıkanın algıladığı bilgileri ortaya çıkaran bir nur” şeklinde iki tarif ortaya koymuşlardır. Bu tarifler neticesinde Mâtürîdîler’in aklı bilginin dışında olan, fakat bilgiyi meydana getiren ve maddî olmayan bir cevher olarak tanımladıkları ifade edilmektedir.25

Aklı genel olarak garızî26 ve mükteseb27 akıl olarak ikiye ayıran kelam alimleri onun cevher veya araz olduğu konusunda farklı fikirler öne sürmüşlerdir. Aklı işlevi açısından da değerlendiren kelamcılardan mutezilî olanlar ona nakil karşısında büyük bir rol vermişlerdir. Buna karşılık ehli sünnet alimleri genel olarak nakli öncelemiş ve aklın sınırlılığına vurgu yapmışlardır.28

2.2. Sezgi

Sözlük anlamı sezme yeteneği, feraset manalarına gelen sezgi, felsefî olarak en genel manasıyla

‘’gerçeğin deneye veya akla vurmadan doğrudan doğruya kavranması’’29 şeklinde tanımlanmaktadır.

Duyular, akıl veya mistik tecrübe ile irtibatlandırılan bu kavramanın doğrudan doğruya olması onun ispatı gerektirmediğini ve zihnin bir tek işlemle apaçık ve kesin olarak kavramasını ifade etmektedir.30, Çıkarım olmadan, ispatlanmış bir inanç, bir içine doğma, bir iç görüş, bir konu hakkındaki hakikatlerin doğrudan bilgisi anlamlarına gelen sezgiyle31 zihne doğan bilgi, şüphe dışı, temel, açık ve ispatı gerekmeyen bir bilgi, ilk ilkeler olarak kabul edilmektedir.32 Sezgi, Arapça hads kelimesiyle de ifade edilmektedir. Hads; ‘’bir düşünce konusunun doğrudan doğruya, kasıt ve ihtiyar

23 Yusuf Şevki Yavuz, ‘’Akıl’’ DİA(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c.II, s.242-243

24 Yavuz, a.g.e., s.242-243

25 Yavuz, a.g.e., s.242-243

26 Doğuştan verilen

27 Sonradan kazanılan

28 Yavuz, ‘’Akıl’’ DİA, c.II, s.244-245

29 http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=SEZGİ, Erişim tarihi: 23/05/19, 00:40

30 İsmail Köz, Sezginin Bilgideki Yeri ve Önemi, Kelâm Araştırmaları Dergisi, 2005, cilt: III, sayı: 1, s. 25

31 Köz, a.g.e., s.25

32 Mehmet Vural, Gazzâlî (ö. 505/1111)’nin Epistemolojisinde Sezgi ve ilham, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2002, cilt: III, sayı: 9, s. 179

(10)

98

olmaksızın birdenbire kavranması’’, ‘’zihnin, birlikte meydana gelmeleri sebebiyle ilkelerden (mebâdî) sonuçlara (metâlib) vasıtasız olarak hızla intikal etmesi’’ olarak tanımlanmaktadır.33

Nasıl anlaşıldığı açısından sezgiyi birçok türe ayırmak mümkündür. TDV İslâm Ansiklopedisinde sezginin aklî, tecrübî, mistik ve felsefî türlere ayrıldığı ifade edilmektedir.34 Ayrıca estetik ve psikolojik sezgi türlerinden de bahsedilmektedir.35 Bizim burada ele alacağımız tür mistik sezgidir.

Mistik sezgiye karşılık olarak klasik İslam ilim literatüründe sözlük manası gizli veya bilinmeyen bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak, aydınlatmak, göstermek; bir şeyden müphemliği gidermek; bir örtüyü, perdeyi kapağı kaldırmak gibi manalara gelen keşf kavramı kullanılmaktadır..36 Biz de bu çalışmada sezgi ve keşf kavramlarını bu manada ve eş anlamda beraber veya birbirlerinin yerine kullanacağız.

‘’Keşf kelimesi Kur’an-ı Kerim’de çeşitli türevleriyle beraber yaklaşık yirmi yerde genellikle azabın kaldırılması, sıkıntının, ihtiyaçların giderilmesi manalarında kullanılmıştır.37 Kaf suresinin 20-22.

ayetlerinde ise ahiret hayatında gafletten sonra perdenin kaldırılıp böylece gözün keskin bir şekilde görmeye başladığı anlatılırken perdenin kaldırılması افشك (keşefe) fiili kullanılarak ifade edilmiştir.

Ayrıca yine Necm ve Kalem surelerinde de kıyametle alakalı olarak kullanılmıştır.38’’

Tasavvuf ıstılahında ise keşf genel anlamı itibariyle akıl ve duyu yolları ile ulaşılamayan gaybî bilgilerin elde edilmesi ve Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini temaşa etmek olarak kullanılmıştır.

Sezgi ve keşfi ele alırken karşımıza çıkan bir diğer kavram ise ilhâm kavramıdır. İlhâm sözlükte bir şeyi çabucak yutmak manasındaki (مهل) kökünden türemiştir.39 Tasavvuf ıstılahında ise Allah tarafından aracısız bir şekilde kalbe atılan, kalpte feyiz yoluyla doğan bilgiyi ifade etmek için kullanılmaktadır.40

Kur’an-ı Kerim’de ilhâm kelimesi sadece bir yerde ‘’ona(nefse) kötülük duygusunu ve takvasını

33 Hayati Hökelekli, ‘’Hads’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c. XV, s.68

34 Hökelekli, a.g.e., s.68

35 Ömür Karslı, Gazâlî’de Sezginin Anlamı, Konumu ve Sınırı Sorunu = The Meaning, Position and Limit Problem of Intuition in Al-Ghazali, The Journal of Academic Social Science Studies [JASSS], 2017, sayı: 62, s. 497-509;

Kudat Aydın, “Anadolu’nun Tasavvufî Anlayışının Teşekkülünde Tesir Eden Horasan Pîrlerinden Hâce Abdullah el- Herevî’nin İlmî Hayatı ve Tasavvufî Anlayışı” Gönül Sultanları Şahsiyetleri ve Değerleri İle Ankara, Akçağ Yay. Ankara, 2018, s. 553-573

36 Mutçalı, Serdar. Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay., İstanbul 2014

37 bknz. Enam 17 ve 41; Araf 134-135; Yunus 12,98 ve 107; Nahl 54; İsra 56; Enbiya 84; Muminun 75; Neml 62; Zumer 38; Zuhruf 50; Duhan 12 ve 15.

38 bknz. 53/Necm 58; 68/Kalem 42.; Haksever, Ahmet Cahid & Elik, Abdurrahman, İhyâu ‘Ulumi’d-Din’de İlim, Keşf ve İlhâm, Uluslararası Geçmişten Geleceğe İslam Medeniyetinde Bilgi Bütünlüğü Sempozyumu, 12-13 Temmuz 2018, İstanbul, ss.15-31.

39 Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, s.839

40 Yılmaz, Hasan Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yay., İstanbul, 2017, s.223

(11)

99

ilhâm edene (andolsun)’’41 şeklinde geçer. Hz. Meryem ve Hz. Musa’nın annesine vahyedildiğini bildiren ayetlerdeki vahiy kelimesi de ilhâm anlamında kullanılmıştır.42

Hadis kaynaklarında da ilhâm ile ilgili çeşitli rivayetler bulunur. Hz. Peygamberin Hz. Ömer hakkında kullandığı ‘’muhaddes’’ kelimesi, Hz. Ömer’in Sariye ordusunu Medine’de hutbedeyken görüp seslenmesi ve Hz. Sariye’nin de bunu işitip ordusunu yönlendirmesi, ilhâma dair, Hz.

Peygamber ve sahabe döneminden aktarılan en meşhur örneklerdir.43 3. GAZÂLÎ’DE AKIL VE SEZGİ

Gazâlî; el-munkız, Kıstâsu’l-Mustakim, el-İktisâd fi’l-İ’itikâd, Mizânu’l-Amel, Kanunu’t-Te’vil ve ihyâ gibi pek çok eserinde akıldan bahsederek onun önemi üzerinde durmuştur. Mustasfa’nın mukaddimesinde akıl için "Azl olunamayan hakim, tezkiye olunan, şeriatın şahidi, dürüstlüğü tasdik olunan şahit’’ diye bahseden Gazâlî’ye göre akıl, eşyanın hakikatini, sebep ve illetlerini, mertebelerini idrak eden öyle bir alettir ki, onunla insan bir takım sanatları icra eder, gereği gibi takdirlerde bulunur, zihinde ve hayalinde tedbirler alır, güzeli güzel ve hoş, çirkini de çirkin olarak görür.44 Akıl bilginin kaynağı, esası ve membaıdır. Akıl insanı bilgisizlikten ve şeytanın vesveselerinden koruyan bir güçtür. İnsanı hayvanlardan ayıran ona şeref ve üstünlük bahşeden bir nimettir. Akıl yaratılmışların en şereflisidir. İnsan aklıyla dine muhatap olur.45 Akılla insan vahyi getiren peygamberin doğruluğunu tasdik eder, ona uyar ve teslim olur.46

Gazâlî İhyâ’nın birinci cildinin ilk bölümü olan ilim kitabının son beyânını akla ayırır. Burada aklın şerefi hakikati ve kısımları başlığı altında akla dair ayet ve hadislerden nakiller yapan Gazâlî daha sonra aklın dört manaya geldiğini ifade ederek bunları şu şekilde tasnif eder:

1. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran vasıf olan ve kendisiyle nazarî ilimlerin elde edilmesinin mümkün olduğu fıtri bir kabiliyet.

2. Mümeyyiz bir çocukta ortaya çıkan ilim. Bununla çocuk mümkün-mümteni ayrımının farkına varır. İkinin birden büyük olması, bir şeyin aynı anda iki farklı yerde olamayacağı gibi durumları bu ilimle bilir.

3. Tecrübelerden elde edilen ilim. Tecrübeleriyle olgunlaşan kişiye akıllı denilmektedir.

4. İnsanın işlerin sonucunu öngörerek arzularını kontrol altına alıp onlara galip gelmesi.47

Akılı burada dört kısma ayıran Gazâli, bunlardan ilk ikisinin fırtî, son ikisinin ise kesbî olduğunu

41 91/eş-Şems, 8

42 Haksever, Ahmet Cahid, Tasavvufu Anlama Kılavuzu. Otto Yay., Ankara, 2017, s.133

43 Haksever, a.g.e., s.133

44 Erdem, Hüsamettin, Gazâlî’de Akıl-Din İlişkisi, TYB Akademi Dergisi, ss.52-53, Yıl 1 Sy.1, 2011

45 Erdem, Gazâlî’de Akıl-Din İlişkisi, s. 52

46 Gazâlî, el-Munkız, s.183

47 Gazâlî, İlim Kapısı, s.353-355.

(12)

100

ifade etmektedir. Birinci akıl ile Gazâlî yaratılışta herkese verilen aklı kasteder.48 Ona göre bu herkese verilmekle beraber aynı ölçüde değildir. İnanlar akıl açısından farklı kısımlara ayrılır. Aklın ikinci manası olarak mümeyyiz çocukta meydana gelen zaruri ilimleri bilme becerisini veren Gazâlî, üçüncü mana olarak tecrübî bilgileri kasteder. Aklın dördüncü mana olarak da şehveti söküp atan bir kuvvetin kalbi sarması49ve bu sayede kişinin işlerinin sonucunu öngörüp hareket etmesini ifade ettiğini belirtmektedir.50

Gazâlî Kanunu’t-Te’vil adlı eserinde akıl-nakil ilişkisini ele alır ve bu konuyla ilgilenenlerin biri sadece nakle yönelen ifrat ehli, diğeri bütün dikkatini akla veren tefrit ehli ve son olarak her ikisinin arasını uzlaştırmaya çalışıp orta yolu tutanlar olmak üzere üç kısma ayrıldığını ifade eder. Orta yolu tutanların da nakli asıl aklı tâbi, aklı asıl nakli tâbi ve her ikisini asıl sayanlar olmak üzere kendi içinde üç gruba ayrıldığı ve böylece akıl-nakil ilişkisinde inananların beş gruba ayrıldığını belirtir.

Bu beş grubu sırasıyla ele alan Gazâlî, ilk dört grubun akıl ve nakilden birini ihmal etme derecelerine göre hakikatten uzaklaştığını buna karşın son grupta zikrettiği aklın ve naklin her birini asıl kabul eden orta yolu tutanların hak üzere bulunduğunu savunmaktadır.51

Gazâlî beşinci grubun akıl ile nail arasında bir uyuşmazlığı kabul etmediklerini aktarır. Çünkü dini bilginin doğruluğu akılla anlaşılabileceğinden aklı inkar eden dini de inkar etmiştir. Akıl olmazsa nebi ile mütenbbi52, doğru ile yalancı ayırt edilemez.53

Gazâlî mezkûr konunun devamında ilk bakışta bazı dinî bilgilerin akla aykırı gibi göründüğünü ve zihnin bunları uzlaştırmakta zorlandığını birtakım örneklerle ifade eder ve bu konuda üç tavsiyede bulunur. Bunlardan bir tanesi de aklî delilin asla inkar edilmemesi gerektiğidir. Çünkü akıl yalan söylemez. Yalan söylediğini kabul edersek o zaman belki bize din konusunda da yalan söylemiştir.

Zira din akılla tanınır. Ayrıntılara şahitlik eden dini, akıl tezkiye eder. Yalancı bir müzekkinin tezkiyesiyle şahidin doğruluğu anlaşılamaz.54

Gazâlî’nin dinin akıl ile bilindiğine dair bu ifadelerine İhyâu Ulumi’d-Dîn ve el-İktisâd fi’l-İ’tikâd adlı eserlerinde rastlamak mümkündür.55 Gazâli el-İktisâd fi’l-İ’tikâd eserinde dinin(şeriatın) ispat edilebilmesi için öncelikle alemin sonradan yaratılmış olduğunun ve dolayısı ile bir yaratıcısının bulunduğu ve bu yaratıcının varlığı ile onun kudret, ilim, irade gibi sıfatlarının aklî delillerle ispat

48 Gazâlî, İlim Kapısı., s.364.

49 Gazâlî, İlim Kapısı s.363.

50 Gazâlî, İlim Kapısı., s.355

51 Gazâlî, Ebu Hamid Muhammed, Kanunu Te’vil, Matbaatü’l-Envar, ss.6-8 1940, Kanûnü’t-Te’vil, çev.:Bilal Aybakan, İslamî Araştırmalar Dergisi, c.13, sy.3-4, ss.522-523, 2000.

52 Peygamber olmadığı halde peygamberlik iddiasında bulunan.

53 Gazâlî, a.g.e., s.523

54 Gazâlî, a.g.e., s.523

55 Bknz. El-Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-İ’tikâd(itikadda orta yol), çev.: Kemal Işık, AÜİFD, 1971; Gazâli, İlim Kapısı, Çev.:

Dilaver Selvi. Semerkand yay. İstanbul 2017.

(13)

101

edilmesi gerektiğini savunur.56

İhyâ’nın birinci cildinin ilk kitabı olan İlim Kitabı’nın son beyanında da akıldan bahseden Gazâli, yukarıda geçen aklın dört manasını verdikten sonra konuyla alakalı ayet hadis ve haberleri aktarır.

Daha sonra bazı sufilerin neden aklı ve akla dair ilimleri kötülediği sorusunu gündeme getirir. Buna cevap olarak ise insanların birbirini nakzedip susturmaya dair ilimler olan cedel ve kelâma akıl ve aklî ilimler dediğini, akla muhalefetin aklı bu ilimler zannetmekten kaynaklandığını ifade eder.

Yoksa Allah tarafından övülen, kendisiyle Allah’ın tanındığı ve Resulünün doğruluğunun bilindiği kalpteki basiret nuru olan aklı kötülemek düşünülemez. Eğer din kötülenmiş akıl ile bilinecekse o zaman din de kötülenmiş olur. Dinin akıl ile değil iman nuru ve ayne’l-yakîn ile bilindiğini iddia edenlerin sözüne iltifat edilmemesini tavsiye eden Gazâlî, zaten akıl denilince onların iman nuru ve ayne’l-yakîn dedikleri şeyi kastettiğini belirtir ve onu(aklı) ‘’insanı hayvanlardan ayıran ve kendisiyle işlerin hakikatinin bilindiği (kalbe konulmuş) bâtınî bir sıfat’’ olarak tanımlar. Ve bu konudaki hatanın sebebini lafzî farklılıklara dayandırır.57

El-Munkız adlı eserinde Gazâlî, insanın yaratılışı itibariyle yalın ve boş bir halde bulunduğunu, alem olarak isimlendirdiği sayısız varlık türünden habersiz olduğunu ve bunlar hakkındaki bilgiye çeşitli algı(idrak) türleri sayesinde ulaştığını belirtir. Buna göre insanda ilk yaratılan algı dokunma duyusudur. İnsan bununla sıcaklık, soğukluk, nemlilik, kuruluk, sertlik, yumuşaklık gibi varlık çeşitlerini algılar. Ancak dokunma duyusu renkleri ve sesleri idrak edemez(algılayamaz). Bu yüzden insanda görme ve daha sonra işitme duyuları yaratılır. İnsan bunlarla daha geniş bir algı alanına sahip olur. Son olarak tatma duyusunun verilmesiyle insanda duyu aleminin algı araçları tamamlanmış olur ki bunları sırasıyla yeniden zikretmek gerekirse bunlar, dokunma, görme, işitme ve tatma duyularıdır.58

Duyulardan sonra insana yedi yaşında bir de temyiz kuvvetinin verildiğini belirten Gazâlî, böylece insanın duyularla algılayamadığı bazı durumları algılayabildiğini ifade eder. Çocukluk devresinden sonra insan bir başka aşamaya yükselir. Burada ise kendisinde yaratılan şey duyu ve temyiz kuvvetinden daha üst mertebede yer alan akıldır. Akıl sayesinde insan zorunlu, mümkün ve imkânsız şeyleri ve önceki aşamalarda algılayamadığı bir takım yeni şeyleri idrak eder.59

Görüldüğü üzere Gazâli insanı ilk yaratılışta boş ve yalın olarak görmekte ve aşama aşama varlığı idrak kuvvetlerine sahip olduğunu açıklamaktadır. Burada Gazâli aklı diğer duyu ve temyiz kuvvetlerinden üst bir mertebeye yerleştirmekte ve insanın akılla beraber duyu ve temyiz kuvvetleriyle ulaşamadığı bir üst mertebeye ulaştığını ifade etmektedir. İhyâ’da belirttiği üzere kalp

56 El-Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-İ’tikâd(itikadda orta yol), çev.: Kemal Işık, AÜİFD, 1971

57 Gazâlî, İlim Kapısı, ss.367-368

58 Gazâlî, el-Munkız, s.158-159

59 Gazâlî, el-Munkız, s.159.

(14)

102

ve akıl kavramlarını birbiriyle ilişkili ve bazen eş anlamda kullanan Gazâli’ye göre diğer bütün kuvveler kalbin askerleri ve hizmetçileri durumundadır. Kalp yani akıl beden ülkesinin hükümdarı gibidir.60 Ancak Gazâlî akılla ulaşılan bu aşamayı insan için nihai aşama olarak değerlendirmemektedir. Nitekim sadedinde bulunduğumuz el-Munkız’daki bu düşüncelerini insan için akıl üstü bir aşama ile devam ettiren Gazâlî, bu yeni aşamayı şu ifadelerle dile getirmektedir:

‘’Ayrıca aklın ötesinde başka bir aşama daha vardır. Bu aşamada insana manevi bir göz açılır. Bu manevi göz aracılığı ile insan gayb alemini, gelecekte olacakları ve başka birtakım şeyleri görür.

Akıl ise bu gözün algı alanına(mudrikât) giren şeyleri kavramaktan acizdir. Bu tıpkı temyiz kuvvetinin aklın algı alanına girenleri ve duyu organlarında temyiz kuvvetinin algı alanına girenleri algılayıp kavramaktan aciz olması gibidir.’’61

Gazâlî akıl ötesi bu alanı bir takım önerme ve örneklerle ispatlamaya çalışır. O, nasıl ki temyize haiz birine aklî olan bir şey söylendiğinde bunu anlamayabilir ve inkar edebilirse tıpkı bunun gibi akıl sahibi bazı insanların da peygamberlerin bildirdiklerine karşı çıktıklarını, onu algılayamadıkları için reddettiklerini ifade eder. Keza doğuştan âmâ olan ve renklerden ve şekillerden hiç haberi olmayıp bunları kesin olarak bilmeyen birine renklerden ve şekillerden ilk defa söz edildiğinde bunları kavrayamayacak ve kabule yanaşmayacaktır.62

Peygamberlere iman aklın ötesinde bir aşamanın varlığını kabul etmeyi gerektirir.63 Oysa kişi peygamberlerde bulunup da kendisinde olmayan bir özelliği nasıl kavrayabilir? Anlayamadığı bir şeyi ise insan nasıl tasdik edebilir?64 Bu sebebe binaen Gazâlî insana peygamberlere ait özelliklerden birinin verildiğini söyler ki bu da rüyadır. Kişi rüya sayesinde gaybî bilgileri elde eder. Oysaki uyku anında insanın tüm duyuları pasif durumdadır. Bu duruma rağmen insan görür, duyar, tadar ve hisseder.65

Duyular ve akıl nasıl ki insanın gelişim aşamalarından biri ise peygamberlik de insanın gelişim aşamalarından biridir ve bu aşamada insana ışığı olan manevi bir göz bahşedilir ve bu göz sayesinde insan, yani peygamber birçok gaybî bilgilere ve aklın ulaşamayacağı hakikatlere ulaşır.66

Gazâlî’nin yukarıda aşamalar şeklinde kaydederek geldiği bilgi düzeyleri nihayette onun vahyi isbat ve dolayısı ile nübüvveti isbat amacına matuftur. Zaten Gazâlî bu görüşleri el-Munkız’ın

‘’Hakikatu’n-Nubuvveti ve ve’dtraru kafeti’l-halki ileyha (Nübüvvetin Hakikati ve İnsanlığın

60 Gazâli, Ebu Hamid Muhammed, İhyâu Ulumi’d-Dîn, c.III, (çev.: A. Serdaroğlu), Bedir Yay., İstanbul, 2002.

61 Gazâlî, el-Munkız, s.161.

62 Gazâlî, el-Munkız, s.161

63 Gazâlî, el-Munkız, s.207.

64 Gazâlî, el-Munkız, s.167.

65 Gazâlî, el-Munkız, s.163.

66 Gazâlî, el-Munkız, s.163.

(15)

103

Nübüvvete Olan İhtiyacı)’’ başlığı altında zikretmektedir. Nübüvvet, tevhid ve ahiret inancıyla beraber İslam dininin en temel inanç esaslarından biridir. Peygamberlik müessesi ve buna bağlı zorunlu bir sonuç olarak peygamberlerin zorunlu, aklî, nazarî ve istidlâli bilgiler dışında vahiy bilgisine de sahip oluşları İslam alimlerinin ittifakla kabul ettiği bir konudur. Vahiy anlayışları farklı olsa da semavi dinler ve hatta diğer pek çok dinin de aklı aşan bir düzeyde bir bilginin varlığını kabul ettikleri açık bir hakikattir. Ancak burada asıl tartışma konusu böyle bir bilginin yani duyu ve akıl ötesi veya akıl üstü, sezgisel, keşfî bilginin peygamberler dışındaki diğer insanlar için de mümkün olup olmadığıdır. Ve buna verilecek cevap neticesinde bir takım başka sorular gündeme gelmektedir.

Eğer sezgisel/keşfî bilgi mümkünse bu bilginin epistemik değeri nedir? Bu vahiyle eşdeğer bir bilgi olarak kabul edilebilir mi? Aklın bu bilgide bir yeri ve rolünden bahsedilebilir mi? Değilse bu bilgi ne ile nasıl elde edilmektedir? Doğruluğu ne ile nasıl ölçülebilir? Sezgi ve ilhâma dair bilginin bir denetim mekanizması var mıdır?

Bu ve benzer soruların cevabını verebilmek için Gazâlî’nin sezgi konusundaki düşüncelerini incelememiz gerekir ki o, bu konudaki görüşlerini genel olarak İhyâ’nın üçüncü cildi olan Rub’u’l- muhlikat’ta ele almaktadır.67 Gazâlî’ye göre Allah’ın varlığı ve din ancak akılla ispat edilebilir. Akıl bu ispatı gerçekleştirdikten sonra artık dine/nakle teslim olmalıdır. Çünkü aklî, nazarî bilgilerden ötede akıl üstü, aklı aşan bilgiler de mevcuttur. İnsan bu bilgilere ya vahiy yoluyla ya da sezgi ve ilhâm yoluyla ulaşabilir.68 Vahiy peygamberlere has iken sezgi/keşf ve ilhâm ise velilere mahsustur.

Gazâli’de Sezgi, ancak Kur’an ve Sünnet ilimlerine sahip kişinin kalbini uzlet, halvet ve riyazetle arındırıp iman, marifet ve takvayla imar etmesi sonucunda elde edilebilir. Fakat bu, zorunlu bir sonuç olmayıp ancak Allah Teala’nın bir lütfu olarak kalp gözünün açılmasıyla gerçekleşir. Sezgisel bilgi vahiyle aynı kaynaktan elde edildiğinden, en sağlam, kesin ve korunmuş bilgidir. Bu anlamda sezgi, aklın kontrol ve denetimine muhtaç değildir. Aklî bilgiler, epistemik olarak duyular ve temyiz kabiliyetinden daha üst mertebede yer alırken aynı zamanda sezgisel bilgilerden de daha farklı bir konumdadırlar. Dolayısıyla akıl metafiziksel alana ait bu bilgi türünü denetleme kapasite ve yetisine sahip değildir. Akla düşen görev burada bu yolla elde edilen yakinî bilgileri anlayıp uygulamaya çalışmaktır.69

67 Gazâlî’nin keşf ve ilhâma dair detaylı görüşleri için: Haksever, Ahmet Cahid & Elik, Abdurrahman, İhyâu ‘Ulumi’d-Din’de İlim, Keşf ve İlhâm, Uluslararası Geçmişten Geleceğe İslam Medeniyetinde Bilgi Bütünlüğü Sempozyumu, 12-13 Temmuz 2018, İstanbul, ss.15-31.

68 Gazâli, el-Munkız mine’d-Dalâl, çev. Osman Arpaçukuru, Beyân yay. İstanbul, 2017,

69 Gazâli, İhyâu 'Ulumi'd-Dîn. C. III, (A. Serdaroğlu, Çev.) Bedir yay., İstanbul, 2002.; Haksever, Ahmet Cahid & Elik, Abdurrahman, İhyâu ‘Ulumi’d-Din’de İlim, Keşf ve İlhâm, Uluslararası Geçmişten Geleceğe İslam Medeniyetinde Bilgi Bütünlüğü Sempozyumu, 12-13 Temmuz 2018, İstanbul, ss.15-31.

(16)

104

Kaynakça

Aydınlı, Y. (2011). Gazâli'de Mistik Tecrübe ve Akıl. Diyanet İlmî Dergi, 47(3), 147-154.

Bolay, S. H.(1989), ‘’Akıl’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), II, 238-242

Çağrıcı, M. (1996). ''Gazzâli'' mad. DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), XIII, 489-505.

Erdem, H. (2000). Gazâli'de Bilgi Meselesi. İslâmi Araştırmalar Dergisi, 13(3-4), 293-297.

Erdem, H. (2011) Gazâlî’de Akıl-Din İlişkisi. TYB Akademi Dergisi, yıl 1, (1),

Gazâli, E. H. (2002). İhyâu 'Ulumi'd-Dîn. (A. Serdaroğlu, Çev.) İstanbul: Bedir Yayınları.

__________ (2017). el-Munkız mine'd-Dalâl. (O. Arpaçukuru, Çev.) İstanbul: Beyân Yay.

__________ (2017). İlim Kapısı. (D. Selvi, Çev.) İstanbul: Semerkand Yay.

__________(1971). el-İktisâd fi’l-İ’tikâd(itikad’da orta yol), çev.: Kemal Işık, AÜİFD __________(1940). Kanunu Te’vil, Matbaatü’l-Envar.

__________(2000). Kanûnü’t-Te’vil, çev.:Bilal Aybakan, İslamî Araştırmalar Dergisi,13522-526.

Haksever, A. C. (2017). Tasavvufu Anlama Kılavuzu. Ankara: Otto Yay.

Hökelekli, H. (1997). ‘’Hads’’ DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), XV, 68.

İskenderoğlu, M. (2014). Fahreddin Râzi’ ve İbn Arabî’de Tanrıyı Bilmenin İmkan ve Yöntemi: - Keşf mi? Nazar ve İstidlâl mi?-. Usûl İslam Araştırmaları, 22(22), 169-188.

Karslı, Ö. (2017) Gazâlî’de Sezginin Anlamı, Konumu ve Sınırı Sorunu = The Meaning, Position and Limit Problem of Intuition in Al-Ghazali, The Journal of Academic Social Science Studies [JASSS], (62), 497-509

Kudat Aydın, “Anadolu’nun Tasavvufî Anlayışının Teşekkülünde Tesir Eden Horasan Pîrlerinden Hâce Abdullah el-Herevî’nin İlmî Hayatı ve Tasavvufî Anlayışı” Gönül Sultanları Şahsiyetleri ve Değerleri İle Ankara, Akçağ Yay. Ankara, 2018, s. 553-573

Köz, İ. (2005). Sezginin Bilgideki Yeri ve Önemi, Kelâm Araştırmaları Dergisi, III (1), 23-40.

Mutçalı, S. (2014). Arapça-Türkçe Sözlük. İstanbul: Dağarcık Yay.

Öngören, R. (2002). Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (5), 86-96.

Rızanejad, İ. (2012). İmam Gazali’ye Göre Akıl, Misbah İslamî Düşünce ve Araştırma Dergisi, I(1), 5-32.

Uludağ, S. (2002). ''Keşf'' DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), XXV, 315-317.

Vural, M. (2002) Gazzâlî (ö. 505/1111)’nin Epistemolojisinde Sezgi ve ilham, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, III(9), 179-186.

Yılmaz, H. K. (2017). Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar. İstanbul: Ensar Yay.

TDK(Türk Dil Kurumu) http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=SEZGİ, Erişim tarihi: 23/05/19, 00:40

Referanslar

Benzer Belgeler

Peygamber, bütün varlık evrenini gözetleyen, onlara Allah’ın bilgisiyle donanan bir hayatı müjdeleyen, sadece iyiye ve güzele tereddütsüz bir şekilde

Tarım, gıda, ekoloji, sağlık, çevre ve tüketici hakları gibi son derece geniş bir alanı kapsayan bir konuda faaliyet yürüten demokratik kurulu şlara mensup insanlar neden

Düşünce tarihi boyunca farklı anlam biçimleri kazanmıştır; ama her defasında da zihne ulaşan iç ve dış duyuların anlamlandırılması, algı ve kavrayış hâline

Aynı zamanda tahribatsız muayene personelinin uluslararası standartlara uygun eğitim ve belgelendirilmesi için akreditasyon gereklerinin irdelenerek ülkemizdeki

Sempozyum ile birlikte aynı mekanda düzenlenecek sergi sayesinde firmalar tahribatsız muayene alanındaki ürün ve hizmetlerini müşterilerine sunma şansına sahip olacaklar.

Ülkemizde tahribatsız muayenenin önemi ve uygulama alanı son yıllarda gittikçe artmış, 70’li yıllarda başlayan kıpırdanmalar, 80’li yılların sonundan itibaren yerini

2 Daha sonra Babagan kolu dedebabası olarak onun yerine geçecek olan Salih Niyazi Dedebaba da Arnavut kökenli olduğu halde Türk bağımsızlık mücadelesinde önemli

Bu çağrı programı kapsamında tıbbi tanı kitleri, kitlerle ilgili cihaz, yazılım ve referans materyallerinin geliştirilmesi amaçlanmaktadır.. Çağrıya sunulacak