• Sonuç bulunamadı

70. YAŞIN! İDRAK EDEN MİMARLAR: 1

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "70. YAŞIN! İDRAK EDEN MİMARLAR: 1"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

70. YAŞIN! İDRAK EDEN MİMARLAR: 1

Sırrı Bilen hoca

MİMAR SIRRI BEY (BİLEN)

Yazan: Prof. Mimar Behçet ÜNSAL

Kadıköy'ün yegâne korniş yolu, İs-tanbul gurubunun en güzel seyredildiği mahallerden biri: Mühürdar caddesi. Sır-rı Bey işte bu caddenin başında kendi yaptığı apartmanında oturuyor. Ayrıca 42 sene evvel bu yer fıstık çamları ile be-lirli bir köşe, bölgenin dikkati çeken ta-biat parçalarından biri idi; daha da gü-zeldi. Kadıköy iskelesinden çıkıp

gelir-70. YAŞINI İDRAK EDEN MESLEKDAŞLAR: 1

Dergimiz yetmiş yaşını idrak etmiş mimarlarımızı uzun meslek hayatlarındaki uğraşları ve özel hayatları ile camiamıza bilhassa genç kuşaklara tanıtmak amacı ile gelecek sayılarda da devam edecek bir seri yazı hazırlamış ve ilk yazıyı, Behçet Ünsal'ın kaleminden, Sırrı BİLEN hocaya hasretmiştir.

Yaşlı meslekdaşlarla yapılan bu ko-nuşmalarda, onların meslek ve hayat öy-külerini anlatırken, o devrin mimarlığına da ışık tutması bakımından, önemli bul-maktayız.

seniz bugün boydanboya sıralanmış apart-man dizileri arasında ve caddenin ba-şında Sırrı Bey'in apartmanını seçebilir-siniz; zira, bu binada mimarî vardır.

Kendisi ile görüşmek için apartman merdiveninin basamaklarını saya saya çı-kıyorum. Güler yüzü ile karşılıyor beni, buyur diyor. İyi ki beşinci katta

otur-muyordu. : j j

«Hocam, dedim, niye bir asansör koymadınız şuna.»

«Behçet Bey, dedi, o zaman ne asan-sör vardı, ne de bunu akıl eden; kalori-fer de istenmezdi şimdiki gibi. Asansör filân Beyoğlu'nda bir iki apartmanda vardı ancak.»

Günümüzde lüks apartman denilen

(2)

cinsten değildi binası. Fakat, merdiveni geniş, mozaikleri çatlamamış, kapıları çarpılmamış, tavanı yüksek, odaları bü-yük... rahat bir mekândı. Arsası dahil yapı bütünüyle o zaman kırkbin liraya

çıkmış. Bugün bir milyon verseniz ya-pamazsınız. Yapamazsınız, çünkü bu gün ne o malzeme kalmış, ne o işçilik, ne de Sırrı Bey gibi bir mimar.

«Sırrı Bey, mimar olmak nereden aklınıza geldi, dedim.»

«Vallahi, bundan altmışbeş sene ön-ce mimarî nedir, mimar kimdir, pek bi-linmezdi, dedi. Ve ekledi. Bugün de bili-niyor mu sanki. Efendim, beni peder şev-ketti bu tahsile...»

Küçük Sırrı, Antepli bir ana babanın ilk oğulları. Babaları Arif Bey Antep'in arazi sahibi bir kişizadesi. Ama Arif Bey daha ziyade bir yazı ve felsefe adamı. Herhalde daha geniş bir kültür merke-zinde yasamak için memleketinden İs-tanbul'a gelmiş çoluk çocuğu ile. Küçük Sırrı keserle, testere ile öteberi keser biçermiş oyunlarında, işte babası, bu oğ-lan mimar olmalı demiş ve yapmış.

Sırrı Bey'den devrinin mimarlık eği-tim hayatını, Sanayii Nefisei Şahâne Mektebi Âlisini anlatmasını rica ettim.

«Ben, diyor, İstanbul Kantarcılarda ahşap bir konakta Numunei Terakki idadisi vardı, orayı bitirdim 1907 sonlarında 1908 de Sanayii Nefise'ye girdim, bir lira

gi-riş parası vererek mimariye yazıldım. Şa-hadetname filân istemediler, o zamanlar-da bu pek aranmazdı; talip çok azdı. Biz o yıl onbir kişi kayıt edildik. Bunun dört beş kişisi Türktü; gerisi de Ermeni, Rum, musevi. Mektep şimdiki Şark Eserleri Müzesi binasında idi. Orası Sanayii Ne-fise Mektebi olarak inşa edilmişti. İlk yıl preparatuar sınıfı idi. Bu sınıftakilere

namzet talebe denirdi. Sınıfın duvarla-rında asılı alçı kabartma modeller vardı, onlara bakılır füzen ya da karakalem re-simleri yapılırdı. Resim hocamız Varni-er, bir yıl onunla çalıştık.

O tarihte Müdür Oskan Efendi idi, kendisi heykeltraştı. Sarım Bey isminde bir muavin vardı, bir de kâtip Sabri E-fendi, iki de hademe. Galiba idare bundan

ibaretti. Bizim çok korktuğumuz hade-meden biri, Yusuf Ağa, meğer Saray'ın hafiyesi imiş.

ikinci yıl atölyeye geçtik, aslî talebe olduk artık. Ama, daha sanatın havasına girmiş sayılmazdık. Holden geçerken çıplak antik heykellere pek bakamazdık, başımızı çevirdik. Fakat, salonda bulunan Samotrak Zaferi heykeli, elbisesi ve ka-natları ile bizi pek sarıyordu, ona hay-ranlıkla bakar dururduk. Bu birinci atöl-yeden itibaren mimarî proje başlardı. Biz-den evvelki proje hocası Valaury, o tarih-te ayrılmıştı. Bir gün Oskan Efendi ya-nında birisi ile atölyeye geldi. Yeni

pro-je hocanız Mösyö Mongeri, dedi. Yıl 1909 idi.»

Hatırlıyabildiği kadarıyla genç Sırrı'-nın son atölyedeki arkadaşları da şunlar: topal Torkum (Çubukçiyan), filozof Hida-yet, kalfa Ali Râsim, Jan Tülbentçiyan, Haydar, Necmettin (Emre), Kemal ve Mazhar (Altan) kardeşler...

Bu yıllarda Türk talebelerinin çok-luk olduğu görülmektedir.

Nazarî ders hocaları da şöyle: Mü-hendis Mahmut Şükrü-inşaat ve malze-me, Mühendis Ferit - hendesei tersimiye, Mühendis Yusuf Râzi - resmi hendesî, Mühendis Selahattin - usul ve keşfi mi-marî, Vahit-tarihi sınaat, bir ara mimar Kemalettin - nazariyat ve tarihi mimarî... «Sırrı Bey, dedim, o yılların eğitim tarzına göre proje atölyesinde nasıl

ça-lışılırdı, kaç proje yapılırdı ve konuları ne idi; açıklarmısınız lütfen.»

«Nazarî derslerle aynı zamanda mi-marî proje de başlardı. Bakacak ne kitap vardı ne birşey. Kitap namına bir architec-ture Ottoman vardı, bir tek kitap olduğu için lime lime olmuştu. Onun resimlerine bakar dururduk. Hocamız Mongeri İtal-ya'dan bina fotoğrafları ve birkaç kitap getirdi, bu arada Vignol elden ele dolaş-maya başladı b u , sefer. İşte böylece atölye çalışmaları ordrlarla başlardı; son-ra da kolon ve kemer röleveleri yapardık. İlk proje konuları çeşme ve köprü gişesi

(3)

Çanakkale anıtı için Sırrı beyin bir etüdü

gibi şeylerdi; son seneye doğru Rönesans pavyon ve villa gibi konular. Proje yapı-mı zamanla kayıtlı değildi, projeler bittik-çe yeni konu verilirdi. İkinci, üçüncü, dör-düncü yıllardan sonra projeleri kafî gö-rülenlere diploma projesi verilirdi. Proje etüdleri saman kâğıdına, biten projelerin çizimleri Ganson kâğıdına yapılırdı; bu kâğıt, istikfas, yapıştırıcı ile plânşa ge-rilirdi. Çizime kurşun kalemle başlanılır, mürekkeplenir, sonra boyanırdı.

Bizler proje yaparken Mongeri ds Beyoğlu'nda ilk binasını yapıyordu: St. Antuan Kilisesi. Onurı anıtsal tesiri ile hocamıza bir ilâh gibi bakmaya başladık Kendisi çok centilmen bir insandı, çalış malarında talebeyi serbest bırakırdı, an-cak göze batan yerleri tenkid ederdi. Çok şekilci değildi, proporsiyon araştırmasına önem verirdi. 1911 de harp çıktı, Mon-geri memleketine gitti. Sonra Mimar Ve-dat Bey geldi muavini Terziyan ile. Biz son sınıfa gelinceye kadar hep İtalyan mimarîsi yapardık. Vedat Bey Büyük Pos-tahane'sini yapınca ve bize de hoca o-lunca bir millî mimarî olduğunu ondan öğrendik. Ben son projemi bu stilde yap-tım, birinci seçtiler. Konusu bir park için-de padişah için bir dinlenme köşkü. Ay-nı stilde diploma projesi yaptım ve bi-rinci oldum: Sultan Reşat için türbe. 1913 sonunda böylece mezun oldum. O

zaman Mongeri dönmüştü, diplomayı on-dan aldım.»

Mongeri eğitim ve mimarlık hayatı-mızda önemli bir yer kaplar. Baba Mon-geri Abdülhamid sarayında doktor imiş, Türkiye'ye gelişi onun vasıtasıyla olacak. Kendisi Roma Güzel Sanatlar Okulundan çıkmış, iki eliyle birden resim çizecek kadar kalemi kuvvetli bir desenci imiş. İstanbul ve Ankara'da gotik, Bizans, İtal-yan ve sonunda Ottoman stillerinde bü-yük binaları, apartman yapıları vardır. Mongeri serbest mimarlık bürosunda kendi talebelerinden mimarlar çalıştırır-dı: Karaköy Palas'ı çizen Torkum, Zi-raat Bankasını çizen Hüsnü (Tümer) Naz-mi Yaver ve de Sırrı Bey.

Sırrı, birincilikle mimar olduğu için Maarif Nezareti onu İtalya'ya gönderir ik-mali tahsile. Yıl 1914, Capri adlı bir yük gemisi ile italya'ya yollanmış, hocası Mongeri onu vapura kadar geçirmiş, İtal-yan kaptan ile tanıştırmış ve de İtalya'da gideceği mektebin hocasına bir de mek-tup vermiş eline. Gideceği yer Roma, mektebin adı Scola Della Bella Arti. Na-poli'ye çıkınca Sırrı gümrükten geçerken bildiği dil Fransızca ile konuşmak isterken gümrük memuru ona Türkçe cevap ver-meye başlamasın mı. Roma'ya gelince Türk Sefaretinden bir memur, Ressam Vahdi Bey, bizim genç mimarı bir yere

yerleştirmiş. Sırrı mektebi takip için İtalyanca öğrenmeye koyulmuş önce, bu arada Roma parklarında ve Forumda krokiler çizmiş, görgüsünü arttırmaya çalışmış. Fakat ne yazık ki, beş altı ay geçmeden Türkiye Birinci Cihan Harbine girince onu de geri dönmeye zorlamış-lar. Sırrı Bey İstanbul'a döner, vapurdan çıkınca onu bir kanun (inzibat) karşılar,

(4)

Tophane'ye götürür, hemen askere alır-lar. İzmir Talimgâhı, Çanakkale, Kafkas, Musul cepheleri, böylece akıp giden dört yıl, sonra mütareke, sonra da İstanbul'a dönüş...

«Peki Sırrı Bey, şimdi diyorum, mi-marlık hayatınız nasıl başladı, neler yap-tınız, etrafınızda neler yapılıyordu... O yıllara da biraz ışık tutar mısınız?»

«Evet, diyor, her genç mimar gibi hayata nasıl başlıyacağım düşüncesin-deydim. Bir tesadüf Vedat Bey'in tavsi-yesiyle Kalyoncukulluk'ta bir Rum mima-rının yanına girdim, adı Kiryakidis. O za-man Sütlüce'de mezbaha yapılıyordu, mü-teahhidi Manizade'nin mimarı idi Kir-yakidis, Şişhane'de T.H.Y. altındaki blok, Frej Apartmanı, da onun eseri. İki üç ay sonra ayrıldım Evkafa girdim, inşaat şe-fimiz Mimar Alâeddin Bey. Benim ilk ve mühim yaptığım iş Sultanahmet çeş-mesinin saçaklarını onarmak oldu; işi emanet usulu ile yürüttük ve bitirdik. 1918 sonlarında Mongeri yanına aldı be-ni, bürosundaki mimarlar arasına katıl-dım; işleri bozulunca da mektebe aldı, kendisinin muavini oldu. 1928 lerde Mon-geri Akademiye ve mimarlığa veda etti, ayrıldı. Bir yıl öncesinde Akademi'de Eg-li modern atölyesi açıldı. Ben de o yıl-larda modern mimariye geçmiştim. Egli

bulunmadığı zamanlar atölyesine vekâ-leten ben bakardım ve de 1930 yılında keşif hocalığına başladım. 1959 temmu-zunda emekliye ayrıldım 65 yaş nede-niyle.»

Sırrı Bey'de eski Türk sanat adamla-rının karakteri yaşıyor, hayatını ve eser-lerini önemsemiyor görünüyordu. Hep tevazu içinde yaşadı. Şimdi ortada hiç-bir eserinin ne projesi vardı ne eskizleri, ne kroki ve desenleri. Ve de ben sor-dukça konuşuyordu kısa kısa. Böylece bazı bilgiler toplayabildim: Beyoğlu'nda Elhamra Sinemasını Yorgiyadis yapmış Kiryakidis namına, eski Melek Sineması-nı V. Adamandidis fyapmış, bunlar Pa-ris'ten yetişmiş mimarlar. Yine PaPa-ris'ten bir mimar Nafilyan, Hovagimyan hanını, eski Şirketi Hayriye binasını, Banka-lar Caddesindeki şimdi İş Bankası işga-lindeki hanı yapmış; onun karşı sırasın-daki Ünyon Hanı da İtalyan Denari'nin eseri. O devrin bir iki mimarı daha: Pap-pa, Vangel, Peçilas... v.b.

Sırrı Bey'in eserleri Cumhuriyet dev-rini ve modern mimarîmizi kapsamakta-dır, bunlardan bazıları: Bomonti'de Zer-mayer evi, İstanbul'un ilk Kübik binası (1929), ve de Maçka'da Bekir Bey evi gibi ilk binalar, sonra İstanbul'un belirli senitlerinde apartmanlar, Çatalçeşme'de

Tahir Kavala köşkü, yine Suadiye civa-rında bir iki köşk, Danca'da Kavala mes-cidi, Aksaray Pertevniyal Lisesi... v.b.

Ben, G.S.A. de mimarî birinci sınıf talebesiyken Sırrı Bey bizim resmi hen-desî (teknik resim) hocamızdı 1928 de. Sonradan keşif hocası oldu; G.S.A. mi-marlık bölümünde onun başlıca hizmeti bu disiplini kurmak olmuştur.

«Hocam dedim, siz klasik mimarîden geldiniz, moderne nasıl intibak ettiniz.»

«1927 lerde İmar Yurdu diye bir ta-ahhüt ve mimarlık bürosu kurduk, dedi, tuğlacı Emin ve evkaftan tanıdığım mi-mar Muzaffer ile. İmi-mar Yurdu için bir-kaç Avrupa mecmuasına abone olmuş-tum, onlarda o zaman kübik denilen yeni mimari eserlerle karşılaştım hep, ben de zamanın akışına uydum böylece. Ay-rıca Le Corbusier'nin kitapları ve fikirle-ri tesifikirle-rinde kalmıştım.»

Evet Sırrı Bey atölye talebelerine kendi devrinin tam aksine «plân esastır, fasat ne çıkarsa» odur diyordu; hattâ, hiç fasadı olmayan yeraltı helâsı gibi eskiz konuları veriyordu.

ilk kübik mimarımız diyebileceğimiz Sırrı Bey, bana kalırsa, A. Perret'ye ya kın, Fransız mimarîsinde bir yol izliyor-du eserlerinde.

Referanslar

Benzer Belgeler

İstanbullular tarafından yıllarca “ Evliya Türbesi” diye adaklarda bulunulan, dualar edilen eski eserin çeşme olduğu, çevre düzenlemesi çalışmaları sırasında

Deneme tiyatrosunda ise orta sahne bulunduğu için seyircinin sahne gerisi fonda sağırlıklar yerine yaşayan bir duvar görmesi için eğim daha fazla tutuldu. Bu duvar spot

d) Tarihî kale bu mevkide bulunmak- tadır; hâkim durumu turistik yönden çeki- cidir. e) Sanayii Nefise Mektebi adı ile Gü- zel Sanalar Akademisi'nin kurucusu ressam Osman Hamdi

Bu sayımızda derece kazanmamış olan, fakat, mimarî bakımdan kıymet taşıyajı diğer projeleri ya- yınlayoruz.. Mimar Mahmut Bilen ve Yunus Erke,

Buna göre her bir burun deliği tarafından algılanan koku yoğunlukları karşılaştırılıyor ve yüksek yoğunluk hissedilen burun deliğinin ava daha yakın olduğu

Oysa, 251 milyon y›l önce, Permiyen döneminin sonunda meydana gelen çok daha büyük çapl› yok oluflun nedeni hala tart›flmal›.. Bulgular, Permiyen dönemi sonunda deniz

Türk vatanının müstevlilerden kurtul­ ması ve yeni Türkiye devletinin bütün istik­ lâliyle teşekkül etmesi üzerine Ziya Gökalp gene Ankaraya gelmiş ve

Asıl ismi Mehmet Ziya olan Gökalp 1876 da doğdu, idadiyi bitirdikten sonra amcası Habib efendiden arapça ve farsça, kendi kendine de fransızca