• Sonuç bulunamadı

K Ö Ş E 2 1 H A Z İ R A N S A Y I 4 İ S T A N B U L

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "K Ö Ş E 2 1 H A Z İ R A N S A Y I 4 İ S T A N B U L"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

K Ö Ş E

2 1 H A Z İ R A N 2 0 2 0 • S A Y I 4 İ S T A N B U L

(2)

İ Ç İ N D E K İ L E R

H O Ş G E L D İN İZ

Kentten Köye Kaçış İyi Olmak

Normalleşme sürecinde Kafeler: Cup of Joy

Gelecek Kaygısı

Gaye Su Akyol: Develerle Yaşıyormuşum

Futbolun Efsanevi Geri Dönüşü

Online Müze Turları Babalar Günü

Bizim için sadece bir dergiden öte, kendi düşüncelerimizin tüm sadeliği ile yaşam bulduğu köşemize hoş geldiniz. Hepimizin aklının bir köşesindeki düşüncelerin farklı gözlerle ele alındığı Köşe, hem kendi içinde, hem de bir bütün olarak özel. Farklı, bazen birbirine zıt bakış açılarıyla oluşan bu dergi, her ne kadar hiçbirimiz birbirimize

benzemesek de, bizi bir bütün haline getirdi. Aklımızın kuytu köşelerinde duran düşüncelere ışık tuttuğumuz ve tutmaya devam edeceğimiz Köşe, dileriz ki size sunduğumuz farklı bakış açıları ile, bizde kendinize ait bir şeyler bulmanızı sağlar.

Umarız ki köşeden köşeye atlarken, sizin de aklınızdaki fikirler uyanır ve bizim

köşemizde yeniden hayat bulur. Peki neden “Köşe”? Şüphesiz medya, günümüzün en güçlü araçlarından biri. Silahların yerini “tweet”lerin aldığı, sinemanın yerini Netflix’in aldığı, modanın podyumlardan Instagram’a taşındığı, 21. yüzyıl dünyasında, bir tuşla aradığımıza ulaşabiliyoruz. Peki bu bilgi kalabalığında biz nereye düşüyoruz? Büyüyen ve gelişen, raflardan ekranlara taşınan dergiler ve gazeteler tüm bu gelişmelere rağmen hala bize okumak istediğimiz bilgiyi sunmuyor. En korkunç filmin haberler olduğu bu dünyada “Peki gençler ne düşünüyor?” diyen herkes için bizim köşemizi yaratmak, sansürsüz bir şekilde istediğimizi yazmak, okumak, çizmek ve yapmak için yarattığımız “Köşe”nin adı da kendi kadar özel bizim için. Artık gençlere ve ruhu genç kalanlara da okumak düşer.

(3)

Uzun yıllar önce, babamın dedesi zorlu yollardan geçerek Trakya’nın bir köyü olan Çömlekakpınar’a gelmiş. Belki bu isim sizlere çok uzak veya anlamsız gelebilir ama ailemin temellerinin dayandığı bu köyün, bizler için anlamı büyük. Çoğu şeyin yıllar içinde değiştiği, bu köyde, asla değişmeyen bir tek şey var: Ihlamur kokusu. Bu mest eden kokuyu yayan ıhlamur ağaçları, bu köyde yaşayanlar ve bizler gibi yılda birkaç kere ziyarete gidenler için huzur, bahar ve mutluluğu temsil ediyor.   

Hazır babalar günü gelmişken, biraz kendi babamın hikayesini ve asla azalmayan ıhlamur sevdasını sizlerle paylaşmak istedim. Henüz 10 yaşındayken ıhlamur kokulu köyünden çıkıp İstanbul’a eğitimi için gelen babam, dönemde okumak veya çalışmak amacıyla köyden kente göç eden o büyük nüfusun bir parçası. Babaannem ve dedemle birlikte arabada Kadıköy’de kazandığı okuluna doğru yol alırken, apartmanlar arasından denizi ilk defa görmüş.

Dedem ona “O karşıda görünen şey nedir bilir misin?” diye sorduğunda, uzun uğraşlar sonrası, babam dalgalı Marmara Denizi’ni çalılığa

benzetebilmiş. İstanbul macerası bu şekilde başlayan babam, Kadıköy Anadolu Lisesi’nden mezun olup da üniversiteye girince İstanbul’da yaşama hayali gerçek olmaya başlamış. Doğup büyüdüğü ortamdan çok farklı olan İstanbul’da, boğazın ferahlığıyla yaşasa da burnunda tüten o sıcak ıhlamur kokusunu hiç unutmamış. Özlem gidermek için de fırsat buldukça köyünü ziyarete, Edirne yakınlarına gitmiş. Aslında “gitmiş” bu cümle için çok uygun bir yüklem olmadı çünkü, hala her yıl o kokunun ve ailenin özlemiyle, köyümüze birkaç günlüğüne de olsa gidiyoruz. On yaşında evini bırakıp kendi ayakları üzerinde durmak için çabalayan babamın köy ziyaretleri 30 yıl öncesine göre biraz farklı. Artık eve dönerken karnedeki kırıklar için azar yeme korkusu yerine, arabanın arka koltuğunda oturan iki çocuğu ve eşi var…

K E N T T E N K Ö Y E

K A Ç I Ş

S U N A Ş E N T Ü R K

Yİstanbul’da, şehrin merkezinde yaşadığı uzun yıllar sonrası ıhlamur hasretine dayanamayıp şehirden uzaklaşmak isteyen babam, bir nevi kentten köye kaçarak Tuzla’ya taşındı. Tuzla neresi bilmeyenler için, ki bu çok doğal, İstanbul’un yaklaşık 20 km dışında yeşil bir ilçe. İki yıl boyunca yaşadığımız, şehirden fazlasıyla uzak olan bu evde, babamın bahçeye ilk olarak diktiği ağacı artık tahmin edebiliyorsunuzdur. Bahçemize diktiği ıhlamur fidanlarının çiçeklenerek kokmasını dört gözle bekleye babam, büyüdüğü yerin kokusunu yeni evine taşımayı başardı.       

Biraz da bu kentten köye kaçmak isteyen

insanlardan söz etmek istiyorum. Uzun süre önce, çok başka amaçlarla köylerden kente gelen insanlar neden doğallık ve yeşillik özlemini bu kadar

hissediyor? Emeklilikte Ege’de bir sahil kasabasına taşınma hayali neden günümüz yetişkinlerinin dilinden düşmüyor? Neden tatiller için “köyler”

tercih ediliyor? Bu soruların cevapları belki de insandan insana değişir. Doğanın, yeşilin ve denizin herkese huzur verdiği, bu farklı cevapların bir

genellemesi sayılabilir. Tatil sezonlarında, normalde trafikten geçilmeyen yolların boşluğu, durumu açıklıyor. Belki de insanlar, bir zamanlar büyük heveslerle atıldıkları şehir hayatından artık sıkılmaya başladılar. Korna seslerinin yokluğu ve büyük plazaların eksikliği belki kimilerine göre en az o Ege’deki sahil kasabası kadar çekici. Babamın tekrar koklamak istediği ıhlamurlar gibi, eminim birçok yetişkinin tekrar yaşamak istediği çocukluk tecrübeleri, onları “köylere” dönmeye itiyor.

(4)

Tekrardan merhaba, nasılsınız bugün? Bu soruya refleks olarak “İyiyim, sen?” diyoruz genelde, ama ben onu sormuyordum aslında. Gerçekten nasıl hissediyorsunuz? Aklınıza takılan bir şey mi var?

Yorgun musunuz? Bir saniye durup düşünün.

İçtenlikle çok iyi hissettiğinizi söyleyebilecek misiniz? Eğer öyleyse, bu çok güzel bir şey. O zaman nasıl bu kafa yapısına geldiğinizi düşünün, böyle kalmak için ne yapmanız gerektiğini

anlamaya çalışın. Değilseniz, ya da birkaç tavsiyeye ihtiyaç duyuyorsanız, ben bu yazıyı işte tam da bu yüzden yazıyorum!  

‘İyi’ olmak ne demek ki? Hayatımızda hiçbir problem olmaması durumu değildir herhalde.

Küçük ya da büyük her zaman ters giden bir şeyler oluyor ne de olsa. E o zaman her şeyin yolunda olduğu bir dönemi yakalamak bu kadar zorsa biz nasıl ve ne zaman iyi olabiliriz ki? ‘İyi’ olmak aklımıza hiçbir şeyin takılmıyor olması anlamına da gelemez.

Hepimiz her zaman onlarca düşünceyle mücadele içindeyiz. Peki o zaman insanlar nasıl mutlu olabilir?

İyi hissetmek için ne olması gerekiyor? 

Karantinanın başladığı dönemde yaptığım herhangi bir şeyde bir amaç bulmakta zorlanırken bu konu hakkında çok düşünmeye başladım. Özellikle bu denli belirsiz bir dönemde tamamen huzurlu hissetmek oldukça güç hale gelmişti. Bu konuda aldığım online dersler ve yaptığım araştırmalar sonucunda daha mutlu bir insan olma yolunda birkaç adım atmaya karar verdim. Öğrendiğim şeylerin bazılarını sizinle paylaşıp sizin de kendinizi iyi hissetmenize yardımcı olmaktan mutluluk duyarım.

O zaman başlayalım. Sözlükte bir sıfat olarak tanımlanan mutlu kelimesi, ‘her türlü isteği eksiksiz ve sürekli olarak yerine gelmiş, mutluluğa ermiş kimse’ anlamına gelmektedir. Ben mutlu olmak için bu tanıma uyulması gerektiğine inanmıyorum.

Mutluluk güzel bir manzaraya bakmak, sevdiğiniz bir yemeği yemek, keyifli bir şarkı dinlemek, aile ve arkadaşlarınıza sarılmak gibi küçük şeylerden de gelebilir.

Hatta çoğu zaman bizi mutlu eden şeyler bunlar gibi küçüktür. İlla hayatımızı değiştirecek büyüklükte bir olaya gerek duyulmaz, ya da o anda gerçekten her şeyin yolunda gitmesi gerekli değildir. İyi olmak için atılması gereken ilk adım küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenmektir. Manevi şeyler bizi maddi

şeylerden daha iyi hissettirme gücüne sahip. Yalnızca bu olumlu enerjiye izin vermemiz lazım. Bu yazının kalanında size birkaç tavsiye vermeden önce mutluluğun ulaşılması zor bir şey olmadığını

anlamanızı istiyorum. Hayattaki küçük şeylerin farkına varmaya çalışacağınıza söz vermenizi istiyorum. Çünkü bunları kavradığımızda bu bahsedilen ‘iyi olma’

durumuna geçiş kolaylaşıyor. Fiziksel sağlık kadar psikolojik sağlığın da önemli olduğunu anlamamız, uzun ve sağlıklı bir hayat için de mutluluğun oynadığı rolün büyüklüğünü görmemiz lazım. Geçtiğiniz herhangi bir zor dönemden sonra kendinizi

geliştirmeye karar verdiğinizde size faydası dokunacak birkaç basit aktiviteden bahsedeceğim. Kendinizi sevmenin, kendinizle barışık olmanın bu yolculuktaki önemini kaleme almam gerçekten olanaksız. O yüzden sizi üzen ve geri tutan şey her ne ise bunu bırakmaya çalışın, kendinizle ilgilenin, ileriye bakın ve iyi olmaya çabalayın.

İ Y İ

O L M A K

M A Y A A S H A B O Ğ L U

(5)

İşte bunu yapmanın birkaç basit yolu: 

-Şükredin: Zor bir şey olmamakla beraber maalesef koşuşturma içinde birçoğumuz şükretmeyi atlıyoruz.

Yaşadığımız anın farkında olamıyoruz. Anda olun, iyi hissettiğiniz ana dışarıdan bakın ve ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün. Sizi daha iyi hissettireceğine eminim. Basit şeylerden başlayın sonra içtiğiniz bir bardak kahve, güneşli hava gibi aslında çok da dikkate almadığınız küçük detayların sizi ne kadar mutlu ettiğini fark edin. Ben şükretmeyi iki hafta boyunca her sabah uyandığımda yapmaya gayret ettim. Her sabah uyanıp defterime şükredebileceğim beş farklı madde yazdım. Yazmak istemiyorsanız sadece düşünebilirsiniz de. Güne bu olumlu enerjiyle başlamanın çok şey değiştireceğine emin

olabilirsiniz.

-Başka biri için iyi bir şey yapın: Çok basit duyulan ancak çok etkili başka bir yöntem. Gün içinde fark etmeden çeşitli kibarlıklar yapıyoruz zaten. Bunların farkında olun. Her gün kendiniz hariç başka birine faydası dokunacak bir şey yapın. Kapıyı tutmak, torbaları taşımak, birine iltifat etmek, ödevine

yardım etmek, etrafı toplamak gibi basit aktivitelerin tamamı sayılır. Mutlu insanlar başkaları için iyilik yapmayı severler. Bir başkasına yardımınızın dokunması çok güzel bir histir. 

-Bağ kurun: Sosyalleşmenin insanın moduna olan etkisi bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Mutlu insanlar başkalarıyla vakit geçirmekten daha çok keyif alırlar.

Kendinizi kapatıp yalnız kalmak istediğinizi

hissetseniz de ara sıra rahatınızı bozmak aslında size faydalı olacaktır. Her gün yeni bir sosyal bağ kurun.

Farklı insanlarla konuşun. Sokakta gördüğünüz insanlara selam verin. Yanına oturduğunuz

insanlarla sohbet edin. Başkalarına ilgi göstermek ve sosyalleşmek sizi daha iyi hissettirecektir. 

 -Hareket edin: Spor yapmak size büyük bir uğraş gibi gelse de günde en azından yarım saat hareket etmek sizi hem fiziksel hem psikolojik olarak daha iyi hissettirecektir. Vücudunuzu daha sağlıklı hale

getirirken aynanda modunuzu da yükselteceğini garanti edebilirim. Üşenmeyin, kilo vermek için değil iyi hissetmek için spor yapın. Her gün sadece yarım saat bile fark yaratacaktır. Sahilde yürüyün, kendi odanızda spor yapın, spor salonuna gidin; hepsi aynı etkiyi yaratacaktır, siz hangisini tercih ettiğinize karar verin ve sporu günlük rutininizin bir parçası haline getirin.

-Uyuyun: Uyku hepimizin en sevdiği şey olmasına rağmen bir şekilde çoğumuzun uyku eksiği var. Gece geç saate kadar dizi izlediğiniz için, yapmanız

gerekenleri başka türlü yetiştiremediğiniz için, ya da bir türlü düşüncelerinizi susturamadığınız için; hangi nedenden uykusuz kaldığınız fark etmeksizin

maalesef uykusuzluğun olumsuz etkileri çok fazla.

Ortalama yaşta bir insan için ideal uyku süresi 7-8 saat. Haftanın en azından dört günü 7 saatten fazla uyumaya gayret edin. Uyku düzeninizi oturtunca günlere daha mutlu başladığınızı fark edeceksiniz.

-Meditasyon yapın: Belki size anlamsız gibi duyulan meditasyonun faydalarından bahsetmeye başlasam bitiremem. Anda olmanızı sağlamak, zihninizi

olumsuz düşüncelerden arındırmak gibi çok önemli şeyler sağlayacaktır. Sizi daha konsantre hale getirecektir. Ben meditasyonu kendi hayatıma katarken akşamları buna zaman ayırmak daha rahat geldi. Hem uyuya kalmakta zorlanan bir insan

olduğum için her akşam melatonin almak yerine 10- 15 dakikalık bir meditasyonun getirdiği sakinlikle uykuya dalmak çok daha huzurlu. Gününüzden yalnızca 10-20 dakika ayırmanız bile yetecektir. Neyle ilgili olmasını istediğinizi siz seçebilirsiniz, internette yüzlerce seçenek bulunuyor. İster sabah, ister günün ortasında, ister akşam; her aklınıza geldiğinde kısa bir video ile nefesinize odaklanmak ve kendinizi olumlu enerjiye açmak sizi fark edilir şekilde daha iyi

hissettirecektir. 

Bunlardan size en mantıklı ve uygulanabilir gelenlerden birkaçını seçin. Bir süre kendinizle ilgilendikten sonra daha hafif hissettiğinizi fark

edeceksiniz. Saydığım yöntemleri hayatınıza katmaya çalışın. Ve unutmayın ki mutluluk aslında sandığımız kadar uzak değil, yalnızca ona ulaşmayı istemek lazım. J

(6)

Vakaların azalması, sokağa çıkma yasağının kalkması ve havaların güzelleşmesiyle beraber 15 milyonun hayat bulduğu İstanbul normale geri dönmekte. Peki hasar gören sektörler de hayata geri dönüyor mu?

Bu soruya cevap aramak ve en doğru bilgilere ulaşmak amacıyla Cup of Joy ’un sahiplerinden Suzan Serez ile yeni Nişantaşı COJ şubesinde bir röportaj için buluştum. Süreci bizzat deneyimlemiş yerel bir kafenin perspektifini dinlemek umarım bana olduğu kadar sizlere de bilgilendirici olur. Ayrıca

önlemlerinizi aldıktan sonra enfes bir kahve içmek için Nişantaşı şubesini ziyaret etmenizi tavsiye ederim.

Tasarlanan açık ve yemyeşil alan bu dönemlerde gidebileceğiniz en güzel yerler arasında.   

Öncelikle kendinizi ve Cup of Joy’u biraz tanıtır mısınız?“

Biz çocukluk arkadaşım Ebru Döşekçi ile ortağız, bir mekanımızın olması her zaman hayalimizdi. 2012 senesinde ilk dükkanımızı tuttuk ancak aldığımız çeşitli kahve eğitimleri nedeniyle hemen açamadık.

Türkiye’de henüz nitelikli kahve yoktu bu nedenle eğitimlerimiz tamamlandığında Mart 2013’te ilk şubemizi Bebek’te açtık. Bebek şubesini büyüttükten sonra 2016’da Zorlu şubemizi açtık. İşlerin iyi gitmesiyle beraber Vadi İstanbul, Levent Loft ve şimdi de Nişantaşı şubemizi açtık. Nitelikli kahve olarak da Türkiye’de ikinciyiz.” 

Restoran ve kafelerin bu dönemde en çok etkilenen sektörler arasında olduğu aşikâr, peki kendi deneyiminizden kısaca bahsedebilir misiniz, Türkiye’de korona yeni başladığında sizlere etkisi ne oldu ve nasıl adımlar attınız?       

 “Biz biraz erken davrandık, 17 Mart’ta şubelerimizi kapatmadan önce bütün elemanlarımızla olası durumlar hakkında toplantı yaptık. Dükkanlar temizlendikten sonra da kapatıldı ve herkes dağıldı.

İnternet sitesi üzerinden öncesinde satış yapmadığımız için web sitemizi yenileme çalışmalarına başladık.

Bu süreçte hiç iş olmadığından ben WhatsApp’ın iş için olan versiyonunu indirdim. Herkes eve gidince sabah 8.00’den akşam 18.00’e kadar bilgisayarın başında üretim şirketi ile iletişimde olarak kargo ve siparişlerle ilgilendim. WhatsApp üzerinden sipariş alınacağını da duyurunca talep de oldu. 2 ayın

sonunda internet sitemiz yenilendi. 17 Nisan tarihinde de Ebru Bebek şubesini yalnızca paket servise açtı.

Bu dönemde kreatif olmak gerekti ve işlerin devam etmesi için yeni yollar aramış olduk ve online üzerinden bütün İstanbul’a kahve ve yiyecek siparişlerini göndermeyi başardık.”

Korona süreci boyunca mağazalarınızı tamamen kapattığınız oldu mu? Paket servis verirken ne tür sağlık önlemleri aldınız? Paket servis talebi var mıydı?       

 “İlk başta şubeleri tamamen kapamak durumda kaldık ancak sonrasında paket servise başladık.

Önlemler konusunda da Bebek şubesi açılırken kapıya plastikten bir pencere yaptık ve temassız işlem aldık. Yemeksepeti, kurye ve bardak olarak hizmet verdik ve insanlar kahvemizi çok özlediği için

neredeyse normale yakın bir iş yaptık. Çünkü diğer yerler de kapalıydı, bazı insanlar Starbucks, Cafe Nero gibi yerlere gidiyordu ve hepsi bize gelmiş oldu, onun için işler şube bazında güzel gitti. Sağlık konusunda da zorlu bir süreçti. Maske zaten kullanılıyordu ancak şubede ödeme aldıktan sonra tekrar cihazı

dezenfekte etme, ellerini yıkama gibi önlemler aldık. Kurye şirketleri de aynı titizlikle çalıştı.”

 Toplamda 5 şubeniz olduğunu ve Nişantaşı’ndakinin yeni açıldığını göz önünde bulundursak çalışanlardan işten çıkarmanız gerekti mi?       

 “Herkese ücretsiz izin verdik çünkü küçük bir kurum olduğumuzdan altından kalkamazdık. Ful maaşlarını almamış olsalar da hepimizin hayatı küçüldüğünden miktarın yettiğini düşünüyorum çünkü brüt

maaşlarının %60’ını aldılar. Sonuç olarak hiç işten çıkarmadık çünkü yeni açılan Nişantaşı şubesi için eleman almak yerine çalışma saatleri 10.00-20.00 olarak kısalınca var olan ekibin bir kısmını Nişantaşı’na yerleştirdik.”

N O R M A L L E Ş M E S Ü R E C İ N D E K A F E L E R : C U P O F J O Y

Z E Y N E P Ş E N E R

(7)

Şimdi ise vakaların da azalmasıyla beraber normalleşme sürecine geçmiş bulunmaktayız.

Şubelerinizi ne zaman açtınız?       

 “2 Haziran’da paket servis olarak açtık çünkü öncelikle gelen kuralları anlamak ve en doğru şekilde uygulamak istedik. Sonraki hafta ise çok oturmak isteyen olunca Bebek dışındaki şubelerimizi sağlık kurallarına göre oturmaya açtık. Bebek çok küçük olduğu için ve insanlar da bilinçli olduğundan zaten oturmayı da tercih etmiyorlar.” 

Mağazaların açılmasıyla beraber çalışanlara bir sağlık önlemi eğitimi verildi mi? Şubelerde alınan önlemlerden bahseder misiniz?       

 “Evet, biz sağlık eğitimi verdik, şimdi resmi olanları da veriyoruz. Bizim konumuzla ilgili olan genelgeleri de detaylıca okuduk. Mesela her sabah çalışanlar geldiğinde ateşleri ölçülüyor ve bir tabloya kaydediliyor. Masa mesafelerini ölçerek ayarladık, müşterileri çapraz oturtmaya dikkat ediyoruz. Her girişte dezenfektan ve kuralları belirten bir tabela var. Bebek şubesi kapalı alan olduğu için de orada maskeye çok önem veriyoruz ve olmayanlara da maske dağıtıyoruz.” 

Fırından olan ürünleriniz de bulunmakta, hazırlanışında ne gibi önlemler alınıyor ve alınan önlemler üretimin hızını etkiledi mi?       

 “Mutfak konusuna gelince zaten her daim titiz çalışılması gereken bir alan. Koronadan önce de saç filesi ve eldiven mutlaka her zaman kullanılıyordu. Buna ek olarak maske takılmaya başlandı ama onun dışında çok ekstra bir şey yapmadık. Tabiki açılmadan önce bütün mutfak ilaçlandı ve dezenfekte edildi ama normalde de temiz bir alan olduğundan çok farklılık yok.” 

Belki de şu anki sektör için en önemli soru, talep var mı? Oturma tercih ediliyor mu?       

“Şu anda anladık ki insanlar çok özlemiş ancak oturma olarak işler o kadar eskiye dönmedi. Zaten kurallar buna izin vermiyor. Nişantaşı gibi açık alanı bol olan yerlerde insanlar daha rahat ama Bebek gibi kapalı alanlarda paket servis tercih ediliyor. Bu açıdan bahçesi olanlarda işler daha iyi.” 

Son olarak bu pandemi döneminden hepimiz olumsuz etkilendik, ancak kapanış için bizimle paylaşmak istediğiniz komik, ilginç bir anınız var mıdır?      

“Çok komik olmasa da ilginç bir anı olarak bazı şeylerin farkına vardım. Biz 7 senede dükkanı şubeleştirdik ve büyüttük, öyle olunca bana ve Ebru’ya daha az iş düşmeye başladı çünkü artık büyük bir ekibimiz var.

Halbuki ilk senelerde dükkanı birimiz açar diğerimiz kapardı. Fakat bu pandemide mecburen herkese izin verince iş bize kaldı. 7 yıl öncesine geri döndük; Ebru tekrar kahve yapıp satmaya ben de WhatsApp üzerinden oluşan yeni kitleye kahvelerin nasıl hazırlandığını, nerelerden geldiğini, aromasını tekrardan anlatmaya başladım. Ve anladık ki ne olursa olsun en önemli şey ne iş yapıyorsan yap kendin her zaman dahil olman gerekiyor. Bana komik gelen kısmı da yeniden sabah sekizde işi ayakta tutmak amacıyla bir paket kahve satmak için baya uğraşmamdı. Ama evde oturup kurduğumuz markanın yok olmasını izlemektense harekete geçip kreatif çalışmak, isteyerek yaptığım bir şey oldu.”

(8)

Evde kaldığımız bu sürede, özellikle bu tarihlerde lise ve üniversite giriş sınavları yapılıyorken

geleceğimiz hakkında düşünmemek mümkün değil.

Bunca şey oluyorken geleceğimiz hakkında sürekli yeni şeyler düşünmek ve gün geçtikçe kafamızın içindeki soru işaretlerine bir yenisini eklemek rutinimiz haline dönüştü. Düşünmek, planlar yapmak, hayaller kurmak çok güzel olsa da bu düşüncelerle baş başa kaldığımız zaman ne yapacağız?       

  Eğer siz de benim gibi bu karantina sürecinden bağımsız, sürekli düşünen, gelecek hakkında bir sorunla, bir belirsizlikle karşılaştığı zaman bu soru işaretine dayalı binlerce yeni soru işareti yaratan ve işin sonunda kafa karışıklığı yaşayan

insanlardansanız işininiz hiç kolay değil. Kendimi bildim bileli, nereden geldiği bilinemeyen bir programlama huyuna sahip olan ben, zamanı bükemediğimi, her programımın gerçekleşmemesi ve yaptığım günlük programların planladığım gibi olmadığını görüp sinir krizleri geçirmem gibi tatsız olaylarla öyle ya da böyle öğrendim. Bu zor

dönemimde annemin bana sürekli tekrarladığı bir cümle var, hiç de aklımdan çıkmıyor ‘Zamanı yönetemediğini anlaman lazım.’ Zaman…  Kafamızı o kadar karıştıran, elimizden o kadar çabuk akan bir kavram ki. Dünle yarının düşünceleri arasında gidip gelirken nasıl da akıyor elimizden ‘şuan’? Kendimizi geleceğe dahil hayallerimiz ve geçmişe dahil

pişmanlıklarımızın içinde, zamanın bolluğunda o kadar kaptırıyoruz ki şuanı yaşamayı unuttuğumuz, anın içinde dalıp gittiğimiz çok oluyor. Tabii, anı yaşayabilmek için önce geleceğe dahil kaygılarımız ve endişelerimizden kurtulmak lazım.

Şubat ayının ortasında derslerim ve dolaylı yoldan mesleğim hakkında bir seçim yapmam gerekiyordu.

Hani bazen bir şeyi hep “Yapacağım.”deyip

yapmanız gerektiği an yapamazsınız ya, o gün aynen böyle bir durumdaydım. Ne seçecektim? Seçtiğim derslerden iyi bir not alabilecek miydim? Ders programım belli bir bütünlüğe sahip miydi? O gün bütün bu saydığım sorular beni yedi ve ben ağlamak dışında hiçbir şey yapamaz oldum.

G E L E C E K K A Y G I S I

İ P E K E R S A N L I

Kafamda bana mantıklı gelen düşünceler ağzımdan çıktığı an bütün mantığını yitirir oldu. Kimdim ben? Ne yapmak istiyordum? Nasıl ne yapmak istediğimi, kim olduğumu bir akşam içinde bulacaktım? Şu an

okunduğu zaman basit bir ders seçimi hayat denilen bu yolun gözle görülemeyecek kadar küçük bir kısmı gibi görünse de düşüncelerim ve endişem bu kararın bütün hayatımı şekillendirecek karar olduğunu bana inandırmıştı. Sabah yanıma bir daktil alıp yarım doldurmuş olduğum formla okula gittim ve sabah yine bir değişiklik yaptım. Şu an yaptığın karardan emin misin diye sorsanız size ne kadar evet demek istesem de hiç değilim. Şubat ayının ortasından beri bu konuyu sayısız insanla tekrar tekrar konuşmama rağmen hala ne istediğimi ne yapacağımı bilmiyorum.

Dürüst olmak gerekirse, geleceğe dahil kaygılarımdan nasıl kurtulabileceğim hakkında düzgün bir fikrim ya da inanacağım bir dayanağım yok.  Bu yazı her ne kadar geleceğe olan kaygılardan nasıl

kurtulabileceğimiz hakkında olsa da sanırım benim bu yazıyı bitirebilmek için sizden önce kendime bu

konuyu öğretmem lazım. Üzülerek, bu yazıyı iki hafta sonra hem benim ulaştığım sonuç hem de size verebileceğim tavsiyelerle devam edeceğim. Size sözüm olsun, iki hafta içinde bir daha geri bakmamak üzere gelecek kaygılarından hepimiz kurtulacağız. O zamana kadar sevgiler…

(9)

Bu haftaki konuğumuz benim de yeni yeni

keşfetmekte olduğum bir sanatçı olan, Gaye Su Akyol.

Bir süre önceye kadar adını bilsem de çok fazla araştırmadığım, en fazla birkaç kere dinlediğim bir sanatçı olmasına rağmen açıkçası tarzından çok etkilendiğim biri oldu. Şu ana kadar 3 tane stüdyo albümü çıkardı, sırasıyla “Develerle Yaşıyorum”,

“Hologram İmparatorluğu” ve “İstikrarlı Hayal

Hakikattir”. Peki ne tür müzikleri var derseniz eskinin yeniyle buluşması diyebilirim. Anadolu ritim ve

melodilerine, modern bir bakış açısının katılmış hâlini bizlere sunuyor. Çok da hoş ve narin sesinin

eklenmesiyle birbirinden farklı ama her biri ayrı güzel şarkılar ortaya çıkmakta.  

Gaye Su Akyol kariyerine Seni Görmem İmkansız isimli grupla başladı. İki kişiden oluşan bu grupta Tuğçe Şenoğul ile tanınmaya başladılar. Ardından 2014 yılında, Akyol ilk stüdyo albümü olan “Develerle Yaşıyorum”u Olmadı Kaçarız Plakçılık’tan (hatırlarsınız belki Büyük Ev Ablukada yazımda bahsetmiştim) çıkardı. 2016 yılında ikinci stüdyo albümü “Hologram İmparatorluğu”nu, 2018 yılında ise “İstikrarlı Hayal Hakikattir” albümünü dinleyicileriyle buluşturdu.

Bunun haricinde 2017 yılında çıkan ve bir Ferzan Özpetek filmi olan İstanbul Kırmızısı için bazı eserler de besteledi. “Dip” isimli puhutv’de çıkan Türk dizisinin müziklerinin yapımında da yer almış. Aynı zamanda 2020 yapımı olan Türkiye’de LGBTQ+ hareketi üzerine yapılmış belgesel filme katkı sağlamış. Müzik

kariyerinin yanında tutkulu bir aktivist olduğunu da söyleyebilirim.

 Sıra, artık geleneğe dönmüş olan şarkı

analizlerimizde. İlk olarak, “Develerle Yaşıyorum”

albümünden olan “Çok Mutlusun” isimli şarkı ile başlamak istiyorum. Sert bir ritimle başlayan şarkı ilk anından itibaren dinleyicileri kendi içine çekiyor.

Sözlerine bakıldığında ise eski yaşanmışlıkların ardından karşılaşılan kimselerin bazen, belki de her zaman, hissettiği duygular anlatılıyor. Zaten isminden anlaşıldığı üzere, eskiden sizin mutlu olduğunuz kişi şimdi başkasıyla çok mutlu. Gaye Su da bu acı veren o anı yakalayıp bizlere sunmuş. Şarkının melodisiyle uygun atmosfer ve yorumlama sizi alıp çok başka yerlere götürüyor. Bu şarkı hakkında konuşurken ilk versiyonunun Seni Görmem İmkansız grubu

tarafından çıkarıldığını da söylemek lazım.

G A Y E S U A K Y O L : D E V E L E R L E Y A Ş I Y O R M U Ş U M

S U Y E Ş İ L D E R E

Az önce de bahsettiğim gibi Gaye Su Akyol’un kariyerine başladığı bu grubun birkaç şarkısından biri de Çok Mutlusun.  Şarkının iki hâlini de

dinlemenizin yanında, Seni Görmem İmkansız grubunun klipini de izlemenizi tavsiye ediyorum.

Siyah-beyaz çekilmesi ve ani hareketleriyle tekinsiz bir atmosfer oluşturan klipin şarkıyı dinlerken hissettiğiniz duygulara etki edeceğine

eminim.       

 Bir başka şarkısı olan “Bir Yaralı Kuştum” ile devam edelim o zaman. Son albümünde yer alan bu şarkı da bir ayrılık üzerine. Yaşanan kalp kırıklığı

ardından “yaralı” olmasına rağmen o kişiden çok çok uzaklara “uçan” bir kuşa benzetmiş kendini Gaye Su. Yarım kalmış bir hikaye anlatılıyor. Belli ki zor bir sonun (tabi son derseniz buna) ardından sevdiğiniz o kişiyi başkasıyla görmek canınızı acıtabilir. Zaten her şey, her zaman güllük

gülistanlık olacak diye bir şey de yok. Zamanla her şey yoluna girecektir illaki ve bir kuş gibi çok uzaklara uçabileceğizdir ancak bunun yanında, yaralı bir kuş ne kadar uzağa uçabilir sorusunu da size bırakmak isterim tabii. Gerçekten bu

yangından, melankolik gecelerden ve acıdan kurtulabilir mi?

(10)

Son olarak da “İstikrarlı Hayal Hakikattir” şarkısından konuşalım biraz. 3. albümünün adıyla aynı olan bu şarkıyı dinlerken birçok farklı şey düşünüyorsunuz.

Gerçek gerçekten gerçek midir? Bu yaşananlar hakikat midir? Bizler karmaşa ve kaos dolu bu hayatın gerçekten var olduğunu nereden bilebiliriz?

Bunlar gibi birçok soruyu aklımızdan geçiren, hayatı sorgulamayı sağlayan bir şarkı. Klipinden de

bahsedelim biraz. Bir hayal dünyasından çıkmış gibi, rengarenk ve hayallerle dolu bir klip diyebiliriz. Nasıl anlamak isterseniz öyle yorumlayabilir, kendinize bir şeyler çıkarabilirsiniz fakat ondan önce, ben de bir noktaya değinmek istiyorum. Klipte birçok farklı azınlığı gördüğümüze dikkat çekerim. Bütün bu kişiler toplumu oluşturan yapboz parçaları. Zaman zaman farklı kimseler tarafından bazı parçalar kabul görmese de, toplumda birbirinden farklı ve

birbirinden özel birçok kişi var. Gaye Su da bu klipiyle tekrardan buna dikkat çekmiş. Müziğinde böyle sosyal sorunlara da değinmesiyle birlikte Gaye Su Akyol’un hepimize örnek bir kişi olduğunu

düşünüyorum.  

Yazıyı bitirmeden hemen önce, Gaye Su Akyol’un son zamanlarda nasıl gündeme geldiğinden de biraz bahsetmek isterim. 5 Haziran günü Twitter

üzerinden “Bir erkeğin en güzel kariyeri babalıktır.”

ve “Kocam isterse çalışabilir” gibi kadınların yıllardır yaşadığı ayrımcılığı dile getiren “tweet”leri kendi hesabında “retweet”leyerek takipçileriyle paylaştı ve böylece, “#erkekleryerinibilsin” başlık etiketiyle bir akıma öncülük etti. Başlangıcından bu yana Sıla ve Nükhet Duru gibi sanatçıların yanında Bodrum ve İstanbul Belediyesi gibi birçok belediye de bu akıma destek oldu. İronik bir şekilde paylaşılan ve yıllardır, hatta belki de asırlardır, kadınlar için kullanılan cinsiyetçi söylemleri eleştiren bu akımın ortaya çıkmasıyla beraber bir değişim de gelmesini umutla bekliyorum. Dünyada ve ülkemizde önemli bir mesele hâline gelmiş olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda birçok söz söylense de gerçekten harekete geçildiğini görmek zor oluyor.

Bu akım gibi birçok akımı, değişim sağlayacak aksiyonu görmeyi umut etsem de bazı kesimler tarafından karşı çıkıldığına da tanıklık ediyoruz.

Yıllardır kadın haklarının görmezden gelindiği, her geçen gün başka bir cinayete uyandığımız, aile içi şiddet ihbarlarının kale alınmadığı durumları iğneleyen, bazı şeylerin değişmesinin zamanının geldiğini hatta geçtiğini belirten bu akıma karşı çıkılmasına anlam veremiyorum. Aynı söylemlerin kadınlar için kullanıldığını herkese bir kez daha hatırlatmak isterim. Siz siz olun, bu durumlarda susmayın. Sesini duyurmaya çalışanlara destek olun, sorunun kendisi olan tarafın yanında olmayın.

Daha çok Gaye Su Akyollar görmek dileğiyle…

(11)

Futbol sonunda geri döndü. Sporseverlerin aylarca bekleyişi sona erdi ve karantina süreci boyunca evde geçen sıkıcı hafta sonlarına can geldi. İngiltere Ligi’nde Manchester City, stoper mevkiinde

oynayanlar için ne oynanması gerektiğini tekrardan gösteren David Luiz’in de yardımıyla Arsenal’i mağlup ederek bıraktığı yerden devam etmeyi başardı. COVID-19 salgınından en çok etkilenen ülkelerden İtalya’da ise futbolun dönüşü İtalya Kupası finaliyle gerçekleşti. Maç boyu defans yapıp kontra ataktan şans arayan Napoli, maçın favorisi Ronaldo’lu Juventus’u penaltılarda yenerek kupaya ulaşmayı başardı. Oynanan futbolun kalitesi

dışında tribünlere projeksiyon cihazlarıyla yansıtılan görüntüler de evden izleyen taraftarları büyüledi.

İspanya La Liga’da futbolun iki devi Real Madrid ve Barcelona’nın şampiyonluk yarışı hız kesmedi. İki takım da rakiplerine top göstermeyerek üst üste galibiyetler alarak diğerinin puan kaybetmesini bekledi. Son maçında Sevilla ile berabere kalan Barcelona şampiyonluk mücadelesinde hata yapan ilk taraf oldu bu sebepten eğer eflatun-beyazlılar bu hafta olan maçı kazanırlarsa ligdeki sarsıntılı

başlangıçlarına rağmen liderlik koltuğuna tekrardan oturacak.  

Ülkemizde ise Süper Lig bir heyecan fırtınasıyla geri geldi. Galatasaray Rizespor’a karşı Andone ve Muslera’nın talihsiz sakatlıkları sebebiyle kaybetti.

Süper Lig’in en iyi oyuncularından birini sezonun sonuna kadar kullanamayacak olan Galatasaray’ın şampiyonluk umutlarına da büyük bir darbe vurulmuş oldu. Beşiktaş ise 59 kere rakip ceza sahasında topla buluşarak lig rekoru kırmasına ve 25 şut çekmesine rağmen Antalyaspor’a 2-1 yenildi ve futbolun sayılardan ibaret olmayan bir spor olduğu kanıtlandı. Burak Yılmaz’ın sakat olması Beşiktaş’a gol yollarında zorluk çıkardı. Maçın ilk yarısında sahaya çıkan zayıf kadro ikinci yarıda Lens, Ljajic, Umut ve Nkoudou’nun oyuna

girmesiyle dinamizm kazandı fakat yine de takımın bitiriciliği yetersizdi. Beşiktaş için maçın tek olumlu yanı genç sol bek Rıdvan’ın başarılı performansıydı.

Haftanın ilk maçlarında erkenden on kişi kalan Trabzonspor ve Fenerbahçe ise geri dönüp galibiyete ulaşmayı bildi. Fenerbahçe maç boyu etkisiz bir oyun sergiledi.  

F U T B O L U N E F S A N E V İ G E R İ D Ö N Ü Ş Ü

A V İ M O L İ N A

.  Stoperlere pres yaparak orta sahanın kolay geçilmesine sebep olan ve kale önünde etkisiz bir oyun sergileyen Mevlüt Erdinç ve ruhsuz bir maç çıkaran Rodrigues’in açıklarını, kaleci Altay yaptığı kritik kurtarışlarla kapatarak Fenerbahçe’ye hayat verdi. Muriqi’in golüyle sonuçlanan penaltıya sebep olan ve Gustavo’nun ceza sahasının dışından attığı müthiş gole asist yapan tecrübeli futbolcu Emre Belözoğlu maçın kaderini

değiştiren isim oldu. Trabzonspor’un güçlü hücum hattı Göztepe deplasmanında tekrar kalitesini ortaya koydu ve şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerleyen bordo-maviler baskın bir oyunla önemli bir galibiyet daha aldı. İki takımın Türkiye Kupası’nın yarı finalindeki

karşılaşmasında Fenerbahçe baskılı oynadı, topa hakimdi. Fakat hızlı ve güçlü oyuncularla dolu Trabzonspor kadrosu, maç boyunca kontra

ataklarla zayıf Fenerbahçe defansını kolayca geçti.

Ancak Trabzon’un cezası sebebiyle, finale çıkan Alanyaspor, Avrupa’da boy göstermeyi

garantiledi. Süper Lig’in gelecek haftalarında dört

büyük takımın Avrupa’ya kalma ve şampiyonluk

mücadeleleri her zamankinden çekişmeli olacağa

benziyor.

(12)

Kendimi bildim bileli müze ve sergi gezmeyi seven biri olmuşumdur. Birçok insan sıkıcı bulsa da, zaman kaybı olarak görse de, ben gerek bir ülkenin kültürünü, tarihini ve insanını tanımak için olsun, gerek de kendi sanat ve tarih dağarcığını genişletmek için olsun, müze ve sergi gezmenin hem keyifli hem de öğretici olduğunu düşünmüşümdür. Gittiğim ve gezdiğim yerlerde veya doğup büyüdüğüm İstanbul’da müzeler gezmiş ve belki de derslerde öğrendiğim kadar bu müzelerden öğrenmişimdir. Herkesin bildiği bir soru vardır, “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?”

Bence bu sorunun cevabı ancak çok okuyup çok gezen bilir olabilir. İnsan sadece okursa bilgi dağarcığı satır aralarına sıkışır kalır, sadece gezerse de kültürlerin ve insanların tarihini tam kavrayamaz. Ancak hem gezen, hem okuyan insan gerçekten öğrenmeye ve yeni şeyler tanımaya açar kendini. Hem gezip, hem okumanın en iyi yönlerinden biri de müze gezmektir aslında.  

Şimdi bana diyeceksiniz, “Derin, Covid-19 sırasında evden çıkamıyoruz nasıl müze gezmeye gidelim?” İşte bende size tam bu konuda yardımcı olmaya geldim. Uzun süredir beklenen

sergiler ve dünyaca ünlü müzelerin birçoğu kapıları sizlere online platformlar üzerinden açıyor.

Belki hiç gezemeyeceğimiz kadar çok müze ve sergiyi bilgisayar ekranlarından gezme şansımız var şuan. Tabii, canlı gezmekle aynı hissi alamayız. Ekranların arkasında kalmış eserlere

bakarken onları gerçekten anlamak ve incelemek çok daha zor belki de. Ancak, bütün bunlara rağmen bardağın dolu tarafını görmek ve elimize geçmiş olan bu imkanları kullanmak en

mantıklısı gibi geliyor bana. Müze veya sergi gezmek normalde sıkıcı geliyor, ilginizi çekmiyor ise bile bence bu online müzelere bir şans vermelisiniz. İçlerinden benim en çok ilgimi çekenler kaç kez gezersem geziyim sıkılmayacağımı düşündüğüm Metropolitan Müzesi online turu ve Tate Müzesinin sunduğu online gösterimler oldu. Hazır okullar da kapanmışken, müze gezmek, en azından denemek istiyorsanız ben hiç durmayın derim.

O N L İ N E M Ü Z E T U R L A R I

D E R İ N   Ç A K M A K

(13)

Bir babalar gününü daha geride bırakmışken, bu özel günün arkasındaki anlamı anlamak için çok doğru bir zamandayız. Hepimiz biliriz ki babalarımız kahramanlarımızdır. Onlar ilham ve mutluluk kaynaklarımız olmanın yanında, bizleri hayata hazırlayan ve bizi biz yapan kişilerdir.  

İnsanlar bana hep, “Doğu, babana ne kadar da benziyorsun? ” der. Gerçekten geriye dönüp baktığımda dış görünüşlerimiz bir yana, kişiliklerimiz, nelerden hoşlandığımız, nelere sinir olduğumuz, o kadar benziyor ki. Baba-oğul olduğumuzun anlaşılması, kısa bir sohbet sonrasında bile mümkün olabilir. 

Daha önce de bahsettiğim gibi babaların sıklıkla yaptığı bir başka şey ise sürekli bize hayat tavsiyeleri vermelidir. Unutmamalıyız ki onlar da bizimle aynı yollardan geçtiler ve her ne kadar koşullar değişmiş olsa da babaların deneyimleri çocukları için paha biçilmezdir. Benim babam bunu sıklıkla yapar ve açıkçası bazen verdiği öğütler de beni bayar. Kimi zaman da öyle anlar olur ki babamın ağzından çıkan bir cümle aklıma yapışır ve hayatım boyunca kafamın içinde yankılanmaya devam eder. Mesela benim için o cümlelerden biri “Eğer bir işi yapacaksan ya yüzde yüzünü ver ya da yüzde sıfırını.”. İşte babalar böyle anlar için vardır.  

Babalar günü bize hayatlarını adayan babalarımıza adadığımız bir tek gündür. Ne yazık ki her ne kadar açıklamaya çalışsam da “Babalar gününün anlamı ne?”  sorusuna verebileceğim tek yanıt “Baba

olmadan bilemeyiz.”dir.

B A B A L A R G Ü N Ü

D O Ğ U A L E M D A R

Tüm babaların "Babalar Günü"

kutlu olsun !

Referanslar

Benzer Belgeler

• Şubat ayı boyunca gerek üniversitede gerekse İstanbul ve diğer kentlerde düzenlenen gösterilerde çok sayıda kişi fiziksel şiddet kullanılarak gözaltına

2 Haziran 2008 tarihinde sizlik Sigortas kapsam nda, 20 i siz için Ayval k Halk E itim Müdürlü ü i birli inde bayanlara yönelik “Gümü Has r Tak Örücülü ü” mesle inde

[r]

[r]

Yine oyun, çocukların sosyal uyum, zeka ve becerisini geliştiren, belirli bir yer ve zaman içerisinde, kendine özgü kurallarla yapılan, sadece1. eğlenme yolu ile

Küçük ama doyurucu kahvaltılar başta bahsettiğim Fransızların kahvaltılarına benziyor. Özellikle de kahvaltı yapmanın abartılı ve serpme kahvaltının çok efor

fiyatlı emirlerin, kotasyonun alış tarafının fiyatına eşit fiyatlı olanları ile kotasyonun alış tarafının fiyatından daha yüksek fiyatlı olanlarının işlem

Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar, hem geleceğin hekimi hem de SCORA savunucusu olarak benim için büyük bir önem taşımaktadır... Önlenebilir olan