• Sonuç bulunamadı

Büyükorhan Çok Programlı Anadolu Lisesi 2017

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Büyükorhan Çok Programlı Anadolu Lisesi 2017"

Copied!
64
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

VİRGÜL

Büyükorhan Çok Programlı Anadolu Lisesi | 2017

Virgül kıştan üşür,

Çünkü kış gelince koparılır Artık kalmayan öğrenciliğin,

Artık kalmayan tembelliğin sayfaları

(2)

Sevgili Okuyucular

2009 – 2010 Eğitim ve öğretim yılında okulumuzda göreve başladım. Bugün birlikte çalıştığımız pek çok kişi ile belki yarın ayrı yollarda olacağız. Sürekli yeni insanlarla tanışıyoruz. Zamanın değişme- siyle birlikte mekanlar, insanlar ve de- ğerler de değişiyor. Bu değişim, özellikle bilgi iletişim çağı dediğimiz bir dönemde geçmiş dönemlere göre çok daha hızlı bir nitelik arz ediyor. Ancak bu değişim- le beraber değişmesini istemediğimiz, özünü kaybetmeden varlığını sürdürme- sini beklediğimiz değerlerin de erozyona uğradığı bir gerçek. Eğitim - Öğretimin gerekliliği belki de değişmeden kalanla- rın başında geliyor. Ulu Önder Atatürk’ün de söylediği gibi “Eğitimdir ki, bir mil- leti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” İşte tam da bu nok- tada en büyük iş yine eğitime düşmekte ve en büyük beklenti yine biz eğitimcile-

rin omuzlarına yüklenmektedir. Öğrenci- lerimizin bu değişime ayak uydurabilme- leri, çağın gerektirdiği bilgi ve becerileri kazanıp bunları hayatta uygulayabilme- lerinin yanı sıra insanı insan yapan özel- liklerini de koruyup iyi birer insan, iyi birer yurttaş olma özelliklerini de kazanmaları en büyük hedeflerimizdendir.

Sevgili öğrenciler,

Sizler ülkemizin yarınlarını emanet edeceğimiz gençlersiniz. Bu büyük so- rumluluğun bilincinde olmalısınız. Sizden önceki öğrencilerden çok daha avan- tajlı bir durumda ve daha iyi koşullarda eğitim öğretiminizi sürdürmektesiniz. Siz- lerden istediğimiz tek şey var aslında:

Ümidinizi koruyarak ve hedef koyarak çalışmak.

Sevgili Veliler,

Eğitim sadece okullara tahsis edile- cek bir kurum değildir. İnsanın yetişme- sinde ailenin, çevrenin ve bilgi iletişim araçlarının da büyük rolü var. Sizlere de genç nesillerin yetişmesinde büyük sorumluluk düşüyor. Öğrencilere sevgi- yi, doğruluğu, merhameti, adaleti ve iyi birer yurttaş olmayı öğretmede en bü- yük yardımcılarımız sizlersiniz. İşte tüm bu değerleri öğrencilerimize aşılamada bu derginin büyük katkısı olacağı ümidi içerisindeyim. İlk sayısını çıkarmakta ol- duğumuz bu derginin tüm bu değerleri yeşertmesinde can suyu olması dileğiyle emeği geçen herkese teşekkürlerimi su- narım.

Sayı: 1 – Haziran 2017 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şenol Top

Genel Yayın Yönetmeni Furkan Bolkan

Yayın Danışmanları Asiye Solak Kurt Hasan Ali Yıldırım

Halil Mıcırlar Web Adresi:

www.buyukorhancpl.meb.k12.tr Basım Yeri

Star Ajans Ltd. Şti.

Alaaddinbey Mah.634. Sk.

NİLTİM Ayaz Plaza No:24 Tel. (0224) 249 33 20 Sertifika No: 15366

VİRGÜL DERGİSİ

(3)

Günün ilk ders saati. Sınıfa girdiniz ve

“Bu ders ne yapalım, çocuklar?” dediniz.

Alacağınız cevap “Uyuyalım!” olacak- tır. Başkaca verilen cevapların da ortak özelliği dersle alakalı olmamalarıdır. Öğ- renciler hemen her gün aç ve uykusuz geliyorlar okula.

Öğrenciler nasıl bu hale geldiler?

Onlar, okula başladıkları ilk günlerde de böyle miydiler? Süreç içinde neler yapıl- madı veya yapıldı da böyle oldu? Bu ve benzeri soruların hiçbir önemi yoktur ar- tık. Bir nesil elimizin altından kaymaktadır ve durum vahimdir.

Gerçi nesil ile ilgili şikayetler kadim bir meseledir. Papirüslerde bile gençliğin gi- dişatından endişe edildiğini belirten ifa- delere rastlanmıştır.

Eğitim-öğretim ile ilgili ne düşündü- ğümü soranlara yukarıdaki başlığı söylü- yorum. “Gidildi” nasıl bir cümle ise, eği- tim-öğretim de o. “Gidildi” cümlesinden ne anlıyorsanız, ben de eğitim-öğretim- den onu anlıyorum. Bu cümlede özne belli değil, nesne belli değil, yüklem de- seniz ayağı ve kanadı kırık kuş misali.

Eğitim-öğretim işinin elemanları ne- ler? Bu elemanların işlevleri neler? Bu ele- manlar bu işlevleri yerine getirebiliyorlar mı? Bu soruları istediğiniz kadar çoğaltın.

Daha sonra cevaplarını alt alta yazın.

Problemlerde öğrencilerin payının ne ka- dar az olduğunu görürsünüz.

O çocukları, anasınıfından başlaya- rak on üç, on dört yılda ne hale getirdiği- mizi düşünün.

Onlar artık ne evde anne-babaya faydalılar ne de iş hayatında ülkeye.

Eğitim-öğretimin öğrenci dışındaki unsurları, karanlık bir mekânda fili tanı- maları istenen insanlardan farksızdır. Eği-

tim-öğretimi temas edebildikleri kadar biliyorlar ve sadece o sanıyorlar.

Peki, çözüm nedir?

Bu konuda hemen her kesimin bir fikri vardır. Bunlar araştırılıp, değerlendiri- lip ortak bir çözüm üretilebilir. Şu an tek bildiğim bugüne kadarki uygulamaların büyük oranda yanlış olduğudur. Bunu bilmek de bir şeydir. En azından ne yap- mamamız gerektiğini biliriz.

Ama önce şunu bir dinleyiniz. Çok bilinen ve çok tekrarlanan bir tasnif var.

Bunu Mevlana’da, Eflatun’da, birçok ül- kenin kültüründe görüyoruz. Buna göre yeryüzünde dört çeşit insan vardır.

Bilmeyen ve bilmediğini de bilme- yenler, birinci grupta yer alırlar. İkinci gru- bu, bilmeyenler ama bilmediğini bilenler, oluşturur. Bilen fakat bildiğini bilmeyenler ile bilen ve bildiğini bilenler üçüncü ve dördüncü gruptur.

Birinci grup için Mevlana şöyle diyor.

“Bir delil ile kırk âlimi ikna ettim, kırk delille bir cahili ikna edemedim.”

Öncelikle eğitim-öğretimin unsurla- rı içinde olanlar, kendilerinin nerede ol- duklarını bilecekler. Ona göre sorunun çözümüne katkıda bulunacaklar.

Bizim bilenlere ve bildiğini bilenlere ihtiyacımız var.

Bunun ışığında öğrenciyi özne olarak gören çoklu bir eğitim-öğretim anlayışı çözüm için yol olabilir.

Unutmayalım; öğrencilerimiz bu ülke- nin kremasıdır ve iyi krema da iyi sütten olur.

Gidildi

Halil MICIRLAR

(4)

Evet, sonunda beklenen gün gel- mişti. Bir erkek çocuğu olmuştu baba- nın. Çok cılız bir yapıya sahipti bebek, nefes alıp verişi bile fark edilmiyordu neredeyse. İlk günlerden belliydi. Ah- met doğumdan sonra kalp atışlarının düzensizliğinden dolayı bir ay hasta- nede kaldı. Annesi ve babası her gün cansız bedenini korkarcasına bekle- di. Bir ay içinde kalp atışları düzeldi ve hastaneden çıktı.

Ahmet ailenin göz bebeğiydi.

Hele babası Ahmet’e karşı çok ilgiy- di. Yeri geldikçe mamasını bile ba- bası yediriyor, altını değiştiriyordu. En çok da maç izlerken ille de Ahmet’i yanına alıyordu. Ahmet’in babası Bursaspor fanatiğiydi. Hiçbir maçı ka- çırmaz bu maçlara da Ahmet olma- dan gitmezdi.

Ahmet beş yaşına geldiğinde en az babası kadar Bursaspor’u seviyor ilgisi artıyordu. Ahmet’in babası ona doğum günü hediyesi olarak Bur- saspor posterleri ve Bursa maçına iki kişilik bilet almıştı. Ertesi gün babası ile birlikte çok zevkli bir Bursaspor maçı izleyip çok güzel bir akşam geçirmiş- lerdi. Ahmet okula başladığında bi- raz zorluk çekmişti. Çünkü genelde babası ile zaman geçirmeyi daha çok seviyordu. Ama okula alışması uzun zaman almadı.

Ahmet artık okuluna iyice alışmış- tı. Arkadaşlarıyla oyunlar oynayıp şa- kalaşıyordu. Yine bir gün arkadaşla- rıyla oyun oynarken aniden düştü ve bayıldı. Hemen hastaneye götürdü-

ler ve ailesine haber verdiler. Büyük bir korkuyla hastaneye gelen ailesine doktor önemli bir şey olmadığını söy- ledi.

Yine anne ve babası oğullarına çok dikkat ediyorlardı. Doktor önem- sememişti ama Ahmet’in rahatsızlık- ları ara sıra oluyordu. Rahatsız oldu- ğu günlerde babası ona Bursaspor dergileri alır, Ahmet de okula gitmez zevkle onları okurdu. Ahmet’in oku- lunda sık sık yarışmalar düzenlenirdi.

Ahmet ise yarışmalara katılmayı hiç sevmezdi. Ama Ahmet’in öğretme- ni yarışmalar katılmayı zorunlu kıldığı için oda yazmak zorunda kalırdı. Bu seferki yarışma konusu yaşadığı şeh- rin konusu hakkında bir hikaye yaz- maktı. Ahmet bu yarışmaya zorunlu olduğu için yazmıştı.

Yarışma sonuçları iki hata sonra açıklanmıştı. Herkes çok heyecanlıy- dı ama Ahmet’te hiç heyecan yoktu.

Ve okunan isim Ahmet’ti. Yarışmayı Ahmet kazanmıştı. Ahmet’in zorunlu olarak girdiği yarışmayı kazanması onun Bursaspor’a olan ilgisini daha da artırdı.

Yıllar çabuk geçiyor, Ahmet git- tikçe olgunlaşıyordu. Şimdi en büyük hayali bir futbolcu olmaktı. Bunun için öncelikle Bursaspor alt yapısında oynamak için başvuru yaptı. Başvuru sonuçları bir iki ay içinde açıklana- caktı. Ahmet sonuçlar için fazlasıyla heyecanlıydı. Belki de meslek hayatı için bu çok güzel bir başlangıç ola- bilirdi. Önündeki bir iki ay geçmek

Minik Bir Kalp (Bursa 1. si Hikayemiz)

Ayşenur ÖZDEMİR 11/A

(5)

o kadar çok istiyordu ki o gece he- yecandan uyuyamadı. Ertesi gün başvuru sonuçları açıklandı. Evet, alınmıştı Ahmet. Artık Bursaspor alt yapısında oynayacaktı. Kim bilir belki de ilerde Bursaspor takımında oyna- yabilecekti. Ahmet artık hem okulu- nu hem de maçları aksatmamalıydı.

Bunu başarabileceğinden emindi.

Hafta içi okul derslerine çalışıyor, haf- ta sonları da antrenmanlara gidiyor- du. Ahmet ayrıca okul takımında da oynuyordu. Okul takımında kazan- dığı madalyaları odasına koymuştu.

Onlarla çok gurur duyuyordu çün- kü onları kendi emeğiyle kazanmıştı.

Antrenmanlar ve maçlar onun vaz- geçilmezi olmuştu. Artık iyice alışmış gün geçtikçe kendini geliştiriyordu.

Bir gün yine antrenmana gitmişti. O gün takım arkadaşlarıyla çok güzel bir maç yapmışlardı. Üzerini değiştirip eve gidecekti ki soyunma odasında yine bayıldı Ahmet. Bir süre ayıltmaya çalıştılar ama uyandıramayınca has- taneye kaldırdılar.

Ahmet’in anne ve babası hasta- neye geldiklerinde Ahmet’i görmele- rine izin vermediler. Babası bir şeylerin ters gittiğini anladı ve Ahmet’in du- rumunu öğrenmek için doktorunun yanına gitti. Doktor kanserden şüp- helendiklerini ve test yaptıklarını söy- leyince ailesinin dünyası başına yıkıldı sanki. Ailenin gözbebeği olan tek ço- cuk kanserdi, tam da hayallerine bu kadar yaklaşmışken.

Ahmet iyileşene kadar hastane- de kalacaktı. Çok zor bir süreçti bu.

Uzun süre hastanede kalabilirdi. Ha- yata gözlerini yumabilirdi. Her şey birden olmuştu ve Ahmet’e bunlar

tılamayacak olma ihtimali Ahmet’in üzerine kara bulut gibi çökmüş, onu günden güne yiyip bitiriyordu. Bir iki hafta sonra sabah uyandığında elini başına götürdüğünde eline bir tutam saç gelmişti. Gözlerinde biriken yaşla- rı daha fazla tutamadı. Çok korkuyor- du. Artık durumun ciddiyetini daha iyi anlıyordu. Arkadaşları sürekli onu arı- yor ve yalnız bırakmıyordu. Ama on- ların sesini duydukça daha da kötü oluyordu. Onlarla birlikte antrenman- larda olamamak, sağlıklı bir şekilde dolaşamamak canını çok yakıyordu.

Artık antrenmanlara, okula ve okul çı- kışı maçlara gidemeyeceğini biliyor- du. Son bir isteği vardı babasından, o akşamki Bursaspor maçına gitmek…

Bu maça mutlaka gitmeliydi. Annesi- nin ve babasının defalarca hayır de- melerine rağmen hala ısrar ediyordu Ahmet.

Sonunda annesi ve babası daya- namayıp Ahmet’i götürmeyi kabul ettiler.

Ahmet aylar sonra maça gele- bildiği için çok mutluydu. Bir yandan buruktu içi Ahmet’in. Sanki son kez Bursaspor maçını seyrediyor gibi his- sediyordu. Son kez gol sevinci yaşa- mak istiyordu ama çok sessiz ve sa- kindi. O sırada Bursaspor bir gol attı.

Ahmet’in son kez Bursa maçını iz- lemek için can atan gözleri Bursaspor stadında çoktan kapanmıştı.

(6)

Mizah, Arapça bir kelime.

”Muzâh”tan gelir. “Şaka yapma, şaka” demektir. Sözlükte “Bir gerçeği alay, nükte, ve latifelerle süsleyip gül- dürücü yanlarıyla ortaya koyan sözlü ve yazılı sanat türü, gülmece” diye açıklanıyor. İkinci manası “Eğlenmek, güldürmek, hoşça vakit geçirmek maksadıyla incitmeden bir kimseye takılma, şaka yollu alay etme, latife”

şeklindedir.

Bütün insanlar mizahtan az çok hoşlanırlar ama biz millet olarak mi- zahtan daha çok haz duyarız. Soh- betlerinde mizahî bir dil kullanan in- sanların meclislerimizde bulunmasını isteriz. Peki, mizaha ilgimiz nereden geliyor? Bunun cevabı için Türk ede- biyatına şöyle bir bakmak yeterli- dir: Nasreddin Hoca, İncili Çavuş ve Bektaşi fıkraları, Keloğlan masalları, Karagöz... Bu yazdıklarım eminim siz- lerin de aklına ilk gelen eserlerdir. Bu eserleri hâlâ severek okuyoruz. Taşı gediğine koymak yahut sözün tesirini artırmak istediğimizde bu eserlerdeki nükteler hemencecik imdadımıza ye- tişiyor. Tabii, çevremizde her zaman kaliteli mizaha şahit olmuyoruz. Küfür- lü veya tuhaf konuşarak mizah yaptı- ğını zanneden insanların sayısı hiç de az değil. Oysa mizah için gülünç ola- nı görmek yeterli değildir, onu zarif bir biçimde anlatmak da gerekir. Mizah anlayışımızdaki güdüklük belki de bu noktayı gözden kaçırmaktan ileri ge- liyor. Edebiyatımızda mizaha bir ye- nilik, tazelik getiren Refik Halit Karay mizah hakkında şunları söylüyor:

“Tecavüzün, kabalığın çam de- virmenin bir adı da mizah mıdır? Öyle nüktedanlığı lezzetli bulmuyorum. Mi- zah milletlerin zevkine mi’yar (ölçüt) olur. Gülüşüne bakarak bir adamın fikren yüksekliğine hat çizebilirim. Mi- zah süpürge sopası değildir ki, vur- mak, öğmek, kaba saba güldürmek için kullanılsın. Bu bir fırçadır, dimağı- mızın yorucu ilim ve hayat yollarında topladığı tozları alır. Nazik ve ince bir iştir.” Bu “nazik ve ince iş”in nasıl ya- pıldığını göstermek için nüktedanla- rın kitaplardan derlenen nüktelerine yer veriyorum. İnanıyorum ki verilen cevapları tebessümle karşılayacak, zevkle okuyacaksınız.

Çay Servisi

Hoca Ahmed Yesevî, dağ bayır dolaşmaya çıkmış. Çok yorulunca bir kır evine konuk olmuş. Ev sahibi ken- disine sıcak, renkli bir içecek ikram et- miş. Bunu içtikten sonra Hoca’nın bü- tün yorgunluğu geçmiş, kendini pek zinde hissetmiş. Ev sahibine içtiğinin ne olduğunu sormuş. O da “Çay!”

diye cevap vermiş. Hoca duasını yapmış: ”Çayı içen şifa, yapan safa bulsun!”

Derler ki o gün bugündür ke- lam ve kalem ehli çay tiryakisi olup onun muhabbetinden vazgeçme- miş.

Ne Kadar Fuzûlî

Devrin meşhur şairleri Fuzûlî ve Rûhî, Bağdat sokaklarında dolaşırken karşılarına uyuz bir köpek çıkar. Rûhî,

Bir Mizah Denemesi

Hasan Ali YILDIRIM

(7)

Ne kadar fuzûlî! Leyla ve Mecnun şairi hemen karşılık verir:

Bas kuyruğuna, çıksın rûhî!

Tahmin

Bayburtlu Zihni, bir işi için İstan- bul’a geldiğinde devlet dairelerin- den birine uğrar. Ancak oradaki me- murlar, onun kıyafetini yadırgar ve kendisiyle alay etmeye başlar. Me- murlardan biri:

Hoca Efendi!.. der. Siz hem akıllı hem de bilgili bir zata benziyorsunuz.

Acaba benim yaşımı tahmin edebilir misiniz?

Bayburtlu Zihni altmışına yaklaşmış zata cevap verir:

Zatıaliniz, 30-35 civarında gösteri- yorsunuz efendim.

Zihni ile dalga geçmek isteyen memurlar da aynı soruyu sormaya başlarlar. Şair, her birinin yaşını on beş, yirmi yaş küçülterek söyleyince o dairenin amiri lafa karışır ve alaycı bir tavırla:

Efendi hazretleri!.. der. Ne de gü- zel tahminlerde bulundunuz. Bu ka- biliyet sizde doğuştan mıdır? Yoksa daha sonra mı kazandınız?

Bayburtlu Zihni cevabı yapıştırır:

Meslekten gelen bir kabiliyettir efendim. Babam at baytarıydı, ben- deniz de eşeklere ve sıpalara baka- rım.

Ödünç Kitaplar

Ahmet Vefik Paşa’nın zengin kü- tüphanesine giren biri, çoktandır ara- yıp bulamadığı kitabı görür:

geri vereyim, der. Paşa, adamın elin- den kitabı hemen alır ve şu cevabı verir:

Ben bu kütüphaneyi bir gece için şundan bundan aldığım ödünç ki- taplarla meydana getirdim!

En Yakın Dost

Cezmi romanının yazarı Namık Kemal’e,

Sizin en samimi dostunuz ve en şiddetli düşmanınız kimdir? diye so- rarlar. Vatan şairi şöyle cevap verir:

İnsanın en samimi dostu ve en şid- detli düşmanı, yine kendisidir.

Mezarlığın Etrafı

Namık Kemal, Rodos’ta mutasar- rıf iken mezarlığın sahipsiz olduğunu belirterek etrafına duvar örülmesi için yardımını ricaya gelenlere cevabı şöyle olur:

Ne lüzumu var? İçerdekiler dışarı çıkamaz; dışardakilerden içeri girmek isteyen olmaz!

Üç Sinek

Celal Sahir Erozan, misafirlikte kâ- ğıt oynarken sevinçle ayağa kalkar:

Ben kazandım!

Ev sahibi itiraz eder:

Yok üstat, bu oyuna göre elinizde üç sinek olması lazım. Halbuki iki sine- ğiniz var.

Merhum şair gülümser:

Bir sinek de getirdiğiniz kahveden çıktı, oldu mu üç?

(8)

Bazen küçük bir oyundu hayat bize, Tekmeyi vuracağını bile bile oynardık işte, Ya çok saftık,

Ya da hayata göre tecrübesiz.

Bir şekilde bir sıfır öndeydi işte bizden, Hatalarımızı yüzümüze vura vura, Daha da sıkı bağlıyordu kendine.

Hayatın cilvesiydi belki de bu.

Her seferinde biraz daha, Hafifliyordu acılarımız,

Belki de alışıyorduk hayata kim bilir.

Ya da ölüme bir adım daha yaklaşıyorduk.

Acılarımız ondan azalıyordu belki de,

Bırakıp gideceğimizi bildiği için yavaş vuruyordu tekmeyi, Belki de yalan olduğunu oda anlıyordu artık.

Kim bilir belki oda bir oyun içindeydi.

Hayatın Oyunu

Müberra TASUS 12/İHL

(9)

Yazabileceğim tüm şiirler Çoktan yazılıp bitmiş

Söyleyebileceğim tüm şarkılar Yalnızlığı reddetmiş

Yazın güneşindeyiz lakin

Hayaller kışın karanlığına hapsedilmiş Kar taneleri misali masumken umutlar Çıkan güneş her şeyi mahvetmiş Yazılanlar söylenenlere ders verirken Kelimeler seyretmiş

Suskun dudakların anlatamadığını Saklanamayan gözler anlatmış Kalbin karşısına çıkan tebessümün Yalancı şahidi olmuş dizeler

Yürek haykırırken sevdiğini Dudaklar anlatmamış bildiğini Gören gözler biliyormuş gerçeği Kalp itiraz etmiş her şeyi

Susmuş kelimeler, anlatmış gözler Yağmur misali yağınca gözden yaşlar Umutlar kül olmuş aniden

Uyku kaçış yöntemi bellenince Ölümle sonlanır olmuş günler birden Yaşamak zor diyeymiş hep bunlar Ya gaipe gitmek

O çok mu kolaymış

Bir Şey İşte

Emine SİPAHİ 11/A

(10)

Bugünün dünyasında her şeyi teşhir etmek ne kadar kolaylaştı. İn- sanlar ne kadar rahat. Eski zamanlar- da mahrem olanın bir anlamı vardı.

Bugünse en ufak bir şeyi bile cümle âleme duyurmak arzusu içerisindeyiz.

Neden bu kadar kendi reklamımı- zı yapma derdine düştük? Niye her şeyimiz ortada? İnsanlar sanki teşhir etmezse varlığının son bulacağı kor- kusuyla yaşıyor bugün. Utanılacak bir şey kalmadı. Çünkü artık her şey normalleşti. Çünkü her şey insan için!

Çünkü hiçbir çağda olmadığı kadar yalnız bugün insanlar. Ne kadar bağı- rırsa, ne kadar gürültü çıkarırsa ve ne kadar kendini teşhir ederse o derece yalnızlığını bastıracağını, yalnızlığımızı bastıracağımızı düşünüyoruz. Oysaki sadece daha fazla yalnızlaşıyoruz.

İnsanlar bizden daha da çok uzak- laşıyor. Çünkü hiç kimse gerçek ma- nada birbiriyle sohbet etmiyor. Birbiri- nin dertlerini dinlemiyor. Varsa yoksa kendimizi olmadığımız biri gibi göster- menin telaşesi içerisinde birilerinin - o birileri kimse- İde-

alize ettiği dost- luklar ve arkadaş- lıklar peşindeyiz.

Peki, bunun sonu nereye varacak?

İnsanlığımızdan daha ne kadar kaybedeceğiz?

O şişkin egoları- mız ne zaman pes edecek? Ve ne zaman teslim ola-

cağız bizi biz yapan insanlığımıza?

Bu soruların ardı arkası kesilmez.

Gerçek şu ki ciddi manada yıpranı- yoruz. Ödün üstüne ödün veriyoruz hayatımızdan. İş ahlakı, çalışma ah- lakı… Birçok ahlak ve ahlakın konusu olan pek çok ahlaksızlık var bu dün- yada. Peki, Müslüman olmanın ah- lakı, insan olmanın ahlakı, yaşamın ahlakı nerede? Eğer yaşamak bir sanatsa, hayatımız her gün en kötü sanatçılarla çevreleniyor. Mutsuzlar, küskünler, kötüye razı olanlar, sıra- danlığın içinde eriyenler… Onlar gün geçtikçe artıyor. Ve her gün içlerin- de biriktirdikleri kinlerini teşhir ederek birbirlerini daha da itiyorlar. Her sefe- rinde biraz daha uzaklaşıyor insan in- sandan. Allah’ım bu ne kibir! Birbirini dinlemek, birbirini sevmek ne kadar zor. Ne kadar zor ön yargısız başla- mak. Ne kadar zor içimizdeki benlik savaşını bitirmek. Ne kadar zor birbiri- mizi sevmek. Ve ne kadar kolay birbi- rimizden nefret etmek.

Açık Yazılar

Ali Osman SARI

(11)

İleri derecede istek ve alışılmış olarak yapılan davranışlara bağım- lılık denir. Bağımlılık denilince akılla- ra genelde kötü alışkanlıklar geliyor.

Bazen çok kitap okumak, sürekli test çözmek ve benim gibi devamlı çok çay içmek de aslında bağımlılık sayı- lıyor. Kitap okumak aslında çok güzel bir şey değil mi? Ama bazılarımız çok fazla kitap okuyarak sosyal hayattan ve sorumluluklarından uzak kalıyor.

Bence her ne kadar yararlı da olsa her şeyi dozunda yapmalıyız. Ba- zılarımız teknolojik araçlara bağlı. İşte asıl onların vay haline. Televizyonun başından saatlerce ayrılmayan bir insan ne kadar gelişmiş olabilir ya da gelişmiş olabilir mi? Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslüman’da bir farzı yerine getirecek kuvvet ve istek kal- mış mıdır? Televizyon bizim ruhumuza ince ince işlenen en zararlı bağımlı- lıktır. Bir gün boyunca televizyon izle- meyip yaralı işler yapmayı denesen ne olur ki? Kıyamet kopacak değil ya. Neler kazanacaksın kim bilir?

Gel gelelim madde bağımlıla- rına. Onların ise sa- dece kendilerine değil topluma da zararları vardır. Bir insan neden alkol kullanır sizce? As- lında bunun birçok sebebi var. Mesela psikolojik sorunlar,

borç durumları veya arkadaş çev- resinden kaynaklanan sorunlar var.

Bence 16-17 yaşlarında alkol kullan- maya başlayan bir genç genelde ar- kadaş çevresinden etkilenir. Malum bu devirde kendine hakim olmak çok zor. Çünkü bizim girdiğimiz ortam cehennem çukurundan daha zor ve berbat. Etkilenmemek mümkün ol- muyor. Burada söz biraz da ailelere düşüyor. Aileler evlatlarına iyi terbiye vermeli ve onların nasıl ortamlara gir- diğine bakmalı. Borç meseleleri için- de alkol kullanmaya başlayanlar ise ne yapacaklarını bilmeyip kendilerini alkole vuruyorlar. Onlara sadece bir cümle söylemek istiyorum. Derdim var diye çareyi alkol de arayanlar derdinizden büyük Allah var.

İşte bazılarımızda böyle dertler yüzünden bağımlı oluyor. Bağımlılık hem toplumumuza hem de kendimi- ze zararlı olabiliyor. Velhasıl kelam ak- lınızı başınıza devşirip bu tür şeylerin bağımlısı olmayın. Kötü alışkanlıklara uymayalım. İyi alışkanlıkları da aşırıya kaçırmayalım.

Kötü Alışkanlık

Sevim ASLAN 10/A

(12)

Güneş yas tuttu Ay’sa ağladı Yıldızlar bağırdı

Gökyüzü ise onları bağrına bastı Hiç dinmeyen yastı acıyan yara Anaların feryadı ölmekse vatan uğruna Çocukların ağlayışı yüreklerde yara Eşlerin çağrısı duadır Allah’a Kanlar sel oldu aktı

Her birinin göğsünde kurşun yarası Ayakta duramaz babası

Dinmez dostlarının gözyaşı Bir derman gibiydi İstiklal Marşı

Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet ne bu celal Sana olmaz dökülen kanlarımın sonra helal Hakkıdır şehitlik, Hakka tapan milletimindir istiklal Cenaze aracı geldi memlekete

Düşmanları ağlar sözde Parlar yaşlar gözde Bu şiirim tüm şehitlere

Tabut başında şehit çocuklar Hiç susmaz anaları

Ayaksız ata binmiş gidiyor Bu vatanın evlatları O kadar şehit oldu Biricik Türkiye’mde Seve seve ölmeye Ant içtik bile Günler geçmezdi geceler bitmezdi

Bu gece 15 Temmuz unutulmaz gitmez Karanlıklar yerini aydınlığa bırakmak bilmez

O gün 15 Temmuz asla silinmez Geldi hainler gece karanlığında Koştuk savaştık imanımızla Genç ihtiyar hepimiz çocuklarıyla 15 Temmuz gecesi karanlığında 241 tane şehit verildi

Kalpteki imanlar yeniden dirildi Utanmayan hainler ülkeye girdi Hep birlikte onlara dur dendi 15 Temmuz gecesi bir olduk Ayakta koştuk hepimiz Biz biriz asla bölünmeyiz

Hainlere verimeyiz güzel ülkemizi

Bir cuma akşamıydı

Işıklar kesildi her yer karanlık olduFakat imanımızın

Işıltısını kesemediler Türkiye el ele kol kola Yaşlısıyla genciyle Dimdik ayakta

Her zaman her yerde Türkiye Sokaklara döküldük

Ya istiklal ya ölüm Ezanlar dinmez

Vatan bölünmez, dedik.

15 Temmuz

Mahmut ERTAN 9/AİHL Melek KARACA 9/AİHL

Neslihan GÜLER 10/ Çocuk Gelişimi

(13)

EN DEĞERLİ ŞİİRİMDİN

En değerli şiirimdin, biliyor musun?

Her mısrasını hece hece ezberlediğim, Gözyaşlarımı tutamadığım yazarken…

Sırılsıklam ettiğim şiir kağıdının, Küçük bir çocuk misali…

Oturup kurumasını beklediğim.

Ama kurutamadım işte,

Her gece yağmurlar yağdı gözlerimden.

Mesaj attığımda,

Canı boğazında bekledim terslemeni.

Canı boğazında atar mı insanın?

Atarmış işte. Yeni öğrendim.

Sen huzurla uyurken yatağında, Ben şarkımızı defalarca dinledim.

Senin reddetmen

Köreltmedi sana olan zaaflarımı.

Kötülüğünü istemeyi beceremedim, Yakamadım senle olan hayallerimi

NOT: SENİ SEVİYORUM Bir Mayıs akşamıydı

Kalbime düştüğünde gözlerin

Nasıl dökülür kalemimden kelimelerim

İki kelimelik bir cümlenin bu kadar zorlaşacağı İştahımın, seni düşünmekten kapanacağı Sesini duyduğumda heyecandan titreyişim Hepsi sadece bu iki kelimede gizliydi aslında İmkansızdı belki de bu aşk

Ama sözcüklerin dudaklarımdan dudaklarına dökülme Yüreğimin yüreğine dokunma ihtimali vardı belki de Olur muydu gerçekten

Tutar mıydın ellerimden

Bir gün aşkla bakar mıydın gözlerime Seni sevdiğim gibi sever miydin sende Ah bu aşk öyle zor ki tek kişilikken Neden söyleyemiyorum sevdiğimi seni Gitmekten korkuyorum

Belki de tamamen kaybetmekten Duygularıma yenik düşüyorum Çünkü yanında olmak istiyorum Dudaklarından

Beni sevdiğini duymak istiyorum Eğer sevgiyse gerçekten bunun adı Galiba

Seni seviyorum

Mehmet KOYUN

Rabia AÇIKGÖZ

Eski Mezunlardan Gelenler

(14)

Yaşamda herkes sürekli iletişim ve ilişki ağları içindedir. Doğası gereği iletişim kurmak insanoğlunun en te- mel ihtiyaçları arasındadır. İnsanlar arasında bilgi, duygu ve düşünce paylaşımları, konuşmak, tartışmak hatta kavga etmek ve ağız dalaşına girmek bile iletişimi oluşturur. Burada önemli olan sağlıklı bir iletişim kurabil- mektir.

Öncelikle iletişim saygı kökenlidir.

İnsanların saygı duymadıkları kişilerle doğru iletişim kurması beklenemez.

Ayrıca güven her kapının anahtarı- dır. İyi bir iletişimin anahtarı güvendir.

İletişim kurarken karşı tarafa güven vermek aslında etkili bir iletişimde ilk adımdır. İşte bu sebeplerle iletişime başlarken karşı tarafa saygı göster- meniz ve güven vermeniz gerekmek- tedir.

İyi bir iletişimin olmazsa olmazı dinlemektir. İletişim kurarken önce iyi bir dinleyici olun. O konuşurken lafını bölmeyin ya da konuşmanın sonunu tahmin etmeye çalışmayın. Beden dilinizle sadece ona odaklandığınızı karşı tarafa hissettirin.

İletişimde bir diğer önemli unsur beden dili ve görüntüdür. Karşınızda- ki kişi konuşurken sadece ilgileniyor- muş gibi görüntü vermeyin. Onu ge- çiştirmeyin. İletişim halindeyken göz teması kurun ve o ana odaklanın.

Asla başka bir işle meşgul olmayın ve dikkatinizi başka yöne kaydırmayın.

Jestlerinizin (el-kol kullanımı ) sözle-

rinizle aynı mesajı vermesini sağlayın.

Özellikle konuşurken ellerin kenetlen- mesi, kolların kavuşturulması ve elle- rin çene hizasında olması durumların- dan mümkün olduğunca kaçının.

Çok fazla konuşmayın. Toplulukta eşit miktarda konuşmaya dikkat edin çünkü çok fazla konuşmak toplumda pek kabul görmez.

İletişim sanıldığı gibi kolay olma- yan bir olgudur. Çünkü iletişim kurar- ken insanlarla doğru bir paylaşımda bulunmak gerekir. İletişim kuruldu- ğunda hayat ilerler, insanlar anlaşır- lar ve yaşanan problemler çözülür, hedeflere daha çabuk ulaşılır. İletişim kurmadan kimsenin yaşayamayaca- ğı düşünülürse iletişim aslında içilen su, yenilen ekmek gibidir. Ancak etkili ve doğru bir iletişim kurulmadığında iletişim yenilen ekmeğin, içilen suyun zehir olmasına bile neden olur.

Doğru İletişim Kurabiliyor Muyuz?

Psik. Dan. ve Rehber Öğrt. Abdullah İNCEL

(15)

Üniversite hazırlık yapan 12. sınıf öğ- rencilerimin en büyük derdini açıklıyorum, sorularını cevaplıyorum. İşte en sık karşılaş- tığım sorular…

• Kaç soru yaparsam kaç puan olur, barajı nasıl geçerim?

• Çalışmadan/ az çalışarak nasıl ka- zanırım?

• Bu mesleğin önü açık mı?

• Ataması var mı?

• Nereye kadar yükselebilirim?

• Kaç bin TL maaşla işe başlarım?

İşte tüm sorulara cevaplarım:

Ben nerden bileyim kaç soru kaç puan.

Bildiğim tek şey az soru az puan, çok soru çok puan. Aslında burada üzerinde dur- mamız gereken puan hesabı yapmak de- ğil. Puan hesabını kim yapar ki? Haftalar önce şampiyonluğu garantilemiş takımlar veya küme düşme potasının üzerinde olup hedeflerini gerçekleştirmiş takımların puan hesabı yaptığını ben görmedim.

İşte bu. İşte senin barajı geçme hede- fin yetinmen gereken bir hedef değil. Sen hedefini yüksek tut zaten baraj çok rahat geçilir. Yukarda yazdığım diğer soruların cevabını arıyorsan barajın üstüne zaten çıkmalısın hem de fazlasıyla çıkmalısın.

Çalışmadan maalesef yüksek hedef- lerini gerçekleştiremezsin. Emek olmadan yemek olmayacağı gibi hakkını vererek çalışmadan da bir üniversitenin önü açık bir bölümü olmaz. Özenle sınava hazırlan- mak ve soruları cevaplandırmak ne kadar önemliyse akıllı tercih yapmak daha fazla önemli. Sadece, üniversite kazanmış ol- mak için bir tercih yapılmaz. Gerçekten ilgi duyduğun, yeteneğin olduğuna inan- dığın ve yaptığın araştırmalarla “önü açık”

olduğuna karar verdiğin bölümleri tercih etmelisin. Sonuçta üniversite okumak gü- zel ama mezun olduktan sonra da boşta kalmayı kimse istemez. Azimli ol, artık ek- mek aslanın ağzında değil “midesinde.”

“Nereye kadar yükselebilirim” sorusun- da aslında öğrenci bana şunu diyor. “Ho- cam ben diplomamı aldığım gibi müdür olarak atanabilir miyim”

Sevgili öğrencim kimse kimseyi oku- duğu üniversite sayesinde yönetici olarak atamaz. Zaten müdürlük diye bir bölüm de yok.

Şöyle düşün öğrencim, senin bir şirke- tin olsa bugün mezun olmuş birini yarın he- men şirketinde yönetici yapar mısın?

Ben olsam yapmam.

Bu arada ilerde üniversite kurmayı dü- şünüyorum:

“Yat Uzan Para Kazan Üniversitesi, Ba- şım Ağrıyor Fakültesi, müdür olayım astım olsun ama üstüm olmasın- dünya para kazanayım ama kendim çalışmayayım adamlarım çalışsın bölümü.”

Kesin full çeker, öğrenci merkezi olur, eğitim üssüne dönüşür.

Her meslekte kademe ilerlemek de yükselip müdür olmak da kendi elinde sevgili öğrencim. Çok para kazanmak da kendi elinde. Tabi ki de büyük hayaller kur fakat kimse size işe ilk başladığınız zaman yüksek maaş vermez. Ancak mezun oldu- ğun üniversiteye, bildiğin yabancı dile ve farklı yerlerde yaptığın stajlara göre maa- şın değişebilir. Yalnız üniversiteden kupkuru bir diplomayla mezun olduysan ve hiçbir şekilde girişimci ruhunu gösteremezsen as- gari ücrete hazır ol.

Gördüğün gibi meslek seçimi öyle ba- sit bir süreç değil. Birçok parametre üzerin- de değerlendirme yapıp sonuca varman gerekecek. Unutma! Seçtiğin meslek bir ömür zevkle icra edeceğin ve mesleki ola- rak doyum sağlayabileceğin bir meslek ol- sun. Sonuç ne olursa olsun ilgi duyduğun işi yapmaktan vazgeçme. Yönetici ola- masan da az para kazansan da sevdiğin işi yapmaktan vazgeçme. Azmini göster.

Kararlılıkla yürü. Gerisi zaten gelecektir…

Bu Mesleğin Önü Açık Mı?

Psik. Dan. ve Rehber Öğrt. Abdullah İNCEL

(16)

Şimdiye kadar özgürlüğün sınırsızlığı- nı, kendimize güvenmemizi, sınırlarımızı zorlamamızı ve çalışarak daha iyisini ba- şaracağımızı anlatan birçok eser yazıl- mıştır. Bunların tamamındaki kahraman- lar insan olmakla beraber birbirlerine benzedikleri için sıkıcı ve sıradan sıfatla- rına maruz kalmışlardır. “Martı” adından da anlaşılacağı üzere bir martının hayat öyküsüdür. Bir martı üzerinden yapılan başarılı kişileştirmeler ile insana sınırlarının olmaması gerektiğini ilik ilik işlemektedir.

Martı Jonathan küçük aklıyla öz- gürlük inancını birkaç cümleye sığdırıp şu şekilde anlatmıştır:

”… Cehaletimizi kırabiliriz becerileri- mizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullana- rak kendimizi bulabiliriz; kendimiz olabili- riz. En önemlisi özgür edebiliriz…”

Asıl yalnızlık insanın kimseyle ko- nuşmayıp bir kuytuda öylece yaşlan- ması değil kalabalıklara başkaldırıp herkesin dediğini değil kendi isteklerini gerçekleştirmek için karar verdiği biçim- de yürümesidir. Herkesten kaçınca yalnız olamazsın lakin fikrin yalnızsa sen de yal- nızsındır. Martı Jonathan, mutlak bir yal- nızdı. Onlar öyleyse ben de öyle olmalı- yım o yasaya uymalıyım ya da diğerleri gibi ben buyum bu kadarım demiyordu zaten deseydi yapamazdı. Böylelikle de bizlere özgür olmanın ilk şartının kendini sınırlamamaktan geçtiğini anlatmak is- temektedir.

Çalışmaları sonucunda bir martı- nın normal hızının kat kat üstünde bir hıza çıktığında dışlanmıştı, tek kalmıştı. Mese- la artık diğer martılar gibi balıkçılardan artakalan balıklara muhtaç değildi ya da vapur başında oluşan simit kapma yarışlarında kendi balığını kendisi avlıyor-

du. Öğrenmenin zevkini ve özgürlüğünü hissetmeye başlamıştı. Fakat bunlar di- ğer martıların gözünde sorumsuzluktan başka bir şey değildi. Bunun, kendini sınır- layan korkakların gözünde sorumsuzluk olarak görüleceğini, onu anlayamaya- caklarını ama özgürlük uğruna bunların göze alınması gerektiğini gösterir. Tam bu esnada martı Jonathan’ın şu sözleri ilgi çekicidir:

“Yaşamın gerçek anlamını arayan, bulmaya çalışan bir martıdan daha so- rumluluk sahibi biri olabilir mi? Bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak.

Artık yaşamak için bir nedenimiz olma- lı; öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi…”

Kitabın ikinci bölümünde Jonat- han, parlak tüylü iki martı ile tanışır. Bu martılarla göğe yükselen Jonathan, git- tikleri yeri cennet zanneder. Burada ken- di görüşüne yakın bulduğu birçok martı ile tanışır. Fikri yalnızlığından bir süreliğine kurtulursa da bu beraberlik fazla uzun sürmez. Herkes onu dorukta görürken o, kendi doruğunun olmaması gerektiği ka- nısındaydı ya da doruk onun için bildiğini öğretmeyi becermek olabilirdi. Bu sefer yol arkadaşı da vardı. Kovulduğu sürüye öğretme hevesi ile geri geldi. Çünkü ona göre öğretmeyen kişi doruklarda de- ğildir artık. Sonuçta en büyük ilim, ilmini paylaşmayı bilmektir.

Jonathan’a Tanrı’nın oğlu denir ama değildir; o sadece içlerindeki yalnız olandır, kendine güvenendir, sınırlarını zorlayan ve çalışarak daha iyisini yapan- dır. O özgür olandır.

Bu öyküyü ise insanlara uyarladığı- mızda biz sadece dünyamızdaki özgür- lüğün bitişini izleyen martılarız.

Martı

Emine Sipahi 11/A

(17)

Yaşamımızda özgüven ile ego arasındaki farkı oluşturan hangi özel- liklerimizdir?

Birçok kişi, özgüven olan insanlar ile özgüveni olmadığı halde hep öne atılmaya çalışan egolu insanları birbi- rine katar yani karıştırır. Özgüven insa- nın kendine güvenip bir şeyler dene- yip yapabilmeye çalışmasıyken ego ise sahibi olduğu kişilerin yapabildik- leri şeylerle kendilerini savunmasıdır.

İnsanın kedine özgüvenli olması aslında gerekli olan bir şeydir. İnsanın yeni beceriler kazanmasında yardım- cı olduğu gibi kendini geliştirmesinde de çok yararı vardır ama ego insa- na hiçbir şekilde faydası olmayan saçma bir direniş gibidir. “Hayır, yani tamam bir şeyler beceriyorsun da bunları geliştirmek yerine niye çemki- rirken kullanıyorsun?”

Sadece bilen bir insan düşün, öz- güvenden eksik, nasıl öğretecek ki bildiğini kendine güveni yokken. İşte belki de bunun için önemlidir özgü- ven, özgüveni olmayan bir insan ce- halet savaşına girip gazi olmadan çıkabilir mi? Çıkamaz! Kendine gü- venmektir savaşlardan sağ çıkmak.

O arkasına sığındığımız gereksiz ego- larla Türklerin de deyişiyle ‘bir cacık olmaz.’

Egolar insanın kendine kurduğu o kuytuya girip kendi özünün çıkmasını engelleyen gereksiz şeylerden başka bir şey değilken, özgüven ise aslında insanın kendini gösterip gösterdiği

kendini geliştirmesidir.

Ego insan ilişkilerini zayıflatır, ego- ları olan insanlar yüzünden çirkin tanımı vardır belki de yani belki de ondan çirkin güzele, zengin fakire yakıştırılmamıştır. Ego duygulara bile engel olabilirken şimdi kendinize so- run ‘ego mu özgüven mi?’ Ya da bu işi soruya bile bırakmadan aynanın karşısına her geçtiğinizde kendime güveniyorum demeniz yeter, tabi iç- ten inanınca her şey mümkün.

Egoma Ters Düşüyorsun

Işılay VARLI

(18)

Koruyucu Meleğim Ben bir fidanım

Toprağım suyum oldun Ben bir bebektim

Koruyucu meleğim oldun

Küçüktüm daha

İhtiyacım vardı korunmaya Güldüğümde ağladığımda Benimle oldun daima

Hastalandım uyumadım Ağladığımda sende ağladın Duygularımı her zaman paylaştın Benim diğer yarım oldun

Sensiz bir hayat düşünemem Sensiz ben hiç gülemem Sensiz bir gün bile geçiremem Benim canım annem

Kimse dolduramaz senin yerini Ne akraba ne arkadaş

Bana her zaman oldun bir yoldaş Benim canım annem

Mine KORKMAZ 10/AİHL

Annelere

Cennet Sensin Anne

Dokuz ay kanında taşıdın Ne dertler çektin annem

Yıllarca peşimde dolandın benim Ne cefalar çektin annem

Nasıl unuturum anne nasıl

Gecelerce başımda durduğunu Nasıl unuturum anne nasıl

Beni bir zırh gibi koruduğunu

Anlatabilir miyim anne Sana olan inancımı, sevgimi Dökebilir miyim bu mısralara Senin bendeki değerini

Sen bana yıllarca baktın Şimdi sıra bende anne Sen beni başının tacı yaptın Şimdi sıra bende anne

Cennet senin kokundur Cennet senin elindir Cennet senin sesindir Cennet sensin anne

Sevim ASLAN 10/A

(19)

Annem

Nasıl hatırlamam annem

O başucumda söylediğin ninnileri

Uzun kış günü masal gibiydi Benim gönlümü sardığın gibi

Uyusun da büyüsün derdin Büyüdüm annem

Hem uyudum hem büyüdüm Hayatın gerçeklerini gördüm

Ben yürürken annem bakar gülerdi Tükenmez borcum var anneme benim

Sevgin bir başkadır içimde Hayat bir başkadır seninle

Ninnini ömür boyu kulaklarımda tuttum Uykusuz gözlerimi ninninle uyuttum

Korktuğum zaman koynuna sokulurdum Sıkı sıkı sarılır yumuşacık dokunurdum annem

Cennet ÇAKIR 10/ Çocuk Gelişimi

Annelere

Sensin Anne

Özlüyorum seni anne Hem de çok

Doyamıyorum sana

Sevgiyle kucakladığın aşkına

Hayatımdaki en büyük Nimetimsin sen anne Her şeyim eksikken Bir sen tamamdın bende

Çok sevgiler gördüm ben Çok kişiler sevdi beni

Ama hepsi geçiciydi ve geçti

Bir senin sevgin yetti En çok seven sendin beni Herkes geçti de anne

Bir sen geçmedin bir de sevgin

Tanıdığım ilk dostum Öğreten ilk öğretmenim Hayattaki ilk kararım Sensin anne ilkimsin işte

Sen benim her şeyimken Sakın bırakıp gitme beni anne

Seninle tamamlandım seninle bütünleştim Yok olurum senden sonra

Bırakma beni anne bırakma beni

Figen KAYGUSUZ 10/ Muhasebe

(20)

Okumak kanat takıp uçmaktır fark- lı alemlere.Gökyüzünün kaç farklı rengi varmış öğrenmektir.Bulutları şimşekleri yağmuru karı sevmek,hayatı olduğu gibi kabullenmektir.Çünkü çıktığında görür- sün yükseklerden,yalnız değildir insan.

Aynı acıları yaşamış aynı yolları aşmış aynı yerde yorulmuş,duraksamış senin gibi niceleri vardır. Ders almak tecrübe edinmektir okumak.

Okumak sevmeyi öğrenmektir.Bir şiir- den daha güzel ne anlatır aşkı?Bir çiçe- ği, ağacı sevmek değil mi asıl olan?Öy- leyse okumadan nasıl bilinir etrafa farklı bakmak? Hayatı farklı yorumlamak. Ya- şamak mı,hayalin yanında sadece bir tecrübe. Hayali gerçeğinden çok daha güzeldir bazı anların.O yüzden hayal kur- maktır okumak.Bilmediğin ülkeleri keşfe çıkmak,tanımadığın limanlarda misafir olmaktır.

Okumak keşfetmektir kendi ruhunu.

İnsan nelere üzülür şu fani hayatta. Ya da nelere sevinir de başı göklere değer anlamaktır. Kendini tanımak eksiklerini düzeltmek için zaman verir kitap insana.

Mutlu olabilmen,huzurlu yaşayabilmen için hocan yanı başındadır. Açmazsan o sihirli kutuyu çevirmezsen sayfaları yarım kalır tüm tedaviler.

Okumak şaşırmaktır çoğu zaman.

Ben nerdeyim zihin olarak, bunu yazan insanlar nerde demektir. Yazarlar nelere kafa yormuş hayata nasıl anlam biçmiş- ler anlarsın okursan. O zaman gözünde küçülür dertlerin. İyi düşünmek kaliteli yaşamak için çareler ararsın. Sende her- kesten farklı şeylere kafa yorarsın. Sen de onlar gibi ufka yelken açarsın.

Okumak sanatı anlamak,eşyayı yo- rumlamaktır. Düşünen,üreten,eser ve-

rene saygı duymaktır. Yeni pencereler açmak geleceğe,hatıralarına eleştirel bakmaktır. Akıllı olmak etrafta olan bi- tenden haberdar olmaktır. Dünyayı tü- ketmeden, kimseyi öldürmeden, acılar yaşatmadan bir orta yol bulmaktır.

Okumak baharda kelebekler gibi mutlu olmaktır. Güneşin,çiçeklerin tadını çıkarmak mis gibi temiz havayı içine çek- mek yenilenmektir. Bilmediğin görmedi- ğin tatmadığın güzelliklerin varlığını his- setmektir. Bir sayfada bir paragrafta bir cümlede mest olup kitabı bağrına bas- maktır. Sahip olduğun her şeye sevin- mek,şükretmektir. Evet bazen yalnızlaş- maktır ama sevdiğinin kıymetini bilmek de okumakla mümkündür. Çünkü bazen bir bakış bir gülüş bile yaşamaya değer.

O anı zihnimizde ölümsüz kılan ise yine bir cümlenin gücüdür.

Okumak mı, işte sadece sıradan bir eylem ,diyenlerin inadına ,bir yaşam tar- zıdır okumak.İnsanı araştırmaya,meraka sürükler.Bilgi üstüne bilgi edinir,ayakların altında bir kule inşa edersin.Bir gün ba- şın bulutlara erdi mi, kitap okumayı ba- sit bir eylem görenleri ararsın etrafında.

Ama olgunsundur artık,her sayfa her ki- tap kendi kişisel yolculuğunda bir adım öne atmıştır seni.Çok yol almışsındır.Ya- şamanın tadını,acının ızdırabını,bir gülü sevmeyi bir güle benzemeyi öğrenmiş- sindir.Farkındasındır cebi dolduranlar değil beyni dolduranlar değerlidir.Ken- dine,çevrene,çocuklarına en değerli hediyeyi sunmuş bir kitaplık bırakmışsın- dır.Hangi miras sevgiden daha değerli olabilir ki?İşte sonuç okumak en büyük zenginliktir.Ve bir kitap bir çok hazineye bedeldir.

Okumak Özgürlüğe Uçmaktır

Asiye Solakkurt

(21)

Okulumuz coğrafya dersi zümre- si olarak bu yazımızda sizlere coğrafi olaylar ile ilgili doğru bildiğimiz yanlış- lar hakkında bilgiler vereceğiz.

İlk olarak ülkemizde en çok turistin geldiği bölge ve il hakkında bilgi ve- relim. Ülkemizin en çok turist çeken ili ya da bölgesi neresidir diye bir soru sorsak çoğunluğun Antalya ya da Akdeniz Bölgesidir dediğini duyar gibi oluyoruz. Ancak sadece yaz turizmini ele alırsak bu bilgi doğru olurdu ama turizm sadece yaz ve plaj turizmin- den ibaret değildir. Kültür, kongre, spor, sağlık gibi birçok turizm etkinli- ği vardır. Bunların hepsini bir arada düşünecek olursak ülkemizde en çok turistin geldiği il İstanbul en fazla turis- tin geldiği bölgede Marmara Bölge- si’dir.

İtalya da bulunan ve eğikliği ile dikkat çeken bir kule vardır ki ismi acaba Pizza kulesi mi yoksa Pisa ku- lesi midir? Doğru cevap: Pisa Kule- si’dir. İtalya’nın kuzeyinde bulunan Pisa şehrindeki bu kule bulunduğu şehirle aynı ismi paylaşmıştır. Ancak genel olarak bir Pizza kulesi söylemi vardır. Galiba bunun nedeni de İtal- yan mutfağının vazgeçilmez yiyece- ği olan pizzadır.

Yazımıza yaşanmış bir olayı anla- tarak son verelim. Şimdilerde Coğraf- ya Profesörü olan bir hocamız 1967 yılında gencecik bir delikanlı iken üniversitesinin ara tatile girmesiyle birlikte valizini toplar doğruca Yoz- gat’taki köyüne gider. Tarih 17 Aralık

1967’dir. Köy kahvehanesine girer.

Selam sohbet derken…. Radyo da bir haber vardır. Haberde aynen şöy- le denmektedir: “Avustralya Başba- kanı Harold HOLD, Cheviot plajında yüzerken ortadan kaybolmuştur. Bo- ğularak can verdiği tahmin edilmek- tedir.”

Haberin bitiminde köy ahalisi söy- lenmeye başlar bu kış günü denizde ne işi varmış canım vs vs … Hemen hocamız söze atılmış: “Ağalar yan- lış biliyorsunuz. Biz Kuzey Yarım Kü- re’deyiz. Avustralya ise Güney Yarım Küre’de. Biz kış mevsimini yaşarken orası yaz mevsimini yaşamaktadır.

Oralarda bu aylarda denize girmek kadar doğal bir şey yoktur.” dese de kimseyi inandıramaz ve çaresizce evin yolunu tutar. Dünyamızı ortadan ikiye böldüğü varsayılan özel bir en- lem vardır ve adı Ekvator’dur. Ekva- torun kuzeyinde kalan kısma Kuzey Yarım Küre, güneyinde kalan kısmına ise Güney Yarım Küre denmektedir.

İşin en ilginç tarafı ise aynı tarihte Ku- zey Yarım Küre’de yaşanan bir ola- yın tam tersi Güney Yarım Küre’de yaşanmaktadır. İsterseniz bu yazıyı okuduktan sonra internete girerek rahmetli Barış MANÇO’nun Ekvator çizgisi üzerinde ki deneyini izleyebilir- siniz.

HAYATINIZDAKİ GÜNEŞLİ GÜN SA- YINIZIN FAZLA OLMASI DİLEĞİMİZLE….

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

BÇPAL COĞRAFYA DERSİ ZÜMRESİ/AYSUN ATEŞ - ABDULLAH ATEŞ

(22)

Cennet, kâğıdını, boyalarını hazırladı.

Yapacağı ilk harita olacaktı bu. Neden- se ilk olan her şey heyecanlandırırdı onu.

Bir çeşit korkuturdu da. İlk kez şiir okuyu- şu, okula başladığı ilk gün de böyle ol- mamış mıydı? Günler öncesinden hazırlık yaptığı, heyecanla, merakla koşup gel- diği okulun kapısından içeri girememişti.

Bu durumu Hakan Hoca görmüştü. Gelip ona yardımcı olmuştu. İlk derste ona çok yardımcı olup onu teselli etmişti. Sonra Cennet, yavaş yavaş arkadaşlarına, or- tama alışmıştı.

O günler geride mi kalmıştı? Bence hayır, hangi yaşta olursa olsun, ilk olan her şeyde o korkudan, o heyecandan birer parça vardı. İyi de oluyordu belki.

Bir çeşit heyecan da oluyordu. Heye- canlarsa yaşadığını hissettiriyordu. Harita yapmakta bunlardan birisi miydi? Hangi boyalardan başlasaydı? Eli kendiliğinden mavi pastele uzandı. Denizlerden başla- manın kolay olacağını düşündü. Şişko iki karnı içine çekilmiş incecik beli olduğu Karadeniz’i çiziyordu ki tam orta yerinde fırtınaya yakalandı. Karadeniz de hep böyleydi nedense. Fırtınası ne zaman patlayacağı, hangi kıyıları dalgalarıyla döveceği belli olmazdı. Yazın Sinop’a gitmişlerdi de. Aman ne dalga… Ge- miler, sandallar fındık gibi savruluyordu önlerinde. Ancak uzun boylu, geniş göv- deli o Karadeniz dağları karşı durabiliyor- du. Karadeniz’den Marmara’ya geçti.

Sakin sütlimandı burası. Tül gibi mavisini ak köpüklere benzeyen martıların altına sermişti. Akdeniz tuz kokuyordu İzmir, An- talya kıyıları en koyu maviyi dantel gibi işlenmişti. Kıyı boyunca uzanan dağla- rı çam, zeytin kokuyordu. Mersin muz, Adana portakal bahçelerinin içindeydi.

Sonra Toros Dağları’ndan geçip Anka- ra’ya gelmişler tam Adana’ya kadar gelmişti ki gerisin geri döndü. Böylesine dalgın oluşuna da şaştı. Koca Toros Dağ- ları’nı yapmadan geçip gidecekti. Sonra ne derdi öğretmeni? Mavi pastelini bıra- kıp kahverengi olanını aldı. Antalya’dan

Hatay’a sivri sivri tepeler çizdi. Torosların tam ortasına da Külek Boğazı’nı koydu.

Yeniden mavi boyasını alıp dağların te- pesinden bir ırmak çıkardı. Çukurova, sıcağını burada unutturuyordu ancak.

Su sesi; kuş, ağaç seslerine karışıp gidi- yordu. Konya’ya oradan da Ankara’ya ulaşacaktı ki dönüp yaptığı ırmağa bak- tı. Suyu çoktan Akdeniz’e ulaşmıştı bile.

Tıpkı o asil su gibi köpüre köpüre akıyor, Torosların çam kokusunu Akdeniz’e dö- küyordu. Yararlanmak için önüne koydu- ğu asılı haritaya baktı. Bakar bakmaz da Kızılırmak’ın adını okudu kendi kendine güldü. “Irmağın kızılı mı olurmuş ?” dedi.

Kırmızı boyayla çizseydi öğretmeni kızar mıydı? Van Gölü’nün çevresinden uzak- laşıyordu ki Süphan, Nemrut, Ağrı dağla- rını gördü. Yapmasa mıydı bunları? Eğilip asıl haritaya baktı. Üstlerindeki rakamları okudu. Uzun bir “Ooo!....” çekti kendi kendine “Çok yüksekmiş bu dağlar nasıl yapmam onları.” diye ekledi. Yine koyu kahverengi pastelini buldu. Sivri, koca- man dağlar kondurdu onların yerlerine.

Beyaz boyasıyla tepelerine top top kar oturttu. Oturtur oturtmaz da üşümeye başladı. Bilirdi karlı, kışlı dağları. Uludağ’a okulca geziye gitmişlerdi de kışın ne ol- duğunu orada görmüştü. Kutuplarda sanmıştı kendini. En kalın kabanını, baş- lığını giydiği halde her yanı buz kesmişti.

Ama yine de sevmişti o dağı. Onun onur- lu duruşundan büyülenmişti. Kayseri pas- tırma kokuyordu. İzmir çekirdeksiz üzüm- dü. Bursa şeftaliliydi. Bolu çam kokulu bir dağ pınarıydı. İzmit uzun yolculuklardan sonra yaklaşılan küçük İstanbul’du.

Haritada bitmiş olmalıydı. Yorulmuş- tu. Derin bir nefes aldı. Büyük bir iş ba- şarmanın mutluluğunu içinde duydu. İlk olan, ilk yapılan işlerin heyecanıyla da ne güzeldi bu duygu.

Haritasının karşısına geçip baktı.

Renk renk ışık içinde dalgalanıyordu ül- kesi. Cennet, şimdi ülkesinin çok renklili- ğine tekrardan aşık olmuştu.

Cennet’in Renkli Haritası

Cennet ÇAKIR 10/ Çocuk Gelişimi

(23)

Açlık ve kıtlık dünyanın birçok ül- kesinde görülmektedir. Bu, dünya için büyük bir sorun haline gelmiştir.

Açlıklar, birçok ülkede can almaya devam ediyor. Birçok insan açlık ve kuraklık yüzünden canından olmuş- tur. Ülkelerde doğal şartlardan dolayı kıtlıklar, kuraklıklar ve açlıklar görül- mektedir.

Tarihte kayıtlara geçen ilk kıtlık M.Ö. 4000 yıllarında Mısır ve Ortado- ğu’da görülmüştür. Bu kıtlıklar doğal çevrenin yerleşik tarıma elverişsizli- ğinden kaynaklanmıştır. 1700’lerden bu yana dünyanın kıtlık çekilen baş- lıca yöresi Asya’dır. Aşırı nüfusun yol açtığı yiyecek yetersizliği bu kıtada yaşanan kıtlıkların çoğunda belirleyi- ci olmuştur. Aşırı nüfusa bağlı kıtlığın en sık görüldüğü ülkelerin başında Hindistan ve Çin gelmektedir. Hindis- tan’da Dekan bölgesinde 1702-1704 arasındaki kıtlık iki milyonu aşkın can kaybına neden olmuştur. 1876-1879 arasında Çin’in kuzeyi-

ni etkileyen kıtlıkta 9 ile 13 milyon insanın öldü- ğü sanılmaktadır. 1971- 1973 arasında kuraklık Etiyopya’da 1,5 milyon insanın ölümüne yol açmıştır. 1980’lerin or- talarında başlayan kıtlık Afrika’da Büyük Sahra’nın güneyindeki kurak bölgede yaşa- yan 150 milyon insanın canını tehdit etmiştir.

Bu da bize birçok böl-

gede daha önce milyonlarca insa- nın canından olduğunu göstermek- tedir. Bugün dünya nüfusu 6 milyarı aşıyor. Ancak bu nüfus, Dünya üze- rinde eşit dağılmıyor. Dünya nüfusun- da hızlı gelişim ilk kez, yaklaşık 10.000 yıl önce, yerleşik tarıma başlandığı zaman görülmüştür. Besin kaynak- larının kısıtlı olması ve Avrupa ile Çin nüfusunun korkunç veba salgınlarıyla kırılması sonucunda, Ortaçağ’da da nüfusu artışı yaşanmıştır.

Yani böylelikle iklim şartları iyi oldu- ğu sürece insan artışı da buna paralel yaşanmıştır. Son artışlara göre dünya nüfusu 1960’da 3 milyar, 1977’de 4 milyar ve yalnızca 12 yıl sonra, yani 1989’da 5 milyar olduğuna göre, bu hız devam ederse dünya nüfusunu 2027 yılında 10 milyara; 2036 yılında ise 20 milyara ulaşması beklenmek- tedir. Yani böylece Dünya üzerinde nüfusun daha da çok artacağı bek- lenmektedir.

Açlık Ve Kıtlık

Cansu KAYA 9/Anadolu

(24)

9’u 10 Kasım’a bağlayan

Karanlık gecelerden bir gece yine Hiç sabah olmayacak gibi

Bir matem havası sanki

“Bu geceler neden uzun böyle?” diye Soruyorum kendime

Meğerse gece neler saklarmış içinde

10 Kasım 1938 saat dokuzu beş geçe Bir haber aldım

Yüreğimi yaktı geçti

Atam ölmüş, Kemal Atatürk ölmüş.

O yok artık, yurdumu vatanımı koruyan yok

“Belki ölmemiştir. Beni kandırıyorlardır.” dedim Ve yanına gittim

Bembeyaz kefene sarmışlar

Tabutun içinden bakıyordu bizlere.

Fakat biz onu göremedik.

Son bir umut belki dedim Ama göremedim.

Göremedim

Melek KARACA 9/AİHL

(25)

10 Kasım 1938’de

Bir karanlık boğmuştu etrafı

Bunca zaman gönüllerde taht kuran Atam Sen rahat uyu aziz vatanda

Saniyeler ilerliyor, zamanımız daralıyor Usul usul sönse de tüm umutlar

Mutlaka bir yerlerden güneş doğar Ve ısıtır içimizi hatırımızdaki yüzün Atam sen rahat uyu aziz vatanda

Seni ararken sokaklarda

Ellerim bomboş geri dönüyorum Nasıl bulurum onu diye

Semaya ellerimi açıyorum Belki bir umut diyerek

Vatanı ve cumhuriyeti emanet etmiş bizlere

“Ey Türk Gençliği” diyerek seslenmişti gençliğe Bütün ümidim gençliktedir diyen Atam

Güveniyordun gençliğe

Belki De Bir Umut Diyerek

Zeynep KARACA 11/AİHL

(26)

Cumhuriyet bir yönetim şeklidir.

Cumhuriyet’in olduğu bir ülkede in- sanlar kendi hür iradesi ile hareket edebilirler. Halk nasıl yönetilmek ister- se seçimler sonucunda öyle yönetilir.

Atatürk’ün Cumhuriyeti ilan etmesiy- le halk yönetime katılmıştır. Başkasının boyunduruğu altında kalmaktan kur- tulmuştur.

Eğer bir ülkenin yönetim şek- li cumhuriyet ise o ülke bağımsızdır.

Gelişmeye hazırdır. Atatürk’ün 1923 yılında cumhuriyeti ilan etmesiyle ül- keyi bir sevinç kaplamıştır. Çünkü halk başkasının emirleri altında yaşamak- tan, zorla bir şey yapmaktan kurtul- muştur. Eğer insan hür ise gerçekten yaşamış demektir. Türk milleti hayatı boyunca bağımsız olmak için çaba- lamıştır. Bu uğurda hiç düşünmeden canını ortaya koymuştur. Kadınıyla

çocuğuyla bağımsızlık için savaşmış- lar ve sonunda zafer bizim olmuştur.

Halk yönetimde söz sahibi olmuştur.

Cumhuriyet’in olmadığı bir ülke- de kargaşa eksik olmaz. Yönetimde sorunlar çıkar. Ülke içten içe çöker.

Bizler, Türk evladı olarak ülkemizin bu duruma gelmemesi için vatanımıza sahip çıkmalı ve barış içinde yaşa- malıyız.

Atalarımız Cumhuriyet’i bize ema- net ettiler. Onu koruyacak ve yaşata- cak olan da yine bizleriz. Bizde bu bi- linçte hareket etmeliyiz. Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.

9 Anadolu sınıfı öğrencimiz Hatice Acar’ın Cumhuriyet Bayramı konulu, ödül kazanan kompozisyonu.

Cumhuriyet

Hatice ACAR 9/Anadolu

(27)

Gözlerini açmıştı 1903 yılında Kazakistan’ın Cin şehrinde Babasını yitirdi küçük yaşta Tutundu hayatın dallarına

Bilmiyordu ne yapacağını Ama hayata tutunmalıydı Şeyh Arslan yetişti yardımına Onun duası ile yaşayacaktı.

Hoca oldu halka o Çağırdı onları Allah’a Bilgi topladı her yerden İlim saçtı etrafa

Birçok öğrenci yetiştirdi Öğretmeni gibi vefakardı Tüm dünyayı cahillikten O kurtaracaktı

Buhara’ya giderdi Oraları ziyaret ederdi 27. yaşında iken

Bilginin efendisi oluverirdi

Çağırdı onları saygı sevgiyle Amacına ulaştı hayalleriyle Tüm dünya da şaşırmış Verdiği şefkate merhamete

73 yıl yaşadı

Haliyle epey yaşlandı Yıl 1666 olunca Ölümü oda tattı

Hoca Ahmet Yesevi

Emine DURAK 10/ Çocuk Gelişimi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu yüzyılda önceleri Baba ve Mesih’i içeren fakat daha sonra üçlü bir model sunan inanç kurallarına rastlanmaktadır (Kelly, 1977: 88). İlham veren Kutsal

- Çalışmamızda gebelik öncesi ruhsal problem yaşayan annelerin EDSDÖ puan ortalamalarının ruhsal problem yaşamayan annelere göre daha yüksek olduğu ve

Karaosmanoğlu, Hisar için “ Fahim Bey, Nizami Bey ve Çamlıca’da damı a- kan bir harap köşkte oturan vah mazulü Hacı Vamık Bey gibi silik, alelade insanla­ rın

Strasbourg’da 1964 yılında ilk kez kendisinin başlattığı by-pass ameliyatlarının başarısını vurgulayan bir nolu kalp uzmanı, günü­ müze kadar yaklaşık 25 bin

Orda bir köy var uzakta O köy' bizim köyümüzdür Görsek de görmesek de O köy bizim köyümüzdür dizelerine onca kızıldı da, res­ me kilimin ya da Köylü

zen testi yapıp karilere karanfil ko­ kulu soğuk şerbetler satar, bazen çar nak yapıp otorite ve kuvvetli bazu sar hibi edip ve sanatkârlara tutar!... Yüzünün

Teori ile uygulama arasında köprü oluşturan kavram haritası şeklinde hazırlanmış bakım planları, öğrencilerin hastanın tıbbi durumu, hastalığa tepkisi ve

Vurgulamak istediğimiz bir nokta da şudur; lökosit yüksekliğiyle seyreden hematolojik malignitelerde artmış haptokorin düzeyi nedeniyle yüksek ölçülen serum vitamin B12