• Sonuç bulunamadı

TÜRKLER VE YUNANLILAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKLER VE YUNANLILAR"

Copied!
296
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKLER VE YUNANLILAR

Çatışan Komşular

VAMIK D. VOLKAN / NORMAN ITZKOVVITZ

A R A ŞTIR M A DİZİSİ

B A Ğ LA M

ı m r \

Dlzisı İ J I

(2)

e >

(3)

TÜRKLER VE YUNANLILAR Çatışan Komşular

VAMIK D. VOLKAN / NORMAN ITZKOVVITZ

Çeviren: Banu Büyükkal

BAĞLAM

(4)

B a ğ la m Y a y ın la rı 177 İ n c e le m e - A ra ş tırm a 116

IS B N 9 7 5 -6 9 4 7 -6 5 -9

V a m ık D . V o lk a n - N o r m a n Itz k o w itz Ö z g ü n A d ı: T ıtrks & G reeks: N e ig h b o u rs in c o n flic t

E o th e n P re ss, İ n g ilte re , 1994 T ü rkle r ve Y u n a n lıla r. Ç a tış a n K o m ş u la r

O V a m ık D . V o lk a n - N o r m a n Itzkovvitz O B a ğ la m Y ay ın cılık

B irin ci B asım : M a rt 2 0 0 2 K a p a k ve S ay fa D ü z e n i: C a n a n S u n e r

B a sk ı: K a r d e ş le r M a tb a a s ı

W e b : w w w .b a g la m .c o m e -m a il: b a g la m @ b a g la m .c o m

BAĞLAM YAYINCILIK A n k a r a C a d . 13/1 3 4 4 1 0 C a ğ a lo ğ lu -İs ta n b u l T e l: (0 2 1 2 ) 513 59 68 T e l-fa x : (0 2 1 2 ) 243 17 27

(5)

İÇİNDEKİLER

TÜRKÇE BASKIYA GİRİŞ VE T E Ş E K K Ü R --- 7

I. BÖLÜM TARİHE PSİKOLOJİK BİR MERCEKTEN BAKIŞ ---13

Büyük Grup Komşuların Psikolojisi--- 13

Etnisite---16

Seçilmiş Travmalar ve Seçilmiş Zaferler--- 20

Etnik Çadırda Sallantı ---25

II. BÖLÜM TÜRKLERDEN Ö N C E ANADOLU --- 27

Yunan Göçleri--- 28

Pers Savaşları--- 32

İskender ve Helenizm --- ---33

Romalılar ve Hıristiyanlık --- 35

Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu--- 35

III. BÖLÜM MALAZGİRT’TEN K O N STA NTİN O PO LİS’E --- 43

İlk Karşılaşmalar---43

Haçlı Seferleri--- 47

OsmanlIların Başlangıcı --- 49

IV. BÖLÜM YUNANLILAR KONSTANTİNOPOÜS’İN YASINI TUTAMADILAR --- 53

'Megalo' İdeanın Tohumları---55

Bağlanma ve Kopma---56

Fatih Sultan Mehmet ve Ödipal Temalar--- 57

Karşılıklı Merak --- - 63

Karşıt-Özdeşim ---— 65

V. BÖLÜM TÜRKLERİN YAS SÜRECİ --- 67

Aya Sofya--- 67

Koca Sinan Devri --- 69

VI. BÖLÜM OSMANLI İM PA R A TO R LU Ğ U --- 73

Kurumsal Düzenlemeler ---75

Meslekler--- 79

Osmanlılık --- 80

(6)

'Millet' Sistemi--- — --- 80

On Dokuzuncu Yüzyıl---— --- 85

Osmanlı İmparatorluğunun Sona Ermesi --- 86

'Türk'İm gesi --- — 89

VII. BÖLÜM 'BİRLİKTELİK’ --- — 91

Türkokrasi --- ---92

Osmanlı Devrinde Türklerin Yaşantısı--- 97

VIII. BÖLÜM 'AYRI-LIK’ --- 99

Kleftler (Klephts), Armatollar (Armatoles), Fenerlililer ve Tacirler---101 Bir Ulusun Kurulması ve 'Megalo ’ İdea --- 104

Yunan Milliyetçiliği ---108 Kitlesel Grup Yansıtmaları --- — ---11 o IX. BÖLÜM OSMANLI İM PARATORLUĞUNUN SO N Y Ü Z Y IL I--- 115

Sultan II. Mahmut ile Mehmet Ali Paşa Karşı Karşıya---115

Tanzimat ---— ---118 Sefih-Şehvet Düşkünü Tiplem esi---120

Girit ---123 Kapitülasyonlar --- -124

II. Abdülhamit ve Jön Türkler--- 125

'Bandırma’ Yolculuğu---■ 128

X. BÖLÜM TÜRKLERİN KURTULUŞ SA V A ŞI--- 129

Yunanlılarla Yüzleşme---— 131

XI. BÖLÜM ATATÜRK VE MODERN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ---135

İlk Çocukluk Yılları ---137 Mustafa Kemal'den Atatürk'e---141

Atatürk’ün Kişilik Örgütlenmesi ve Batılılaşma Çabaları--- 144

Kem alizm ---148 Atatürk’ün ardından---151

XII. BÖLÜM BARIŞ SONA ERİYOR --- 153

1930’lar sonrası ---156 Kıbrıs--- 159

Ege Denizi --- 161

(7)

XIII. BÖLÜM

SON KARŞILAŞMA— --- 163

Osmanlı Fethinden Önce Kıbrıs Tarihi---164

Osmanlı D ö n e m i--- — 165

İngiliz Egemenliği --- — 168

III. Makarios ve Albay Grivas---170

EOKA ve Volkan --- 172

Kıbrıs Cumhuriyeti ---— 173

Kıbrıs Cumhuriyetinin 'Sonu'---175

Kıbrıs ’ın Kuşlan --- 177

Sampson --- 180

1974 Yazı ---181

XIV. BÖLÜM 1974’TEN SONRA KIBRIS —---183

Denktaş-Makarios Kılavuz İlkeleri---185

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti --- 187

Hukuki Görüşler, 'Gerçek Dünya ’ Siyaseti ve Bölünmüş Bir Adada Yaşam ---188

Çözüm Bulunabilir mi? --- 191

XV. BÖLÜM DAVOS VE ÖTESİ --- 197

Körfez Savaşı ---201

Türki Cumhuriyetler--- 201

1994 Yılında Yaşanmakta Olan Sorunlar---202

XVI. BÖLÜM SAPLANTI (OBSESYON) BELİRTİLERİ --- 205

Medya --- 207

Diplomatik Temaslar ---212

Vatandaşlar Arasındaki Tem aslar---213

' Öteki-yönelimli’ Kültürler --- 215

XVII. BÖLÜM 'K O N STA N TİN O P O LİS ’ DEĞİL, 'İSTANBUL’ — --- 219

Yunan Kimliği ---220

Türk Kimliği --- 230

Karşılaştırmalı Bir Özet --- 237

Sorumluluk Üstlenmek --- 240

XVIII. BÖLÜM TÜRKÇE BASKI İÇİN SON B Ö L Ü M --- 243

(8)

Harita1: Balkanlar veOrtadoğu

(9)

TÜRKÇE BASKIYA GİRİŞ VE TEŞEKKÜR

K

onfüçyus’a insanların başkalarıyla birlikte en iyi şekilde yaşa­

masının hangi ilkeye dayandığını sormuşlar. Yanıtı, 'Aradığı­

nız sözcük "karşılıklılık", değil mi?’ olmuş. İşte bu kitap da karşılıklı­

lık üzerinedir -bir komşunun diğerine nasıl davrandığı ve karşılığın­

da ondan nasıl bir davranış gördüğünü anlatır. Özelde komşular ola­

rak da Türkleri ve Yunanlıları inceleyeceğiz.

Türk-Yunan sorunları bölgesel çatışmalar kategorisine girer.

Bunlar zaten yıllardır bir çözüm bekleyen, uzun süreli tarihsel so­

runlardır. İki ülkenin izlediği politikaların temelinde yatan psikolo­

jik yapıları derinlemesine inceleyeceğiz. Konunun psikolojik yönüne odaklanıyoruz, çünkü Ulusal Güvenlik Konseyi’nin bir üyesi olarak beş ABD başkanma hizmet vermiş olan emekli kariyer diplomatı H arold Saunders’ın da belirttiği gibi, uluslar arasındaki ilişkilerle ve bunların gerçekleşme tarzıyla bağlantılandırdığımız geleneksel kav­

ramlardan bazıları, bugünün dünyasına egemen olan sorunları tam olarak açıklayabilmekten uzaktır. Devletlerin kullandığı tanıdık bazı geleneksel gereçlere, beklediğimiz sonuçlan vermeleri konusunda artık güvenemeyeceğimiz ortadadır. Ulusların ve etnik grupların birbirleriyle nasıl ilişki kurduklarına dair düşünce tarzımıza yeni bir düzenleme getirmemiz gerektiği açıktır. Saunders şöyle diyor: 'Eski mercekler artık dünyayı odaklayamadığı ve geleneksel söz dağarcığı doğru olarak tanımlayamadığında, yeni mercekler üretmek ve taze bir dil yaratmak hem gerçekçi hem de akılcı olacaktır.

Harold Saunders’ın izinden giderek, bu kitabın amacının ulus­

lararası dinamikleri daha iyi anlamak ve eyleme yönelik öneriler oluşturmak üzere, gözlemlerimizi diğer paradigmalarla bütünleştir­

memize yardımcı olacak yeni bir psikolojik mercek üretm ek olduğu­

nu söyleyebiliriz. Politikacılar ve diplomatlar, düşmanı etkilemek veya propaganda yaparak üstünlük kazanmak için sık sık yüzeysel psikolojiye başvururlar. Ancak biz burada psikolojiden söz ederken büyük grup etkileşimlerinde ve büyük grupların liderleriyle yaşadık­

ları deneyimlerde genellikle var olan, genelde bilinçdışı güdülenmiş güçlerin derinlemesine anlaşılmasını kastediyoruz.

1 S au n d ers, H aro ld H. (1990), s.30.

(10)

Amacımız Türk-Yunan ilişkilerinin psikolojik temellerini aydın­

latmak üzere bunlara psikanaliz açısından bakmak, ve bir yandan fantezileri ve bilinçdışı fenomenleri gerçeklikten ayırırken, diğer yandan bu ilişkilerdeki mantıkdışı tutumlara açıklama getirmektir.

Farklı etnik kökenleri olan komşuların psikolojisine bir örnek sun­

mak ve bu psikolojinin nasıl olup da politik, ekonomik, yasal ve as­

kerî etm enlere egemen olan, göze görünmeyen bir odak haline ge­

lebileceğini göstermek için bu çatışmayı kullanmak istiyoruz. T araf­

ların tarihlerim ve politik kültürlerinin bilinçdışı unsurlarını bilme­

den bu tür bir analiz olanaklı değildir. Bu kitapta ilk olarak büyük grup komşuların psikolojisine genel bir bakış getirecek, sonra da Türkler ve Yunanlılar arasında Türk Selçuklu Sultanı Alparslan’ın 1071’de M alazgirt’te Bizans İm paratoru Romanos Diogenesi’i mağ­

lup etmesiyle başlayan karşılaşmaları ve düşmanlıkları ve bunların yanı sıra ortaklıkları tartışacağız. Niyetimiz Türklerle Yunanlılar arasındaki karmaşık etkileşimin bütün ince ayrıntılarını gözler önü­

ne sermek değil, ancak tarihin akışını psikolojik bir mercekten göz­

lemlemeye çalışacağız.

Bu kitap ayrıca modem Türk ve Yunan kimliklerinin evrimini ve bu iki grup arasındaki çatışmalı ilişkide etkili olan hem bilinçli hem de bilinçdışı psikolojik güçleri incelemektedir. 'Kimlik’ terimi psika­

nalizde görece yenidir. Sigmund Freud bundan sık söz etmemiş, etti­

ğinde de laf arasında ya da sözcük anlamıyla kullanmıştır. Bu kavra­

ma psikanalistlerin dikkatini çeken esas isim Erik Erikson'dur. Bir bireyin kimliğine atfen Erik Erikson, bunun "[hem] kişinin kendi içinde kalıcı bir aynılık... |hem de] diğerleriyle bir tür temel karakte­

rin kalıcı paylaşımı ifade ettiğini" belirtir.' Erikson "un sözlerini uyar­

larsak, büyük grup kimliğinin, yani Türk veya Yunan kimliğinin, bir yandan kalıcı bir aynılık duygusuyla birbirlerine bağlanmış bir yan­

dan da yabancı gruplardaki başka insanlarla bazı özellikleri payla­

şan, milyonlarca insanın öznel deneyimi olduğunu söyleyebiliriz.

Tarihçi ve psikanalist olan Peter Locwenberg, ulusların 'doğuş şekilleri nedeniyle' farklı olduklarını söyler.’ Geçmişe dair gerçekçi veya fantezideki paylaşılmış algılar ve büyük bir grubun kimliğinin ne şekilde yerleşmiş olduğu, belli bir toplumdaki ortak tutumları ve eylemleri etkiler. Büyük bir grup başka gruplarla, hele de komşula­

rıyla etkileşime girdiğinde, özellikle kriz durumlarında, kendi kimli­

ğini ne pahasına olursa olsun korumalıdır. Tarihsel olaylar onlara

E rikson. Erik H. (1956). s.57.

Locvvuıherg. Pelcı ( 1995).

(11)

eşlik eden veya haşlatmış olan paylaşılmış psikolojik süreçler ince- lenmeksizin tümüyle anlaşılamaz. Bu kitap tarihi psikanalitik bir mercekten incelemektedir. Büyük grupların kimlik meselelerinin uluslararası ilişkilerde nasıl ve neden sessiz ancak önemli bir etmen olarak ortaya çıktıklarını göstermek üzere tarihçilerin ve psikana­

listlerin nasıl işbirliği yapabileceklerini tanımlamaktadır.

Bu kitabı 1990’ların başında yazdık. Bu zamanda, post komünist dünyada barışçıl bir "yeni dünya düzeni"nin kurulacağına inananlar vardı, ne var ki Türklerle Yunanlılar arasındaki saplantılar temelde değişmeden kaldı. Yukarı Karabağ (Nagorno Karabağ) ve Bosna- Hersek’te çıkan olaylar barışçıl bir "yeni dünya düzeni" bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı. Ayrıca, bu olaylardan sonra Doğu-Batı ve­

ya Müslüman-Hıristiyan ikilemi hortlamış oldu ve Türk-Yunan iliş­

kilerine yeni bir açıdan bakılmasına yol açtı. 1999’a kadar Türk-Yu­

nan politikalarında büyük bir değişme olmadı. Türkiye ve Yunanis­

tan’daki 1999 depremleri ve iki tarafın karşılıklı yardım çabalan Türk-Yunan ilişkisinin rengini değiştirdi, bu yumuşama ve insancıl­

laşmaya bazıları "deprem diplomasisi" adını yakıştırdılar. Fakat, Türk ve Yunan ilişkilerindeki değişmeler bu kitapta incelediğimiz "kimlik meseleleri”ni değiştiremez. Tarihsel gelişmeleri güncelleştirmek için bu kitabın Türkçe çevirisinin sonuna 1994 ile 11 Eylül 2001’de Nevv York’taki Dünya Ticaret Merkezinin ikizi kuleleri ve Washington DC’deki Pentagon binasının teröristler tarafından bombalanması arasında olagelmiş olayları anlatan bir son bölüm ekliyoruz.

Bu kitap, uluslararası ilişkilerle uzun süredir ilgilenen bir psika­

nalist, ve psikanaliz geçmişi olan bir tarihçi tarafından yazıldı.

Dr.Volkan Türk kökenlidir, Dr. Itzkovvitz ise Türk tarihi üzerine yü­

rüttüğü ilk çalışmalar sırasında Türkiye’de 3 yıl yaşamıştır. Etnik veya ulusal konumlara ilişkin tümüyle yansız veya mutlak bir doğrunun olanaksız olduğunun farkındayız. Ne ki, işin olumlu tarafı, yazarların geçmişlerinin onları Türk-Yunan çalışmaları üzerine -psikanalitik bir terim kullanılırsa- 'katılımcı gözlemciler" haline getirmiş olmasıdır.

İkisi de uluslararası ilişkilerde duyguların ve psikolojik süreçlerin et­

kisini çok iyi bilmektedirler. Yazarlar daha önce de, biri Türk önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çeşitli tarihsel ve politik olayların ele alı­

nışında psikanaliz ve tarihin bütünleşmesini sağlamış olan psikobi- yografisi (Bkz. Volkan ve Itzkowitz, Oliimsiiz Atatürk, Bağlam Yayı­

nevi, İstanbul, 1998/ç.n.) olmak üzere, iki kitabı birlikte yazmışlardır.

Büyük etnik gruplar veya benzeri büyük dinsel veya ulusal grup­

lar, yaygın olarak paylaşılmış, genellikle ilkel ve bilinçdışı ruhsal dü­

zenekleri -kendilerinin istenmeyen yanlarını başka bir gruba yaıısıt-

(12)

mak gibi düzenekler- kullanarak birbirleriyle etkileşirler. Bu kitap, yazarların Yunanlıların yansıtmalarına maruz kalan gruba "ait ol­

maları" itibariyle sıradışıdır. Bu eserde zaman zaman Türklerden çok Yunanlıları ele almakla birlikte, bir denge oluşturmaya çalıştık.

Belki de yansıtmaların "hedefi" olanlar bunları köken aldıkları ta­

raftan daha iyi hissedebilir ve bunların doğasını daha duyarlı incele­

yebilirler. Türk-Yunan ilişkileri üzerine İngilizce yazılmış literatür hızlıca gözden geçirildiğinde, Yunan kökenli veya Yunanlılarla güç­

lü bağları olan kişiler tarafından yazılmış çok sayıda kitap olmasına rağmen, karşıt bakış açılarını inceleyen bireyler tarafından aynı ko­

nuda yazılmış kitap bulmanın çok zor olduğu görülür. Bu kitap ta ­ rihsel araştırmaların bir alanındaki basmakalıplığın aşılmasına bü­

yük yardımlarda bulunabilir.

Temel önermemiz şudur: Bir kez bu konu tam olarak anlaşıldık­

tan sonra, düşman imgesine ilişkin yapıların psikolojik analizi Türk- leri ve Yunanlıları ayıran farklılıklara barışçıl çözümler getirmeye daha yakın tutumların geliştirilmesini adım adım kolaylaştırabilir.

Amacımız Türkler ve Yunanlılar olduğu kadar, işin içinde olabile­

cek üçüncü tarafların da, genellikle dış politika ve uluslararası ilişki­

lerin belirleyicileri olarak kabul edilen sözde ulusal egemenlik çı­

karları, devletlerin hakları ve yükümlülükleri, ulusların prestij ve onuru, taktik-politika-strateji hesapları ve 'reel-politik’ altında ya­

tan derin ve karmaşık psikolojik gereksinimleri, güdülenmeleri ve kaygıları anlamalarına yardımcı olmaktır. Ayrıca bu kitabın derin­

likli bir psiko-tarihsel ve psiko-politik analizin nasıl gerçekleştirildi­

ğine bir örnek oluşturacağını umuyoruz.

Kurt Volkan başından beri bu projenin içindeydi ve bu kitabın araştırma ve hazırlık aşamalarında yardımcı oldu. Ona minnettarız.

Bu kitabın ilk taslağını okuyup değerli önerilerde bulunan Finlandi­

ya, Oulu'dan şimdi Kıbrıs’ın Yakın Doğu Üniversitesinde dekan olan Profesör Jouni Suistola'ya, ve Kuzey Kıbrıs’ın eski Birleşmiş Milletler temsilcisi ve şimdi ’Ombudsman'ı olan Lefkoşa’dan Nail Atalay'a teşekkür ederiz. Ayrıca uzun yıllar Dr. Volkan’ın editörlü­

ğünü yapan Virginia Kennan’a şükranlarımızı ifade etmek isteriz.

Bu kitabın Türkçe yayınlanması için bize çok destek veren tüm Bağlam Yayınevi çalışanlarına ve kitabın Türkçe’ye çeviriminde bi­

ze gösterdiği kolaylıklar ve kurduğumuz güzel çalışma ilişkisi için Dr. M. Banu Büyükkal’a teşekkür ederiz.

Vamık D. VOLKAN-Norman ITZKOWITZ Kasım 2001

(13)

I. Bölüm

TARİHE PSİKOLOJİK BİR MERCEKTEN BAKIŞ

ürk-Y unan ilişkilerinde bugünün gerçekleri yalnızca h u ­ kukî, politik, ekonom ik ve askeri arenalardaki reel dünya sorunlarına odaklanarak anlaşılamaz. Bir grubun tarihinin nasıl olup da, kom şu ülkelerin etkileşim inde 'görünm ez bir güç’ halini alan bilinçli ve belki daha da önem lisi bilinçdışı psikolojik feno­

m enlere yol açtığım anlam ak zorundayız. Bazen üzerinden yüz­

lerce yıl geçmiş travm alara ve zaferlere dair imgeler, algılar, d ü ­ şünceler, fanteziler ve duygular (bunların hepsine ruhsal temsil­

ler denir) ve bunlarla ilişkili ruhsal savunm alar kuşaktan kuşağa aktarılırlar.4

Büyük Grup Kom şuların Psikolojisi

E tnik ilişkiler psikolojisinin tem eli büyük grup kom şuların psikolojisine dayanır. Yüzyıllardır birbirine çok yakın yaşayan kabilelerin, doğal sınırlar, nüfus azlığı ve teknoloji eksikliğinin yarattığı sınırlılıklar yüzünden birbirlerinden başka etkileşecek kim seleri olm am ıştır. Komşu gruplar, sağkalm ak için yiyecek ve fiziksel nesneler için birbirleriyle yarışm ak zorunda kalm ışlardır.

Bu ilkel rekabet düzeyinin giderek daha büyük psikolojik önem kazandığını varsayıyoruz. Fiziksel olarak vazgeçilmez tem eller, gerçek gereklilikler olarak durum larını korum anın yanı sıra ru h ­ sal anlam lar (sözgelimi prestij) kazanmış, ve sağkalm a simgeleri olm aktan çıkıp büyük gruplar için benlik değeri (self esteem ) ve zafer sim gelerine evrilmişlerdir. Sözgelimi antropologlar bize yi­

yecek için avlanırken şart olan ok, mızrak ve davul gibi nesnele­

rin nasıl olup da özel bir anlam kazandıklarını ve sıklıkla da güç ve o torite sim geleri haline geldiklerini öğretirler.

Psikanalist E rik H. Erikson, insanoğlunun kendini 'in san’ ve diğer grupları insan-altı biçim inde gösterm e eğilimine atfen 'ya-

4 R ogers, R ita R. (1979) ve V olkan, V am ık D. (1988,1992).

(14)

lancı-tür (pseudospecies)’ terim ini ortaya atm ştı.5 Erikson, ilkel insanın katlanılam az çıplaklığına karşı bir 'k o ru n m a’ önlem i ola­

rak daha aşağı hayvanların silahlarını benim sediği ve onların d e­

rilerini, tüylerini veya pençelerini kendi üzerine taktığını varsa­

yar. Bu dış 'giysiler’ tem elinde her kabile, klan veya grup bir kimlik duygusu, ve bunun yanı sıra insan kimliğini yalnızca ken­

disinin taşıdığı inancını geliştirmiştir.

E rikson’un postülatları açıkça spekülasyon kapsam ına girer.

B ununla birlikte birçok bağım sız gözlemci onun düşünce tarzı­

nı destekler.6 A ntropo log H ow ard Stein bu tipte bir örün tü n ü n 'bu şekliyle b ü tü n kültürlere genelleştirilem eyeceğini, ancak uç noktada "insan" olm ayanlara yönelik duygularda, onların algı­

lanm a şeklinde ve o nlara karşı eylem lerde evrensel bir eğilim gösterdiğini’ söyler.7 İnsanların o rtak bir 'ö te k i’ ile aşırı uğraşı­

sının basit bir kuram değil, gerçek olduğunu söyleyebiliriz. D a ­ hası, kişinin çocukluktan itibaren oluşan grubuyla bağlantılı d e ­ ğerleri ve anıları, kuşaktan kuşağa geçirilir. 'B iz ve o n lar’ ve 'd ü şm an lar ve m ü ttefik ler’ kavram ları hem insan evrimi, hem de insan zihninin gelişimi açısından tem el taşıdır. Bu tür bö l­

m eler insanlığım ızın öyle bir parçasıdır ki basitçe o nlardan k u r­

tulmayı dilem ek yetm ez.

Çocuklar üzerine psikanalitik araştırm alar yapanlardan öğre­

niyoruz ki, bir bebek yaşam ın ilk yıllarında ne kadar büyük bir potansiyele ve yeteneğe sahip olursa olsun, hiç kimsenin ayrı bir kendilik (self) duygusu yoktur; bebeklik boyunca insan zihni 'ya­

ratıcı bir karm aşa d uru m u n d a’ diye kavram sallaştırılabilir. Kişi­

nin gerçek ve bütüncül 'B e n ’ (kendim ) duygusu, yaşamın ilk üç yılında yavaş yavaş evrilir.

' E rik so n , E rik H. (1966).

h 'Ö te k i’ birçok antik b elg ed e ve dilde geçer. Eski Ç inliler bile k endilerini in ­ sa n lar o la ra k kabul e d e rk e n ve d iğ er ırkları kttei, yani 'av lan a n ru h la r’ o la ra k gö rü y o rlard ı. A B D ’de apaçi kızılderililer k en d ilerin i indeh, yani insan sayar, diğer h e rk e s ise iııdah, yani d ü şm a n d ır (bkz. L.Bryce Boyer. 1986). Brezilya yağm ur o rm a n la rın d a k i M u n d u ru c u dünyayı insan olan M u n d u ru cu ve p a ıi-

\vat (d ü şm a n )la rd a n o lu şa n M u n d u ru cu -o lm ay an laı b içim inde bölm üşlerdi.

Y alnızca b irb irin e çok yakın y aşam akta olan bazı k o m şu lar istisnaydı (bkz.

M urphy. R .F.,1957).

7 Steiıı, H o w ard F. (1990a). s.72-3.

P ın d crh u g h es. C h a rle s A. (1979,1982).

(15)

Dahası, çok küçük bir çocuk farklı yaşantıları bütünleştirm e yetisine sahip değildir. Yaşadığında bunun haz verici ('iyi') bir deneyim veya o kadar da haz verici olmayan ('k ö tü ’) bir deneyim olduğunu bilir, ancak bazen her iki deneyim in kaynağının aynı kişi olabileceğini farkedem ez; psikanaliz dilinde bu kişiye nesne denir. O nu besleyerek çocuğuna doyum veren bir anneyle, onu beslem eyerek engellenmişlik yaşatan anne bebeğin zihninde ay­

nı kaynak biçim inde algılanmaz. Yine, egonun birbirine zıt ya­

şantıları ve zıt kendi ve nesne imgelerini bunlara eşlik eden duy­

gularla bütünleştirm e yetisinin gelişmesi zaman alan bir süreçtir.

G iderek çocuğun bütünleştirici işlevleri evrildikçe, çocuk zıt im ­ geleri birleştirebilir ve siyah ve beyaz deneyim lerden 'g ri’ (bü ­ tünleştirm e) oluşturabilir.

Çocuğun kendini bu sürece hazırlam asının yollarından biri de kendine ait belli parçaları diğer bireylere veya şeylere atfetmeyi öğrenm ektir (yansıtm a-projeksiyon). Y ansıtm alar 'B en ’ duygusu­

nu bütünlüklü hale getirirler. İki tipte yansıtma kullanılır:

(1) Çocuk kendi içinde tuttuğu parçaların bütünlüğünü ko ru ­ mak için bütünleştirilm em iş, nahoş, 'k ö tü ’ yönlerini diğerlerine yansıtır.

(2) İlginç biçim de, çocuk bütünleştirilm em iş, haz veren, 'iyi’

yönlerini de diğerlerine yansıtır, sanki kara bir günde kullanm ak üzere bunları güvenceye alm ak istercesine. Çocuk bu 'iyi' yönle­

rini yitirm ekten kaygı duymaya başlarsa, bunların korunduğuna em in olm ak için, ve gri-oluşturm a sürecinde bir adım olarak b ü ­ tünleştirm e sırasında bunları ideallleştirilmiş nesnelere yansıtır.

Gelişim evreleri boyunca, bir çocuğun geçmişte biitünleştire- mediği 'iyi’ ve 'k ö tü ’ projeksiyonları yeniden sahiplenm esi, ve bunları sürekli evrilm ekte olan kendilik tem siline dahil etm esi olanaklıdır. Kom şuların psikolojisi açısından bu sürecin önem i şudur ki, belli projeksiyonlar asla tam am en yeniden sahiplenile- mez. Bazıları çocuğun ait olduğu gruptaki erişkinler tarafından onaylanır -grubun tarihsel, kültürel ve toplum sal beklentilerinin etkilerine bağlı olarak- ve sonra grup projeksiyonları olarak yer­

leri sabitleşir.

Ç ocuklar büyük bir gruba (yani bir etnik grup) ait olarak gruptaki erişkinler tarafından desteklenen ve beslenen ortak rc-

(16)

zervuarlar olarak bilinen şeyi biriktirirler. Bu rezervuarların işle­

vi, gruptaki bütün çocukların, özellikle de gri oluşturm a d ö nem i­

nin zirvesinde yansıtm aları ('iyi’ ve 'k ö tü ’) için bir alıcı hizm eti görm ektir. Vamık V olkan 'k ö tü ’ o rtak rezervuarların paylaşılmış 'ö tek i’nin (düşm anların), ve o rtak 'iyi’ rezervuarların 'biz-lik’in (m üttefiklerin) başlangıcı olduğu kuram ını ortaya atm ıştır. Bu 'biz-lik’ ister bir klan, isterse herhangi bir büyük grup etiketi söz konusu olsun, etnisitenin çekirdeğidir ve 'ö tek i’ genellikle kom ­ şu bir gruptur.9

M odern dünyada fiziksel olarak kom şu olm asak bile, bütün etnik gruplar en azından mecazi olarak, telekom ünikasyon ve di­

ğer ileri teknolojik araçlarla birbirim ize bağlıyız. D em ek ki, d ü n ­ ya bu şekilde küçüldükçe, coğrafî olarak yakın olm ayan gruplar­

da bile kom şuluk psikolojisine dayalı davranış türevlerini sapta­

mak olanaklıdır. B ununla birlikte, etnik çatışm aların prototipi iki grubun fiziksel olarak kom şu olduğu bölgelerde görülür, örneğin E rm eniler ve A zeriler (Azerbaycan A zerileri), H ırvatlar ve Sırp- lar ve İsrailliler ve Filistinliler. Bunların hepsi de aynı toprakları paylaşan, veya aynı toprak parçası üzerinde hak iddia eden etnik gruplardır. Türk-Y unan yüzleşmesi ise başka bir paradigm adır.

Türk-Y unan ilişkisi diğer etnik çatışm alarla belli ortak unsurlara sahip olsa da, kendine özgü bazı unsurları vardır. Büyük grup fe­

nom enini anlam ak için herhangi bir etnik çatışmayı incelem ek yararlı olacaktır, ama aynı zam anda h er durum un tek tek ele alınması gerektiğini de biliyoruz. Ö rneğin, her tüberküloz vaka­

sında Koch basilini buluruz, ancak hastalığın doğası hasta birey­

lerin her birinde farklı görünüm alacaktır -dem ek ki ayrıca bire­

yin kendine özgü iç ve dış koşulları göz önünde bulundurulm alı­

dır. B enzer şekilde, büyük grupların kimliklerini incelerken her grup için tarihten gelen zihinsel tem siller de anlaşılmalıdır.

Etnisite

Etnisite ölçülebilir bir şey olm asa da varlığını hissettirir ve ta ­

9 K uşkusuz, paylaşılm ış rez e rv u a rla rla yo ğ u n laşan (k o n d an sasy o n ) ve 'B iz ’ ve 'o n la r' d ik o to m isin in ve b u n u n la ilintili ön y arg ıların b illurlaşm asını kolaylaş­

tıran başka, d ah a karm aşık psikolojik sü re ç le r v ard ır (V o lk an , V am ık D..

1988, 1992; T h o m so n , J. A n d crso n ; H arris. Max ve V olkan. V am ık D .. 1993).

JLfi.

(17)

nımı kolay bir şey olduğu izlenimini uyandırır. T ürkler ve Y u­

nanlılar belli yönlerden birbirlerinden farklı ve ayrı oldukları, ve bazı yönlerden benzer olduklarında öyle ısrar ed erler ki etnisite- nin bir tanım ını yapm ak ve etnik farklılıkların nedenlerini ayrış­

tırm ak zor değilmiş gibi durur. Oysa gerçekte, çoğu akadem isye­

nin kabul edebileceği tek bir etnisite tanım ım bulm ak olanaksız­

dır. Tıpkı ulusçuluk gibi etnisite de, incelendiği disipline göre alanı ve gücü değişen bir terim dir. O n dokuzuncu yüzyıl sonla­

rında bu iki terim farklı anlam lar kazandı ve bugüne dek değiş­

meyi sürdürdüler. Dahası, bir grubun etnisite veya ulusçuluğu­

nun doğası, değerleri ve h atta sim geleri grubun tarihi boyunca sürekli değişir.

Birçok toplumbilim ci etnisiteye bir tanım getirm e sorunuyla boğuştu. Max W eber etnisite konusunda, 'nesnel bir kan bağı ol­

sun olm asın ortak atad a n ’ gelenlerde 'öznel inanç’tan söz e d e r.10 Bir avukat ve siyasetbilimci olan Horowitz, W eber’in kavram ına 'etnik aidiyetin, tanınm ış bir akrabalığın gerektirdiği yüz-yüze e t­

kileşimin sınırlarını aşması için asgari bir ölçek gerektirdiğini’

ekler ve sözlerine şöyle devam eder, 'Bu şekilde ele alındığında etnisite kolaylıkla renk, dil ve dinle farklılaşmış grupları kapsar;

"kabileler", "ırklar", "uluslar" ve "kastlar"ı bünyesine alır.,u Psikana- litik yönelimli bir antropolog olan Stein’ın belirttiği gibi: 'Kişisel ve toplumsal kimliğin bir göstergesi olarak etnisite doğası gereği bir kategori değil, bir düşünce modelidir. ,l~ Horovvitz ve S tein’a katılı­

yoruz; bu kitapta büyük politik gruplara yapıştırılması gereken yaftayı saptam aktan çok, büyük politik süreçlerle ilgileniyoruz.

Bazı yazarlar etnisite ve ulusçuluk kavram larını hep bir arada kullanırken, bazıları bu iki kavram ın ayrılmazlığım gösterm ek için 'etnonasyonalizm ’ terim ini kullanırlar. Ne ki etnisite ve ulus­

çuluğa fenom enolojik bir yaklaşım bu kavram larla bağlantılı di­

nam ik güçleri olduğu kadar, bunlara yatırılmış ve bazen çok yo- ğunlaşabilen duyguları açıklam aktan da uzaktır. Tarihçi Boyd C.

Shafer, insan faktörüne odaklanır. Shafer, Jean Piaget’nin 6 ile

10 W eb er, M ax (1968), s.389.

11 H orow itz, D o n ald L. (1985). s.53.

l: S k in . H ow ard F. (1990b). s. 1-2.

(18)

10 yaş arasındaki çocukların vatanseverliği ana-babalann dan öğ­

rendiği yolundaki bulgusunu aktardıktan sonra, kişinin ülkesine duyduğu sevginin ve yabancılara karşı hissettiği nefretin öğrenil­

miş duygular olduğunu öne sürer ve devlet şeklinin, ekonom ik örgütlenm e, eğitim, aile-içi eğitim ve propagandanın bu duygu­

ları etkilediğini söyler.1'1

Etııisite ve ulusçuluğu bu denli 'sıcak' yapan nedir? Y unanlı­

ları Türklerle ve Türkleri Y unanlılarla aşırı uğraşmaya iten n e­

dir? Kişinin kendilik duygusu neden etnik veya ulusal grubunun konum una göre yükselir veya düşer? N eden kişinin etnik duygu­

ları bir kez yerleştikten sonra, özellikle de ergenlik geçidinin a r­

dından, bunları değiştirm ek bu kadar zor -hatta bazen olanaksız­

dır? Neden belli koşullarda etnik kimliklerimizi değiştirm ekten­

se (»lmeye razı oluruz? Niçin politik ve/veya askerî baskılar yo­

ğunlaştıkça büyük bir grup kimliğine daha da sıkı tutunuruz?

Neden kendimizi tanım lam ak için paylaşılmış 'ö tekiler'e (düş­

m anlar) gereksinim duyar gibiyiz?

Bu düşünceleri bir adım ileriye götürm ek için sta- tik/feııomenolojik etnisite veya ulusçuluk anlayışından, psikodi- ııamik formiilasyona geçmeliyiz: G erçek dünya sorunları (yani politik, ekonom ik, hukukî veya askerî) gözlenebilir, hatta ölçüle­

bilirler. Hepsinin ötesinde, bize saldıran düşm anlar da gerçektir, değil mi? Ancak psikanaliz bize gerçek dünya sorunlarının psişik gerçekliğin sorunlarıyla iç içe geçtiğini, ve birinin sürekli olarak diğerini etkilediğini öğretir. Bu psikolojik fenom enlere karşı iç­

sel istekler, duygular, algılar, fanteziler, beklentiler ve savunm a­

lar çevreyle etkileşir ve kişinin psişik yapısının gelişmesini ve d e­

ğişmesini etk iler." Çocuğun gelişmekte olan kendi (self) ve di­

ğerleri duygusu ve ego işlevleri üzerine yapılan psikanalitik araş­

tırm alar aracılığıyla çocuk-anne (veya onun temsilcisi) ortam ına (kısıtlı bir çevre) ilişkin erken yaşantıların, çocuğun psişik yapısı­

nı .şekillendirmede an ah tar olduğunu giderek daha çok fark edi­

yoruz.1^ Çocuğun genetik potansiyeli, fizyolojik yetileri, ailenin,

' ' S h iilc r. Bovd C . ( iy 76 ).

11 K ruul. Sımmımİ ( I \ l;ıı Inıann. H c iıv (1^39).

Ih'um.-p:ııi M.h)L\ ( I t i m d e Ri'lvıt ( IWI >.

(19)

eğitimin ve kültürün etkisi ve bunların yanı sıra besleyici ('iyi’) ve travm atik ('k ö tü ’) yaşantıları çocuğun psişik yapı taşlarını oluşturm ak üzere anne-çocuk etkileşim leri 'kanalı’ndan geçer.

Etnik gruplarda da gerçek dünyadan gelen belli unsurlar ilk ö n ­ ce anne-çocuk kanalından geçer, bu yüzden de gruptaki bütün çocuklar tarafından paylaşılır. Ayrıca aynı gruptaki çocuklar dünyaları genişleyip, babalar ve öğretm enler gibi onlara grubun gelenekleri ve göreneklerine uygun tepkiler veren diğer önemli bireylerle ilişki kurm aya başladıkça başka ortak deneyim ler de kazanırlar. B uradan yola çıkarak S tein’ın bir etnik grubun düş­

m anlarının 'ne "yalnızca" projeksiyonlardan ibaret, ne de "yalnız­

ca" gerçek’ oldukları yolundaki sözlerini daha iyi kavrarız.16 D üş­

m anlar her ikisidir. Bizi öldüren düşm an gerçektir, ama aynı za­

m anda kendi grubum uzdaki insanlar tarafından desteklenen paylaşılmış projeksiyonlarım ızın bir rezervuarıdır.

Etnisite ve bununla bağlantılı grup etiketleri, büyük bir gru*

bun diğer büyük bir grupla barışta, ya da daha önem lisi çatışm a­

da etkileşim i olmaksızın, herhangi bir insan dram ında bir 'güç' halini alamazlar. Amacımız bu gerçek dünya sorunlarının etkisi­

ni küçüm sem ek değil (hepsinin de bir diğeri üzerinde derin etki­

leri vardır), ancak kronik bir hal alan psikolojik sorunların etnik çatışma olaylarında baskın olabilecekleri giderek açıklık kazan­

m aktadır, tıpkı genelde O rtadoğu ve özelde T ürk-Y unan ilişkile­

rinde olduğu gibi.

Z am anın Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat 1977’de İsrail P arlam entosu’nda (K nesset) A raplarla İsrailliler arasında uzun süredir var olan sorunların yüzde yetmişinin psikolojik olduğuna inandığım söylediğinde bütün dünyayı şaşırtmıştı. Sedat’tan ön ­ ce. 1974'te Türk ordusu Kıbrıs'a çıkartm a yaptığında Türkiye'de Başbakan olan Bülent Ecevit, Türk ordusunun Kıbrıs’a m üd aha­

lesinden tam çeyrek yüzyıl önce L ondra'da bulunduğu sırada yazdığı bir şiirde, Türklerle Y unanlılar arasındaki psikolojik fak­

törlerin önem ine dolaylı gönderm ede bulunm uştu. Şiirde, her iki tarafa karşı, birçok Türk ve Yunanlının paylaştığı çelişkili (ambi- valan) duygularını tanımlıyor:

Stcin. H o u iird K (1986), s.24K.

(20)

sılcı derdine diişiince anlarsın yunanlıyla kardeş olduğunu bir rıını şarkısı duyunca gör gurbet elde İstanbul çocuğunu tiirkçenin ferah gönlünce küfretmişiz olmuşuz kanlı bıçaklı

yine de bir sevgidir içimizde böyle barış günlerine saklı17

Seçilm iş Travm alar ve Seçilm iş Zaferler

'Seçilmiş travm a’ terim ini, bir grubun üyelerinde başka bir grubun üyeleri tarafından aşağılanmışlık ve m ağdur edilmişlik şeklinde yoğun duygular uyandıran bir olay anlam ında kullanı­

yoruz. E lbette bir grup m ağdur edilmeyi ve buna bağlı olarak benlik değerini yitirmeyi 'seçm ez’, ne var ki olayı psikolojize ve mitolojize etmeyi -sürekli bu konuda kafa yormayı- 'seçer’.

G rup travm atik olayın duygusal anlam larını (ruhsal tem sil­

ler) ve duygusal incinm elere karşı ruhsal savunm aları kimliğinin özüne çeker, ve bu incinmiştik ve utanç biçim indeki ruhsal tem ­ silleri ve bunlara karşı savunm aları yılmadan kuşaktan kuşağa aktarır. Seçilmiş travm aların ve bunlara karşı savunm aların ru h ­ sal tem silleri, etnik kimliğin yaşamsal belirteçleri halini alır. Bir travm a bir kez seçilmiş travm a haline geldikten sonra, bununla ilgili tarihsel doğrular önem ini yitirir.18 Olayın ve bununla ilişkili savunm aların ruhsal temsilinin grubun etnik kimliği üzerinde oy­

nadığı m erkezi rol en önem li konum a oturur. G enellikle m ajör bir seçilmiş travm a geçmişten ve gelecekten buna benzer trav­

m alarla yoğunlaşır.

Ecevit, B ülent (1976). s.76-9.

" V olkan, V am ık D. (1991,1992) ve V o lk an . V am ık D. ve H arris, Max (I9 9 3 d ).

Y a h u d iler Soykırım ı an ım sa rlar, N avajolaı 1864’teki 'U z u n Y ürüyüş’ü, M ekr sikalılar ve G u a te m a la lIla r 500 yıl ö n ce to p ra k la rın ın İspaııyollar ta ra fın d a n fethini, ve S ırp lar O sm anlı idaresi altın d a İslam iyeti kabul e d e n Bosnalı Slav­

ların "ihanetini’ an ım sa rlar. A n ılar halk dilinde açıkça k o runabildiği gibi, hâlâ bo y u n d u ru k altındaki h alk ların d u ru m u n d a olduğu gibi, üstü kapalı fo rm la r­

da d a k o ru n ab ilir. Sözgelim i yerli halkın İspanyol istilasına karşı p ro testo ları M eksika, G u a te m a la ve P e ru 'd a rem i o la ra k K atolikliğin gelişini kutlayan halk d an sları ve o y u n lard a eylem e d ö k ü lü r, b u n lar aslında ö rtü k biçim de İs­

panyol fatih lerin yenilgisini c a n la n d ıım a k ta d ıı (H a rris. M a \ 11992j ).

(21)

Yas, kayıp veya değişikliğin başlattığı zorunlu bir insan tepki­

sidir.19 Sevilen biri ölürse, bir yas süreci yaşamam ız zorunludur.

Yas tutm ada başarılıysak değişiklikleri ve kayıpları kabul eder, yeni iç ve dış gerçeklikler benim ser ve yaşamımızı sürdürürüz.

O rtak bir kayıp veya değişiklik yaşayan bir grubun üyeleri de tek tek bireyler gibi yas tutm alıdır. Bir grubun etten kem ikten oluş­

muş bir organizm a gibi olduğunu iddia etm iyoruz, ancak grubun bireyleri büyük olaylara karşı ortak tepkiler gösterecektir. Söz­

gelimi, C hallenger 7 veya M eksika deprem i gibi felaketlerin a r­

dından düzinelerce sevimsiz fıkra o rtada dolanır oldu. Fıkraların 'yaratılm ası’ grup yasının başlangıcıydı. F ıkralar olayın üzücü et­

kilerini tersine çeviriyor ve sağkalanların ortak suçluluk duygu­

sunu ortadan kaldırıyordu. Büyük kayıplar olduğunda sağkalan- lar, akrabaları, dostları ya da yok olup gitmiş diğer önem li insan­

lardan d aha uzun yaşamış olm aktan ötü rü bilindışı bir suçluluk hissederler. Olayın etkisine bağımlı olarak, toplum ortak bir yas görevini yerine getirm ek (yani törenler, yasal işlemler, sanat ve şarkılarda olayın anısını yeniden canlandırm ak) için yollar bu la­

caktır. D oğanın yol açtıklarının aksine, politik ve askerî açıdan küçük düşürücü felaketlerin yasını tutm ak daha güçtür.20

1864 yılında gerçekleşen bir olay, seçilmiş bir travm anın nasıl evrildiğini gözler önüne serer. New M exico’da, Kit C arson’ın ö n ­ derliğindeki ABD askerleri yerleşim lerini yakıp yıkınca yaklaşık sekiz bin Navajo Kızılderilisi yersiz yurtsuz kalmıştı. Kızılderili­

ler New M exico’daki Sum ner Kalesine dek üç yüz mil yürüm eye zorlanm ışlar ve b urad a dört yıl zalim koşullar altında hapsedil­

mişlerdi; yürüyüş sırasında ve sonrasında bu insanların iki bin beş yüzü ölm üştü. Bu yürüyüş 'Büyük Y ürüyüş’ olarak bilinir.

Charlottesville gazetelerinden birinde m uhabir olan David A.

M aurer o yörede Navajo Kızılderilileriyle bir proje üzerinde ça­

lışm akta olan iki rahiple, Neal Knight ve H arold L. Bare, Sr. ile röportaj yaptı. R ahipler M au rer’e birçok Navajo Kızılderilisi için Kit C arson ve adam larının yaşamlarını yerle bir ettiği 1864’te za­

manın durm uş gibi göründüğünü aktardılar. R ahip Bare şu söz­

leri söylüyordu: 'Kızılderililer bana "Uzun Yüriiyiifii anlatıyorlar­

|g F re u d . Sigm uııd (1917).

V o lk an . V am ık D. (1992).

(22)

dı, ilk başlarda önceki gün olmıış bir şey hakkında konuştuklarını sanmıştım. Yüz yirmi beş yıldan bile daha uzun süre önce olmuş bir şeyden bahsettiklerini kavradığımda gerçekten afalladım... kızılderi- liler için "Uzun Yürüyüş" sabah güneşin doğması kadar gerçektir. ’_l

Bir bölgedeki toprakların bir düşm ana teslim edilmesi gibi politik ödünlerin (bu tü r bir ödün h er iki tarata da yararlı bir b a­

rış getirecek olsa da) kabul edilebilir hale gelmesi için, yas sü re­

cinin tam am lanm ası genellikle gereklidir. Ancak belli koşullarda yas tutm ak çok zor olabilir. M ağdur edilmiş olan grup kendini yas tutam ayacak kadar aşağılanmış veya kızgın hissedebilir. Katı­

lan gruplardan biri çeşitli nedenlerle kendini yas sürecini ta ­ mam layamaz durum da bulduğunda, bü olay seçilmiş bir travm a­

ya evrilir. Seçilmiş travm a için yas tutam am ak o grubun toplum ­ sal ve politik ideolojilerini etkiler. Bu şekilele, etnik kimlik tarih boyunca evrilir.

Bir seçilmiş travm a bir kuşaktan diğerine aktarıldıkça işlevini değiştirebilir, ya da daha yakın bir travmayla bağlantılandırılarak yeni bir duygusal güç kazanır. A frikalı-A m erikan gençlerde er­

gen gebelikleri, şiddet ve psikosom atik bozukluklar (anoreksiya nervoza gibi) üzerine yaptığı çalışm ada M aurice Apprey, kölelik seçilmiş travm asının işlevini değiştirm iş olduğunu öne sürer.

O na göre, Birleşik D e v le tle rd e siyahların beyazlar tarafından m ağdur edilmesi, kendine zarar verici bir davranış şeklinde içsel- leştirilmiştir, bu sayede siyah ergenler etnik kimliklerinin bir parçası olarak, atalarının sebilmiş travmasını bilinçdışı etkilerle yeniden göz önüne se re rle r."

Bir grubun seçilmiş travmasıyla bağlantılı ortak zihinsel sa­

vunm alar m utlak güçlü hal aldığında, paradoks biçimde seçilmiş travm anın yeniden etkinleştirilm esi grubun kendilik değerini yükseltebilir. H er yeni kuşağın bireyleri atalarına yapılanları onarm ak ve kendilerini grubun kimliğinin bir parçası haline gel­

miş .olan aşağılanmışlık yükünden kurtarm ak için bilinçli ve bi- linçdışı bir arzuyu paylaşıyor olabilirler. Çok çeşitli törensel dışa­

vurum lar gözlenebilir (tö renler veya politik atm osfer uygun ol­

duğunda gösteriler, sanatsal yaratılar ve benzerleri). Ayrıca bi-

:ı M aucr. Daviıl A. (1992).

A pprey. M au ıicc ( 1993): A p p ıc \. N huırkv \ c Stcin. H o\v;nd (1993).

(23)

linçdışı düzeyde işleyen, önyargıları özellikle körüklediği için p o ­ litika ve uluslararası ilişkileri etkileyen başka dışavurum şekilleri de vardır.2’’ Sözgelimi seçilmiş bir travm anın yasım tutam am a ve buna karşı ortak ruhsal savunm aların evrilmesi, büyük grupların toplumsal ve politik ideolojilerini etkileyecektir. Aslında, 'Biz yeterince acı çektik. Artık başkaları bize olan borçlarını öd em e­

lile r diyen bir tutum yaratılır. Bu, kendinde hak gören bir ide­

olojiyi kucaklayan yeni bir kuşağın oluşmasına yol açabilir.-1 Geçm işteki travm aların ruhsal tem sillerinin yası tutulam adı- ğında en sık karşılaşılan sonuç çeşitli arındırm a ayinlerinin yer­

leşmesidir. Travm atik olay sona erdiğinde bile, grup olayla ilişki­

li sorunları çözem em işse düşm anla olan bağ korunacaktır. Ö zel­

likle de büyük grup bir zorbanın etkilerinden kendini k urtardı­

ğında, statüsündeki değişikliğe büyiik bir kin duyabilir. G rup düşm anı kirli olarak görmüşse, kendini temizleme gereksinimi duyacaktır. Bu uygulama zararsız olabileceği gibi, zararlı hale de gelebilir. Bir grup yas tutam adan yeni statüsünü benim sediğin­

de, geçmişteki 'yaralı' kimliğinin yerine geçecek 'yeni" bütünlük­

lü bir kimlik edinm ek için bütün 'yabancı' unsurlarından kurtul­

maya çalışır.25 G rubun güçsüzlükten kurtulam adığı bazı d urum ­ lardaysa insanlar kurban olma kaderlerine boyun eğermiş gibi durabilirler.

■ 'G ru p ların geçm işte veya bugün aldıkları yaraların çeşitli politik ideolojilerin oluşm asında tek tem el olm adıklarını açıklam alıyı/..B azen bu n lar bir.liderin bi­

linçli (çoğunlukla da bilinçdışi) o larak kendi intıapsişik dram larını tarihsel ıık- laraıası \e v a uluslararası aren alard a canlandırm a çab aların d an evrilirler.

-JM oses. R a p h a e l (1990),

■'E stonva bağım sızlığını ilan ettik ten kısa sure so n ra E stoııva'da çalışm akta o lan h ek im lere en az I.50U E slonca sözcük konuşabiliyor o lm aları koşulu g e­

tirildi Estoııyalı olm ayan. (R u s) hekim ler m esleklerini bırakm aya ya da ç ek ir­

dek g ru b a asim ile olm aya /a rla n ıy o rla rd ı. E tnik tem izlik bilinen arın d ırm a tö re n le rin in ab artılı ve habis bir şekildir. E tnik tem izlik B ösha-M crsek’lc m ağdur ed ilen M ü slü m an lara uygulanm ıştı; b u rad a y a şa n a n la r etn ik tem izli­

ğin nasıl o lu p d a soykırım şeklini alabileceğini g ö ste rm ek ted ir. M ontville, Jo- seph V .'n in (1991) d e g österm eye çalıştığı gihi, belli k oşullarda çeşitli e tm e n ­ ler bir aı ava g e lerek soykırım ın g erçekleşebileceği bir atm o sfer y aratırlar.

* Buna ö ın e k : Ç a ğ d aş E rm eni lid erlerin d em cçleıın i okuyup, öz eleştirilerin e tanık o lan lard a. E rm e n ista n 'd a so n yetm iş beş yıldır E rm e n ile ıin m ağdurluğu ıd e a li/e 'e tm e le r in e i/ın v eren pavlaşılm ış bilinçdışi bir m a/o şistik ideolojinin g elişm ekle o ld u ğ u ı/leııııııı m a n ın a k ta d ıı (L ib aıid y an . Ci .1.1991).

(24)

Seçilmiş bir travm a söz konusu olduğunda, grup John E.

M aek’ın 'm ağdur edilm enin egoizmi’ dediği ilkeye tutunur. Bu, birinin düşm anının kayıplarına karşı hiç eşduyum (em pati) yap­

maması veya çok az eşduyum gösterm esi fenom enidir, 'karşı ta­

rafın mağduriyeti de yadsınam ayacak kadar büyük, h atta kendi­

sininkinden daha büyük olduğunda bile... Eşduyum eksikliği, di­

ğer bir deyişle kişinin düşm anca duygular beslediği ulusal bir grubun bireylerinin yaşadığı sıkıntıları kavram a yoksunluğu, sü r­

mekte olan savaşın m erkezî bir caydırıcı gücünü ortad an kaldı­

rır.’27 Yeni bir çatışm a -savaş veya benzeri bir durum - geliştiğin­

de, halihazırdaki düşm anın zihinsel imgesi seçilmiş travm adaki düşm anın imgesiyle bulanır. Yeni düşm an gerçekten de özgün düşm anın torunları olabileceği gibi, aralarında hiçbir bağlantı ol­

mayabilir de.

'Seçilmiş zafer’ bir grubun bireylerinde, diğer grubun bireyle­

ri karşısında yoğun bir başarı elde etm işlik veya haklı bir zafer kazanmışlık duygusu uyandıran bir olaydır. Seçilmiş zaferler bir grubun şu anki benlik değerini yükseltme hizm eti görürler, ve tıpkı seçilmiş travm alar gibi ağır biçimde m itolojize edilm işler­

dir.28 Bu olaylar da grubun kendi (self) kimliğinin parçası haline gelir ve kolay kolay elden bırakılm azlar. G rubu n benlik değerini desteklem ek için seçilmiş zafer tek rar tek rar canlandırılır. Belli durum larda, seçilmiş zafere layık olm ak veya bunu 'yeniden ya­

ratm ak’ üzere grubun ortak sadizm ve m azoşizmini destekler.

Hem seçilmiş zaferler, hem de seçilmiş travm alar çocuk tarafın­

dan anne sütünü içer gibi içe atılır (introjeksiyon) ve büyüdükçe, ana babasından duyduğu öyküler, bayram lar ve tarih dersleri aracılığıyla bu içe atım sürdürülür. B unlar etnik kimlik duygusu­

nu sarsılmaz biçimde şekillendirirler. Seçilmiş travm a ve seçilmiş zaferin kuşaktan kuşağa aktarım ı çocuğun olaya ilişkin öyküler işitmesi, kitaplar okum ası ve benzerlerinden daha fazlasını ge­

rektirir. Bu aktarım , çocuğun önem li figürlerle ilişkileri çerçeve­

sinde, ve psikanalistlerin 'özdeşim ’ (identifikasyon) dedikleri d ü ­ zenek aracılığıyla çoğunlukla sessiz biçimde gerçekleşir.29

27M ack, J o h n E. (1979), s.xvi.

2sÖ rn eğ in İngilizler, D -D ay ’i (İkinci D ünya Savaşı’n d a F ra n sa ’ya ask er çıkarm a günü/ç.n ); Y ah u d iler, M a k ab iler (İ.Ö .2.yy; Suriye’d e n dinsel b askılara karşı ayaklanm anın lideri olan Y ahudi ailesi/ç.n.) d ö n em in i an ım sa rlar.

V olkan, V am ık D. (1991); V olkan, V am ık D. ve H a rıis, Max (1993a).

(25)

Etnik Ç adırda Sallantı

Bireyin benlik değeri ve etnik kimliği kaçınılmaz olarak iç içe geçmiştir.30 Bir etnik grubun başarısı o gruptaki bireylerin m ora­

lini yükseltirken, etnik kim liklerine yönelik bir saldırı canlarını yakar. O n dokuzuncu yüzyıl başlarındaki Y unan Bağımsızlık Sa­

vaşı kahram anlarından biri olan G eneral M akriyannis kalem e al­

dığı anılarında bu görüşü açıkça destekleyen bir yorum yapar:

' Ülkemi her şeyden çok seviyorum. Biri bana gelip de ülkemin iler­

leyeceğini söylerse, iki göziimü de oymasına bile razı olurum. Ç ün­

kü ben sakat olsam da, ülkem iyi ise bu beni besler; ülkem hastay­

sa, isterse on gözüm olsun ben bir sakat olurum. ’31

Etnik kimlik, spor karşılaşm aları gibi enerjik, ancak norm al­

de barışçıl yarışmacı törenler yoluyla, ya da kişinin kendi grubu­

nun beslenm e tarzı, giysileri, sim geleri ve kültürel dokusunu baş­

ka bir grubunkilerden daha fazla benim semesiyle uyuma yönelik olarak ifade edilebilir. A ncak belli durum larda uyumu bozacak kadar güçlü bir hiddet ve şiddet şeklini de alabilir. Bunu anla­

mak için çocukluktan itibaren bir bireyin üzerinde iki kat giysi olduğunu düşünün.32 Yalnızca bireye ait olan ilk kat 'çam aşır’, üzerine tam o turur. Bu onun kendi (self) kimliğidir. İkinci kat 'giysi’ birçok bireye sığınak olan gevşek bir örtüdür. İsterseniz buna büyük bir bez çadır diyelim. Bu, bireyin grup veya etnik kimliğidir. Seçilmiş travm alar ve seçilmiş zaferler çadırın kum a­

şına dokunm uştur ve çadırı ayakta tutan direkler grubun liderle­

ridir. O nların esas rolü, seçilmiş travm a ve seçilmiş zaferlerin anılarını ve duygusal anlam larım canlı tutarak ve grubun kom şu­

larıyla ilişkilerini düzenleyerek grubun kimliğini ve kendi o to ri­

telerini korum aktır.

İkinci giysi katı, etnik kat, bizi anne ya da diğer bir bakıcı gibi korur. Bu daha önce sözü edilmiş olan ortak 'iyi’ rezervuardır.

Etnisite söz konusu olduğunda bu çadırın altındaki bütün birey­

ler, ister kadın ister erkek, eşittirler. Bireyler diyelim ki Y unan­

lıysa, Yunanlılıkları toplum sal statü veya refah düzeyi gibi fak­

törlerden etkilenm ez. G rubun bütün üyeleri grubun Yunanlılığı­

311 M ack, Jo h n E., (1983), s.xvi; V olkan, V am ık D . (1988).

31 S h e rra rd , P h ilip ’d e geçiyor (1979), s.55.

V olkan, V am ık D. (1992); V o lk an , V am ık D. ve H arı is, Max (1993a).

(26)

m eşit derecede paylaşır. Çadır sağlam ve dengeli kaldığı'sürece grubun bireylerinin buna dikkat etm eleri gerekmez.. Etnik kim ­ liklerini sürekli prova etm ek veya kanıtlam ak gereği duym aksı­

zın gündelik yaşamlarını sürdürürler. A ncak çadır sallanır veya yerinden oynarsa bu dikkat çeker ve çadırın altındaki bütün bi­

reyler bunu yeniden sağlamlaştırmaya çabalar hale gelirler. Bu koşullarda grup kimlişi bireysel kim liklerin önüne geçer. Belli 'kültürel yükselticiler’ ' sözgelimi efsaneler, söylenceler, bayrak­

lar, yiyecekler, şarkılar, danslar ve diğer gelenekler her iki giysi katını, yani birey ve grup kimliklerini, korum ak üzere törensel biçim lerde kullanılırlar.

Ne var ki, bir lider tarih arenasında kendi kişisel dram ını ey­

leme dökm ek zorunda kalabilir, bu sırada da çadırı sarsabilir.

Ç adır ayrıca komşu bir grubun tutum ve davranışlarıyla da salla­

nabilir. Sözgelimi o kom şunun grubun çadırına yansıttıklarıyla;

hasım bir etnik grubun üyelerinin yönetim indeki hüküm etin d u ­ yarsızlığıyla; ekonom ik değişikliklerle; doğal afetlerle; Çcrnobil gibi insan elinden çıkma afetlerle; daha birçok gerçek dünya so­

runuyla. B urada psikolojik ve gerçek dünya sorunları iç içe ge­

çer, grup daha çok stres yaşadıkça, ne olursa olsun kendi kimliği­

ni korum aya daha çok azmeder. Kimlik kaybı -çadırın çökmesi veya lime lime edilmesi- korkusu psikolojik öliim korkusudur.

Bıı öyle büyük anksiyete yaratır ki fiziksel ölüm bile yeğlenebilir.

Bir sonraki bölüm den başlayarak Türklerin ve Y unanlıların e t­

nik çadırlarını inceleyeceğiz; kumaşın dokusuna ve destek direk­

lerine odaklanacağız.

M :ıd>. John H... ( I ' W )

(27)

II. Bölüm

TÜRKLERDEN ÖNCE ANADOLU

T

arihin akışını değiştiren önem li olaylar genellikle politik güç m erkezlerinden uzakta gerçekleşir. A rşidük Franeis F erdinand’ın 1914’te Viyana, Londra, Paris, Berlin ya da St. Pe- tersburg'dan uzakta, Saraybosna’da suikaste kurban gitmesi; Ko- lom b’un 1492’de Yeni D ünya’ya ulaşması; ve Vaseo De Ga- ma’nın 1498’de M adrid ve Lizbon’dan çok uzaklaşarak A fri­

ka’nın çevresini dolanm ası bunlardan bazılarıdır. Benzeri bir olay da Ağustos 1071’de Doğu A nadolu’da gerçekleşti. İm p ara­

tor IV. R om anos D iogenes’in (R om en Diyojen) kom utası altın­

daki Bizans ordusu, A lp A rslan'ın Selçuklu ordusuyla, biri H ıris­

tiyan, diğeri M üslüm an iki liderin tahtlarının bulunduğu Kons­

tantinopolis ve B ağdat’tan yüzlerce kilom etre uzakta, M alazgirt yakınlarında karşılaştı.34 R om anos D iogcnes ordusuyla Könstan- tinopolis'den ayrılırken amacı A nadolu’yu Tiirkm enlerden koru­

maktı. A bbasîlerin elindeki halifeliği Şiî B üveyhoğullarfnm ege­

m enliğinden kurtaran Tuğrul Bey’in önderliğindeki ortodoks (sünnî) Selçuklu T ürkleri 1055'te halifenin sadık m üritleri haline gelmişlerdi. K endilerine İslam dünyasının kalbinde bir yer edin­

meye kararlı olan Selçuklular, yağma ve çapulculuğun askerî bir eylemin haklı sonu olduğuna inanan T ürkm en askerlerine iş edindirm ek zorundaydılar. Böylece T ürkm enler A nadolu’ya

yönlendirildi. :l

Doğu A nadolu ’daki tebasının kendilerini 1059 yılında ta Si­

vas’a kadar dayanmış olan T ürkm en akınlarından kurtarm ası yo­

lundaki canhıraş taleplerine yanıt olarak Bizans im paratoru b ü ­ yük bir orduyla A nadolu'ya yürüm eye karar verdi. Planı Selçuk­

lu T ürklerine A rm enia'da (E rm enf yurdu-Erm eııistan) saldır­

maktı. Bu sırada, 1063 yılında amcası T uğrul'un yerini almış olan Alp A rslan'ın kom utasındaki Selçuklular, Abbasîlerin Şiî diiş-

’4 M alazgirt i ü rk iv e n in d o ğuşum la. V an G ö lü vc Ağrı Dağı yakınlarındaki bol- gcd ed iı.

(28)

m anları olan Mısırlı Fatim îleri yenm e çabasındaydılar. BizanslI­

ların saldırı tasarılarını öğrenen Alp A rslan ordusunu kuzeye, A nadolu’ya çevirdi.

Savaşın kesin tarihi ve yeri hâlâ tam olarak saptanam am ış ol­

sa da, '1 sonuç tartışm a götürm ezdi. Selçuklu Tiirkleri, bizzat Bi­

zans İm p arato ru ’nu tam bir yenilgiye uğratm ışlardı. A ncak Alp Arslan zaferini kötüye kullanmadı. Bir bedel karşılığında im pa­

ratoru serbest bıraktı. Bu bedel, son elli yılda BizanslIların ele geçirdiği bü tün önem li sınır noktalarının geri verilmesi ve gele­

cekte aralarında bir ittifak kurulacağı sözüydü. Batı kanadında barış sağlandıktan sonra Alp Arslan, K arahanlılarla savaşmak üzere O rta A nadolu’ya yöneldi. M alazgirt’te T ürk tarihine adını altın harflerle yazdıran Alp A rslan’ın ölüm ü yurdundan çok uzakta, bir savaş esirinin elinden oldu. M alazgirt sonrası A n ad o­

lu’ya gelince, yayla yalnızca T ürkm en akınlarına açılmakla kal­

madı, sonunda kalıcı olarak yerleştikleri yer de burası oldu. B in­

lerce Türkm en, aileleri, atları ve sürüleriyle taze otlakların bu ­ lunduğu bu yeni topraklara geldi. Irak ve İran ’ın sıcağı ve k urak ­ lığına kıyasla A nadolu, yeni gelm ekte olan Türkm enlere daha konuksever bir ortam sunuyordu.

Yunan G ö çleri

Selçuklu Türklerinin geldiği sıralarda A n adolu’da egem en dil Y unanca’ydı. T oros Dağları önceki yüzyıllarda A rap akınlarına karşı etkili bir set oluşturm uştu. Em evîler ve Abbasîlerin elinde Verimli H ilal’i baştan sona, dilde A raplaştıran, dinde İslâm laştı­

ran çifte süreçler, Suriye’yi Bizans’tan ayıran dağlarda kesintiye uğramıştı. Sonuç olarak A nadolu yaylasının dili Grekçe, dini H ı­

ristiyan kalmıştı.

A slında Y unanca, B ronz Çağın sonunda M iken İm paratorlu­

ğ u n u n çöküşüyle Batı A nadolu sahillerine doğru hız kazanan Y unan göçleriyle birlikte bölgeye gelmişti. G em ilerle Ege D eni- zi’ni aşarak İ.Ö. 1200’den sonra bu bölgeye gelen Y unanlılar

" Y u n a n lı tarihçi A tta le ia te s’in şahsi tanıklığını in celed ik ten sonra F ıiendly, A lfred (1981) karşılaşm an ın ya 24 ya d a 25 A ğ u sto s’ta, ayın tan a ğ a rm a d a n h e m e n ö n ce ince bir hilal olduğu g ü n d e gerçekleştiğini b elirtir. T ü rk a k a d e ­ m isyenler savaşın g ü n ü n ü 26 A ğustos o la ra k tayin e d e rle rk e n bazı A vrupalı ta rih ç ile r d e 19 A ğ u sto s’u ö n e sürerler.

(29)

bölgede herhangi bir m erkezî otorite bulunm adığım görm üşler­

di. R om alıların verdiği adla G rek dediğimiz insanlar, aslında kendilerine H elen diyorlardı. En önemli iki unsuru ortak dil ve ortak din olan ortak bir kültürle birbirlerine bağlıydılar. Kuzey Peloponnes’ten (M ora yarım adası) sürüldükten sonra kendi si­

yasî ortam larım kurup yerleşme süreçlerini tam am lam aları bir­

kaç kuşak almıştı. Y erleştikleri bölgeye İonya adını verdiler, kendilerine de İonlar. İ.Ö. V. yüzyılda H erodot, İonya’da on iki şehir bulunduğunu kaydetmiş, ama sayılarının çok daha fazla ol­

ması pekala da müm kün. Ephesus (Efes) ve M iletus (M ilet) böl­

genin önde gelen şehirleriydi. K urulduklarında liman kenti ol­

m alarına karşın, yüzlerce yılda gerçekleşen doğal jeolojik süreç­

ler onları ilk besleyen denizden çok uzaklaştırmıştı.

İonlara komşu olarak bu kıyılara yerleşen iki Y unanlı grup daha vardı; kuzeyde Aioller (Eolyalılar), güneyde D orlar. İonla- rın çağdaşı olan Aiollerin Y unanistan anakarasının doğu bölge­

lerinden geldikleri söylenir.36 D orlar İ.Ö. 900’den sonra, R odos ve Kos’taki köprübaşı mevziîlerini bırakıp anakaraya geçtiler.

Ö nde gelen şehirlerinden biri H alikarnassos’tu (Bodrum ). İo n ­ lar kuzeye ve kuzeydoğuya doğru yayıldılar. Smyrna'yı (İzm ir) Aiollerin elinden aldılar ve kısa sürede Ç anakkale Boğazı bo ­ yunca koloniler kurdular. E n önem li başarıları M ilet şehriydi.

Bu şehir daha sonra kendi kolonicilerini dışarı gönderir oldu, bunlar M arm ara Denizi çevresinde yerleşim ler kurdular. Kuzeye doğru yayılan İonlar çok geçm eden Y unanistan'daki Mega- ra ’dan gönderilm iş D orların kurduğu kolonileri karşılarında bul­

dular. M arm ara Denizi ile İstanbul Boğazının buluştuğu Byzan- tium 'da (İstanbul) bir koloni kurduktan sonra Y unan kültürünü K aradeniz bölgesine doğru iten, İonların yanı sıra işte bu Mega- ralılardır. K aradenize Pontus adını verense İonlardır. Enginliği­

ne bakarak 'açık deniz' anlam ına gelen bu adı verm işler.37 İ.Ö.

5()0"e gelindiğinde bütün K aradeniz sahili Y unan ticaret ve ta­

rım yerleşimleriyle dolm uştu. İonların A nadolu yaylasına sızm a­

ları Küçük Asya'daki diğer büyük güç olan Frigler tarafından en ­ gelleniyordu. Friglerin başkenti G ordion'du.

wC o o k . J.M .( 1963).

' C ook. J.M .( 1963).

(30)

Harita2: AnadoluSeukluları (1243)

Referanslar

Benzer Belgeler

Neyse, işte böyle baba evinden çıkıp, kasabaya en yakın benzincinin beş kilo- metrelik yolunu katettikten sonra hafif su katkılı benzinden alıp, kasabaya dönüşteki sağı

Bu tip lâhitlere benzer olarak İstanbul Arkeoloji Müzesi üst kat salonlarından Yu- nan çanak - çömlek bölümünde yerde teş- hirde olan bir lâhit çok yakın benzerlik

Italya’daki Gran Sasso Ulusal Labo- ratuvarı’nda Karanlık Madde Dene- yi’nde (DAMA) görevli fizikçiler, 25 Şu- bat’ta uluslararası bir toplantıda yaptık- ları

Yüzeyini yenileyen lav- ların akışı giderek yavaşlamış ve Gü- neş Sistemi’ndeki öteki küçük cisim- lerin çoğu gibi çok uzun zaman önce ölmüş.. Ancak gezegenbilimciler,

Bugün geliştirilme aşamasında olan bazı büyük birleşik kuramlar, stan- dart modelden farklı olarak baryon sayısının korunmadığını söylüyor.. Yani bu kuramlara

Sigara endüstrisinde çal›flan araflt›rmac›lar, sigaran›n yak›ld›¤› zaman içindeki nikotinin büyük bir bölümünün, a盤a ç›k- mak yerine kimyasal olarak

Japonya hükümetinin bugünlerde Fuku şima nükleer santralindeki radyoaktif sızıntıyı önlemek için öngördüğü yeni zamanlama planını açıklaması bekleniyor.. Bu

"Daha önce de belirttiğim gibi, şu anda hu durumla daha fazla vakit kaybedemeyiz, hele elimizde daha öncelikli olarak halletmemiz gereken bu kadar çok sorun