TARİHE PSİKOLOJİK BİR MERCEKTEN BAKIŞ
ürk-Y unan ilişkilerinde bugünün gerçekleri yalnızca h u kukî, politik, ekonom ik ve askeri arenalardaki reel dünya sorunlarına odaklanarak anlaşılamaz. Bir grubun tarihinin nasıl olup da, kom şu ülkelerin etkileşim inde 'görünm ez bir güç’ halini alan bilinçli ve belki daha da önem lisi bilinçdışı psikolojik feno
m enlere yol açtığım anlam ak zorundayız. Bazen üzerinden yüz
lerce yıl geçmiş travm alara ve zaferlere dair imgeler, algılar, d ü şünceler, fanteziler ve duygular (bunların hepsine ruhsal temsil
ler denir) ve bunlarla ilişkili ruhsal savunm alar kuşaktan kuşağa aktarılırlar.4
Büyük Grup Kom şuların Psikolojisi
E tnik ilişkiler psikolojisinin tem eli büyük grup kom şuların psikolojisine dayanır. Yüzyıllardır birbirine çok yakın yaşayan kabilelerin, doğal sınırlar, nüfus azlığı ve teknoloji eksikliğinin yarattığı sınırlılıklar yüzünden birbirlerinden başka etkileşecek kim seleri olm am ıştır. Komşu gruplar, sağkalm ak için yiyecek ve fiziksel nesneler için birbirleriyle yarışm ak zorunda kalm ışlardır.
Bu ilkel rekabet düzeyinin giderek daha büyük psikolojik önem kazandığını varsayıyoruz. Fiziksel olarak vazgeçilmez tem eller, gerçek gereklilikler olarak durum larını korum anın yanı sıra ru h sal anlam lar (sözgelimi prestij) kazanmış, ve sağkalm a simgeleri olm aktan çıkıp büyük gruplar için benlik değeri (self esteem ) ve zafer sim gelerine evrilmişlerdir. Sözgelimi antropologlar bize yi
yecek için avlanırken şart olan ok, mızrak ve davul gibi nesnele
rin nasıl olup da özel bir anlam kazandıklarını ve sıklıkla da güç ve o torite sim geleri haline geldiklerini öğretirler.
Psikanalist E rik H. Erikson, insanoğlunun kendini 'in san’ ve diğer grupları insan-altı biçim inde gösterm e eğilimine atfen
'ya-4 R ogers, R ita R. (1979) ve V olkan, V am ık D. (1988,1992).
lancı-tür (pseudospecies)’ terim ini ortaya atm ştı.5 Erikson, ilkel insanın katlanılam az çıplaklığına karşı bir 'k o ru n m a’ önlem i ola
rak daha aşağı hayvanların silahlarını benim sediği ve onların d e
rilerini, tüylerini veya pençelerini kendi üzerine taktığını varsa
yar. Bu dış 'giysiler’ tem elinde her kabile, klan veya grup bir kimlik duygusu, ve bunun yanı sıra insan kimliğini yalnızca ken
disinin taşıdığı inancını geliştirmiştir.
E rikson’un postülatları açıkça spekülasyon kapsam ına girer.
B ununla birlikte birçok bağım sız gözlemci onun düşünce tarzı
nı destekler.6 A ntropo log H ow ard Stein bu tipte bir örün tü n ü n 'bu şekliyle b ü tü n kültürlere genelleştirilem eyeceğini, ancak uç noktada "insan" olm ayanlara yönelik duygularda, onların algı
lanm a şeklinde ve o nlara karşı eylem lerde evrensel bir eğilim gösterdiğini’ söyler.7 İnsanların o rtak bir 'ö te k i’ ile aşırı uğraşı
sının basit bir kuram değil, gerçek olduğunu söyleyebiliriz. D a hası, kişinin çocukluktan itibaren oluşan grubuyla bağlantılı d e ğerleri ve anıları, kuşaktan kuşağa geçirilir. 'B iz ve o n lar’ ve 'd ü şm an lar ve m ü ttefik ler’ kavram ları hem insan evrimi, hem de insan zihninin gelişimi açısından tem el taşıdır. Bu tür bö l
m eler insanlığım ızın öyle bir parçasıdır ki basitçe o nlardan k u r
tulmayı dilem ek yetm ez.
Çocuklar üzerine psikanalitik araştırm alar yapanlardan öğre
niyoruz ki, bir bebek yaşam ın ilk yıllarında ne kadar büyük bir potansiyele ve yeteneğe sahip olursa olsun, hiç kimsenin ayrı bir kendilik (self) duygusu yoktur; bebeklik boyunca insan zihni 'ya
ratıcı bir karm aşa d uru m u n d a’ diye kavram sallaştırılabilir. Kişi
nin gerçek ve bütüncül 'B e n ’ (kendim ) duygusu, yaşamın ilk üç yılında yavaş yavaş evrilir.
' E rik so n , E rik H. (1966).
h 'Ö te k i’ birçok antik b elg ed e ve dilde geçer. Eski Ç inliler bile k endilerini in sa n lar o la ra k kabul e d e rk e n ve d iğ er ırkları kttei, yani 'av lan a n ru h la r’ o la ra k gö rü y o rlard ı. A B D ’de apaçi kızılderililer k en d ilerin i indeh, yani insan sayar, diğer h e rk e s ise iııdah, yani d ü şm a n d ır (bkz. L.Bryce Boyer. 1986). Brezilya yağm ur o rm a n la rın d a k i M u n d u ru c u dünyayı insan olan M u n d u ru cu ve p a ıi-
\vat (d ü şm a n )la rd a n o lu şa n M u n d u ru cu -o lm ay an laı b içim inde bölm üşlerdi.
Y alnızca b irb irin e çok yakın y aşam akta olan bazı k o m şu lar istisnaydı (bkz.
M urphy. R .F.,1957).
7 Steiıı, H o w ard F. (1990a). s.72-3.
P ın d crh u g h es. C h a rle s A. (1979,1982).
Dahası, çok küçük bir çocuk farklı yaşantıları bütünleştirm e yetisine sahip değildir. Yaşadığında bunun haz verici ('iyi') bir deneyim veya o kadar da haz verici olmayan ('k ö tü ’) bir deneyim olduğunu bilir, ancak bazen her iki deneyim in kaynağının aynı kişi olabileceğini farkedem ez; psikanaliz dilinde bu kişiye nesne denir. O nu besleyerek çocuğuna doyum veren bir anneyle, onu beslem eyerek engellenmişlik yaşatan anne bebeğin zihninde ay
nı kaynak biçim inde algılanmaz. Yine, egonun birbirine zıt ya
şantıları ve zıt kendi ve nesne imgelerini bunlara eşlik eden duy
gularla bütünleştirm e yetisinin gelişmesi zaman alan bir süreçtir.
G iderek çocuğun bütünleştirici işlevleri evrildikçe, çocuk zıt im geleri birleştirebilir ve siyah ve beyaz deneyim lerden 'g ri’ (bü tünleştirm e) oluşturabilir.
Çocuğun kendini bu sürece hazırlam asının yollarından biri de kendine ait belli parçaları diğer bireylere veya şeylere atfetmeyi öğrenm ektir (yansıtm a-projeksiyon). Y ansıtm alar 'B en ’ duygusu
nu bütünlüklü hale getirirler. İki tipte yansıtma kullanılır:
(1) Çocuk kendi içinde tuttuğu parçaların bütünlüğünü ko ru mak için bütünleştirilm em iş, nahoş, 'k ö tü ’ yönlerini diğerlerine yansıtır.
(2) İlginç biçim de, çocuk bütünleştirilm em iş, haz veren, 'iyi’
yönlerini de diğerlerine yansıtır, sanki kara bir günde kullanm ak üzere bunları güvenceye alm ak istercesine. Çocuk bu 'iyi' yönle
rini yitirm ekten kaygı duymaya başlarsa, bunların korunduğuna em in olm ak için, ve gri-oluşturm a sürecinde bir adım olarak b ü tünleştirm e sırasında bunları ideallleştirilmiş nesnelere yansıtır.
Gelişim evreleri boyunca, bir çocuğun geçmişte biitünleştire- mediği 'iyi’ ve 'k ö tü ’ projeksiyonları yeniden sahiplenm esi, ve bunları sürekli evrilm ekte olan kendilik tem siline dahil etm esi olanaklıdır. Kom şuların psikolojisi açısından bu sürecin önem i şudur ki, belli projeksiyonlar asla tam am en yeniden sahiplenile- mez. Bazıları çocuğun ait olduğu gruptaki erişkinler tarafından onaylanır -grubun tarihsel, kültürel ve toplum sal beklentilerinin etkilerine bağlı olarak- ve sonra grup projeksiyonları olarak yer
leri sabitleşir.
Ç ocuklar büyük bir gruba (yani bir etnik grup) ait olarak gruptaki erişkinler tarafından desteklenen ve beslenen ortak
rc-zervuarlar olarak bilinen şeyi biriktirirler. Bu rerc-zervuarların işle
vi, gruptaki bütün çocukların, özellikle de gri oluşturm a d ö nem i
nin zirvesinde yansıtm aları ('iyi’ ve 'k ö tü ’) için bir alıcı hizm eti görm ektir. Vamık V olkan 'k ö tü ’ o rtak rezervuarların paylaşılmış 'ö tek i’nin (düşm anların), ve o rtak 'iyi’ rezervuarların 'biz-lik’in (m üttefiklerin) başlangıcı olduğu kuram ını ortaya atm ıştır. Bu 'biz-lik’ ister bir klan, isterse herhangi bir büyük grup etiketi söz konusu olsun, etnisitenin çekirdeğidir ve 'ö tek i’ genellikle kom şu bir gruptur.9
M odern dünyada fiziksel olarak kom şu olm asak bile, bütün etnik gruplar en azından mecazi olarak, telekom ünikasyon ve di
ğer ileri teknolojik araçlarla birbirim ize bağlıyız. D em ek ki, d ü n ya bu şekilde küçüldükçe, coğrafî olarak yakın olm ayan gruplar
da bile kom şuluk psikolojisine dayalı davranış türevlerini sapta
mak olanaklıdır. B ununla birlikte, etnik çatışm aların prototipi iki grubun fiziksel olarak kom şu olduğu bölgelerde görülür, örneğin E rm eniler ve A zeriler (Azerbaycan A zerileri), H ırvatlar ve Sırp- lar ve İsrailliler ve Filistinliler. Bunların hepsi de aynı toprakları paylaşan, veya aynı toprak parçası üzerinde hak iddia eden etnik gruplardır. Türk-Y unan yüzleşmesi ise başka bir paradigm adır.
Türk-Y unan ilişkisi diğer etnik çatışm alarla belli ortak unsurlara sahip olsa da, kendine özgü bazı unsurları vardır. Büyük grup fe
nom enini anlam ak için herhangi bir etnik çatışmayı incelem ek yararlı olacaktır, ama aynı zam anda h er durum un tek tek ele alınması gerektiğini de biliyoruz. Ö rneğin, her tüberküloz vaka
sında Koch basilini buluruz, ancak hastalığın doğası hasta birey
lerin her birinde farklı görünüm alacaktır -dem ek ki ayrıca bire
yin kendine özgü iç ve dış koşulları göz önünde bulundurulm alı
dır. B enzer şekilde, büyük grupların kimliklerini incelerken her grup için tarihten gelen zihinsel tem siller de anlaşılmalıdır.
Etnisite
Etnisite ölçülebilir bir şey olm asa da varlığını hissettirir ve ta
9 K uşkusuz, paylaşılm ış rez e rv u a rla rla yo ğ u n laşan (k o n d an sasy o n ) ve 'B iz ’ ve 'o n la r' d ik o to m isin in ve b u n u n la ilintili ön y arg ıların b illurlaşm asını kolaylaş
tıran başka, d ah a karm aşık psikolojik sü re ç le r v ard ır (V o lk an , V am ık D..
1988, 1992; T h o m so n , J. A n d crso n ; H arris. Max ve V olkan. V am ık D .. 1993).
JLfi.
nımı kolay bir şey olduğu izlenimini uyandırır. T ürkler ve Y u
nanlılar belli yönlerden birbirlerinden farklı ve ayrı oldukları, ve bazı yönlerden benzer olduklarında öyle ısrar ed erler ki etnisite- nin bir tanım ını yapm ak ve etnik farklılıkların nedenlerini ayrış
tırm ak zor değilmiş gibi durur. Oysa gerçekte, çoğu akadem isye
nin kabul edebileceği tek bir etnisite tanım ım bulm ak olanaksız
dır. Tıpkı ulusçuluk gibi etnisite de, incelendiği disipline göre alanı ve gücü değişen bir terim dir. O n dokuzuncu yüzyıl sonla
rında bu iki terim farklı anlam lar kazandı ve bugüne dek değiş
meyi sürdürdüler. Dahası, bir grubun etnisite veya ulusçuluğu
nun doğası, değerleri ve h atta sim geleri grubun tarihi boyunca sürekli değişir.
Birçok toplumbilim ci etnisiteye bir tanım getirm e sorunuyla boğuştu. Max W eber etnisite konusunda, 'nesnel bir kan bağı ol
sun olm asın ortak atad a n ’ gelenlerde 'öznel inanç’tan söz e d e r.10 Bir avukat ve siyasetbilimci olan Horowitz, W eber’in kavram ına 'etnik aidiyetin, tanınm ış bir akrabalığın gerektirdiği yüz-yüze e t
kileşimin sınırlarını aşması için asgari bir ölçek gerektirdiğini’
ekler ve sözlerine şöyle devam eder, 'Bu şekilde ele alındığında etnisite kolaylıkla renk, dil ve dinle farklılaşmış grupları kapsar;
"kabileler", "ırklar", "uluslar" ve "kastlar"ı bünyesine alır.,u Psikana- litik yönelimli bir antropolog olan Stein’ın belirttiği gibi: 'Kişisel ve toplumsal kimliğin bir göstergesi olarak etnisite doğası gereği bir kategori değil, bir düşünce modelidir. ,l~ Horovvitz ve S tein’a katılı
yoruz; bu kitapta büyük politik gruplara yapıştırılması gereken yaftayı saptam aktan çok, büyük politik süreçlerle ilgileniyoruz.
Bazı yazarlar etnisite ve ulusçuluk kavram larını hep bir arada kullanırken, bazıları bu iki kavram ın ayrılmazlığım gösterm ek için 'etnonasyonalizm ’ terim ini kullanırlar. Ne ki etnisite ve ulus
çuluğa fenom enolojik bir yaklaşım bu kavram larla bağlantılı di
nam ik güçleri olduğu kadar, bunlara yatırılmış ve bazen çok yo- ğunlaşabilen duyguları açıklam aktan da uzaktır. Tarihçi Boyd C.
Shafer, insan faktörüne odaklanır. Shafer, Jean Piaget’nin 6 ile
10 W eb er, M ax (1968), s.389.
11 H orow itz, D o n ald L. (1985). s.53.
l: S k in . H ow ard F. (1990b). s. 1-2.
10 yaş arasındaki çocukların vatanseverliği ana-babalann dan öğ
rendiği yolundaki bulgusunu aktardıktan sonra, kişinin ülkesine duyduğu sevginin ve yabancılara karşı hissettiği nefretin öğrenil
miş duygular olduğunu öne sürer ve devlet şeklinin, ekonom ik örgütlenm e, eğitim, aile-içi eğitim ve propagandanın bu duygu
ları etkilediğini söyler.1'1
Etııisite ve ulusçuluğu bu denli 'sıcak' yapan nedir? Y unanlı
ları Türklerle ve Türkleri Y unanlılarla aşırı uğraşmaya iten n e
dir? Kişinin kendilik duygusu neden etnik veya ulusal grubunun konum una göre yükselir veya düşer? N eden kişinin etnik duygu
ları bir kez yerleştikten sonra, özellikle de ergenlik geçidinin a r
dından, bunları değiştirm ek bu kadar zor -hatta bazen olanaksız
dır? Neden belli koşullarda etnik kimliklerimizi değiştirm ekten
se (»lmeye razı oluruz? Niçin politik ve/veya askerî baskılar yo
ğunlaştıkça büyük bir grup kimliğine daha da sıkı tutunuruz?
Neden kendimizi tanım lam ak için paylaşılmış 'ö tekiler'e (düş
m anlar) gereksinim duyar gibiyiz?
Bu düşünceleri bir adım ileriye götürm ek için sta- tik/feııomenolojik etnisite veya ulusçuluk anlayışından, psikodi- ııamik formiilasyona geçmeliyiz: G erçek dünya sorunları (yani politik, ekonom ik, hukukî veya askerî) gözlenebilir, hatta ölçüle
bilirler. Hepsinin ötesinde, bize saldıran düşm anlar da gerçektir, değil mi? Ancak psikanaliz bize gerçek dünya sorunlarının psişik gerçekliğin sorunlarıyla iç içe geçtiğini, ve birinin sürekli olarak diğerini etkilediğini öğretir. Bu psikolojik fenom enlere karşı iç
sel istekler, duygular, algılar, fanteziler, beklentiler ve savunm a
lar çevreyle etkileşir ve kişinin psişik yapısının gelişmesini ve d e
ğişmesini etk iler." Çocuğun gelişmekte olan kendi (self) ve di
ğerleri duygusu ve ego işlevleri üzerine yapılan psikanalitik araş
tırm alar aracılığıyla çocuk-anne (veya onun temsilcisi) ortam ına (kısıtlı bir çevre) ilişkin erken yaşantıların, çocuğun psişik yapısı
nı .şekillendirmede an ah tar olduğunu giderek daha çok fark edi
yoruz.1^ Çocuğun genetik potansiyeli, fizyolojik yetileri, ailenin,
' ' S h iilc r. Bovd C . ( iy 76 ).
11 K ruul. Sımmımİ ( I \ l;ıı Inıann. H c iıv (1^39).
Ih'um.-p:ııi M.h)L\ ( I t i m d e Ri'lvıt ( IWI >.
eğitimin ve kültürün etkisi ve bunların yanı sıra besleyici ('iyi’) ve travm atik ('k ö tü ’) yaşantıları çocuğun psişik yapı taşlarını oluşturm ak üzere anne-çocuk etkileşim leri 'kanalı’ndan geçer.
Etnik gruplarda da gerçek dünyadan gelen belli unsurlar ilk ö n ce anne-çocuk kanalından geçer, bu yüzden de gruptaki bütün çocuklar tarafından paylaşılır. Ayrıca aynı gruptaki çocuklar dünyaları genişleyip, babalar ve öğretm enler gibi onlara grubun gelenekleri ve göreneklerine uygun tepkiler veren diğer önemli bireylerle ilişki kurm aya başladıkça başka ortak deneyim ler de kazanırlar. B uradan yola çıkarak S tein’ın bir etnik grubun düş
m anlarının 'ne "yalnızca" projeksiyonlardan ibaret, ne de "yalnız
ca" gerçek’ oldukları yolundaki sözlerini daha iyi kavrarız.16 D üş
m anlar her ikisidir. Bizi öldüren düşm an gerçektir, ama aynı za
m anda kendi grubum uzdaki insanlar tarafından desteklenen paylaşılmış projeksiyonlarım ızın bir rezervuarıdır.
Etnisite ve bununla bağlantılı grup etiketleri, büyük bir gru*
bun diğer büyük bir grupla barışta, ya da daha önem lisi çatışm a
da etkileşim i olmaksızın, herhangi bir insan dram ında bir 'güç' halini alamazlar. Amacımız bu gerçek dünya sorunlarının etkisi
ni küçüm sem ek değil (hepsinin de bir diğeri üzerinde derin etki
leri vardır), ancak kronik bir hal alan psikolojik sorunların etnik çatışma olaylarında baskın olabilecekleri giderek açıklık kazan
m aktadır, tıpkı genelde O rtadoğu ve özelde T ürk-Y unan ilişkile
rinde olduğu gibi.
Z am anın Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat 1977’de İsrail P arlam entosu’nda (K nesset) A raplarla İsrailliler arasında uzun süredir var olan sorunların yüzde yetmişinin psikolojik olduğuna inandığım söylediğinde bütün dünyayı şaşırtmıştı. Sedat’tan ön ce. 1974'te Türk ordusu Kıbrıs'a çıkartm a yaptığında Türkiye'de Başbakan olan Bülent Ecevit, Türk ordusunun Kıbrıs’a m üd aha
lesinden tam çeyrek yüzyıl önce L ondra'da bulunduğu sırada yazdığı bir şiirde, Türklerle Y unanlılar arasındaki psikolojik fak
törlerin önem ine dolaylı gönderm ede bulunm uştu. Şiirde, her iki tarafa karşı, birçok Türk ve Yunanlının paylaştığı çelişkili (ambi- valan) duygularını tanımlıyor:
Stcin. H o u iird K (1986), s.24K.
sılcı derdine diişiince anlarsın yunanlıyla kardeş olduğunu bir rıını şarkısı duyunca gör gurbet elde İstanbul çocuğunu tiirkçenin ferah gönlünce küfretmişiz olmuşuz kanlı bıçaklı
yine de bir sevgidir içimizde böyle barış günlerine saklı17
Seçilm iş Travm alar ve Seçilm iş Zaferler
'Seçilmiş travm a’ terim ini, bir grubun üyelerinde başka bir grubun üyeleri tarafından aşağılanmışlık ve m ağdur edilmişlik şeklinde yoğun duygular uyandıran bir olay anlam ında kullanı
yoruz. E lbette bir grup m ağdur edilmeyi ve buna bağlı olarak benlik değerini yitirmeyi 'seçm ez’, ne var ki olayı psikolojize ve mitolojize etmeyi -sürekli bu konuda kafa yormayı- 'seçer’.
G rup travm atik olayın duygusal anlam larını (ruhsal tem sil
ler) ve duygusal incinm elere karşı ruhsal savunm aları kimliğinin özüne çeker, ve bu incinmiştik ve utanç biçim indeki ruhsal tem silleri ve bunlara karşı savunm aları yılmadan kuşaktan kuşağa aktarır. Seçilmiş travm aların ve bunlara karşı savunm aların ru h sal tem silleri, etnik kimliğin yaşamsal belirteçleri halini alır. Bir travm a bir kez seçilmiş travm a haline geldikten sonra, bununla ilgili tarihsel doğrular önem ini yitirir.18 Olayın ve bununla ilişkili savunm aların ruhsal temsilinin grubun etnik kimliği üzerinde oy
nadığı m erkezi rol en önem li konum a oturur. G enellikle m ajör bir seçilmiş travm a geçmişten ve gelecekten buna benzer trav
m alarla yoğunlaşır.
Ecevit, B ülent (1976). s.76-9.
" V olkan, V am ık D. (1991,1992) ve V o lk an . V am ık D. ve H arris, Max (I9 9 3 d ).
Y a h u d iler Soykırım ı an ım sa rlar, N avajolaı 1864’teki 'U z u n Y ürüyüş’ü, M ekr sikalılar ve G u a te m a la lIla r 500 yıl ö n ce to p ra k la rın ın İspaııyollar ta ra fın d a n fethini, ve S ırp lar O sm anlı idaresi altın d a İslam iyeti kabul e d e n Bosnalı Slav
ların "ihanetini’ an ım sa rlar. A n ılar halk dilinde açıkça k o runabildiği gibi, hâlâ bo y u n d u ru k altındaki h alk ların d u ru m u n d a olduğu gibi, üstü kapalı fo rm la r
da d a k o ru n ab ilir. Sözgelim i yerli halkın İspanyol istilasına karşı p ro testo ları M eksika, G u a te m a la ve P e ru 'd a rem i o la ra k K atolikliğin gelişini kutlayan halk d an sları ve o y u n lard a eylem e d ö k ü lü r, b u n lar aslında ö rtü k biçim de İs
panyol fatih lerin yenilgisini c a n la n d ıım a k ta d ıı (H a rris. M a \ 11992j ).
Yas, kayıp veya değişikliğin başlattığı zorunlu bir insan tepki
sidir.19 Sevilen biri ölürse, bir yas süreci yaşamam ız zorunludur.
Yas tutm ada başarılıysak değişiklikleri ve kayıpları kabul eder, yeni iç ve dış gerçeklikler benim ser ve yaşamımızı sürdürürüz.
O rtak bir kayıp veya değişiklik yaşayan bir grubun üyeleri de tek tek bireyler gibi yas tutm alıdır. Bir grubun etten kem ikten oluş
muş bir organizm a gibi olduğunu iddia etm iyoruz, ancak grubun bireyleri büyük olaylara karşı ortak tepkiler gösterecektir. Söz
gelimi, C hallenger 7 veya M eksika deprem i gibi felaketlerin a r
dından düzinelerce sevimsiz fıkra o rtada dolanır oldu. Fıkraların 'yaratılm ası’ grup yasının başlangıcıydı. F ıkralar olayın üzücü et
kilerini tersine çeviriyor ve sağkalanların ortak suçluluk duygu
sunu ortadan kaldırıyordu. Büyük kayıplar olduğunda sağkalan- lar, akrabaları, dostları ya da yok olup gitmiş diğer önem li insan
lardan d aha uzun yaşamış olm aktan ötü rü bilindışı bir suçluluk hissederler. Olayın etkisine bağımlı olarak, toplum ortak bir yas görevini yerine getirm ek (yani törenler, yasal işlemler, sanat ve şarkılarda olayın anısını yeniden canlandırm ak) için yollar bu la
caktır. D oğanın yol açtıklarının aksine, politik ve askerî açıdan küçük düşürücü felaketlerin yasını tutm ak daha güçtür.20
1864 yılında gerçekleşen bir olay, seçilmiş bir travm anın nasıl evrildiğini gözler önüne serer. New M exico’da, Kit C arson’ın ö n derliğindeki ABD askerleri yerleşim lerini yakıp yıkınca yaklaşık sekiz bin Navajo Kızılderilisi yersiz yurtsuz kalmıştı. Kızılderili
ler New M exico’daki Sum ner Kalesine dek üç yüz mil yürüm eye zorlanm ışlar ve b urad a dört yıl zalim koşullar altında hapsedil
mişlerdi; yürüyüş sırasında ve sonrasında bu insanların iki bin beş yüzü ölm üştü. Bu yürüyüş 'Büyük Y ürüyüş’ olarak bilinir.
Charlottesville gazetelerinden birinde m uhabir olan David A.
M aurer o yörede Navajo Kızılderilileriyle bir proje üzerinde ça
lışm akta olan iki rahiple, Neal Knight ve H arold L. Bare, Sr. ile röportaj yaptı. R ahipler M au rer’e birçok Navajo Kızılderilisi için Kit C arson ve adam larının yaşamlarını yerle bir ettiği 1864’te za
manın durm uş gibi göründüğünü aktardılar. R ahip Bare şu söz
manın durm uş gibi göründüğünü aktardılar. R ahip Bare şu söz