• Sonuç bulunamadı

Abdülhâkim Arvâsî's work named er Riyâzü't Tasavvufiyye (text transcipcion and analysis)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abdülhâkim Arvâsî's work named er Riyâzü't Tasavvufiyye (text transcipcion and analysis)"

Copied!
185
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANA BĠLĠM DALI

TASAVVUF BĠLĠM DALI

ABDÜLHAKĠM ARVASÎ’NĠN ER-RĠYAZÜ’T-TASAVVUFĠYYE

ĠSĠMLĠ ESERĠ

(Metin Transkribe ve Tahlîli)

(YÜKSEK LĠSANS TEZĠ)

Osman GÖRDEBĠL

DanıĢman:

PROF. DR. DĠLAVER GÜRER

(2)

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranıĢ ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalıĢmada baĢkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

T.C

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ KABUL FORMU

………. tarafından hazırlanan ……….. baĢlıklı bu çalıĢma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği ile baĢarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiĢtir.

Prof. Dr. Dilaver GÜRER

Doc. Dr. Hülya KÜÇÜK

(4)

T.C

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

ini

n Adı Soyadı Osman GÖRDEBĠL Numarası:084244061004

Ana Bilim / Bilim Dalı

Temel Ġslam Bilimleri / Tasavvuf

DanıĢmanı Prof. Dr. Dilaver GÜRER

Tezin Adı Abdülhâkim Arvâsî’nin er-Riyazü’t-Tasavvufiyye Ġsimli Eseri (Metin Transkribe ve Tahlil)

ÖZET

Abdülhakim Arvâsî 1860 tarihinde Van’ın BaĢkale ilçesinde dünyaya gelmiĢtir. YaĢadığı dönem, Osmanlı Devleti’nin son yılları ile Cumhuriyet döneminin ilk zamanlarına denk gelmektedir. Bu dönem, Türkiye Tasavvuf Tarihi açısından hızlı değiĢimlerin yaĢandığı bir zaman dilimini kapsamaktadır. Abdülhâkim Arvâsî bu dönemde tasavvuf sahasında kendisi için bir kimlik bulma mücadelesini vermiĢtir.

Süleymaniye Medresesi Tasavvuf kürsüsünde ders verdiği yıllarda yazdığı er-Riyâzü’t-Tasavvufiyye isimli eserinde Tasavvufa dâir konuları ana hatlarıyla incelemiĢtir. Eser, Tasavvufun ana kaynaklarında yer alan konuları farklı bir bakıĢ açısıyla değerlendirmiĢtir.

Bu çalıĢma, Abdülhâkim Arvâsî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi vermekte ve er-Riyazü’t-Tasavvufiyye isimli eserinin günümüz Türkçesine aktarılmasını içermektedir. Ayrıca bu çalıĢmada transkribe edilen eserin Tasavvufî anlamda tahlili de yapılmıĢtır.

(5)

T.C

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

ini

n Adı Soyadı Osman GÖRDEBĠL Numarası 084244061004

Ana Bilim/ Bilim Dalı Basic Islamic Sciences Master of Science Branch / Tasavvuf

DanıĢmanı Prof. Dr. Dilaver GÜRER

Tezin Ġngilizce Adı Abdülhâkim Arvâsî’s Work Named er-Riyâzü’t-Tasavvufiyye (Text Transcipcion and Analysis)

SUMMARY

Abdulhakim Arvasi was born in BaĢkale City of Van in 1860. The period he lived coincides with last years of Ottoman State and primary times of Republical period. This period includes a time which fast changes were experienced about Tasavvuf History of Turkey. Abdulhakim Arvasi in this period had made a struggle to find an identity for himself in Tasavvuf area.

In his work named er-Riyazu’t-Tasavvufiyye which he had written during the years he had given lessons in Tasavvuf Platform of Suleymaniye Medrese, he examined subjects on Tasavvuf with its main lines. The work evaluated with a different point of view the subjects taking place in main sources of Tasavvuf.

This work gives information about Abdulhakim Arvasi’s life and his works and includes transfering of his work named er-Riyazü’t-Tasavvufiyye to present Turkish. Analysis of the work which transcribed in this work was also made in meaning of Tasavvuf.

(6)

ĠÇĠNDEKĠLER

ÖNSÖZ ... 4

KISALTMALAR... 7

GĠRĠġ ABDÜLHÂKĠM ARVÂSÎ’NĠN YAġADIĞI DÖNEMĠN ÖZELLĠKLERĠ A. Döneminin Siyasi Özellikleri... 10

B. Döneminin Sosyal ve Tasavvufî Özellikleri ... 12

I. BÖLÜM ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ’NĠN HAYATI VE ESERLERĠ A) ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ’NĠN HAYATI ... 18

I. Çocukluğu ve Tahsil Hayatı ... 18

II. BaĢkale’de Müderrislik Yılları ... 22

III. SavaĢ ve Muhâcirlik Yılları ... 23

IV. Ġstanbul Yılları ... 26

V. Günümüze Tesirleri ... 30 B) ESERLERĠ ... 36 I. Rabıta-i ġerîfe ... 36 II. Hâtırât ... 37 III. Er-Riyâzü’t-Tasavvufiyye ... 37 IV. ReĢâhâtü’l-Kulûb ... 37

(7)

V. Sevânihü’l-Efkâr ve Sevâmihü’l-Enzâr ... 38

VI. KeĢkül ... 38

II. BÖLÜM ER-RĠYÂZÜ’T-TASAVVUFĠYYE A . ESERĠN TANITIMI ... 41

I. ESER HAKKINDA GENEL BĠLGĠLER ... 41

II. ESERĠN YAZILIġ GÂYESĠ ... 41

III. METOD VE MUHTEVÂSI ... 42

B. ER-RĠYÂZÜ’T-TASAVVUFĠYYE’NĠN GÜNÜMÜZ HARFLERĠNE ÇEVĠRĠSĠ ... 43

III. BÖLÜM ER-RĠYAZÜ’T-TASAVVUFĠYYE’DEKĠ TASAVVUFĠ KONULARIN TAHLĠLĠ A. TASAVVUFUN KELĠME VE ISTILAH ANLAMI ... 156

I. TASAVVUF KELĠMESĠNĠN MENġEĠ ... 156

II. TASAVVUFUN TARĠFĠ ... 157

III. TASAVVUFUN KÖKENĠ ... 157

IV. TASAVVUFUN GAYESĠ ... 158

V. TASAVVUFUN KONUSU... 158

B. TASAVVUFÎ ISTILAHLAR ... 159

C. TASAVVUF EHLĠ ĠÇĠN KULLANILAN ĠSĠMLER ... 160

(8)

E. TEVHÎDĠN MERTEBELERĠ VE ERBÂBI... 165

F. VAHDET-Ġ VÜCÛD... 166

SONUÇ ... 173

(9)

ÖNSÖZ

Tasavvuf; Ġslam kültüründe manevî yaĢam boĢluğunu doldurmaya çalıĢmıĢ önemli bir alandır. Ġslâm tarihi boyunca müslümanlar amelî hayatın yanı sıra kalbî hayatlarında da dînî heyecânı yaĢamıĢlardır. Bu yaĢantıyı sistemli bir hâle getirmek için uğraĢan Tasavvuf, günümüz insanın da eksikliğini çektiği mânevî yaĢamı Ģekillendirmek için çaba sarfeder.

Osmanlı Tarihi boyunca tasavvuf hayatın her zaman içinde yer almıĢtır. Eğitim sistemi içerisinde yer alan medreselerin yanında, kalbî eğitim veren tekkeler devlet tarafından desteklenmiĢ ve bu kurumlar tasavvuf eğitimi verme konusunda çaba sarfetmiĢlerdir. Tekkeler kiĢilerin psikolojik durumlarına göre farklı metodlar kullanarak insanlara tasavvufî terbiyeye yönlendirmiĢtir.

Ancak Cumhuriyet Tarihinde tekkelerin kapatılmasıyla birlikte, alıĢılagelmiĢ olan bu eğitim metodu aksaklığa uğramıĢtır. Dönemin tasavvuf Ģeyhleri tekke dıĢında kalmıĢ olmalarına karĢın, üzerlerinde taĢıdıkları görevden kopamamıĢlar ve toplumu irĢâd etmeye devam etmiĢlerdir.

Abdülhakim Arvâsî Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine geçiĢteki bu sancıyı en çok yaĢayanlardan biridir. Kendisi Van’ın BaĢkale ilçesinde doğmuĢ, o bölgede yetiĢmiĢ ve bir medrese kurmuĢtur. Ayrıca kurduğu medrese aynı zamanda bir NakĢî tekkesi durumunu da üzerinde taĢımaktadır.

I. Dünya SavaĢı sırasında memleketlerini düĢmanın istilâ etmesi üzerine çeĢitli beldelerden sonra Ġstanbul’a gelen Abdülhakim Arvâsî, burada ilmî ve manevî kiĢiliği sebebiyle bir çok iltifata mazhar olmuĢtur. Tekke ve zâviyelerin kapatılmasına kadar geçen sürede Ġstanbul’da medrese ve tekke görevlerine devam etmiĢtir.

(10)

Tekkelerin kapatılması, Abdülhakim Arvâsî’yi üslendiği vazifeden uzak tutmamıĢ; aksine Ġstanbul’da birçok yerde ilim ve irĢâd vâzîfesine devam etmiĢtir. YaĢadığı dönemde birçok insanı etkilemiĢ, onların manevî yaĢantılarına yön vermiĢtir.

Abdülhakim Arvâsî, günümüz insanı tarafından daha çok Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyin Hilmi IĢık gibi isimlerle birlikte anılmaktadır. Necip Fazıl’ın hayatındaki köklü değiĢimin mimârı olan Abdülhakim Arvâsî, ayrıca Süleymaniye Medresesi Tasavvuf kürsüsünde hocalık yapmıĢtır. Onun farklı kiĢiliği bizi hayatını araĢtırma konusunda gayretlendirdi. AraĢtırmalarımızda kendisine ait olan ve iyi bir tasavvuf tarihi özelliğine sahip “Er-Riyâzü’t-Tasavvufiyye” isimli bir eserinin olduğunu gördük. AraĢtırmalarımız sonucunda bu eser üzerine bir takım çalıĢmalar olmasına karĢın, eserin tam transkribe ve tahlili üzerinde bir çalıĢmaya rastlamadık. Bu durum eseri çalıĢmamız konusunda bizi gayretlendirdi.

Er-Riyâzü’t-Tasavvufiyye Abdülhakim Arvâsî’nin kâmil bir eser olarak ortaya

koyduğu tek çalıĢmadır. Bu çalıĢması onun aynı zamanda tasavvufi düĢüncelerini de ortaya koymaktadır.

ÇalıĢmamızın giriĢ bölümünde Abdülhâkim Arvâsî’nin yaĢadığı dönem hakkında bir takım bilgilere yer verdik. Ġlk bölümünde; Abdülhakim Arvâsî’nin hayatı ve eserleri üzerinde durmaya çalıĢtık. Hayatını anlatırken kaynakların sıhhati açısından kendi eliyle kâleme aldığı Hâtırât’ını ve BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivinde yer alan belgeleri kullandık.

Ġkinci bölümde; Er-Riyâzü’t-Tasavvufiyye isimli eser hakkında detaylı bir bilgiden sonra matbu olan bu eserin günümüz harflerine çevirisini yaptık. Son bölümde ise; bu eserin tasavvuf literatürü açısından bir değerilendirmesini yapmaya çalıĢtır. Bu sayede Abdülhakim Arvâsî’nin eserini tahlil etmiĢ olmanın yanısıra, onun tasavvufi görüĢlerini de bu yolla beyân etmiĢ olduk.

Bu konunun belirlenmesinde ve çalıĢmam boyunca desteğini her zaman yanımda hissettiğim değerli hocam Prof. Dr. Dilâver Gürer Bey’e en içten Ģükranlarımı arzederim. Tasavvuf tarihi alanında bizleri yetiĢtirmek için çabasını

(11)

esirgemeyen Doc. Dr. Hülya Küçük hocamıza da teĢekkürlerimi arzederim. Tercüme konusunda eseri tekrar tekrar okuma zahmetinde bulunan değerli ağabeyim Mustafa KırıĢ’a ve çalıĢmam boyunca hoĢgörü ve desteklerinden ötürü eĢime ve kızıma da minnettarlıklarımı bildiririm.

Osman GÖRDEBĠL Ġstanbul-2011

(12)

KISALTMALAR

a.g.e.: adı geçen eser. a.s : aleyhisselâm a.y.: aynı yer

A.Ü.: Ankara Üniversitesi b.: ibn.

bkz.: bakınız.

BOA: BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivleri. BĢk.: BaĢkanlığı.

c. : cilt.

c.c. : celle celâlühû. çev. : çeviren.

D.Ġ.A.: Diyanet Ġslâm Ansiklopedisi. Dr. : Doktor Gaz.: Gazetesi h. : Hicri haz.: hazırlayan Hz. : Hazreti k.s. : Kuddise sirruhû M. : Miladi NeĢr.: NeĢriyat r.a. : radıyallâhü anh.

r.a.e. : Radıyallâhü anhüm ecmaîn. s. : Sayfa.

s.a.v. : sallâhü aleyhi ve sellem. ter. : Tercüme eden.

TTK: Türk Tarih Kurumu. vb. : ve benzeri.

(13)

Yay. : Yayınları. y.y. : Yüz yıl

(14)

GĠRĠġ

ABDÜLHÂKĠM ARVÂSÎ’NĠN YAġADIĞI DÖNEMĠN

ÖZELLĠKLERĠ

(15)

Abdülhâkim Arvâsî’nin YaĢadığı Dönemin Siyasi, Sosyal ve

Tasavvufî Özellikleri

A. Döneminin Siyasi Özellikleri

Abdülhâkim Arvâsî 1860 yılında dünyaya gelmiĢtir. Onun doğduğu zamanda uzun yıllar üç kıtada hâkimiyet sürmüĢ olan Osmanlı Devleti yıkılma sürecine fazlasıyla girmiĢti. Hâkimiyeti altında bulunan toprakları bir bir kaybetmekte, elinde kalan yerlerde de isyan üstüne isyan patlak vermekteydi.

Böyle çetin Ģartların yaĢandığı bir dönemde dünyaya gelen Abdülhâkim Arvâsî, daha sonra yaĢamı boyunca Ġmparatorluğun çöküĢü, I. Cihân Harbi, yeni Türkiye Cumhûriyeti devletinin kuruluĢu gibi tarihimizin büyük olaylarına Ģahitlik edecektir. Onun dünyaya geldiği yıllarda tahtta Sultan Abdülaziz oturmaktaydı. Onu sırasıyla V. Murad, II. Abdülhamid, Mehmed ReĢâd ve Sultan Vahdettin takip etmiĢtir.

Osmanlı Devleti Kırım SavaĢından yeni çıkmıĢ, içeride rahat dumak istemeyen azınlıklar için Islâhat Fermanını yayınlamıĢtı. Gayri müslimlere imtiyazlar verilmesi birçok müslüman toplum tarafından yadırganmıĢtı. Buna bağlı olarak Arap dünyasında isyanlar baĢ göstermeye baĢlamıĢtı.1

Bu dönemde ortaya çıkan en önemli olaylardan biri olan Cidde Olayları sırasında Fransız ve Ġngiliz konsoloslarının öldürülmesi bahane eden bu iki devlet Cidde Ģehrini bombalamıĢ ve bunu yaparken de adeta Osmanlı Devletini hiçe saymıĢtır. Bunun yanı sıra Suriye bölgesinde yaĢayan Hırıstiyan halk ile müslümanlar arasında çıkan gerginliği alevlendiren bu iki ülke bu bölgede de büyük olayların çıkmasına zemin hazırladılar.2

Van’ın BaĢkale ilçesinde doğan Abdülhâkim Arvâsî, eğitimini tamamlamak için daha sonraları nisbeten bu olaylardan uzak olan Irak bölgesine gider. Burada

1

Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi , TTK Yay., Ankara, 1997, s. 204. 2

A. Halûk Ulman, 1860-1861 Suriye Buhranı, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., Ankara, 1966, s. 5-8.

(16)

eğitim sürecini tamamladıktan sonra 1882 yılında memleketine döner ve orada bir medrese kurarak talebe yetiĢtirmeye baĢlar.

Bu tarihten I. Dünya SavaĢına kadar geçen süre içerisinde ülke genelinde I. ve II. MeĢrûtiyetin ilânı gibi birçok olay zuhûr ederken özelde Hakkari ve Van bölgesinde bölgesel bir takım olaylarda meydana gelmiĢtir.

Bu bölge 1639 yılında Kasr-ı ġirin AntlaĢmasıyla çizilen Ġran sınırında yer almaktadır. Dolayısıyla burada meydana gelen uluslararası olaylar genel olarak Ġran ile Osmanlı arasındaki sınır sorunlarından müteĢekkildi.

Abdülhâkim Arvâsî’nin BaĢkale’de müderrislik yaptığı yıllarda bölgede bulunan aĢîretler ile Ġran’daki aĢîretler arasında çıkan olaylarda birçok köy ve kasaba yakılıp yağmalanmıĢ ve bu olaylara bağlı olarak ölümlü vakıalar bile yaĢanmıĢtır.3

Bu yıllarda Van ve Hakkari bölgesinde farklı etnik grupların oluĢturduğu bir halk düzeni yer almaktaydı. Bölgede müslüman Kürt halkının yanı sıra ġiiler ile Ortadoks mezhebine mensup Ermeniler ile Nastûrîler yaĢamaktaydı. Yine sayılar çok az olan ve sonraları Ġslâm dinine geçen Yezîdî bir grupta burada yaĢamaktaydı.4

Bölgede kurulan pazarların cumartesi günü Musevîler için problem teĢkil ettiğini bildiren belgelere bakılarak burada Musevî bir tebânında var olduğunu söyleyebiliriz.5

Bölgenin etnik olarak bu denli farklılaĢması, milliyetçilik akımlarının dünyayı fazlaca etkilediği yıllar olan 19. yy sonlarında burada milliyetçiliğe bağlı fazlaca olayın yaĢanmasına ortam hazırlamıĢtır. Nitekim bölgede yaĢayan Nastûriler baskı gördüklerini bir çok kez Ġstanbul’a bildirmiĢler ve bu konuda çok defa tatkîkâtlar yapılmıĢtır.6

Bu bölgede 1914 yılına kadar müderris olarak yaĢayan Abdülhâkim Arvâsî daha sonra I. Dünya SavaĢı sırasında bölgenin Ermenîler ve Ruslar tarafınan iĢgâl

3

Ġran ile ilgili olaylar için bkz. BOA, A. MKT. MHM. 666/8, 669/3, BEO 746/55938, DH. MKT. 525/45, 546/17. 4 BOA, BEO. 774/57979. 5 BOA, DH. MKT. 2114/82, DH. TMIK. M. 100/6. 6 BOA, A. }MKT. MHM. 642/2, 670/13.

(17)

altına girmesine bağlı olarak buradan ayrılmıĢ ve uzun bir yolculuktan sonra 1919 yılında Ġstanbul’a ulaĢmıĢtır.

Abdülhâkim Arvâsî’nin Ġstanbul’a geldiği günlerde savaĢ sonrası Mondros Mütârekesi imzâlanmıĢ, ülkenin birçok yeri iĢgal edilmiĢ ve ülke milli mücâdeleye hazırlanmaktaydı.

Yapılan I.ve II. Ġnönü, Sakarya ve BaĢ Komutanlık Muhârebeleri sonucunda Lozan AntlaĢması imzâlanmıĢtı. Bunun sonucu olarak Osmanlı Devleti resmen yıkılmıĢ, yerine 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhûriyeti kurulmuĢtu.

Abdülhâkim Arvâsî Anadolu’da memleketinin iĢgâl altına alınması ile Ġstanbul’a gelmiĢ ve âdetâ bir Ġmparatorluğun yok oluĢunu payitahttan seyretmiĢtir. Daha sonra Ģerʽî hükümlerin var olduğu devletin yerine lâiklik ilkesini benimsemiĢ olan bir devlet içerisinde insanlara din adına birĢeyler anlatmaya devam etmiĢtir. Ancak bu faaliyetinin sıkıntılarını ömrünün sonuna kadar yaĢamıĢtır.

B. Döneminin Sosyal ve Tasavvufî Özellikleri

Abdülhâkim Arvâsî’nin doğduğu yıllar olan 19.yy’ın ikinci yarısı üç kıtada hüküm süren bir devletin yıkılma sürecine girdiği yıllardır. Bu dönem siyasi olarak birçok çalkantıları içerisinde barındırmaktaydı. Buna bağlı olarak ülkede yaĢayan insanlar arasında da birçok sıkıntı baĢ göstermiĢti. Devletin içerisinde buluduğu buhranlar halkı birebir ilgilendiren ticaret, eğitim gibi alanlara da sirâyet etmiĢti.

Ancak bu bozulmalar ülkenin her coğrafyasını aynı oranda etkilememiĢtir. Van’ın BaĢkale ilçesinde bir medrese kuran Abdülhâkim Arvâsî burada talebeler yetiĢtirmiĢ ve adeta kendi hâlinde bir Ģeyh ve müderris olarak bir takım faaliyetlerde bulunmuĢtur.

Bu dönemin sosyal ve kültürel durumunu ele alırken Abdülhâkim Arvâsî’nin bir müderris ve Ģeyh olmasını da göz önüne alarak durumu dönemin tasavvuf ve eğitim hayatı yönüyle ele almak daha uygun görülmektedir.

(18)

Tekkeler Osmanlı’da bir eğitim kurumu olarak kullanılmaktaydı. Hatta bazı yerlerde tekkeler ile medreseler aynı çatı altına bile sokulmaktaydı.7

Bunun yanı sıra bazı devlet kurumlarında tasavvufî kolların hakîmiyetinden de söz edilmekteydi. Buna en güzel örnek BektâĢîlik’in Yeniçeri ordusu üzerindeki etkileridir. Yeniçeri ordusundaki bozulmalara bağlı olarak kapatılması ve daha sonra ordu ile Mevlevî tarîkatının ilgilenmeye baĢlaması aslında tarikatler içerisinde de bu dönemde bozulmaların baĢladığının bir göstergesi olmuĢtur.8

Osmanlı’da padiĢahlar da tasavvufa önem vermiĢ ve birçok sultan bir gönül önderi önünde diz çökmüĢtür. Siyasetin bu denli tarîkatlerin içerisinde yer alması, tekkeler arasında da bir üstünlük çabasına girilmesine ortam hazırlamıĢtır. Nitekim padiĢahın kendileri dıĢında bir tekkeye yöneldiğini gören bir takım tekkeler ittihât ve terakkî ile ortak hareketlerde bile bulunmuĢlardır.9

Tekkelerin iyi bir disiplin veren eğitim kurumları olduğu zamanlardan siyâsetin birebir içerisinde yer aldığı, manevî hayattan çok dünyevî hayattan pay almaya çalıĢtığı bir döneme gelmesi ülke içerisinde tasavvufun yeniden yorumlanması gerektiği gibi bir anlayıĢı ortaya çıkartmıĢtı.

Özellikle Yeniçeri ocağı ile gündeme gelen BektâĢî Tekkesindeki bozulmalar, devletin tekkeler hakkında yeni bir düzenleme yapması ihtiyâcını ortaya çıkarmıĢtır. Bu bağlamda ġeyhülislamlık makâmına bağlı 1295/1868 tarihinde Meclis-i MeĢâyıh adında bir müessese kurulmuĢtur.10

Bu meclis tasavvuf kaynak ve metodları ile ilgili birçok kararlar almıĢ ve bu sayede toplumda bozulmuĢ olan tasavvuf anlayıĢını yeniden imâr etmek gibi bir görev üstlenmek istemiĢtir. Aldığı radikal kararlarla etkili olmak isteyen bu meclis her ne kadar devlet taraından desteklenmiĢ olsa da ülkenin savaĢ yoğunluğu ve devletin yıkılıĢı sebebiyle istediği sonuca ulaĢamamıĢtır.11

7

Mustafa Kara, Tekkeler ve Zâvyeler, Dergâh Yay., Ġstanbul, 1999, s. 69. 8

Mustafa Kara, a. g. e. s. 168. 9

Ġsmail Kara, İslamcıların Siyâsî Görüşleri, Dergâh Yay., Ġstanbul, 2001, s. 74. 10

Mustafa Kara, a. g. e. s. 248. 11

(19)

Yine bu dönemde Ġstanbul’da tasavvuf adına yapılan birçok yayınlar vardır. Bunların da farklı metodlar kullanmalarının yanı sıra asıl hedefleri yine tasavvufî yaĢamı yeniden imâr etmektir. Bu yapılan yayınlar da devletin içinde bulunduğu zor durum sebebiyle istenilen sonuca ulaĢamamıĢtır.12

Ġstanbul’da tasavvuf adına bu olaylar yaĢanırken BaĢkale’de bir tekkede Ģeyhlik yapan Abdülhâkim Arvâsî bu durumların çokta içerisinde yer almamıĢ, karĢılaĢtığı bireysel sorunlar dıĢında çevresindekileri etkileyen bir tasavvufi hayat yaĢamıĢtır.13

YaĢadığı bölge çok eski yıllardan beri tasavvuf geleneğine hakim bir yerdir. Kendi medresesini kurduğu yer olan BaĢkale’de bu faaliyetleri ilk baĢlatan kiĢi kendi dedelerinden olan Abdurrahman Arvâsî’dir. 18.yy da yaĢamıĢ olan Abdurrahman Arvâsî bir Kâdiri Ģeyhi olup, kurduğu tekkeler ile bu bölgenin uzun yıllar tasavvuf geleneğine bağlı kalmasını sağlamıĢtır. 14

YaĢadığı dönemde Hakkari ve Van bölgesinde bir çok medrese ve tekke sahibi olan Ģeyh ve müderrisler bulunmaktaydı. Bunlar ile arasında kendilerinden önceki Ģeyhlerin bıraktığı maddî varlıklar ile ilgili bir takım problemler dahi zuhur etmiĢtir.15

Bölgede Abdülhâkim Arvâsî’nin dıĢında ilmî hayâta yön veren baĢka kimselere de raslamaktayız. Bunlardan Abdülhâkim Arvâsî ile aynı dönemde yaĢayan Tahâ Efendi isminde bir âlimden bahsedilmektedir. Daha sonraki yıllarde bu zât karĢımıza Hakkari mebusu olarak çıkmaktadır.16

Yine Memduh Efendi,17 ġeyh Nurettin, ġeyh Abdullah Efendi,18

Yahya Efendi,19 Namran postniĢini ġeyh

12 Mustafa Kara, a. g. e. s. 226-244. 13 BOA, Y. EE. 140/38. 14

Hür Mamut Yücel, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. yy), Ġnsan Yay., 2004, Ġstanbul, s. 384. 15 BOA, DH, MKT. 1647/60. 16 BOA, BEO. 14/1010. 17 BOA, BEO. 1343/100699. 18 BOA, DH, MKT. 1687/83. 19 BOA, A. } MKT. MHM. 497/46

(20)

Bahâüddîn Efendi20 ve ġeyh Abdülhâmid, Abdülhâkim Arvâsî ile aynı dönmede BaĢkale civârında tasavvufi ve ilmi hayat ile meĢgul olan kiĢilerdir.

Abdülhâkim Arvâsî’nin savaĢ sonrası bölgeden ayrılıp Ġstanbul’a geldiği yıllarda Osmanlı Devleti artık son günlerini yaĢamakta, altı asır süren büyük devlet, hükümdarlığının küçük bir kısmını Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakmak üzereydi. 1920 yılında Ankara’da yeni devletin ilk meclisi açılmıĢtı. Açılan bu mecliste birçok Ģeyh olmasına karĢın Milli Mücâdele sonrasında yapılan yenilikler ile daha sonra bazı tekkelerin kısmî olarak açılmasına izin verilmiĢ olsa da 1925 yılında tekkelerin tamamı kapatılmıĢtı.21

Özellikle ġeyh Said isyânını gerekçe göstererek doğu bölgelerinde bulunan tekke ve zâviyelerin kapatılmasını talep eden ġark Ġstiklâl Mahkemesinin kararı bu sürecin ilk adımı olmuĢtur.22

Bundan sonraki dönemde birçok tarikât Ģeyhi gibi Abdülhâkim Arvâsî de imamlık görevine devam etmiĢtir. Ancak daha önce sosyal hayatın birebir içerisinde yer alan bu Ģeyhler, toplumun içerisinden tamâmen çıkamamıĢ, bilakis gayri resmî de olsa irĢâd vazîfelerini sürdürmüĢlerdir. Bu durum tekkeleri kapatan zihniyetin ulaĢmak istediği hedefe bir engel teĢkil etmiĢti. Bu bağlamda Menemen Hadisesi bahâne gösterilerek NakĢibendî tarikâtına son bir darbe indirilmek istenmiĢtir. Çünkü tekkeler, kapatılma kararından sonra merkezlerini yurtdıĢına taĢımıĢlar, ancak NakĢî meĢreb olanlar ise Anadolu’nun farklı yerlerinde icrasını sürdürmüĢlerdir.23

Menemen Hadisesi sonucu ülkede birçok NakĢibendi tarikatı mensubu tutuklanmıĢ ve bunlardan yirmi sekizi idâm edilmiĢtir.24

Abdülhâkim Arvâsî de bu dönemde tutuklanıp Ankara’da gözetim altında tutulanlardan biridir. Bu olaydan sonra zaten hastalanıp vefaat etmiĢtir.

Abdülhâkim Arvâsî ülkenin tasavvuf açısından bu büyük sancıları çektiği günlerde bir Ģeyh olarak olayların tam içerisinde yer almıĢtır. Tarikat anlayıĢının, devletin birçok sistemi gibi bozulmuĢ olması aslında bu durumda olan her müessese

20 BOA, DH. ġFR. 539/112. 21 Mustafa Kara, a. g. e. s. 320. 22

Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Zeus Kitapevi, 2006, Ġzmir, s. 182. 23

Mustafa Kara, a. g. e. s. 290. 24

(21)

gibi onun da sonunu getirmiĢtir. Tasavvufu bir yaĢam biçimi olarak benimseyen kiĢiler bu değiĢim sürecinde tekke hayatını sosyal hayatın içerisine giydirme çabası içerisinde olmuĢlardır. Bu çaba içerisinde olanlardan olan Abdülhâkim Arvâsî Cumhuriyet Döneminde yaptığı çalıĢmalarının neticesini Necip Fazıl Kısakürek, Hüseyin Hilmi IĢık gibi isimler ile almıĢtır.

(22)

I.

BÖLÜM

(23)

A) ABDÜLHAKÎM ARVÂSÎ’NĠN HAYATI

25

I. Çocukluğu ve Tahsil Hayatı

Abdülhakim Arvâsî Hazretleri Van’ın BaĢkale ilçesinde dünyaya gelmiĢtir.26

Doğum tarihi hakkında farklı görüĢler bulunmaktadır. Hicrî olarak 1281 yılında doğduğu rivayetinin27

yanı sıra, kendi hatıratında doğum tarihini 1276 yılının ġevval ayı olarak bildirir.28

Bu tarihler milâdî olarak 1864 ve 1860 yıllarına tekâbül etmektedir. Doğum tarihinde oluĢan bu farklılığın sebebi, kendisinin beyân ettiği tarih ile memuriyet kayıtlarından elde edilen bilgilerin birbirine muârız olmasıdır.29

Babası Seyyid Mustafa Efendi’nin ilk çocuğudur. Soyu itibâriyle Hazret-i Peygamber (s.a.v.) ile bağı bulunmaktadır. Bu bağ annesi tarafından Abdülkâdir Geylânî yoluyla gelmektedir.30 Ailesi Bağdat’ın istilâsı sonrasında oradan kalkıp BaĢkale’ye gelmiĢ ve burada Arvâsi nâmıyla tanınmıĢtır. Aile uzun yıllar tasavvufî ekollere bağlı kalmıĢtır. Dedelerinden Kutub Molla Muhammed, Ġbrahim Hakkı Hazretlerinin Mârifetnâme isimli eserinde zikredilmiĢtir.31 Bu zât Kâdiri tarikatının Ģeyhlerinden olup, yerleĢtiği köye bir dergah yaptırmıĢ ve ismini de Arvas vermiĢtir. Buna bağlı olarak aile bu isimle anılmıĢ ve Arvas Seyyidleri diye de Ģöhret bulmuĢ.32

Babası Seyyid Mustafa Efendi, yaĢadığı beldenin büyük Ģeyhlerinden olan Seyyid Tahâ’nın halîfelerinden olup, Abdülhakîm Arvâsî’nin din ilimlerindeki üstün meziyyit sahibi olmasının ilk müsebbibidir. Annesi ise Hannâ Hatun isminde bir

25Abdülhakim Arvâsî’nin hayatını kâleme alırken kullandığımız en önemli kaynak, Abdülhakim Arvâsî’nin hatırâtıdır. Hâtırâtı biz Sefine-i evliyâ müellifi Hüseyin Vassaf Abdülhakim Arvasî’den hayatını anlatan bir yazı istemiĢtir. Bu bağlamda Abdülhakim Arvâsî kendi hayatını kâleme aldığı Osmanlıca bir eser meydana getirir. Aslının Hüseyin Vassaf’ta olduğunu düĢündüğümüz eserin, bir nüshası aile yakınlarından Abdülhâdi Arvas tarafından bize ulaĢtırılmıĢtır. Ġbrahim Baz Abdülhakim

Arvasî’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı isimli yüksek lisans tezinde bu hatırâtı Keşkül

ismiyle kullanmıĢtır. Fakat biz, Keşkül adında baĢka bir eserinin olduğunu tespit ettiğimiz için, bu esere çalıĢmamız boyunca Hâtırât adıyla tıfta bulunacağız. Hâtırât, Arvâsî’nin kendi el yazısıyla kâleme alınmıĢ olup, eserin sonunda h. 1360 tarihi yer almaktadır. bu tarih Abdülhakim Arvâsî’nin vefaatından iki yıl öncesine rastlamaktadır.

26

Nihat Azamat, “Abdülhakîm Arvâsî”, D. İ. A. , Ġstanbul, 1996, c. I, s. 211. 27

Süleyman Kuku, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Külliyatı, Damra Yay,. Ġstanbul, 2004, c. I, s. 254. 28

Arvâsî, Hatırât, s. 5. 29

Kuku, a. g. e. , a. y. 30

Bilâl Kemikli, “ÜçıĢık, Abdülhakim Arvâsî”, Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkez Yay., Ankara, 2007, c. VIII, s. 450.

31

Arvâsî, Hâtırât, s. 7. 32

(24)

hanım olup, onun hakkında ne kendisinin yazılarında, ne de hakkında yazılan eserlerde herhangi bir bilgi mevcud değildir.33

Abdülhakim Arvâsi’nin ikisi kız olmak üzere on kardeĢi vardır. Bunlar Râbiâ, Muteber, Ġbrahim, Muhammed Tahâ, Abdülkadir, ġemseddin, Ziyâeddin, Yusuf, Mahmud ve Kasım’dır. Bu kardeĢlerinden Ġbrahim Nakibü’l-eĢraf kaymakâmlığı yapmıĢ ve Birinci Dünya SavaĢı sırasında Rusların BaĢkale’yi istilâ etmesi üzerine, hicret sırasında Musul’da vefat etmiĢtir. Muhammed Taha bir dönem Hakkari mebusu olarak Osmanlı Mebusan Meclisinde yer almıĢtır. Yine kardeĢlerinden Ziyaeddin ise BaĢkale’de müftülük görevinde bulunmuĢtur. Yusuf ise hukukçu olup, o da hicret esnâsında Musul’da vefat etmiĢtir. 34

Ġsminin Abdülhakim olmasının sebebini kendisi Ģu sözlerle anlatmıĢtır: “Ġsmim ve âlemim Abdülhakim’dir. Böyle garib ve nâdir bir isimle sebeb-i tesmiyem budur ki, peder-i âciz merhum, fazîlet-i zâhiriyye ve bâtıniyyeyi evlâdında Ģeref-i riyâzetle beraber cemʽ etmeye pek meftûn ve muhib olmasından 1000 tarihlerinde Hindistanın Siyalkutâ, Kalkutâ Ģehrinde âlem-i Ġslâm’ın havâss ve avâmı nazarında âlem-i islâm nâmını bihakkın ihrâz buyuran ve o zamandan ilâ yevminâ hâzâ ĢeĢ-i cihât-ı islâmın her ilim ve fende te’lîfine muvaffak olduğu bî-nâzîr kitabların müellif-i celîlmüellif-i bulunan Kalküta Ģehrmüellif-inmüellif-in neslen bâ’de neslmüellif-in, ceylen ba’de ceylmüellif-in hânedân-ı ulûm ve fazîletlerine mensub olan Abdülhakim Siyalkutî ismiyle tefe’ülen tevsîm buyurmasıdır.

Diğer taraftan tesâdüfât-ı garîbeden olarak tevellüd-i âcizi gecesinde peder-i merhûmenin hânesine Ģeref-i nüzûliyle müĢerref olan nesli pâk Hazret-i Hasan’ın yâni ehl-i beyt-i nebevînin ser-firâz ve âbrûyu ve hazret-i Gavs-ı Azâm ve Ģeyhü’l-ins ve’l-cinnin on ikinci veled-i incisi ve ol vakit Irak’ın ve belki bilâd-ı islâmiyye ve husûsiyle sâdât-ı kirâmın medâr-ı iftihârı bulunan Seyyid Tahâ’nın birâder-i dürdânelerinin sinnen esğarı Seyyid Abdülhakim’in müsâfir bulunmasıyla vak’a arz olundukta ism-i âlisi ile tesmim buyurulmuĢ idim.”35

Abdülhakim Arvâsî doğduğu yer olan BaĢkale kasabasında sıbyan mektebi ile rüĢdiyeyi, yani ilk ve orta eğitimini tamamladı. Döneminde bu kasabada daha yüksek

33 Kuku a. g. e. , a. y. 34 Kuku, a. g. e. , s. 219. 35 Arvâsî, Hâtırât, s. 3-4.

(25)

tahsil yapmak mümkin olmadığından, eğitim için dönemin irfân merkezi olan Irak’a gitti. Irak’ta çeĢitli beldelerde, farklı kiĢilerden Ġslâmî ilimleri tahsil etti. Burada ki eğitim sürecinde Müküs kazasının büyük önemi bulnmaktadır.36

Müküs’deki ilmi hayatını Ģu sözlerle bize anlatmaktadır: “Müküs gibi kazalardaki ulemâdan sarf, nahv, lugat, metn-i lugat, mantık, münâzara, vad’, beyân, meânî, bedî’, kelâm, hikmet-i tabi’iyye ve ilâhiyye, riyâziyye, hendese, hesab, isbât-ı vâcib, hey’et, tefsir, hadis, fıkh-ı Ģâfi’i ve hanefî ve bâzen de malikî, usûl-i fıkh ve tasavvufu kemâl-i itkân ile tahsil edip üç yüz sene-i hicriyyesinin37 ibtidâsında icâzet alarak vatana ric’at eyledim. Tahsîl-i ilm esnâsında sûret-i ciddiyede riyâzât ve mücâhedât ile tarîk-i sûfiyyeye âmil ve meĢgûl oldum.”38

Irak’ta çeĢitli hocalardan ilmi tahsil etmiĢ olmasının yanı sıra, tasavvufî eğitim anlamında da büyük bir yol katetmiĢtir. Ancak tasavvufi eğitiminin büyük bir kısmını memleketi BaĢkale’ye döndükten sonra Ģeyhi Seyyid Fehim Efendi’nin eliyle tamamlamıĢtır.

Seyyid Fehim efendi Abdülhakim Arvâsî’nin manevi geliĢimi için özel bir çaba sarfetmiĢtir. Onun bu çabasının asıl sebebi Hz. Peygamber (s.a.v.)’i bir gece rüyasında görmesi ve Efendimiz’in ona “Abdülhakim’i sana ısmarladım” demesidir.39

Seyyid Fehim Efendi babası Taha Efendinin halifesidir. Taha Efendi ise Mevlânâ Halid-i Bağdâdi’den icazet almıĢtır. Buradan anlaĢılacağı üzere Abdülhakim Arvâsi NakĢibendiyye tarîkatından olan Ģeyhi Fehim Efendiden naĢibendî usûlüyle tasavvuf ilmini öğrenmiĢtir.40

Abdülhakim Arvâsî hicrî 1295 (M.1878) yılında Ģeyhi Seyyid Fehim Efendi’ye intisâb etti. Bu tarihten sonra yine Ģeyhinin gözetiminde uzun ve yorucu bir riyâzettten geçer. Bu eğitim sonucunda yaĢının küçük olmasına rağmen Ģeyhinin yanında fazlaca itibar sahibi olur. Tarikat yoluna kabul ediliĢini kendisi Ģu sözlerle anlatmaktadır: 36 Kuku, a. g. e. , s. 255. 37 H. 1300/1882 yılını kasdetmektedir. 38 Arvâsî, Hâtırât, s. 9. 39

(Komisyon), “Abdülhakim Arvâsî”, Evliyâlar Ansiklopedisi, Türkiye Gaz. Yay., Ġstanbul, 1992, c. I,

s. 310.

40

(26)

“Ġstihâre gecesinde zuhûr eden rûyâda mürĢidim tarafından kabulüme emr ve iĢâret-i istiĢmâm buyurdular. ġimdi o rüyâyı hatırlamakla Ģeref buluyorum Bulunduğum mahallin câmi-i Ģerîfinde Hazret-i Seyyid Taha, Hazret-i Seyyid Fehim’e emr buyurdular ki, Abdülhakim’i getir ve siyâbından mücerred olarak cevâzımât-ı hamse çeĢmelerinde kendi elinle vücûdunu tamamen yıka, gelsin ikimize imâm olsun. O sûretle âcizi getirdi, libâstan ârî olan vücûdumu cevâzimât-ı hamsede birer birer yıkadı. Bir elimi omzunun üzerine bırakarak sağ ayağımı bana mahsûs serilmiĢ olan beyaz ve temiz seccâdeye bıraktım.”41

Seyyid Fehim Efendi’nin yanında tasavvufî eğitimine yaklaĢık olarak beĢ sene devam eden Abdülhakim Arvâsî, hicrî 1300/M.1882 yılında memleketi BaĢkale’ye döndü. Burada Ģeyhi ve hocası olan Fehim Efendiden müderrislik yapmak için icâzet aldı. Ayrıca BaĢkale’de tasavvufî eğitim vermek için de yine Ģeyhi tarafından hicrî 1305/M.1887 yılında beĢ tarikatten icazet aldı. Bunlar: NakĢibendiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve ÇeĢtiyye tarikatleridir. Daha sonra bir hacc yolculuğu sırasında ġeyh Ziyâ Masum’dan üveysiyye tarîkati için de icâzet almıĢtır.42

Abdülhakim Arvâsî hayatı boyunca beĢ evlilik yapmıĢtır. EĢleri Esmâ, AiĢe, Nine, bedriye ve Maide Hanımlardır. Bunlardan AiĢe Hanım ġeyhi Taha Efendinin kızıdır.43

Bu evliliklerinden ikisi kız, üçü erkek olmak üzere beĢ çocuğu dünyaya gelmiĢtir. Oğullarından Enver ve kızlarından ġefia hicret sırasında EskiĢehir ve Musul’da vefât etmiĢlerdir. Diğer oğullarından Ahmet Mekkî Bey Ġstanbul Kadıköy müftülüğü yapmıĢ ve 1967 yılında vefât etmiĢ; oğlu Münir Efendi ise Ġstanbul’da 1979 yılında vefât etmiĢtir. Her ikisinin kabri de babalarının yanında Ankara Bağlum’dadır.44

Diğer kızı Mâide Hanım ise elde bulunan kaynaklara göre Ankara’da yaĢıyor görünmektedir. Ancak bu bilgi 1992 yılı itibâriyle bu Ģekilde yazılmıĢtır. Aile yakınlarından aldığımız bilgilere göre Mâide Hanım 2003 yılında vefaat etmiĢ ve Ankara Bağlum’a defnedilmiĢtir

41 Arvâsî, Hâtırât, s. 22-23. 42 Arvâsî, Hâtırât, s. 24. 43

Ġbrahim Baz, Abdülhakim Arvasî’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı (yayınlanmamıĢ yüksek lisans tez), Ankara, 1996, s. 36.

44

(27)

II. BaĢkale’de Müderrislik Yılları

Abdülhakim Arvâsî tedris hayatını tamamladıktan sonra, hicrî 1300/M.1882 yılında memleketi olan BaĢkale’ye döner. Oraya döndüğünde kendisine miras olarak kalmıĢ olan malından bir kısmı ile bir medrese inĢasına baĢlar. Bu medreseye elinde var olan kitaplara dıĢarıdan da takviye ile bir kütüphâne de eklemiĢtir.

Bu medrese de yirmi dokuz yıl boyunca eğitim vermiĢ olan Abdülhakim Arvâsî, burada kalan onbeĢ öğrencinin gündelik ihtiyaçlarını dâhi tedarik etmiĢtir. Bu ihtiyaçlar için dönemin BaĢbakanlığı olan sadâret makâmına dilekçeler yazmıĢ ve talebelerinin iâĢeleri için devletten destek almıĢtır.45

ġeyhi Fehim Efendi’nin babası olan Taha Efendi’nin medresesine devlet tarafından tanınmıĢ olan iâĢe bedeli, bu medresenin eğitime devâm etmemesi sebebiyle yine Abdülhakim Arvâsî’nin medresesine yönlendirilmiĢtir.46

Burada eğitim verdiği öğrencilerini daha sonra o bölgede olan medreselere gönderen Abdülhakim Arvâsî, dönemi içerisinde yaĢadığı bölgeyi ilmî anlamda ihyâ etmiĢtir. BaĢkale’nin Ġran sınırına yakın olması hasebiyle o bölgede fazlasıyla Ģiilik akımları mevcud idi. O bölgede yetiĢtirdiği talebeler sayesinde bölgenin sünnîliğini koruduğunu kendi hatıratında bildimektedir.47

Abdülhakim Arvâsî BaĢkale’de müderrislik yaptığı sıralarda 1315/1899 ve 1325/1909 tarihlerinde iki kere hacc ziyaretinde bulunmuĢ ve bu ziyaretlerinin birinde ġeyh Ziyâ Masum’dan Üveysîlik tarîkatı için icâzet almıĢtır. 48

Müderrislik yaptığı BaĢkale’nin halkı tarafından hürmet gören bir itibâra sahipti. Döneminde o bölgede çıkan uluslar arası sorunların halledilmesinde bile, onun fikirlerine baĢvurulmuĢtur. Nitekim 1309/1891 yılında Ġran’ın Soğukbulak mevkiinde müslüman olan bir Ġngiliz kızının bu davranıĢının siyâsi bir mesele hâline gelmesi ve bu meselenin kan dökülmeden çözülmüĢ olmasında çok büyük emeğinin geçtiği târihî vesikalarda yer almıĢtır.49

45 BOA, A. }MKT. MHM 497/46. 46 BOA, ġ. D. 314/29. 47 Arvâsî, Hâtırât, s. 10. 48 Arvâsî, Hâtırât, s. 44. 49 BOA, Y. EE. 140/38.

(28)

Abdülhakim Arvâsî uzun yıllar müderrislik yaptığı BaĢkale’de geçim sıkıntısı gibi bir dert yaĢamamıĢ ve bunun sebebi olarak da erkek kardeĢlerinin kendisine yardım ettiğini bildirmiĢtir.50

Bölgenin sosyal yapısında var olan mezhep farklılıkları ve buna benzer unsurlar sebebiyle, Abdülhakim Arvâsî bir takım farklı kiĢilerin müdahelelerine de mâruz kalmıĢtır. Bunlardan ġeyh Nureddin Efendi’nin medresenin maddi varlığına müdâhele etmek istemesine karĢın, Abdülhakim Arvâsî olayları Ġstanbul’a bir dilekçe ile bildirerek bu durumdan kendini kurtarabilmiĢtir.51

Ayrıca Hakkari ahâlisinden Osman Vasfi’nin onun ve kardeĢi Tahâ’nın hakkında sadâret makâmına gönderdiği asılsız ihbar bunlardan biridir. Nitekim bu ihbâr değerlendirilirken Abdülhakim Arvâsî’nin iyi hâli göz önüne alınmıĢ ve ihbâra iʽtibâr edilmemiĢtir.52

III. SavaĢ ve Muhâcirlik Yılları

BaĢkale’de yirmi yılı aĢkın süre müderrislik görevini devam ettirmiĢtir. Ancak I. Dünya SavaĢı sırasında bu bölge Rus iĢgâli altında kalmıĢ ve bundan sonra bu iĢgâl Ermenîler tarafından da devam ettirilmiĢtir. Bu savaĢ sırasında medrese, kitapları ile yakılıp yıkılmıĢtır. Bu olaylar üzerine devlet tarafından memleketleri tahliye edilir.53

SavaĢ sırasında memleketlerine Ruslar geldikten sonra orada bulunan Ermenîleri silahlandırmıĢlar ve Ermenîler de bölgede bulunan müslüman ahâlinin mallarını yağmalamaya baĢlamıĢtır. Hicrî 1332/M.1914 yılının kıĢ aylarında bu olaylar nedeniyle ahâlî fazlasıyla kıtlık çekmiĢ ve bahar aylarının baĢlarında devlet tarafından halk tahliye edilmiĢtir.

Rus ordusu Van’ın birçok kasaba ve köylerini istilâ etmiĢ ve bölgede yaĢayan Ermenîler, Ruslar’dan aldıkları silahlarla halkı yağmalamıĢ, birçok kiĢiyi de katletmiĢlerdir. Ayrıca bu bölgede yaĢayan ve müslüman halka karĢı içinde düĢmanlık besleyen Nastûrî halkı da birçok vahĢete imza atmıĢtır.54

Bu yaĢanan vahĢetler karĢısında yurtlarını terkeden halk, dağlara çıkıp kendilerine sığınacak

50 Arvâsî, Hâtırât, s. 11. 51 BOA, DH. MKT 1647/60 52 BOA, DH. MKT 2701/99. 53 BOA, DH. ġFR. 472/4. 54 BOA, DH. ġFR. 562/91.

(29)

yerler bulmak istedi. Dağlara çekilen halkın içerisinde zaten eli silah tutacak kimse olmayıp ahâlinin yekûnunu kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar oluĢturmaktaydı.

Dağlara çekilen halk hicret yolculuğu için iki farklı yol bulmuĢlardır. Bunlardan bir kısmı Musul bölgesine, diğer bir kısmı ise Mâsirû’dan Gevâr bölgesine doğru yola çıktılar. Abdülhakim Arvâsî ve ailesi de Gevâr bölgesine giden ahâliyle birlikte hareket etmiĢtir. Bu göçler sırasında bölgede bulunan Ermeniler halkın çoğunu telef etmiĢ, kadınları ve kızları esir etmiĢlerdir. Sağ kalan halkı ise bundan sonra açlık ve doğa Ģartlarının zolukları beklemekteydi. Nitekim göç sırasında bu zor Ģartlar nedeniye birçok kiĢi hayatını kaybetmiĢtir.55

Devlet savaĢın tamamen içerisi girmiĢ ve ülkede yaĢayan müslümanlardan eli silah tutan hemen herkes cephede savaĢmak için yurtlarını terketmiĢlerdi. Cephe gerisinde ise, halk düĢmanın yurtlarını istilâ etmeleri sebebiyle göç etmeye baĢlamıĢtı. Bu çetin ve zor Ģartlar altında devlet muhâcirler için kiĢi baĢı üçer kuruĢluk bir bütçe ayırmıĢtır.56

Ancak bu paraları dağıtmakla yükümlü olan memurlar bu paraların büyük bir kısmını halka intikâl ettirmemiĢler ve zâten periĢân durumda olan halk yollarda hepten telef olmuĢtur.

Abdülhakim Arvâsî ve onunla birlikte göç eden kâfile Gevâr kazâsından ġemdinân’a ve oradan da Revandiz kazâsına gitmiĢleridir. Ancak yola çıkan kâfilenin yüzde sekseni yollarda hayatını kaybetmiĢ ve yüzde onluk kesimi baĢka yerlere dağılmıĢ olduğu için bu bölgeye yola çıkanlardan yalnız yüzde onluk bir kesimi ulaĢabilmiĢtir.57

Seyyid Abdülhakim Efendi bu yolculuklarını Ģu sözlerle anlatır: “Bizimle berâber Gevâr’dan ġemdinân’a, ġemdinân’dan Revandiz’a kadar yirmi dokuz köyün ihtiyarları, kadınları ve çocukları, ıssız çöl ve sahrâlardan, derelerden, dağlardan bilâ tedârik, hâli’an min hays-i lâ yahĢeb olarak teâyyüĢ ederek Revândiz’e o senenin Haziran’ının birinci gecesi cümlemiz aç olarak girdik. Her iki kısm ahâlinin bir kısmı ufak evlâtlarını sulara attılar ve dağlarda kucaklarına bir parça ekmek bırakıp taĢlar ve dağlar arasında terk ettiler. Çoğu öldü. Vefât edenler defn edilemeyerek bırakılan

55 BOA, DH. ġFR. 586/70. 56 BOA, DH. ġFR. 67/26. 57 Arvâsî, Hâtırât, s. 33.

(30)

kısm da çok idi. Tıyar ve Nohub Nasturîleri ile Ermeni çeteleri ve murdar tıynetli aĢâir eĢkiyâları tarafından katl ve itlâf edilenler de epeyce bir yekûne bâliğ oluyor.”58

Revândız kazâsında Abdülhakim Arvâsî ailesi ile berâber doksan gün kadar kalır ve oradan da Erbil’e geçerler. Ancak bu yolculuklar sırasında hasta ve âciz düĢen kardeĢi Ġbrahim Efendi burada vefât eder.

Erbil’den sonra Musul’a geçerler. Bu yolculuğun bu kadar uzamasının sebebi ise, Rus iĢgâlin gün geçtikçe ülkenin birçok yerine yayılmasıdır. Nitekim iĢgâl o kadar büyük alana yayılmıĢtı ki, Süleymaniye’ye Rusların girmesine karĢın Musul vâlisinin kuzeye doğru ilerlemesi bile istenmiĢti.59

Musul’da on sekiz ay kadar kalan Abdülhakim Arvâsî burada kızı ġefia Hanımı kaybeder.60

Buradan Asıl dedelerinin geldiği topraklar olan Bağdat tarafına Abdülkâdir Geylânî’nin kabirlerinin olduğu diyarlara gitmek istemiĢse de, o bölgede Ġngilizlerle Ģiddetle devâm eden savaĢlar nedeniyle bu karardan vazgeçmek zorunda kalır. Hatta Musul’da bile yaĢayamayacak hâle düĢerler ve Musul’dan Adana’ya doğru yola çıkarlar.

Adana’da halkın ve ulemânın Abdülhakim Arvâsî ve ailesini gözetmesi hasebiyle orada toplam on sekiz ay kalırlar. Burada kaldığı zaman içerisinde yine devlet tarafından gözetilmiĢ ve kendisine belli miktarda para gönderilmiĢtir. Kendisine devlet tarafından gönderilen bu para, bir sefere mahsûs olmayıp birkaç kez tekrarlanmıĢtır.61

Haleb’in de düĢmesi üzerine Adana’da da istilâ edilme endiĢesi oluĢmaya baĢlar ve Abdülhakim Arvâsî kendisi ile beraber olan 20 kiĢilik toplulukla birlikte EskiĢehir’e doğru yola çıkarlar. Bu grupdan bazı kimseler Konya bölgesine yönelmiĢ, kalanlar ise EskiĢehir’e ulaĢmıĢtır.

H.1337/M.1918 yılında oğullarından Enver Bey EskiĢehir’de hayatı kaybeder.62 Burada muhacirlere gereği gibi davranılmamasından Abdülhakim Arvâsî Bursa’ya gitmek için Ġstanbul’a doğru yola çıkar. Hicrî 1337/M.1918 yılının ġevvâl ayında Ġsanbul’a gelirler.

58 Arvâsî, Hâtırât, a. y. 59 BOA, DH. ġFR. 514/28. 60

(Komisyon), “Abdülhakim Arvâsî”, Evliyâlar Ansiklopedisi, c. I, s. 335. 61

BOA, DH. ġFR. 92/294. 62

(31)

IV. Ġstanbul Yılları

Ġstanbul’a geldiklerinde dönemin Dahiliye Nazırı ve aynı zamanda Evkaf vekîli olan Hayri Bey Eyyüb Sultan’daki Yazılı Medreseyi Abdülhakim Arvâsî’ye ikâmet etmesi için tahsis etmiĢtir. Daha sonra Abdülhakim Arvâsî aile fertlerini de bu çatı altında toplamayı baĢarmıĢtır. 63

Abdülhakim Arvâsî Ġstanbul’da Eyüb’te bulunan KaĢgârî Abdullah Efendi dergâhının 1338/1919 tarihinde meĢîhât, imâmet ve vâizlik gibi görevlerini üstlenmiĢtir. Bu dergâhta Hâce Nidâi Abdullah Efendi 1213/1798 tarihinde görev yapmıĢtır. Ondan sonra birçok Ģeyh değiĢtirmiĢ ve bu göreve ehil birisi bulunamadığı için uzun süre vekâleten yönetilmiĢtir.64

Abdülhakim Arvâsî Ġstanbul’a geldiği zaman onu bu göreve lâyık bulmuĢlardır. Burada vefat edene kadar kalmıĢ ve görevi devam ettirmiĢtir. 65

KaĢgârî Dergâhındaki görevinin yanı sıra Abdülhakim Arvâsî, H.1338/M.1919 yılında Medrese-i Mütehâssısîn diye de bilinen Süleymâniye Medresesinde Tasavvuf kürsüsünde Sultan Vahdettin’in emriyle hocalığa baĢladı.66 Sultan Vahdettin onun için bir irâde-i seniyye yayınlamıĢtır ve bu irâdede onun için “tasavvuf dersi müderrisliğine Hakkari ulemâsından Abdülhâkim Efendi tayin olunmuĢtur” ifâdesi yer almaktadır. 67

Ġstanbul’da Dergâhtaki görevi ve medrese hocalığı dıĢında birçok yerde vaazlar veriyor, camilerde özel ders halkaları kuruyordu. Bu dönemde Beyazıt ve Fatih Camilerinde yapmıĢ olduğu tefsir dersleri bu halkaların en meĢhûrlarıdır. Bunların dıĢında ayrıca Eyüb Camii, Arap Camii, Sinan PaĢa Camii gibi birçok camide dersler yapmıĢtır.68

63

Arvâsî, Hâtırât, s. 36.

64Bu dergah Eyüp Ġdris KöĢkü mevkiinde yer almaktadır. ġeyh YekçeĢm el-Hac Murtazâ Efendi tarafından 1158/1745 tarihinide kurulmuĢtur. Abdülhakim Arvâsî’den önce bu tekkede ġeyh Bahâeddin Efendi görev yapmıĢtır. Tekkenin kuruluĢ ve iĢleyiĢiyle ilgili geniĢ bilgi için bkz. Hür Mamut Yücel, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. yy), Ġnsan Yay., 2004, Ġstanbul, s. 249-250. 65

Arvâsî, Hâtırât, s. 37. 66

(Komisyon), “Abdülhakim Arvâsî”, Evliyâlar Ansiklopedisi, c. I, s. 320. 67

Kuku, a. g. e. , c. I, s. 297. 68

(32)

Abdülhakim Arvâsî’nin Ġstanbul’a geldiği dönemde burası iĢgal altına girmiĢ ve ülke karıĢıklıklarla dolu idi. Ancak bu dönemde kendisi kesinlikle siyâsi olayların içerisinde yer almamıĢ ve yalnızca irĢâd ile meĢgul olmuĢtur.69

Camilerde yapmıĢ olduğu derslerle ve vaazlarla birçok insanı etkilemiĢtir. Bu insanlar içerisinde dönemin üniversitelileri ve önde gelen aydınları da vardır. Bu kiĢiler yaĢantılarını onun eliyle düzeltmiĢ ve Ġslâmî heyecanlarını onun lisânıyla pekiĢtirmiĢlerdir. Hattat Sâfi Efendi, Hüseyin Hilmi IĢık, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimler onun sohbetlerinde bulunmuĢ önemli kiĢilerdir.

Abdülhakim Arvâsî’nin Ġstanbul’da etkilediği en büyük kiĢilerden birisi hiç Ģüphesiz Necip Fazıl’dır. O, cumhuriyetin ilk yıllarında Fransa’da üniversite eğitimi görmüĢ ve Türkiye’de batılılaĢma hareketinin temsilcileriyle beraber hareket etmiĢtir. Eğitim sonrasında Türkiye’de bir takım gazete ve dergilerde yazılar yazmıĢtır. Elit bir çevrenin içerisinde hayatını sürdürmesine rağmen birĢeylerin eksikliğini içinde fazlasıyla yaĢamıĢtır.

Necip Fazıl Kısakürek 1934'de bir akĢam çalıĢtığı bankadan, Boğaziçi’ndeki evine dönmek için bindiği ġirket-i Hayriye Vapuru'nda karĢısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan o güne kadar hiç görmediği ve bir daha da göremeyeceği “Hızır tavırlı” diye nitelendirdiği bir adam ona, Abdülhakim Arvasi diye bir yol göstericinin ismini verdi. Bu olaydan çok sonra bir cuma günü, ansızın bir hatırlamanın ardından verdiği kararla, Abidin Dino70 ile birlikte Abdülhakim Arvasi'nin Ağa Camii'ndeki vaazını dinlemeye gider. Daha sonra Abdülhakim Arvasî, onları evine davet eder.

69

Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliyâ, Haz. Ali Yılmaz-Mehmet AkkuĢ, Sehâ Yay., Ġstanbul, 1999, c. II, s. 122.

70

Abidin Dino, (1913 - 1993) ünlü Türk ressam. ÇağdaĢ Türk resminin öncülerinden olan Abidin Dino, aynı zamanda bir yazar ve siyasetçidir. 23 Mart1913 günü Ġstanbul'da doğdu. 1. Dünya SavaĢı baĢladığında Avrupa'da seyahatte olan ailesi, bir süre için Cenevre'ye yerleĢmiĢti. Bu nedenle çocukluğu Ġsviçre ve Fransa'da geçti. Ailesi 1925'te Ġstanbul'a dönünce Robert Kolej'de öğrenim görmeye baĢladı Ancak sanata duyduğu ilgi nedeniyle öğrenimini yarıda bırakıp, resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliĢtirmeye baĢladı. Ġlk desenleri Yarın gazetesinde, ilk yazıları Artist dergisinde 1930'lu yılların baĢında yayınlandı. Bu yıllarda Nazım Hikmet'in Ģiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri çizdi. Çok genç yaĢta kendini bir ressam olarak kabul ettirdi. Dino, 1934 yılında sinema öğrenimi görmek üzere SSCB'ye gitti ve 3 yıl kaldı. Yutkeviç'in yönettiği Madenciler filminde çalıĢtı. 1937'de 2. Dünya SavaĢı nedeniyle Sovyetler Birliği tüm yabancı öğrencileri geri gönderince Leningrad'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dino, Sovyetler Birliği'nden sonra Londra ve Paris'e gitti. Paris'te ressam ve dekoratör olarak film çekim çalıĢmalarında bulundu. 1939 yılında Türkiye'ye döndü, 1941'de arkadaĢlarıyla Liman (Yeniler) Grubunun oluĢturdu. Yeniler Gurubu'nun Liman çevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı 1941 yılında Abidin Dino, siyasi nedenlerle önce Mecitözü (Çorum)'ne, sonra Adana'ya sürgüne gönderildi. Adana'da Türk Sözü gazetesini yönetti. Kel

(33)

Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu da alır ve davet edildikleri Eyüp sırtlarındaki eve gider. Orada yaĢananları Necip Fazıl Ģu sözlerle anlatır:

“Belki üç, belki beĢ saat süren o günden, o günkü konuĢmalardan hatırladığım yalnız bir ahenk çağlayanı. BaĢka bir Ģey bilmiyorum. Sonra sonra, seyrek de olsa otuz yıl süren temaslarım içinde, bahislerin hemen bütün köprübaĢlarını kelimesi kelimesine hatırlıyorum da o günden, o günkü konuĢ-malardan bende “KIoroform” tesiri gibi bir kendimden geçme hissinden baĢka bir Ģey hatırlamıyorum. Evet, akĢam, Eyüp’ün üstüne bir seccade gibi bir hamlede düĢmüĢ sandım. Evden çıkıp etrafıma bakınca akĢamın farkına vardım da ondan. Sade akĢamın mı? Kendimin, nerede olduğumun, nereden gelip nereye gittiğimin de…”71

Necip Fazıl dıĢında Abdülhakim Arvâsî’nin en önemli talebelerinden biri de Hüseyin Hilmi IĢık’tır. Kendisi Abdülhakim Arvâsî ile tanıĢmadan önce tıp fakültesinde okuyan bir üniversite öğrencisi iken, daha sonra onun tavsiyesi ile tıp fakültesinden eczacılık fakültesine geçiĢ yapmıĢtır.

Hüseyin Hilmi IĢık’ın Abdülhakim Arvâsî ile ilk karĢılaĢması tıp fakültesinde okurken Beyazıt Camiinde bir sohbette olmuĢtur. Sohbet evliyanın kabirlerinin nasıl ziyaret edilmesi gerektiği konusu üzerinedir. Konu dikkatini çeker ve sohbeti sonuna kadar takip eder. Sohbet bitiminde dersi yapan kiĢi Hüseyin Hilmi Bey’e Rabıta-i Şerife isimli bir kitap verir. Kitabın altında Abdülhakim ismini görür ve onun kim olduğunu sorar. Kitabı yazan kiĢi ile dersi yapan kiĢinin aynı olduğunu ve Cuma günleri Eyüb’de vaaz ettiğini öğrenir.

Bir Cuma günü Eyüp’e gider ve Abdülhakim Arvâsî’yi bir kitapçının önünde görür, orada ayaküstü kısa bir görüĢmenin ardından, camideki sohbetten sonra Abdülhakim Arvâsî onu evine davet eder. Hüseyin Hilmi IĢık bu günden sonra her Cuma Abdülhakim Arvâsî’nin evine gitmeye baĢlar. Uzun süren

adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı. Çukurova'nın pamuk iĢçilerini konu alan resimler

yaptı ve heykel ile ilgilenmeye baĢladı. 1943 yılında dilci Güzin Dino ile evlendi. Sürgün sona erince Ġstanbul'a döndü. 1952'de yurt dıĢına çıkıĢ yasağı kalkınca kesin olarak Paris'e yerleĢti. Abidin Dino, 7 Aralık 1993 günü Paris'e hayatını yitirdi. Cenazesi Ġstanbul'a getirilerek AĢiyan'da toprağa verildi. 71

(34)

sohbetler aralarında bir talebe hoca muhabbetine dönüĢmeye baĢlar. Ondan dînî ilimler, edebiyat ve tasavvufa dâir Türkçe, Arapça ve Farsça kitaplar okur.72

Abdülhakim Arvâsî 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra KaĢgâri Dergâhında imâmet görevine devam etmiĢtir. Bu tarihten itibaren onun ölümüne kadar geçen süre zarfında Türkiye’de dine ve dindarlara bakıĢ değiĢecek, ülkede din adına hizmet etmek zorlaĢacaktı. Nitekim 1943 yılında Menemen hadisesi bahane edilerek Abdülhakim Arvâsî’nin GümüĢsuyu’ndaki evi polisler tarafından basılmıĢ, detaylı bir aramadan sonra Ġzmir’e götürülüp orada sorgulanması istenmiĢtir.73

Bu tutuklamanın asıl nedeni ise dönemin Ġstanbul valisi olan Lütfi Kırdar tarafından gençler arasında Ġslâmiyet’i yayması ve Ģeriatı neĢretmesi sebebiyle Ankara’dan tutuklanmasını talep etmesidir.74

Abdülhakim Arvâsî sorgulanmak için Ġstanbul’dan Ġzmir’e götürülür. Orada kırk, kırk beĢ günlük bir sorgunun ardından muhâkeme edilmek üzere hey’et-i vekîle kararı ile Ankara’ya götürülür. Bu yolculuk sırasında çok fazla iĢkence ve hakârete mâruz bırakılır. Kendisi bu sıkıntılara dayanmakta çok güçlük çeker ve hastalanır.75

Bu sırada dönemin Hakkari vekili olan damadı Ġbrahim Arvas’ın ricâ ve çabalarıyla Ankara’da ikâmeti Ģart kılınarak, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılır. Bunun üzerine zaten az kalmıĢ olan ömrünün kalan kısmını yeğeni Fâruk IĢık’ın Ankara’daki evinde geçirir. Burada çok zayıf ve halsiz düĢerek 27 Kasım 1943/H.29 Zilkâde 1362 tarihinde vefât eder. Cenâzesi Ankara’da Bağlum Mezarlığına defnedilmiĢtir.76

Soyadı kanunu çıkınca Abdülhakim Arvâsî ÜçıĢık soyadını almıĢtır. Abdülhakim Arvâsî’nin fiziksel görünüĢünü Hüseyin Vassaf Ģu sözlerle anlatmıĢtır:

72

Kuku, a. g. e. , c. I, s. 290-294. 73

Bu yıllarda Abdülhakim Arvâsî dıĢında birçok tarikat Ģeyhi ve kanaat önderi buna benzer sebeplerle tutukanıp yargılanmıĢtır. Aralarında idam cezası alanlar bile olmuĢtur. (Dönemin siyâsi yapısının dine ve dindarlara bakıĢ açısının daha iyi anlaĢılabilmesi için bkz. Ali Dikici, “Milli ġef Ġsmet Ġnönü Dönemi Lâiklik Uygulamaları” Ankara Üniversitesi Türk İnkilâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu

Dergisi, sayı: 42, Ankara, 2008, s. 161-192. )

74

Kuku, a. g. e. , c. I, s. 365. 75

Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yay., Ġstanbul, 1997, s. 322. 76

(35)

“Kendisi orta boylu, beyaza karîb kır sakallı, esmeru’l-levm, mütenâsibü’l-endâm bir zât-ı âlî-i kadrdir.”77

Abdülhakim Arvâsî din ilimlerinde üstün meziyyet sahibi olan bir âlim olmasının yanı sıra, NakĢibendiyye tarîkatından bir kolun önemli Ģehylerindendir. Kendisi hem BaĢkale’de hem de Ġstanbul’da insanları tasavvuf yoluna sevketmiĢtir. Bilindiği üzere tasavvufî ekollerde Ģehylik mâkâmında bulunan kimse, kendisinden sonra da irĢâd vâzifesinin devamı için belli hâlifeler bırakır. Abdülhakim Arvâsî kimleri hâlife bıraktığı sorusuna Ģu sözlerle cevap vermektedir:

“…Buraya kadar izâha uğraĢtığım Ģartlara câmi’ bulduğum nesebi sahih seyyidlerden âlim ve sâlih Muhammed Sıddık Efendiyi Van ve havalisine tarikat nûrunu ikâm zımnındagöndermiĢ ve bu sûretle icâzet ve izin vermiĢtim. Senelerce tarîkat erkânını ihyâ ve sohbetinde yüzlerce insan tarikate intisâb ile bâtın hallerinde terakki ederlerdi. Bu hususta daha bir çok muvaffâkiyetlere mazhar olacağı me’mûl iken harb-i umûmîde Ermenîler tarafından Ģehid edildi. Rahmetullahi aleyh.

Yalnız hatm-i hacegân okuyup ezkâr ve âdâba tergîb ve teĢvîk zımnında izin vermiĢim. Hilâfet ve sefâret olarak değil. Van’da Fehim ve Necmeddin ve Abdülmecid ve Ma’sum, Hakkari’de birâderim Ziyâeddin, Müküs’te Hüseyin ve Hasan, Gevar’da Kasın ve Ġran’ın sünnîlerinden Muhammed ve Çal’da Haydar Efendilere hatm-i hâcegân halkasının baĢında oturup hatm için izin verilmiĢtir. Oralarda talib ve râgıb olursa, isimlerini yazarlar, ahvâlini bildirirler. Her nerede bulunursam âdâb-ı tarîkati yazar gönderirim. Mûcibince amel ettikleri takdirde fâidelenirler ve fâideleniyorlar.”78

V. Günümüze Tesirleri

Abdülhâkim Arvâsî yaĢadığı dönemde farklı coğrafyalarda hayat sürmüĢ olmasına rağmen, bulunduğu her yerde o bölgenin insanı gibi etkin rol üstlenmiĢtir. Yaptığı ilmî ve tasavvufî faaliyetler onun günümüzde bile adının çokça duyulmasına ortam hazırlamıĢtır.

Van bölgesinde bulunduğu yıllarda Osmanlı Devleti’nin o bölgede olan etkinliğini artırma yönünde çalıĢmalarda bulunan Arvâsî, ġiî bir devlet olan Ġran’ın

77

Vassaf, a. g. e. , c. II, s. 122. 78

(36)

bölgede olan etkinliğini kırmak için çok fazla çaba sarfetmiĢtir.79

Bu çabaları günümüzde dahî bu bölgenin sünnî olarak kalmasında onun etkisi olduğu fikrini akla getirmektedir.

Abdülhâkim Arvâsî’nin taĢıdığı ilmî değerin tesirlerinin Ġstanubul’a yansıması ise daha büyük boyuttadır. Onun en değerli öğrencileri olan Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyin Hilmi IĢık kendisinden sonra günümüze kadar etkinliği devam edecek olan iki büyük haraketin kurucuları olmuĢlardır.

a. Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu Cemiyeti

Büyük Doğu adında bir hareket kuran Necip Fazıl, bu hareket ile sesini adetâ dünyaya duyurmayı baĢarmıĢ bir eylem adamıdır. Necip Fazıl Abdülhâkim Arvâsî ile tanıĢmadan önce alkol ve kumar bağımlısı, Fransa’da eğitim görmüĢ, belki de o dönemin klasik “Jön Türk” olarak tanımlanan Ģairlerinden biridir. Bu durumun yanı sıra Necip Fazıl içinde toplumu ilgilendiren her konuya karĢı büyük vehimler taĢıyan bir kiĢiliğe de sahiptir. Onun içinde taĢıdığı vehimleri güçlü bir dava hareketine çeviren ise Abdülhâkim Arvâsî olmuĢtur.

1934 yılında Abdülhâkim Arvâsî ile tanıĢan Necip Fazıl Kısakürek, bu tanıĢmadan sonra büyük bir değiĢim süreci yaĢamıĢtır. Daha öncesinde var olan sanat anlayıĢı, Abdülhâkim Arvâsî’den sonra “Mutlak Hakikat” arayıĢına doğru bir değiĢime girmiĢtir.80

Bu tarihten sonra Ağaç dergisini çıkaran Kısakürek, burada yazdığı yazılarında toplumu kurtaracak olanların sanatlarlar olduğunu ve santtçının fil diĢi kulelerden toplum nazarına inmesi gerektiğini savunur. Bu düĢüncesinin gereğini yeribe getirmek için çalıĢtığı bankadan istifa eder ve kendini tam anlamıyla yeni çizmeye baĢladığı dava yoluna verir.81

Necip Fazıl 1939-1943 yılları arasında yazdığı “Çerçeve” yazılarında dönemin iktidârı olan CHP’nin savunuculuğunu yaptığı inkılaplar ve yeni devlet sistemi üzerine eleĢtiriler yöneltmiĢtir. Bu eleĢtirileri onu iktidar partisinin karĢısında

79

Arvâsî, Hâtırât, s. 10. 80

Suat Ak, Sistem Karşısında Gerçek Muhalefet, Rasyo Yay., Ġstanbul, 2009, s. 18. 81

(37)

duracak bir muhalefet arayıĢına sürüklemiĢtir. Buna bağlı olarak iktidara alternatif üretmesi açısından Celal Bayar ile görüĢmüĢ ve ona bu konudaki fikirlerini beyan etmiĢtir.82

1943 yılında Büyük Doğu ismini ilk kez kullanan Necip Fazıl, bu isimle çıkardığı dergisinde ana gayesi olan “Türk milletini en ileri ve üstün Ģartlar içerisnde, kendi zaman ve mekanına topyekün hâkim kılma”83

fikrini tüm detaylarıyla iĢlemeye baĢlamıĢtır.

Büyük Doğu Dergisinin bu tarihten sonra birkaç kez yayını durdurulmuĢ olsada, Necip Fazıl bulduğu her fırsatta bu dergiyi yeniden çıkartmıĢtır. Dergi döneminin siyasî olaylarına ince ve keskin bir dille eleĢtiriler getirmiĢtir. CHP’nin rejim muhafızlığı yaparken düĢtüğü hataları eleĢtirmesinin yanısıra bu partiye muhâlefet olarak doğmuĢ olan Demokrat Parti de onun eleĢtirilerinden nasibdâr olmuĢtur.

Siyâsi noktada herhangi bir gurubun ardından destek vermemesi aslında Necip Fazıl’ın ana gâyesinin yönetim mekânizması ile uğraĢmak olmamasından kaynaklanmaktadır. Bilâkis onun ana gâyesi toplumun bizâtihi kendisidir.84

Necip Fazıl’ın keskin eleĢtirel gücünü kullanmak isteyen çevreler de olmuĢtur. Demokrat Pati ve Halk Partisi arasında geçen siyasî güç kavgasında kendi yanlarında olması için her iki kesim de Kısakürek’e para teklifinde bulumuĢtur. Ancak Necip Fazıl bu tekliflerin hiç birine yakın durmamıĢtır.85

Dergiyle baĢlanan Büyük Doğu davası 1949 yılında resmî yönleri tamamlanmıĢ bir Cemiyet olma planı hâlini almıĢtır. Bu tarihte Necip Fazıl dergiye ulaĢtığı kitlesini bir cemiyet içerisinde bütünleĢtirme arzusu içerisindedir. Bu cemiyetle ulaĢmak istediği hedef ise siyâsî yapıdan uzak kalan ve kendine has bir kadro oluĢturma isteğidir.86

82 Ak, a.g.e. s. 34. 83 Ak, a.g.e. s. 33. 84 Ak, a.y. 85 Ak, a.g.e. s. 40. 86 Ak, a.g.e. s. 42.

(38)

Bu düĢüncelerle fikrî yapısının tamamlayan Büyük Doğu Cemiyeti 28 Haziran 1949 tarihinde resmen kurulur. Cemiyetin kurucusu olarak Necip Fazıl Kısakürek ile beraber Ömer Karagül ve ġükrü Uzer’in de isimleri geçmektedir.87

Necip Fazıl cemiyet kimliği kazandırdığı davasını yürüttüğü yıllarda kendisi için menfî bir takım çalıĢmaların olduğu fikrine sahiptir. Ona göre onun aleyhinde propaganda yapanlar; dönemin siyasî kesimleri, Yahudi ve Masolar, Komünistler ve bu sıflardan maddî çıkar sağlayanlardır.88

1950 yılında yapılacak olan seçimlerde Büyük Doğu Cemiyetinin birkaç kiĢi ile de olsa mecliste temsil edilmesi arzusunu taĢıyan Necip Fazıl yazdığı bir yazı bahâne edilerek tutuklanır. O hapishânede olduğu zaman diliminde seçimler yapılır ve Kısakürek’in bu düĢüncesi hayata geçmez. Ancak seçimi Demokrat Parti’nin kazanması onu yapacağı faaliyetlerin önünün açılacağı düĢüncesiyle bir hayli heyecanlandırır.89

Ancak Necip Fazıl o dönemde siyasi kanatta yer alan her iki partiyi ve sonradan kurulacak olan Millet Partisi’ni aynı temel üzerinde yer aldıkları için çok sert bir dille eleĢtirmiĢtir. Ona göre bu üç parti her ne kadar birbirlerine muhalif görünseler de kuruluĢ gayelerini “Kemalizm ve inkılap ilkeleri” üzerine oturttukları için temelde aynı noktada yer almıĢlardır. Dolayısıyla asıl mesele partiler değil, yönetimin tabu hâline getirdiği bu fikir telakkisidir.90

1951 tarihine kadar faaliyetlerini sürdüren cemiyet Necip Fazıl’ın gördüğü birçok baskıya bağlı olarak feshedililir. Bundan sonra birkaç giriĢimde bulunan Kısakürek bunların hiç birinde baĢarıya ulaĢamamıĢtır. Dönemin BaĢbakanı olan Adnan Menderse ile yaptıı görüĢmede CHP karĢısında ortak davaları olan “Ġslam Davasında” kendisine destek olmasını ister. Bu talebine olumlu cevap alan Necip Fazıl Büyük Doğu’yu günlük gazete hâlinde 1952 yılında yayınlamaya baĢlar.

87 Ak, a.g.e. s. 47. 88 Ak, a.g.e. s. 48. 89 Ak, a.g.e. s. 59. 90 Ak, a.g.e. s. 68.

(39)

Gazetede genel olarak Menderes yanlısı bir yol izler ve bu konuda yapılan eleĢtirilere hiç kulak vermez.91

1960 yılında yapılan ihtilâle kadar çalkantılı bir Ģekilde devam eden yayın hayatı ihtilâl ile son bulan Adnan Menderes iktidarını destekler nitelikte devam etmiĢtir. 27 Mayıs 1960 günü radyodan yapılan ihtilal açıklamalarından biri de zaten kapalı olan Büyük Doğu’nun kapatıldığıdır.92

Ġhtilalden sonra hapishanede 552 gün kalan Necip Fazıl, buradan çıktıktan sonra bazı gazetelerde günlük köĢe yazıları yazar ve Anadolu’da konferaslar verir. YaĢadığı zorluklar onu âdeta bir aksiyon adamı iken, köĢesine çekilmiĢ biri hâline getirmiĢtir. Ancak Necip Fazıl bu 1970’li yıllarda ortamın gerginliğin atmasına bağlı olarak Büyük Doğu’yu yeniden çıkarmaya baĢlamıĢ ve Büyük Doğu Fikir klübü adında bir hareketle yeniden aksiyoner bir hale bürünmüĢtür.

1969 yılı seçimleri sonrasında dönemin çok partili hayatında yer alan Necmeddin Erbakan’la yakınlaĢma içerisinde olan93

Necip Fazıl, Demirel ile yakınlığı olan Hakîkat gazetesi tarafından eleĢtirilir. Bu gazete Abdülhâkim Arvâsî’nin diğer bir talebesi olan Hüseyin Hilmi IĢık’ın damadı Enver Ören tarafından çıkarılmaktadır. Aralarındaki bu siyasi söylem farkı Abdülhâkim Arvâsî’ye nisbetle anılan bu iki kiĢiyi karkı karĢıya getirmiĢtir.94

978 yılında Erbakan ile olan siyasî düĢünce farklılıkları onu Büyük Doğu’da yazan birçok yazarla yollarını ayırmasına neden olur. Necip Fazıl’a yazılarını Büyük Doğu’da yazmak istemediklerini bildiren yazar dostlarının bu tavrı karĢısında “Veda” baĢlıklı son bir yazı kaleme alır ve 1943 yılında yayın hayatına baĢlayan dergiyi tamamen kapatır.95

1970’li yıllarda Erbakan’a olan desteğini geri çeken Kısakürek o dönemde farklı partilere destek olmuĢtur. Bu desteklerinin hissedilir düzeyde milletvekili sayısını etkilediği görülmektedir. Necip Fazıl 1980 ihtilâli öncesinde yazdığı

91 Ak, a.g.e. s.80-81. 92 Ak, a.g.e. s. 117. 93 Ak, a.g.e. s. 188. 94 Ak, a.y. 95 Ak, a.g.e. s. 222.

Referanslar

Benzer Belgeler

Wonil Kim [7] proposed a neural network based adult image classification where HSV color model is used for the input images for the purpose of discriminating elements

2 — Binaları işbu müşterek mecraya raptedecek münferit mecralar için de (15. m.) maktamda çimento künk boru kullanılacaktır. m.) maktamda olacaktır. 6 — 15

Kitapta genel itibariyle bir Osmanlı düşüncesinin olmadığı iddiasına karşı Görgün, gerek Türk-İslâm edebiyatından gerekse Batı edebiyatından alıntılar

Öyküler daha önce kitap olarak yayımlanmamış ve özgün olmalıdır.. Ödüle sadece 1 “kitap dosyası”yla

Karacao¤lan’›n fliirlerinde teflbihlerin edat grubu, isnat grubu; s›fat tamlamas› ve isim tamlamas› gi- bi yap›larla bezerlik iliflkisi içerisine girdikleri,

Razî, aklı aşk karşısında bir kontrol edici ve dengeleyici unsur olarak görmektedir. Aklî melekelerini devreye sokan âşık, aşkın

Daha açık bir ifadeyle, sosyal değer (tüketicilerin otomobillerinden ötürü bulundukları çevrede/toplumda gördükleri saygı ve itibar ile sosyal statü artışı

Özellikle son zamanlarda yapılan araştırmalarda,' yok olma olayı sonucunda Permiyen sonunda Triyas'a geçemeyen konodont cins ve türleri ile, biyolojik krizi başarıyla