• Sonuç bulunamadı

SARIKAYA İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "SARIKAYA İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ"

Copied!
286
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

I

İSLAM TARİHİ II

İLAHİYAT

LİSANS TAMAMLAMA

Prof. Dr. Nurettin GEMİCİ Prof. Dr. İlyas TOPSAKAL Doç. Dr. Hüsnü KOYUNOĞLU Yrd. Doç. Dr. Hüseyin SARIKAYA

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ

(2)

II İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ İLAHİYAT

LİSANS TAMAMLAMA

İSLAM TARİHİ

Prof. Dr. Nurettin GEMİCİ Prof. Dr. İlyas TOPSAKAL Doç. Dr. Hüsnü KOYUNOĞLU Yrd. Doç. Dr. Hüseyin SARIKAYA

(3)

Yazar Notu

Elinizdeki bu eser, İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi’nde okutulmak için hazırlanmış bir ders notu niteliğindedir.

(4)

III

ÖNSÖZ

İslam Tarihi I konularının Türklerin İslamlaşma süreciyle başlatmak yerinde olur. Sadece Türklerin tarihinde değil Dünya tarihinde de büyük değişikliklere sebebiyet veren bu safha iyi incelenmesi gerekmektedir. Bu dönemin iyi anlaşıldığı ölçüde daha sonraki bölümlerde yer alan Karahanlı, Gazneli, Selçuklu ve diğer Türk hanedanlarının yeri ve önemi doğru olarak ortaya konulabilir. Türklerin İslamlaşması diğer milletlerden farklı olarak topyekûn sayılabilecek şekilde bir ırkın İslamlaşması da denilebilir. Mevzi bazı Yahudi, Hıristiyan veya şaman inancına sahip topluluklar oldukça azınlıkta olup bütün içinde çok az yer teşkil ederler.

İslam tabir yerindeyse Türklerin kimyasını değiştirip yeniden mayalanmalarına ve özlerindeki yüksek değerleri zirvelere taşımalarına imkân ve zemin hazırlamıştır. Bu değişim ve dönüşüm bir anda gerçekleşmemişse de Milletlerin tarihine göre uzun sayılmayacak birkaç yüz yıla sığdırılmış bir süreçtir.

Özellikle ilk iki ünitede ağırlıklı olarak Arap toplumunda Türk algısı ve Türklerin tanınmışlığı İslam Tarihinin temel kaynaklarının ışığında değerlendirilmiştir. İslam öncesi Arap toplumunda fazla ma’kes bulmayan Türk kavramı İslam’ın gelişinden itibaren ve Hz. Ömer’in İran’ı zaptından sonra Müslüman Araplarla komşu olmalarıyla hız kazanmıştır.

İslam’ın Türkler arasında en erken olarak kabul eden topluluk İdil Bulgarlarıdır. Yaygın kanaatinin aksine Kara-hanlılardan önce Müslüman olan İdil Bulgarları yaşayışlarına ve kültürlerine yakın buldukları İslam’ı benimsemeleriyle örnek bir toplumdur.

Sırasıyla Müslüman Türk Hanedanlarından Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Eyyubiler, Memluklular ve diğerleri üçüncü üniteden itibaren anlatılmaktadır. Selçukluların Anadolu kolu da müstakil iki ünitede ele alındıktan sonra kalan Ünitelerde Osmanlı Tarih, Kültür ve Medeniyeti irdelenecektir.

İslam Tarihinin ele alındığı safhalardan Dört Halife, Emevi ve Abbasi dönemlerini kısmen sonrasını anlatan bu çalışmanın en büyük zorluğu ciltler dolusu malumatı muhtasar bir metne dönüştürebilmek olduğunu belirtmek gerekir. Her bir konu müstakil bir cildi kapsayacak kadar geniş olan Müslüman Türklerin günümüze kadar olan hikâyesinin tamamını öğrenilmesi konusunda bir ilgi uyandırmak yazı heyetinin hedefleri arasındadır.

Bilindiği üzere mazi-istikbal ve yaşanmış bütün bu tarihi hadiseler hiçbir zaman geçmişte kalmamıştır. Bugün yaşadığımız dünyada karşılaştığımız pek çok sorunun köklerinde geçmişin izleri vardır. Tarih öyle bir hakikattir ki, aradan asırlar geçse de tazeliğini koruyan ve yaraları hala kanayan bir organizma gibidir. Geçmişte yaşanmış örnek devirleri anarken gururlanırken yaşanan hezimetler, zilletler hatıra düştükçe insan mahzunlaşabilmektedir.

İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin sağlam, sahih ve yol gösterici bir tarih bilgisine ve donanımına ihtiyaç izahtan varestedir. Müslüman Türklerin İslam’la şereflenmelerinin üzerinden neredeyse 1000 küsur yıl geçmesine rağmen İslam’la bağını koruması ve devam ettirmesinde sağlıklı bir İslam inanç ve kültürüne sahip olmak kadar şuurlu bir tarih bilgisine de ihtiyaç duyulmaktadır.

(5)

IV Bu sebeple son 3-4 Ünitede ağırlıklı olarak İslam Medeniyet Tarihinin konusu olarak kabul edilen Müslüman Türklerde Devlet, Askerlik ve Eğitim konuları ağırlıklı olarak ele alınacaktır.

Kuru siyasi tarih bilgisiyle açıklanamayacak İslam’ın medeniyet anlayışı da bu vesileyle aktarılmaya çalışılmıştır.

Müslüman Türk Milletinin en önemli vasıflarından birisi hâkimiyet kurdukları coğrafyalarda Hukuk nizamı tesis etmeleridir. Adalet ve hak kavramları bu bakımdan Müslüman olan Türk topluluklarında hep ön planda ele alınmıştır. Hukuk sisteminin var olduğu ve doğru bir biçimde uygulandığı toplumlarda refah ve zenginlik kendiliğinden oluşmakta ve toplum katmanları arasında kaynaşma ve dayanışma ve birlik ortaya çıkmaktadır.

Bu çalışma başta İlitam öğrencileri olmak üzere tarihe meraklı okuyuculara tarihi sevdirme, öğretme ve yaşanılanlardan ibret alıp günümüze taşıyabilme imkânı sağladığı ölçüde kendisini başarılı kılacaktır. Bu metni oluştururken ortak hareket ettiğimiz Doç. Dr. İlyas Topsakal’in ilk yedi ünitenin oluşumuna katkısı ve şekillendirmesi için özel teşekkürü hak etmektedir. Kalan bölümler de Doç. Dr. Nurettin Gemici’nin ve Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Sarıkaya’nın emeği ve özverili çalışmasıyla meydan geldiğini ifade etmek yerinde olur. Son okuma ve tashih noktasında Doç. Dr. Hüsnü Koyunoğlu katkı sunmuştur. İslam Tarihi II kitabının oluşumunda katkısı olan herkese teşekkür ederken, bu metinleri okuyacak olan İLİTAM öğrencilerimize zihin berraklığı ve üstün başarılar diliyoruz.

Prof. Dr. Nurettin GEMİCİ Prof. Dr. İlyas TOPSAKAL Doç. Dr. Hüsnü KOYUNOĞLU Yrd. Doç. Dr. Hüseyin SARIKAYA

(6)

V

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... III İÇİNDEKİLER ... V KISALTMALAR ... X YAZARLAR NOTU ... XI

1. İSLAMİYET Ve TÜRKLER ... 13

1.1. Türkler ve İslamiyet ... 19

1.2. Hadislerde Türkler ... 19

1.3. Hulefa-i Raşidin Dönemi Türk-Arap İlişkileri ... 20

1.4. Emeviler Dönemi Türk-Arap İlişkileri ( 661-750) ... 21

1.5. Abbasiler Dönemi Türk-Arap İlişkileri ( 750-1258) ... 24

2. TÜRKLER ve İSLAMİYET ... 30

2.1. İslamiyetin Türkler Arasında Yayılışı ... 35

2.2. İslamı Kabul Eden İlk Türk Devletleri ... 39

2.3. Türkleri İslam Dinine Kabule Sevk Eden Sebepler ... 41

3. İDİL BULGARLARI ... 47

3.1. İdil Bulgarlarının Tarihi ... 52

3.2. Bulgarların Etnik Kökeni ... 52

3.3. Bulgarların İdil Boylarına Yerleşmeleri... 54

3.4. İdil Bulgar Devleti’nin Sınırları... 55

3.5. İdil-Ural Boylarının Tabii Şartları ... 55

3.6. İdil Bulgarları’nın Siyasî Tarihi ... 56

3.7. İdil Bulgar Devleti’nin Bilinen Şehirleri ... 60

3.8. İdil Bulgarları Edebiyatı ve Eserleri ... 62

3.9. İdil Bulgarları Ve İslamiyet ... 63

4. GAZNELİLER ... 68

4.1. Siyasi Tarih ... 74

4.2. Kültür ve Medeniyet ... 79

5.1. Doğu Karahanlılar (1032-1210) ... 95

5.2. Batı Karahanlılar (1052-1212)... 97

5.3. Kültür ve Medeniyet ... 98

6. SELÇUKLULAR ... 104

(7)

VI

6.1. Büyük Selçuklular (1040-1157) ... 113

7. DİĞER MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ ... 124

7.1. Eyyubiler (1171- 1462) ... 130

7.2. Memlükler ( 1250-1517) ... 135

7.3. Altın Orda Hanlığı ( 1241-1502) ... 141

7.4. Timurlular (1405-1507) ... 142

7.5. Safeviler ( 1501- 1722) ... 143

7.6. Kaçarlar (1779-1925) ... 145

8. HİNDİSTANDA MÜSLÜMAN DEVLETLER ... 149

8.1. İslâmiyet’in Hindistan’da Yayılışı ... 155

8.2. Hindistan Türk Sultanlıkları ... 155

8.3. Hindistan’da Türk-İslam Hâkimiyeti ve Batıyla Münasebetler ... 158

8.4. Kültür ve Medeniyet ... 160

9. OSMANLI DEVLETİ ( KURULUŞ DÖNEMİ) ... 165

9.1. Osman Bey Devri (1302-1324) ... 171

9.2 Orhan Bey Devri (1324-1362) ... 172

9.3. I. Murad Devri (1362- 1389) ... 174

9.4. I. Bayezid Devri (1354-1403) ve Fetret Dönemi (1403-1413) ... 176

9.5. Çelebi Mehmed Devri (1413-1421) ... 177

9.6. II. Murad Devri (1421-1444; 1446-1451) ... 179

10. OSMANLI DEVLETİ (YÜKSELME DEVRİ) ... 183

10.1. Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) ... 189

10.2. II Bayezid Devri (1481-1512) ... 190

10.3. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ... 191

Yavuz’un Mısır seferi ... 192

Mercidabık Savaşı ... 192

10.4. Kanuni Sultan Süleyman ( 1420-1466) ... 193

Mohaç Savaşı ... 194

Kanuni Dönemi’nde Denizcilik ... 195

Şehzadeler meselesi ... 196

Kanuni’nin son seferi ... 196

10.5. II. Selim ( 1466-1475)... 197

10.6. Sokullu Mehmet Paşa ... 197

11. OSMANLI DEVLETİ ( DURAKLAMA DÖNEMİ) ... 201

(8)

VII

11.1. III. Murad (1574-1595) ... 207

11.2. III. Mehmed (1595-1603) ... 207

11.3. I. Ahmed (163-1617) ... 208

11.4. Duraklama Dönemindeki yenilik girişimleri ... 208

11.5. Genç Osman (1618-1622) ... 208

11.6. Sultan IV. Murad (1623-1640) ... 208

11.7. Sultan İbrahim (1640-1648) ... 209

11.8. Sultan IV Mehmed (1648-1687) ... 209

11.9. II. Süleyman (1687-1691)... 209

11.10. II. Ahmed (1691-1695) ... 209

Viyana Kuşatması ... 210

12. OSMANLI DEVLETİ GERİLEME ve ÇÖKÜŞ DÖNEMİ ... 213

12.1. Lale Devri ... 219

12.2. Dağılma ve Çöküş ... 220

12.3. Sened-i İttifak ... 221

12.4. Navarin, Osmanlı-Rus savaşı ve Yunanistan ... 221

12.5. Mısır Meselesi ve II. Mahmud Devri Islahatları ... 222

12.6. Eflak ve Boğdan’da Karışıklıklar ve Kırım Savaşı ... 222

12.7. Tanzimat’ın ilanı ve Islahat Fermanı ... 223

12.8. Kırım Savaşı Sonrası Durum ... 224

12.9. Meşrutiyet’in İlanı ... 224

12.10. Osmanlı Rus Savaşı (1877-1878) ... 225

12.11. İttihat ve Terakki (1895) ... 225

12.12. Balkan Savaşları ... 226

12.13. I. Dünya Savaşı ... 226

13. OSMANLI DEVLETİNDE MODERNLEŞME ÇABALARI ... 229

13.1. Osmanlı Modernleşmesinin etkilendiği alanlar ... 238

13.1.1. Felsefî Düşünce bağlamında modernleşme çabaları ... 238

13.1.2. Eğitim ve Öğretim ... 239

13.1.3. Hukuk Sahasında Yapılanlar ... 240

13.1.4. Edebiyat, Mimari ve Musiki sahasında Yapılanlar ... 241

14. OSMANLI HUKUKİ-ASKERİ YAPI VE EĞİTİM SİSTEMİ ... 245

14.1. Hukuki Yapı ... 252

14.1.1. Örfî Hukukun Ortaya Çıkışındaki Amiller ... 252

(9)

VIII

14.1.2. Şerî ve Örfî Hukuk Çatışma(ma)sı ... 253

14.1.3. Mahkemeler ... 254

14.1.3.1 . Şeriyye Mahkemeleri yapısı ve işleyişi ... 254

14.2. Askeri Yapı ... 255

14.2.1. Kara Kuvvetleri ... 255

14.3. Askeri Alanda Islahat Çabaları ... 260

14.4. Nizam-ı Cedîd Ordusu ... 260

14.5. Asakir-i Mansure-i Muhammediye ... 260

14.6. Deniz Kuvvetleri ... 261

14.7. Osmanlı Devletinde İdari Açıdan Sınıflar ... 268

14.7.1 Askerî Sınıf ... 268

14.7.2. Osmanlı Devletinde Yerleşim Açısından Sınıflar ... 271

14.7.3. Osmanlı’da Eğitim Sistemi ve Kurumları ... 272

(10)

IX

(11)

X

KISALTMALAR

b.: bin (Oğlu) C.: Cilt

c.c.: Celle Celâluhû

D฀A: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Hz.: Hazret

İA: Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi M.Ö.: Milattan Önce

M.S.: Milattan Sonra (r.a.): Radiyallâhu ‘anhü s. Sayfa

s.a.s.: Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Sa.: Sayı

thk: Tahkik eden trc.: Tercüme eden ty.: tarih yok vd.: Ve devamı vdg.: Ve diğerleri yy.: Yüzyıl .

(12)

XI

YAZARLAR NOTU

İslâm Tarihi I bölümünde Hz. Peygamber (s.a.s) ve dört halife dönemi üzerinde öncelikli olarak durulmuştur. Dört Halife sonrası İslam Tarihinin omurgası sayılan Emevi, Abbasi, Abbasilere bağlı vassal devletler, Afrika’daki İslamî yönetimlerle Endülüs’ün tarihi, kültür ve medeniyetinin yanı sıra bazı kurumları hakkında bilgiler İslam Tarihi I olarak bilinen bölümün konuları arasındadır. Dersin tamamında bütüncül olarak devletlerin yönetim yapıları ve organizasyonları, bu çerçevede geliştirdikleri müesseselerin gelişimi ve kültür ve medeniyete dair verdikleri eserlerden de bahsedilmiştir.

Bu sebeple İslâm Tarihi II adını taşıyan bu çalışmada Müslüman Türk devletleri ağırlıklı olarak ele alınmıştır. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ve Sanatları Bölümü öğretim üyesi Doç.

Dr. İlyas Topsakal Bey’le birlikte bir ikili çalışma gurubu oluşturularak kitabın oluşturulmasına başlanmıştır.

İslam Tarihi II kitabı 14 ünite’den oluşmaktadır. İlk yedi Ünite Doç. Dr. İlyas Topsakal tarafından, kalan Üniteler Doç. Dr. Nurettin Gemici tarafından ikmal edilmiştir.

Buna göre ilk üniteler; İslam sonrası dönemde Türkler ve İslamiyet, İdil Bulgarları, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular bunlar arasında saymak mümkündür. Diğer Müslüman Devletler ve Osmanlı Tarihi, Kültür ve Medeniyeti Doç. Dr. Nurettin Gemici tarafından ikmal edilmiştir.

Aslında rahatlıkla birkaç cilt tutabilecek çalışmalar kısaltılarak verilmeye çalışılmıştır. Uzaktan Eğitim programınca belirlenen esaslar kitabı oluşturmada etken olmuştur. Çalışmamızla ilgili yapıcı önerileri öncelikli olarak uzaktan eğitim fakültesi İlahiyat Lisans Tamamlama öğrencilerimizden ve çalışmamızı okumak lütfunda bulunan ilim erbabından istirham ettiğimiz açıkça beyan ediyoruz.

Doç. Dr. Nurettin Gemici Doç. Dr. İlyas Topsakal 05 Ağustos 2015, İstanbul

(13)

12

Bölüm özellikleri

Türk milletinin islamiyeti kabulü öncesi gelişmeler ve Türklerin islamiyeti kabulü Dünya tarihini değiştiren olgulardan birisidir. Türklerin bu önemli kararı aynı şekilde kendi tarihlerini yeniden oluşturmalarına sebebiyet vermiştir. Bu durumun nasıl ve ne şartlarda ortaya çıktığı konusu anlaşılmadan Müslüman Türk devletlerinin tarihi doğru anlaşılamaz.

Dün Değiştirme ve bunun 200-300 yıllık kısa bir süre içinde gerçekleşmesi Türklerin islamiyette ne bulduklarıyla da alakalıdır.

(14)

13

1. İSLAMİYET Ve TÜRKLER

(15)

14

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Türk- Arap ilişkilerinin İslam öncesi tarihsel kökenleri,

İslamiyet sonrası Türkler hakkında Hz. Peygamber’in hadisleri Dört halife, Emevi ve Abbasi dönemlerinde Türkler,

Türklerin İslamiyete yakınlaştıran Talas savaşı ve sonuçları

(16)

15

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

Türkler niçin Müslüman oldular?

Türkleri İslamiyete yaklaştıran hususlar nelerdir?

Hz. Peygamber ’in Türkler hakkındaki hadisleri nedir?

(17)

16

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl

elde edileceği veya geliştirileceği

Türkler ile Araplar arasındaki ilişkinin tarihi temelleri

Türkler hakkında Arapların ve Hz. Peygamberin kanaati,

Türkler ile Araplar arasındaki ilişkinin tarihi temelleri

Dört halife, Emevi ve Abbasi dönemlerinden Türklerin durumu

Türklerin İslamlaşmasının sosyo-psikolojik nedenleri,

(18)

17

Anahtar Kavramlar

Türkler ve İslamiyet, Talas, Horasan, Samarra, Abbasiler.

(19)

18

Giriş

Türklerle Araplar arasındaki ilişkiler cahiliye dönemine kadar uzanmaktadır. Hz. Peygamber de bazı hadislerde Türklerden bahsetmektedir. İlk İslâm fetihleri sırasında Türklerle Araplar birbirlerini daha yakından tanıma imkânı bulmuşlardır.

Emevî halifesi I. Velid devrinde Horasan valiliğine getirilen Kuteybe b. Müslim 705-715 yılları arasında gerçekleştirdiği seferlerle Mâverâünnehr’i İslâm egemenliği altına almış, Horasan’da birbirleriyle mücadele halinde olan grupları, yani Arap asıllı olmayan Müslümanlarla (mevâlî) Arapları, Kays kabilesi mensuplarıyla Yemenlileri birlik ve beraberlik içinde idare etmiştir.

Türkler erken tarihlerden itibaren Abbasîlerin hizmetine girerek önemli mevkileri ele geçirmişler, Me’mun ve Mu’tasım devrinde nüfuz ve otoriteleri daha da artmış, halifelerin tayin ve görevden uzaklaştırılmalarında önemli rol oynamışlardır. Mütevekkil ve Muntasır ise Türklerin desteğiyle halife olmuşlardır.

(20)

19

1.1. Türkler ve İslamiyet

Arap şiiri ve atasözlerinde Türklerden bahsedilmesi Türklerle Araplar arasındaki ilişkilerin cahiliye dönemine kadar uzandığını gösterir. Cahiliye devri Arap şairlerinden Nâbiğatü’z- Zübyânî, Hasan b. Hanzale, Şemmah b. Dırar şiirlerinde Türklerin cesaret ve kahramanlıkları üzerinde durmuşlardır. Ayrıca çeşitli Türk kavimlerinin İran ve Arap hakimiyetindeki topraklara indikleri ve onlar hakkında az da olsa bilgi edindikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Hazar Türkleri zaman zaman Derbend'i geçip Hemedan ve Musul’a kadar ilerlemişlerdir.

Sâsanî hükümdarı Enuşirvan (531-579) da Derbend (Bâbü’l-ebvâb) seddini Hazarların bu akınlarına mani olmak amacıyla yaptırmıştır. Enuşirvan ayrıca Kuzey İran’da yaşayan Ağaçeri, Sul ve Yazur Türklerini de Azerbaycan’a göçe zorlamıştır. Eftalitler (Ak Hunlar), Halaçlar ve Karlukların bir bölümü Afganistan ve Sistan (Sicistan) topraklarına yerleşmişlerdi. Sâsanî ordusu içinde Türklerin yanında Araplar da vardı. Dolayısıyla onların da bu vesileyle birbirlerini tanıma imkânı mevcuttu.

1.2. Hadislerde Türkler

Hz. Peygamberin Türkler hakkında söylediği veya ona nisbet edilen çok sayıda hadis mevcuttur. Bunlardan bir bölümü Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim başta olmak üzere Kütüb-i sitte ve diğer önemli hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bunun yanında Hz.

Peygamber’e isnad edilen ve Türkler aleyhinde ifadeler içeren uydurma (mevzû) hadis ve sahabeye atfen söylenmiş asılsız haberler de bulunmaktadır. Peygamber efendimizin Türklerin savaşçı yönlerine dikkat çekerek Türklerle mücadele ve savaş konusunda ashâbını ve sonraki nesilleri uyaran ve onlarla iyi geçinmeyi tavsiye eden hadisler: “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız” (Ebû Davud, “Melâhim”, 8; Nesâî, “Cihâd”, 42).

1. Türklerin fizyolojik özelliklerinden ve Müslümanlarla savaşacaklarından bahseden hadisler. “Siz küçük, çekik gözlü, kırmızı yüzlü, basık burunlu, çehreleri sanki örs üzerinde dövülmüş ve üzeri derilerle kaplanmış sağlam kalkanlar gibi bir kavim olan Türkler ile savaşmadıkça, kıyamet kopmaya-caktır. Siz kıldan örülmüş çorap giyen bir kavimle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır.” (Buhârî, “Menakıb”, 25; Ebu Dâvûd, “Melâhim”, 9).

2. Türkleri Benî Kantûrâ (Kantûrâ oğulları) olarak gösteren ve Müslümanlarla savaşacaklarını ifade eden hadisler: “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın.

Allah’ın ümmetime verdiği mülk ve saltanatı ellerinden ilk olarak alacak kavim Kantûrâ oğullarıdır.” (Ebu Davud, “Melâhim”, 10; Müs-ned, V, 40) Türklerin Irak ve el-Cezîre’yi ele geçirip iktidarı Abbâsîlerin elinden alacaklarını beyan eden hadisler de vardır. Ayrıca VII.

yüzyılda İran’da olduğu gibi Arabistan yarımadasında da Türk çadırı kullanıldığını bu bilgilerde yer almaktadır. Hz. Peygamber Hendek Savaşı sırasında bir Türk çadırında oturarak hendek kazma işlerine nezaret etmişti. Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste de Hz.

Peygamber’in Medine’de bir Türk çadırında itikâfa girdiği belirtilmektedir.

(21)

20

1.3. Hulefa- i Raşidin Dönemi Türk-Arap İlişkileri

Türklerin İslamla tanışmasının başlangıcı peygamber efendimizin ebedi dünyaya irtihalinden sonra yönetimi devralan halifeler döneminde olduğu söylenebilir, zira Ebû Bekîr (r.a) irtidad olaylarını ve isyanlarını bastırdıktan sonra, Hz. Peygamber’in tebliğini bıraktığı yerden devam ettirmiştir. Bu amaçla önce Sâsanî İmparatorluğunun hakimiyeti altında bulunan sevad topraklarına ordular sevk etmiş ardından Irak cephesi baş kumandanlığını kurup başkumandanlığına Halid b. Velid getirerek, İslâm tarihinin en hızlı ve en kalıcı fetih hareketini başlatılmıştır(633). Hz. Ömer devrinde (634-644) ise İslâm ordusu Sâsanîler’in başkenti Medâin’e, sonra da Hulvan’a girer. Bunun üzerine Kisrâ III. Yezdicerd Hulvan’ı terk etmek zorunda kaldı. 642 yılında kazanılan ve İslâm tarihinde “Fethu’l-fütûh” (fetihler fethi) denilen Nihavend zaferinden sonra İran kapıları Müslümanlara açıldı. Hz. Osman döneminde de Nişabur ve Serahs fethedildikten sonra Merv üzerine ilerleme kaydedilmiştir.

III. Yezdicerd son İran şahı, Ceyhun nehrinin kuzeyine geçerek Müslümanların takibinden kurtuldu. Topladığı kuvvetlerle Belh üzerine yürüdü ve şehri Müslümanlardan geri aldı.

Mervürrûz’a kadar ilerleyip Türk hakanından yardım istediyse de Ahnef b. Kays’a yenilerek geri çekildi. Hz. Ömer önce Ahnef b. Kays’ın kazandığı zaferlerden duyduğu memnuniyeti dile getirmiş, ancak daha sonra muhtemelen Türk ordularıyla karşı karşıya gelecek Müslüman askerlerin kayıplar vermesinden endişe ederek “Keşke Horasan’a ordu göndermeseydim, keşke Horasan ile aramızda ateşten bir deniz olsaydı” demiş ve Ceyhun nehrini geçerek fetihlere devam etmek isteyen Ahnef e “Sakın nehrin karşı tarafına geçmeyiniz, bulunduğunuz yerde kalınız”diye haber göndermiştir. Hz. Ömer’in şehid edilmesinden sonra Horasan ve Toharistan’da meydana gelen olaylar sonucu bazı şehirler Türkler tarafından geri alındı. Ancak Abdullah b. Âmir daha sonra bu bölgeyi tekrar fethetti.

Bu sırada Kuzey Azerbaycan ve Dağıstan’da Hazarlar, Cürcan’da Sûl Türkleri (Sûlîler), Sistan’da Eftalitler ve Halaçlar, Bâdegis’te Nizek Tarhan, Toharistan’da ise Karluklar’a bağlı bir Yabgu bulunuyordu. Sâsanîlerin yıkılması ve Göktürk nüfuzunun zayıflaması üzerine Mâverâünnehr ve Hârizm’deki mahalli hanedanlar bağımsızlıklarını ilân ettiler.

Hz. Ömer (r.a)ın şehid edilmesiyle halife seçilen Hz. Osman döneminde İran içlerine süratle ilerleyen İslâm ordusu daha sonra Gürcistan, Dağıstan, Azerbaycan ve Arran’a kadar uzanan toprakları ele geçirdi. Azerbaycan’ın çeşitli yerlerine askerî birlikler yerleştirildi. 651 yılında bütün İran İslâm hakimiyeti altına alınmış oldu. Böylece daha Hz. Ömer döneminde Türkler ile İslam orduları Maveraünnehir bölgesinde karşı karşıya geldiler.

Kafkasya bölgesi ise, İslâm ordusunun Türklerle mücadele ettiği ikinci cephe idi.

Azerbaycan ve İrminiyye’nin fethinden sonra Müslümanlar, Hazar Türkleriyle karşılaştılar (639). Hz. Ömer, Süraka b. Amr’ı Derbend’in (Bâbü’l-ebvâb) fethine memur etti (643).

Abdurrahman b. Rebîa’nın sevk ve idaresindeki İslâm ordusu Derbend hakimi Şehrbârâz ile antlaşma yaptı. O da Müslümanlara tabi olmayı kabul etti (642-43). Abdurrahman b. Rebîa daha sonra Hazar topraklarına akınlar düzenleyerek mücadeleye devam etti (645-46). Hazar başkenti Belencer yakınlarında meydana gelen bir savaşta İslâm ordusu yenildi ve Abdurrahman şehid düştü (652-53). Bu olaydan sonra İslâm dünyasındaki iç karışıklıklar yüzünden Hazar Türkleri ile Araplar arasında önemli bir savaş olmadığı anlaşılmaktadır.

(22)

21

1.4. Emeviler Dönemi Türk-Arap İlişkileri ( 661-750)

İslam orduları ile Türk ordularının en şiddetli çarpışmaları Emevîler devrinde görülmüştür.

Muaviye halife olunca iç karışıklıklara son verip yeni bir fetih harekâtı başlattı ve Basra valisi Abdullah ve Âmir’in kumandanlarından Abdurrahman b. Semüre’yi Sistan’ın (Sicistan) fethine memur etti (663-64). O da Kabil, Belh ve Büst gibi şehirleri ele geçirdi. Abdullah b.

Sevvâr da Sind bölgesinde fetihlere girişti, ancak Türkler karşısında mağlup olunca yerine Mühelleb b. Ebû Sufra getirildi. Mühelleb 664 yılında Türkler’i yenerek bölgede İslâm hakimiyetini sağladı.

Ziyâd b. Ebîh Basra valiliği sırasında Horasan ve Sistan’a daha plânlı bir askerî harekât başlattı. Kûfe ve Basra’dan yaklaşık 50.000 kişiyi Horasan’ın Merv, Herat, Nişabur gibi şehirlerine yerleştirdi. Merv 671 yılından itibaren Horasan eyaletinin askerî üssü haline geldi.

Artık Türkistan’a yapılacak seferler buradan idare edilecekti. Hakem b. Amr el-Gıfârî Ceyhun (Amuderya) nehrini geçerek Sağâniyân’a (Çağaniyan) kadar ilerlediği gibi Kisrâ III.

Yezdicerd’in oğlu Fîrûz’u yenerek Çin’e sığınmaya mecbur etti. Mühelleb de Türkler karşısında yeni başarılar kazandı. Horasan’ın yeni valisi Rebi b. Ziyâd el-Hârisî Belh şehrinde 671 yılında çıkan bir isyanı bastırdıktan sonra Kûhistan üzerine bir sefer düzenledi ve bölgede karşı karşıya geldiği Eftalit Türklerini yenerek Ceyhun nehrine kadar ilerledi.

Burada Türk hükümdarı Nizek Tarhan’ı mağlup etti. Âmul gibi bazı şehirleri fethedip Hârizm’e kadar ilerledi ve aldığı idarî tedbirlerle Horasan’daki İslâm hakimiyetini sağlamlaştırdı. Böylece Horasan ve Toharistan topraklarının büyük bir kısmı Müslümanların egemenliğini tanımış oluyordu.

Ziyâd b. Ebîh'in ölümünden sonra Horasan valiliğine tayin edilen oğlu Ubeydullah b. Ziyad Maverâünnehr’e yeni bir sefer başlattı. Ubeydullah 674 yılında Beykent’i fethettikten sonra Buhara üzerine yürüdü. O sırada Buhara'da Buhârhudât sülâlesine mensup olan Türk hükümdarı Bîdûn’un dul eşi nâibe Kabaç Hatun çevredeki Türklerden yardım istedi. Ancak Türk birlikleri Ubeydullah karşısında tutunamayınca Kabaç Hatun bir milyon dirhem vergi vermek suretiyle sulh talebinde bulundu. Ubeydullah onunla bir barış antlaşması yaptıktan sonra Râmisen, Beykent, Nesef gibi önemli Türk şehirlerini ele geçirdi. Said b. Osman 675- 76 yılında Horasan valiliğine tayin edilince Ceyhun nehrini geçip Semerkand üzerine sefer düzenledi. (677). Semerkandlılar üç gün boyunca ona karşı koydular. Ağır kayıplar veren şehir halkı 700.000 dirhem vergi ödemek ve ileri gelenlerin çocuklarını rehine bırakmak suretiyle anlaştı.

Selm b. Ziyâd Horasan valiliğine getirilinceye kadar seferler durdu. Selm 680-81 yılında Irak’tan topladığı çok sayıda askerle Semerkand ve Hârizm üzerine yürüdü. Abdullah b.

Zübeyr’in hilâfet mücadelesine giriştiği dönemde bazı Türk prensleri şehirleri geri almak için seferber oldular. Ancak Horasan valisi Abdullah b. Hâzım Türk taarruzlarını başarıyla geri püskürttü. Abdülmelik b. Mervan devrinde Musa b. Abdullah Tirmiz’i ele geçirdi. Musa, Türkler, Araplar, Eftalitler ve Tibetliler’den müteşekkil bir orduyu mağlup etti. Bunun üzerine bölge halkı ona itaat etmiştir.

Bu hadiselerden sonra Kuteybe 20.000 kişilik bir orduyla yeni bir sefere çıktı (713). Kuteybe Kaşgar’ı fethedip Çin topraklarına kadar İslâm hakimiyetini tesis etmeyi planlıyordu (714).

(23)

22 Şaş, Hocend ve Fergana’nın bir kısmı ele geçirildikten sonra ertesi yıl İslâm ordusu İscâb’a kadar ilerledi. Bu fetihler gerçekleştirilirken Irak umumi valisi Haccac öldü (714). Kuteybe her zaman yakın ilgi ve desteğini gördüğü Haccac’ın ölümüyle fetih harekâtını durdurup askerlerinin bir kısmını terhis etti. Ancak halife I. Velid Kuteybe’ye bir mektup gönderip kendisini Irak’tan ayrı olarak müstakil bir eyalet haline getirilen Horasan’a vali tayin ettiğini bildirdi ve seferlere devam etmesini istedi. Bunun üzerine Kuteybe Fergana-Kaşgar ticaret yolunu ele geçirmek amacıyla sefere çıktı (715). Fergana'ya varıp karargâhını kuran Kuteybe Halife Velid’in ölüm haberini alınca Halife Süleyman b. Abdülmelik’e isyan etti (715).

Kuteybe'nin öldürülmesi ile (715) Mâverâünnehr ve şarktaki İslâm fetihleri durmuştur.

Ardından Horasan valiliğine getirilen Müslim b. Saîd el-Kilâbî 723-24 yılında Fergana’yı ele geçirmek üzere hazırlıklara başladı ve bazı başarılar kazandı. Daha sonra Taşkent üzerine yürüdü fakat Türgiş hakanı Sulu’nun mukavemeti karşısında geri çekilmek zorunda kaldı.

Onları takip eden Türk askerleri Seyhun nehri kıyısında kendilerine yetişti ve “Yevmü’l-Atş”

adıyla tarihe geçen savaşta Müslüman Araplar ağır kayıplar verdiler ve Hocend’e geri çekildiler. Bu olaylar Mâverâünnehr’deki Müslüman hâkimiyetini oldukça sarstı. Türkler kaybettikleri toprakları geri almak için seferber oldular. Esed b. Abdullah el-Kasrî’nin valiliği döneminde de Müslüman Araplar Türkler karşısında başarı sağlayamadılar. Türkler Mâverâünnehr’de Türgiş Hanı, Kursul kumandasındaki bir orduyu Semerkand üzerine sevk etti. Horasan valisi Said b. Abdülaziz ile savaşan birlikler Müslümanları mağlup ettti ancak Semerkand’ı kuşatamadan geri döndüler. Horasan valiliğine getirilen Said b. Amr el-Haraşî zamanında Müslüman Araplara karşı Türgiş hakanını destekleyen ahali zulme maruz kaldılar ve yurtlarını terk ettiler.

Türk Arap münasebetlerinde Hazarlar ile yapılan mücadelelerin önemli bir yeri vardır.

Hazarlar Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra Derbend ve Kuzey Azerbaycan’da hakimiyet kurmuşlar, Muaviye devrinde İrminiyye’ye akınlar düzenlemişlerdi. Emevîlerle Hazarlar arasındaki mücadele de Emevî halifesi Velid devrinde başlamış ve Mesleme b.

Abdülmelik 710 yılında Hazarlar üzerine bir sefer düzenleyip Derbend’e kadar gelmiştir.

Bundan iki yıl sonra İrminiyye valiliğine tayin edilen Meslemen’in Hazarlara karşı 714’te iki sefer daha düzenlediği anlaşılmaktadır.

Mesleme b. Abdülmelik’in İstanbul muhasarasına katılmak niyetiyle bölgeden ayrılması üzerine Hazarlar 717-18 yılında İrminiyye ve Azerbaycan’a seferler düzenleyerek çok sayıda Müslümanı esir almış, birçok kişiyi öldürmüşlerdi. Bu olay üzerine Halife Ömer b.

Abdülaziz, Hatim b. Nu’man el-Bâhilî’yi Hazarlar üzerine gönderdi. Hatim Hazarlarla yaptığı mücadeleyi kazanıp 50 kadar Hazar esirini halifeye gönderdi. Ancak Hazarlarla mücadele daha yıllarca devam edecektir.

Emevî halifeleri arasında seçkin bir yeri olan Ömer b. Abdülaziz hilâfet makamına gelince (717) faaliyetlerini tasvip etmediği idarecileri görevden aldı. Horasan valisi Yezid b.

(24)

23 Mühelleb’i de azlederek yerine Cerrah b. Abdullah el-Hakemî’yi tayin etti. O devlet yönetiminde ve fetih harekâtında önceki halifelerden farklı bir siyaset takip etmekte kararlıydı. Nitekim Mâverâünnehr ve Türkistan’da ganimet elde etmek amacıyla yapılan fetihleri durdurdu; fethedilen topraklarda ise halkla iyi ilişkiler kurarak İslâmiyet’in gönülden benimsenmesini sağlamayı hedefledi. Bölge halkını küçük düşürücü, Müslümanlardan nefret ettiren haksız muamelelere ve vergilere son vermek istiyordu. Cerrah b. Abdullah’a gönderdiği mektupta İslâmiyet’i kabul edenlerden alınan cizye ve haracı kaldırmasını istedi. Takip edilen yeni siyaset kısa sürede meyvelerini verdi ve Mâverâünnehr halkı akın akın İslâm’a girmeye başladı. Ömer b. Abdülaziz Mâverâünnehr’deki bazı hükümdarlara İslâm’a davet mektupları yazdı. Onların bir kısmı Müslümanlığı kabul etti.

Halifenin bölge halkına yaptığı samimî, âdil ve insanî muamele Semerkand ve Soğd halkı arasında da sevinçle karşılandı. Semerkand halkı halifeye elçilik heyeti gönderip önceki haksız uygulamaları kaldırmasını istedi.

Ömer b. Abdülaziz, Cerrah b. Abdullah’tan sonra Horasan valililiğine getirdiği Abdurrahman b. Nuaym’dan gayrimüslim Türk akınlarıyla karşı karşıya kalan Mâverâünnehr’in bazı şehirlerinde yaşayan Müslümanları aileleriyle birlikte Ceyhun nehrinin beri tarafına iskân etmesini istedi. Ancak halk böyle bir teklife yanaşmayınca vazgeçildi. Abdurrahman’ın mülayim politikasından istifade etmek isteyen Semerkand hükümdarı Gurek ve Mâverâünnehr’in diğer hükümdarı Çin’e müşterek bir heyet gönderip imparatordan askerî yardım istedi (718). Ancak bu yardım gerçekleşmedi.

Ömer b. Abdülaziz’in vefatından sonra Horasan valisi olan Abdullah sertlik yanlısı bir politika izledi. Daha sonra Horasan valiliğine getirilen Cüneyd el-Mürrî Türkleri Beykend yakınlarında mağlup ederek Türk hakanının oğlunu veya yeğenini esir almıştı. Cüneyd 730 yılında bazı şehirlerde başlayan isyanları bastırmakla meşgul oldu. Semerkand’daki İslâm ordusu kumandanı Sevre b. Hürrün’ün yardımıyla Semerkand’a girdi. Çok geçmeden isyan bütün Tohoristan’ı sarınca (731) Cüneyd azledilip yerine Asım b. Abdullah getirildi. Ancak bu komutan değişikliği de bölgeye sükûnet getirmedi bilakis ayaklanmaları artırdı. Bu olaylar Mâverâünnehr’deki İslâm hakimiyetinin zayıflamasına sebep oldu. Bu sefer de Asım’ın yerine Esed b. Abdullah getirildi. Toharistan ve Huttel’deki karışıklıklara son vermek isteyen Esed Ceyhun kıyısında Türkler’in saldırılarına maruz kaldı ve ağır kayıplar verdi. Türgiş Hakanı Sulu Esed’i takip ettiyse de yapılan savaşta bozguna uğradı. Bu feci mağlubiyet onun itibarını kaybetmesine sebep oldu (736).

Esed’in ölümünden sonra Horasan valiliğine o bölgeyi iyi tanıyan Nasr b. Seyyar getirildi (738). Mâverâünnehr halkını zorla itaate almaya çalışmaktan ziyade Türkler ve diğer kavimlerle Araplar arasında çatışmaya sebep olan unsurları ortadan kaldırmaya çalıştı ve oldukça başarı sağladı. Türklerle iyi ilişkiler kurdu ve aldığı akıllıca tedbirler sayesinde Türkleri İslâm idaresine alıştırdı. Katan b. Kuteybe’yi Ceyhun’un doğusunda bulunan askerî birliklerin sevk ve idaresine memur ederek Buhara ve Kiş’te meydana gelmesi muhtemel olaylara karşı gerekli tedbirleri aldı. Kendisi de Semerkand’a gitti ve 740 yılında Şaş üzerine yürüdü. Şaş’ta Türgiş Hakanı Sulu’yu öldüren Bağa Tarkan (Kursul) ile savaşa girdi. Kursul

(25)

24 esir alınıp öldürüldü. Bunun üzerine Şaş hakimi de itaat arz etti. Böylece Mâverâünnehr üzerindeki Türk baskısı azaldı. Şaş’tan Fergana’ya hareket eden Nasr buranın hükümdarıyla da barış antlaşması imzaladı. Onun döneminde Taraz’a kadar uzanan topraklarda İslâm hakimiyeti kökleşti. Toharistan, Mâverâünnehr ve Hârizm bölgelerindeki önemli şehirlerde Arap kolonileri kuruldu.

Öte yandan 732’de el-Cezîre, İrmîniyye ve Azerbaycan valiliğine getirilen Mervân b.

Muhammed Suriye ve Irak’tan topladığı kuvvetlerle Hazarlara karşı yürüyüp bazı şehirleri ele geçirdi. 732, 735 ve 736 yıllarında Hazarlara karşı akınlar düzenledi. 737’de 150.000 kişilik bir orduyla Kür nehri kıyısındaki Kasak şehrinden Semender’e doğru yola çıkan Mervân ordusunu iki kola ayırıp Derbend ve Daryal Geçidi’nden Hazar ülkesine girdi. Hazar hakanı başkumandanı Tarhan’ı 40.000 kişilik bir orduyla Emevî kuvvetlerine karşı sevk etti.

Hazar ordusu mağlûp olarak geri çekildi. Hazar hakanı barış teklifinde bulundu, hakanın başşehir İdil’e (Etil) dönmesine izin verildi. Hazar Türklerine İslâmiyet’i öğretmek için Nuh b. Sâbit (Sâib) el-Esedî ile Abdurrahman el-Havlânî adlı iki âlim bölgeye gönderildi.

Emevîler’in Arap olmayan Müslümanlara (mevâlî) ikinci sınıf insan muamelesi yapmaları, 747 yılında Horasan’da Emevîlere karşı büyük bir isyan hareketinin başlamasına yol açtı.

Oradan diğer eyaletlere yayılan isyana önderlik eden Ebû Müslim-i Horasânî mevâlî idi.

İsyan Emevî hânedanının yıkılması ve Abbâsîlerin iktidara gelmesiyle sonuçlandı. İslâm tarihinde bir dönüm noktası sayılan bu olaydan sonra mevâlî ile Araplar arasındaki fark ortadan kalktı, hatta mevâlî Araplar karşısında üstünlük kazandı. Abbâsî ihtilâlinin başarıya ulaşmasında İranlılar kadar Horasan bölgesinde yaşayan Türklerin de önemli rolü oldu.

1.5. Abbasiler Dönemi Türk-Arap İlişkileri ( 750-1258)

Halife II. Mervân ile Seffâh’ın amcası Abdullah b. Ali arasında cereyan eden Büyük Zap Suyu Savaşı’nda (750) Türk asıllı Muhammed b. Sûlün Abbâsî ordusunun karargâhında önemli hizmetlerde bulunduğu bilinmektedir. 751 yılı Temmuz ayında Ebû Müslim’in kumandanı Ziyad b. Salih ile Çin’in Kuça valisinin sevk ve idare ettiği ordular arasında başlayan Talas Savaşı beş gün devam etmiş ve iki ateş arasında kalan Çin birlikleri ağır kayıplar vermiş başkumandan canını zor kurtarabilmiştir. Türklerin Müslüman Arapları desteklediği Talas Savaşından sonra Çin artık Batı Türkistan için bir tehdit unsuru olmaktan çıkmıştır. Savaştan önceki yıllarda Batı Türkistan’da sarsılmış olan Türk nüfuzu Talas Savaşından sonra yeniden tesis edilmiştir. Hz. Ömer devrindeki fetihler sırasında başlayan Türk-Arap mücadelesi uzun süre devam etmiş ve bu yüzden İslâmiyet Türkler arasında fazla rağbet görmemişti. Talas Savaşından sonra bu mücadele yerini barış ve dostluğa bırakmıştır.

Bu sayede İslâmiyet Türkler arasında daha hızlı yayılmaya başlamıştır. Talas Savaşı'nın kâğıt sanayiinin İslâm ülkelerinde ve ardından da Avrupa’da yaygınlaşmasında önemli rol oynadığı da unutulmamalıdır.

(26)

25 Abbâsîler’in ilk döneminde Hazarlar ile münasebetler oldukça sakindir. İrminiyye valisi Yezid b. Esîd ile evlenen Hazar prensesinin ölümü Hazarlarla Abbâsîler arasındaki ilişkilerin bozulmasına ve yeni bir mücadele döneminin başlamasına sebep olmuştur. Hazar hakanı bu olay üzerine Müslümanlara karşı Astarhan el-Hârizmî’nin kumandasında ordular sevketmiş ve onlara ağır kayıplar verdirmiştir (762-764). Halife Ebû Cafer el-Mansûr (754-775) döneminde Astarhan kumandasındaki Hazar ordusu Kafkas dağlarını aşıp İslâm hakimiyetindeki topraklara girdi. Suriye, el-Cezîre ve Musul’dan takviye birlikler gönderilmesine rağmen Yezid b. Esîd kumandasındaki İslâm ordusu yenildi. Bu bozgun haberi üzerine halife hapishaneleri tahliye etti; binlerce gönüllüden oluşan büyük bir orduyu Hazarlara karşı sevk etti. Ayrıca sınırlarda kaleler inşa ettirerek gerekli savunma tedbirleri aldı. Hazarlar daha fazla ilerleyemediler ve aldıkları ganimetlerle ülkelerine döndüler. Halife el-Mansur devrinden Harunurreşid devrine kadar yarım asra yakın bir süre Hazarlarla Müslüman Araplar arasında kayda değer bir savaşın cereyan etmediği anlaşılmaktadır.

Türkleri hizmetine alan ilk Abbâsî halifesi el-Mansur’dur. Mansur komutanlarına mevâliye iyi muamele etmesini, onların gönüllerini kazanmasını ve özellikle Abbâsîler’in iktidara gelmesinde büyük katkıları olan Horasan halkına itina göstermelerini emretmiştir. Fethedilen birçok şehirdeki Türklerin İslâmiyet’i kabul ederek el-Mansur devrinde Bağdat’a yerleştirilen askeri birliklerin varlığı aşikardır. Mübarek et-Türkî’nin Halife Mehdî Billâh ve Hâdî İlel-hak devrinde de görev aldığı ve Kazvin yakınlarında Medinetü Mübarek adıyla yeni bir yerleşim merkezi kurduğu bilinmektedir. el-Mansur devrinde 756-57 yılında Malatya’ya yerleştirilen Horasanlı askerler arasında muhtemelen Türkler de vardı. 758-60 yıllarında da Adana’ya Horasanlı birlikler yerleştirildi. 778-79 yılında Hasan b. Kahtabe’nin Bizans’a karşı düzenlediği bir seferde çeşitli bölgelerden gelen gönüllüler yanında Horasan askerleri de vardı. Halife Mehdî Billâh Türkistan hanlarına elçiler gönderip İslâm’a davet etmiş, onlardan bir kısmı bu teklifi kabul etmişlerdir. Nitekim Râfî b. Leys’e yardım eden Karluk Yabgusu Halife Mehdî vasıtasıyla Müslüman olmuştur. Bu arada Oğuzların bir kısmı, IX. yüzyılda ise Şaş halkı Müslümanlığı kabul etmiştir.

Hindistan’dan Harun Reşid’e gönderilen elçilik heyeti halifenin huzuruna çıktığında sarayın Türk muhafız askerlerince korunduğu bilinmektedir. Halifenin kumandanlarından Herseme b. A’yen de Ebû Süleym Ferec et-Türkî’yi Tarsus’un tahkimiyle görevlendirmişti (787).

Buraya yerleştirilen askerî birlikler arasında üç bin kişilik Horasan kuvvetleri de vardı. 796- 97 yılında Aynu Zarba’nın (Anazarva) tahkim ve imar edilmesinden sonra buraya da Horasanlı askerler yerleştirildi. Ferec et-Türkî’nin Suğûr bölgesindeki şehirlerin tahkim ve imarıyla görevlendirilmesi ve büyük ölçüde Horasan’dan getirilen birliklerin buralara yerleştirilmesi dikkat çekicidir. Horasanlı bu askerler arasında Farslar yanında Türklerin de olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu tarihlerde Horasan, Mâverâünnehr, Azerbaycan ve Kafkasya Türklerin yoğun olarak bulunduğu yerlerdir. Ayrıca Ön Asya’daki büyük şehirlerde de Müslüman Türkler vardı. Ön Asya’ya gelen bu Türklerin bir kısmı ülkelerine dönmüşlerdir. Ancak bir kısmı da Halife Mu’tasım’ın kendilerine değer verip himaye etmesi sebebiyle onun hizmetinde kalmayı tercih ettiler.

(27)

26 Abbâsî halifesi Me’mûn Merv’de bulunduğu sırada meydana gelen olaylar ve siyâsî karışıklıklardan sonra Araplar ve Farslara karşı fikirlerini değiştirmişti. Horasan’da iken yakından tanıma imkânı bulduğu Türkleri askeri kabiliyetleri ve sağlam karakterleri sebebiyle Arap ve Fars askerlere karşı bir güven ve denge unsuru olarak hizmetine almaya karar verdi. Me’mûn devrinde kardeşi Mu’tasım hilafet ordusunda Türkleri istihdam etmeye çok önem verdi. Mu’tasım Türkistan’a adamlarını gönderip Türk gulamlar getirdi. Böylece Me’mûn’un hizmetinde yaklaşık üç bin Türk askeri görev aldı. Horasan valisi Abdullah b.

Tâhir hilâfet merkezine bölgenin harac vergisini gönderirken iki bin esir Oğuz'u da yollamıştı. Oğuzlar arasında Tolunoğulları Hanedanının kurucusu Ahmed’in babası Tolun da vardı. Me’mûn’un Bağdad’a dönmesinden sonra hilâfet ordusunda bulunan Türklerin sa- yısında büyük bir artış gözlendi. Me’mûn meydana gelen bazı isyanların bastırılmasında özellikle Türk kumandanlardan yararlanmıştır. Bunlar arasında Eşnâs et-Türkî ve Said b.

Sâcûr zikredilebilir. Mu’tasım Me’mûn’un emri üzerine dört bin Türk askeriyle yola çıkıp Mısır’da çıkan bir isyanı bastırmıştır. Me’mûn’un Türkler’e ordusunda yer vermeye başlamasıyla hilâfet ordusundaki Türklerin hem sayı hem de nüfuzu artmıştır. Abbâsî tarihinde ilk defa Me’mûn zamanında Türkler’in halifenin yanında seferlere katıldığı ve isyanların bastırılmasında görev aldığı görülmektedir.

Me’mûn’un 833 yılında ölünce yerine kardeşi Mu’tasım Billâh geçti. Onun halife olmasında Türklerin önemli rol oynadığı görülmektedir. Me’mûn Türklerden askeri birlikler teşkili için Mu’tasım’ı görevlendirmişti. Bu sebeple hilâfet ordusundaki Türk askerler Mu’tasım’ın emrinde veya onun vali olduğu bölgelerde faaliyette bulunmuşlar; Afşin, Eşnâs, Boğa el- Kebîr ve Inak et-Türkî gibi kumandanlar da ordu içinde söz sahibi olmuşlardı. Bunlar Mu’tasım’ın veliahdlığı ve hilâfet makamına geçişinde önemli rol oynadılar.

Mu’tasım’ın halifeliği döneminde Araplar ve Farslar yönetimdeki nüfuzlarını büyük ölçüde kaybetmişler orduda hakim unsur olan Türkler devletin geleceğine tesir edecek seviyeye gelmişlerdir. Kaynaklar Mu’tasım devrinde Türk ordusunun sayısı hakkında 18.000 ile 70.000 arasında farklı rakamlar vermektedir. Bununla beraber hilâfet ordusunda görev alan Türklerin sayısının 20.000-25.000 civarında olduğu, aileleriyle 70.000’e yaklaştığı tahmin edilebilir. Türklerin ordudaki sayı ve nüfuzunun artması ve onların Bağdat’taki faaliyetleri halkı rahatsız etmeye başlayınca Mu’tasım hilafet merkezini nakledecek bir yer aradı ve Samarra’da karar kıldı (835). İnşaatın yürütülmesini Türk askerlere tevdi etti ve şehir kısa zamanda tamamlandı. Burada Türkler için geldikleri bölgeler esas alınarak ayrı ayrı mahalleler kuruldu. Böylece tarihe Samarra devri (836-892) olarak geçen ve Türk hakimiyetinin zirvede olduğu bir dönem başladı. Türkler sadece askerî değil siyasî ve idarî sahada da önemli görevler üstlendiler. Bu durum Arap unsurun da tahrikleriyle halifeleri rahatsız etmeye ve onlara karşı tedbir almaya sevk etti. Samarra devri boyunca sürüp giden bu mücadelelerin sonunda halifeler askerî ve siyasi kudretlerini Türk birlikleri de sayıca üstünlüklerini, buna bağlı olarak kuvvet ve nüfuzlarını kaybettiler.

Halife Vâsık’ın veliahd tayin etmeden ölümü üzerine kardeşi Mütevekkil Abbâsî devlet adamlarına rağmen Türklerin desteğiyle hilâfet makamına geçti. Ancak o kendisini iktidara

(28)

27 taşıyan Türklerden kuşku duyuyordu. Bu sebeple devletin en güçlü adamlarından Inak et- Türkî bir hileyle katledildi (849). Türkler muhafız birliklerinden uzaklaştırılmaya, sayıları azaltılmaya ve hatta onların yerine orduya başka unsurlar alınmaya başlandı. Mütevekkilin bu faaliyetlerinden rahatsız olan Türkler onu öldürmeye kalktılar, ancak yine bir Türk olan Boğa el-Kebîr’in müdahalesiyle başarısız oldular. Ancak daha sonra Boğa es-Sağîr, Musa b.

Boğa el-Kebîr, Harun b. Suvartegin, Bagir et-Türkî gibi Türk kumandanlar Halifeyi katlettiler (861). Bu olay Türklerin Abbâsî halifeliğinde iktidarı tamamen ele geçirdiklerini ve kendilerine mani olacak bir gücün bulunmadığını gösterir.

Mütevekkilden sonra hilâfet makamına yine Türklerin desteğiyle Muntasır Billah geçti.

Türkler hakkında olumsuz düşünen Muntasır’ın ertesi yıl muhtemelen Türkler tarafından zehirlenerek öldürülmesi üzerine yine ordudaki nüfuzlu Türk kumandanların baskısıyla Musta’in halife seçildi (862). Musta’in Vasîf et-Türkî ve Boğa’nın tesiri altında idi ve onlara en ufak bir müdahalede bulunamıyordu. Sonunda Mustaîn hilâfetten çekildi ve Mu’tez Billah halife ilan edildi (866). Ancak o da Türkler’e güven duymuyor ve onlardan çekiniyordu.

Vasîf et-Türkî ile Boğa’nın katledilmesine rağmen Halife Mu’tez hâlâ Türklerin baskısı altında bulunuyordu. Türk askerleri maaşların verilmemesini bahane ederek isyan ettiler ve halifeyi saraydan zorla çıkarıp hilafetten çekilmek zorunda bıraktılar. Mu’tez devri Türklerin siyasî sahada varlıklarını açıkça hissettirdikleri, buna karşılık kendilerine muhalif güçlerin de toparlandıkları bir devirdir.

Mu’tez’in yerine halife olan Mühtedî Billah büyük ölçüde Salih b. Vasîf et-Türkî’nin tesirinde kaldı. Halifeliğe eski itibarını kazandırmak isteyen Mühtedî devlet yönetimin nüfuzunu kırmak istediyse de başarılı olamadı, hem makamını hem de hayatını kaybetti.

Yerine geçen Mutemid Alellah devrinde de Türk nüfuzu devam etti. Ancak askeri sahada kontrol Türklerin elinde olsa da siyasî ve idarî alanda etkin değillerdi. 892 yılında hilâfet merkezinin Samarra'dan taşınması Türk nüfuzunun zayıflamasına sebep olmuştur. Fakat bir müddet sonra halife Râzî Billâh, İbn Râik’i geniş yetkilerle emîrü-l ümerâ tayin edince Türk nüfuzu yeniden kuvvetlendi. Bu durum Abbâsî halifeliği yıkılıncaya kadar devam etmiştir.

(29)

28

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Türklerle Arapların arasındaki ilişkilerin tarihsel temelleri neler olduğu Türklerin Müslüman Araplarla mücadelesi

Türklerin, Emevilerin son devresinde Türklerin İslamlaşması Türkleri İslâmiyet’i seçmelerinde etken unsurlar

Talas harbinin İslamlaşma üerine etkileri

Abbasiler döneminde geliştirilen münasebetlerin sonuçları Türklerin Abbasileri bağlı devletler kurmaları.

(30)

29

Uygulama Soruları

1) 892 yılında hilâfet merkezinin ...'dan taşınması Türk nüfuzunun zayıflamasına sebep olmuştur. (Samarra)

2) Mütevekkilden sonra hilâfet makamına yine Türklerin desteğiyle ...

geçti. (Muntasır Billah)

3) Türkleri hizmetine alan ilk Abbasi halifesi ... dir. (el-Mansur) 4) II. Mervan ile Seffah’ın amcası Abdullah b. Ali arasında geçen savaş

aşağıdakilerden hangisidir?

a) Büyük Zap Suyu Savaşı (Doğru Cevap) b) Talas Savaşı

c) Harre Vakası d) Fergana Savaşı e) Semerkand Seferi

5) Türkler ile Araplar arasındaki mücadele ... dönemine kadar uzanmaktadır.

(Cahiliye)

(31)

30

2. TÜRKLER ve İSLAMİYET

(32)

31

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

- İslamiyetin Türkler Arasında Yayılışı - İslamı Kabul Eden İlk Türk Devletleri

- Türkleri İslam Dinine Kabule Sevk Eden Sebepler

(33)

32 Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1. Türkleri İslamiyeti kabul etmeye teşvik eden sebepler nelerdir?

2. İslamiyet’i kabul eden ilk Türk devletleri hangileridir?

3. Türklerin sosyal yaşamı ile İslam’ın emrettiği yaşam arasında nasıl bir uyum vardır?

4. Emevi ve Abbasi politikaları Türklerin İslamlaşma sürecini nasıl etkilemiştir?

(34)

33

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl

elde edileceği veya geliştirileceği

İslamiyetin Türkler arasında yayılıma sürecini açıklar.

İslamiyet’i kabul eden ilk Türk devletlerini bilir.

Türkler’in İslam’ı seçmesini teşvik edici faktörleri ifade eder

Emevi-Abbasi iktidarı ve Türklerin İslamlaşması arasındaki ilişkiyi açıklar.

(35)

34

Anahtar Kavramlar

İslamiyet, Türkler, Gök Tanrı İnancı, Karahanlılar, Oğuzlar.

(36)

35

Giriş

Abbasilerle birlikte Türklerle Araplar arasında yıllarca devam eden siyasî ve askerî müca- deleler nihayet yerini büyük ölçüde barış ve sükûna bırakmıştı. Bu da İslâmiyet’in Türkler arasında savaşın hâkim olduğu dönemlerle mukayese edilemeyecek ölçüde hızlı yayılmasını sağlamıştır. İslâm ordularının uçsuz bucaksız Asya topraklarında savaşlardaki yetenekleriyle tanınmış Türk beylerine karşı başarı kazanmaları, muhtemelen bu dönemde parçalanmış Türk imparatorluğunun gücünün sınırlı olmasından kaynaklanmıştır.

2.1. İslamiyetin Türkler Arasında Yayılışı

Abbasilerle birlikte Türklerle Araplar arasında yıllarca devam eden siyasî ve askerî müca- deleler nihayet yerini büyük ölçüde barış ve sükûna bırakmıştı. Bu da İslâmiyet’in Türkler arasında savaşın hâkim olduğu dönemlerle mukayese edilemeyecek ölçüde hızlı yayılmasını sağlamıştır. İslâm ordularının uçsuz bucaksız Asya topraklarında savaşlardaki yetenekleriyle tanınmış Türk beylerine karşı başarı kazanmaları, muhtemelen bu dönemde parçalanmış Türk imparatorluğunun gücünün sınırlı olmasından kaynaklanmıştır.

Emevîlerin başlangıçtan beri takip ettiği politika Türkleri ve diğer kavimleri İslâmiyet’e ısındırmak şöyle dursun nefret ettiriyordu. Zira gayri Arap Müslüman ahaliden Müslüman oldukları halde cizye alınmaya devam edilmiştir, yine mevaliden olan askerlerine Arap süvarilerinden daha az maaş ödemişlerdir. Yapılan açık adaletsizlikler ve asabiyet politikası her ne kadar siyasi otoriteyi güçlü kılsa da İslâmiyet’in gönüllere girmesini engellemiştir. Bu çerçevede Emevîlerin daha çok cizye almak amacıyla Horasan ve Toharistan halkının Müslüman olmalarını önlediklerine dair rivayetler vardır.

Aynı şekilde Horasan ve Türkistan’da hüküm süren Türk ve Fars beylerin de kendi tebaala- rını kaybetmemek için Emevîler ile işbirliği yaptıkları iddia ediliyordu. Eğer zayıf ve yoksul kimseler İslâmiyeti seçerlerse hem Emevî idarecilerden hem de mahallî beylerden tepki görüyorlardı. Bu zulüm ve baskılara dayanamayan ve Hz. Peygamber’i örnek alan sadık Müslümanların önderlik ettiği Merv halkı sonunda isyan etmiştir. Haris b. Süreyc çeşitli kavimlere mensup mazlum insanları etrafına topladı ve mağlup olunca da Türkler’e sığınıp Türk hakanı Sûlu Çor’un maiyetinde Emevîlerle savaşmıştır (735).

Emevî halifeleri arasında farklı ve seçkin bir mevkii olan Ömer b. Abdülaziz Emevîler’in umumî politikasına, yani Arap milliyetçiliğine dayanan siyasetine karşı çıkmış ve bütün tebeaya eşit muamele eden bir siyaset takip etmiştir. Bu siyaset bütün İslâm ülkelerinde müspet sonuçlar doğurmuştur. Çünkü o, valilere gönderdiği mektuplarda bütün insanlara iyi

(37)

36 davranılmasını, Müslüman olanlardan asla vergi alınmamasını istiyordu. Bu sayede özellikle Mâverâünnehr bölgesindeki Türkler arasında İslâmiyet daha büyük bir hızla yayılmaya başladı. O vefat edince (720) yeniden Emevî Devleti’nin eski politikasına dönüldü. Türgiş Kağanlığı da Mâverâünnehr’i almak için Müslümanlarla mücadeleye girdi. Bu gelişmeler Mâverâünnehr’deki İslâm hakimiyetini ve İslâm’ın yayılmasını tehlikeye soktu.

Hişam b. Abdülmelik (724-43) döneminde Horasan valisi Eşres b. Abdullah Türkler arasında İslâmiyetin yayılması için çalıştı. Salih b. Tarîf ve Rebî b. İmran’ı Semerkand ve civarında halkı İslâm’a davet etmekle görevlendirdi ve bu sayede büyük başarılar kazandı. Belh şehrinde bir cami inşa edildi. Halife Hişam Türk hakanına bir elçilik heyeti göndererek kendisini İslâm’a davet etti. Keza Horasan valisi Cüneyd b. Abdurrahman Türk hakanı ile karşılaşmış ve hakana İslâm dini hakkında bilgi vermiştir. Bu hakan muhtemelen Türgiş hükümdarı Sûlu’dur.

Emevîler’in son Horasan valisi Nasr b. Seyyar da Mâverâünnehr halkına eşit muamele ederek onların gönüllerini kazanmaya çalışmış ve bu sayede bölgede İslamiyet’in yayılmasına katkıda bulunmuştur. Öyle anlaşılıyor ki Mâverâünnehr halkı idareci ve kumandanların kendilerine insanca muamele ettiği dönemlerde İslâmiyete daha sıcak bakmış ve aynı oranda Müslümanlığı benimsemişlerdir. Emevî hanedanının iyi muamele yerine mücadeleyi tercih ettiği Mâverâünnehr ve Kafkasya’da İslâmiyet daha yavaş yayılmıştır.

Bununla beraber Buhara ve Semerkand gibi Mâverâünnehr’in iki büyük şehrinde, buraya yerleştirilen Müslüman halkın Türklerle iyi ilişkiler kurması ve onların da İslâmiyeti yakından tanıma imkânı bulması sebebiyle Müslüman olanların sayısı daha fazla idi.

Haricîlerin ve Emevîlerin ayrımcı zihniyetine karşı bütün Müslümanların eşitliğini savunan Mürcie bir bakıma gayri Arap Müslüman unsurların temsil ettiği bir zihniyet, siyasî ve itikadî bir fırka olarak ortaya çıkmıştır. İslâmiyet’in Horasan ve Mâverâünnehr’de Türkler arasında yayılmasında, hoşgörü, adalet ve fikir hürriyetini savunan, birlik ve beraberliği esas alan, ılımlı ve uzlaştırıcı vasfıyla tanınan Mürcie’nin büyük katkısı olmuştur. Emevîler, Hâricîler ve Şiîler gibi iktidarı ele geçirme hırsı olmayan Mürcie mensupları daha çok Horasan ve Mâverâünnehr’de yürütülen fetih harekâtına katılmışlardır. Bu mezhep Müslümanların eşitliğini, cizye ve haracın kaldırılmasını öngördüğü için Horasan ve Mâverâünnehr’de Türkler ve değişik kavimlere mensup yeni Müslümanlar arasında çok sayıda taraftar kazanmıştır. Mürcie itikadî ve fıkhî konularda ileri sürdüğü görüşlerde kolaylığı esas aldığı için yeni fethedilen topraklarda ortaya çıkan sosyal, ekonomik ve siyasal problemleri çözmeye çalışmış, bu yönüyle de özellikle Türkler arasında İslâmiyet’in yayılmasını kolaylaştırmıştır. Türklerin Müslüman olup Mâtürîdiyye mezhebini benimsemesi de Mürcie’nin uzlaşmacı tavrı sayesinde mümkün olmuştur. Türklerin büyük bir kısmı fıkıhta Hanefî mezhebini, itikadda ise Mâtürîdîliği benimsemişlerdir.

(38)

37 Abbâsîlerin iktidara gelmesiyle mevaliye karşı izlenen politikanın değişmesi ve bu hanedanın kendilerini iktidara getiren gayri Arap halka iyi davranmaya başlaması, Horasan ve Mâverâünnehr’de İslâmiyet’in yayılmasına hız kazandırmıştır. Ebû Cafer el-Mansur İslamiyet’i kabul edenlerden asla cizye alınmamasını istemiştir. 751 yılında meydana gelen Talas Savaşı da Türklere Müslümanların yakınlaşmasına ve İslamiyet’i benimsemelerine müsait bir ortam hazırlamıştır. Bu savaştan sonra İslamiyet’in Türkler arasında daha geniş çapta yayıldığı gözlenmiştir. Halife Mehdî de bu yeni ortamdan istifadeyle İslamiyet’in yayılması için çalışmış ve Soğd, Toharistan, Fergana, Uşrûsene, Karluk, Dokuz Oğuz (Uygurlar) ve diğer bazı Türk hükümdarlarına elçiler göndererek onları İslamiyet’e davet etmiştir.

Halife Me’mûn bir yandan Soğd, Fergana ve Uşrûsene’de meydana gelen karışıklıkları bastırmak için askerî seferler düzenlerken bir yandan da halkın İslamiyet’i kabul etmesi için çalışıyordu. Me’mûn Mâverâünnehr’de tam anlamıyla hakimiyet tesis ettikten sonra özellikle hükümdar ailesi arasında İslâmiyetin yayılmasına özen gösterdi. Müslümanlığı kabul edenler ödüllendirildi. Afşin, Eşnâs et-Türkî, Boğa el-Kebir ve İnak et-Türkî gibi o devrin ünlü kumandanları geldikleri yörenin asil ve idareci sınıfına ya da hükümdar ailesine mensup kişilerdi. Halife Mu’tasım da Türklere karşı yakın ilgi gösterdi ve Fergana, Uşrûsene, Şâş ve Soğd gibi Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerden asker temin etti. Sirderya (Seyhun)’nın do- ğusunda, Karadeniz ve Hazar Denizi’nin kuzeyinde ikamet eden Türk boyları Müs- lümanların hâkimiyetine girmedikleri için bu bölgelerde İslâmiyet zaman zaman düzenlenen seferler ve ticarî faaliyetler neticesinde yayılma imkânı bulabilmiştir.

Abbasilerin en güçlü kuzey bölgesi emirliklerinden olan Sâmânîler de Türkler arasında İslâmiyet’in yayılması için çalışmıştır. İslâm dininin Türkler arasında büyük kitleler halinde yayılması, Sâmânîler döneminde gerçekleşti. Sâmânî hükümdarı İsmail b. Ahmed 893 yılında Karlukların başkenti Talas’a bir sefer düzenlemiş ve şehir fethedildikten sonra büyük kilise camiye çevrilmiştir. Sâmânî başkenti Buhara’da, Özkent’te, Taşkent’te, Sayram’da, Otrar (Fârâb-Karacuk)’da İslâm kültürünün ilk âbideleri cami-mescidler, türbeler ve zamanla bir ilim müessesesi haline gelecek olan ribatlar inşâ edilmiştir. Bu dönemde Buhara İslâm ilâhiyatının en önemli merkezlerinden biri haline geldi. Müslüman Türklerin yaşadığı şehirlerle gayrimüslim Türkler’in yaşadığı şehirlerarasında kültürel ve ticari münasebetler zaman zaman vukû bulan çatışmalara rağmen devam ediyordu. Bu münasebetler sayesinde İslâmiyet Türkler arasında yayılma imkânı buluyordu. Samanîler’in Türk topraklarına düzenlediği seferlere karşı Türkler de cevap veriyordu. Meselâ 904’te Mâverâünnehr’i kısa bir süre ele geçirdikleri gibi 942’de de Balasagun’u geri aldılar. Türkler İslâmiyeti kabul ettikten sonra diğer Müslüman kavimlerle birlikte gayrimüslim Türklere karşı cihada katılmışlardır. Türk sınırlarında dârü’l-cihâd ilan edilmiş, buralarda gazilerin barınması için çok sayıda ribat yaptırılmış ve bunlar için vakıflar tahsis edilmiştir.

Samanîlerin Mâverâünnehr’den gelen göçmenlere yakın ilgi göstermeleri ve onları

(39)

38 bozkırlardaki yeni kurulan şehirlere yerleştirmeleri de Türkler arasında İslâmiyetin yayılmasına katkı sağlamıştı. Oğuzların elinde bulunan Yenikent, Cend ve Huvâr gibi şehirler ile Sâmânî hâkimiyetindeki Talas şehri arasında gelişen ticarî münasebetler de Türklerin İslâmiyet hakkında bilgi edinmelerine ve Müslümanları daha yakından tanımalarına zemin hazırlamıştır. İslâm ülkeleriyle Türk ülkeleri arasında ticaretin en yaygın olduğu ve yoğunluk kazandığı bölge Mâverâünnehr idi. Bunun yanında Hârizm de ticarî hayatın canlı olduğu bölgelerden biri idi. Ticaret kanalıyla gelen din bilginleri ve sûfîler halk arasında İslâmiyet’in yayılmasına çalışıyorlardı. Hârizmliler Hazar ordusundan ücretli askerlerin esasını teşkil etmekle beraber onlar Müslümanlarla yapılan savaşlarda görev almıyorlardı.

Müslümanlarla Türkler arasında iki asırdır devam eden askerî mücadeleler, siyasî ilişkiler ve ticarî faaliyetler sonunda, Türkler İslâmiyet’e yakın ilgi duymaya başlamışlardı. Horasan ve Mâverâünnehr’de İslâmiyet’in yayılmasında dinî-kültürel ilişkilerin ve sûfîlerin de önemli rolü oldu. Ünlü mutasavvıf Şakîk-i Belhî (ö. 790) Türklerle görüşmüş ve onların İslamiyet’i seçmelerinde etkili olmuştur. O zengin bir tüccar olduğu halde fakirler gibi yaşıyor, servetini yoksul insanlara dağıtıyordu. Halkı İslâm’a davet maksadıyla Belh şehrinden kalkıp Türkistan’a giden Şakîk orada İslâmiyet’i yaymaya çalıştı. Yine Belh şehrinden sûfî İbrahim b. Edhem (ö. 783) de aynı şekilde Türkler arasında İslâm’ı yaymak için çaba gösterdi.

Huttel’de hüküm süren eski Türk hükümdarlarından Bânîcûr ailesi de VIII. yüzyılda İslamiyet’i kabul etmişti. Bânicûr hatunlarından biri Belh’te bir cami-mescid yaptırmak için mücevherlerini satmıştır. Nuhgunbaz Mescidini bu hatun yaptırmış olmalıdır. Sınır boylarında, Merv ve Belh gibi kültür merkezlerinde yaptırılan ribatlarda kalan din adamları ve gaziler de (murâbıtlar) bölgede İslâmiyetin yayılmasında etkili oldular. İlk ribat 727’de Merv kadısı tarafından kurulmuştur. Böylece Talas ve İsfecâb gibi bazı şehirlerde nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmuştur.

IX. yüzyılın sonlarında Yakub b. Leys adlı İranlı bir Müslüman Kabil ve Gazne’deki Türk beylerini mağlup ederek bölgede İslâm hakimiyetini tesis etti. X. yüzyıl başlarında ise burada hüküm süren Türkşâhîler devletinin yıkılmasından sonra Amuderya ve Sind arasında yaşayan Türk boyları İslamiyet’i kabul etmeye başladı. Bu süreç X. yüzyılın başlarından itibaren hızlandı. Ordu şehrinin Türk hükümdarı; bunu takiben Balasagun ile Talas’ın doğusunda bulunan Mirki kasabasında yaşayan Oğuzlar kalabalık guruplar halinde Müslüman oldular. Gazne ve Gur bölgesinde yaşayan Halaç Türkleri de İslâmiyeti kabul edip zamanla Gaznelilere tâbî oldular. Sind ve Hindistan’a giren Türkler ise buralarda devletler kurup İslâmiyeti yaymış ve XI. yüzyıldan itibaren bölgede Türk (Turuşka) adı Müslüman kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır.

Mâverâünnehr’de IX. ve X. yüzyılda İslâmiyeti kabul eden Türk aile ve beylerinden bazıları şunlardır: Uşrûseneli Afşin (Haydar b. Kâvûs), Sâcoğulları hanedanının kurucusu Ebu’s-Sâc,

Referanslar

Benzer Belgeler

Malûm ola ki yed-i müeyyed-i mülûkâneme vedia-i cenab- ı bârî olan kâffe-i sunûf-ı tebea-i şâhânemin her cihetle temami-i husûl-i saâdeti hâli akdem-i efkâr-ı hayriyet

Devletin yaptığı her türlü (cari, yatırım ve transfer) harcamayı kapsar. Kamu harcamalarının miktarındaki bir değişim maliye politikasının amaçlarını muhakkak

ESTUZEM’in temel politikası; uzaktan eğitim sistemi ya da bilgi iletişim teknolojileri destekli yürütülecek program ve dersler için planlama, yürütme, danışmanlık

1558 yılında Minorka üzerine gerçekleştirilen sefer ise Balear Adaları’na yapılan Osmanlı saldırıları arasında tesiri en büyük olan hadise olarak kayıtlara

Türk lehçe ve şivelerinde yukarıda gördüğümüz standart seslerin kalın veya ince, sert veya daha yumuşak söylenişlerine rastlanır.. Mesela Kazak Türkçesindeki

• Triyaj görevlisi, yaralıların triyajı tamamlanınca sadece hava yolunun açık tutulması, kanama kontrolü ve şok pozisyonu verme gibi ilk yardım uygulamalarını

“Lübnan dağ silsilesinin kuzey kısmına Cebel-i Ekrad (Kürt dağı)- Cebel-i Nusayri deniyor”. “Cebel-i Ekrad namındaki dağlar da Beyrut’la olan sınırı teşkil eder”.

II.­ Konya­ve­Karaman’ın­Osmanlı­topraklarına­katılması, III.­ Karesi­Beyliği’nin­Osmanlı­topraklarına­dahil­olması gelişmelerinden hangileri Anadolu Türk