ANAGEMİ-UFO
GENEL YAPILARI
■
ANAGEMİ-UFO GENEL YAPILARI
I • ''*■& ■-
4 * •
i
A
Kitap No : 55 — AN AGEM İ - U F O
H o o v a P la n e ti A n a -G e m is i'n d e n v e rile n m e s a jla rd a n :
« [B iz im iç in ], S p e k tra a d ın ı k u lla n a b ilirs in iz . A n c a k , g e rç e k te S p e k tra , a y n e n s izin g e z e g e n in iz i k u lla n d ığ ın ız ş e k ild e , b iz im k u lla n d ığ ım ız b ir u z a y a r a c ın ın a d ıd ır. B u a r a ç , y e ry ü z ü n d e k i k e n tle rin iz d e n biri k a d a r b ü y ü k tü r. A n c a k , bizi s a d e c e s iz g ö re b ilirs in iz . ( . . . )
« A n d r ija P u h a ric h , kitle inişi ile ne d e m e k is te d iğ im iz i s a n a a ç ık la y a y ım . S iz in d ü n y a d a y a k ıt ikm â li d e d iğ in iz e b e n z e r ş e k ild e bizim de bu k itle inişin e v e , a y n ı s izin b ü y ü k b ir u ç a ğ ın ız ın e le k trik le y ü k le n m e s i g ib i ş a rj o lm a y a İh tiy a c ım ız v a rd ır. B iz b u n u , d ü n y a n ız ın ç e v re s in d e k i b a ro m e trik v e k o z m ik ta b a k a la r s a y e s in d e y a p ıy o ru z . B iz le r, ş a rj o ld u k ta n s o n ra te k ra r y o k o la c a ğ ız : B u işle m iki h a fta d a n ü ç h a fta y a k a d a r s ü re c e k tir ya d a s ü re b ilir. B iz d a h a h e n ü z bu b ü y ü k kitle in işin i p lâ n la m a d ık . B in le rc e , b in le rc e in s a n g ö r e c e k b izi, a n c a k b u n u k o n tro l e d e c e ğ iz . K a fa n ız d a n - g e ç e n h e m e n h e r şeyi y a p a b ilir iz . G ö r ü le b ilir v e g ö r ü le m e z h â le g e ç e b iliriz . ( . . . ) »
B k z : S p e k tra ve U ri G e lle r, K ita p - 1 3 .
Birinci Baskı Dizgi • Baskı Kapak Baskı
: T e m m u z 1980 : İşık Matbaası : B a rış M a tb a a s ı
İ Ç İ N D E K İ L E R
1. B Ö L Ü M
D A N IEL FRY V E A N A G EM İ BİLG İLER İ a — U z a y lı A - L a n ve A n a G e m i A ç ık la m a la rı
2. B Ö L Ü M
G E O R G E A D AM SK I VE A N A G EM İ E TÜ D L E R İ a — I. G ö z l e m : V e n ü s A n a G e m is i b — II. G ö z l e m : S a t ü rn A n a G e m is i c — III. G ö z le m : S a t ü rn A n a G e m is i d — IV. A n a G e m i G ö z le m i
e — V . A n a G e m i G ö z le m i
Ö N S Ö Z
Kâinat, sayısız yüksek uygarlıklar ile doludur. Bun
ların çoğu, Kâinat içerisinde son derece gelişmiş uzay araçlarıyla hareket edebilen varlık sistemleri'dir. Yer
yüzünün tabiatını ve beşeriyeti tahrip etm ek üzre bir ge
lişim gösteren dünya beşeriyeti için, bu Yüksek Evren Uygarlıkları, ilk anda, anlaşılır gibi değildirler.
İnsanlık, ne var ki, Güneş Sistemimiz içerisindeki diğer planetlerin gelişmiş uygarlıklarını ve onların ola
ğanüstü uzay çalışmalarını ve uzay araçlarını, çeşitli yol
larla tanıdıkça, onların aynasında kendi zavallı hâlini de görebilmektedir. Bu yüzden, diğer dünya canlılarını ve onların izledikleri evrim yollarım bilmek, bize bizi bil
direcek önemli kıyas bilgileri ve unsurları olmak bakım
larından çok gereklidir.
İnsanlığın ruhsal gelişimi, her alanda, giderek bir evrenselleşme içine girmekle sonuçlanacak bir başlan
gıç olacaktır. Bu olgu, aynı zamanda, Sistem ve Galak- tik B eşer Kardeşlikleri bünyelerine girmek de demektir.
Diğer dünyalılar bu olayı, özlemle beklemektedirler. Çün
kü dünya insanlığı, Kâinat İnsanlık Zinciri’nde, kopuk bir halka özelliğini taşımaktadır. Ve bu halkanın, yeri
ne takılması gerekmektedir.
Dünya insanlığına Evrensel Evrim Yolunu gösteren İlâhi Plânlar ve Onlara bağlı olan Evrensel Uygarlıklar
ın gösterdikleri yoldan yürümek, dünya beşeriyetini, şimdiki kaostan kurtaracak yegâne çâre'dir. Bunu sağ
lamak için, beşeriyet arasında bulunan uzaylı varlıklar da yoğun bir çaba içerisinde bulunmaktadırlar. Kaçınıl
maz evrim yolunda gecikmeden ve Kâinat Ahengi’ne ters düşmeden ilerlemek, beşeriyetin hayrına olan bir husustur.
★
1. BÖLÜM
DAN IEL F R Y V E ANA GEM İ BİLG İLER İ
a — Uzaylı A-Lan ve Ana Gemi Açıklamaları
4 T e m m u z 1950 a k ş a m ı D r. D a n ie l W . F r y , W h ite S a n d s P ro v in g G ro u n d 'd a k i k a m p ta y a ln ız d ı. S a a t 20.30 o lm a s ın a k a rş ın o ld u k ç a s ı
c a k o la n h a v a d a n d o la y ı b ira z s e rin le m e k d ü ş ü n c e s i ile d ış a r ı çık tı v e y ü rü m e y e b a ş la d ı. B ir z a m a n s o n r a g ö k y ü z ü n d e y ıld ız s a n d ığ ı ış ık la rd a n b irin in k e n d i b u lu n d u ğ u ta ra fa d o ğ ru y a k la ş tığ ın ı a n la d ı. A lç a la n 'c is im ' 20 m . k a d a r ö te s in d e y e re k o n d u . Ü z e r i a d e ta c ila la n m ış p ırıl p ırıl g ü m ü ş re n g i b ir m e ta l ile k a p lı o la n 'c is im ' bir fin c a n t a b a ğ ın a b e n z iy o rd u . F r y , te m k in li b ir b iç im d e 'c is m e ' y a k la ştı. O n a d o k u n d u v e o a n d a n e re d e n g e ld iğ i be lli o lm a y a n b ir se s k e n d is in e 'c is m e ' d o k u n m a s ın ın te hlik e li o ld u ğ u n u s ö y le d i. [B u se s k e n d is in e A n a G e m i ’d e n h lta b e d e n U z a y lı p ilo t A -L a n 'a a itti.] F ry.
s e s i s a n k i 3 0 -6 0 c m . ile ris in d e b u lu n a n b ir h o p a rlö rd e n g e liy o r m u ş ç a - Sın a ke sin v e n e t o la ra k a lıy o rd u .
U z a y lı p ilo t A - L a n , d a h a s o n r a la rı m e k a n iz m a s ın ı a ç ık la m ış o ld u ğ u te le k o m ü n ik a s y o n y ö n te m in i k u lla n a ra k , F r y 'a b irç o k b ilg ile r v e r di. ( . . . )
A-Lan: «Bu araç, uzaktan kumandalı bir 'örnek top
lam aca da 'ytik' taşıtıdır. Aracın haberleşme sistemi va
sıtasıyla konuşuyorsam da, aracın içinde değilim. Uzayın derinliklerinde [seyahat etm ek için kullanılan'] çok daha büyük bir 'taşıma gemisinde' ya da sizin tabirinizle, 'Ana Gem ideyim . Şu anda, Ana Gemi, gezegeninizin, [sizin ölçünüzle] yaklaşık 1450 km. yukarısında bulun
maktadır; ki, bu cesam etteki gemilerin ayırt edilebilir, değerlendirilebilir bir atm osferi bulunan herhangi bir planete en fazla bu m esafeye kadar yaklaşmalarına izin verilir. ( .. .) »
[ A - L a n b u a r a c ın k a p ıs ın ı a ç a r , F r y a r a c a b in e r v e k e n d is in e bir g e z i y a p tır ılır . B u u ç u ş s ıra s ın d a F r y 'a a ş a ğ ıd a k i b ilg ile r v e rilir. I1)]
A-Lan: «Üzerinde yaşadığımız, çalıştığımız ve [y e
ni bilgiler] öğrendiğimiz uzay gemileri, nesiller boyun
ca bizim yegâne yurdumuz olagelmiştir. [Bu Ana Gemi
lerin ] çoğu, sizlerin transatlantiklerinize kıyasla olduk
ça büyüktür ve çok uzun bir zamandan beridir, bizi her
hangi bir planetten bağımsız kılan teknolojik yetenek
leri de geliştirmiş bulunuyoruz.
« Gemilerimiz, kapalı sistemlerdir. Yani, Gem inin içindeki tüm madde G em ide kalır; G em iden dışarıya hiçbir şey atılmaz, bırakılmaz ya da zâyi edilmez. Tüm bileşimleri elementlerine indirgemenin ve bu element
leri, kullanımımız için gerekli olan herhangi bir form halinde tekrar biraraya getirmenin basit yollarını öğ
rendik. örneğin, biz de sizinle aynı tarzda solunum ya
pıyoruz. Yani, ciğerlerimiz havadan oksijen alır ve bu oksijenin bir kısmı beden süreçlerinde karbondioksite dönüştürülür. Dolayısıyle, Gemimiz’deki hava sürekli olarak, karbondioksiti soğuran [absorbe eden], karbo
nu kendi gelişimlerinde kullanan ve oksijeni havaya ge
ri veren, bitki benzen organizmaları içeren eriyiklerin içerisinden geçirilir. Sonunda bu bitkiler, yiyecekleri
mizden birini oluştururlar.
«Sizinki gibi bir planette yaşamın yaratılışını ve sürdürülüşünü sağlayan düzinelerce 'doğal period'^ra hepsi de Gemimiz’in içinde aynen tekrarlanır. Gemileri- miz’in cesameti bir planete kıyasla küçük olduğundan,
’periodlar’ çok büyük bir hızla ve inceden inceye kon
trol edilen şartlar altında geçmelidir. Fakat; diğer bü
tün veçheler bakımından, yaşam ve üretim 'periodları' aynıdır. Tabii, bu periodlar sırasında meydana gelen bir miktar enerji kaybı sözkonusudur, ki bu, belirli bir dış kaynaktan sağlanmalıdır. Az önce de belirttiğim şe
kilde, güneşiniz gibi bir yıldızın civarında bulunduğu
muz zaman, aynen planetinizin, güneşinizden, kullandı
ğınızdan daha fazla enerji alması gibi, ihtiyacımız olan tüm enerjiyi kolayca toplayabiliriz.
«Zaman zaman yaptığımız yıldızlararası seyahat
lerde, Gemimiz, herhangi bir yıldızdan oldukça uzakta kalan bölgelerde bir ya da birkaç nesil dolaşıyor olabi
lir ve yine de belirli bir miktar enerji toplayabilirsek de, öncelikle, enerji bankalarımızda depolanmış olan ener
« Tüm yaşamlarım bir uzay gemisi’nin nisbeten kı
sıtlı olan sınırları dahilinde geçiren bir zeki varlıklar ırkını tasavvur etm ek sana zor gelebilir. Hattâ böyle bir ırka acıma eğiliminde dahi olabilirsin. Bizler ise, öte yandan, tek bir planetin yüzeyine hâlâ daha bağlanıp kalan ve nispeten ilkel olan ırklara acıma eğilimindeyiz, ki onlar, çevrelerinde [ geçerli olan] şartların çoğunu kontrol edemezler ve çoğu kez de depremlerin, sellerin, kasırgaların, gel-git dalgalarının, fırtınaların, kuraklık
ların ve bir planetin yüzeyinde ikâmet edenleri sürekli olarak tehdit eden bir düzine felâketin daha çaresiz kurbanları hâline gelirler.
« Çevremizin her veçhesi, Gemilerimiz’in içinde, en ince ayrıntılarına değin kontrol edilir. Isı, 1° nin belirli bir birimine kadar, [ aynı noktada] tutulur; nem, at
m osfer basıncı ve Gemilerimiz’in içinde oluşturduğumuz çekim [ gravitasyon] gücü de dahil, hepsi de tam ola
rak, maksimum arzu edilme noktasında tutulurlar.
« Bedenlerimiz Gemi’yi nadiren terlceder ama. tek
nolojimiz, bize, duyularımızın hemen hemen sınırsız olan uzantılarını sağlamıştır. Şöyle ki, gözlem yapma, öğrenme ve anlama amacıyla, gözlemlemek ya da ziya
ret etm ek için seçebileceğimiz herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerde, bu yerin Gemimiz’den birkaç bin ki
lom etreden daha ötede bulunması hâlinde, yakinen bu
lunabiliriz. Teknolojimizin, ırkınızın henüz edinmeye başladığı bir bölümü sayesinde, Gemimiz’den oldukça uzakta olan noktalarda basit güçler üretebiliyor ve uy
gulayabiliyoruz.
« Yeteneklerimiz, sîzlerden bazı kişilere şaşırtıcı ve inanılmaz gibi gelebilir ama, aslında bu yetenekler, si
zin kendi atalarınızın birkaç bin yıl önce sahip oldukları bilgi ve yeteneklere kıyasla sîzlerin şimdi sahip olduğu
nuz bilimsel bilgi ve yetenekler kadar şaşırtıcı ve inanıl
maz değillerdir. Herhangi bir bilimsel bilgi ya da yete
nek, onu henüz edinmemiş olanlara inanılmaz gibi ge
lir...'» ( .. .)
2. BÖLÜM
GEORGE ADAMSKI V E ANA GEMİ ETÜ D LER İ
a — I. G ö zle m : Venüs Ana Gemisi
G e o r g e A d a m s k i'n in u z a y lıla r'la ik in ci k a rş ıla ş m a s ı 18 Ş u b a t 1953'- d e L o s A n g e le s 'd a o lm u ş tu r. B u b u lu ş m a d a , S a t ü rn , M e rih v e V e n ü s p la n e tle rin d e n o ld u k la rın ı s ö y le y e n u z a y lıla r, A d a m s k i’yi b ir u ç a n d a ir e 'y e b in d irm iş le r ve 13.500 m . irtifa d a b u lu n a n A n a G e m i’y e g ö t ü r m ü ş le rd ir. (2)
Adamski: «Duyduğuma inanamadım. Daha uçan dai- re’nin içine gireli birkaç dakika olmuştu. Biraz evvel oturduğumuz kanepenin arkasında kalan ve yekpare ol
duğunu zannettiğim duvarda benim hayretle açılan gözlerimin önünde fotoğraf makinelerinin diyaframı
na benzer biçimde ve yaklaşık olarak 45 cm. çapında bir lumbozun açıldığım gördüm. Bunun, benim çekti
ğim UFO fotoğraflarında görülen yuvarlak pencereler
den biri olduğunu söylediler. Girdiğimiz kapı gibi bun
lar da o türlü yapılmışlardı ki, kapalı oldukları zaman fark edilmelerine imkân yoktu. Böyle söylenince, fotoğ
raflarda bir yanda dört diğer yanda dört olmak üzere bir uçan daire’de sekiz adet pencere bulunması gerek
tiğini düşündüm. Orthon ( 3) beni doğrulayarak 'evet öyledir,’ dedi. Bir düğmeye basınca onların hepsini ve
ya istediğini açtığım ve aynı şekilde de kapadığmı gös
terdi.
«Pilot inmek üzere olduğumuzu söylediğinde, Me- rihli, 'herhalde bunu görm ek sizin çok ilginizi çekecek
tir,’ diye hissiyatımı ifade etti ki, bir Ana Gemi'ye in
menin bende yarattığı heyecan ve tesirleri ifade etme
me imkân göremiyorum. Bekleyen Ana Gemi'nin nere
de olduğunu, onda neler göreceğimizi, nasıl ineceğimizi 8
öğrenmek için aklıma hücum eden sorularla mücadele ediyor ve bu arada da sakin kalmak için elimden geleni yapıyordum.
«Birdenbire, bu konusmaksızm sorulan sorulara * # Orthon cevap verdi: 'Bu, geçen sene sizinle çölde bu
luştuğumuzda sizi ve beraberinizdekileri son derece he
yecanlandıran büyük Ana Gemi’dir ( 4). Burada, yani Dünya'dan yaklaşık 13.500 m. yüksekte bizi bekliyordu.
Bakın, bu küçük gemilerin (UFO’ların) onun üzerine nasıl indiğini ve içeriye giriş ile nasıl taşındıklarını gö
receksiniz,' dedi.
«Yuvarlak pencerede gördüklerim beni hayran bı
raktı. Altımızda muazzam bir büyüklükte kara bir göl
ge hareketsiz uzanıyordu. Yakınına geldiğimizde bunun azametli gövdesi görüş alanımızı aşıyordu. Şimdi sade
ce onun dışarı ve aşağıya doğru yuvarlak dış yanım görebiliyordum. Ona yavaş yavaş yaklaştık ve hemen hemen bu koca Gemi'nin tam üstüne geldik. Uzaylıların söylediğine göre Gemi'nin çapı 51 m., boyu da 600 m.' den fazla idi. Puro şeklindeki bu azametli Gemi’nin ora
da, stratosferde hareketsiz durusunun manzarası hatı- 9 »
ralanmdan asla silinmeyecektir.
«Bizim küçük aracımız bir uçak gemisinin güverte
sine inen uçaklar gibi Ana Gemi'nin üzerine doğru sü
züldü. Bu sırada karşımızda balina ağzı gibi üstü yu
varlak büyük bir kapağın açık olarak durduğunu gör
düm. Bu gemilerin fotoğraflarında küt burunlarının aşağıya doğru eğimli olduğunu göreceksiniz. Kapak, Gemi’nin silindirik gövdesinin uç kısmına doğru hisso- lunur derecede yassılaştığı yere yakındı, içinde bulun
duğumuz uçan daire, Ana Gemi'nin yüzeyine dokunur dokunmaz, ileriye, kapağın içine doğru hareket etti ve aşağıya doğru meyillenen bir yoldan bu kudretli Gemi’
nin içine doğru kaymaya başladı, işte o sırada ilk defa 9
nıiğdemde bir düşme hissinin tesirini duydum. Bundan şöyle bir sonuca vardım ki, uçan daire içinde pek hisse- demediğimiz bir yer çekimi, bu kudretli Gemide ken
disini gösteriyordu. Pek dik olmayan bir açı ile ve uçan daire’nin dış kaplamasının (Flanş) iki yanında uzanan iki ray arasından, flanş’ın friksiyon ve manyetik kuv
vetinin kontrolü altmda yumuşak bir şekilde aşağıya doğru kayıp gidiyorduk. Sadece bir kere yerime geçer
ken aracın şöyle bir duraklaması sırasında dengemi kaybeder gibi oldumsa da Orthon’un yardımı ile tekrar düzeldim. Sonra, Ana Gemi’nin tahminime göre altı ile üstü arasında ortalama bir yerine varıncaya kadar bu yumuşak ve yavaş kayma devam etti. Buraya gelince
araç durdu ve kapı yana kayarak hemen açıldı.
«Açılan kapıdan, 4,5 X 1,80 metre boyutundaki bir platformun üzerinde ayakta duran bir adam göründü.
Elinde, ucunda madenî mengeneye benzer bir başlığı olan bir kablo tutmakta idi. Uzun boylu değildi. Zanne
dersem 1,70 cm. kadardı. Yüzü, gördüğüm uzay adam
larından farklı olarak esmer renkli idi. İlk buluşmamız
da Orthon’un üzerinde gördüğüm tarzda, açık kahve renkli aynı biçim ve renklerde bir uçuş elbisesi giymiş
ti. Bere tipi şapkasmın kenarından siyah saçları görü
nüyordu. Firkon, ben, Ramu ve en arkadan da Orthon araçtan çıktık. Bereli adam platforma çıkan hepimizi tebessümle selâmladı. Fakat bir konuşma olmadı.
«12 basamakla Gemi'nin güvertelerinden birisine inilmekte idi. Merdivenlerden inerken, aracımızın geldi
ğimiz istikamet ile aşağı doğru giden rayların kesiştiği bir makas başında durmuş olduğunu farkettim. Bir çift ray bükülerek aşağı doğru Ana Gemi’nin iç kısım
larına uzayıp gidiyordu. Aradaki karanlık bir kısım bu alt kısmı gözden saklıyordu. Diğer bir çift ray ise geri
ye doğru düz bir hat halinde uzadıktan sonra geldiği
10
miz istikamet ile bir makasta kesişerek içinde aynı tip
ten bir çok uçan daireler’in bulunduğu büyük bir depo yahut hangara gidiyordu.
«O sırada Firkon yanıma gelerek: 'Orası planetler arası seyahatler esnasında uçan daireler’in depolandığı hangardır,’ diye izahat verdi ve devam etti, 'diğer bir planete giderken uçan dairemiz platformda ancak bi
zim inmemiz için gerekli olan zaman kadar kalır, sonra makası geçerek hangarda yerine çekilir. Fakat biz tekrar Dünya’ya döneceğimizden araç platformda yeniden şarj edilmektedir.’
«Geriye şöyle bir göz atınca, platformdaki adamın uçan daire’nin flanş’ı ile alttaki rayı kontakt hale geti
ren kablonun mengenesini gevşetmekte olduğunu gör
düm. Ne adamın elindeki Dünya’da makinistlerin kul
landığı büyükçe mengenelere benzeyen bu alet ile ya
pıldığı anlaşılan yeniden şarj operasyonu hakkında bir fikrim vardı, ne de kablonun öbür ucunda temasta ol
duğu yeri veya şeyi görebiliyordum. Belki de kontakt bu kavrama ile ray arasında veya görünmeyen bir yer ile aracın flanşı’nm kenarından yapılmakta idi, Bu işin nasıl yapıldığını fazla kurcalamak istemedim. Ama Fir
kon benim bu zihni sorumu kendiliğinden cevapladı ve 'bıınlar ancak Ana Gemiler’de şarj edilmek suretiyle ve kısa m esafeler içinde kullanılan küçük gemilerdir. Ge
rekli olan güçlerini kendileri üretmezler. Ana Gemi ta
rafından şarj edilmeleri lâzımdır. Daha ziyade temasta bulunulan ve gözlenen yer arasında devamlı geliş gidiş
lerde kullanılırlar,’ dedi.
«Merdivenlerden sonra dikdörtgen şeklinde fakat köşeleri yuvarlak büyük bir kontrol salonuna girdik.
Salonun 10,5 m. genişlik, 13,5 m. derinlik ve 12 m. yük
seklikte olduğunu söyleyebilirim. İki kapı hariç bütün duvarlar baştan başa uçan daireninki’nin aynı, fakat
11
büyük çapta ve daha fazla sayıda renkli grafikler ve ha
ritalarla kaplı idi. Salonun dört duvarı boyunca uzanan üç katlı platformlarda sürekli olarak izlenen ve kontrol edilen sayısız göstergeler ve aletler vardı. Bir ana teles
kop üst platformda bir diğeri de taban platformda dur
makta idi. Her iki teleskop da ifade edildiğine göre, Gemi’nin herhangi bir yerinden kullanılabüecek şekilde elektronik olarak uzatılmıştı. Yine bu salonda bulunan bazı robot enstrümanlar hakkında bir bilgi verilmedi
ğine de dikkat ettim. Uçan daire’de minyatür cinsten bir robotun mevcudiyetini farketmiştim. Kontrol oda
sında bir çok makine varsa da, bunların hiç birisinde hareketli bir parçaya rastgelmedim. Bu odada kalıp bu grafikleri, bu haritaları yakından incelemek, şayet izin verirlerse alet ve makinelerin nasıl çalıştıklarını sorup öğrenmek isterdim. Fakat imtiyazımın bu kadar büyük olmadığını biliyordum. Düşündüğüm gibi oldu. Kontrol odasını geçip şimdiye kadar görmediğim derecede gü
zel bir oturma odasına veya salona geçtik. Onun sade
liği ve ihtişamı yüreğimi ağzıma getirdi. Bir an kapının eşiğinde sadece dekorasyonun harika güzelliğini değil, fakat onlardan yükselen ahenk ve harikulade havayı ne
fesimi tutarak seyrettim. Ümit etmediğim bu manzara
nın beni ne kadar zaman böyle kendimden geçmiş halde bıraktığım bilmiyorum. Nihayet ayrıntıya dikkat edebi
lecek duruma geldim.
«Tavan zannıma göre 5 m. kadar yüksek idi. Oda ise en azından 12X12 metrelik kare şeklinde idi. Hiçbir yer
de ne bir lâmba, ne de bir elektrik tesisatı görülmeme
sine rağmen, o esrarlı ve yumuşak mavi-beyaz ışıkla aydınlanmıştı.
«Bu lüks salonun kapısından içeriye girdiğimde bü
tün dikkatim birdenbire oturdukları divandan kalkıp bize doğru gelen, hakikaten son derece güzel iki hanı-
12
m m üzerinde toplandı. Bir uzay gemisinde böyle bir şe
yin olabileceğine hiç ihtimâl vermediğimden, bu benim için cidden büyük bir sürpriz oldu. Onların derin şahsi
yeti, olağanüstü güzellikleri ve davranışlarındaki dost
luk havası yaklaşarak bizleri selâmlamaları ve içinde bulundukları atmosferin ihtişamı, bu dünya dışından gelen bir insanın nefesini kesmeye yetip de artıyordu bile.
«Daha kısa boylu olan hanım hoş geldiniz diyerek elimi sıktıktan sonra bizden ayrılarak odanın bir tara
fına doğru yürüdü. Daha uzunca boylu genç bir kız eği
lerek bizi selâmladıktan sonra yanağımdan hafifçe öp
tü. Bizden ayrılan hanım tekrar yanımıza geldi ve için
de şeffaf bir içkinin bulunduğu bir kristal kadehi bana uzattı. Bu insanların bana gösterdikleri son derece sar mimi ve sıcak dostluk havasından duyduğum derin his
lerle kendisine teşekkür ettim ve kadehi aldım. Kadeh
teki içkinin tadı saf bir menba suyunu andırıyordu. Fa
kat daha ziyade bir likör kıvamında idi. İçkimi yudum
ladığım sırada bu iki fevkalâde hanımın dimağımda bı
raktığı silinmez hayallerinin tesirinden kendimi kur
tarmaya ve zihnî sükûnete kavuşmaya gayret ediyor
dum. ( . . . ) »
{A d a m s k i, bu iki h a n ım ın b e d e n y a p ıla r ın ı v e g iy s ile rin i ta m m ia r.
B u n la r M e rih li llm u th v e V e n ü s lü K a in a ’d ır la r .]
«Küçük kadehimdeki içkimi bitirdiğimde bir taraf
ta oturmaya davet edilince bunu memnuniyetle kabûl ettim. Girdiğimiz kapımn tam karşısına gelen duvarda asılı olan tablonun bir İlâh resmi olabileceğini düşün
müştüm. Bu genç kadın tablosundan yayılan tarifi im
kânsız tatlı etkiler bir anda beni sarmıştı. Bu yaratığın baş ve omuzlarının yaptığı tesire göre yaşı ancak 18 ile 25 arasında olabilirdi. Yüz ifadesinde erkek ve kadın si- m âlanmn karakteristiği harikulâde bir ahenk içinde
13
dengelenmişti. Zekâ dolu gözler tarif edilebilecek gibi değildi. Ne kadar zaman ona daldım gittim bilmiyorum.
Kendiliğimden etraftakileri hatırlayıncaya kadar kimse bu hissiyâtımı bozmadı. Bu yaratığın kim olduğunu sor
mak ihtiyacım duymuyordum. Sessizliği Kalna bozdu:
’Bizim, yaşı olmayan hayatımızın sembolü. Onu evleri
mizde olduğu gibi bütün uzay gemilerimizde de bula
bilirsiniz. Aramızda olduklarına ihtimal veremeyeceğiniz ve yaşlarını hiçbir zaman tahmin edemeyeceğiniz biz
den evvelkiler gibi biz de bu sembolü daima muhafaza ederiz,’ dedi.
«Odanın bir kenarmda etrafında sandalyeler bulunan uzun bir masa vardı. Tahminime göre bu masa, Ana Ge- m i'de bulunanların yemek ve toplantı masaları idi. Ben bu düşüncelerin içinde iken salona ellerinde daha ev
vel de bir defa gördüğüm bazı şeyler olan, Ana Gemi mürettebatından bazıları girdiler. Masa hakkmdaki dü
şüncelerim Firkon tarafından doğrulandı, öğrendiğime göre salonun büyük bir kısmı vazife başmda olmayan personel tarafından istirahat ve oturma yeri olarak kul
lanılıyordu. Salonun bu kısmında uygun tarzda serpiş
tirilmiş divanlar ve dünyamızdakilere benzemekle be
raber biraz daha alçak fakat son derece rahat, değişik dizayn ve boylarda koltuklar konulmuştu. Bütün bu eş
yalar cidden güzel bir görünüş ve stilde idiler. Hepsi çok yumuşak ve işlemeli hissini veren hoş bir malzeme üe kaplanmıştı. Çok değişik olan renkler cazip görü
nüşlü, zengin, sıcak ve dinlendirici idi. Sandalye ve kol
tukların yanlarında alçak boylu cam veya kristal tablalı, ortaları enteresan desenlerle süslü sehpalar vardı. Fakat ortalıkla kül tablasını andıracak hiç bir şey göze çarp
mıyordu. Biliyordum ki bu insanlar cebimde varlığını hissettiğim sigaranın nikotinine alışkın değillerdi. Elim, alışkanlığın tesiriyle gayri irâdi olarak sigara paketime
gitti. Hareketimi gören Venüslü hanım zarif bir tebes
sümle, 'arzu ederseniz sigara içebilirsiniz. Size bir kül tablası bulabilirim. Dünya insanları alışkanlıklarından kolay vaz geçem ezler/ diye konuştu. Kendisine teşekkür ederek sigara almadan paketi tekrar cebime koydum.
«Tarifimize devam edecek olursak, bütün zemin bir duvardan diğerine, yekpare lüks bir halı ile kaplan
mıştı. Üzerinde yürünmesi insana zevk veren yumuşak, derin, kusursuz ve ne açık ne de çok koyu olmayan kah
verengi bir halı.
«Dinlenmek üzere oturduğumuzda ben bir kanepede Firkon ile Ramu'nun arasında yer almıştım. Tam kar
şımızda rahat bir konuşma mesafesinde aynı tip ve öl
çüde bir diğer kanepe vardı. Bunda da aralarında Orthon olarak iki hanım oturuyorlardı. Halen elimde bulunan içki kadehimi ortadaki alçak masanın üzerine bıraktım.
Kadehin yapıldığı malzeme ilgimi çekti. Üzerinde klişe görünüşlü hiç bir şey olmayan ve kristali andıran bir şeydi. Cam mı, plastik mi olduğunu kestiremedim. Ne
den yapıldığı anlaşılmamakla beraber kırılmaz cinsten olduğu hususunda bir izlenim bırakıyordu. Eşyalar hak
kında şekillerinden başka esaslı bir fikir edinemeden » * araştıran bakışlarımı duvarlara çevirdim. Sağ tarafımda yarı açık fakat üzerinde ne anahtar yeri ne de düğme gibi şeyler bulunmayan geniş ve güzel bir kapı vardı.
Kalna bu kapının depoya açıldığım söyleyerek, 'uzay araştırmaları ve çalışmaları sırasında Gemimiz bazen oldukça uzun bir süre kendi planetimizden ayrı kalıyor.
Böyle seyahatlerde diğer planetlerde de durmadığımız için, ihtiyacımız olan şeyler bakımından sık sık bu de
poyu kullanırız. Karşı duvarda gördüğünüz benzer kapı da yine gereksinmelerimize cevap veren bir odaya ve mutfağa açılır,’ diye izahatı tamamladı. Her ne kadar bu odaları görmedim ise de, bu taraftakinin aynı zamanda
yemek yemeye de elverişli olduğunu zannediyorum. Ka
pı tarafındaki duvarda ve benim sağ tarafımda büyük bir tablo vardı. îlk bakışta bunun köşeleri girintili çı
kıntılı, bizimkilerin aksine yuvarlak formda ve dünya dışı bir şehir manzarası olduğu görülüyordu. ( . . . ) »
[A d a m s k i, bu ta b lo d a v e 'k a p ın ın ö b ü r ta ra fın d a k i d u v a rd a ' b u lu n a n d iğ e r ta b lo d a g ö rd ü k le rin i ta s v ir e d e r. (5 )]
«Yemek masasının karşı tarafındaki duvarda bizim şimdi içinde olduğumuzu temsil ettiğini zannettiğim muazzam bir Ana Gemi resmi vardı. Aklımdan bunların geçtiği sırada Venüslü hanım hatamı düzeltti. 'Hayır,' dedi, 'bizim Gemimiz buna oranla pek küçüktür. Resmi
ni gördüğünüze Gemi'den ziyade, «uçan bir şehir» de
m ek daha doğru olur. Zira bizimkinin 600 metrelik bo
yuna karşılık bunun boyu birkaç kilometredir.
«Kabûl ediyorum ki okuyucularım bu boyutları pek de inandırıcı bulmayacaklardır. Fakat bu derecede fan
tastik şeyleri kabûle kendileri kadar ben de hazır değil
dim. Bununla beraber hatırlayalım ki, bilek kuvvetinin yerine bir kere tabiat kuvvetlerini kullanmasını öğren
miş olan insanoğlunun bu derece azametli Gemileri inşa etmesi yeryüzünde yarattığı muazzam şehirlerden de daha güç olmayacaktır. Londra ve Los Angeles 64’er km.
genişliğinde şehirlerdir. Bunlar beşeriyetin gelişim sü
reci içinde insan gücü ve kaba makinelerle meydana ge
tirilmişlerdir. Bir kere yer çekimi kontrol altına alına
bilirse, bizim de 'havada şehirler' inşa etmemizi engelle
yecek birşey yoktur. Kalna: 'Bunun gibi birçok Gemiler inşa edilmiştir,' diye devam etti, 'yalnız Venüs’te değil Merih, Satürn ve bir çok diğer planetlerde. Bununla be
raber bunlar sürekli olarak planetlerin dışında yaşama amaçlarından ziyade evrendeki bütün insan kardeşlerin öğrenim ve zevkleri için yapılmaktadır. İnsan en büyük kâşiftir. Bu itibarla seyahat bizim dünyamızda birkaç
kişinin imtiyazında değil, fakat herkesin hakkı olan bir şeydir. H er üç ayda bir bizim planetimizin sakinlerinin dörtte biri bu muazzam Gemilere binerek uzayda seya
hate çıkarlar. Sizin büyük yolcu gemilerinizin yabancı limanlara uğraması gibi, onlar da belirli planetlere uğ
rarlar. Bu sayede halkımız bir taraftan evrenin büyüklü
ğü hakkında daha geniş bilgiler edinirken, diğer taraf
tan Kutsal Kitaplar’da yazılı olduğu üzre, Ulu Tan- rı’nın nimetlerinden nasiplerini alırlar. Planetimizdeki bilim merkezlerinde sahip olduğumuz alet ve vasıtalar ile halkımız başka dünyalardaki yaşam koşullan, ve uzayın kendisi hakkında birçok bilgiler öğrenirler. Fa
kat bizdeki deneyler sizinkilere benzemez. Zira bu resim
de gördüğünüz gibi, hakikatte küçük birer planet diyebi
leceğimiz muazzam Gemilerden kurulu filolar inşa edi
lir. Bunlar üç aylık seyahat süresinde binlerce insanın her türlü rahatlığı için gerekli olan teçhizatla donatılır.
Allah Eli’yle yaratılmış planetlerden farkları, onların kü
resel şekilde olup, merkezdeki bir güneş etrafında elip
tik bir yörüngede dönmelerine karşılık, bizimkiler silin- dirik şekilli ve uzayda istenilen yere gidebilmek imkâ
nına sahip olabilmeleridir. Deneme ve gözlemler bu ola
naklar içinde ve yerinde yapılır.’
«Şayet daha evvel astronomi hakkında daha geniş hilgiye sahip olsaydım, şimdi verilen şu izahat karşısın
da bir takım fikirler yürütebilirdim. Kalna'mn diğer planetler hakkındaki açıklamalarım hayretler içinde din
ledim. Orthon kendiliğinden zihnî sorularımı cevapladı:
'Bizim Gemilerimiz sadece bizim Güneş Sistemimiz için
deki planetleri değil, yakınımızda bulunan diğer sistem lerin planetlerini de ziyaret ederler. Bununla beraber evrende henüz erişemediğimiz sayısız sistemlerin bir o kadar planetleri vardır.’ Burada tekrar zihnimden, aca
ba ziyaret ettikleri bu diğer planetlerde neler bulu
17
yorlar diye bir soru geçti. Benim bu düşüncemi yaka
layan Venüslü’nün dudaklarından hafif bir tebessüm ve gözlerinden bir pırıltı geçti. Konuşmasına ara vermeden devam etti: 'Sadece Dünya hariç diğer bütün planetlerin insanlarını çok dost ve kardeşçe bulduk. Onların da böyle azametli öğrenim ve dinlenme Gemileri vardır.
Kendilerini ziyaret ettiğimiz planetlerin sakinleri bizleri samimiyetle karşıladıkları gibi onlar da bizim planeti
mizi ziyarete gelmektedirler. Yalnız Dünya, bu seyahat Gemilerinin asla yaklaşamayacağı bir yerdir. Ve bu, Dünya insanının evren hakkmdaki görüş ve düşünceleri
ni kendi küçük Dünyası ile sınırlandırmaktan vaz ge
çip, hakiki bir evren anlayışına varana kadar böyle ol
makta devam edecektir. Bu türlü uçuşlarda öğrenime ayrılan saatlerde olduğu kadar, eğlence için de bir hayli zaman vardır. Diğer planetlere inildiğinde sakin ve is
tifadeli sosyal toplantılar tertiplenir. Kısaca ve açıkça söylemek gerekirse, diğer planetlerin insanları birbirle
rine yabancı değildirler ve her gittikleri yerde iyi karşı
lanma görürler. Biz, K âinatın geniş imajinasyon denizi içinde planetlerin yaratıldığına inanıyoruz. Sonsuz mesa
feler içine serpilmiş ve henüz ziyaret edemediğimiz mil
yarlarca planete uzay gemilerimizin daha gelişmesi ile gidilebilecektir. Uzayda o kadar uzak planetler vardır ki, buradan oraya gidebilmek için 2 veya 3 senelik bir zamana ihtiyaç vardır. Bizim sistemimizde bulunan pla
netler arası seyahatler, birkaç saatten birkaç güne ka
dar bir zaman alır!
«Mesafe hakkmdaki bilgilerimizi hatıra getirince ken
dimi tutamadım, bu derece büyük mesafeler arasını bu kadar bir zaman bölümünde katedebilmeniz için ne ka
dar bir hızla seyrediyorsunuz, diye sordum. ’Bize göre hız/ diye devam etti Orthon 'sizin anladığınız anlamda değildir. Uzaya indirilen bir Geminin hızı uzaydaki akti-
viteye denktir. Sizin suni şekilde yürütülen uçaklarınız yerine konacak olursa bizim Gemiler, uzay akıntıları üze
rinden seyrederler.'
«İçimde, bizim dünyamızın da devam edegelen gay
retlerini düşünerek ve bugün bizi bu derece geride bı
rakmış olan Venüslüler’in de aynı bizim mücadele ettiği
miz şeyleri birer birer yenerek bu güne geldiklerini ha
tırlayarak, bir gün uzayda böylece dolaşabileceğimiz ümidi doğdu. Uzay seyahatleri için ilk halledilmesi gere
ken sorunun yerçekiminin yenilmesi olduğu bütün açık
lığı ile bir kez daha ortaya çıkıyordu.
«Tam bu sırada benim yaşlarımda görünen bir adam sol taraftaki bir kapıdan dost bir gülümseme ile salona girdi. Buradaki merdivenin Gemi’nin bir üst güvertesi
ne götürdüğünü farkeder gibi oldum. Fakat o buradan girinceye kadar o köşede bir kapı olduğuna dair hiçbir belirti göze çarpmıyordu. Adamın görünmesi ile iki ha
nım özür dileyerek kalktılar ve kontrol odası tarafına giden kapıya yöneldiler. Kasa bir zaman sonra Merihli Ilmuth, güzel elbisesini erkeklerin giydiği bir pilot elbise
si ile değiştirmiş olarak döndü. Elbise açık kestane rengi idi. Belindeki kemerin alt ve üst tarafında koyu kahverengi çizgiler vardı. Bana kendisiyle birlikte pilot kompartımanına gelmek isteyip istemediğimi sorunca, bundan pek memnun oldum. Firkon da bize katılınca, üçümüz birlikte üst güverteye giden merdivenleri çık
maya başladık. Bu arada, Orthon'un, Ana Gemi'ye ilk gir
diğimizde içinden geçmiş olduğumuz kontrol odasına, doğru gittiğini farketmiştim. Sonradan gelen yaşlı kişi ile Satümlü Ramu salonda kaldılar. Üst güvertedeki koridorda yürüdüğümüz sırada Firkon, ’böyle büyük her Gemide birçok pilotlar bulunur. Dörder saatlik vardiya
larda iki kadın iki erkek olarak çalışılır. Kalna ve II- muth da bu Venüs Gemisinde pilotturlar,’ dedi. K oridor
lar da Gemi’nin diğer yerlerinde olduğu gibi görünme
yen bir kaynaktan zevkli bir şekilde aydmlanmakta idi.
içinde bulunduğumuz koridor Gemi’nin baş tarafında bulunan bir odaya doğru tatlı bir eğim ile uzanıp gidi
yordu. Bu küçük odaya girdiğimizde harita üzerine eğil
miş genç bir adam bizleri başı ile ve tebessüm ederek selâmladı. Fakat bir tanıştırma olmadı. Bunun Ilmuth’- un erkek pilot arkadaşı olduğunu tahmin ettim.
«Firkon: 'Gemi hakkında biraz daha bilgi verm ek için iyi bir fırsat’, diye söze başladı, 'bu Gemi bizim gel
diğimiz tipten 12 tane uçan daire (S cou t) taşımaktadır.
Hakikatte iç kısım dışarıdan görüldüğü kadar geniş de
ğildir. Bu, daha ziyade iç kısımla duvar arasına yerleş
tirilmiş olan mekanik cihazlardan ileri gelmektedir. Bu özel tip Gemi’nin.’ diye Ilmuth ilâve etti, '4 kat duvan yahut bir başka deyimle derisi vardır. Bu, Gemi’nin bo
yutlarına ve yapıldığı amaca göre daha az veya daha çok olabilir.'
«Odadaki bilmediğim cihazlara bakarak duvarlara yerleştirilmiş olduğu söylenen bu mekanik aletler hak
kında birşeyler öğrenmek için derin bir arzu duyuyor
dum. Firkon, elimizdeki şu birkaç dakika zarfında mümkün olduğu kadar detaylı bilgi vermeye çalışacağı
nı söyledi, 'Gemi'nin ilk girdiğimiz kısmının tamamı, gerekli tamirleri yapabilecek çapta bir tamir atölyesi hariç olmak üzere tamamiyle uçan dairelerin depolan
masına tahsis edilmiştir. Orijinal yapıdaki büyük dik
kat ve maharete rağmen parçalar kırılır ve malzeme aşınır. TJzay yolculuğu yapan gemilerde böyle bir atölye
ye çok ihtiyaç vardır. Basınç ve ısıyı ayarlayan ve rahat
lığı sağlayan, duvarlara yerleştirilmiş karışık teçhizat hakkında gereği kadar izahat vermek için ise bu kadar zaman yeterli değildir. Giriş kapılan, içinde çeşitli ma
kinelerin bulunduğu belirli duvar bölmelerine götürür.
20
H er gemide bütün aletleri ve mekanizmaları devamlı kontrol altında bulunduran ve vardiya usulü çalışan bir çok mekanisyen bulunur. Böylece, nedeni keşfedileme- yen arızalar pek ender olarak meydana gelir.'
«Bu pilot odasını, tavanından zeminine kadar her tarafını gözlerimle taramakta idim. Firkon sözlerini bitirdiği sırada genç adam uzanarak bir düğmeye bastı.
Aynı anda yekpare sandığım duvarda yuvarlak bir pen
cere meydana çıkmaya başladı. Pilotlar, duvarın kar
şılıklı iki tarafındaki küçük koltuklarda yerlerini aldılar. Hafif bir hareket hissettim. Gemi’nin burnu yu
karı dikilir gibi oldu. Acaba beni kendi planetlerine mi götürüyorlar diye kalbim heyecanla çarpmaya başladı.
Bu ümit pek kısa ömürlü oldu. Görünüşe göre Gemi kı
sa bir süre sonra durdu. Ve yine boşlukta asılı kaldı.
Ilmuth gülerek: «Şu anda dünyanızdan 80.000 km. uzak
lıktayız’ dedi. Firkon: 'Belki uzayın ne biçim göründü
ğünü merak edersiniz' diyerek beni yuvarlak pencerenin önüne çekti. O anda hayal kırıklığımı unutarak dışarı baktım. Arka plânı oluşturan uzayın simsiyah olduğu
nu görerek şaşırdım. Fakat etrafımızda milyarlarca ve milyarlarca ateş böceği gibi her yönde uçuşan ışıklı ta
necikler vardı. Birçok renklerde görünen bu ışıklı nok
talarla sanki etrafımızda uzaysal bir gösteri yapılıyordu.
Ben bu ışıkların ne olduğunu sormaya yeltenirken Fir
kon 'bu uzaklıktan Dünya’nm nasıl göründüğüne dikkat etmemi,' söyleyince dikkatim o tarafa çevrildi. Ve bu be
nim için tam bir sürpriz oldu. Dünyamız, mehtaplı bir gecede Dünya'dan Ay’ın görünmesi gibi bembeyaz sisli parlak bir yuvarlak olarak görünüyordu. Büyüklüğü ise sabahları doğarken Güneş’in ufuktaki görünüşü kadar
dı. Üzerinde belirgin ve yapısını ortaya koyacak herhan
gi bir işaret ve şekil görünmüyordu. Sadece altımızda kocaman aydınlık bir küre vardı. Bu mesafeden bakan
21
hiçbir kimse onun yüzeyinin bir arı kovanı gibi dolu ve milyonlarca hayatın kaynaştığına ihtimâl veremezdi.
80.000 km. mesafede pilotlar Gemi'yi otomatik kumanda sistemine bağladılar ve Ilmuth yanımıza yaklaştı: 'Her pilot odasında bir robot bulunur. R obot yalnız olarak veya pilotla beraber çalışır. Tâ ki bir tehlikenin yaklaş
tığını bildirinceye kadar Gemi’yi rotasında tutar.’
Erkek pilot yerinden ayrılmamıştı. Ilmuth bu durumu da açıkladı ve, buna rağmen bir pilotun daima iş başın
da olacağını, söyleyerek 'isterseniz kumanda odasındaki aletlere göz atalım şöyle bir,' dedi. Her kumanda koltu
ğunun bir yanında zemine bağlı ve pilotun rahatça içine bakabileceği kadar yüksek birtakım boru şeklinde alet
ler vardı. Ilmuth 'bunlar' dedi, 'geldiğinizde ilk defa girdiğiniz büyük kontrol yahut harita odasında herhalde farketmiş olacağınız teleskopla bağlantılıdırlar. Şu daki
kada teleskop çalışmamaktadır. Zaten genellikle pla- netlerarası seyahatlerde yahut da etüd ve gözlem ama
cıyla bir yerin üzerinde dururken kullanırız.’
«Uçan daire’de olduğu gibi, burada da odanın orta
sında kocaman bir mercek bulunuyordu. Fakat şu sıra- da Gemi'nin duruş açısı sebebiyle olacak içinde bir şey görünmüyordu. Uzay ve onun aktivitesi sanki beni bü
yülemişti. Herşeyi görüp kavramak için gözlerim dört bir tarafı tarıyor ve bütün hislerimle tam bir gerginlik içinde bulunuyordum.
«Dışarıdaki 'ateş böceklerine benzeyen ışıklı parça
cıklardan başka, ışık çıkartmamakla beraber renkleri kırmızı, m or ve mavi arasında değişen daha büyük yapı
daki bazı görünüşlerin başka uzay gemileri olup olma
dığım sordum. Ilmuth gülerek, 'hayır' diye cevap verdi, fakat fazla da bir şey söylemedi. Ayrıca uzayın kendi
sinden de daha karanlık bazı siyah ve değişik büyüklük
teki cisimlerin de gelip geçtiklerini farkettim. Fakat 22
bütün bu hareketli cisimlerden hiçbirisi Gemi'ye temas etmemekte idi. Ancak, bu karanlık cisimler bazan pa
rıldıyorlardı. Sonradan bana bunların meteoritler ol
duklarını ve Dünya atmosferine girişte hava ile sürtün
meden dolayı parladıklarını bildirdiler. Doğrudan doğ
ruya Gemi'nin üzerine gelmeleri halinde onların çarp
malarından nasıl korunulduğunu sorduğumda, Firkon, 'Gemi sizin de tanıdığınız ve elektromanyetik dediğiniz tabiat kuvvetinden faydalanmaktadır. Bu kuvvet daima fazlasıyla mevcuttur. Fazla olan bu kuvvet Gemi'nin dış yüzeylerinden uzaya belli bir mesafeye kadar bazen kı
sa, bazen de kilom etrelerce öteye kadar etkili bir alan olarak taşar ve her türlü parçacıklara ve sîzlerin dünya teriminiz ile 'uzay döküntüsü' dediğiniz cisimlere karşı sürekli kuvvet radyasyonu nedeniyle onları uzaklaştıra
rak adeta bir perde vazifesini görür. Uzayda, elektro
manyetik denizinde hareket eden herşey etrafındaki ala
nı ile negatiftir. Dolayısıyla, negatif radyasyon da bu negatif parçacıkları itm ek ve kendinden uzaklaştırmak suretiyle Gemi'yi hem onların çarpmasından, hem de sürtünme dolayısıyla oluşacak ısıdan korur.' Bu odada memnuniyetle saatlerce kalabilirdim. Fakat biraz sonra tekrar yerlerine geçmiş olan pilotlar Gemi'yi, uçan dai
re ile ilk defa üzerine indiğimiz, Dünya'dan olan 13.500 m.'lik mesafeye getirmek üzere Gemi'ye yol verdiler.
Bu sırada Gemimiz son derece rahat ve güçlükle anlaşı
labilen bir yumuşaklık içinde hareket ediyordu. Cihaz
ların çalışmasından çıkan ses, ancak bir vantilatör m o
torunun verdiği ses kadardı.
«Hiçbirim iz ne bir özel başlık veya bir solunum ci
hazı, ne de denge için şu veya bu şekilde bir alet taşı
mıyorduk. Zihnim tam bir uyanıklık içinde idi. Buna rağmen ancak sonradan fark ettim ki, Gemideki bütün aletler birtakım düğmelere basılmak sureti ile yönetil
23
mekte idi. Hiç bir tarafında öldürmeye yahut yakıp yık
maya yarayan silah cinsinden birşeye rastgelmedim.
Fakat Gemi’den kontrol edilebilen 'tabiatın uzaydaki yalıtıcı gücü'nü. gördükten sonra şuna iyice kâni oldum ki, korunmak için bu kuvvetin etkili bir şekilde kulla
nılması zaten yeterli idi. Firkon benim bu düşüncemi doğruladı. 'Evet' dedi, 'düşündüğün gibi. Bugüne kadar da başka türlüsüne ihtiyaç olmadı. Bununla beraber kar
deş saydığımız başka hayat sahipleri, şayet bizim hayatı
mıza kasteden, örneğin dünyalılar gibi savaşçı bir millet ise, bize saldırmaları halinde kendi hayatımızı kaybet
m ektense onlan zararsız hale getirm eye mecbur kala
biliriz.’
«Bu basit ifadeden çıkan sonuç beni derin şekilde etkiledi. Açlık, ölüm ve sefaletten başka bir şey getir
meyen davranışları, her gün birbirimizi daha çok ve da
ha çabuk öldürebilmek için girişilen silah yarışı, halk
lara, milletlere ve hatta kabilelere bölünmelere varan birbirinden nefret etme ve kendini beğenme, ayrılık, üstünlük düşünceleri, birbiri ile bağdaştırılamaz görüş ayrılıkları içindeki kendi dünyalı kardeşlerimi derin bir yeis içinde düşündüm. İnsanları birbirlerine katlettir
mek için genç dimağlara damla damla sindirilen düş
manlık hissini ve kinini düşündüm, öldürm e arzusunu,> * insanın yaradılışına bağlamanın biraz olsun anlaşılabi
lir bir tarafı olduğuna da inanmıyorum. Tanrı’ya sığı
nanların kendilerini koruması için geri kalanlara ettiği ihaneti ve bu yüzden dualarındaki o tarifi güç imansız
lığı düşündüm.
«Zihnimden bu düşünceler geçerken Ilmuth ve Fir
kon sessizce duruyorlardı. Bu fikirler evvelce de birçok defalar aklıma gelmiş geçmiş ve bunlar üzerinde bir hayli düşünmüştüm ama bugünkü kadar şuuruma bu derece derinlemesine işleyeni olmamıştı. Biliyordum ki, bunu artık hiç unutmayacaktım.
«Bu esnada Firkon bana, bildiğimiz normal radyo
lara ve ekranı da aynen televizyon ekranlarına benze
yen bir alet gösterdi. 'Bunun' dedi, 'üzerinden geçtiği
miz herhangi bir planette ve Dünya üzerinde olan şey
lerin resimlerini çeker ve kayıtlarım yaparız. Sade
ce konuşulanları işitmek değil onları bu ekran üzerinde görebiliriz de. İçerisindeki bir mekanizma, aldığı tesir
leri ses dalgaları haline ve bunları da yine aynı şekilde bizim konuştuğumuz dile çevirir ve bütün bunlar sizin ses alma cihazlarınızdaki manyetik bantlara benzer bantlara geçirilir.'
«Meseleyi açıklayabilmek için izahatına devam ede
rek, 'bütün kelimelerin müzik oktavları gibi birtakım ölçülü ses titreşimlerinden ve bir melodi gibi birtakım belirli notalardan meydana geldiğini, bu kanunu bilince de bir kimsenin bilmediği bir dili öğrenmesinin kolay ve kısa bir zaman içinde mümkün olduğunu, birtakım anlaşılmaz titreşimler alınınca bunların hemen resme çevrilerek şekillerinden bu garip titreşimlerin ifade et
tikleri anlamın anlaşıldığım' anlattı. Söylemeye gerek yok ki, bana gösterüen bantlar bizimkilere benzemiyor
du. Bu bantlardan bana gelen sesler bilmece gibi bir şeydi. Yüzümün ifadesi bunu açıkça göstermiş olacak ki, Ilmuth neşeli bir gülüş ile, 'eğer asırlar evvel dünya
da yaşayan insan nesillerinin sesin ve vibrasyonların ev
rensel yasalarını bildiklerini ve kullandıklarını öğrenir
seniz şaşırır mıydınız’ ( 6) diye sordu. Kendisinin, her
halde hakikati söylediğine inandığımı ifade ettim. ( . . . )
«Bu noktada Firkon salona dönmemiz gerektiğini bildirdi. Yana çekilerek Ilmuth’a yol verirken kendisi
ne, Gemi’nin 13.500 m .’den 80.000 km.’ye yükselmesi ve
ya bunun aksi olması halinde, nasıl oluyor da pratik olarak bu hareketleri hissetmediğimizi sordum. 'Çok basit’ dedi, 'Gemi aynen sizin denizaltılannız gibi bü
25
yük dikkat ve itina ile yapılmıştır.' Bir kere daha bu kimselerin bizim dünyamızdaki gelişme ve ilerlemeleri nasıl bu kadar yakından bildiklerine şaşmaktan kendi
mi alamadım. Ilmuth devamla, 'sizin denizaltılarınız su yüzünden bir hayli aşağılarda hareket ederler. Bu sıra
da m ürettebat ancak aletlerin kaydettiği hareketleri his
sedebilir. Gemi iyi plânlanmış olduğu için içindekiler rahattırlar. Gerçekte sizin gemilerinizin yapay ola
rak yaratılan bir güç ile hareketine karşılık, bizimki
lerin doğal kuvvetler tarafından hareket ettirilmesi far
kından başka, bir dünya denizaltısı ile bir uzay gemisi arasında pek öyle büyük bir fark yoktur.’
«Benim için aradaki fark pek azametli olmakla be
raber birşey söylemedim. Firkon devam etti, 'tabiatta mevcut kuvvetlen doğru olarak kullanmasını öğrendi
ğiniz gün, yapacağınız gemi ile denizin üstünde olduğu kadar atmosferde ve uzayda da istediğiniz gibi gezebi
leceksiniz.’
«Bu anlatılanlar, bana, 1951 başlarında rapor edilen iki olayı hatırlattı:
«Birincisinde: Kore'nin batı kıyılarındaki Inchon Körfezine, tertemiz açık bir havada gökyüzünden iki adet USO ( 7) âdeta düşercesine, orada demirli olan Gar- dens Bay isimli uçak gemisinin çok yakınında suya gö
mülmüştü. Bunların kaldırdığı su sütununun yüksekliği 30 m.’yi buluyordu. Raporda belirtildiğine göre: 'Bun
dan sonra bu iki USO su içinden çıkarak havalanmış ve gözden kaybolup gitmişlerdi.'
«İkinci olay Scotland kıyıları açıklarında geçmişti.
Hemen hemen birincisinin aynı idi.
«Firkon hatırladıklarımı zihnen tamamen alarak:
'Bizim bu Ana Gemiler’in şekillerinden esinlenmiş ola
rak onlara denizaltı tipi uçan daireler demeniz hakika
ten doğrudur,’ diye iki hususu da doğruladığı sırada 26
Ramu ile yaşlı kişiyi bıraktığımız büyük salona giriyor
duk. Onlar hâlen orada idiler ve kendi dilleri ile konuşu
yorlardı. Yaklaştığımız zaman ayağa kalktılar ve etra
fında sandalyeler dizili küçük bir masaya doğru giderek bize de buyurun dediler. Sandalyeler yemek masası san
dalyesi ile büro sandalyelerine benziyordu. Fakat otu
rulduğunda rahattılar. Yerlerimizi aldığımızda Kalna ile Orthon da bize katıldılar. Masada kristal kadehler için
de, içimi bana pek hoş gelen berrak bir içki vardı. Hoş ve tatlı olan kokusu, sertçe olan içimini pek ustaca kapatıyordu. Kıvâmı hafifçe koyu idi. Kaynatılmış gibi.
Çıkarıldığı meyvenin adını söylediler, fakat 'kokusunu dünyadakilerle kıyaslamaya kalkmayınız' dediler.
«Zamanı kat'i olarak tayin edememekle beraber Dünyadan ayrüdığımızdan bu ana kadar bir saatlik ve
ya biraz fazla bir zamanın geçmiş olduğunu zannedi
yordum. Fakat şu kısa uzay zamanı içinde öğrenip idrâk ettiklerim, 61 senelik dünya hayatımda elde ettiklerim
den fazla idi.
«Şimdi masada oturanların hepsinin gözleri konuş
maya başlayan yaşlı kişiye çevrilmişti. Biraz geç de ol
sa, bütün uzaylıların hâl ve tavırlarından, yüksek sevi
yede tekâmül etmiş bir kimsenin huzurunda olduğumu anlamaklığım imkânsız değildi. Ve herkesin durumun
dan açıkça anlaşılıyordu ki, bu şahsın huzurunda onlar da kendilerini, benim kadar hakir hissediyorlardı. Ba
na bildirildiğine göre, o'nun bu bedeni içindeki yaşı bin seneye yakındı. ( . . . ) »
[U z a y lı b ü y ü k b ilg e ö ğ re tm e n , e v re n s e l e v rim , e v r e n d e y a ş a m , u z a y a r a ç la rın ın u ç u ş p re n s ip le ri, A d a m s k i'n in m is y o n u v e d ü n y a in s a n la r ın ın iç in d e b u lu n d u k la rı id râ k s iz h â l k o n u la rın d a , y a k la ş ık b ir s a a t s ü re n b ir k o n u ş m a y a p a r.]
«Kimsenin bozmadığı kısa bir sessizlikten sonra ayağa kalkan Üstad'm arkasından bütün masadakiler
27
kalktılar. Bir an elini sandalyenin arkalığına koyarak içimi okuyan bakışları ile gözlerimin içine baktı. Bu ba
kışlardaki dostluk ve sevgi ifadesini asla unutmayaca
ğım. Bir nevî takdis olan bu bakışların ardından içim
den birşeyin yükseldiğini hissettim. Hepimizi kucakla
yan bir vedalaşmadan sonra, döndü ve salondan çık
tı. ( . . . ) »
[A d a m s k i, u z a y lıla ra b ir ç o k s o r u la r y ö n e ltir v e k e n d ile rin d e n s o n d e re c e a y d ın la tıc ı b ilg ile r a lır. ( . . . ) !
«Bu harikulade insanlardan bir türlü ayrılamıyor- dum, ayrılmak istemiyordum. Fakat bu sırada Ramu ayağa kalkarak: «Size tatsız bir haberim var. Korkarım ki artık Dünya’ya dönmeniz gerekecek,' diye korktuğum haberi verdi. İstemiyerek ayağa kalktım. Üzüntümü ge
lecek seferin ümidi ile hafifletmeye çalıştım. Bu buluş
manın ve görüşmelerin yarattığı zevkli atmosfer içinde birbirimizle vedalaştık. Kimse bana, ne söylenenleri unutmamaklığımı ne de Dünya’da gereken gayreti gös
termemi hatırlatmadı ve tembih etmedi. Ben ise sadece güzelliğin, samimi arkadaşlığın ve bütün insanlığa tabu bir miras olarak intikal edecek ve onu içinde bulunduğu cehaletten çekip çıkaracak bilgileri edinmiş olmanın de
rin bahtiyarlığı içinde idim.
«Kontrol odasına geçen kapının önünde bütün ay
rıntılarıyla bu güzel salonu, arkadaşlarımı ve hepsinin üzerinde etrafa tesirler saçan 'yaşı olmayan hayat’ port
resini hafızama nakşetmek üzere bir kere daha geriye bakmaktan kendimi alamadım.
«Küçük uçan daire, ziyaretimiz sırasında şarj edil
miş ve şimdi bizi tekrar Dünya'ya götürmek üzere hazır duruyordu. Kapı açıktı. Ramu, Firkon ve ben içeri gir
dik, Ramu kontrol kısmına geçti. Kavrama ve kablo, biz merdivenleri çıkarken alınmıştı. Hepimizin içeri gir
mesiyle kapı kendiliğinden ve sessizce kapandı. Eğimli
raylardan aşağıya sessizce ve yavaş yavaş kaymaya baş
ladık. ik i hava kapağım geçtikten sonra Gemi’nin alt kısmından tekrar uzaya çıktık. Eğimli raydan kayarken yine miğdemde hafif bir çekilme hissi duydum. Fakat bu, Gemi’ye girerken duyduğum kadar kuvvetli değildi.
Aynı zamanda daha kısa süreli olmuştu.
«Kapakların arkamızdan kapanmasından inanılma
yacak kadar kısa bir süre sonra uçan daire'nin kapısı tekrar açıldı. Firkon, ’evet, işte dünyadayız' dedi. Bu sefer uçan daire tamamen yere inmemişti. Yerden tah
minen 15 cm. kadar yüksekte havada asılı duruyordu.
Ramu kapıya kadar gelerek, 'benim burada kalmam ge
rekiyor. Bu sebepten sizinle beraber gelemiyeceğim. Be
raber olmaktan ve geçen güzel geceden çok memnunum.
Kısa bir zaman sonra tekrar görüşmek ümidiyle,’ diye
rek veda için elini uzattı. Bu sözlerde onun samimi his
siyatının akislerini buldum.» ( . . . ) » b — I!. Gözlem : Satürn Ana Gemisi
G e o r g e A d a m s k l, 21 N is a n 195 3'd e ik in ci k a rş ıla ş m a d a o ld u ğ u g ib i, b ir b e n z e r te le p a tik ç a ğ r ış ım ile, g e n o L o s A n g e le s 'a , a y n ı o te le g e ld i v e o r a d a u z a y lı d o s tla rı ile b u lu ş tu .
B u k e z b in d irild iğ i U F O , b ir ö n c e k in e o ra n la d a h a b ü y ü k tü ve u z a y lıla rın v e rd iğ i b ilg iy e g ö r e S a tü rn y a p ıs ı idi.
A d a m s k i, b u U F O ’d a k i p ilo tu Z u h l d iy e is im le n d ird i. (8)
«Seyahatimiz çok hızlı olduğundan verilen izahat daima kısa ve özet biçimindeydi. Bu yüzden Zuhl, Ana Gemi’ye geldiğimizi ve içeriye girmek üzere olduğumuzu bildirdiği zaman uçan daire’nin içindeki turumuz ta
mamlanmıştı. Her ne kadar o, bana Ana Gemi’nin Dün- ya’dan ne kadar uzakta olduğunu söylememiş ise de, yi
ne de Venüs Ana Gemisi’ne nazaran pek çok uzakta ol
duğunu anlıyordum. Uçan daire'nin merkez kısmında olduğumuz için Ana Gemi'ye girildiğini göremiyordum.
ilkine göre farklı birtakım şeylerin olduğunu hissedi
yor isem de bunları açıklayamıyordum.
«Ana Gemi’nin içine girdiğimizde yine o hızlı asan
sörlerin inmesinde hasıl olan hissi duydum. Fakat hu bir dengesizlik yaratmadı. Ana Gemi’nin içine girip dur
duğumuzda, kapı açılınca bir platformun önünde bulun
duğumuzu gördüm. Fakat ne orada hazır bir kimse ne de Venüslüler’in küçük uçan daireleri’nde olduğu gi
bi bir kavrama ve kablo irtibatlandırma işi yoktu. Gel
diğimiz uçan daire’den platforma çıktığımızda, etrafa bakınca bunun gerek kullanılma alanı gerekse boyutları yönünden Venüslüler’in Gemileri’nden çok farklı olduğu
nu derhal fark ettim.
«Beni nasıl bir maceramn beklediğini merak edi
yordum. Fakat içimde en ufak bir endişe ve korku yok
tu. Her yeni buluşmada, bu başka dünyalılarla karşılaş
mada korkmayı gerektirecek en ufak bir bahis veya bir olay vuku bulmuyordu. Her seferinde, en akıllı kişileri dinlememi temin eden, bu mükemmel UFO'ları ile seya
hat ve Ana Gemileri’nde misafirleri olmak imtiyazını ba
na bahşeden bu insanlara karşı daima büyük bir teva
zu hissediyordum. Kendilerini dost bildiğim bu insanlar
dan nerede ve ne suretle olursa olsun, pek çok bilgi ediniyordum. Onlar da bunu yapıyor ve muhataplarını bundan istifade etmekte veya inanmayarak bir kenara atmakta onları tamamiyle serbest bırakıyorlardı.
«Tarifine gayret edeceklerim, anlattıklarımdan da
ha karışıktır. Ana Gemi’ye ayak bastığımdan itibaren gördüğüm bütün mekanik cihazlar benim için tamamiy
le yeni idiler. Ama izah edildikçe bunlar anlaşılır şeyler olmaya başladılar.
«Yanında durmuş olduğumuz platformda, aslında bu platform değil, 4,5 X 4,5 m. ebadında manyetik asan
sörün yükleme platformu olup, bununla Gemi’nin alt kısmından en yukarıya kadar insan ve eşya taşıma iş
leri görülüyordu. Ortadaki şaftın yüksekliği 60 m. veya
daha yüksekti. Bu şaft boyunca yükselen manyetik ek
sen asansörün çalışması için gerekli gücü sağlamaktaydı ve asansörün ortasında bulunuyordu. Beni uçan daire’
den alan bu asansör, o muazzam şaft bu şaşılacak şeyle
rin ilki idi. İlerimizde, 4,5 m.’lik şaft platformunun dol
duramadığı boşlukta asansör platformu ile uçan daire'
nin yanaştığı platform arasında kenar korkulukları ile bir tür köprü bulunuyordu. Beni önce bu şaşırttı. Zuhl ile ben üzerinde yürürken, insana büyüklüğü ile korku veren bu muazzam Gemi’nin iç yapısına bir göz attım.
İçinde yükseldiğimiz bu yerin son derece yüksek tava
nına doğru çıkarken geriye bakınca bizim uçan daire’yi üstünden ve dışından gördüm. Geniş bir ray tertibatı, her halde hava kapaklarının bulunduğu ve Ana Gemi’nin tavanına doğru yükselen bir tünel içinde yukarılara doğru uzanıp gidiyordu. Bu kısım bizim Ana Gemi’ye girdiğimiz yer idi.
«Platforma vardığımızda Firkon asansör boşluğu
na bir göz atmamı tavsiye etti. Dediğini yaptım. Top
lam yedi kat veya platform olmak üzere üstümüzde üç, altımızda da keza üç kat daha vardı. Her kattan uzanan balkonlar kat ile asansör platformunu birleştiriyordu.
Ancak, bu uzanan kısmın kapısı ile asansör platformu kenarı tam karşı karşıya geldiklerinden, düşme tehlike
si tamamiyle yok edilmiş oluyordu. Bu uzanmaların son
radan açılır kapanır köprüler gibi kullanıldıklarım öğ
rendim. Bunların boyları, bağlı oldukları katın zemini ile tavam arasındaki mesafeye eşit idi. Bu korkuluklar yukarı kaldırıldıkları zaman güverte girişini kapatıyor ve asansör boşluğunun kenarları üe aynı düzlemde bu
lunuyordu. Asansör platformu bu katlardan hangisinin hizasına gelirse onun bu enteresan köprüsü aşağı doğru inerek, uzatılmış balkon durumuna geçiyordu. Bu sıra
da platformun kenar korkulukları yana doğru süprüle- 31