• Sonuç bulunamadı

. 4. Uluslararasý Ufo Kongresi . . .

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share ". 4. Uluslararasý Ufo Kongresi . . ."

Copied!
51
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

. Ýnsanda

Tanrý’yý

Arama Duygusu Doðuþtan Vardýr

. Kanallýðýn Mekanikleri

. Astral Seyahatler

. 4. Uluslararasý Ufo Kongresi

(2)

ÝÇÝNDEKÝLER

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna

Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Özenç Kayserilioðlu Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme Sorumlusu ve

Okur/Abone Ýliþkileri:

Kazým Erdemoðlu 0212 252 85 85 0542 676 83 47 Faks: 0212 249 18 28 P.K: 471 Beyoðlu/Ýstanbul

Yönetim Yeri:

Oba Sok. Silla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul

Baský:

Inkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ.

Çobançeþme Mah. Sanayi Cad.

Altay Sok. No:8 Yenibosna/Ýstanbul Fiyatý: 3.5 TL Yýllýk Abone: 40 TL

Yurt Dýþý: 50 TL

Ýnsanda Tanrý’yý Arama Duygusu

Doðuþtan Vardýr ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Madde, Yaþamý Oluþturma

Özelliðinde Yaratýldý ... 7

Ahmet Kayserilioðlu

Yine de Gel ... 16

Güngör Özyiðit

Tonguç Hakkýnda - 1 ... 18

Yalçýn Kaya

Yaþarken Bedeni

Terkedip Dönmek ... 26

(Astral Seyahatler)

Zuhal Voigt

Eski ve Yeni Kültürler

(Eski Günýþýðýnýn Son Saatleri)

... 34

Thom Hartman/Arýn Ýnan

Ufo Kongresinden Ýzlenimler ... 40

Rengin Özer

Kanallýðýn Mekanikleri Üzerine ... 44

(Arktruslular)

Cilt: 41 Sayý:488 Aðustos 2009

(3)

Sevgili Dostlar

Sizlere dergimizi olabileceði en iyi þekliyle ulaþtýrmaya çalýþý- yoruz; bunun için yapacaðýmýz fedakârlýksa eðer, bunu erinmeden, sýzlanmadan yaparak... Ýnandýðýný ve doðru bildiðini, onu almaya istekli olanlarla paylaþmak, bizler için yemek, içmek, uyumak gibi bir ihtiyaç. Amacýmýz elbet ki daha çok kiþiye ulaþmak. Bu yüzden internet sitemiz de var biliyorsunuz. Ama bizler sadece internet aðlarýnda deðil, kaðýtlarda ve kitap raflarýnda da varolmayý sürdürmek istiyoruz.

Hiçbir þekilde kâr etmeyen dergimiz, bir avuç hayýrlý insanýn onu ihtimamla, sevgiyle maddi olarak desteklemesi sonucu ayakta kala- biliyor. Sevgi Dünyasý’nýn pek çok insan tarafýndan okunmasýný saðlamanýn mümkün olmadýðýný biliyoruz. Bizim okurlarýmýz manevi ve ruhsal konulara açýk olan, kendi inancý dýþýndakilere tamamen kapalý olmayan, onlarý da rahatlýkla okuyup incelemesini bilen, baþkalarý ile uðraþmaktan çok kendi geliþimi için çaba har- camaya önem veren, her þeyi ve herkesi sevmeye gönüllü, Yaratan’ý sadece dinlerde deðil, kendi gönlünde bulmasýnýn yolunu bilmek isteyen ve bütün bunlar için uzun soluklu çabalarý göze alabilen insanlardýr. Ülkemizin bazý yerlerinde dergimizin hiç okunmadý- ðýný, bazý yerlerde çok çok az okunduðunu bildiðimiz için onu daðýtýmdan çekip sadece abonelerimize göndermeye karar ver- miþtik. Ama gene de bizi henüz bilmeyen, buluþamadýðýmýz çok kiþinin varlýðýný tahmin ediyoruz. Reklam imkânlarýmýz olmadýðý için onlara sizlerin aracýlýðý ile ulaþabiliriz ancak. Çevrenizde sizin gibi olan insanlara Sevgi Dünyasý’ndan behsetmenizi, onlarý da Sevgi Dünyasý ailesine davet etmenizi bekliyoruz.

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Ýnsanda Tanrý’yý Arama Duygusu Doðuþtan Vardýr

ÖZDEN ÝLE ERDEM KONUÞUYOR

Deðiþen tabiatta,

deðiþmeyen kanunlarýn olabilmesi için, o tabiata da, tabiattaki deðiþmelere de ve o deðiþmeleri

düzenleyen kanunlara da hâkim bir büyük kudretin olmasý zaruridir. Ýþte bu bizce anlaþýlmasý mümkün olmayan kudrete "Tanrý"

diyoruz. Buradaki Tanrý,

ne putperestin þekilli

Tanrýsý, ne Hýristiyan'ýn,

Hindu'nun insana benzer

Tanrýsý, ne de Müslüman'ýn

insanüstü Tanrý'sýdýr.

(5)

Özden- Allah hakkýn- daki tartýþmamýz epeyce uzadý. Bu arada dallanýp budaklanarak ruha, maddeye, enerjiye ve bunlarýn tesir alýþveriþ- lerine atladý. Ama epeyce faydalý þeyler söylendi sanýrým. Sözlerimle sizi tam olarak tatmin ede- bildim mi bilmiyorum?..

Erdem- Doðrusunu söylemem gerekirse söylediklerinizden fayda- landýðým hususlar oldu.

Ama henüz tam olarak tatmin olabilmiþ deðilim.

Ýlk olarak þunu sormak isterim: Evrensel olaylarý yöneten kanunlar bir for- müle baðlanabilir. Bu kanunlar deðiþmez, evrensel bir deter- minizme (belirliliðe) dayanýrlar. Gerçi tabiatta her þey hareket ve deðiþme halindedir; ama bu deðiþmeler, deðiþmez kanunlara göre olmak- tadýr. Burada bir Tanrý'yý düþünmeye neden gerek duyulsun? (1)

Özden- Çok güzel söylediniz dostum. Adeta benim adýma tezimi savundunuz. Mademki evrensel olaylarý yöneten kanunlar deðiþmiyor,

yani evrensel bir deter- minizme dayanýyorlar, öte yandan da tabiatta her þeyin devamlý bir hareket ve deðiþme halinde olduklarýný kabul ediyorsunuz. Þimdi size soruyorum: Devamlý deðiþen tabiatta, bu deðiþmeyen kanunlar nasýl olmuþtur? Ve nasýl oluyor da devamlý deði- þen ve hareket halinde olan bir kâinatta bu kanunlar hiç deðiþmeden kalabilmektedirler? Bu- rada bütün deðiþmelerin üstünde olan, hiçbir deðiþmeden etkilen- meyen ve her þeye hâkim olan bir büyük kudreti düþünmek icap etmez mi? Söylediðiniz þart- larýn gerçekleþmesi için, yani deðiþen tabiatta, deðiþmeyen kanunlarýn olabilmesi için, o tabiata da, tabiattaki deðiþme- lere de ve o deðiþmeleri düzenleyen kanunlara da hâkim bir büyük kudretin olmasý zaruridir. Ýþte bu bizce anlaþýlmasý müm- kün olmayan kudrete

"Tanrý" diyoruz. Burada- ki Tanrý, ne putperestin þekilli Tanrýsý, ne Hýristi- yan'ýn, Hindu'nun insana benzer Tanrýsý, ne de Müslüman'ýn insanüstü

Tanrý'sýdýr. Sonsuz kâi- natý düþününüz, o kâinat- taki sayýsýz güneþ sistem- lerini düþününüz ve mil- yarlarca güneþ siste- minden meydana gelen korkunç dev Galaksileri düþününüz. Bu dev galaksilerden de sonsuz sayýda bulunduðunu þöyle bir tasavvur ediniz.

Düþünülmesi dahi insana dehþet veren bu sonsuz kâinatýn içine çeþit çeþit varlýklarý, ruhlarý, baþka âlemlerdeki bilmediði- miz hesapsýz varlýklarý doldurunuz. Sonra bütün bunlara her saniye içinde ayný anda, ayný kudrette hâkim olan Tanrý'yý dü- þününüz. Ondaki kudreti, idraki, tesir tarzýný bizim kavramamýza imkân var mý? Ne demektir ayný anda bütün kâinatýn bütün galaksilerine, o galaksilerdeki sayýsýz güneþ sistemlerine, o güneþ sistemlerindeki sonsuz yýldýzlara,

dünyalara, o dünyalarda- ki sonsuz canlýlara, son- suz maddelere ve nihayet sonsuz kere sonsuz atomlara, hattâ atomun altýndaki sonsuz madde ve varlýklara hâkim olmak, tesir etmek ne demektir?!.. Böyle bir

(6)

þeyi deðil anlamak, bunu düþünmek bile mümkün deðildir. Peki sadece küçük bir anlýk faaliyeti- ni dahi idrak edeme- diðimiz ve edemeye- ceðimiz Tanrý'yý biz nasýl anlayabilir ve idrak ede- biliriz?!.. Onun için Tanrý þöyledir veya böyledir diye katiyen bir þey söyleyemiyoruz.

Çünkü biliyoruz ki söyleyeceðimiz her þey noksandýr ve yan- lýþtýr. Yalnýz

acizliðimizi hiçbir zaman unutmayarak diyoruz ki: Tanrý yaratandýr, yoktan var edendir. Kâinatýn mutlak hakimidir.

O'nun bir benzeri yoktur, olamaz. Sonra susuyoruz. Hürmetle, huþû içinde ve onu ululayarak

susuyoruz.

Erdem- Peki bu sizin Tanrýnýz, putperestin, Hindu'nun, Hýristiyan'ýn ve Müslüman'ýn Tanrýsý deðil de onlarýn

Tanrýlarýnýn da Tanrýsý mý? O zaman sizin

Tanrýnýzýn Tanrýsý da ola- cak bir gün demektir?

Özden- Hayýr dostum, bir tek Tanrý vardýr, O herkesin, her dinin veya her dinsizin Tanrý'sýdýr.

Baþka baþka Tanrýlar yoktur. Benim o sözler- den kastettiðim mânâ þudur: Her devir, kendi idrak ve tekâmül seviye- sine göre Tanrý'yý anlaya- bileceði þekilde tarif etmiþtir, idrak ilerledikçe bir önceki seviyedeki ta- rifin noksanlarý görül- müþ, daha ileri bir tarif yapýlmýþtýr. Bugün biz

"tarif edilemezin sýnýrý- na" dayanmýþýz, yarýn bizden sonra gelenler belki daha ileri þeyler

söyleyeceklerdir. Demek ki maksat ve tarif edilen þey ayný, fakat tarifler deðiþiktir. Ayný durumu ilimde de görmüyor muyuz? Ayný olayýn bin sene, on bin sene, hattâ yüz sene önceki izahý ile bugünkü izahý ayný mýdýr? Ýnsan bilgisi ilerledikçe, yani düþünce materyalleri arttýkça hadiselerin daha derinle- rine inmek mümkün olmaktadýr.

Erdem- Siz Tanrý idraklerinde adeta bir tekâmülün, yani dinlerde devamlý bir evrimin (tekâmül) bulunduðunu söylemiþ oldunuz.

Halbuki tarih bize gös- 4

(7)

teriyor ki dinler insanýn tabiat kuvvetleri tarafýn- dan ezilmesinden çýk- mýþtýr. Yani ilk insanlar, kendilerini ezen tabiat kuvvetlerini (þimþek, fýrtýna, ateþ, yanardað, zelzele v.s.) tanrýlaþtýrýl- mýþlardýr. Daha sonralarý insanlarýn hayat þartlarý ilerledikçe, onlara uygun olarak dinler de deðiþ- miþtir. Böylece dinler insan beyninin mahsulü ve toplumsal olgulardýr.

Daha sonra da hâkim sýnýf, dinlerin yaþamasýný kendileri için yararlý gör- müþtür. Ýmtiyazlarýný kaptýrmamak, kütleleri uyuþturarak, gerçeði görmelerini önlemek üzere dini bir âlet olarak kullanmýþlardýr. O halde sizin dinlerdeki

tekâmülden bahsetmeniz, adeta onlarýn ilâhi bir vahye dayandýðýný söyle- meniz tarihi gerçeklere aykýrý düþmektedir.

Özden- Ayný olay bil- gili bir âlim tarafýndan müþahede edilirse baþka, orta kültürde bir insan tarafýndan gözlemlenirse baþka, cahil bir kimse tarafýndan tetkik yine baþka þekilde izah edilir ve anlaþýlýr. Tarihi gerçek olarak öne sürdüðünüz

iddiada da böyle eksik bir müþahede (gözlem) vardýr. Çünkü...

Ýlkel bir insanýn korkarak tabiat kuvvetlerini

tanrýlaþtýrmasý belki bir gerçektir. Fakat acaba kendinden kudretli þeylerin arkasýnda bir Tanrý'yý aramasý nedendir?

Neden insan ilk andan itibaren kendine bir Tanrý aramak ihtiyacýný duymuþtur? Korktuðu þeylerden korkar, saklanýr veya onlarý tesirsiz kýlmak için çareler arar da onlarý tanrýlaþtýrmak aklýna gelmezdi.

Burada insanda yaratýlýþtan bir

"TANRI ARAMA"

duygusu bulun- duðunu, devamlý olarak Tanrýsýný arayarak ona doðru yükseldiðini kabul etmemiz gerekmez mi?

O halde Tanrý duygusu insanýn ruhunda vardýr.

Tanrý'ya hürmeti ve saygýyý, bunun usul ve erkânýný öðreten din de bu duyguya baðlý doðal bir davranýþtýr. Ýnsanlar ilerledikçe, dinlerin ve Tanrý idraklerinin de tekâmül edeceði gayet tabiidir.

Dinlere insan beyninin ürünleri diyebilmek için ruhi irtibatlarý ve bu irti- batlarda alýnan bilgileri, sonra "Vahiy" denen þeyi iyice tetkik etmek ve bunlarýn olamayacaðýnýn, uydurma þeyler olduðu- nun ilmi delillerini göstermiþ olmak gerekir.

Ama dinler bozulmuþ, deðiþmiþ olabilir veya sömürme vasýtasý olarak kullanýlabilirler. Ayný þekilde ilim de kötü kiþinin elinde sömürme vasýtasý olarak kullanýla- bilir. Bu durum dinin esastan reddedilmesi için sebep olamaz.

Erdem- Ýnsanda bir

"TANRI ARAMA" duy- gusunun bulunduðunu pek kabul edemeye- ceðim. Tanrý düþüncesi özneldir (ferdi). Yani insan tarafýndan

(8)

yaratýlmýþtýr. Çünkü görüyoruz ki insanoðlu Tanrý'ya kendi özellik- lerini vermiþ, onu kendi hayaline göre biçim- lemiþtir. Tanrý, korkularýn adlandýrýlmasý veya þekillendirilmesidir.

Özden- Tamamen ter- sidir.

Tanrý sevgisinin, saygýnýn ve onu ululamanýn sembolüdür.

Tanrý'ya saygý gös- terilir, ibadet edilir, sevgiler sunulur.

Bütün bunlarda korku belâsý, bir boyun eðme deðil, bilâkis bir büyüðe sýðýnma, mutlak bir dosttan bir yardým isteme vardýr.

Yani davranýþlarda sevgi ve güven esastýr.

Korku ancak saygý gösterilen ve sevilen bir büyüðün

darýltýlmasý, gücendirilmesi ve öfkelendirilmesi endiþesinden doðar.

Görülüyor ki yanlýþ gözlemlere dayanan hükümler de yanlýþ olmaktadýr. Bazen de doðru gözlemler, yanlýþ olarak yorumlanmak- tadýr.

6

(1) Erdemin bu sorusunu ve diðer bazý sorularý, "Sosyalizmin Iþýðýnda Bilim ve Din"

adlý eserden alýnmýþtýr.

Bu eser, koyu bir materyalist, Marx'cý ve komün'cü bir yazar tarafýndan kaleme alýnmýþtýr. Allah'ý, ruhu ve dini inkâr eden koyu bir maddeci görüþe dayanýr. Biz, fikirlerin, ancak fikirlerle

karþýlanabileceðine ve çürütülebileceðine inandýðýmýz için, önce herkesin fikrine hürmet ediyor, sonra gereken cevabý vermeye çalýþýyoruz. Kuru yasaklarla, dilin þiþti, zýndýk oldun, kâfir oldun gibi sözlerle hiçbir fikrin deðiþe- meyeceðine de

inanýyoruz. (Dr. Refet Kayserilioðlu)

(9)

Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

Madde, Yaþamý

Oluþturma Özelliðinde

Yaratýldý

(10)

8

KENDÝMÝZÝ DEÐÝÞTÝRMELÝYÝZ AMA NASIL?!..

Ünlü Fransýz edebiyatçýsý Albert Camus (1913-1960) çaðýmýzýn sorun- larýný ve sancýsýný en derinden duyan bir yazardý. Sanatý ve konuþmalarý ile hep insanca olanýn, insanlýðýn yanýnda yer almýþtý. 30'una varmadan "Yabancý"

romanýný kaleme almýþ, birkaç yýl sonra

"Veba"yý yayýmlamýþ, 40 yaþýna merdi- ven dayamýþken "Baþ Kaldýran Adam" ý yazmýþtý. "Yabancý" romanýyla 1957'de aldýðý Nobel ödülü konuþmasýnda çaðýmýzýn büyük vebasý yalandan, yalan davranýþlardan ve uydum akýllý "gelene aðam, gidene paþam" diyen kölelik ruhundan acý acý yakýnýr. Gerçek yazarýn, gerçek sanatçýnýn asýl ödevinin her türlü zorbalýða direnmek, en azýndan kýsýlan seslerin sözcüsü olmaktan geçtiðini vur- gular ve sözlerini þöyle tamamlar:

"....Dünyanýn öbür ucunda hapse gir- miþ ve hor görülmüþ, bilmediðimiz bir insanýn çýkmayan sesi; yazarý, yalnýz- lýðýndan kurtarmaya yeter, hiç deðilse özgürlüðün saðladýðý imkânlar içinde, o çýkmayan sesi unutmamayý ve onu sanat yoluyla duyurmayý baþardýkça... Ýster bütün ömrünce ünsüz ya da bir zaman için ünlü olsun; ister zorbalarýn zincirine vurulsun, ister bir süre dilediðini

serbestçe söylesin; yazar kendini haklý ve canlý bir topluluk içinde duyabilir. Bu da, yazarýn elinden geldiði kadar, sanatýnýn büyüklüðünü yapan þu iki görevi yüklen- mesi ile olur: Gerçekçiliði ve özgürlüðü.

Sanatçýnýn iþi en büyük sayýda insaný toplamak olduðu için, yalanla ve kölelik- le uzlaþamaz. Çünkü yalan da kölelik de, bulunduklarý yerde yalnýzlýklarý çoðaltýr- lar. Tek fert olarak sakatlýklarýmýz ne olursa olsun, soylu yazarlýk sanatý, korunmasý güç olan þu iki ödeve baðlý kalacaktýr: Bile bile yalan söylememek ve insanýn insaný ezmesine karþý koy- mak."

Albert Camus "Korku Çaðý" baþlýklý denemesinde; gelecekten ümit kesmiþ, güvenden mahrum kalmýþ, kötü gidiþi deðiþtirmeye asla güç yetiremeyeceðine inanmýþ köpekçe bir yaþama toptan sürüklendiðimizden þöyle yakýnýr:

"17. yüzyýl matematik çaðý, 18. yüzyýl fizik çaðý, 20. yüzyýlýmýz korku çaðýdýr...

Yaþadýðýmýz dünyada en göze çarpan þey, çoðu insanlarýn her çeþit inanç sahipleri dýþýnda, gelecekten yoksun olmalarýdýr.

Geleceðe el atmayan, geliþme, iyileþme umudu olmayan bir hayatýn ne deðeri

Albert Camus

(11)

olabilir? Aþýlmaz bir duvarýn önünde yaþamak, köpekçe yaþamaktýr.

Doðrusunu isterseniz, benim kuþaðým- dakiler ve bugün atölyelere ve fakültelere gidenler köpekçe yaþamýþ ve yaþamak- tadýrlar. Ýnsanlarýn geleceðe kapalý yaþa- malarý ilk defa bugün olmuyor elbet.

Ama insanlar eskiden konuþarak, baðrýþarak bu duvarý aþarlardý.

Kendilerine umut veren baþka deðerleri yardýma çaðýrýrlardý. Bugün kimse konuþmuyor. Konuþanlar da eski

söylediklerini tekrarlýyor. Çünkü dünyayý yöneten kör ve saðýr güçler; öðütleri, haber vermeleri yalvarýp yakarmalarý dinleyeceðe benzemiyor. Þu son yýllarda gördüklerimiz bizde bir þeyi kýrdý. Bu þey insanýn güvenidir; o güven ki insanlýðýn dilini konuþtuk mu bir baþkasýndan insanca karþýlýk göreceðimize inandýrýrdý bizi. Gözlerimizin önünde yalan söyledi- ler, insaný küçülttüler, öldürdüler, sürdüler, iþkencelere soktular. Ve hiçbir sefer bunlarý yapanlarý, yaptýklarýnýn kötü olduðuna inandýrmak mümkün olmadý. Çünkü kendilerinden emindiler.

Çünkü soyut bir kafa yani bir ideolojinin adamý baþka bir þeye inandýrýlamaz.

Ýnsanlar arasýnda sürüp giden uzun diyalog bitti. Ýnandýrýlamayan bir adamdan elbette korkulur. Bu korku ile hesaplaþmak için onun ne demek iste- diðini, neden kaçtýðýný bilmek gerekir.

Onun demek istediði de, kaçtýðý da ayný þeydir: Öldürmenin haklý görüldüðü, insan hayatýnýn hiçe sayýldýðý bir dünya.

Ýþte günümüzün baþ politik sorunu budur.

Öteki sorunlara geçmezden önce, bunun karþýsýnda tutumumuzu açýklamalýyýz.

Her þeyden önce þu iki soru üzerinde durmalýyýz: Doðrudan doðruya ya da dolayýsýyla öldürülmek veya iþkence görmek ister misiniz, istemez misiniz?

Doðrudan doðruya ya da dolayýsýyla baþkasýný öldürmek veya iþkenceye sok- mak ister misiniz, istemez misiniz? Bu sorulara "Hayýr" diyenlerin hepsi, ister istemez davranýþlarýný deðiþtirme gereði- ni duyacaðý pek çok sonuca sürük- leneceklerdir."

Albert Camus'nün vardýðý bu sonuca tüm yüreðimizle katýlsak ve

davranýþlarýmýzý deðiþtirme gereðinde onunla tam fikir birliðinde olsak bile þu dehþetli soru baþýmýzýn üstünde asýlý kalmayý sürdürecektir: Nasýl olacak bu, hangi yöntemleri kullanarak

davranýþlarýmýzý deðiþtirebiliriz ki?!..

Hayat görüþümüzü, davranýþlarýmýza yön veren yüreðimizdeki yanlýþ inançlarý deðiþtirmeden, sadece yüksek sesle:

"Deðiþmem gerek" deyivermekle kolayýndan olabilecek iþ mi bu?..

DÝLDE KALAN

GÖSTERMELÝK ÝNANÇ

Doðruluktan ayrýlmayan, iyilikten þaþ- mayan, çalýþkan, bilgili, sevgi dolu kiþilere diliyle söyledikleri ne olursa olsun, hattâ kendilerini inkârda bile gösterseler, söyleyecek ne sözümüz ola- bilir ki, takdir ve tebrikten baþka!

Onlara "Aman deðiþmeyin, diliniz ne derse desin baþýmýzýn üzerinde yeriniz var" diyebiliriz ancak. Çünkü iyi ve doðru davranýþlar içinde yaþayan ama

(12)

10

diliyle inkârda olan kiþileri, reenkarnas- yon kurallarý ýþýðýnda incelediðimizde çeliþki ortadan kalkar. Geçmiþ yaþam- larýnda akýl ve mantýklarýný sonuna kadar çalýþtýrýp Yaradan Ýnancýný gönüllerine tam sindirmiþ ve inançlarý doðrultusunda yararlý hizmetlerde bulunmuþ kiþiler;

dünyaya sonraki geliþlerinde içinde yaþadýklarý ortamýn ve aldýklarý eðitimin sonucunda akýllarýný tam bir inanca yöneltememiþ olsalar bile; önceden eriþtikleri olgunluk düzeylerinin doðal bir sonucu olarak yararlý hizmetlerini sürdürmekten bir an bile geri durmazlar.

Ruh - Tecrübe - Akýl- Ruh dairesel zin- cirini incelediðimizde, dünya tecrübeleri- ni yapan, davranýþlarýmýzý yöneltmede karar veren özümüzün, akýl deðil ruh cevherimiz olduðunu, tecrübeye karar vermede onun etken olduðunu görmek- teyiz. Aklýmýz ne derse desin, hangi yorumda bulunursa bulunsun ve etraftan aldýðýmýz telkinler ne olursa olsun; gön- lümüzden, içimizden yani ruhumuzdan gelen sesin doðrultusunda yaþamaktayýz.

Behçet Kemal Çaðlar iki ses þiirinde bunu ne güzel dile getirir:

Dýþardan herkes: "Görmemiþ ol, savuþ."

Ýçimden bir ses: "Konuþ! Konuþ! Konuþ!

Dýþardan herkes: "Böyle uslu, yavaþ"

Ýçimden bir ses: " Savaþ! Savaþ! Savaþ"

Dýþardan herkes: "Týkýrýnda iþin"

Ýçimden bir ses: "Düþün! Düþün! Düþün!"

Dýþardan herkes: "Bugüne uy, barýn"

Ýçimden bir ses: "Yarýn, yarýn, yarýn"

Ya gece gündüz Allah, Muhammed laflarýný tekrardan býkmayan; ama yalan- dan, dedikodudan, yýkýcýlýktan, iftiradan, vurmadan, kýrmadan, çalýp çýrpmadan bir an geri durmayanlara ne diyeceðiz?

Onlara söyleyecek bir çift sözümüz bile olmayacak mý?..

Ne geçmiþ hayatlarýnda ne de

þimdikinde kendi aklýyla Yaradan inancý- na tam ulaþmamýþ ve bunu gönlüne tam benimsetmemiþ kiþilerden kararlý bir doðru davranýþ beklemek boþuna olur.

Dünyamýzýn 300 yýldan beri yaþamakta olduðu materyalist hayat görüþüne, akýl- cý, bilimsel yöntemlerle ve örnek

davranýþlarla "Dur" denebildiði takdirde, insanlarýn taklide dayanan temelsiz ve her an yýkýlmaya yakýn inanç hayatlarý, ispata, tahkike ve doðrulamaya dayanan mantýklý bir inanca dönüþebilir. Ancak böyle saðlam temeller atýlýp, çatlaklar onarýldýðý zaman kiþisel, toplumsal sorunlarýmýzýn pek çoðu þu anda çözüm- süzlükler içinde bunaldýklarýmýz dahil kolayca çözümlere kavuþabilir.

Gerçek inancýn dilde ve sahte gösteri- lerde olmayýp namazýn her rekatýnda yinelenen "Fatiha" daki "sýratý müsta- kimde" yani doðru davranýþlarda oldu- ðunu, dilimizde tüy de bitse haykýrýrcasý- na tekrarlamaktan geri durmayý, gele- ceðimize ihanetle bir tutmalýyýz.

Dünya insanýnýn ve kendi toplumu- muzun gözlerini hýrs bürümüþ, gözlerini kin bürümüþ, gerçeði görmekten uzak- laþmýþ büyük yüzdesinin, yeni bir inanç tazelemesine bugün þiddetle ihtiyaç var.

Âlemleri, tüm varlýklarý, tüm canlýlarý ve insanlarý sevgisinden varetmiþ bir

(13)

Tanrý inancýna aklýyla ve gönlüyle tam tamýna ulaþmadan, gözleri bürümüþ bu kinlerden, bu hýrslardan arýnmak ne mümkün!..

Öyle bir Yaradan inancý ki;

davranýþlarýmýzla biz onu iyilik diye, doðruluk diye, çalýþma, bilgi, sevgi diye tanýmadýkça kendimizi doðruda iyide zannederek, kaygusuzca her türlü zûlmü yapmaktan bir an geri durmayacaðýmýz her gün yaþadýðýmýz bir realite!..

Öyleyse anamýzýn, babamýzýn, hocamýzýn, þeyhimizin telkinleri ya da çýkarlarýmýzýn zoruyla, kalbimize girme- den sadece dilimizde yinelenen,

davranýþlarýmýzda izine rastlanmayan, dýþarýdan monte edilmiþ inanç dünyamýzý gerçeklerin ýþýðýnda, her þeyden önce, bilimsel bulgularýn rehberliðinde

yeniden, derinliðine düþünerek ruhumuza benimsetme çabasý, hepimiz için

vazgeçilmez bir uðraþ olmalý!..

KUR'AN NE DÝYOR?

Kur'an böylesi bir tahkik edilmiþ, akýlla doðrulanmýþ Allah inancýnýn gereðini pek çok ayetinde ýsrarla öðütlemektedir:

* Onlar ki ayakta, oturarak ve yanlarý üzerine yatarken Allah'ý anarlar, göklerin ve yerin yaratýlýþý üzerinde düþünürler.

"Rabbimiz bunu boþ yere yaratmadýn Sen yücesin bizi ateþ azabýndan koru!"

(3/191)

* Göklerde ve yerde nice ayetler (doða kanunlarý) var ki, onlarýn yanýndan yüz- lerini çevirerek geçerler. (12/105)

* Hayvanlarda da sizin için ibret (alý-

nacak dersler) vardýr. (16/66)

* De ki: "Yeryüzünde gezin bakýn yaratmaya nasýl baþladý" (29/20)

* Bakmýyorlar mý develere, nasýl yara- týldý? Göðe, nasýl yükseltildi? Daðlara, nasýl dikildi? Yere, nasýl yayýlýp döþendi?

(88/17-20)

Kur'an ayetleri, sadece canlýlara deðil, evrenin temelini oluþturan maddi düzene ve doða kanunlarýna da derin düþünceler ýþýðýnda bakmamýzý öðütlemektedir.

Sadece ruhlarý, canlýlarý deðil maddeyi de sevgisinden varetmiþ Yüce Yaradan, maddenin içine gizlenmiþ olaðanüstü düzeni ve kanunlarý bulmamýz yönünde bizleri sürekli uyarmaktadýr. Ve batý dünyasýnda materyalist bir görüþle de olsa bilim alanýnda bu yöndeki büyük çabalar ve buluþlar insanlýðýn bir yüz akýdýr. Bu buluþlardan hele son 80 yýlda kuantum fiziðinde elde edilen akýllara durgunluk veren sonuçlardan görüyoruz ki, ayaðýmýzýn altýnda çiðneyip

geçtiðimiz taþlarýn, topraklarýn atomlarý içinde nice hünerler, nice sýrlar gizli. Ve hâlâ da bulmamýzý bekleyen neler var.

Atomun çekirdeði proton, nötron, kuark- lar konusunda henüz engine dalamadýk;

sahillerde dolaþýyoruz ama þimdiye kadar öðrendiklerimizle maddenin ne büyük yeteneklere ve özelliklere sahip olduðunu görüyor, hayran kalýyoruz.

Birbirinden ýþýk yýllarýnca uzakta olan iki elektronun bile anlýk bir sürede haber- leþip ikizler gibi eþ davranýþlar

sergilediklerini gören bilim adamý, mad- denin kapasitesi ve yeteneklerindeki umulmadýk kudretleri görüp hayranlýk

(14)

duymaz da ne yapar? Fotonlarda elektro- magnetik dalga özelliði olmasaydý, tele- fonlara, radyolara, televizyonlara kavuþa- bilir miydik?

Elbette bunlara insanlarýn buluþlarý ve hünerleriyle ulaþtýk ama maddenin bu özelliði olmasaydý hiçbir yere vara- mazdýk. Maddede deðiþik yetenekler olmasa yeþil yapraklar fotosentezle tüm canlýlarýn gýdasýný oluþturabilir miydi?

Su, 130 metre boyundaki ulu aðaçlarýn tepesine ulaþabilir miydi? Bugün bizlerin öncelikle yapmamýz gereken, atom ve atomaltý düzeylerde bulduðumuz ve bulacaðýmýz bu olaðanüstü yetenek ve hünerlerin arkasýndaki Yüce Yaratýcý Zekânýn varlýðýna tam kani olmak ve önünde saygýyla, sevgiyle eðilmektir.

Sonra da yine O'nun varettiði yüce ruh- lar ordusunun, meleklerin, görevlilerin evrenin ve dünyanýn iþleyiþinde ve geliþmesinde sergiledikleri harikalarýn farkýna varýp, her an yaþadýðýmýz mucizelerin þükrünü duymaktýr. Allah sadece maddeyi ve ondaki olaðanüstü özellikleri yaratmakla yetinmemiþ; ayrýca bu özelliklerden yararlanarak muhteþem düzenlerin oluþmasýnda görevlendireceði melekler ordusunu ve onlarýn baþý olarak da Ruh-u Âzam'ý (Büyük Parlak) vare- derek onlarý da faaliyet alanýna iþtirak ettirmiþtir.

EVRENÝN ÝLK SANÝYESÝNDEKÝ ÝNCE MATEMATÝK

Artýk þimdi bu felsefe ve hayat görüþünün ýþýðýnda Kuranýn öðütlediði gibi yaratýlýþ üzerinde derinliðine akýl

(15)

yürütmeye baþlayabiliriz. Önce en baþýn- dan yaratýlýþýn ilk adýmý Büyük

Patlama'dan (Big Bang) baþlamak en doðrusu olacak. Burada söz tabii ki bu konuda en çok emek vermiþ olan Stephen Hawking'in. Ýþte onun milliyet yayýnlarýndan "Zamanýn Kýsa Tarihi"

kitabýnýn 158-159 sayfalarýndan 4 yanýt- sýz soru hakkýndaki düþünceleri. Özellik- le 3. maddedeki yanýtsýz soru, yani patla- madan bir saniye sonraki geniþleme hýzý yalnýzca yüz bin milyarda bir oranýnda az olsaydý bile, evrenin bugünkü büyük- lüðüne varmadan çökeceði ile ilgili sorusu çok önemli. Daha ilk saniyede evrenin geleceðinin nasýl da matematik bir incelikle planlandýðýnýn çok somut bir göstergesi:

"Çok sýcak baþlayan ve geniþledikçe soðuyan bu evren tablosu bugün eli- mizdeki gözlemsel kanýtlara uyuyor. Yine de birtakým önemli sorular yanýtsýz kalý- yor.

1 - Evren baþlangýcýnda niçin öylesine sýcaktý?

2 - Evren büyük ölçekte niye o kadar düzgün? Uzaydaki her noktadan ve her yönde niye ayný gözüküyor? Özellikle deðiþik yönlere baktýðýmýzda, zemindeki mikrodalga ýþýmasýnýn sýcaklýðý niçin yaklaþýk ayný? Bu biraz sýnýftaki öðrenci- lerin sýnav kaðýtlarýný deðerlendirmeye benziyor. Hepsinin yanýtý týpatýp ayný ise birbirlerinden kopya çektiklerinden emin olabilirsiniz rahatça...

3 - Evren niçin çöken modellerle, son- suza dek geniþleyen modelleri ayýran

"kritik hýza" çok yakýn hýzla geniþlemeye baþladý? Öyle ki þimdi on milyar yýl

sonra bile hâlâ kritik hýza yakýn bir hýzla geniþlemekte? Büyük patlamadan bir saniye sonraki geniþleme hýzý, yalnýzca yüz bin milyarda bir oranýnda az olsaydý bile, evren daha bugünkü büyüklüðüne eriþmeden çökmüþ olurdu.

4 - Evrenin büyük ölçekte çok düzgün ve tekdüze (homojen) olduðu gerçeðine karþýn, yýldýzlar ve yýldýz kümeleri gibi yerel düzensizlikler var. Bunlarýn ilk zamanlarda bir bölgeden ötekine yoðun- luðun biraz farklý oluþundan kay- naklandýðý düþünülüyor. Peki, yoðun- luðun bu düzensiz deðiþiminin kaynaðý ne idi?

KARBON-12

HESAPLADIÐIMIZ GÝBÝ OLMASAYDI?!..

Nobel ödüllü fizik dehalarýndan Richard Feynman TÜBÝTAK yayýný

"Fizik Yasalarý Üzerine" kitabýnýn 143- 144 sayfalarýnda tüm evrenin kendine özgü yapýsýnýn karbon-12'nin çekirdeðin- deki enerji düzeyine baðlý olduðunu söyler. Hesapla önceden bulunan sayý ile deney sonuçlarýnýn týpatýp ayný olduðunu heyecanla anlatýr. Eðer hesaplandýðý gibi olmasa idi ne organik hayatýn, dolayýsýy- la yaþamýn temeli olan karbon oluþabile- cekti ne de pek çok element.

Feynman kitabýnda bunu aynen þöyle anlatýr:

"Doða hakkýnda çok ilginç olan bir þey vardýr: Tüm evrenin kendine özgü yapýsý;

belirli bir çekirdekteki özel bir enerji düzeyinin durumuna baðýmlýdýr. Karbon- 12 çekirdeðinde 7.82 milyon voltluk bir

(16)

14

düzey olduðu saptanmýþtýr. Bu da akla gelebilecek her þey için çok büyük önem taþýmaktadýr.

Durum þöyledir: Hidrojenle baþla- yalým. Baþlangýçta Dünya neredeyse tümüyle hidrojenmiþ gibi görünüyor.

Çekimin etkisi ile hidrojen sýkýþýp ýsýný- yor ve nükleer reaksiyon gerçekleþiyor, helyum oluþuyor. Sonra helyum, hidro- jenle kýsmen birleþerek daha aðýr birkaç element oluþturuyor. Ancak, daha aðýr olan bu elementler hemen daðýlýp yine helyuma dönüþüyorlar. Bu nedenle, bir ara dünyadaki bütün diðer elementlerin nasýl ortaya çýktýklarý anlaþýlamýyordu.

Çünkü yýldýzlardaki üretim süreci, hidro- jenle baþlayarak helyum ve yarým düzineden az baþka elementten fazlasýný ortaya çýkaramazdý. Bu problem karþýsýn- da Hoyle ve Salpeter bir çýkýþ yolu bulunduðunu öne sürdüler. Buna göre üç helyum atomu birleþip bir karbon yapa- biliyorsa, bir yýldýzda bunun ne sýklýkta meydana gelebileceðini kolayca hesaplayabiliriz. Sonuç þunu ortaya çýkardý: Karbon ancak tek bir rastlantýsal olanakla oluþabilirdi. Eðer karbonda 7.82 milyon voltluk bir enerji düzeyi varsa o zaman üç helyum atomu birleþebilir ve 7.82 düzeyi olmadýðý zamankinden biraz daha uzun bir süre beraber kalabilirlerdi.

Biraz daha uzun kaldýklarýnda, baþka birþeylerin oluþmasý ve yeni elementler yapýlmasý için gerekli zaman saðlanacak- tý. Eðer karbonda 7.82 milyon voltluk bir enerji düzeyi varsa, periyodik tablodaki diðer elementlerin nereden geldiði anlaþýlabilirdi. Böylece dolaylý ve tepetaklak bir irdeleme ile karbonda 7.82

milyon voltluk bir düzey varolduðu tah- min edildi. Laboratuar deneyleri de bunun gerçek olduðunu gösterdi. Bu nedenle dünyada bütün öbür elementlerin varolmasý, karbondaki bu özel düzeyin varlýðý ile yakýndan iliþkilidir."

SUDAKÝ MUCÝZELER

Evrenin ilk saniyesinden ve karbon- 12'nin oluþumundan hýzla günümüze gelip somut bir gerçeðe, sudaki harika düzen ve yapýya alýcý gözle bakýnca, yaþamýn oluþmasý için maddeye nasýl bir yetenek bahþedildiðini ve bunun arkasýn- daki yüce zekâyý görmekte yine gecik- meyiz.

Biliyoruz ki, bütün cisimler ýsýnýnca geniþler. Su da öyle. Örneðin suyu 10 dereceden 14 dereceye ýsýttýðýmýzda hacmi artar ve dolayýsýyla yoðunluðu azalýr. Bu iki suyu karýþtýrsak ýsý alýþve- riþi baþlamadan önceki dönemde yoðun- luðu fazla olduðundan 10 derecedeki su dibe çöker daha sýcak olaný üstte kalýr.

Sonra da alýþveriþ tamamlandýðýndan aradaki bir sýcaklýkta eþitlenirler. Eðer su doðadaki genel kanuna her sýcaklýkta uysaydý, sýfýr derecedeki buz eridiðinde en yoðun su, bu sýfýr derecedeki su ola- caðýndan denizlerde ve okyanuslarda en dibe çökecek ve biraz soðuduðunda da buz haline gelecekti. Böylece dipten yukarýya kadar gittikçe buz kitlesi arta- caðýndan, sonunda bütün okyanuslar ve denizler kutuplardaki gibi donup kala- caktý. Tabii ki artýk ne balýklarýn ne de okyanus bitkilerinin varolmasý da, yaþar kalmasý da söz konusu bile olmayacaktý.

(17)

Olaylarýn böyle yürümediðini, sularýn dipten deðil yüzeyden itibaren don- duðunu okyanuslarýn canlýlarla kay- nadýðýný biliyoruz. Peki nasýl oldu bu?!

Çok kolay: Doða kanunlarýnda çok ufak bir terslik yapýlarak; hem de en uygun yerde. Eðer bu terslik örneðin 10 dere- ceyle 14 derece arasýnda yapýlsaydý hiç iþimize yaramayacaktý. Terslik en uygun yerde 0 dereceyle 4 derece arasýnda yapýlýyor. Yani su 0 dereceden 4 dereceye kadar ýsýtýlýnca genleþmiyor aksine büzüþüyor. Ve 4 derecedeki suyun hacmi en aza indiðinden yoðunluðu da en fazla oluyor. Doðaldýr ki dibe çöken de bu 4 derecedeki su olduðundan ve 0 derecede-

ki su en üstte kaldýðýndan okyanuslar yüzeyden donuyor ve yaþam altýnda devam ediyor.

Eðer ikinci bir terslik, doða kanunlarýn- da ikinci bir sapma yapýlmasaydý

sonuçlar yine trajik olacaktý. Bütün mad- delerin sýcaklýðýn azalmasý ile sývý halden katý hale geçiþlerinde yoðunluklarý artar.

Su hariç.. Suyun ýsý kaybedip buz haline gelmesinde diðer maddelerin aksine yoðunluðu azalýr ve dolayýsýyla buzlar dibe çökmez suyun üzerinde yüzer. Aksi olsaydý, buz kütleleri oluþtukça dibe çökecek ve sonuçta denizler su deryasý deðil, buz deryasý haline gelip yaþam noktalanacaktý...

(18)

Yine de Gel

Güngör Özyiðit, Psikolog

(19)

Yine de gel

Kimsen kim, ne isen ne

Farký yoktur ne ismin, ne etiketin bu yerde

Varsa eðer içinde Hak'ka dönük en küçük bir emel Yine de gel…

Yanýlýp maddeye dört elle sarýlsan Hani puta da tapsan

Ya da ateþe atýp kendini Günahýnýn alevinde yansan

Ve yanlýþa kapýlýp da çoðu zaman Çukura bile yuvarlansan,

Çýkmak için çalýþ, çabala her an

Çünkü budur gerçekte insana yakýþan.

Bil ki sana uzanan Tanrý eli Dilersen esenliðe çýkarýr seni

Hani yüz kere tövbe etsen, söz versen kat'î Sonra dayanamayýp yüzünde de bozsan tövbeni Korkma, üzülme yine, sakýn ümidini yitirme Yürü fakat yanlýþýnýn üstüne, çekinme

Gör ki kötülük aslýnda gelip geçici bir yel Yine de gel…

Umutsuzluk giremez bu kapýdan içeri Beri gel dostum, beri

Burada ne kötüleme var, ne yergi Burasý övgünün, sevginin yeri Burada iyilikler dizili yol yol Burada baðýþlanma bol

Neyler ki nefes nefes özlem tüter

Kudümler çevik adýmlarla neylere eþlik eder Tanrý pervanesi semâzenler döner de döner Burada aþký çalar her bir tel

Haydi koþ, coþ, sen de gel

Erisin sevgide sesler, olsun sesten bir sel Yine de gel

Yine de gel!..

(20)

Tonguç Hakkýnda - 1

Yalçýn Kaya

"Tatar Atmaca köyünden bir köylü delikan- lýsý çýkmýþ, önemli bir eðitim giriþimini yönetme olanaðýný bulmuþ, bunu sýnýfýndan kopmadan baþarmýþtýr. Köylü sýnýfýnýn bil- inçlenmesi, haklarýna kavuþmasý için giriþtiði çabalarla köylülerine yardým etmiþ, kurduðu örgütün bu bilinçlenme yolunda baþarýlý ola- caðýnýn birçok belirtisini ölmeden önce de görmüþtür. Düþüncelerinden, ilkelerinden dönmeden, yolundan sapmadan, eðilmeden bütün hayatý boyunca bir tek yönde, bir tek doðrultu üzerinde dimdik yürüyebilmiþtir.

Mutluluk bu deðilse nedir?"

Hakký Tonguç, Dünya pedagoji ansiklope- dilerine Köy Enstitülerinin bulucusu ve kuru- cusu olarak geçen tek Türk eðitimcisidir.

Falih Rýfký'nýn Ulus Gazetesi'nde çýkan bir baþyazýsý TONGUÇ BABA baþlýklýydý. Yazar,

"Sakýn bu adý Ýdrisdaðý eteklerinde bir yatýr adý sanmayýn" diyordu. "Halkýn umut baðladýðý bir insaný, bir eðitimciyi gönlünde azizleþtirmesidir. Ýlköðretim Genel Müdürü Ýsmail Hakký Tonguç'a yakýþtýrýlan bir addýr bu. Niçin Milli Þefe ya da Eðitim Bakaný'na deðil de Tonguç'a "Baba" diyor halk, Tonguç'u baðrýna basýyor? Çocuklarýna onun

CUMHURÝYETÝN ÝLK YILLARINDA EÐÝTÝM - VII

18

(21)

adýný koyuyor? Çünkü Tonguç halkýn baðrýn- dan fýþkýrmýþ, onun özlemini eyleme çevir- meye kalkýþmýþ, içinden çýktýðý sýnýfýn yok- sulluðunu, ezilmiþliðini, sömürülüþünü iliðinde, içinde duymuþ ve bu gerçeði deðiþtirmek için savaþmýþ, savaþý örgütlemiþ bir köylü aydýnýdýr...Tonguç Baba ve arkadaþlarý, alýnlarýnýn teriyle, bol yemiþ verecek bir aðacý sulamaktadýrlar."

Daha sonralarý eðitimsiz býrakýlan, yoksul- luðun kucaðýna itilen umarsýz halk; önceleri çapsýz devlet büyüklerini, yetmeyecek, mafya babalarýný "baba" unvaný ile onurlandýracaktýr.

Türkiye'de Köy Enstitüleri konusunda çalýþan bir araþtýrýcý Tonguç ve Hasan Âli Yücel'in adýný anmadan Köy Enstitülerini inceleyemez. Özellikle ilköðretim ve Köy Enstitüleri konusu Tonguç'la iç içedir ve Tonguç dünya eðitbilim ansiklopedilerinde yer alan tek Türk eðitimcisidir.

Tonguç'un Anadolu bozkýrýnda yetiþtirdiði çiçeklerden, Beypazarý'nýn Kapýlý Köyü'nden rençber Durmuþ'un oðlu Talip Apaydýn Köy Enstitüsü Yýllarý adlý küçük ama kapsamlý kitabýnda bu deðerli eðitimciyi Bozkýr Bahçývaný olarak anar ve þöyle der:

"Issýz Anadolu topraðýnýn birçok

köþelerinde, Hasanoðlan kýrýnda, Çifteler'in Hamidiye köyünde, Kayseri'nin

Pazarören'inde, Sivas'ýn Yýldýzeli düzünde daha birçok yurt kýrlarýnda, Trakya'nýn Kepirtepesi'nde 1940'tan sonra aðaçlar büyüyor, çiçekler açýyor, tarlalar yeþeriyordu.

Bu bahçelerin baþ bahçývaný Hakký Tonguç'tu."

Tonguç halk çocuklarý üzerinde, eðitim sis- temimizin hiç tanýmadýðý yepyeni bir öðret- men tipini geliþtirdi. Ýþlevi sýnýfýn kapýsýnda baþlayýp karatahtasýnda biten, topluma arkasý dönük, maaþ alma makinesi, köylüye "þunu böyle yapýn" söylevleri çeken öðretmenler yerine köye önder olabilecek; onun ilacýndan suyuna, ekmeðine kadar her þeyi ile

ilgilenebilen öðretmen yetiþtirmeyi

amaçlamýþtý. Köy öðretmeni köyde saksý çiçeði gibi bir süs olmaktan çýkacak, köylüye okuma yazma öðretmekle yetinmeyecek, onun yaþamýný deðiþtirmesine önayak olacak- tý. Tonguç altý yüz yýldýr unutulmuþ, aþaðýlan- mýþ Anadolu köylüsünün uyanmasýna öncülük edecekti. Bunda elbette devrin

Cumhurbaþkaný Ýnönü'nün, Eðitim Bakaný H.

Âli Yücel'in de büyük katkýlarý oldu. Tonguç, ilköðretim davasýnýn baþ mimarý olmakla bir- likte hep ikinci planda kalmayý yeðledi, hiçbir dönemde yapýlan yararlý iþleri kendine mal etmedi. Ýlköðretim Genel Müdürlüðünden ayrýldýktan sonra da küsmedi, sessizce köþe- sine çekilmekle birlikte kendisini arayan eski öðrencilerine küsmemeyi, direþken olmalarýný öðütledi durdu. Dýþ yardýmlarýn artmasýyla köy eðitimine ayrýlacak ödeneklerin artýrýla- caðýný umuyor, bu ödeneklerle çok daha fazla öðrencinin aydýnlanacaðý düþlerini kuruyordu.

Baþ söylemi þuydu:

"Her þeye raðmen çalýþýn, diriliðinizi, ülkücülüðünüzü yitirmeyin. Kötü kiþilere kýzýp da memleketinize küsmeyin."

Tonguç için Türk Pestalozzisi derler (not:

Johann Heinrich Pestalozzi, Ýsviçreli eðitim reformcusudur.. Zürih Üniversitesinde eðitim görmüþ ve sosyal reformlarla alakadar olmuþ- tur. Politikada söz sahibi olunca bir müddet fakirlere yardým etmeyi gaye edinmiþ fakat daha sonra bundan vazgeçerek, toplumun yüceltilmesi için eðitime aðýrlýk verilmesi fikrini savunmaya baþlamýþtýr.) aslýnda ona çaðdaþ Türk Prometesi

demek gerekir. (not: Promete, ilk uygarlýðýn öncüsüdür. Mitolojiye göre, Tanrý Zeus, balçýktan yaratýlan insana can vermek için gökyüzünden ateþi çalan Promete'yi ibret verici bir þekilde cezalandýrýr. Bunun için de her sabah bir kartal gelerek Kafkas daðlarýnda bir kayaya baðlanmýþ olan Promete'nin ciðer- lerini söker ve yer; ama Promete ' nin ciðer- leri her gece yeniden eski hâline gelir. Bir gün kahramanlýðý ile ünlü Herkül çýka gelir

(22)

20

ve her sabah Promete ' nin ciðerlerini söküp yiyen kartalý öldürerek bu uzayýp giden dehþet verici iþkenceye son verir. Böylelikle insanlýða ateþ ve ýþýk getiren Promete iþkenceden kurtulur, insanlýk ise ilkellikten uygarlýða adýmýný atar. O gün bugündür Promete daima insanlýk uðruna çile çeken ve bu uðurda her türlü eziyete katlananlarýn;

Tanrý Zeus ise zulmün, haksýzlýðýn, keyfiliðin ve zorbalýðýn timsali olarak hatýrlanmak- tadýr...) On yýlý seferberlik halinde olmak üzere yaþamý boyunca, acý çeken Anadolu köylüsüne ýþýk götürmek için savaþmýþtýr. On yýllýk Genel Müdürlüðü döneminde altýndaki hurda ciple gitmediði köy kasaba kalmamýþtý.

Ölümünden 3 gün önce, 20 Haziran 1960 günü yazdýðý mektupta 27 Mayýs Devriminin coþkusu ile yeni yasa tasarýlarýnda ilköðre- timle ilgili maddeleri saptamaya çalýþtýðýný yazmaktaydý. Ulusun okutulup aydýnlatýlmasý konusu üzerinde durmadan kafa yoran, köy- den yetiþen bu aydýný minnetle anýyoruz.

Tonguç; Silistire'nin Totrakan ilçesine baðlý Tatar Atmaca köyünde 1893 yýlýnda doðmuþ.

Ailenin koyduðu ad Ýsmail, daha sonra soyadý yasasý sýrasýnda, dedesinin kendisini

küçükken çaðýrdýðý "tongucum benim" söz- lerindeki Tonguç sözcüðünü soyadý olarak yazdýracaktýr nüfusuna. Tonguç'un

Bulgaristan'da doðduðu köyün adý þimdilerde Kubadin (Sokol) olarak deðiþtirilmiþ.

Köy Enstitülü bir öðretmenin yolu bu köye düþtüðünde köy okulunun her köþesinde Tonguç'un resimlerini görür ve hayretler içinde kalýr. Resimlerin altýnda þu yazý vardýr:

"Türk eðitimcisi Tonguç bu köyde doðdu"

Oysa ülkemizde bir anýtý bile yok. Batýkent'te adýna açýlmýþ olan park bile bakýmsýzlýktan mezbele haline gelmiþ. Þimdilerde hâlâ var mý bilmiyorum.

Köy ilkokulunu bitirdikten sonra

Silistre'deki rüþtiyeyi de bitirecek ama babasý bu kadar okumayý oðlunun iþgücüne olan gereksinimi nedeniyle yeterli görecektir.

Annesi Vesile Haným'ýn, babasýndan gizli olarak gömleðine diktiði iki altýnla yola düþen Hakký, okumak üzere babasýnýn iznini almaksýzýn Ýstanbul yollarýna düþer. Ýstanbul kenti ona dipsiz kuyu gibi karmaþýk ve þaþýrtýcý gelir. Okumasýna yardýmcý olmasý için köyde babasýndan ismini duyduðu hemþehrisi iyiliksever bir paþanýn konaðýna ulaþýr. Paþa ona ancak parasý olan kiþilerin okuyabileceðini, isterse kendisini tramvay þirketine biletçi olarak yazdýrabileceðini söyleyerek okul yolunu kapatmaya çalýþýr.

Paþanýn yanýndan ayrýlýrken Tonguç þöyle mýrýldanýr:

"Senin gibi çýkarcýlar yüzünden babalarýmýz cahil kalmýþlar, yoksul düþmüþler. Okumak için her þeyi göze ala- caðým, ne edip edip okumanýn yolunu bula- caðým. Benim gibi zahmet çeken çocuklarýn zahmetsizce okumalarý için ömrüm oldukça çalýþacaðým. Koca Paþa! Seninle yirmi yýl sonra karþýlaþmak isterim. Yazýklar olsun senin paþalýðýna!.."

O paþa gibi niceleri, nice kara gözlüklü çýkarcý politikacýlar, kýyýmcýlar, öðretmenlere

"hain" damgasý vuran niceleri tarihin tozlu yapraklarýna gömülüp gidecek, köylü aydýný Tonguç hem halkýn gönlünde hem de dünya pedagoji tarihinde lâyýk olduðu yeri alacaktýr.

Bertold Brecht, "Öðretmene Övgü" adlý yapýtýnda þöyle der:

"Sen aç ve çýplak, al kitabý eline!

Bir silahtýr sana o, Sarýl ona baþa geç!"

Tonguç, bu silahý halkýn eline vermeyi amaçlayan bir eðitimciydi.

Tonguç, sonunda Maarif Nezaretine bir dilekçe yazar, bir fýrsatýný bularak Ýttihad-ý Terakki'nin ünlü Maarif Nazýrý Þükrü Bey'in odasýna dalar, dilekçesini uzatýr. Onun Silistireli olduðunu dilekçede okuyan Bakan, Tonguç'u kendi memleketi olan

Kastamonu'daki öðretmen okuluna gönder- meyi önerir. 4 mecidiye tutarýndaki yol

(23)

giderini de ilgili daireden alan Tonguç, I.

Dünya Savaþý'nýn ilk günlerindeki olumsuz koþullar nedeniyle trenle Adapazarý'na, oradan da yürüyerek Kastamonu'ya ulaþmak için günlerce taban teper. Kâh yayan, kâh katýr sýrtýnda sürdürülen zorlu bir yolculuk sonunda okula ulaþýr. Bir buçuk yýl kadar Kastamonu Erkek Öðretmen Okulunda öðre- nim gördükten sonra Þükrü Bey'e mektup yazarak kendisini Ýstanbul'a aldýrmasýný rica eder. Onun aklý, hep övgülerini duyduðu Ýstanbul öðretmen okulundadýr. Bakan'dan gelen olumlu yanýt üzerine Ýstanbul'a hareket eder.

Bir "Maarif Vekili" ile mektuplaþabilmek!

Bunu hiç unutmayacaktýr. Ýlerde yönetimde söz sahibi olduðu zaman, öðrencilerle, öðret- menlerle mektuplaþma yolunu açýk tutacak, onlarýn kendisine rahatça ulaþmalarýný saðla- yacaktýr.

Ýstanbul Erkek Öðretmen Okulu öðretmen diplomasýný aldýðý okul olur (1918). Ýstanbul Öðretmen Okulu dönemin en iyi öðretmen okuludur. Mustafa Satý Bey'in 1909-1911 yýl- larý arasýndaki yöneticiliði sýrasýnda giriþtiði iyileþtirme atýlýmlarý, okulu benzerlerinin üstüne çýkarmýþtýr.

Okulun öðretmen kadrosunda Ýhsan Sungu, Selim Sýrrý Tarcan, Ýhsan Þerif gibi ilerde cumhuriyet eðitiminde yararlý iþler yapacak öðretmenler vardýr. Tonguç, bu öðretmen- lerinden övgü ile sözeder:

"Adlarýný her zaman saygý ile andýðýmýz bu ülkücü insanlar bize, öðretmenlik mesleðini sevdirmiþler, hattâ daha ileri giderek, "halký bilgisizlikten, ülkeyi de içinde bulunduðu sýkýntýlý durumdan öðretmenlerin kurtaracak- larý" düþüncesini aþýlayabilmiþlerdir."

Tonguç 1918 yýlý Eylül ayýnýn sonlarýna doðru yirmi arkadaþýyla birlikte Almanya'ya gönderilir. Karlsruhe yakýnýndaki Ettlingen kasabasýnda öðretmen seminerine katýlýr.

Okuldan Tonguç'a verilmiþ kimlik belgesinde onun doðum tarihi olarak 1893 yerine 1897

yazýlmýþ. Bu deðiþikliðin, büyük olasýlýkla onun Almanya'da öðretim görebilmesi için Bakanlýkça kasten yapýlan bir yaþ küçültmesi olduðu da söylenebilir.

O yýllarda öðretmen okulu yöneticilerinin iyi öðrencilerin yetiþmeleri için bu tür olumlu yanýltmalara baþvurmalarý olaðan sayýlýrdý.

Benzer olumlu yanýltmalardan biri de Tonguç tarafýndan 1924 yýlýnda yapýlacaktýr. 1924 yýlýnda Ankara Öðretmen Okulu Müdür Yardýmcýsý iken Tonguç, Almanya'ya yollan- mak istenilen ama bir gözünde sakatlýk olan iyi bir öðrencinin gidebilmesini saðlamak için Bakanlýða yolladýðý evraka onun bu göz sakatlýðýný belirtmeyen bir fotoðrafýný yapýþtýracaktýr. Bu genç daha sonraki yýllarda Bakanlýk Müsteþarlýðýna kadar yükselecektir.

Türk öðrenciler Almanya'da iken, 1918 yýlýnýn Ekim ayýnda Kiel'deki donanma ayak- lanacak, 11 Ocak 1919 günü baþlayan iç savaþ yüzlerce devrimcinin ölümüyle sonuçlanacaktýr. Daha öðretimlerinin ilk gün- lerinde bu tür bir olayý yaþayan Türk öðren- ciler çok geçmeden anayurttan gelen

Mondros antlaþmasý haberiyle iyice yýkýlacak- lardýr. Savaþý, Almanya ile birlikte kaybeden, kaybetmiþ sayýlan Osmanlý Ýmparatorluðu'nun ödenek yoksulluðu çektiði o günlerde, Tonguç elinde fýrça ve rulo ile çeþitli badana boya iþleri yaparak karnýný doyurur. Yaptýðý iþten yüksünmediði gibi "Koþullar böyle olmasaydý yaþamýn yadsýnmaz asýl yanýný tanýyýp tatmaktan yoksun kalacaktým" diyerek o durumdan ders aldýðýný da ilerdeki yýllarda hep söyleyecektir. 1919 yýlý Nisan ayýnda gelen resmi yazýyla öðrenimlerine son verilen Türk öðrenciler Hamburg limanýna yanaþan Akdeniz gemisiyle ülkeye geri dönerler.

Tonguç elindeki avucundaki parayý eðitimle ilgili Almanca kitaplara yatýrýr. Pabst'ýn Çað- daþ Eðitimin Sorunlarý, E. Weitsch'in Alman Halk Yüksek Okulu Ýçin Esaslar ve Ýlkeler, Kerschensteiner'in Ýþ Okulu adlý kitaplarý bunlar arasýndadýr.

(24)

22

Yurt dýþýnda öðretim gören öðrencileri ül- keye geri getiren Akdeniz adlý gemi

Haydarpaþa'ya yanaþýrken ayný gün Bandýrma adlý bir baþka gemi de ülkenin yazgýsýný deðiþtirecek bir baþka yolcuyu 19 Mayýs 1919 günü Samsun'a çýkarmaktaydý.

O tarihten sonra Ýsmail Hakký; Eskiþehir, Konya, Adana, Ankara öðretmen okullarýnda resim-iþ öðretmenlikleri yapar.

Mustafa Kemal ve ülkü arkadaþlarý savaþýn en yoðun günlerinde, öðretimleri yarým kalan gençleri eðitmek amacýyla tekrar Almanya'ya gönderme kararý alýrlar. Tonguç ve arkadaþlarý 1921 yýlýnda Antalya limanýna yanaþan bir Ýtalyan gemisiyle yarým kalan eðitimlerini tamamlamak üzere tekrar Almanya'ya gider- ler. Yolculuk boyunca Tonguç, politika alanýnda yanlýþlarýn bataðýna sürüklenerek Mustafa Suphi ve diðer arkadaþlarýyla birlikte Sürmene açýklarýnda öldürülen Ethem Nejat gibi deðerli bir eðitimciyi anýmsar. Siyasal yaþamýn acýmasýz ortamýna bulaþmadan amaçlarýna varabilmek bir eðitimci için asýl yol olmalýdýr kararýný verir. Tüm yaþamý boyunca siyasete bulaþmama ilkesini bu yol- culukta verdiði karara borçlu olduðunu sýk sýk dile getirmiþtir.

Tonguç, 1921-1922 ders yýlýnda, Karlsruhe- Baden Güzel Sanatlar Akademisine ve Karlsruhe Beden Eðitimi Enstitüsüne devam eder. Bu öðrenimi sýrasýnda iþ eðitimi ve üre- time dönük eðitim konularý kafasýnda iyice yer eder. Ülkeye dönerken gene tüm parasýný eðitimle ilgili kitaplara ayýrýr. Ölümünden iki ay kadar önce Gazi Eðitim Enstitüsüne baðýþladýðý kitaplardan baþka þu anda Engin Tonguç'un belgeliðinde mevcut 400 kadar Almanca kitabýn büyük bölümünü bu sýrada saðladýðý sanýlýyor.

1922 yýlýnýn Haziran ayýnda Almanya'dan ayrýlan Tonguç, Avusturya üzerinden Bulgaristan'a geçer ve 30 Haziran 1922 günü Varna'dan hareketle Ýstanbul'a varýr.

Döndükten sonra Konya Erkek Öðretmen

Okulu ve Konya Lisesi resim-eliþi öðretmen- liði görevlerini üstlenir (1922-1924). Kýsa zamanda kendisini öðrencilere sevdiren bu genç öðretmen için yýllar sonra bir baþka öðretmen þunlarý yazacaktýr:

"Mistik ortamlý bir kentte, içinde mescit, imam olan bir okulda onun ders yöntemleri önemli yenilikler getirdi...Bu koþullardaki bir öðretmen okulundan idealist olduðu kadar da gerçekçi genç bir öðretmen kuyruklu bir yýldýz gibi çakýp geçecekti."

Ardýndan Ankara Erkek Öðretmen Okulu müdür yardýmcýlýðý, daha sonra Adana Erkek Öðretmen Okulunda öðretmen olarak görev yapar. 1925 yýlý Mart ayý baþýnda bakanlýkça bir kez daha Avrupa'ya gönderilecektir. Önce Ýtalya sonra Almanya, Fransa ve Ýngiltere'deki mesleki eðitim kurumlarýný inceler. Leipzig Pedagoji Enstitüsüne baðlý Ýþ Eðitimi semi- nerine katýlýr. Avrupa'da kaldýðý iki aylýk süre içerisinde Ýngiltere'deki Endüstri Meslek Okullarýný, Almanya'daki Schondorf Köyü Kýr Eðitim Yurdunu, Almanya ve Fransa'daki Deney Okullarýný gezip inceleyecektir. Bu gezisi sýrasýnda Tonguç, Münih'te ünlü eðitimci Kerschensteiner'i evinde ziyaret ede- cektir. Dönüþünü Romanya üzerinden yapacak ve köyünü, okulunu son defa ziyaret edecektir.

Gezi dönüþü Avrupa Meslek Mekteplerine Dair baþlýðý altýnda Bakanlýða verdiði inceleme raporu 1925 yýlýnda Maarif Vekâleti Mecmuasý'nýn 5. sayýsýnda yayýnlanýr.

Raporda þunlarý yazmaktadýr:

"...Ulus çoðunluðunu oluþturacak bu gele- ceðin vatandaþlarýnýn eðitimi, üretici duruma getirilmeleri hükümetlerin önemli görevleri arasýna girmiþtir. Çaðdaþ bir devlet ekonomik yaþamýn iþ cephesini üstelenmiþ vatandaþlarýn eðitimini, hukukunu çaðdaþ bir örgütlemeyle saðlamadýðý sürece, bu vatandaþlar yaþam- larýný hazýr yiyicilere satmak, en insanlýk dýþý koþullarda, kendileriyle birlikte sömürücü birçok insaný da beslemek zorunda kalacak-

(25)

lardýr."

Bu raporun, tutucu eðitimcilerle Osmanlýlýktan sýyrýlamamýþ bazý Bakanlýk yöneticilerini rahatsýz etmiþ olduðunu söyleyebiliriz... Nasýlsa böyle bir inceleme gezisi olanaðý verilmiþ bir resim-eliþi öðret- meni eðitim ve öðretim dersleri vermeye kalkýþýyor. Bir de eðitim ve toplumsal eþitsiz- likler, sömürü düzeni arasýndaki iliþkileri kur- calamak gibi tehlikeli ve eðitbilim dýþý alan- lara giriyor. Bu Ýsmail Hakký adýnýn yanýna þimdiden bir soru iþareti koymakta yarar var!.

Ýsmail Hakký, yurda döndükten sonra Ankara Öðretmen Okulu resim-eliþi öðret- menliðine yeniden atanýr. Bir denetim sýrasýn- da, Maarif Müfettiþliði yapan Cevat

Dursunoðlu gibi deðerli bir eðitimciyle tanýþýr. Uzun yýllar sürecek bir dostluk baþlar aralarýnda. Yýllar sonra, Dursunoðlu, Ýlköðre- tim Genel Müdürünü arayan Saffet Arýkan'a Tonguç'u salýk verenlerin baþýnda gelecektir

1927 yýlýnda, kendisi gibi öðretmen olan Nafia Haným ile evlenir ve ayný yýl Eliþleri Rehberi adlý ilk kitabý Arapça harflerle yayýn- lanýr. Maarif Bakanlýðý Levazým ve Ders Aletleri Müzesi Müdürü olarak göreve atanan Tonguç, 1929 yýlýnýn Ekim ayýnda, Müsteþar Kemal Zaim Sunal'la birlikte Avrupa'ya gider.

Amacý Ýtalya, Fransa, Ýsviçre, Ýngiltere, Almanya, Avusturya gibi ülkelerdeki yeni eðitim yöntemlerini incelemek, bunun yanýn- da yeni açýlacak Resim-Ýþ Bölümü içindeki iþliklerin donatýmlarýný saptamaktýr.

Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan ve Çekoslovakya üzerinden Almanya'ya gidecek, ayný yoldan 3 Aralýk'ta yurda döneceklerdir.

Ýki ay süren bu gezi sýrasýnda deneme eðitim okullarýný inceleme olanaðýný bulurlar.

Bu iþ gezisinden de Tonguç gene bir bavul dolusu kitap getirecektir. Kitaplar arasýnda Pestalozzi, Kerschensteiner, Dewey gibi iþ eðitimi öncülerinin kitaplarý olduðu kadar sosyalist, Marksist eðitimcilerin de kitaplarý vardýr. Tonguç 1930-1933 yýllarý arasýnda

yoðun bir biçimde eðitimle ilgili Almanca yazýlmýþ kitaplarý inceler.

Tonguç, 1931 yýlýnda Ankara Muallimler Birliðinin 1 numaralý yayýný olarak Kerschensteiner'in Mürebbinin Ruhu adlý kitabýnýn Türkçe çevirisini yayýnlar.

Araþtýrmacý Fay Kirby bu kitap için þunlarý söyler:

"Dar anlamýyla pedagojik olan bu eseri çevirmekle, o zamana kadar pedagog olarak tanýnan ve sayýlan zatlarýn tekelindeki alana tecavüz etmiþ olmaktaydý..."

1924-1927 yýllarý arasýnda ortaokullara resim dersi konulur ama elde bu okullara ve- rilecek resim öðretmeni yoktur. Resim-Ýþ öðretmeni yetiþtirmek üzere bir okul açýlmasý kararlaþtýrýlýr ve bu görev Tonguç'a verilir.

Tonguç, açýlacak okula öðretmen yetiþtirmek üzere, öðretmen okulu mezunlarý arasýnda sýnavla saptanacak 5 kiþinin Berlin'e resim-iþ eðitimi görmelerini saðlamak için gönde- rilmelerini önerir. Malik Aksel, Þinasi Barutçu, M. Ali Atademir, Hayrullah Örs, Ý.Hakký Uludað Berlin'e gönderilir.

1932-1933 ders yýlýnda Gazi Eðitim Enstitüsü içerisinde Resim-Ýþ Bölümü açýlýr ve Bölüm baþkanlýðýna Tonguç getirilir. Bu þubede görerek-yaparak öðrenme ilkeleri üzerinde uzun boylu araþtýrmalar yapar. 1928 yýlýnda öðretmen okulunu bitirenler arasýnda yapýlan sýnavý kazanarak yurtdýþýnda resim- eliþi öðrenmek üzere gönderilen 5 öðretmen 1932 yýlýnda eðitimlerini tamamlayarak yurda dönerler.

Resim-Eliþi Bölümü aðýrlýklý olarak iþ eðitimi ilkelerini uygulamaktadýr. Ýlerde ortaya konulacak olan Köy Enstitülerinin ilkesel hazýrlýklarý burada yapýlýr. Köy Enstitüleri konusunda doktora yapacak olan Fay Kirby bu çalýþmalarla ilgili olarak þunlarý yazacaktýr:

"Tonguç'un, Türkiye'nin eðitim yoluyla deðiþmesi sorununun deneysel yoldan çözüm- lenmesine iliþkin araþtýrmalarý Gazi Eðitim

(26)

24

Enstitüsündeki bu çalýþmalarla biçimlen- miþtir...Türkiye, eðitim sorunlarýnýn çözümü olarak Köy Enstitüleri uygulamasýný hiçbir yabancý eðitimciye borçlu deðildir. Tonguç'u þu ya da bu eðitim düþünürüne benzetmek onun büyüklüðüne bir þey katmaz... Batýnýn isim yapmýþ eðitimcileri pek uzun ömürlü olmayan birkaç deney yapmaktan öteye geçe- memiþlerdir."

O tarihlerde Gazi Eðitim Enstitüsünün bir baþka bölümü olan Pedagoji Bölümünün baþýnda Dr. Halil Fikret Kanad bulunmak- tadýr. Bölüm, Dr. Kanad'ýn eðitbilimsel görüþ- leri doðrultusunda çalýþmakta, tam bir bilgi okulu niteliði taþýmaktadýr. Türkiye'nin eðitim kurmaylarýný yetiþtirecek olan Pedagoji Bölümünün Baþkaný Kanad'a göre iþ eðitimi yalnýzca öðretmek amacýyla sýnýrlý kalmalý, temrin (alýþtýrma) niteliðini aþmamalý, hele hele üretimle hiç baðlantýlý olmamalýdýr.

Ekonomik deðer getiren, üretime dönük iþ, öðrenciyi maddeci yapar.

Hürrem Arman, yýllar sonra yazdýðý Piramidin Tabaný adlý kitabýnda þöyle diye- cektir:

"Pedagoji Bölümünde özel ve genel öðre- tim yöntemleri dersleri çok yararlý geçiyordu.

Ama bunlarda Ýsmail Hakký Bey'in anlayýþýný bulamýyorduk. Pedagoji Bölümü, Türk eðitimine bir yön vermek amacýyla bir araþtýr- ma kurumu olarak kurulmuþtu. Oysa okulun ve Pedagoji Bölümünün yurt içinde bir araþtýrmaya yöneldiði görülmüyordu."

Ne var ki Dr. Kanad'ýn kiþisel etkisi, bu bölümün bazý öðrencileri üzerinde o denli iz býrakacaktýr ki, bu etki onlarýn öðretmenlik yaþamlarýnda da sürecektir. Bu öðretmenler içerisinde Köy Enstitülerinde görev alan bazýlarýnýn Köy Enstitüleri Sistemini bir türlü kavrayamadýðý da saptanacaktýr.

1932 yýlýnda Resim-Eliþleri ve Sanat Terbiyesi adlý kitabý A. Halit Kitapevince yayýnlanýr. 1933 yýlýnda Tonguç, iki kitap yayýnlar. Birinci kitap Kerschensteiner adýný

taþýmaktadýr. Ýçinde bu ünlü eðitimcinin iþ okulu, vatandaþlýk eðitimi gibi konulardaki görüþler yer almaktadýr. Ýkinci yayýnladýðý kitap ise Ýþ ve Meslek Terbiyesi adýný taþýyor- du. Onun ilk özgün yapýtý sayýlabilecek bu kitap, sözde eðitim otoritelerine, onlarý kýzdýracak ölçüde kafa tutmaktaydý. Herhangi bir akademik saný bulunmayan, dizgesel bir eðitbilim öðrenimi görmemiþ, hattâ yüksek öðrenim gördüðü bile kuþkulu bir resim öðretmeni onlarýn alanlarýna girmiþti.

Affedilecek bir þey deðildi bu davranýþ.

Kitap, ardýndan gelecek olan Köyde Eðitim adlý kitabýn öncülü gibidir. Ýçinde üç bölüm vardýr: Ýþ kavramý, meslek kavramý, iþ ve meslek eðitiminin amaç ve görevleri. Kitap dikkatle incelendiðinde onun iþ, eðitim kavramlarýnýn Kerschensteiner ve Dewey'in anlayýþlarýndan farklý olduðu görülür. Bu kitaptaki eðitim görüþleri daha çok Pestalozzi'nin görüþlerine yakýndýr.

Ýlerdeki yýllarda uygulamaya konulacak olan Köy Enstitüleri Sisteminin uygulanmasý bakýmýndan bu kitabýn önemine ilk kez dikkati çeken de 1962 yýlýnda yaptýðý araþtýr- mada konuya eðilen araþtýrmacý Fay Kirby olacaktýr. Kirby'ye göre "okunmasý kolay olmayan bu kitaba bir bütün olarak bakýnca en sonunda Köy Enstitüleri olarak gerçek- leþen bir rüyayý anlattýðý görülür."

1933 yýlýnda Cumhuriyet'in 10. yýl kutla- malarý kapsamýnda olan Gezici Eðitim Sergisiyle, Cumhuriyetin eðitim atýlýmlarý iki ay boyu sürecek bir tren gezisiyle Anadolu'ya tanýtýlmak istenilir. Serginin tüm hazýrlýklarýný bu bölümün öðretmen ve öðrencileri üstlenir- ler. 21 Nisan-4 Haziran tarihleri arasýnda Ankara-Kayseri-Sivas-Amasya ve Samsun tren yolu üzerindeki küçüklü büyüklü tüm istasyonlarda durmak üzere bir tren gezisi yapýlýr. Bu geziye Hakký Tonguç, Ferit Oðuz Bayýr, R. Þemsettin Sirer, Sadri Ertem eðitim- ci olarak katýlýrlar. Gezici sergi aracýlýðýyla Tonguç, deðiþik yerlerdeki öðretmenlerin

(27)

sorunlarýnýn üzerine eðilmek olanaðý yanýnda, birlikte geziye çýktýðý eðitimci arkadaþlarýný da daha yakýndan tanýma olanaðý bulur.

Ýlerdeki çalýþmalarýnda bu tanýdýðý kiþilerden iþe yarayanlarý ayýracak ve onlarýn eðitim bil- gilerinden Enstitüler Sisteminde yarar- lanacaktýr.

Tren yolculuðu sýrasýnda eðitimciler arasýn- da eðitim konularýyla ilgili çeþitli düþünceler ortaya sürülür ve tartýþýlýr. R.Þemsettin Sirer ile Ferit Oðuz Bayýr arasýnda karþýt görüþler ortaya çýkmýþtýr. Tonguç ortaya sürülen düþüncelerden Bayýr'ýn yaklaþýmlarýný ken- dince daha doðru bulmakla birlikte bu konuda bir yorumda bulunmaz. Ýlerde göreve

geldiðinde Ýlköðretim Þube Müdürlüðünün baþýna Ferit Oðuz Bayýr'ý getirmekte yarar görecektir.

1934 yýlýnda meslektaþý R.Þemsettin Sirer'le birlikte çevirisini yaptýklarý Almanya Maarifi adlý kitap Devlet Matbaasýnca basýlýr.

Bu çalýþma, doðalarý deðiþik iki meslektaþýn birbirlerini daha iyi tanýmalarýna neden olur.

Çaðdaþ ve gerçekçi düþünce yapýlarýna kolay- ca uyum gösteren Tonguç'a karþýn Sirer hep kuþkucu ve kararsýz olacak ve günü geldiðinde de için için kýzdýðý ya da kýskandýðý bu meslektaþý için "kendine özgü tehlikeli düþünceleri var" diyecek, halk için kalýcý birþey yapamamanýn verdiði eziklikle sadece Tonguç'a deðil onun en önemli eseri olan Köy Enstitülerine de düþman kesilecek- tir.

Almanya Maarifi adlý çalýþmanýn tümünün Tonguç'un elinden çýktýðý bellidir zira, R.

Þemsettin Sirer'in bu kitap dýþýnda Milli Eðitimle ilgili ciddi hiçbir yapýtý yoktur.

Köy Enstitülerinin kurucusu Ýsmail Hakký Tonguç'un yaþam öyküsüne özellikle Köy Enstitülerinin kuruluþunda verdiði çabalara, eðitim konusundaki düþüncelerine gelecek sayýlarýmýzda da devam edeceðiz.

(28)

A s t r a l S e y a h a t l e r

Çeviren ve Derleyen: Zuhal Voigt

Yaþarken Bedeni

Terkedip Dönmek

(29)

Ýnsan yaþamý efsaneler, masallar, rivayetlerle örülmüþtür. Geçmiþte yaþamýþ kiþilere atfedilen davranýþlar, özellikler, mucizevi vasýflar, nesilden nesile aktarýlýp, belleklerde saklanýr, konuþulur dururlar.

Bu kiþilerin kimi peygamberdir, kimi ermiþ diye anýlýr, bazýlarý bilge veya kut- sal kiþi diye. Deniz üzerinde yürüyenler, kurtla kuþla konuþanlar, hastalarý bir dokunuþla iyi edip, ölmüþleri diriltenler, ayný anda birkaç yerde birden görülenler.

Ýnsanlarýn çoðu bu anlatýlýp hatta kutsal kitaplarda sözü edilenlere, inançlarý öyle dediði için inanýrlar, bir kýsmý da bu tip þeyleri modern dünyanýn bilgi ve anlayýþý kapsamýna sýðmadýðý için tümden red- deder, gerçek dýþý olarak nitelerler.

Çok önceleri gerçekleþmiþ ve anlatýla yazýla günümüze eriþmiþ olan bu fenomenleri olmuþ kabul etsek veya çaðýmýzýn tartýp ölçen bilimine sýðmadýðý için reddetsek de, onlar dünya geçmiþi içindeki yerlerini korur ve var olmaya devam ederler. Çünkü belki henüz bilmediðimiz bir gerçeðe dayanmaktadýr- lar ve o gerçekleri keþfedebilmemiz için de, bilimimizin sýnýrlarýný geniþletmesi ve öðrenmeye devam etmesi gerekmektedir.

Bir Müsbet Bilimci Spritüel Yollarda

Robert A. Monroe, Amerika'da Virginia eyaletinde yaþayan bir makine ve elektronik mühendisi. Kendisi ayrýca Ohio Üniversitesinde gazetecilik de tahsil

etmiþ birisi. 1958 senesine gelindiðinde, Eyalet radyosunda metin yazarý ve prog- ram müdürü olarak çalýþmakta ve eþi ve çocuklarýyla normal bir yaþam sürmekte.

Ayrýca kendisine ait radyo kanallarý ve bir TV vericisi var. Yani yaþamý hemen her baþarýlý bir iþ adamýnýn yaþamý gibi düzgün ve yolunda. Yaptýðý tek norm dýþý faaliyet, evinde kurduðu bir ses laboratu- varýnda, uykuda öðrenme konusunu ken- di üzerinde yaptýðý deneylerle araþtýrmak.

Bir pazar günü, bir zaman, yine labo- ratuvarýnda, kendi doldurduðu ses band- larýyla çalýþýr. Yaptýðý deneme, tamamen izole edilmiþ odada, sadece tek bir kulaðý üzerinden gelen sesi dinlemeye ve diðer duyu organlarýný kapatmaya yöneliktir.

Bu þekilde gelen bilgiyi hafýzasýna kay- detmeye çalýþýr. Bu denemeden hemen bir saat kadar sonra, göðüs kafesinde, diyafram yöresinde ortaya çýkan þiddetli bir aðrýyla sarsýlýr. Önce bir gýda

zehirlenmesi zanneder ama aile fertleri onunla ayný þeyleri yemiþtir ve herkes saðlýklýdýr. Sancý kesilmediðinden, tele- fonla bir doktor bulmaya çalýþýr ama tatil gününde kimseyi yerinde bulamaz. Aldýðý ilaçlar tesir etmez. Bütün gün bu þiddetli sancýyý çektikten sonra nihayet gece- yarýsý, bitkin halde uykuya dalar. Ertesi günü sancý geçmiþtir ve yerinde þiddetli bir adale tutukluðu býrakmýþtýr.

Kendisi daha sonra bunu, baþka türlü izah edemediðinden, "sihirli deðneðin ilk dokunuþu" olarak tanýmlýyor.

Üç hafta sonra biraz dinlenmek için uzandýðý kanapede, göðün kuzey tarafýn-

(30)

28

dan sarý bir ýþýk demetinin üzerine doðru geldiðini görür. Bu ýþýk kendisine ulaþtýðýnda, tüm bedeni sarsýlmaya ve titreþmeye baþlar. Kendisini sarmalayan görünmez baðlara karþý savaþarak yerinden doðrulmaya çalýþýr. Nihayet oturabilir ve titreþimler durur.

Korkmuþtur, aklýna sara nöbetlerinden, beyin tümörlerine kadar çeþitli hastalýklar gelir. Ama olay sýrasýnda bir an bile bi- lincini kaybetmemiþ, evdeki gürültüleri iþitmiþ, her þeyi normal görmeye devam etmiþtir. Endiþe içinde doktoruna koþar.

Onu esaslý bir muayeneden geçiren dok- tor, hiçbir saðlýk sorunu bulunmadýðýný bildirip, belki fazlaca çalýþtýðýný, biraz dinlenmesini salýk verir.

Sonraki günlerde, bu durum baþýna daha sýk gelmeye baþlar. Titreþimler sýrasýnda bedeninin, baþýndan ayaklarýna gidip sonra yine baþýna dönen ve kývýl- cýmlar saçan bir elektrik çemberinin içinde kaldýðýný farkeder. Fiziki bir sorun olmadýðýndan, Monroe bunun bir çeþit halisünasyon olduðunu düþünür. Tanýdýk bir psikiyatra danýþýr. Psikiyatr Dr.

Bradshaw durumunun herhangi bir hastalýk þemasýna uymadýðýný, olayý taki- betmesini söyler. Monroe yavaþ yavaþ titreþimlere alýþýr. Geldiklerinde paniðe kapýlmaz, merakla baþka neler olacaðýný beklemeye baþlar.

Yine yataðýnda yatarak tüm bedenini sarsan titreþimleri takibettiði bir gece, yataktan yere sarkýttýðý sað elinin, halý içinden geçerek zemine ulaþtýðýný, kolunu uzattýkça zeminden de iki kat arasýna gi- rerek, oradaki tahta talaþlarýna ve çivilere

dokunduðunu hisseder. Bir baþka gecede de, kendisini birdenbire sýrtý tavana da- yalý vaziyette bulur. Aþaðýya baktýðýnda, yatakta yatan karýsýný ve onun yanýnda uzanmýþ kendi bedenini görür. Öldüðü korkusuyla kendisini aþaðýya atar ve bir dalgýcýn suya daldýðý gibi bedenine dalar.

Farkeder ki ölmemiþtir, hâlâ yatakta yor- ganýn altýnda yatmaktadýr. Tüm azalarý normal iþlemektedirler. Yaþadýðý olayýn heyecanýyla kalkar, ev içinde dolaþýr.

Baþýna ne geldiðini anlamýþ deðildir.

Yeniden doktoruna gider. Yapýlan tahliller, çekilen rontgenler, elek-

trokardiyografiler, beyin elektrolarý fiziki açýdan saðlam bir Monroe gösterir.

Neticede içinde bulunduðu durumu aydýnlatan kiþi, o ana kadar olayý taki- betmesi için onu yüreklendiren psikiyatr Dr. Bradshaw olur. Temsil ettiði bilim dalýna çok dar bir açýdan bakmadýðý anlaþýlan Dr. Bradshaw kendisine, yaþadýðý olayýn, bir zaman için fiziki bedenden çýkmak þeklinde anlatýlabilecek bir fenomen olduðunu ve bunun doðu dinlerinde tatbik edildiðini açýklar.

Böylece, o zamana kadar sadece müs- bet ilimleri kabul etmiþ, bütün dünya anlayýþýný ve yaþam felsefesini bunun üzerine kurmuþ olan mühendis Robert A.

Monroe, yepyeni bir kavramla ve yaþam biçimiyle tanýþýr ve hayatý altüst olur.

Astral seyahat veya "Out of Body Experience" ( Beden Dýþý Deneyimleri) veya kýsaca OBE olarak tanýmlanan bu fenomene ve onun tanýnýp açýklanmasýna, sonradan tüm yaþamýný adayacak ve 1973'de Virginia'da kurmuþ olduðu

Referanslar

Benzer Belgeler

Osteokondromlu hastalarda kitle çapýnda artýþ, aðrý ve basý semptomlarý oluþmasý halinde klinik olarak malign transformasyondan þüphelenilmelidir1. Benzer klinik

Güç bir durumdan kurtulmak için canýna kýyýyorsa, kendi kiþiliðini daha rahat ve iyi bir yaþam için sadece bir araç olarak görüyor demektir ki, bu da ahlâk yasasýna

Maddi sýkýntýlar ile boðuþmakta olan ve banka hesabýn- da para olmayan ama bolluk içinde olduðunu, günlük yaþamý bakýmýndan endiþeleri olmadýðýný ve bunu hak etmiþ

Kanser hastasý olmak sanki benim suçummuþ gibi, bana harcadýðý her saniye için ondan özür

Öğrenciler, takım içinde, birbirlerine öğretme işlemleri sona erdikten sonra bireysel olarak tüm konuları içeren küçük bir sınava girerler.. Bu sınavdan bireysel

Zaten -flu dok- torlar sigara içmese, flu ö¤retmenler sigara içmese, hele ana- babalar sigara içmese benim körpecik yavrular›m niye sigara iç- sinler ki.. Sigara içme

Antipsikotik ilaç tedavisi altýndaki þizofreni hastalarý için entegratif bir yaþam niteliði modeli (Çok boyutlu sirküler model): Awad ve arkadaþlarýnýn (1997) modelinde,

Şairin eserlerinde bulduğum “Millî,, olmak vasfım evvelâ şöylece izah ede­ yim: İçinde yaşadığı cemiyetin haya­ tım tipik hususiyetlerde canlandıran yerli