Metanet Akif'in bama
görünen portresi
Yazan:
Refik A h m e t S e v e n g i l
Mehmet A ldf
Evvelki akşam zarif ve edip dostum,! hekim ve hakim Şükrü Kâmil'le soh - bet ediyorduk; bir aralık durup durur ken bahsi değiştiren muhatabım:
— Mehmet Akif ten ne haber? Dedi.
— Birkaç gün önce Hüseyin Siyret bahsetti. Hasta ümitsizmiş; ziyaretine gidenleri tanmryorm uş!
Dedim. Karşılıklı hayıflandık; ne za- mandanberi beklenen kara haberi işit mekte biraz daha gecikmiş olmayı hü zünle istiyerek sustuk. Masanm üstün de duran saat yirmiyi gösteriyordu.
Gece eve döndüm, biraz sonra
tele-ustabğı ilk bak-şta göze çarpıyordu; dış mükemmelliği bir edebiyat eeeri için el bette iyi bir takdimdir; fakat bu şekil güzelliğinin arkasında asıl insanı saran heyecanlan ölçüye sığmıyan engin bir ruhun çarpıntılı musikisiydi. Mehmet Akif’i okuyan adam, herşeyden önce “Büyük bir şair,, le karşı karşıya oldu ğunu kabul etmek ve san’atin inşam çekip götüren kudretine teslim olmak vaziyetindedir.
“Safahat,, m yedi cildini baştan aşa ğıya kadar saran hava içinde şaire şa irlik vasfını kazandırmış bir tapu senedi gibi dalgalanan heyecan, hangi menba- lardan kuvvet almaktadır?
Akif’in şiirlerinde başl ca üç vasfın hâkimiyeti göze çarpar:
1 — İçtimaî. 2 — Millî. 3 — Dinî.
Şair, içinde yaşadığı cemiyetin man zaralarım fevkalâde kuvvetli bir mahallî renkle tasvir etmiştir. Istanbulun fakir ve orta halli sınıfı, bu şiirlerde maddî ve manevî hayatının bütün akışile canlı, kuvvetli, elle tutulur, gözle görülür bir şekilde yaşar, dolaşır, düşünür, konuşur, ağlar.
Mehmet Akif, san’atin İçtimaî bir kıymet olduğunu bilen bir adamdır. Ona nazaran san’at, kökü cemiyetin içinde olan bir varlıktır ve san’atkârın duygu ve düşüncelerini cemiyete aşılamak için kudretli bir vasıtadır.
Mehmet Akif’in halka aşılamağa çalıştığı esas fikir nedir?
fonda Ömer Rıza Doğrul’un boğuk ve muztar'o sesi beni arryordu:
— Üstadı kaybettik.
Dedi. ... , ■
Heyhat, o, yedi aydır Şişli Sıhhat yurdunda, sonra Alemdağmdaki köşkte ve nihayet Beyoğlunda Mısır apartıma- ırnda hergün ölümle pençeleşirken za man bizi onun acı ölümü haberine hazır lıyor muydu, nedir? Sâkin bir ıztırap içinde sordum:
— Nerede, saat kaçta ?
— Mrsır apartımanında, saat yirmi yi çeyrek geçe...
Tesadüfün bu garip cilvesine hiç bir h u s rü mana vermiyorum; biz doktor Şükrü Kâmil’le Akif için yanıp yakılır ken o ayni dakikalarda gözlerini artık bir daha açmamak üzere yummakta imiş!
Ve nihayet işte Üniversite talebesi nin kadir bilen değerli elleri üstünde şerefli bir tabut, Edirnekapıya doğru süzülüp gitti. İstiklâl marşı şairi, bu gün şehitlikte inan ve iftiharla dolu bir göğüs gibi kabarm-ş taze bir toprak yı ğınından ibarettir ve gençliğin İstiklâl marşım söyliyen sağlam sesi bu meza rın üstünde bir saygı musikisile yükse lip yankılanıyor.
Günler geçecek ve biz yedinci Safa hatın mukaddimesindeki son mısraları hatırlıyacağız:
Y oktur elemimden şu sağır kubbede bir is; ''tiler Safahatım daki hüsran bile sessiz!
* ¥ ¥
Benim yetişme senelerim, Mehmet Akifin Tevfik Fikrete Amerikan mekte binde vazife aldı diye çattığı ve o yüz den birçok kimselerin Akife şiddetli hücumlarda bulunduğu yıllara rastge- lir. Onun adım ilk defa bu münasebetle duydum. Tevfik Fikreti o sıralarda hiç bir fikrî esaretin gölgesini taşımıyan, yeni, hür ve ileri bir hayatın özlentisini terennüm etmiş bir adam olarak ideal sayıyordum; kendisini yakından tanı madığım, hattâ görmediğim halde eser lerinin ve bilhassa bu «serlerdeki kah raman teceddütperver şahsiyetinin te- sirile sarılarak ona tapmıyordum.
Mehmet Akif hakkmdaki ilk intibaım,
tamamile aleyhtedir.
Seneler geçti; Mehmet Akif’in eser - Jerinî baştan sonuna kadar okudum; şa
irin arOz veznine olan hâkimiyeti, tiirk- çeyi arüz çerçevesi içinde kullanıştaki
Bugün ferdî mesâinin nedir mahsûlü,
hep hüsran.
Yasanmaz böyle tele tek; drori hâzır: devri cem'iyi;et!
v ' ’ “
\
»Şarkm asırlarca süren tevekkül, infirat, i’tizal, tenbellik, meçhul ve manevî bir kuvvetten yardım ummak ve oturmak şeklindeki tehlikeli alışkan
lığını sarsmak için uğraşan şair, tek bir manzumesinde gönül fantezisine, şahsî derdine, ferdî tahassüse yer ver miyor; şiirlerinde kütleyle meşgul ol duğunu, İçtimaî y aralan deşmeğe uğ raştığım, cemiyete kendi düşüncesine göre yol çizdiğini görüyoruz. Mehmet Akif bu sahada eşsiz bir san’atkârdir.
Şairin eserlerinde bulduğum “Millî,, olmak vasfım evvelâ şöylece izah ede yim: İçinde yaşadığı cemiyetin haya tım tipik hususiyetlerde canlandıran yerli malzeme, yerli renk, yerli koku, yerli heyecan ve ifadeyi taşıyan bir san’at elbette millîdir; Mehmet Akif- te bu unsurlar tamamen vardır. Ça nakkale ve Anadolu İstiklâl harpleri nin göğsümüzü kanatlandıran muaz zam heyecanı, ancak onun mısraların da tunçlaşarak ebediyete doğru muh teşem bir âbide halinde uzayıp gitmek imkânım buldu; bunu da hesaba kat maktan elbette geri kalmıyacağız.
Ancak burada bir noktayı göz ö- niinde bulundurmak lâzımdır:
Mehmet Akif’in milliyet telâkkisi ile bizim bugünkü düşüncelerimiz ara sında açık bir fark yok mudur? Biz milliyeti onun ve daha evvel Namık Kemal’in anladığı gibi mi anlıyoruz? Elbette değil.
Bizim milliyet telâkkimizle onun düşünceleri arasında ehemmiyetli fark vardır; fakat vatanperver Meh met Akif bir devrin haleti ru- hiyesini en iyi ve san’atkârane bir şekilde temsil eden adam olmak itibarile zamanına, muhitine göre mü nakaşa edilmeli... ve büyük Akif, sağ lığında zamanım kapamış b !r adamdı; onun nesli bütün telâkkilerile beraber göçüp gitmişti; şimdi o mazinin son san’atkâr sesi de tarihî rolünü yapıp bitirmiş olarak sönmüş bulunuyor.
Bu şiirlerin üçüncü vasfı “Dinî,, olmaktır; birçok kimseler bunu Akif- te birinci vasıf olarak sayarlar.
Fatih camii müderrislerinden İpek li hoca Tahİr efendinin oğlu, aile içir- de sağlam bir İslâm terbiyesi a’arak yetiştikten sonra yüksek tahsilini
Baytar mektebinde yaptı; böylece müsbet ilimlerle olan teması A kif’in İslâmlığım hurafelerden temizlenmiş, iyi ahlâk, İçtimaî fazilet, sağlam ve geniş bir dindaşlık sevgisi halinde bir iman kılığına bürümüştü.
Zaman geçiyor, telâkkiler değişi yor, insan cemiyetlerini idare eden hâkim düşünceler yerlerini yenilerine bırakıyordu; fakat Mehmet Akif’in bir eski zaman dervişi gibi İlâhî bir cezbeye tutulup içine kapanmış olan gözleri, etrafta olup biteni göremiyor- du. O, bir eski zaman filozofu gibi son suz bir araştırm anın heyecanına dal mıştı :
Lâmekânlarda m ısın, nerdesin ey gaip ilâh? Dönerim enfils ü âfâkı ezeldenberidir. Serpilip kubbene donmuş o ışık damla.
lan, Seni yer yer arayan yaşlarım ın izler i dir!
Bu sahada muztarip bir muhafaza kâr olarak kaldı; çünkü mazi dekoru içinde harikulâde olan Akif, istikbali görmek ve cemiyetin yürüyüş istika metlerini- çizmek vaziyetinde değildi. Halbuki Tevfik Fikret’in asıl büyük olduğu saha budur.
Seneler benim Tevfik F ikret’e olan bağlılığımı azaltmamış, fakat başlan gıçta Mehmet Akif’e karşı duyduğum fena hiss'mi tamamen gidermiştir.
Birini sevmek, ötekisini yermeği icabettirmez. Esasen san’atı İçtimaî kıymet olarak anlayışta ikisi birleşi- yorlar; ancak cemiyete san’at vasıta- sile telkin etmek istedikleri fikirlerde ayrıl Tvorl ar.
Her kıymeti kendi sahasında ölç mek lüzumunu bir kere dalıa işaret e- delim.