G O T İ K S A N ' A T I
Klâsik insanda, din ve ilim şayanı hayret bir şekilde, yekdiğerini itmam etmektedir. İlâhlar dünyası, aklî bilgilerin şehvanî bir ekidir, bun- dan başka; karanlık ve anlaşılması güç mistisizm, iptidaî dinî duygu, ilim tarafından sürülüp çıka- rıldı. Yunan ilâhları dünyasının aydınlık plâstiği, mistik duyguların karanlığından hareket ederek, emin ve yavaşça teşekkül etmiş olmasına rağmen, ilimle uyuşmakla kalmaz, onu, tamamlar.
Artık, hissî ve aklî müşahedelerle elde edilen emniyet olmadan, bu plâstik tasavvur edilemez, onlar, tetkik ve anlayış şeklinde yekdiğerini ta- mamlıyorlar.
Antromorphoisme (ilâhın insan şeklinde ta- savvuru), bilgi sahasında kendini ilimle kabul et- tirdiği gibi, dinî sahayada diğerlerinden tabiaten aeğilde, derece itibariyle farklı ve üstün bir ikti- dara yükseltilen, insandan başka bir şey olmı- yaıı, ilâhın yaratıcı kudretine karışır.
Gitgide din, artık aklî bilginin ihtiyacını te- min etmiyor, fakat, yalnız tetkik ihtiyacını temin ediyordu, böylece o, aklî, ifadesiz, üstün karakte- rini edinir.
Sanatkârane tekâmül, dinî tekâmüle ciddî olarak muvazidir, hattâ, san'at, ona ululuk ve mecafizik vasfını veriyor ve san'at ilâhların dün- yasında olduğu gibi, idealize edilmiş tabiat olu- yor.
İptidaî insan için yaratmak, sanatkâranenin ötesine, hayatın keyfî, daimî ve mutlak kıymet- ler dünyasını birleştirmekten ibarettir.
İptidaî insan, bunun için basarî intibalarm sonsuz kalabalığının keyfi ve canlı unsurlarını, mücerred ifadeci, mecburî sembollere tahvil edi- yor, onların sanatkârane niyetleri, istifade bakı- mından eşyanın doğrudan doğruya tetkikine yö- nelmez, bil'âkis, onlar, tetkikin ıstırabını yenmek, müşahedenin tesadüfi eşkâli yerine, tasvirde sa- bit şekillere varmak için dikkatle yaratıyorlardı.
Binnetice: San'atm, müsbet ve hemen hemen ilmî bir karakteri vardı. San'at, koruma şevki ta- biisinin, doğrudan doğruya bir neticesi idi, yok- sa, dünyadan ilham alarak bütün basit elemleri dindiren, bir insanlığın lüks mahsulü değildir.
İşte; insan tekamülünün bu klâsik periyodun-
(Devamı 231 de)sına İstanbulu eski hali ile asırların tozu toprağı ile bırakmasını tavsiye ediyordum. Ne büyük hata ettiğimi sonradan anladım.
Bu sırada Le Corbusier sigara ikram etmek is- tedi. Kendisine «Yeni Harman» paketini uzatarak mukabele ettim. İçmediğini fakat paketi saklayıp nefis Türk tütününü zevkle içecek olan Madame Le Corbusier'e götüreceğini söyledi. O esnada atölye şefi Andre Wogenskv içeri girdi. Beni gös- tererek kendisi iie meşgul olun, ben Türkleri çok severim, diye ilâve ederek atölyenin ortasındaki masaların birinin başına döndü.
Le Corbusier geçen sene memleketimize İzmir imar Plânı için müşavir olarak davet edilmişti.
Buraya gelişi herhangi bir piyano virtüözü, bir sahne artistinin ziyaretinden daha büyük bir hâ- dise teşkil etmesi lâzım gelirken bundan yalnız memleketimizin san'at âlemi değil mimarların kıs-
Sitenin ön cephe ,görünüşü.
mı azamı bile habersiz kaldı. Bu ziyaretten dünya- nın her tarafında olduğu gibi toplantı görüşme ve konferansla istifade etmek şöyle dursun, üstadı in- citebilecek gelişi güzel gazete neşriyatı yapıldı.
Ümit ve temenni ederim ki Türkiye için bes- lediği güzel his ve hatıraları bu son seyahatinde değişmemiş olsun.
(Baştarafı 229 da)