• Sonuç bulunamadı

12-14 yaş aralığındaki öğrencilerin bilişsel çarpıtmaları ile sosyal fobi belirti düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi -Adana ili örneği-

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "12-14 yaş aralığındaki öğrencilerin bilişsel çarpıtmaları ile sosyal fobi belirti düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi -Adana ili örneği-"

Copied!
93
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ÇAĞ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI

KAPAK

12-14 YAŞ ARALIĞINDAKİ ÖĞRENCİLERİN BİLİŞSEL ÇARPITMALARI İLE SOSYAL FOBİ BELİRTİ DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN

İNCELENMESİ -ADANA İLİ ÖRNEĞİ-

TEZİ YAZAN

Çidem VATANSEVER BULUT

TEZ DANIŞMANI

I. Tez Danışmanı: Prof. Dr. Şükrü UĞUZ TEZ DANIŞMANI

II. Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mahmut Oğuz KUTLU (Çukurova Üniversitesi)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

MERSİN, EYLÜL 2016

(2)

ONAY SAYFASI

(3)

İTHAF SAYFASI

Bu çalışmayı, insani değerleri sevgi ve güzellikle benimsemiş, bilimsel düşünmenin önemini bilen ve beceriye dönüştürme yolunda yürüyen herkese ve bu yolda gelişmekte olan canım çocuklarım ile canım öğrencilerime ithaf ediyorum…

(4)

TEŞEKKÜR

Bu çalışmada; Adana ili ortaokul 6, 7 ve 8. sınıf düzeyinde eğitim -öğretimine devam eden 12-14 yaş aralığındaki öğrencilerin Bilişsel Çarpıtmaları (Mantık Dışı İnançları) ile Sosyal Fobi belirti düzeyleri ve öğrencilerin bu özellikleriyle sahip oldukları bazı sosyo-demografik değişkenler arasındaki ilişki incelenmiştir.

Yüksek Lisans dönemi boyunca benden desteğini esirgemeyen, bilgi ve deneyimleri ile bana yol gösteren ve her zaman yanımda olan saygıdeğer danışmanım Prof. Dr. Şükrü UĞUZ’ a teşekkür ediyorum.

Tezimin istatistiki işlemlerinde ve her aşamasında bana yardımcı olan sevgili, Prof. Dr. Gülşah SEYDAOĞLU’na (Çukurova Üniv.) teşekkür ederim.

Tezimin her aşamasında yanımda olan beni yüksek lisans yapmam için teşvik edip moral ve motivasyon sağlayan ve benden yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen, Doç. Dr. Mahmut Oğuz KUTLU’ ya (Çukurova Üniv.), tez yazım sürecim boyunca soru sormaktan çekinmediğim beni sürekli destekleyen Öğr. Gör. Dr. Sinan SCHREGLMNN (Sütçü İmam Üniv.) ve bilgisini donanımını sevgiyle içtenlikle paylaşan emektar arkadaşlarıma, özellikle Şeyda SEZER, Şule DEMİRCİ ve Ç. Ü. Arş.

Gör. Sümbül YALNIZCA YILDIRIM’a teşekkür ederim. Ayrıca, tez yazma sürecim boyunca uygulamalarımda yardımcı olan tüm öğretmen arkadaşlarıma ve uygulamalara katılan öğrencilere teşekkür ederim. Sabrından, ilgisinden ve tez sürecine ilişkin sorduğum soruları titizlikle yanıtlayan bölüm sekreterimiz Aycan KOL’a teşekkür ederim.

Tez çalışmam da motivasyonumu sağlayan, sabır gerektiren bu zaman içerisinde gerekli sabrı özenle ve hassasiyet ile gösteren değerli eşim İsmail BULUT’a ve çocuklarıma çok teşekkür ederim.

Hayatım boyunca varlıklarını hep yanımda hissettiğim, sabır, hoşgörü ve başaracağıma dair inanç ile beni destekleyen, yüreklendiren canım Annem, Babam ve Kardeşlerime her birine ayrı ayrı çok teşekkür ederim.

26.09.2016 Çidem Vatansever Bulut

(5)

ÖZET

12-14 YAŞ ARALIĞINDAKİ ÖĞRENCİLERİN BİLİŞSEL ÇARPITMALARI İLE SOSYAL FOBİ BELİRTİ DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN

İNCELENMESİ -ADANA İLİ ÖRNEĞİ-

ÇİDEM VATANSEVER BULUT

Yüksek Lisans Tezi, Psikoloji Anabilim Dalı I. Tez Danışmanı: Prof. Dr. Şükrü UĞUZ

II. Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mahmut Oğuz KUTLU (Çukurova Üniv.) Eylül 2016, 93 Sayfa

Bu çalışmada ilk ergenlik dönemi (12-14 yaş) öğrencilerinde bilişsel çarpıtma düzeyi ile sosyal fobi belirti düzeyleri arasındaki ilişki ve bu düzeyleri etkileyen faktörler incelenmiştir. Adana il merkezinde eğitim alan ve basit tesadüfi örnekleme yöntemi ile çalışmaya alınan toplam 591 öğrenciden 257’si erkek, 334’ü kızdır. Ölçme araçları olarak, “Ergenler İçin Mantıkdışı İnançlar Ölçeği (EMİÖ)” ve “Çapa Çocuk ve Ergenler Sosyal Fobi Ölçeği (ÇESFÖ)” kullanılmıştır. Elde edilen bulgular incelendiğinde, EMİÖ puanları arttıkça ÇESFÖ puanlarının da arttığı görülmüştür (r=0.66). Başarı odaklı olma puanı (mantık dışı inançlar alt ölçeği) arttıkça sosyal fobi ölçeği puanlarının arttığı görülmüştür (r=0.41). Mantık dışı inanç düzeyleri azaldıkça öğrenci ortalama başarı düzeyi yükseldiği (p<0,05) görülmüştür. Anne baba tutumlarını ilgisiz olarak tanımlayan öğrencilerin ÇESFÖ puanlarının arttığı görülmüştür (p<0,05). Çalışmadan elde edilen sonuçlar; mantık dışı inanç düzeyinin yüksek olmasının sosyal fobi belirti düzeyinin de yüksek olmasına neden olabileceğini düşündürmektedir. Öğrencilerin ders başarısı, aile yapısı gibi faktörlerin mantık dışı inançlar düzeyi ve sosyal kaygı düzeyleri üzerinde etkili olduğu anlaşılmıştır.

Anahtar sözcükler: Bilişsel çarpıtmalar, mantık dışı inançlar, sosyal fobi, ilk ergenlik.

(6)

ABSTRACT

AN INVESTIGATION ON THE RELATIONSHIP OF COGNITIVE DISTORTIONS WITH SYMPTOMS OF SOCIAL PHOBIA AMONG THE

STUDENTS AGED BETWEEN 12-14 -ADANA SAMPLE-

ÇİDEM VATANSEVER BULUT Master's Thesis, Department of Psychology

I. Supervisor: Professor Dr. Şükrü UĞUZ

II. Supervisor: Assistant Professor Mahmut Oğuz KUTLU (Çukurova Üniv.) September 2016, 93 pages

In this study, the relationship of cognitive distortions levels with symptoms of social phobia levels among the students in early adolescence (12-14 years) and the factors affecting these levels were examined. Out of 591 students, who were educated in the city of Adana and selected by simple random sampling, 257 were males and 334 were females in the study. “Irrational Beliefs Scale for Adolescents (EMİÖ)" and "Çapa Social Phobia Scale for Children and Adolescents (ÇESFÖ)" were used as measurement tools. Examining the results obtained, ÇESFÖ scores were seen to increase as EMİÖ scores increased (r = 0.66). Social phobia scoreswere found to increase as the scores of being success-oriented (irrational beliefs subscale) increased (r = 0.41). Students’

average achievement levels were observed to increase as their irrational beliefs levels increased (p <0.05). ÇESFÖ scores of the students, who identified their parents’

attitudes as indifferent, were seen to increase (p <0.05). The results of the study suggested that high levels of irrational beliefs might have been the reason to high levels of social phobia. Factors such as students' academic achievements and family structure were found to be effective on levels of irrational beliefs and social anxiety.

Key words: Cognitive distortions, irrational beliefs, social phobia, early adolescence

(7)

TABLOLAR LİSTESİ

Sayfa Tablo 2.1. Sosyal Fobi ile İlgili Araştırmalar ... 22 Tablo 2.2. Bilişsel Çarpıtmalar ile İlgili Araştırmalar ... 33 Tablo 3.1. Adana İli Merkez İlçelerinden Yer Alan Ortaokul Öğrenci Sayıları ... 37 Tablo 4.1. Çalışmaya Katılan Öğrencilerin Cinsiyete Göre Tanımlayıcı Özellikleri .... 42 Tablo 4.2. Çalışmaya Alınan Öğrencilerin Yaş Gruplarına Göre Tanımlayıcı

Özellikleri ... 43 Tablo 4.3. EMIÖ Toplam, Alt puanları ve SFÖ Toplam Puanlarının Korelasyon

Analizi ... 44 Tablo 4.4. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Yaş Gruplarına Göre

Dağımı ... 45 Tablo 4.5. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Cinsiyet Gruplarına Göre

Dağımı ... 45 Tablo 4.6. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Baba Eğitim Düzeyi

Gruplarına Göre Dağımı ... 46 Tablo 4.7. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Anne Eğitim Düzeyi

Gruplarına Göre Dağımı ... 46 Tablo 4.8. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Baba Çalışma Durumu

Gruplarına Göre Dağımı ... 47 Tablo 4.9. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Anne Çalışma Durumu

Gruplarına Göre Dağımı ... 47 Tablo 4.10. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Alenin Ekonomik Durumu

Gruplarına Göre Dağımı ... 48 Tablo 4.11. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Algılanan Anne-Baba

Tutumu Gruplarına Göre Dağımı ... 49 Tablo 4.12. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Algılanan Okul Genel

Başarı Durumu Gruplarına Göre Dağımı ... 50 Tablo 4.13. EMIÖ ve SFÖ Toplam ve Alt Ölçek Puanların Öğrencilerin Son Dönem

Not Ortalaması Gruplarına Göre Dağımı ... 51

(8)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 2.1. Ergenliğin Başlama ve Bitiş Zamanı ... 11 Şekil 2.2. Sosyal Fobiklerin Geliştirdiği İnançlara İlişkin Durumu Yaşayan Bir Kimsenin Düşünce Sistemi ... 20

(9)

KISALTMALAR LİSTESİ ADDT : Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi.

ÇESFÖ : Çocuk ve Ergenlerde Sosyal Fobi Ölçeği.

DSMV-TR : Amerikan Psikiyatri Birliği

EMİÖ : Ergenler İçin Mantık Dışı İnançlar Ölçeği.

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı SAB : Sosyal Anksiyete Bozukluğu WHO : Dünya Sağlık Örgütü

YAB : Yaygın Anksiyete Bozukluğu

(10)

İÇİNDEKİLER

KAPAK ... I ONAY SAYFASI ... II İTHAF SAYFASI ... III TEŞEKKÜR ... IV ÖZET ... V ABSTRACT ... VI TABLOLAR LİSTESİ ... VII ŞEKİLLER LİSTESİ ... VIII KISALTMALAR LİSTESİ ... IX İÇİNDEKİLER ... X

BİRİNCİ BÖLÜM

1.GİRİŞ ...1

1.1. Problem Durumu ...1

1.2. Araştırmanın Amacı ...7

1.3.Önem ve Gerekçe ...8

1.4. Varsayımlar ...8

1.5. Sınırlılıklar ...9

1.6. Tanımlar ...9

İKİNCİ BÖLÜM 2. KURAMSAL TEMELLER VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR ... 10

2.1.Ergenlik Dönemi ... 10

2.2.Ergenlikte Gelişim Özellikleri... 11

2.2.1. Biyolojik Gelişim ... 12

2.2.2. Zihinsel Gelişim ... 13

2.2.3. Sosyal Gelişim ... 14

2.3. Sosyal Fobi ... 15

2.3.1. Sosyal Fobi Sıklığı ... 16

2.3.2. Sosyal Fobinin Kuramsal Açıklamaları ... 17

2.3.2.1. Psikanalitik Görüşe Göre Fobiler... 17

2.3.2.2. Sosyal Fobi Öğrenme Kuramları ... 17

(11)

2.3.2.2.1. Klasik Koşullanma Modeli ... 17

2.3.2.2.2. Mowrer’in İki-Evre Kuramı ve Kaçınma Öğrenme Modeli... 18

2.3.2.2.3. Gözlemle Öğrenme ... 18

2.3.2.3. Sosyal Fobi Bilişsel Kuram ... 18

2.3.4. Sosyal Fobi İle İlgili Araştırmalar ... 22

2.4. Bilişsel Model... 25

2.5. Akılcı Duygusal Terapi Modeli (Rational Emotive Therapy) ... 27

2.6. Bilişsel Davranışçı Terapi Modeli (Cognitive Therapy) ... 28

2.7. Otomatik Düşünceler ... 29

2.7.1. Ara İnançlar ve Kurallar ... 29

2.7.2. Temel İnançlar ... 29

2.7.3. Bilişsel Çarpıtmalar ... 30

2.7.3.1. Bilişsel Çarpıtmalar İle İlgili Araştırmalar ... 33

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. YÖNTEM... 37

3.1.Araştırma Deseni/ Modeli ... 37

3.2. Araştırmanın Evren ve Örneklemi ... 37

3.3. Veri Toplama Araçları ... 38

3.3.1. Kişisel Bilgi Formu ... 38

3.3.2. Çapa Çocuk ve Ergenler için Sosyal Fobi Ölçeği (ÇESFÖ) ... 38

3.3.3. Ergenler İçin Mantıkdışı İnançlar Ölçeği (Bireysel Düşünceler Ölçeği) (EMİÖ) ... 39

3.4.Araştırmanın Etiği ... 40

3.5. Verilerin Toplanması ... 40

3.6. İstatistiksel Analiz ... 41

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. BULGULAR VE YORUM ... 42

5. SONUÇ ve ÖNERİLER ... 52

5.1. Sonuç... 52

5.2. Öneriler ... 61

6. KAYNAKÇA ... 63

7. ÖZGEÇMİŞ ... 72

(12)

8. EKLER ... 73

8.1. Ek-1: Kişisel Bilgi Formu ... 73

8.2. Ek-2: Ergenler İçin Mantıkdışı İnançlar Ölçeği (Bireysel Düşünceler Ölçeği) (EMİÖ) ... 74

8.3. Ek-3: Çapa Çocuk ve Ergenler İçin Sosyal Fobi Ölçeği (ÇESFÖ) ... 76

8.4. Ek-4: Ölçek Kullanımı İçin İzin Talebi ve Yanıtı ... 77

8.5. Ek-5: Bilgilendirilmiş Onam Formu ... 78

8.6. Ek-6: Valilik ve İl Mili Eğitim Müdürlüğünden Alınan İzin Belgesi ... 79

8.7. Ek-7: Etik Kurul Onay Formu ... 81

(13)

BİRİNCİ BÖLÜM 1.GİRİŞ

1.1. Problem Durumu

İnsan yaşamının, yaşam evreleri dikkate alındığında, genel hatları ile çocukluk, ergenlik/gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi temel gelişim evrelerine bölünerek incelenmesi mümkündür. Steinberg (2007: 22)’e göre, 10 yaş dolayları ergenliğin başladığı, 20’li yaşlar ise sona erdiği dönemler olarak düşünülebilir. Bu şekilde ergenlik bir on yıllık döneme uzanabildiği halde, pek çok sosyal bilimci ve uygulamacı bu on yılda birçok psikolojik ve toplumsal büyümenin gerçekleştiği konusunda görüş birliği içindedir. Başka bir anlatımla aslında ergenlik yıllarını evre dizisi olarak görmek tek bir evre olarak görmekten daha anlamlıdır (Steinberg, 2007: 23).

Santrock (2014: 7) gelişim dönemleri ile ilgili süreçlerin açıklanmasında, her bir gelişim döneminin kendi içlerinde birbirinden farklı fizyolojik, psikolojik, duygusal, zihinsel ve toplumsal bazı özellikler gösterdiğini ve bu özelliklerin biyolojik, sosyo- kültürel ve kişisel faktörler yoluyla oluştuğunu anlamanın önemini belirtmiştir.

Santrock (2014: 352) ergenliği, insan yaşamı içerisinde çocukluk ve yetişkinlik arasında toplumsal, ekonomik, biyolojik, psikolojik olarak sancılı ve çalkantılı geçiş ve köprü süreci olarak tanımlamıştır. Steinberg (2007: 23) ise ergenliği alt evrelere bölerek, 10 yaşından 13’e kadar olan yaşları kapsayan aralığı erken ergenlik, 14’ten 17’ye kadar olan yaşları kapsayan aralığı orta ergenlik ve 18’den 22’ye kadar olan yaşlar aralığını da ileri ergenlik (bazen gençlik ya da beliren yetişkinlik olarak da ifade edilir) olarak tanımlamıştır. Ön ergenlik; ortalama 11-14 yaş aralığında olduğu belirtilen, bireylerin hormonal ve bedensel gelişimde ani ve hızlı biyolojik değişimlere yoğun olarak maruz kaldığı ve bu değişimler ile eş zamanlı birtakım zihinsel düşünme şeklindeki dönüşümlerin doruğundaki dönem olarak kabul edilmektedir (Santrock 2014:

354). Bir diğer isimle erinlik (puberty) dönemi olarak isimlendirilen bu dönemin, tam olarak ne zaman başlayıp ne zaman bittiğinin söylenmesinin oldukça güç olduğu belirtilse de birtakım belirtileri bulunmaktadır. Bu belirtilerin fizyolojik boyuttaki başlıca unsurları arasında cinsel olgunlaşma, boydaki ve kilodaki ani artışlar olduğu;

toplumsal açıdan yeni roller ile özdeşim çabalarına girildiği belirtilmiştir (Santrock, 2014: 354). Zihinsel açıdan ise gelişimin işaretleri olarak ergenlerin, soyut

(14)

düşünürlerken aynı zamanda mantıklı ve deneme yanılma yolu ile soruları çözümleyip, tıpkı bir bilim insanı gibi düşünme becerisi edinmeye başladıkları ortaya konmuştur.

Piaget’e göre, bu zihinsel belirtiler 11 yaş civarlarında zihinsel gelişiminin dördüncü ve son evresi olan soyut işlemler dönemine denk gelmektedir. Bir ergenin:

“Niçin ne olduğumu düşündüğümü düşünmeye başladım.” şeklindeki ifadesi bu durumu destekler nitelikte görülmektedir (Santrock, 2014: 370). Ergenler ile ilgili yapılan birçok araştırmada, ergenlerin bu döneminde türlü problemler yaşadıkları ve desteğe ihtiyaçları olduğunu belirtmiştir (Ercan, 2001: 50). Nitekim; ilk ergenlik (early adolescence) dönemi olarak kabul edilen ve 11-14 yaş aralığını kapsayan, ergenlerde kaygı, suçluluk, utanç ve depresyon gibi rahatsız edici hislerin ve duygusal patlamaların yaşandığı ve bu duruma eşlik eden bazı huysuzluk davranışlarının gözlendiği bilinmektedir (Çivitçi, 2005: 62).

Ayrıca, ergenlik döneminde; gelişimsel güçlükler olarak yaşıtları arasında popüler olamama, nitelenen okul sorunları, dış görünüş, karşı cins tarafından beğenilmeme gibi unsurların ergendeki kaygının kaynağı olabileceği belirtilmektedir (Kulaksızoğlu, 1998, Akt. Çivitçi, 2005: 62). Ergenlerin, bütün bu ani değişimler ile eş zamanlı mücadele etmek zorunda olmaları bu bireylerde bazı dezavantajlı yaşantılara neden olabilmektedir. Örneğin, psikolojik sağlığa ilişkin can sıkıntısı, pişmanlık, üzüntü gibi sağlıklı olumsuz duygular yaşamak yerine; kaygı, utangaçlık, yoğun depresif duygulanım, suçluluk, yalnızlık ve öfke gibi sağlıklı olmayan olumsuz duyguları yoğun yaşamalarına neden olabilmektedir (Ellis, 2007: 5). Pek çok açıdan değişimi bu denli hızlı ve ani yaşamakta olan ergen, bunların yanı sıra kendisini geliştirme, kimliğini bulma ve sosyal olaylar hakkında kafa yorma çabası içerisine girmektedir. Ergenlerde, akıldışı inançlara ilişkin olarak oluştuğu belirtilen negatif duyguların deneyimlendiği dönemlerden birinin de takriben 11-14 yaş aralığında olan ilk ergenlik dönemi olduğu belirtilmektedir (Vernon, 1999, Akt. 2005: Çivitçi: 62).

2011 yılı sonunda ülkemizde yapılan nüfus sayımında 74,7 milyonluk toplam nüfusun yaş aralığına bakıldığında;15-19 yaş grubundan 6,3 milyon, 20-24 yaş grubundan 6,2 milyon, 10-14 yaş grubundan da 6,6 milyon ergen ve genç olduğu tespit edilmiştir. Bu yaş kategorilerinden 10-14yaş aralığındaki bireyler, 10-24 yaş aralığındaki bireyler içinde en kalabalık grubu oluşturmaktadır (UNİCEF, 2012: 61).

Beck, 1960’lı yılların başında “Bilişisel-Davranışsal Terapi” olarak adlandırılan bir psikoterapi formu geliştirmiştir. Beck’in yaptığı bu çalışma özellikle bilişsel

(15)

çarpıtmalar ve depresyon için yapılandırılmış, kısa süreli, “şimdiki zaman odaklı” olan mevcut sorunları çözmeye ve işlevsiz (doğru olmayan ve/veya yardımı dokunmayan) düşünce ve davranışı değiştirmeye yöneliktir. Beck, bu psikoterapi şeklini geliştirdiğinde Epicetus’tan, Albert Ellis George Kelly, Karen Horney, Richard Lesarus ve Albert Bandura, Alfred Adler gibi kuramcılara kadar birkaç farklı kaynaktan faydalanmıştır (J. Beck, 2014: 2). Beck’in geliştirmiş olduğu Bilişsel Davranışçı Terapi Modelinin kuramsal varsayımı, tüm psikolojik sağlığı bozucu faktörlerin kaynağında bulunan ortak mekanizmanın patolojik olarak sorun yaşanan durum ve hareketleri etkileyen düşünce hatalarının veya işlevsel olmayan düşüncelerin oluşturduğuna işaret etmektedir. Belirtilen hatalı düşünme şeklinin mantıklı bir biçimde tekrar ele alınıp muhakeme süzgecinden geçirilmesi ve yeniden yapılandırılması ile duygu ve davranışlarda iyiye yönelik düzelmelere yol açabileceği belirtilmektedir. (J. Beck, 2001:

1). Bilişsel terapi modelinde belirlenen bazı bilişsel çarpıtmalar ise, seçici soyutlama, aşırı genelleme, kutuplaşmış düşünce, kişiselleştirme, küçültme-büyültme, zihin okuma, geleceği söyleme, felaketleştirme, etiketleme, olumsuz seçicilik, ikili düşünce, dayatma ve suçlamadır (Burns, 2013: 37). Beck’e göre (J. Beck, 2001: 2), kişilerin duygu ve düşünceleri olayları yorumlayış şekillerinden etkilenmektedir. Kişiler, hislerini oluştururlarken karşılaştıkları olayın direkt kendisinden değil olaya dair zihinlerinde gerçekleşen anlamlandırma biçiminden etkilenmektedirler. Olayın kendisinin bu duyguları belirlemediği duygusal tepkileri belirleyen şeylerin olaya yönelik yorumları olduğu belirtilmiştir. Kişinin işlevi olmayan fikirleri ve görüleri mantık süzgecinden geçirildiğinde duyguları da sıklıkla değişir. Daha kalıcı düzelmeler ise olumsuz düşünme eğiliminde olan bu bireylerin işlevsel olmayan inançlarının değiştirilmesine bağlıdır(Beck, 1976; Beck, Rush, Shaw ve Emmery, 1979, Akt. Bozkurt, 2003:61).

Beck’e göre (1967, 1976, 1984; Akt. N. Bozkurt, 2003: 61), depresyonun belirgin psikolojik semptomları, düşünmede üç seviye olarak ortaya çıkarmaktadır. Bunlar bilişsel üçlü ve düşünme süreci olarak açıklanabilir. Bireylerin kendilerini, çevresini ve geleceğini olumsuz olarak görmeleri ve değerlendirmelerinden oluşmaktadır. Beck’e göre bu üçlü, kişinin yanlış algılama ve yorumlamalarından kaynaklanmaktadır.

Depresif kişiler olumlu ve olumsuz durumlar eşit olduğunda olumsuzlukları algılama eğilimindedirler (Coyne ve Gotlip, 1983, Akt. Bozkurt, 2003: 61).

Diğer taraftan özellikle depresyonda kullanılan Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımlar kapsamında Ellis’in (1970) geliştirdiği Akılcı-Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT)

(16)

(Rational Emotive Behavior Therapy /REBT), depresyonun oluşumuna, mantıksız düşüncelerin, duygu ve davranışların neden olduğunu ortaya koymuştur. Mantıksız düşünceler daha çok temel varsayımlara ve inançlara dayanmaktadır. Kişiyi rahatsız eden hemen her duygunun üç temel akılcı olmayan inançtan biri ya da aynı anda birden çoğu ile yakından alakalı olduğunu belirtmektedir. Bu inançlardan bazıları şöyle ifade edilmektedir. Bu modelde duygusal değişimler, irrasyonel inançlardan kaynaklanmaktadır. İlk psikolojik rahatsızlık, algılanan olayların tamamen içten gelen bir duyguyla yorumlanması eğilimi olarak göz önüne alınmıştır. Bu değerlendirmede dogmatik “gerekir”, “şarttır” gibi formlarda yönlendirilmektedir. Bu şartlar psikolojik rahatsızlıkların özünü oluşturmaktadır (Akt. Bozkurt, 2003: 60).

Aslında Beck’ in Bilişsel Terapi Modelinde kavramlaştırdığı bilişsel çarpıtmalar (cognitive distortions) ile Ellis’in Akılcı- Duygusal Terapi (rational- emotive therapy) modelindeki akılcı olmayan düşünceler (irrational thinking) birbirinden çok farklı görünmemektedir (Türkçapar, 2015: 52).

Çivitçi (2006: 19), ergenlerde mantık dışı inançların sosyo-demografik değişkenlere göre incelenmesini ele aldığı çalışmasında, ilk ergenlik olarak adlandırılan erinlik dönemindeki ilköğretim ikinci kademe öğrencilerinin mantık dışı inanç düzeylerinin; algıladıkları akademik başarıya, anne-babalarının eğitim düzeyine, kardeş sayılarına ve algıladıkları anne-baba tutumlarına göre değiştiğini ortaya koymuştur.

Yaş, cinsiyet, sınıf, annelerin çalışma durumu ve aile yapısına göre ise mantıkdışı inanç düzeylerinde bir değişiklik gözlemlenmemiştir. Bu sonuçlar, aileye ait bazı etkenlerin ülkemizde de çocukların mantık dışı inançları üzerinde etkin olduğunu kanıtlar özelliktedir. Çocukların mantık dışı veya akılcı inançlarının ortaya çıkmasında aileye ilişkin niteliklerin ve ebeveynlerin çocuk yetiştirmeye dair taşıdıkları mantık dışı inançlarının belirleyici olduğu bilinen bir olgudur.

Bu yaklaşımlara göre kişinin içinde yaşadığı dünyaya, başka insanlara ve kendine yönelik akılcılıktan yoksun, gerçekçi olmayan mantık dışı düşünce ve inançları, birçok davranış bozukluğunda olduğu gibi sosyal fobinin oluşumunda da etkin roldedir (Özdikmenli-Demir, 2009: 115).

Sosyal fobi; bireyin aşağılanıp utanç duyacağı veya gülünç duruma düşeceği şekilde davranılacağından, başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceği birden çok durumdan sürekli korkma hali olarak tanımlanmıştır. Sosyal fobinin ergenlerde görülme sıklığı %5 ile % 16 arasındadır (Beidel ve vd., 2007: 47). DSMV-TR (Amerikan

(17)

Psikiyatri Birliği, 2013) tanı kriterlerine göre sosyal fobiye sahip birey, kendi için yoğun kaygı ve korku uyandıran toplumsal ortamlardan kaçınır; kaçınmadığı şartlarda da yoğun bir sıkıntı ve kaygı ile bunlara katlanır.

Anksiyete bozuklukları, her yaşam evresindeki bireyde olduğu gibi ergen ve çocuklarda da hem ergenin hem de ailesinin yaşam kalitesini ciddi seviyede etkilemektedir. Çağımızda çocuk ve ergenlerde anksiyete bozukluklarının azımsanmayacak ölçüde olduğu yapılan epidemiyolojik çalışmalarda gösterilmiştir (Durukan vd., 2011:118). Durukan ve ark. çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran hastalar aracılığıyla yaptıkları tanı dağılımı araştırmasında, sosyal fobi görülme sıklığını 12-18 yaş ergenlerde %3.1 olarak bulmuşlardır (Durukan vd., 2011:

115). Göker ve ark. yaptığı araştırmada ise çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine başvuran 25.013 kişiden 1910 olguda en az bir anksiyete bozukluğu saptanmıştır.

(%7,6) En sık olarak başka türlü adlandırılmayan (BTA) anksiyete bozukluğu, (%36,5) Yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) %29,0 ve sosyal anksiyete bozukluğu (SAB) % 9,7 olarak saptanmıştır. Bu nedenle, çocuk ve ergenlerde rastlanan anksiyete bozukluklarının erken tanı ve tedavisi önemli gözükmektedir (Göker vd., 2015: 7).

Sosyal fobi tanısı alan kişilerin sorunlarının temelinde, bilişsel yaklaşım modeline göre, bireyin sosyal durumları tehdit edici olarak yorumlama eğilimleri ile kendileri ve sosyal durumlardaki davranma biçimleri hakkında oluşturdukları bozuk bir dizi inanç (dysfunctional beliefs) bulunduğu anlaşılmaktadır. Bahsi geçen işlevi bozuk inançlar üç kategoride ele alınmaktadır: Bireyin toplumsal performans ile alakalı olan kendine koyduğu aşırı düzeyde yüksek ölçütler (herkesin onayını alma çabası gibi), toplumsal değerlendirme ile ilgili koşula bağlı inançlar (hata yaparsam reddedilebilirim gibi) ve bireyin kendine ait koşula bağlı olmayan (yetersizim, farklıyım, sıkıcıyım…) inançlarıdır (Kulaksızoğlu vd., 2009: 72).

Topçu-Aydın da (2004: 1-2), yaptıkları çalışmalarda sosyal fobi olgularında Aile-içi Yaşantıların İncelenmesini ele almışlardır. Bu çalışmada yaş, cinsiyet ve eğitim açısından eşleşmiş 45’i sosyal fobi tanısı konulmuş, 45’i tanı konulmamış toplam 90 kişiden oluşan örneklem grubu oluşturulmuştur. Bu gruplara, “Gençlik Dönemindeki Aile Sorunlarını Değerlendirme Ölçeği” uygulanmış ve bunun sonucunda sosyal fobi tanısı konulmuş grubun tanı konulmamış gruba oranla aile içindeki olumsuz yaşantılardan, stres ve stresten etkilenme puan ortalamaları anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur. Bu araştırmanın sonucunda sosyal etkinliklerde kısıtlılık ile gençlerde,

(18)

sağlıksal ve sosyal sorunların sosyal fobik davranışı yordadığı görülmüştür. Ayrıca bu çalışmada beklentilerin aksine, sosyal fobi tanısı konulmuş grupta, kadınların sosyal ilişki alanındaki korku ve kaçınma düzeyleri erkeklerinkinden farklılık göstermiştir. Son olarak, tüm grupta aile içi stres kaynakları ve bunlardan etkilenme düzeyleri ile sosyal anksiyete ve durumluk/sürekli anksiyeteleri arasında beklentilere uygun olarak anlamlı bir ilişki olduğu da bulunmuştur.

Kısacası, sosyal fobinin ilk ergenlik çağı başlangıçlı bir davranış bozukluğu olduğu bilinmektedir. Ayrıca sosyal fobinin bilişsel davranışçı yaklaşım çerçevesinde etiyolojisi incelendiğinde sosyal fobisi olan bireylerin sorunlarının kaynağında, sosyal durumları tehdit edici olarak yorumlamaya yatkınlıklarının olduğu görülmekte ve gerek kendileri gerekse sosyal durumlardaki davranma biçimleri ile ilgili bir dizi bozuk inancın (disfunctional beliefs) bulunduğu anlaşılmaktadır (Kulaksızoğlu vd., 2009: 72).

Bu bozuk inançların ilk çocukluk yıllarında oluştuğu bilinmekle beraber ilk ergenlik yıllarına da taşındığı çalışmalarla ortaya konmuştur (Çivitçi, 2005: 63). Bunun yanı sıra Piaget'in, soyut işlemler evresi olarak tanımladığı ve ilk ergenlik dönemine denk gelen bu süreç düşünüldüğünde, ergenlerin yeni akılcı veya mantıkdışı inançlar da geliştirebileceklerinin mümkün olabileceği anlaşılmaktadır (Slavin, 2013: 32). Bu nedenle ilk ergenliğin, sağlıklı olmayan olumsuz hislere yol açan mantık dışı inançlar yerine akılcı, yeni ve mantıklı inançların oluşturulması bakımından gelişimsel olarak daha avantajlı bir dönem olabileceği düşünülebilir.

Bu bağlamda araştırma konumuzun, sosyal fobi belirti düzeyleri ile mantıkdışı inançlar arasındaki ilişkinin incelemesi ve bu ilişkinin literatüre uygun biçimde seçilmiş bazı sosyo-demografik değişkenler ile açıklanabilecek şekilde tasarlanması yoluna gidilmiştir. Çocukluk ve ilk ergenlik dönemi başlangıçlı olduğu belirtilen sosyal fobi ve ergenlerde mantık dışı İnançların öğrenciler için yaşam kalitelerini bozabilecek muhtemel riskler taşıdığı ve bu risklerin giderilmesinde ya da olabilecek en az düzeye indirilmesinde gelişimsel olarak avantajlı bir dönem olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısı ile bu dönemde sorunların fark edilip öngörülmesinin oldukça önemli olduğu söylenebilir. Ayrıca bu araştırma ile öğrenciler açısından risk faktörü olduğu anlaşılan sağlıksız olumsuz (yoğun kaygı, kin gibi) duyguların sağlıklı olumsuz (üzüntü, pişmanlık gibi) duygulardan ayırt edilebilmesine olanak sağlanabileceği düşünülmektedir. Nitekim, öğrencilere yönelik risk oluşturabilecek bu faktörlere ilişkin alınabilecek önlemler hususunda bu alanda çalışan kimselerin eş güdümlü ve koordineli

(19)

bir çaba ile çalıştıkları bilinmektedir. Bu araştırmada sosyal fobi belirti düzeylerini ve ergenlerde mantık dışı inançları ölçmek için kullanılan ölçeklerin okullarda görev yapan rehber öğretmenler aracılığı ile sınıf öğretmenleri tarafından uygulanarak risk grubunda olduğu anlaşılan ve yardıma ihtiyacı olan öğrencilerin ayırt edilmeleri, böylelikle tespit edilen öğrencilerin velilerine gerekli bilgilendirmeler yapılarak profesyonel yardım alabilmeleri sağlanabilecektir.

Bu bağlamda rehber öğretmenler, sınıf öğretmenleri ve aileler, muhtemel sorunların belirti düzeylerini erkenden öngörüp öğrencileri profesyonel destek almaları için psikiyatrist ve psikologlara yönlendirecek ve çok geç kalınmadan gerekli önlemlerin alınarak bu sorunların çözümünde hız kazanılmasını sağlayabileceklerdir.

Böylelikle öğrencilere daha sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilme, daha iyi düzeyde akademik başarı elde edilebilme ve daha mantıklı düşünebilme becerisinin yolu açılabilecektir. Dünyada ve ülkemizde bilişsel davranışçı kuramın kavramları olan bilişsel çarpıtmalar ve mantık dışı inançlara ilişkin çeşitli değişkenleri inceleyen pek çok araştırmaya rastlanmış, ancak sosyal fobi belirti düzeyleri ile mantıkdışı inançlar arasındaki ilişkiyi ölçmek amacı ile kullandığımız ölçekleri birlikte aynı tasarımda kullanarak inceleyen bir araştırmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle böyle bir çalışma tasarımı planlanarak alan yazına katkı sağlayabileceği düşünülmüştür.

1.2. Araştırmanın Amacı

Bu araştırmada genel amaç; ortaokul 6, 7 ve 8. sınıf düzeyinde eğitim - öğretimine devam eden 12-14 yaş aralığındaki öğrencilerin Bilişsel Çarpıtmaları (Mantık Dışı İnançları) ile Sosyal Fobi belirti düzeyleri ve öğrencilerin bu özellikleriyle sahip oldukları bazı sosyo-demografik değişkenler arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.

Bu genel amaç temelinde araştırmada aşağıda sıralanan sorulara (alt amaçlara) cevap aranacaktır;

1) Öğrencilerin sosyal fobi ölçeği puan ortalamaları ile ergenlerde mantıkdışı inançlar tam ölçek puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

2) Öğrencilerin sosyal fobi ölçeği puan ortalamaları ile ergenlerde mantık dışı inançlar alt ölçek puanları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

3) Öğrencilerin bazı sosyo-demografik değişkenler ve sosyal fobi ölçek puanları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

(20)

4) Öğrencilerin bazı sosyo-demografik değişkenleri ve ergenlerde mantık dışı inançlar ölçek puanları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

5) Öğrencilerin bazı sosyo-demografik değişkenleri ve EMİO alt ölçek puanları ile arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

1.3. Önem ve Gerekçe

Yurdumuzda çocuk ve ergenlerin gerek mantık dışı inançlarını gerekse de sosyal fobi belirti düzeylerini çeşitli değişkenler ile ayrı ayrı inceleyen araştırmalara rastlanmıştır (Çivitçi, 2006b: 19, Topçu-Aydın, 2004: 3) ancak sosyal fobi belirti düzeyleri ile mantıkdışı inançlar arasındaki ilişkiyi ölçmek amacı ile kullandığımız ölçekleri birlikte aynı tasarımda kullanarak aralarındaki ilişkiyi çeşitli sosyo-demografik değişkenler ile inceleyen spesifik bir araştırmaya rastlanmamıştır.

Yapılan bu araştırma ile çocukluk ve ilk ergenlik (erinlik) dönemlerinde ortaya çıktığı bazı araştırmalarla da bulgulanan Sosyal Fobi belirti düzeyleri ile Bilişsel Çarpıtmalar (mantık dışı inançlar) arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlamıştır. Bu amaç çerçevesinde ortaokul düzeyinde oluşabilecek ve daha sonra öğrencilerin tüm yaşamını etkileyebilecek muhtemel risklerin en aza indirgenmesini sağlayacak engelleyici uygulamaları teşvik etmesi bakımından önemlidir. Böylece bu konularda öğrencilerin, ailelerin ve eğitimcilerin farkındalıkları artabilecek ve bu farkındalıklar çerçevesinde risk grubunda bulunan öğrencilerin risk durumlarının azaltılması ya da giderilmesi sağlanabilecektir. Aynı zamanda bu çalışmaların eş güdümlü ve koordinasyon içinde gerçekleşecek olması sorunların çözümünü de hızlandırabilecektir.

Öğrencilerin, bahsi geçen bütün bu süreçleri deneyimlerken ön ergenlik evresi denilen evrede olmaları sözü edilen risklerin giderilmesi açısından gelişimsel olarak da en avantajlı dönem olması bakımından oldukça önemlidir. Yapılacak diğer çalışmalara katkı sağlaması ve kaynak oluşturması bakımından da önemli olacağı düşünülmektedir.

1.4. Varsayımlar

1) Araştırma için seçilen örneklemin evreni temsil ettiği varsayılmaktadır.

2) Öğrencilerin veri toplama araçlarına vermiş oldukları cevapların onların gerçek görüş ve düşüncelerini yansıttığı varsayılmaktadır.

3) Sosyal fobi ve mantık dışı inançlar ölçeklerinin ilişkisi arasında pozitif yönde iyi bir korelasyon olabileceği varsayılmıştır.

(21)

1.5. Sınırlılıklar

1) Bu araştırma, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Adana İl Merkezinde bulunan resmi ortaokul öğrencilerinin görüş ve düşünceleriyle sınırlıdır.

2) Araştırma resmi ortaokullarda öğrenim gören öğrencilerin veri toplama araçları olan “Çapa Çocuk ve Ergenler Sosyal Fobi Ölçeği” ve “Ergenler İçin Mantıkdışı İnançlar Ölçeğine” verilen cevaplarla sınırlıdır.

1.6. Tanımlar

Sosyal Fobi: Bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği birden çok durumdan sürekli korkma; utanç duyacağı, aşağılanacağı veya gülünç duruma düşebilecek biçimde davranma ihtimalinden korkma durumudur (Dilbaz, 1997: 18).

Mantık Dışı İnançlar: Dilek ve zorunluluk barındıran, bireyin kendine zarar vermesine ve uygun olmayan duyguların ortaya çıkmasına yol açan ve yaşam ereklerine ulaşmasını engelleyen düşüncelerdir. Kişinin karşılaştığı durumlara dair algılamasını belirleyen; olumsuz davranış ve duygulara neden olabilecek zorunlulukları, gereklilikleri barındıran mutlak değerlendirmeleridir (Çivitçi, 2003: 41).

Biliş: Bilinç akışını oluşturan sözel veya imgesel parçalara verilen addır (Türkçapar, 2015: 88).

Bilişsel Çarpıtmalar: Bilgiyi işleme sürecindeki özgün yanlıklardır. Bilginin hatalı işlenmesi neticesinde bilişsel hatalar, duruma uygun olmayan ve duygusal sıkıntıya sebebiyet veren otomatik düşüncelere neden olurlar (Burns, 2013: 25-27).

Ön Ergenlik: Ortalama 11-14 yaş aralığında olduğu belirtilen, bireylerin hormonal ve bedensel gelişimde ani ve hızlı biyolojik değişimlere yoğun olarak maruz kaldığı ve bu değişimler ile eş zamanlı birtakım zihinsel düşünme şeklindeki dönüşümlerin doruğundaki dönem olarak kabul edilmektedir (Santrock, 2014: 354).

(22)

İKİNCİ BÖLÜM

2. KURAMSAL TEMELLER VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR 2.1. Ergenlik Dönemi

Büyümek, yetişkinliğe erişmek anlamına gelen Latin kökenli ergenlik kelimesi

“yetişkinliğe doğru büyüyen” anlamındaki “adolescare” sözcüğünden türetilmiştir (Steinberg, 2007: 21). Tüm biyo-psiko-sosyal gelişim dönemleri içinde yargı tutum ve duygularda en kritik değişmelerin, gelişmelerin ve davranışlarda en göze çarpan kafa karışıklıklarının bulunduğu dönem, ergenlik dönemi olarak belirtilmektedir (Onur 1993:

465-471).

Dünya Sağlık Örgütü de (WHO), 10-19 yaş arası grubu “ergen”, 10-24 yaş aralığındaki grubu ise “genç insan” olarak adlandırmaktadır (Erbil, Divan ve Önder, 2006: 8). Ergenliği çalışan sosyal bilimcilerden Seig (Gander ve Gardiner, 1993: 404), insanda kişinin yetişkine has imtiyazların kendine verilmediğini fark ettiği an başlayan ve yetişkinin sosyal konumu ve bütün gücü toplum tarafından kişiye verildiği zaman son bulan gelişim evresi olarak tanımlamıştır. Santrock (2014: 17)’a göre, ergenlik 10- 12 yaşlarında başlayıp 18-21 yaşlarında bitmektedir. Yörükoğlu (2000: 20) ise gençlik çağını birkaç alt evreye bölerek incelemiştir. Cinsel uyanış ve hızlı büyümenin görüldüğü 12-15 yaş aralığı ilk ergenlik dönemi olarak bilinir. Bu dönem tepkilerin ve olumsuz davranışların yoğun yaşandığı evredir. 15-17 yaş arası kendine güvensizliğin ve çekingenliğin dikkat çekici olduğu delikanlılık evresidir. 17-21 yaş aralığı ise kendine güvenin ve gösterişin ağır bastığı delikanlılık evresidir.

Şekil 2.1' de Ergenliğin başlama ve bitiş zamanlarının çeşitli açılardan değerlendirilmesi görülmektedir (Steinberg, 2007: 22).

(23)

Şekil 2.1. Ergenliğin başlama ve bitiş zamanı

Kaynak: Steinberg, L. (2007). Ergenlik (1.Baskı) (F. Çok, Çev.) Ankara; İmge Kitabevi.

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi, çocukluk ile ergenlik, ergenlik ile yetişkinlik arasında sınırlar bulunmaktadır. Biyolojik açıdan bakıldığında erinliğin fizyololojik olarak tamamlanmasının önemi vurgulanırken, bir avukat yasalarla düzenlenen yaş aralıklarını, eğitimciler ise mevcut öğrencilerinin farklı yaş düzeylerini odağa alabilmektedirler (Steinberg, 2007: 22).

2.2. Ergenlikte Gelişim Özellikleri

Ergenliğin birçok yeniliğin gerçekleşmekte olduğu, geçiş için bir dizi gelişim özellikleri ve görevlerinin yaşandığı, kişinin özerklik mücadelesi verdiği güçlüklerle dolu bir gelişim dönemi olduğu yukarıdaki incelemelerle de anlaşılmaktadır. John Hill (1983, Akt. Steinberg, 2007: 23)’e göre bu gelişim dönemine önem veren şey ergen gelişimindeki üç özelliktir: erinliğin başlangıcı, daha ileri ve soyut düşünme yeteneklerinin ortaya çıkışı ile toplumda yeni rollere geçiştir. Bu üç temel değişim dizisine biyolojik, bilişsel ve toplumsal ergenliğin temel değişimleri denmektedir. Bu değişimler evrensel olarak gerçekleşmektedir. Ayrıcalık olmaksızın tüm toplumlarda bütün ergenler bu aşamalardan geçmektedir. Ergenliğin temel biyolojik bilişsel ve

Ergenliğin Sınırları ile İlgili Kuramsal Zaman Çizelgesi

Bakış Açısı Ergenliğin Ne Zaman Başladığı Ergenliğin Ne Zaman Bittiği

Biyolojik Erinliğin başlaması Cinsel açıdan üremeye hazır hale gelmek Duygusal Ana-babadan ayrılmaya başlamak Ayrı bir kimlik duygusu kazanmak

Bilişsel Daha ileri akıl yürütme becerilerinin ortaya çıkışı Üst akıl yürütme becerilerinin sağlamlaşması Kişilerarası İlginin ana-babadan, akran ilişkilerine doğru kaymaya Akranlarla yakınlık kapasitesinin gelişimi

başlaması

Toplumsal Yetişkin iş yaşamı, aile ve vatandaşlık rollerinde Yetişkin rol ve haklarının tümüyle edinilmesi gelişmeye başlaması

Eğitimsel Ortaokula giriş Resmi okul eğitiminin tamamlanması

Yasal Ergen (Juvenile) statüsünün kazanılması Çoğunluk statüsünün kazanılması

Kronolojik Belirlenen ergenlik yaşına ulaşmak Belirlenen yetişkinlik yaşına ulaşma

(örneğin, 10 yaş) (örneğin, 22 yaş)

Kültürel Geçiş törenlerine hazırlanma dönemine girmek Geçiş törenlerini tamamlamak

(24)

toplumsal geçişleri evrensel olduğu halde değişimler, bireyden bireye farklılık gösteren, mekân ve zaman içinde değişen bir toplumsal ortamda gerçekleşir. Ergen gelişiminin en önemli bağlam öğeleri ise aile, akran grubu, okullar ile iş ve serbest zaman ortamlarıdır (Steinberg, 2007: 26).

2.2.1. Biyolojik Gelişim

Ergenler, bu dönemde boyları hızla uzayıp kiloları arttığı ve hormonları oldukça hızlı çalıştığından bedensel anlamda diğer dönemlere nazaran daha hızlı bir gelişim göstermektedirler (Başaran, 1982: 43). Bir çocuk, yılda ortalama 5 cm uzarken, yaklaşık 2,5 kilo alabilmektedir. (M. Kocaoluk ve F. Kocaoluk, 1998: 264). Kızlar akranları olan erkeklere göre erinliğe daha erken girdiklerinden ağırlıkları daha hızlı artmaktadır.

Büyüme enine yönünde hızlı boyuna yönünde daha yavaş gerçekleşmektedir. Küçük kasların hızla geliştiği bir dönem olması el becerilerini geliştirmekte ve bu sayede top oynama bir enstrüman çalma, tutma becerisi, güzel yazı yazabilme gibi işlevleri verimli bir biçimde yerine getirebilmektedir. Organları ve kasları arasındaki denge ile kas, eklem ve sinir koordinasyonu sağlanmaya başlanmıştır. Dönemin sonunda hareket gelişimi ve beden arasında olgunluk düzeyi oldukça yükselmiştir. Kızlar, erkeklere nazaran fiziksel kuvvet yönünden çok büyük fark göstermeseler de erkeklerden daha geridedirler (Milli Eğitim Bakanlığı Okul İçi Beden Eğitimi Spor ve İzcilik Dairesi Başkanlığı, İlk-Orta Öğretim Kurumları Beden Eğitimi Öğretmenlerinin Ders İçi ve Ders Dışı Çalışmaları Talimatı, 1994: 87). Görme duyusu olgunluk düzeyine eriştiğinden uzun süreli yorgunluk belirtisi göstermeksizin okumalar yapabilmektedir.

Dişlerin değişimi tamamlanmıştır. Dikkat gelişimi sürmekle beraber yoğun dikkat gereken durumlarda 20-25 dakika olan odaklanma süresi, konunun ilgi alanlarında olması durumunda uzayabilmektedir. Bu dönemde bazı kızlarda erinleşme belirtileri görülür. Boyda hızlı uzama gerçekleşebilmekte bu da sosyallik sürecinde utanma duygusuna dönüşüp çok uzayabileceği ya da kısa kalabileceği korkusunun yaşanmasını mümkün kılabilmektedir (Başaran, 1982: 53). Beden ve ruh sağlığı ilişkisi dengelenmiştir. Hareketleri hızlı kavrayabilir, yorulduğunun çok farkına varmaz, kendine güveni artmıştır (Milli Eğitim Bakanlığı Okul İçi Beden Eğitimi Spor ve İzcilik Dairesi Başkanlığı, İlk-Orta Öğretim Kurumları Beden Eğitimi Öğretmenlerinin Ders İçi ve Ders Dışı Çalışmaları Talimatı, 1994: 88). Beden gelişimi ve estetiği konusunda hassas duyarlılık gelişmiştir. Oyun ve spor faaliyetleri önemli bir ilgi merkezi olmuştur.

(25)

Kızlar genellikle eğlenceli grup oyunlarını tercih ederken erkekler spor oyunlarını tercih etmektedirler. Kızlar ve erkekler ayrı oynama eğilimindedirler. Çok enerji harcadıklarından yetişkine yakın kaloriye ihtiyaç duymaktadırlar. Uyku ihtiyacı 10 -11 saattir. Devamlı öğrenme ihtiyacı içindedirler. Vakitlerinin çoğu kısmını ev dışında yaşıtlarıyla oyunlar yolu ile geçirmek isterler. Büyüklerinden anlayış ilgi bekler ve becerilerini göstermekten çokça haz alırlar. Bağışıklık sistemi açısından oldukça geliştiğinden hastalığa kapılma riski epey bir düşmüştür. Ölüm oranının düşük olduğu bir dönemdir (Milli Eğitim Bakanlığı Okul İçi Beden Eğitimi Spor ve İzcilik Dairesi Başkanlığı, İlk-Orta Öğretim Kurumları Beden Eğitimi Öğretmenlerinin Ders İçi ve Ders Dışı Çalışmaları Talimatı, 1994: 2648).

2.2.2. Zihinsel Gelişim

Kişinin kendisini çevreleyen dünyayı anlamlandırmasına ve öğrenmesine yol açan etkin düşünsel faaliyetlerinin gelişimine bilişsel gelişim denilmektedir (Senemoğlu, 2000: 39). Başaran (1982: 80)’a göre zihinsel gelişim, bireyin doğuştan getirdiği genetik zihinsel güç ve bireyin çevreden gelen uyarıcılarla etkileşimi sonucu geçirdiği yaşantılar ile temellenmektedir. Zihinsel kavramı; bilgiyi, belleği, mantık yürütebilmeyi ve problem çözebilmeyi içermektedir (Gander ve Gardiner, 1993: 153).

Piaget, 1970’te zekâya gelişim kökenli bir yorum getirmiştir. Zekânın anlaşılmasının ön koşulu olarak zihnin bilgi işleme sürecinin önemini öne sürmüştür. Piaget zekâyı çevreye intibak sağlama potansiyeli olarak tanımlamıştır. Piaget, yaptığı çalışmalar sonucunda bilişsel gelişim kuramını oluşturmuş ve bilişsel gelişimi dört evreye bölerek açıklamıştır. Bu evreleri: 1- Duyusal Motor Dönem (0-2 yaş), 2- İşlem Öncesi Dönem (2-5/6 yaş), 3)-Somut İşlemler Dönemi (6/7-11/12 yaşlar) ve 4- Soyut/Formal İşlemler Dönemi (11/12 ve sonrası) olarak adlandırılmıştır (Selçuk vd., 2003: 5). Gelişimsel yaklaşımla ilgili çalışan bir diğer isim Vytgotsky’dir. Vygotsky, Piaget’ten zihnin kendi başına oluşan bir süreç olmadığı savı ile ayrışarak çocuğun sosyal çevresi ile etkileşiminin ona problem durumlarında katkı sağladığı bilgi verdiği yönündedir. Bu yolla zekâ gelişiminin toplumsal yönüne dikkat çekmiştir. Vygotsky’e göre, kişinin belli bir gelişim seviyesinde kendi başına başarabileceği bazı davranışlar olabileceği gibi yetişkinler yardımı ile gerçekleştirebileceği davranışlar da vardır.

(26)

Vygotsky’e göre, gelişim evreleri ve dikkatle üzerinde durulması gereken özellikler aşağıdaki gibidir:

 0-2 psiko-duygusal temas

 2 yaş nesnelerin kontrolü

 3-7 yaş rol oynama ve sembolik etkinlik.

 7-11 yaş okul yaşantısındaki formal çalışmaların vurgulanması.

 12-18 yaş sosyal ilişkiler ve kariyer açılımlarının kaynaştırılması.

Piaget, zihnin bilgiyi işleme sürecini besinlerin sindirilmesine benzetmektedir (Selçuk vd., 2003: 6-9). Piaget’e göre, ergenler karşılaştıkları herhangi bir sorunu çözmek için stratejiler geliştirebilip çözümleri sistemli bir şekilde analiz edebilme becerisine 11-14 yaş grubu olan soyut işlemler döneminde erişirler. Bu beceri ise kuramsal tümdengelimle akıl yürütmeyi gerektirir. Bu dönemde ergenler, soyut düşünebilme ve analitik çıkarımlarda bulunabilme becerileri geliştiğinden karmaşık sorunları sistemli bir biçimde çözebilirler. Bu dönem 11-14 yaş grubunda başlamakta birlikte 14-15 yaş aralığında kararlılık kazanmaktadır (Santrock, 2014: 370). Bu dönemdeki bireylerin düşünmeye yöneltilmeleri bilişlerini hızlandırmaktadır. Aksi takdirde ezbere yöneltilen birey potansiyelinin önemli bir kısmını geliştirme fırsatını yaşamı boyunca yitirebilecektir (Tekeli, 2002: 27).

2.2.3. Sosyal Gelişim

Sosyal gelişim, insan yavrusunun toplumun bir üyesi olması süreci olarak açıklanmaktadır. Toplumda benzerlikleri ve farklılıkları ile birçok birey bulunmaktadır.

Sosyalleşme sürecinde genetik özelliklerin etkisi ile çevre, çocuk ve ergeni onlar da çevreyi etkilemektedirler (Kağıtçıbaşı, 2003: 325).

Psiko-sosyal kuramın öncüsü Erikson ise 12- 18 yaş aralığını kimliğe karşı kimlik karmaşası olarak tanımlamıştır. Bu dönem, sınırlarını deneyerek otorite figürleri ile bağlarını koparma ve yeni kimlik kazanma dönemi olarak ifade edilmiştir. En belirgin çatışmaları, kimliğini oluşturma işi ilgili başarısızlıklarının kimlik karmaşası ile sonuçlanabilmesidir (Corey, 2008: 76).

Ergenlikte psikososyal konularının beşi çok önemlidir. Bu konular; kendini keşfetme ve kendini anlamayı (kimlik), sağlıklı bir bağımsızlık duygusunu oluşturmayı (özerklik), başkalarıyla yakın ve özene dayalı ilişkiler oluşturmayı (yakınlık), cinsel duyguları ifade etmeyi ve başkalarıyla fiziksel temastan hoşlanmayı (cinsellik) ve

(27)

toplumun başarılı ve yetkin bireyleri olmayı (başarı) içermektedir. Bunlar ergenlikte yeni ilgiler olmadığı halde bu alanların her birindeki gelişim, ergenlik yıllarında özel bir yer tutar. Ergenlikle ilişkilendirilen bir dizi özel psiko-sosyal sorun da vardır. Bunlar arasında en önemlileri madde ve alkol kullanımı, suçluluk ve diğer dışa yönelim sorunlar ile depresyon, kaygı gibi içe yönelim sorunlarıdır. Bunun yanı sıra bu dönem, psiko-sosyal ve fiziksel açıdan oldukça ani ve hızlı değişikliklerin gerçekleştiği ve kişilik özelliklerinin büyük ölçüde gerçekleştiği evre oluşu itibari ile gelişimsel bakımdan çok kritik bir dönem olarak kabul edilmektedir (Steinberg, 2007: 23). Aile ilişkilerinin güçlü olması bireylerin daha sağlam sosyal ilişkiler kurmalarına destek sağlamaktadır (Yavuzer, 1984: 126). Ebeveynlerinin şiddetli geçimsizliği ile büyüyen bireyler iç çatışma yaşayabilme ve suça yönelebilmektedir. Bu dönemde ergenler arkadaş ilişkilerine daha bağımlıdırlar. Yetişkinlere duydukları güvensizlikler ergenlerin akran gruplarında olma ihtiyacını arttırmaktadır. Ergenlik döneminin aile içi yaşantılarında sosyal ve duygusal gereksinimlerin doyurulmamış olması, ergenlik sorunlarında artış olmasına ortam oluşturabilmektedir (Mangır ve Çağatay- Aral, 1992:

14). Araştırmacılar, bireylerin sosyal işlevlerinde ve yaşam kalitesinde önemli ölçüde zedelenmelere içe vurum bozukluklarının yol açtığını belirtmektedirler. İçe vurum bozuklukları olarak tanılanan depresyon ve anksiyete bozukluğunun yardım almaya ihtiyaç duyan çocuk ve ergenler içinde kızlarda %11,3, erkeklerde %6,7 oranında depresyon; kızlarda %12,7, erkeklerde %7,1 oranında anksiyete bozuklukları saptanmıştır (Aktepe vd., 2010: 101).

2.3. Sosyal Fobi

Sosyal fobi kavramı ilk defa diğer insanların önünde titreme, yeme içme, kızarma, konuşma ya da kusma korkusu olarak tanımlanmış ve ayırıcı özelliği olarak da bireyin diğer insanların gözünde gülünç duruma düşme korkusu olduğu vurgulanmıştır.

Son yıllarda sosyal fobi yerine daha sıklıkla sosyal anksiyete bozukluğu (SAB) terimi kullanılmaktadır. Sosyal fobi; kişinin diğer insanlar tarafından yargılanacağı birden çok durumdan sürekli korkma; utanç duyacağı, aşağılanacağı veya gülünecek duruma düşecek şekilde davranacağından korkma hali şeklinde tanımlanmıştır. Sosyal Fobi, Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) olarak da tanımlanmaktadır (Kulaksızoğlu vd., 2009: 71). Anksiyete sözcüğü Latince' de "dar geçit" anlamına gelen "angustiae"

sözcüğünden kaynaklanır ve kaygı, korku, sıkıntı (bunaltı) duygularını barındıran bir

(28)

anlamı ifade eder (Aybay, 2009: 16). İlk kez 1903’te Janet, (phobies des situations sociales); piyano çalarken, konuşurken ya da yazarken başkalarınca izlenme korkusu yaşayan hastaları tanımlamak amacıyla sosyal fobi kavramını kullanmıştır. 1966’da Marks ve Gelder’in tanımlamasına rağmen ilk kez Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın 3. Baskısında (DSMIII) yer almıştır (Dilbaz, 1997: 18). DSM-V de (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2013) tanı ölçütlerinde sosyal fobi, tanımadık insanlarla karşılaşma, başka insanların gözünün kendi üstünde olabileceği, bir ya da birden fazla toplumsal ortamda veya bir hareketi gerçekleştirdiği herhangi bir durumdan belirgin ve sürekli korku duyma hali şeklinde tanımlanmaktadır. DSMV-TR (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2013) tanı kriterlerine göre, sosyal fobiye sahip birey kendisi için yüksek kaygı oluşturan toplumsal ortamlardan kaçınır, kaçınmadığı pozisyonlarda ise yoğun bir sıkıntı ve kaygı ile bunlara katlanır. Sosyal fobilerin, kişinin dikkat merkezi olmaya veya farklı bir birey veya bireyler tarafından değersiz bulunmaya karşı gerçekleştirilen abartılmış korkuları ile ilgili olduğu düşünülmektedir (Öztürk, 2011: 255).

2.3.1. Sosyal Fobi Sıklığı

Sosyal anksiyete bozukluğunun, yaşam boyu yaygınlığına ilişkin yapılan epidemiyolojik ve toplum temelli çalışmalarda %2,4-13 arasında değişen oranlarda görüldüğü bulunmuştur. ABD’de yapılan Ulusal Eştanı Taramasında, sosyal fobinin

%13’lük görülme oranı ile majör depresif (%17) alkol bağımlılığı ve epizoddan (%14) sonra en çok karşılaşılan üçüncü psikiyatrik bozukluk olduğu bildirilmiştir (Kulaksızoğlu vd., 2009:71).

Yaygınlık oranlarının farklı oluşu araştırmalarda kullanılan tanı ölçütleri ve yöntem farklılıklarına bağlanmaktadır. Epidemiyolojik çalışmalarda sosyal anksiyete bozukluğu olanların daha çok düşük eğitim ve gelir düzeyine sahip kişiler, kadınlar, bekarlar olduğu bulgulamıştır. Klinik örneklemde ise sosyal anksiyete bozukluğunun kadın ve erkekler arasında eşit bir dağılımının olduğu görülmektedir.

Sosyal anksiyete bozukluğunun, epidemiyolojik ve klinik çalışmalarda, ortalama başlama yaşının 10’lu yaşların ortalamaları ile 20’li yaşların başları olduğu, 25 yaşından sonra başlamasının nadiren görüldüğü bildirilmiştir. Sosyal fobi başlangıç yaşı 7.3 olarak belirtilmiştir. Sosyal fobinin çocukluk evresinde ortaya çıktığını bulgulayan sosyal fobilerin 11-17 yaşlar aralığında ortaya çıkış yoğunluğunda bir artış olduğu belirtilmiştir. Ayrıca yirmili yaşlarda bu rahatsızlığın başlama sıklığının oldukça

(29)

düştüğünü ve daha da ilerleyen süreçte yok denecek miktarda azalmakta olduğunu belirtilmiştir. (Boyd vd., 1990, Akt. Özdikmenli-Demir, 2009: 102). Schneider, Johnson, Hornig, Liebowitz ve Weissman (1992, Akt. Özdikmenli-Demir, 2009:103) 18 yaş ve üzerindeki 18.000 yetişkinle gerçekleştirdikleri çalışmalarında sosyal fobinin başlangıç yaşının 13.5-15.5 yaş aralığı olduğunu belirtmişlerdir.

Bu araştırma bulgularından hareketle sosyal fobinin ergenlik dönemi başlangıçlı bir sorun olduğu söylenebilir.

2.3.2. Sosyal Fobinin Kuramsal Açıklamaları 2.3.2.1. Psikanalitik Görüşe Göre Fobiler

Psikanalitk görüşe göre fobiler, çözülmemiş ödipal çatışmaların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tür bir bozukluğu olan olgularda, anksiyete gelişmesine neden olan tehlike durumu kastrasyon tehdididir. Sinyal işlevi gören anksiyete benliği, ensest içerikli ödipal dürtülerin bilince çıkışını engellemek üzere ‘bastırma’ uygulaması için benliği uyarır. Ancak, bastırma mekanizması bu işlevini yerine getirmede bütünüyle başarılı olamayınca benliğin yardımcı savunmaları devreye sokması gerekli olur. Fobik hastalarda birinci derece kullanılan savunma mekanizması ‘yer değiştirme’dir (displacement). Fobilerde yer değiştirme, tehlikeli bir dürtünün dışarıda bu dürtüyü temsil eden özel bir duruma yansıtılması yoluyla gerçekleşmektedir. Fobik nesne ya da durum bir yandan çatışmanın birincil kaynağını temsil ederken, diğer yandan ‘yer değiştirme’ ve yanı sıra devreye girebilen ‘karşıtına çevirme’ gibi mekanizmalar, dürtüsel çatışma ile bilinçdışı özel bir anlam taşıyan korkulan durumlar arasındaki bağlantıyı gizli hale getirir. Bu şekilde uygun bir fobinin gelişmesiyle, özgürlüğün belli derecelerde kısıtlanmasına karşın, dürtüsel tehlikenin bir dış tehlike haline dönüştürülmesi ve anksiyeteden uzak kalınabilmesi mümkün olabilmektedir (Kulaksızoğlu vd., 2009: 77-78).

2.3.2.2. Sosyal Fobi Öğrenme Kuramları 2.3.2.2.1. Klasik Koşullanma Modeli

1920’de Watson ve Rayner, korku ve fobilerin ortaya çıkışını, küçük bir çocuk üzerinde yaptıkları deneylerle açıklamaya çalışmışlardır. Bu deneysel çalışmalarda küçük Albert’in gong sesiyle birlikte sıçanın varlığında, sıçanlara ve beyaz tüylü nesnelere karşı yoğun bir korku geliştirdiği bildirilmiştir. Bu ve benzeri çalışmalardan

(30)

elde edilen bulgularla, birçok kişinin korku ve fobilerinin, koşullanmış korku yanıtlarının basit bir sonucu olduğu varsayımı ortaya atılmıştır. Daha sonra yapılan araştırmalarda ise klasik olarak koşullanmış korkuların, korkuyu yaşayan kişinin anksiyete yaratan durumun dışına alınması durumunda söndüğü gözlemlenmiştir. Bu yönüyle klasik koşullanma modeli, klinik olarak sönmeden uzun yıllar süregiden fobileri açıklamakta yetersiz kalmıştır. Ayrıca, bu modele göre fobi oluşumu için gerekli olan travmatik yaşantılara birçok fobik hastada rastlanmaktadır (Kulaksızoğlu vd., 2009: 78).

2.3.2.2.2. Mowrer’in İki-Evre Kuramı ve Kaçınma Öğrenme Modeli

Bu modelde, klasik olarak koşullanmış korku yanıtları ile deneysel olarak pekiştirilmiş kaçma ve kaçınma yanıtları arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiştir. Deney hayvanlarıyla yapılan çalışmalarda, ilk evrede klasik koşullanma yoluyla anksiyete oluşturulmuş, ikinci evrede ise kaçınma yanıtları ile anksiyetenin azaltılması sağlanmıştır. Deneysel olarak tehlikeli uyarandan kaçınma ya da onu durdurma,

‘olumsuz pekiştirme’ye (anksiyetenin azaltılması) neden olmakta, böylece kaçınma davranışı güçlenerek sürmektedir. Koşullanmış kaçınma yanıtlarında sönmeye karşı görülen direnç ile gerçek yaşamda fobilerin uzun süre değişmeden kalabiliyor olması arasındaki koşutluğa dikkati çeken araştırmaların etkisiyle, kaçınma öğrenme modeli klasik koşullanma üzerinde üstünlük sağlamıştır. Bu modele göre, fobik kaçınma davranışları, hastayı fobik anksiyeteden koruma yönündeki etkilerin bir sonucu olarak pekişmekte ve sabit bir belirti olarak kalabilmektedir (Kulaksızoğlu vd., 2009: 78).

2.3.2.2.3. Gözlemle Öğrenme

Uzun yıllardan beri bazı korku ve fobilerin gözlemle öğrenilebileceği ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre, özgül durumlarda anksiyete yaşayan kişilerin gözlenmesi, gözleyenin bu durumlardan korkmasına yol açabilmektedir. Ancak, bu varsayımı destekleyen kanıtlar oldukça yetersizdir (Kulaksızoğlu vd., 2009: 79).

2.3.2.3. Sosyal Fobi Bilişsel Kuram

Sosyal Anksiyete Bozukluğu olan hastalarda olumsuz inançların nedeni, diğer bireylerin yanıtlarını gözlemlemek değil, kendilerinin nasıl göründüklerine dair diğer insanlarda bırakabilecekleri izlenimlerdir. Sosyal Anksiyete Bozukluğu olan hastalar,

(31)

gerçekte neler olup bittiği ile ilgilenmemekte, korkulan durumun meydana getirdiği kendi duygularına yoğunlaşmaktadırlar. Bu halin, utangaçlık ile sosyal anksiyete bozukluğu arasındaki başat farklılık olduğu varsayılmıştır. Utangaç kişiler, sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde görülen benzer beklentilerle sosyal etkileşimlere girebilirken, diğer insanların tepkilerini önemserler; örneğin kabul edildiklerini, rahatsız edici olmadıklarını fark etmeleri, anksiyetelerinin ve olumsuz düşüncelerinin sona ermesini sağlar. Sosyal anksiyete bozukluğu olanlar ise bu şekilde bir içsel yorumlamayı yapamazlar. Diğer insanların onları nasıl gördüğüne dair değerlendirmeye yönelmezler; çünkü bu hal, olumsuz değerlendirilme olasılığını arttıracağından tehdit unsuru olarak algılanır (Kulaksızoğlu vd., 2009: 71).

Bilişsel modele göre, sosyal fobiklerin sosyal durumları tehdit edici olarak yorumlama eğilimleri, kendileri ve sosyal durumlardaki davranma biçimleriyle ilgili bir dizi işlevi bozuk inançtan (dysfunctional beliefs) kaynaklanmaktadır. Sosyal fobiklerdeki işlevi bozuk inançlar üç kategoride incelenebilir:

1) Sosyal performans için oldukça yüksek standartlar (herkes beni onaylamalı, kimsenin anksiyete sahibi olduğumu anlamasına meydan vermemeliyim vb.)

2) Sosyal değerlendirmeyle ilgili koşula bağlı inançlar (hata yaparsam kabul edilemeyebilirim; farklı bir düşünce öne sürersem aptal olduğumu düşünürler vb.)

3) Bireyin kendiyle ilgili koşula bağlı olmayan inançlar (çekici değilim, yetersizim, farklıyım, sıkıcıyım, rahatsız edici bir insanım vb.) (Kulaksızoğlu vd., 2009:

72).

Clark ve Wells’in sosyal fobi bilişsel modeli aşağıda özetlenen bir vaka alıntısıyla anlatılacaktır:

“23 yaşında bir erkeğin kadınlar tarafından olumsuz yargılanma ve reddedilmeye ilişkin yoğun korkuları vardır. İş yerinde bir bayana ilgi duymaktadır ancak kendisiyle hiç konuşmamıştır. Birkaç gün bu konuyla yoğun zihinsel uğraştan sonra, söz konusu bayana yaklaşıp bir sohbet başlatmak ister. Ancak kendisini fazlasıyla güvensiz hisseder ve aklına ‘her zaman akıcı konuşmalıyım ve zeki görünmeliyim, böyle olmazsam diğer kişiler benim sıkıcı, garip bir insan olduğumu düşünürler’ varsayımı takılır. Dilinin tutulacağından, kontrolsüz bir heyecan yaşayacağından korkmaya başlar. Bayanın kendisini reddedeceğini ve iş ortamında rezil olacağını düşünür. Bu arada kalbinin hızla attığını, yüzünün kızardığını, terlediğini, ağzının kuruduğunu fark eder ve tüm dikkati bu belirtilere odaklanır. Konuşmasının bozulduğunu ve kekelediğini fark ederek

(32)

cümlesini bitirmeden bayanın yanından uzaklaşır. Bundan sonra da iş yerinde bu bayanla karşılaşmamak için elinden gelen her türlü tedbiri alır.” Bahsedilen öyküdeki örneklerin tekrarlanması sosyal fobik iki inanç geliştirir: a) Her seferinde aynı şeyler olacak, b) Bana aptal, anormal, işe yaramaz vb. diyecekler (Savaşır vd., 2009: 61-64).

Aşağıdaki tabloda, sosyal fobi tanısı olanların geliştirdiği inançlara ilişkin durumu yaşayan bir kimsenin düşünce sistemi görülmektedir.

Şekil 2.2. Sosyal fobiklerin geliştirdiği inançlara ilişkin durumu yaşayan bir kimsenin düşünce sistemi

Kaynak: Sosyal Fobinin Bilişsel Modeli, Clark ve Wells, 1995: 63

Yayınlarda bu inançlardan ilki “olasılık öngörüsü” ikincisi de “bedel öngörüsü”

diye adlandırılmaktadır. İncelenen bu iki temel bilişsel çarpıtmanın sosyal fobiye özgü olduğunu destekleyen bulgular çoğunluktadır. Ayrıca salt farmokaterapi almış ve

Güvenlik davranışları

Sosyal Tehdit Algısı Sosyal Durum

İlgi duyulan bayanla sohbet

başlatma

Sayıltı Tetiklemesi

Her zaman akıcı konuşmalıyım ve zeki

görünmeliyim, böyle olmazsam benim hakkımda sıkıcı, garip bir

insan diye düşünürler.

Bayanın kendisini reddetmesi ve iş ortamında rezil olma

olasılığı

Benliğin sosyal bir nesne olarak işlemlenmesi

Hızlı kalp atımı, ağız kuruması, yüz kızarması, terleme, konuşmada bozulma,

kekeleme.

Somatik ve bilişsel belirtiler konuşmada bozulma, kekeleme.

Dilim tutulacak, konuşmayacağım, heyecanımı kontrol edemeyeceğim Hızlı kalp atımı, ağız kuruması, yüz kızarması, terleme, konuşmada

bozulma, kekeleme.

Cümlesini bitirmede uzaklaşma, Bir daha karşılaşmamak için

önlem alma

(33)

sonuçta iyileşmiş sosyal fobi vakalarında yapılan ön test- son test ölçümlerinde de bu iki çekirdek bilişin olumlu yönde düzeldiği gözlenmiştir (Mc Manus vd., 2000: 201-209).

Bu ve benzeri bulgular, olasılık ve bedel öngörülerinin terapiye özgü taleplerden bağımsız ve sosyal fobiye özgü çekirdek bilişler olduğunu desteklemektedir. Bu iki çekirdek biliş batılı toplumların literatüründe sosyal fobinin temel bilişsel yapısını izahta kullanılmaktadır. Ancak biriktirici kültürlerde bireyci batılı kültürlere kıyasla sosyal kaygının ifadesi ve anlamlandırılması farklılık taşımaktadır. Ne yazık ki Türk kültüründe sosyal kaygı bozukluğu ve ilişkin bilişleri inceleyen herhangi bir araştırmaya rastlanmamaktadır (Savaşır vd., 2009: 64). Türk anne-babalarının çocuklarına sık sık kullandıkları uyarıların başında, “……yanında bizi utandırma” gelir. Ayrıca kültürümüzdeki çocuk yetiştirme geleneklerinde “ayıplama ve suçlama” hem ailelerde hem de diğer toplumsal kurumlarda sıklıkla uygulanır. Bu nedenle batı kültürlerinin örneklemleriyle sınırlı sosyal fobi bilişsel formülasyonlarında kişisel benliğin küçük düşmesi bu benliğin diğerleri tarafından yetersiz, garip ya da anormal diye yargılanmasına odaklanmak evrensel veriler açısından bir eksikliğe yol açmaktadır.

Toplumsal benliği içeren üçüncü bir çekirdek biliş kümesi sosyal fobinin bilişsel modelinin içinde yer almalıdır. “Başkalarına rahatsızlık verme” diye adlandırılan, kişinin bağlı olduğu topluluğu küçük düşürme, topluluğa utanç getirme, topluluk tarafından ret ve dışlanma kaygısını içeren bu çekirdek biliş kümesi sosyal fobinin evrensel bilişsel formülasyonuna eklenebilir. Batılı bireyci topluluklardaki sosyal fobik benliğe yönelmiş olumsuz bilişlerle uğraşırken, biriktirici toplumlarda sosyal fobik ait olduğu topluluğa olumsuz stres getirmenin suçluluğuyla baş etmeye çalışır. Birey bağımsızlığının hedeflendiği batılı toplumlardaki bilişsel formülasyonlar, karşılıklı bağlılığın norm olduğu toplumlara özgü bilişleri kapsamamaktadır. Bir diğer değişle toplumumuzda olduğu gibi, bir başkasının “kimliğinde var olma” kavramı batılı toplumlar için yabancı bir kavramdır (Savaşır vd., 2009: 63-64). Rappe ve Heinberg (1997)’de sosyal fobiyi açıklamak amacıyla ortaya koydukları bilişsel davranışçı modellerinde, sosyal fobiye sahip bireylerin çevredeki kişilerin kendilerini olumsuz değerlendirecek dışsal birer tehdit unsuru olarak değerlendirdiklerini belirtmektedirler.

Etraftaki insanların olumsuz değerlendirmelerine yönelik algılar bireyin iletişimde bulunduğu insanlardan gelen isteksizlik, sıkılma gibi tepkilere daha fazla odaklanmasına, benliğinin diğer insanlar tarafından olumsuz olarak algılandığının düşünülmesine yol açabilmektedir. Bireyin, ortaya koyduğu performansın çevresindeki

Referanslar

Benzer Belgeler

Çalışmada bankacılık sektöründe kullanılan içsel pazarlama faaliyetlerinin, çalışanların örgütsel bağlılıkları üzerindeki etkisi ve bu etkide iş tatmininin

Alan yazın taraması metodu ile yapılan çalışmada elde edilen bulgular pazardaki riskin her türlü finansal risk ile doğrudan bağlantılı olduğunu ve riskin

Sosyal Bilgiler öğretmenlerinin derslerinde eğitsel oyunlar kullanma frekansı ile mesleki kıdem değişkeni arasında uygulanan Ki Kare (X²) testinde istatistiksel

Bireylerin grup içinde yapmakla yükümlü olduğu görevlere ……… ………

Bilim Ödülü ülkemizde yaptığı çalışmalarla bilime uluslararası düzeyde önemli katkılarda bulunmuş, hayattaki bilim insanlarına, Bilim Ödülü’nün eşdeğeri

Cebrail Kısa danışmanlığında yürütülen “6-10 Yaş Aralığındaki Çocukların Sosyal Beceri Gelişim Düzeyleri İle Anne Baba Tutumları Arasındaki İlişkinin

The aim of this study was to investigate the relationship between clinical anxiety / comfort status, adequ- acy level and self-efficacy perception of pediatric clinics in

Yapılan araştırmanın odaklandığı üçüncü alt problem olan öğrencile- rin okula yönelik olumlu tutumlarını arttırmak ve olumsuz tutumlarını azaltmak için