• Sonuç bulunamadı

5. SONUÇ ve ÖNERİLER

5.1. Sonuç

Literatüre bakıldığında, daha önce bu iki ölçeğin birlikte, aynı çalışma tasarımında kullanıldığına rastlanmamıştır ancak Ellis (2007: 18), insan problemlerinin temelini birçok akılcı olmayan inanca bağlamıştır. Kültürün ve ailelerin isteklerine göre bireyler, başarıyı tercih etmektedirler. Bu gerçekleşmediğinde ise onaylanmadıklarını, hayal kırıklığına uğradıklarını ve engellenmiş hissettiklerini ifade etmektedirler. Kulaksızoğlu vd., (2009: 72), sosyal anksiyete bozukluğunun bir dizi bozuk inançtan kaynaklanan davranış biçimlerinden bahsetmektedirler. Bunlar, “hata yaparsam reddedilebilirim”, “yetersizim” gibi mantık dışı inançlardır. Belirtilen bilgiler, mantık dışı inançlar ölçeğinden alınan puanların artması ile sosyal fobi belirtilerinin de artabileceğini düşündürtmektedir. Yukarıda açıklanan kuramsal temellere dayalı olarak bu iki ölçeğin birbiriyle ilişkili olduğunu ve birbirlerini desteklediği söylenebilir. Yani bu ölçeklerden birinin arttığı gözlenirken diğerinin de artış gösterebileceği düşünülebilir.

Çalışmanın diğer bir bulgusu olan ergenlerde mantık dışı inançlar alt ölçek puanları ile sosyal fobi ölçeği ortalaması arasındaki ilişkinin sonuçlarına bakıldığında, sosyal fobi ölçeği ve ergenler için mantıkdışı inançlar alt ölçeği başarı talebi ve rahatlık talebi ölçek puanları arasında orta seviyede ve pozitif yönde korelasyon olduğu ancak sosyal fobi ölçeği ve saygı talebi arasında ise zayıf ve pozitif yönde korelasyon olduğu saptanmıştır. Kaygı bozuklukları başlığı altında incelediğimiz Sosyal Fobi ile ilgili birçok çalışma olmasına rağmen, sosyal fobi ile mantık dışı inançlar arasındaki ilişkiyi spesifik olarak inceleyen çalışmalara rastlanmamıştır ancak elde edilen bu sonuçlar, sosyal fobinin, bilişsel davranışçı kurama göre açıklamaları çerçevesinde değerlendirildiğinde, sosyal fobi tanısı olanların davranış sorunlarının kökeninde, işlevsel olmayan sayıltılar ve temel inançların bulunduğu belirtilmektedir. Bu bağlamda, sosyal fobi belirti düzeyleri ile EMİÖ başarı talebi alt ölçeği arasındaki ilişkinin orta düzeyde çıkması, bilişsel kuramın başarı talebine yönelik varsayımı ile “İlişkilerimde, sanatta, sporda veya bilimde mutlaka başarılı olmam gerektiğine ve yeteri kadar başarılı olamadığıma göre bu çok kötü ve berbat bir durumdur buna katlanamam ben değersiz ve işe yaramaz bir insanım” ile açıklanabilir. Öğrencinin geliştirdiği bu mantık dışı inanç düzeyindeki yükselmenin Bilişsel-Davranışçı kuram

açısından sosyal fobinin altında yatan nedenin sosyal fobiklerin olumsuz değerlendirileceklerine ilişkin düşünce ve inançlarına kanıt bulmak için dikkatlerini seçici olarak olumsuz durumlara yoğunlaştırmaları ve bunun sonucunda artan anksiyete durumu olarak belirtilmektedir (Sertel Berk vd., 2007: 36). Bu kuramsal çerçevenin bakış açısından düşünüldüğünde, çalışmamızda sosyal fobi belirti düzeyi ile EMİÖ alt ölçeği olan başarı talebi ölçeği arasındaki ilişki düzeyinin orta düzeyde pozitif yönde çıkabileceği düşünülebilir. Hail ve Turner (2005 Akt. Sertel Berk vd., 2007: 46) ise, yaptıkları çalışmada, sınav kaygısını sosyal fobinin bir alt tipi olarak düşünmüşlerdir. Kaldı ki ülkemizde eğitim sisteminde temel eğitimden orta öğretime geçiş sınavları yapılmakta öğrencilerin bir üst eğitim kurumuna bu yolla geçtikleri bilinmektedir. Boyacıoğlu (2010: 49) çalışmasında, öğrencilerin sınava çalışırken olumsuz düşüncelere kapılma durumuna göre mantık dışı inanç ve üç alt boyutunu karşılaştırmış ve grupların tüm puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar saptamıştır. Sınava çalışırken olumsuz düşüncelere her zaman kapılan öğrencilerin puan ortalamaları, hiçbir zaman kapılmayan nadiren ve bazen olumsuz düşüncelere kapılan öğrencilerden anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Başarı talebi alt ölçeğine göre ise, sınava çalışırken hiçbir zaman olumsuz düşüncelere kapılmayan öğrencilerin puan ortalamaları sıklıkla ve her zaman olumsuz düşüncelere kapılan öğrencilerin puanından anlamlı olarak daha düşük, nadiren olumsuz düşüncelere kapılan öğrencilerin puan ortalamaları bazen, sıklıkla ve her zaman kapılanlarınkinden anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Bu çalışmanın bulguları da olumsuz düşünmenin öğrencilerin kendilerine yönelik başarı talebindeki mantık dışı inançlarını arttırdığını destekler niteliktedir ki çalışmamızdaki sosyal fobi belirti düzeyleri ve başarı talebi alt ölçek puanı arasındaki orta düzeydeki ilişkiyi kısmen açıklar nitelikte görünmektedir. Öte yandan “Çocuklarım olmaları gerektiğini düşündüğüm biçimde olmazlarsa, bu durum benim başarısız olduğumu gösterir” (Tompson ve Rudolph, 2000, Akt. Çivitçi, 2006b: 14) tarzındaki mantık dışı inanç ülkemizde aileye ilişkin bazı faktörlerin çocuklarda mantık dışı inançlarının oluşumunda etkili olduğunu açıklamaktadır (Çivitçi2006b: 18). Anne -babanın beklentilerini ve mantık dışı inançlarını yansıtan tutum ve davranışların da çocuklarda küçük yaşlardan başlayarak anne babanın beklentilerini karşılamaya dönük mantık dışı inançlara ve mutlak bir başarı talebine dönmüş (Çivitçi, 2006b: 14) olabileceği düşünüldüğünden yine öğrencilerin sosyal kaygı düzeyleri ile başarı talebine yönelik mantık dışı inançlarını orta düzeyde, pozitif yönde etkilemiş olabilir. Aynı zamanda

Erkan (2002: 120) çalışmasında sosyal kaygı düzeyi yüksek öğrencilerin ailelerinde, sosyal kaygı düzeyleri düşük öğrencilerin ailelerine göre daha fazla otoriter ve koruyucu tutumlara maruz kaldıklarını belirtmektedir. Bahsi geçen tutumlara sahip ebeveynlerin, çocukları ile geçirdikleri yaşantılarda çocuklarının mevcut okul başarısını kişiliklerine genelleyebilme riski de göz önünde bulundurulduğunda, öğrencilerin muhtemel sosyal kaygı potansiyelleri ile başarı talebine yönelik mantık dışı düşünme düzeylerini birlikte arttırabileceğini düşündürtebilir.

Çalışmamızda, EMİÖ’nin bir diğer alt ölçeği olan rahatlık talebi ile sosyal fobi belirti düzeyleri arasındaki ilişkinin orta düzeyde ve pozitif olarak bulunması yine kuramsal olarak bilişsel yaklaşımın sosyal fobiye yönelik bilişsel yapısı ile açıklanabilir: Yaşam koşulları mutlaka olması gerektiğinin aksine, rahat olmadığına ve beni hayal kırıklığına uğrattığına göre, bu çok kötü ve berbat, buna katlanamam ve dünya bana gerçekten istediklerimi asla vermeyecek rezil bir yer ve yanıp kül olmayı hak ediyor ” (Ellis, 2007: 18) şeklindeki bir inancı, literatürde çalışmamız ile benzer özellikler gösteren Boyacıoğlu (2010: 50)’nun sınav kaygısı ve mantık dışı inançlar arasındaki ilişkisine baktığı çalışmasında sınav kaygısı ve rahatlık talebi arasında orta düzeyde bir ilişki bulunmuş ve çalışmamızı destekler nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Boyacıoğlu (2010: 49), çalışmasında olumsuz düşüncelere kapılma durumlarına göre, öğrencilerin sınava çalışırken mantık dışı inanç ve alt boyutlarının puan ortalamalarını karşılaştırmıştır. Buna göre, EMİÖ rahatlık talebi alt ölçeğinde sınava çalışırken olumsuz düşüncelere kapılan öğrencilerin puan ortalamaları, nadiren ve bazen olumsuz düşünen öğrencilerin puanlarından anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Bahsi geçen sonuçlar olumsuz düşüncelere kapılmanın öğrencilerde rahatlık talebine yönelik bilişsel şemaların etkililiğini ve önemini akla getirmektedir. Çivitçi (2006b: 9), Ergenlerde Mantık Dışı İnançlar: Sosyo-demografik Değişkenlere Göre Bir İnceleme adlı çalışmasında; algılanan anne baba tutumunu incelemiş ve anne baba tutumunu ilgisiz olarak algılayan öğrencilerin mantık dışı inanç düzeylerinin diğer algılanan anne baba tutumlarına göre farklılaştığını bulmuştur. Çalışmamız da literatürdeki bu çalışma ile paralellik göstermiş ve ilgisiz ebeveyn tutumu ile mantık dışı inançlar arasında rahatlık talebi ölçeğinde (p<.000) anlamlı düzeyde farklılıklar saptanmıştır. O halde rahatlık talebine yönelik bu bilişsel şemaların, “sürdürmekte olduğum yaşam koşulları mutlak surette konforlu, her koşulda benim lehimde, kolaylıklar içinde olmalı, bunun tersi koşullar katlanılmazdır, korkunçtur” örneğinde belirtildiği gibi, öğrencilerde

kendine acıma, öfke ve depresif hissetme eğilimi arttırabileceği ihtimalini akla getirebilir. Bu çıkarımlardan hareketle, sosyal fobi ile EMİÖ’ nün rahatlık talebi alt ölçeği puanları arasındaki ilişkinin orta düzeyde pozitif yöne doğru olma sonucunu açıklayabilecek bir nitelik kazanabilir. Nitekim, ön ergenlik evresinde bireylerin otoriteden özgürleşme eğilimlerinin yoğunlaştığı bilinmektedir. Ergenler, bu özgürleşme eğilimini adeta otoriteye karşı tepki göstermeye yönelik davranış biçimleri ile kanıtlama çalışma girebilir, kendilerini benzersiz, merkezde ve incitilmeye kapalı olarak görebilir; kendilerinden olgun bireylerden daha yüksek seviyede tolerans, ilgi ve daha üst düzeyde anlayışlı olmalarını bekleyebilirler. Bütün bu durumlar birlikte düşünüldüğünde, ebeveynlerin tutumlarını negatif algılayan ergenlerin daha yoğun rahatlık talebine sahip olabileceğini mümkün göstermektedir.

Son olarak EMİÖ alt ölçeği saygı talebi ve sosyal fobi arasındaki ilişkinin zayıf ve pozitif olduğu bulunmuştur. Boyacıoğlu da (2010: 82), benzer biçimde Ergenlerde Mantık Dışı İnançlar ve Sınav Kaygısı başlıklı çalışmasında; saygı talebi puanları ile sınav kaygısı toplam ve alt boyutları arasında zayıf ve pozitif düzeyde ilişki olduğunu belirlemiştir. Tevazuun erdem, uygun davranmanın ve itaatin terbiyelilik olarak değerlendirildiği, atılgan ve rekabetçi davranışların terbiyesizlik sayıldığı, toplumumuz sosyal ilişkilerde genellikle “başkalarına rahatsızlık verme” şeklindeki davranışların toplum tarafından pekiştirildiği (Savaşır, vd., 2009: 64) ve bu durumun özellikle ilk çocukluk yıllarında kültürümüzde ailelerce bir değer olarak verildiği göz önünde bulundurulduğunda saygı talebi alt ölçeği ve sosyal fobi belirti düzeyleri arasındaki ilişkinin zayıf ve pozitif yönde olması sonucunu kısmen açıklamaktadır. Ancak ülkemizde bu şemalara yönelik çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.

Öğrencilerin bazı sosyo-demografik değişkenleri ile Sosyal Fobi ölçeği puanları arasındaki ilişkinin sonuçları incelendiğinde; araştırmaya katılan öğrencilerin yaş, cinsiyet, baba ve anne medeni durumu, baba ve annenin eğitim düzeyi, baba ve anne çalışma durumu ve ailenin ekonomik durumu gibi değişkenler ile ayrı ayrı sosyal fobi ölçeği puanları arasında anlamlı bir şekilde farklılık olmadığı sonucuna ulaşılmıştır (p>0,05). Fakat algılanan anne baba tutumu, algılanan genel başarı durumu ve son dönem not ortalaması değişkenine bakıldığında ise sosyal fobi ölçeği belirti düzeyi puanları arasında anlamlı bir şekilde farklılık olduğu sonucu bulgulanmıştır (p<0,05).

Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş değişkenlerine bağlı olarak sosyal fobi belirti düzeylerinde anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Noyan ve S. Berk (2007: 46)

Ergenlerde Sosyal Fobi, İçe Dönüklük ve Başarı adlı çalışmalarında, sosyal fobi ile yaş arasında anlamlı bir farklılık bulmamışlardır. Farklı çalışmalar incelendiğinde Sosyal fobinin başlangıcına dair epidemiyolojik ve klinik çalışmalar, sosyal fobinin genellikle ergenlikte başladığını ortaya koymaktadır. Bu husustaki birçok araştırma ortalama başlangıç yaşının 13-14 yaş arası olduğunu belirtilmektedir. Sosyal fobinin yaklaşık % 40 olguda 10 yaşından önce, %95 olguda ise 20 yaşından önce başladığını bildiren yayınlar vardır (Akdemir ve Cinemre, 1996: 11). Cecilia ve arkadaşları yaş ile birlikte sosyal fobi yaygınlığının arttığını ve en fazla artışın da 12-13 ile 14-15 yaşları arasında, 12-17 yaşlar arasındaki ergenlerle yaptıkları çalışmada saptamışlardır (Cecilia vd.,1999: 831). Çalışmamızı oluşturan yaş grubunun 12-14 yaş aralığı gibi dar bir aralıkta olmasının sosyal fobinin yaş değişkeni ile arasında anlamlı bir farklılaşmaya yol açmamış olabileceğini düşündürtmektedir.

Araştırmada incelenen öğrencilerin sosyal fobi belirti düzeyleri arasında cinsiyet değişkenine bağlı olarak herhangi bir farklılık bulunamamıştır. Literatürde incelenen çalışmalara bakıldığında ise, cinsiyete göre sınıflandırılma yapıldığında sosyal fobinin yaygınlık oranlarının erkeklerde %0.4-10.0 kadınlarda ise %1.3-17.2 arasında değiştiği ve değerlendirmeye alınan tüm çalışmalarda birbiriyle uyumlu olarak sosyal fobinin kadınlarda erkeklerden daha fazla olduğu görülmüştür (Memik vd., 2011). Noyan ve Sertel Berk (2007: 46), Ergenlerde Sosyal Fobi, İçe Dönüklük ve Başarı adlı çalışmalarında, cinsiyet açısından erkeklerde kızlara oranla daha yüksek düzeyde sosyal fobi olduğunu bulmuşlardır.

Bu çalışmada, sosyal fobinin anne babanın medeni durumu ilişkisinde anlamlı bir farklılık bulunmamıştır fakat Tekindal, vd., (2010: 91)’nin yaptıkları ilköğretim okullarındaki öğrencilerin sürekli kaygı düzeylerinin bazı sosyo-demografik değişkenlere göre inceledikleri çalışmalarında ailenin ayrılmamış olmasının öğrencilerin sürekli kaygı düzeylerini düşürdüğünü bulmuşlardır. Anne babanın eğitim seviyesinde, anne baba çalışma durumu, aile ekonomik durumu gibi değişkenler ile ilişkisine bakılmış ve anlamlı bir farklılaşma olmadığı görülmüştür. Literatürde benzer sonucu Varol (1990) anne-baba eğitim durumları ve çocukların kaygı düzeyleri arasında önemli farkın olmadığını ancak Gümüş (1997) anne baba eğitim durumu ile çocukların kaygı düzeyleri arasında anlamlı fark olduğunu anne babası yüksekokul mezunu olan çocukların kaygı düzeylerinin düşük olduğunu belirlemiştir (Akt. Tekindal, 2010: 81). Topçu Aydın (2004)’na göre ise sosyal fobi düşük sosyo-ekonomik seviyedeki

bireylerde daha fazla görülmüş ve sosyal fobili bireylerin eğitim seviyesinin düşük olduğu bulgulamıştır (Akt. Noyan ve Sertel Berk, 2007: 47).

Araştırmaya katılan öğrencilerin sosyal fobi belirti düzeyleri ile algıladıkları anne baba tutumu puanları arasında anlamlı bir farklılık bulunmuştur. İlgisiz anne baba tutumu algılayan öğrencilerin sosyal fobi ölçeğinden aldıkları puanlar, otoriter, demokratik aşırı ilgili, koruyucu ve diğer anne baba tutumlarını algılayan öğrencilerin puanlardan anlamlı düzeyde farklılaşmaktadır. Çivitçi (2006b: 9)’de anne baba tutumu değişkenini incelediği çalışmasında toplam puanda ve rahatlık talebi alt puanında anlamlı bir fark bularak; annelerinin tutumunu anlayışlı ve hoşgörülü olarak algılayan öğrencilerin mantık dışı inanç düzeylerinin ilgisiz olarak algılayan öğrencilere göre düşük olduğunu belirlemiştir. Lieb ve ark. (2000), 14-17 yaş aralığındaki yaklaşık 3000 ergeni ve onların anne-babalarını inceledikleri boylamsal çalışmalarında ailede bulunan psikopatolojilerin ve ebeveynlerin çocuk yetiştirme stillerinin çocuklardaki sosyal fobi üzerinde etkin olduğunu bulmuşlardır. Sosyal fobi, sosyal fobik anne ve babaların çocuklarında da görülme riskini taşır (Özdikmenli-Demir, 2009: 100). Sosyal fobik ergenlerin babalarının çocuk büyütme tarzları araştırıldığında ise, bu anne-babaların çocuklarına karşı reddedici ya da aşırı korumacı davrandıkları tespit edilmiştir. Bögels, Van Oosten, Muris ve Smulders (2001) sosyal kaygısı yüksek olan ve olmayan çocuklar ile onların ailelerini inceledikleri çalışmalarında, sosyal kaygısı yüksek anne-babaların çocuklarının da sosyal anksiyetesinin fazla olduğunu bulgulamışlardır. Ailenin sosyallik seviyesine dair algı çocukta olumsuzlaştıkça çocuğun sosyal anksiyete seviyesi de düşmektedir. Yine aynı çalışmada, sosyal kaygı seviyesi yüksek olan çocukların ailelerinin çocuklarına karşı olan duygusal yakınlıklarının da daha az olduğu bulgulanmıştır. Sosyal anksiyetesi üst düzeyde olan çocukların ebeveynleri çok koruyucu, duygusal olarak mesafeli ve katı bir çocuk yetiştirme stiline sahiplerdir (Akt. Özdikmenli-Demir, 2009: 110).

Öğrencilerin sosyal fobi belirti düzeyleri ile algılanan genel başarı durumu ve son dönem not ortalaması değişkenlerinin ilişkileri incelendiğinde aralarında birbirlerine tutarlı biçimde gelişen anlamlı farklılık gözlenmiştir. Başka bir değişle, öğrencilerin gerek algıladıkları genel başarı durumları değişkeninin puan ortalamaları ve gerekse de son dönem not ortalaması değişkeninin puanları arttıkça sosyal fobi belirti düzeylerinde azalmalar görülmüştür. Bu durum öğrencilerdeki akademik başarının düzeyinin, sosyal fobi belirti düzeylerini etkilediğini göstermektedir. Ülkemizde sosyal

fobinin akademik başarıya etkisini araştıran spesifik bir çalışmaya rastlanmamıştır. Noyan ve Sertel Berk (2007: 46) bir grup ergende özel bir kolejde yaptıkları sosyal fobi düzeyinin içe-dışa dönük kişilik özellikleri, okul başarı durumu ve sosyo-demografık etkenlere göre nasıl değiştiğini araştırdıkları çalışmada, sosyal fobi belirti düzeyinin not ortalamasına göre değil, başarının algılanış şekline göre değiştiği sonucunu bulmuşlardır ve başarı algısının not ortalamasını etkiliyor olduğunu belirtmişlerdir. Van Ameringen ve ark. tarafından yapılan anksiyete bozukluklarının okul başarısına ve okuldan ayrılmaya etkisinin değerlendirildiği bir çalışmada, anksiyete bozukluğu tanısı olan 201 kişide okuldan ayrılma oranı %49 bulunmuştur. Bunlar lise ya da üniversite eğitimi döneminde okuldan ayrılmışlardır. Okuldan ayrılanların %50’si ayrılma nedeninin yaşadıkları anksiyete olduğunu belirtmişlerdir. Okulu terk edenlerin %61. 2’sinin yaygın sosyal fobi tanısı almış kişiler oluşturmaktaydı. Okulu terk etmelerinin en yaygın sebepleri okul ve sınıfta aşırı gerginlik olması, sınıf önünde konuşma kaygısıydı (V. Ameringen vd., 2003: 561). İsveçli ergenlerde sosyal fobi risk faktörlerini saptamak için yapılan bir araştırmada 12-14 yaş arası Sosyal fobi saptanan öğrencilerin %91.4’ünde sosyal korkulardan kaynaklı derslerde başarısızlık saptanmıştır. Derslerde başarısızlığa neden olan sosyal korkular arasında sınıf önünde konuşma (%63.4) en yaygın sebep olup, bunu tanımadığı biriyle konuşmayı başlatma ve telefon görüşmesi yapması izlemektedir (Gren vd., 2009: 1-7).

Öğrencilerin EMİO ölçeği puanlarının bulguları incelendiğinde; cinsiyet, anne baba medeni durumu, baba ve annenin eğitim düzeyi, babanın çalışma durumu, aile ekonomik durumu değişkenleri ile Ergenlerde Mantık Dışı İnançlar ölçeği puanları arasında anlamlı bir farklılık olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Diğer taraftan söz konusu yaş, anne çalışma durumu, algılanan genel başarı durumu, son dönem not ortalaması olduğunda anlamlı farklılık gözlenmiştir.

Çalışmamızda öğrencilerin mantık dışı inanç toplam puan ortalamaları ile cinsiyet değişkeni arasında anlamlı düzeyde bir farklılık ortaya konmadığı sonucu literatür ile karşılaştırıldığında Yurtal’ın (1999: 74); Çivitçi’nin (2006b: 9); Güloğlu ve Aydın’ın (2007: 157); Turan’ın (2010:73) çalışmalarıyla benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda, kız öğrencilerin akılcı olmayan inançlarının erkek öğrencilerden daha fazla olduğunu (Bozkurt, 1998: 77; Altıntaş 2006: 51) belirtilirken; bazı çalışmalarda ise erkek öğrencilerde bu düşüncelerin daha fazla (Kurtoğlu, 2009: 68; Şahin ve Sarı 2010: 9) olduğu bulgulamıştır. Çalışmada, cinsiyet ve EMİÖ’ nün alt

ölçekleri arasında, başarı boyutunda ve rahatlık talebinde anlamlı fark görülmemiştir. Boyacıoğlu (2010: 67-68)’nun Ergenlerde Mantık Dışı İnançlar ve Sınav Kaygısına yönelik olarak yaptığı çalışmasının sonucunda ise kız ve erkek çocukları arasında anlamlı farklılaşmalar bulunmuştur. Boyacıoğlu bu sonuçların nedenini; toplumumuzda ilk çocukluk yıllarından itibaren, kız çocuklarının erkek çocuklarına göre daha otoriter ve baskıcı bir ortamda yetişmelerine, erkeklere göre daha bağımlı, düşük güven duygularına, aynı zamanda bilişsel kalıplarındaki yargıların daha negatif olmasına bağlanabileceğini ve ayrıca, ebeveynlerin tutumun da çevrenin kız çocukları üzerinde daha etkin olduğu, erkeklerin ise daha rahat yetiştirildiklerin etkisi olabileceği şeklinde açıklamıştır.

Araştırmada, anne baba medeni durumu ile öğrencilerin EMİÖ toplam puanlarında ve alt ölçeklerinde fark olmadığı belirlendi. Mantık dışı inançlarla, anne baba medeni durumu arasındaki ilişkiyi doğrudan inceleyen bir araştırmaya rastlanmamıştır. Araştırmamızda, öğrencinin anne eğitim düzeyi ile EMİÖ toplam puanları arasında anlamlı fark olmadığı belirlendi. Literatür incelendiğinde bazı çalışmaların Altıntaş (2006: 46) ve Çivitçi (2006b: 9) sonuçlarının, anne eğitim düzeyi düştükçe, çocuklarının mantık dışı inançlarının arttığını gözlemledikleri anlaşılmıştır. Ellis (2007: 16)’e göre insanlar akılcı olmayan inançlara eğilimli bir şekilde dünyaya gelirler ve ilerleyen süreçte de bu eğilimleri çevrelerince beslenir. İnsanların kendini yıkma alışkanlıkları, mükemmeliyetçilikleri, akılcı olmayan düşünme eğilimleri ve hoşgörüsüzlüğü sıklıkla aile içindeki kültür yoluyla aktarılır. Bu bilgiler doğrultusunda, eğitim seviyesi yüksek olan annelerin, çocuklarının doğuştan sahip olduğu akılcı olmayan inanç eğilimlerini eğitim seviyesi düşük olan annelere göre daha az pekiştirdikleri sonucu akla getirmektedir.

Araştırmada, öğrencilerin baba eğitim düzeyi ile EMİÖ toplam puanları arasında ve alt ölçeklerinde anlamlı fark olmadığı belirlendi. Altıntaş (2006: 49) çalışmasında, ergenlerin akılcı olmayan inanç düzeyleri ile baba eğitim durumu arasında anlamlı bir farkın olmadığını belirtmiştir. Bunu da, bireylerin çocukluğun ilk günlerinden itibaren daha çok anneleriyle etkileşim içinde olmalarından ve babalarıyla annelerine göre daha

Benzer Belgeler