• Sonuç bulunamadı

2.3. Sosyal Fobi

2.3.2. Sosyal Fobinin Kuramsal Açıklamaları

Psikanalitk görüşe göre fobiler, çözülmemiş ödipal çatışmaların bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tür bir bozukluğu olan olgularda, anksiyete gelişmesine neden olan tehlike durumu kastrasyon tehdididir. Sinyal işlevi gören anksiyete benliği, ensest içerikli ödipal dürtülerin bilince çıkışını engellemek üzere ‘bastırma’ uygulaması için benliği uyarır. Ancak, bastırma mekanizması bu işlevini yerine getirmede bütünüyle başarılı olamayınca benliğin yardımcı savunmaları devreye sokması gerekli olur. Fobik hastalarda birinci derece kullanılan savunma mekanizması ‘yer değiştirme’dir (displacement). Fobilerde yer değiştirme, tehlikeli bir dürtünün dışarıda bu dürtüyü temsil eden özel bir duruma yansıtılması yoluyla gerçekleşmektedir. Fobik nesne ya da durum bir yandan çatışmanın birincil kaynağını temsil ederken, diğer yandan ‘yer değiştirme’ ve yanı sıra devreye girebilen ‘karşıtına çevirme’ gibi mekanizmalar, dürtüsel çatışma ile bilinçdışı özel bir anlam taşıyan korkulan durumlar arasındaki bağlantıyı gizli hale getirir. Bu şekilde uygun bir fobinin gelişmesiyle, özgürlüğün belli derecelerde kısıtlanmasına karşın, dürtüsel tehlikenin bir dış tehlike haline dönüştürülmesi ve anksiyeteden uzak kalınabilmesi mümkün olabilmektedir (Kulaksızoğlu vd., 2009: 77-78).

2.3.2.2. Sosyal Fobi Öğrenme Kuramları 2.3.2.2.1. Klasik Koşullanma Modeli

1920’de Watson ve Rayner, korku ve fobilerin ortaya çıkışını, küçük bir çocuk üzerinde yaptıkları deneylerle açıklamaya çalışmışlardır. Bu deneysel çalışmalarda küçük Albert’in gong sesiyle birlikte sıçanın varlığında, sıçanlara ve beyaz tüylü nesnelere karşı yoğun bir korku geliştirdiği bildirilmiştir. Bu ve benzeri çalışmalardan

elde edilen bulgularla, birçok kişinin korku ve fobilerinin, koşullanmış korku yanıtlarının basit bir sonucu olduğu varsayımı ortaya atılmıştır. Daha sonra yapılan araştırmalarda ise klasik olarak koşullanmış korkuların, korkuyu yaşayan kişinin anksiyete yaratan durumun dışına alınması durumunda söndüğü gözlemlenmiştir. Bu yönüyle klasik koşullanma modeli, klinik olarak sönmeden uzun yıllar süregiden fobileri açıklamakta yetersiz kalmıştır. Ayrıca, bu modele göre fobi oluşumu için gerekli olan travmatik yaşantılara birçok fobik hastada rastlanmaktadır (Kulaksızoğlu vd., 2009: 78).

2.3.2.2.2. Mowrer’in İki-Evre Kuramı ve Kaçınma Öğrenme Modeli

Bu modelde, klasik olarak koşullanmış korku yanıtları ile deneysel olarak pekiştirilmiş kaçma ve kaçınma yanıtları arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiştir. Deney hayvanlarıyla yapılan çalışmalarda, ilk evrede klasik koşullanma yoluyla anksiyete oluşturulmuş, ikinci evrede ise kaçınma yanıtları ile anksiyetenin azaltılması sağlanmıştır. Deneysel olarak tehlikeli uyarandan kaçınma ya da onu durdurma, ‘olumsuz pekiştirme’ye (anksiyetenin azaltılması) neden olmakta, böylece kaçınma davranışı güçlenerek sürmektedir. Koşullanmış kaçınma yanıtlarında sönmeye karşı görülen direnç ile gerçek yaşamda fobilerin uzun süre değişmeden kalabiliyor olması arasındaki koşutluğa dikkati çeken araştırmaların etkisiyle, kaçınma öğrenme modeli klasik koşullanma üzerinde üstünlük sağlamıştır. Bu modele göre, fobik kaçınma davranışları, hastayı fobik anksiyeteden koruma yönündeki etkilerin bir sonucu olarak pekişmekte ve sabit bir belirti olarak kalabilmektedir (Kulaksızoğlu vd., 2009: 78).

2.3.2.2.3. Gözlemle Öğrenme

Uzun yıllardan beri bazı korku ve fobilerin gözlemle öğrenilebileceği ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre, özgül durumlarda anksiyete yaşayan kişilerin gözlenmesi, gözleyenin bu durumlardan korkmasına yol açabilmektedir. Ancak, bu varsayımı destekleyen kanıtlar oldukça yetersizdir (Kulaksızoğlu vd., 2009: 79).

2.3.2.3. Sosyal Fobi Bilişsel Kuram

Sosyal Anksiyete Bozukluğu olan hastalarda olumsuz inançların nedeni, diğer bireylerin yanıtlarını gözlemlemek değil, kendilerinin nasıl göründüklerine dair diğer insanlarda bırakabilecekleri izlenimlerdir. Sosyal Anksiyete Bozukluğu olan hastalar,

gerçekte neler olup bittiği ile ilgilenmemekte, korkulan durumun meydana getirdiği kendi duygularına yoğunlaşmaktadırlar. Bu halin, utangaçlık ile sosyal anksiyete bozukluğu arasındaki başat farklılık olduğu varsayılmıştır. Utangaç kişiler, sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde görülen benzer beklentilerle sosyal etkileşimlere girebilirken, diğer insanların tepkilerini önemserler; örneğin kabul edildiklerini, rahatsız edici olmadıklarını fark etmeleri, anksiyetelerinin ve olumsuz düşüncelerinin sona ermesini sağlar. Sosyal anksiyete bozukluğu olanlar ise bu şekilde bir içsel yorumlamayı yapamazlar. Diğer insanların onları nasıl gördüğüne dair değerlendirmeye yönelmezler; çünkü bu hal, olumsuz değerlendirilme olasılığını arttıracağından tehdit unsuru olarak algılanır (Kulaksızoğlu vd., 2009: 71).

Bilişsel modele göre, sosyal fobiklerin sosyal durumları tehdit edici olarak yorumlama eğilimleri, kendileri ve sosyal durumlardaki davranma biçimleriyle ilgili bir dizi işlevi bozuk inançtan (dysfunctional beliefs) kaynaklanmaktadır. Sosyal fobiklerdeki işlevi bozuk inançlar üç kategoride incelenebilir:

1) Sosyal performans için oldukça yüksek standartlar (herkes beni onaylamalı, kimsenin anksiyete sahibi olduğumu anlamasına meydan vermemeliyim vb.)

2) Sosyal değerlendirmeyle ilgili koşula bağlı inançlar (hata yaparsam kabul edilemeyebilirim; farklı bir düşünce öne sürersem aptal olduğumu düşünürler vb.)

3) Bireyin kendiyle ilgili koşula bağlı olmayan inançlar (çekici değilim, yetersizim, farklıyım, sıkıcıyım, rahatsız edici bir insanım vb.) (Kulaksızoğlu vd., 2009: 72).

Clark ve Wells’in sosyal fobi bilişsel modeli aşağıda özetlenen bir vaka alıntısıyla anlatılacaktır:

“23 yaşında bir erkeğin kadınlar tarafından olumsuz yargılanma ve reddedilmeye ilişkin yoğun korkuları vardır. İş yerinde bir bayana ilgi duymaktadır ancak kendisiyle hiç konuşmamıştır. Birkaç gün bu konuyla yoğun zihinsel uğraştan sonra, söz konusu bayana yaklaşıp bir sohbet başlatmak ister. Ancak kendisini fazlasıyla güvensiz hisseder ve aklına ‘her zaman akıcı konuşmalıyım ve zeki görünmeliyim, böyle olmazsam diğer kişiler benim sıkıcı, garip bir insan olduğumu düşünürler’ varsayımı takılır. Dilinin tutulacağından, kontrolsüz bir heyecan yaşayacağından korkmaya başlar. Bayanın kendisini reddedeceğini ve iş ortamında rezil olacağını düşünür. Bu arada kalbinin hızla attığını, yüzünün kızardığını, terlediğini, ağzının kuruduğunu fark eder ve tüm dikkati bu belirtilere odaklanır. Konuşmasının bozulduğunu ve kekelediğini fark ederek

cümlesini bitirmeden bayanın yanından uzaklaşır. Bundan sonra da iş yerinde bu bayanla karşılaşmamak için elinden gelen her türlü tedbiri alır.” Bahsedilen öyküdeki örneklerin tekrarlanması sosyal fobik iki inanç geliştirir: a) Her seferinde aynı şeyler olacak, b) Bana aptal, anormal, işe yaramaz vb. diyecekler (Savaşır vd., 2009: 61-64). Aşağıdaki tabloda, sosyal fobi tanısı olanların geliştirdiği inançlara ilişkin durumu yaşayan bir kimsenin düşünce sistemi görülmektedir.

Şekil 2.2. Sosyal fobiklerin geliştirdiği inançlara ilişkin durumu yaşayan bir kimsenin düşünce sistemi

Kaynak: Sosyal Fobinin Bilişsel Modeli, Clark ve Wells, 1995: 63

Yayınlarda bu inançlardan ilki “olasılık öngörüsü” ikincisi de “bedel öngörüsü” diye adlandırılmaktadır. İncelenen bu iki temel bilişsel çarpıtmanın sosyal fobiye özgü olduğunu destekleyen bulgular çoğunluktadır. Ayrıca salt farmokaterapi almış ve

Güvenlik davranışları

Sosyal Tehdit Algısı Sosyal Durum

İlgi duyulan bayanla sohbet

başlatma

Sayıltı Tetiklemesi

Her zaman akıcı konuşmalıyım ve zeki

görünmeliyim, böyle olmazsam benim hakkımda sıkıcı, garip bir

insan diye düşünürler.

Bayanın kendisini reddetmesi ve iş ortamında rezil olma

olasılığı

Benliğin sosyal bir nesne olarak işlemlenmesi

Hızlı kalp atımı, ağız kuruması, yüz kızarması, terleme, konuşmada bozulma, kekeleme. Somatik ve bilişsel belirtiler konuşmada bozulma, kekeleme.

Dilim tutulacak, konuşmayacağım, heyecanımı kontrol edemeyeceğim Hızlı kalp atımı, ağız kuruması, yüz kızarması, terleme, konuşmada

bozulma, kekeleme. Cümlesini bitirmede uzaklaşma,

Bir daha karşılaşmamak için önlem alma

sonuçta iyileşmiş sosyal fobi vakalarında yapılan ön test- son test ölçümlerinde de bu iki çekirdek bilişin olumlu yönde düzeldiği gözlenmiştir (Mc Manus vd., 2000: 201-209). Bu ve benzeri bulgular, olasılık ve bedel öngörülerinin terapiye özgü taleplerden bağımsız ve sosyal fobiye özgü çekirdek bilişler olduğunu desteklemektedir. Bu iki çekirdek biliş batılı toplumların literatüründe sosyal fobinin temel bilişsel yapısını izahta kullanılmaktadır. Ancak biriktirici kültürlerde bireyci batılı kültürlere kıyasla sosyal kaygının ifadesi ve anlamlandırılması farklılık taşımaktadır. Ne yazık ki Türk kültüründe sosyal kaygı bozukluğu ve ilişkin bilişleri inceleyen herhangi bir araştırmaya rastlanmamaktadır (Savaşır vd., 2009: 64). Türk anne-babalarının çocuklarına sık sık kullandıkları uyarıların başında, “……yanında bizi utandırma” gelir. Ayrıca kültürümüzdeki çocuk yetiştirme geleneklerinde “ayıplama ve suçlama” hem ailelerde hem de diğer toplumsal kurumlarda sıklıkla uygulanır. Bu nedenle batı kültürlerinin örneklemleriyle sınırlı sosyal fobi bilişsel formülasyonlarında kişisel benliğin küçük düşmesi bu benliğin diğerleri tarafından yetersiz, garip ya da anormal diye yargılanmasına odaklanmak evrensel veriler açısından bir eksikliğe yol açmaktadır. Toplumsal benliği içeren üçüncü bir çekirdek biliş kümesi sosyal fobinin bilişsel modelinin içinde yer almalıdır. “Başkalarına rahatsızlık verme” diye adlandırılan, kişinin bağlı olduğu topluluğu küçük düşürme, topluluğa utanç getirme, topluluk tarafından ret ve dışlanma kaygısını içeren bu çekirdek biliş kümesi sosyal fobinin evrensel bilişsel formülasyonuna eklenebilir. Batılı bireyci topluluklardaki sosyal fobik benliğe yönelmiş olumsuz bilişlerle uğraşırken, biriktirici toplumlarda sosyal fobik ait olduğu topluluğa olumsuz stres getirmenin suçluluğuyla baş etmeye çalışır. Birey bağımsızlığının hedeflendiği batılı toplumlardaki bilişsel formülasyonlar, karşılıklı bağlılığın norm olduğu toplumlara özgü bilişleri kapsamamaktadır. Bir diğer değişle toplumumuzda olduğu gibi, bir başkasının “kimliğinde var olma” kavramı batılı toplumlar için yabancı bir kavramdır (Savaşır vd., 2009: 63-64). Rappe ve Heinberg (1997)’de sosyal fobiyi açıklamak amacıyla ortaya koydukları bilişsel davranışçı modellerinde, sosyal fobiye sahip bireylerin çevredeki kişilerin kendilerini olumsuz değerlendirecek dışsal birer tehdit unsuru olarak değerlendirdiklerini belirtmektedirler. Etraftaki insanların olumsuz değerlendirmelerine yönelik algılar bireyin iletişimde bulunduğu insanlardan gelen isteksizlik, sıkılma gibi tepkilere daha fazla odaklanmasına, benliğinin diğer insanlar tarafından olumsuz olarak algılandığının düşünülmesine yol açabilmektedir. Bireyin, ortaya koyduğu performansın çevresindeki

insanların standartlarının çok altında olduğu düşünmesine, buna yönelik aldığı dışsal ipuçlarının da onda fiziksel, bilişsel ve davranışsal kaygı semptomlarını beraberinde getirdiği şeklinde açıklanmaktadır (Akt. Özdikmenli Demir, 2009: 115).

Benzer Belgeler