• Sonuç bulunamadı

TEKASÜR SURESİ 23/05/2011 NUZUL: 16 MUSHAF: 102 MEKKİ BİR SUREDİR 8 AYETTİR.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TEKASÜR SURESİ 23/05/2011 NUZUL: 16 MUSHAF: 102 MEKKİ BİR SUREDİR 8 AYETTİR."

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TEKASÜR SURESİ

23/05/2011 NUZUL: 16 MUSHAF: 102

MEKKİ BİR SUREDİR 8 AYETTİR.

Sure “tutkuyla çoğaltma” anlamına gelen adını ilk ayetinden alır. Burada vurgu çoğaltmaya değil tutkuyadır. Birçok tefsir ve mushaflarda bu adla yer alır. Rasulullah’ın ashabının sureye “Makbura”

adını verdiklerine dair bir haber nakledilmiştir, ama bu isimle şöhret bulmamıştır (Alusi). Buhari sureyi “Elhakum” adıyla anar, demek ki o rivayetleri Buhari de sahih bulmamış.

Rivayetler Mekke de ki iki kabilenin birbirleriyle güç yarışı üzerine indiğini söylese de, surenin mesajı her zaman ve mekana, özellikle de yığma tutkusunun esiri olmuş modern insanadır.

Sure tartışmasız Mekkiy’dir. Mekkiy, sonundaki “ye” nispet “ya”sıdır. Mekkiy, medeniy, İstanbuliy gibi. Dolayısıyla bir yere nispeti ifade eder. Bir yere Üstelik vahyin ilk dönemine aittir. Aksi iddiaları sûrenin ne uslubu, ne muhtevası, ne de iç sesi desteklemez. Mekkeli ve Medineli olan ayetlerin Kur’an’da özellikleri var. İnsanlar nasıl doğup büyüdükleri yere göre bir takım huylar, renkler, bir takım göstergeler taşıyorlar ya onun gibi. Mesela şivesine bakıyorsunuz bu kesinlikle Karadenizli diyorsunuz veya Nevşehirli diyorsunuz. Dolayısıyla Kur’an’ın da şivesi var. Onun için ayetlerin de indikleri yerlere göre kimlikleri oluyor.

İlk tertiplerin tamamında Kevser ile Ma’un arasında, 16.sırada yer alır. Maun sûresi ile yan yana gelmesi manidardır. Nübüvetin ikinci yılına tarihlenebilir. İkinci yılda inmesine dikkat gerekir, çünkü nübüvetin ilk yıllarındayız, Tekasür sûresi müminlere çoğaltma tutkusundan bahsediyor, çoğaltma tutkusundan bahseden bir sure daha 23 yıllık nuzul surecinde ikinci yılda bir direk dikiyor.

Bir temele işaret ediyor, aslında bu şu demektir; Zekat, infak, paylaşma, miskini doyurma, yetimi itip kakmama, faiz yasakları, köle azatları vs. gibi tüm sosyal yükümlülüklerimiz ve ekonomik görevlerimizle ile ilgili emir ve yasakların aslında bu ayetlerin tefsirleri. Aslı burada, bu sûrede. Bu anne doğuruyor onları. Medineli ayetler Mekkeli ayetlerin tefsiridir. Ahkam ayetleri usul ayetlerinin tefsiridir. Onun için bu ayetler annedir ümmül kitab, o ayetler de evlattır. Onun için tüm zekat ayetlerini, infak ayetlerini, faiz ayetlerini bu sûrenin tefsiri olarak görebilirsiniz.

Surenin ana konusu, modern zamanların en yaygın hastalığı olan güç tutkusudur. Servet tutkusunu insan güç tutkusundan dolayı elde etmek ister. Bu insanın temel bir zaafıdır fakat doğuştan, özünden değil arazındadır. Sunulan dünyevi nimetlerin yan etkileridir(tabiri caizse). Yan etkiler kaçınılmaz değildir, doz doğru kullanılırsa, yerinde kullanılırsa yan etkiye maruz kalmayız. İşte bu zaaf yanlış kullanımdan dolayı ortaya çıkan yan etkilerdir. Güç tutkusu aslında Allah ’ın insana verdiği sahiplenme güdüsünün yan etkisidir. Peki Allah bu güdüyü vermeseydi, güç tutkusu olmayacaktı, biriktirme tutkusu da olmayacaktı, o zaman vermeseydi diyebilir miyiz? Diyemeyiz, öfke olmasaydı hak arama olmazdı, korku olmasa tedbir üretme olmazdı, dolayısıyla ben demesi için insanın sahiplik güdüsüne ihtiyacı vardır, yoksa şahadet bile getiremez, “ben şahadet ederim ki Allah yüzde yüz Allah’tır. Bunu söyleyebilmek için ben idraki lazımdır. Ben idrakine sahip olmayanlardan şahadet istenmez, hayvanlardan şahadet istenmez. Ben diyebilen iradeli bir varlıktır ve sahiplik güdüsüne ihtiyacı vardır. Beni sahiplenmezse kendini koruyamaz ve doğar doğmaz annenin sütüne saldıramaz.

Bu idrak içgüdüsel başlar, fakat iradi boyuta geçtiğinde, bu da akıl bali olmaktır. Fakat verdiği bu güdünün yan etkileri de var yanlış kullanıldığında. Onun için şer cevher değildir, şer arazdır. Kuran da şer Allah ‘a hiç isnat edilmez, izafede edilmez. Kur’an’da şer “min şerril vesvasil hannas” bu izafedir, vesvasil hannas kimdir? şeytandır. Dolayısıyla şer şeytana izafe edilir. Enbiya sûresi 35.

ayette Allahın bizi hayır ve şerle sınadığı anlatılır. Fakat orada “b” harfiyle kullanılır, çok ilginçtir, sanki Allah alet olarak kullanmaktadır ve bu Allah’ın izin verdiği anlamına gelir, irade ettiğini değil, murat ettiğini değil. Razı olduğuna değil izin verdiğine delalet eder. Dolayısıyla şer arazdan doğar,

“ma huluka leh” yani yaradılış amacına aykırı kullandığımızda şer doğar. İslam dışı bir çok inançta şeytan Allah’ın kulu değil, kötülük tanrısıdır haşa. Onun için şeytan tasavvurumuz düzelmeden,

(2)

Rahman tasavvurumuz düzelmez. Batının en büyük problemi şeytan tasavvurunun yamuk olmasıdır.

Batı tarihindeki tüm zulümleri bu yamuk tasavvurundan dolayı işlemiştir. Allah’ın şeytanı yaratması insana bir lütfudur, ikramıdır. Niye? Çünkü insan öteki ilan etme güdüsünü şeytan üzerinden karşıladığı için, kendisinden bir öteki icat etmeye kalkmaz. Kur’an insana der ki; “o senin apaçık düşmanındır.” Onun için batılılar doğru bir şeytan tasavvuru olmadığı için bir öteki icat eder ve onu da şeytan ilan eder. Roma için bir zamanlar barbar dedikleri eski Cermen kavimleriydi, bugün kü Almanya, bir dönem Yahudileri, bir dönem zencileri şeytan ilan ettiler. Şimdide Müslümanları şeytan ilan ediyorlar. Yaptıkları önce öteki ilan edip sonrada şeytanlaştırmaktır. Bunu yaparken de birtakım şeytana benzer karikatürlerle yapıyorlar. Sinemada ve diğer alanlarda da yapıyorlar ve tüm zulüm böyle işleniyor. Şeytanlaştırdıktan sonra onu imha etmeyi kendinize hak görüyorsunuz.

Şeytana şefkat gösterilmez, şeytana acınmaz. Şeytanı ortadan kaldırmaktır senin görevin, yapabiliyorsan. İnsanları şeytan ilan ettin mi, onun topuna birden düşman olursun. Sülalesine, çoluğuna çocuğuna düşman olursun. Ama biz şeytan dışında hiçbir insana şeytan gibi bakmayız. O bir altındır çamura düşmüştür, o bir altındır, pisliğe düşmüştür, şirke düşmüştür. Ama her zaman temizlenme ihtimali vardır. Temizlenirse o yine altındır bizim için. Biz de tüm sapmalar arızıdır, temel değildir. İnsan şeytanlarından söz eden tüm ayetlerde de aslında insanın şeytanından söz edilir, söz oraya getirilir. Çünkü özünde insan temizdir. İşte şeytan tasavvuru bu kadar önemlidir, şeytan olmasaydı insan mutlaka birilerini ötekileştirir ve şeytanlaştırırdı.

İnsanı kim durduracak? İnsana kim sınır koyacak Bu tutku insanı; her şeyi sahiplenme ve gerisini düşünmeme durumuna götürür. Neden gözü açlar hep karnı toklardan çıkar? Neden karnı aç olanı bir sofra ile doyurursunuzda, gözü aç olanı dünya ile doyuramazsınız? Ve bunun insanlığın başına açtığı dertler nasıl önlenir? İnsan da bir vicdan inşa etmeden insanı ne durdurur? “ ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?” firavunlaşan insan böyle der. Seküler lik sadece modern insana ait bir şey değil, nemrutlarla, firavunlarla yaşıt. Çok kadim bir sapma, Allah ’ı hayattan dışlama, Allah ‘sız bir hayat alanı ihdas etme. Aslında bu sure bizim arzularımızı yok saymamızı istemiyor, biriktirmeyi bile kınamıyor, biriktirme tutkusunu kınıyor. Arzuyu değil arzunun sapmasını tutku haline dönüşmesini kınıyor. Arzulara sahip olmayı değil, arzulara ait olmayı kınıyor. Züleyha arzulara aitti, Yusuf arzulara sahipti. Habil arzulara sahipti, kabil arzulara aitti. Temel ayrım bu siz arzulara sahip misiniz? Arzulara ait mi? Arzulara sahip olmamızdan değil, arzularımızı ilahlaştırmamaktan mesulüz. “hevasını ilah edinene baksana bir” diyor ayet.

Güç tutkusu, çoğaltma tutkusu. Bu tutkuya esir olan, sürekli biriktirir ve yığar. Büyük, daha büyük, en büyük nereye kadar? Sonunda yığdıklarının altında ezilerek kendini kaybeder ve varoluş amacını yitirir. İşte bu sure, insanı dünyevileşme belasına karşı uyararak söze başlar: “çoğaltma tutkusu sizi oyalayıp durdu”. Sûre “Alet değişir, adet değişmez” gerçeğini bize tekrar gösterecek. Günümüz cahiliyesiyle devam etmekte olan durumun ana nedeni olan çoğaltma tutkusu surenin ana konusudur, çağların, uygarlıkların, devirlerin ve dönemlerin değişmesiyle değişmeyen insanın temel zaafının hep kaldığını, bu zaafın insanın ilerlemesi, teknolojinin gelişmesiyle falan izale edilmeyip hatta daha da katmerlendiğini gösteren bir suredir bu sure. Kur’an ın mucize oluşunu bize söyleyen bir sure. Kuran mana katmanlarının ne kadar olduğunu asla bilemeyeceğimiz bir mana okyanusudur. Kaynağı itibari ile zaten tüm yasaların ana kartından geliyor. Sadece vahiyler değil kainatın, insanın, hadisatın yasaları da yazılı olan ana kart. Kuranın bize mana katmanlarından birini açması için bizim Kur’an’a yüreğimizden bir yeri daha açmamız lazımdır. Bunu da yapmak için emek sarfetmek lazım, Kur’an’a samimiyetimizi ispat etmemiz lazım. Kurana nesne muamelesi yaparsak o da bize nesne muamelesi yapar ve bizi inşa etmez. Kuranın esmasının hepsi özne isimlerdir, hem de aşırı özne, mubalağa ile ismi faildir. Kerim, mecid gibi.

Mesele geçici ile kalıcı olanı, değeri olanla fiyatı olanı ayırt edecek yakın bir bilgiye sahip olma meselesidir. Bu bilgi imanın eseri olacaktır; Allah ’a onu görür gibi kulluğa götürecek diri ve diriltici bir imanın eseri. Böyle bir iman, sahibinin yüreğine cehennem tehlikesini haber veren bir uyarıcı yerleştirecektir. Değilse, hakikatı ancak iç yangınının vicdan perdesini yakıp gerçeği bütün çıplaklığıyla gördüğü gün anlayacaktır. Fakat iş işten geçmiş olacaktır(3-7)

Surenin son ayeti ise, servetin keyfimizce tasarruf edeceğimiz bir mülkiyet değil, hesabı sorulacak bir emanet olduğunu ifade eder. “elbet o gün tüm nimetlerden hesaba çekileceksiniz”(8).

(3)

KOVULMUŞ, TAŞLANMIŞ ŞEYTANIN ŞERRİNDEN ALLAHA SIĞINIRIZ RAHMAN RAHİM ALLAH’IN ADIYLA

1. Elhakümüt tekasür

“ÇOĞALTMA tutkusu sizi oyalayıp durdu, ”

- El lehve: değirmenin ağzından çıkanı değirmene geri atmak demektir. Değirmen taşları ikisi birbirine sürtünerek döner. Eğer içinde tahıl olmazsa taş birbirini öğütür. Birbirini öğüttü mü bir daha tahıl öğütemez, aşınır. Değirmeni eğer tahıl bitmişse, tahıl gelene kadar, oyalamak için ağzından çıkan unu yeniden içine koyarlar ki değirmen kendini öğütmesiz, oyalamak budur. Şugl den farklıdır, şugl:

meşgale, yararlı ve yararsız olan işlere, el lehve sadece yararsız olan için kullanılır. Yani “biriktirme tutkusu sizi oyaladı durdu”, öğütüyorum zannettiniz ama kendinizi öğüttünüz. Siz değirmen zannettiniz kendinizi fakat zamanın değirmeni sizi tahıl gibi öğüttü. Zamanın değirmenine girdiğinizi fark etmediniz.

- Et tekasür: tefaül babından, bu babın özelliği gereği burada aslında kınanan çoğaltmak değil, çoğaltmanın sebebi, bunun arkasında ne var? Bu babın özelliği bu. Neyin, hangi illetle, neye dayanarak çoğaltmak istiyoruz? Bu tutku ne? Bura da kınanan bu tutku. Neden tutku kınanır? Çünkü tutku tutuklar. Tutku ile sevgi arasında fark var. Sevgi özgürleştirir, onun içinde habbe yani muhabbet oradan gelir. Vud ile habbe arasında da fark vardır, vud ölümsüz sevgiye denir, vedud olandan gelir. Hub ise ölümlünün sevgisine denir. Onun için insanın Allah a yönelik sevgisine hub, Allah ‘ın insana yönelik sevgisine hem hub, hem vud kullanılır. Ama özellikle Allahın insana olan sevgisi amelden geliyorsa hub, yani fiili bir sevgiyse hub, zati bir sevgiyse vud kullanılır. Fakat tutku farklıdır, tutku zehir, sevginin zehirlenmesidir, yani zehirli sevgidir. Onun için burada et tekasür’ün içinde zımni bir tutku var, çünkü tutku bilinçaltının eseridir, sevgi ise bilinç üstünün eseridir. Sevgi vahiy gibi yukardan inzaldir, tutku ise aşağıya çeker. Onun için işte mal sevgisi aslında mal tutkusudur. Mal sevgisi insanı aşağı çeker, sevgi üç yönlüdür; 1. Miraç olan sevgi, 2. Yatay sevgi, 3.

Aşağı sevgi. Yatay sevgi insanın insana olan sevgisidir, leyladan mevlaya varmak, maldan mevlaya varmaktan bin kat daha kolaydır. Çünkü leylaya giden sevgi yatay sevgidir. Fakat burayı eşik kabul edersek mal sevgisi geriye düşmektir. Düşünün! Allah la aranızı açmaktır mal sevgisi. Onun için mal sevgisini gerçekten çok tehlikeli görmüşler, “ dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır” der hz.

Peygamber, çünkü insanın Allah’ la arasını ayıran bir sevgi türüdür. Varlık sıralamasında mal insandan çok geride yer alır. Mal insan içindir, insan mal için değildir. Hz. İsa’ nın o gösterişçi dindarlığın vitrini haline gelmiş Yahudilere; şabat insan içindir, insan şabat için değil demesi bu yüzdendir. Cumartesi kuyuya düşeni çıkarmazlarmış Yahudiler, bunun üzerine söylüyor hz. İsa.

Çoğu zamanda ölürmüş kuyuya düşen. O günlerde çeşme yok herkes kuyuya gidiyor, sık sıkta kuyuya düşülüyor. Gözünün önünde boğulur, bu gün cumartesi diye kurtarmazmış. Hesapta dindarlık yapacak, gösteriş yapacak, gözünün önünde çocuk boğuluyor bugün cumartesi diye, şabat günü diye kurtarmıyor, niye çünkü Allah bugün çalışmamamı emretti. Dindarlık gösteriye dönüşünce nasıl içi boşalıyor, görüyorsunuz. İçi boşalınca tam tersine hizmet etmeye başlıyor. Din insana hizmet etmek içindi, burada ise cahilin dindarlığı arttıkça sapması da artıyor. Burada da böyle, mal insan içindi, insan mal için olunca iş karışıyor.

- Elhakümüt tekasür; çoğaltma tutkusu sizi oyaladı durdu. Fakirlik övülmemiştir, fakr övülmüştür İslam da. Fakirlik adam olsaydı onu öldürürdüm diyor hz. Ömer. “Fakirlik neredeyse küfr olacaktı veya nankörlük olacaktı” hadistir. Fakat fakr istilahi manada kullanılan fakr; Cüneydi Bağdadi Fakr’ı nasıl tarif ediyordu? “ senin dünyalara sahip olmaman değildir, dünyanın sana sahip olmasına izin vermemendir.!” diyor. “el fakru fahri” budur işte. İkisini yan yana getirince anlıyoruz, fakirlik ve fakr’ı, fakr övüncümdür. Duha suresinde “ ve vecedeke ailen feağna” biz seni zengin etmedik mi? Değil, biz senin gözünü, gönlünü dünyaya doyurmadık mı? Yani sana kanaat vermedik mi? Dünyaya iltifat etmeyecek bir kanat vermedik mi? İnsan servetsizde ğani olabilir mi? Tebbet suresinde “ma ağna anhu maluhu ve ma keseb” “ malı onu ğani kılmadı” diyor, demek ki ğani olmak ile mal sahibi olmak farklıdır.

(4)

2. Hatta zürtümülmekabir

“ta ki siz mezarlıklara varıncaya dek.”

- Ta ki öldünüz, ölünceye kadar. Mekabir; makberanın cem’idir. Çoğulu mezarlık manasına gelir. bu ayet şöyle anlaşılmalıdır “mezarlığa varıncaya kadar”. İki şekilde anlaşılabilir, biri sebebi nuzule bakarak veya iç bağlama bakarak. Sebebi nuzul nasıl gelmiş: iki kabile birbiriyle atışmış, şavaşmışlar Mekke de sen güçlüsün ben güçlüyüm’e gitmiş iş, o zaman hadi sayışalım demişler adamlarını saymışlar, oda kesmemiş kabirdekileri de sayalım demişler falan, çok uygun durmuyor burası için fakat cahiliye aklına da uygun gözüküyor. Mekkelilerin gelip meş’aril haramda birbirlerine kabile yarıştırmalarını biliyoruz. İç bağlama uygun olan mezarlığa gitmek, buda arap dilinde ölmek anlamına geliyor. “Ölünceye kadar çoğaltma tutkusu sizi oyaladı durdu.”

3. Kella sevfe ta'lemun

“Ama hayır! Vakti gelince,(burada) öğreneceksiniz;”

- Bura da ki sevfe; bir sonraki ayette de geliyor, tesvif edatı diyorlar buna, sin ve sevfe den oluşur. Sin yakın geleceği, sevfe uzak geleceği ifade eder. Fakat birbirlerinin yerine de kullanıldığını söylemişler. Fakat biz burada halk karineleriyle çıkarırız hangi geleceği ifade ettiğini; ikisi de uzak geleceği ifade ediyor, fakat biri dünyada ki geleceği diğeri ahretteki geleceği ifade ediyor. Onun için ikisi aynı olamaz, sümme edatı var arada. Sümme iki ayetin zamanlarının birbirinden ayrı olduğunu, çünkü terahi içindir(terahi; ileriyi düşünerek çekinmek demektir). Zamanda terahi, mekanda terahi içindir, dolayısıyla hem zamanda hem mekanda terahi için birinin dünyaya, diğerinin ahrete ilişkili olması lazımdır.

- Kella : harfi red dir, hem öncesini hem sonrasını görür. Kella sevfe ta'lemun; Zamanı gelince burada bileceksiniz.

4. Sümme kella sevfe ta'lemun

“o da olmadı, o zaman vakti gelince gerçeği(orada) öğreneceksiniz.”

- Sümme’ye verilecek en uygun karşılık; diyelim ki burada olmadı, göremediniz. Zamanı gelmedi veya geldi siz bilmediniz, fark etmediniz, o zaman ahirette bileceksiniz.

- Zımnen: bu tutku gözünüzü kör etmeseydi, şimdi bu hakikati öğrenirdiniz. Bu tutku kalp gözünüzü kör etmemiş olsaydı; dünyada bu gerçeği öğrenirdiniz, ama ahirette öğreneceksiniz. Aslında ta’lemun: alime, ilm demektir. Çok tarifi var ama müfredat sahibi Ragıp şöyle tarif etmiş: “bir şeyi kendi gerçekliği içinde idrak etmektir”. Mekayis sahibi İbni Faris daha çaplı bir mana vermiş, etimolojisinden yola çıkarak; “bir şeyi ondan olmayan bir şeyden ayırmak için, bir iz, bir işaret, bir alamettir” demiş. Her ikisi de muhteşem. Kendi gerçekliği içinde idrak ettinizse ettiniz, etmedinizse bir gün gelecek mutlaka idrak edeceksiniz. İlginçtir Allah için Alîm kullanılırda, arif kullanılmaz.

Marifet, bir şeyin özünü kavramak için olağanüstü çaba göstermeyi içerir. Rabbimizin böyle bir şeye ihtiyacı olmadığı için, irfana ihtiyacı olmadığı için bu kelime kullanılmaz.

5. Kella lev ta'lemune ılmel yekıyn

“Yoo, eğer bu (tutkunun neye mal olduğunu) tam kavramış olsaydınız.”

- Kella: kuran da çok sık kullanılan bir edattır. Üsttekini red eder, alttakini ispat eder. İlk defa alak suresinde kullanılmıştır. Dilcilerimiz, kella lara çok anlam yüklemişler, hatta risaleler yazılmış.

Basralılar yoo, hayır, asla manası vermişler, Kisai’ye göre; gerçektende, hakikatende, Sa’leb’e göre değilmi ki manasını vermiş. Ferra evet, kesinlikle evet manasını vermiş. Bunların hangisi doğru?

Bağlamına göre hepside doğru. Arap dilinde çok anlamlı, yakın anlamlı kelimeler vardır, fakat eş

(5)

anlamlı kelime yoktur. Ama çok anlamlı kelime var. Fitne kelimesinin yirmi, namaz kelimesinin 18 anlamı var. Kuranda kullanılan anlamı bunlar, kavl kelimesinin 30’u aşkın anlamı var, kâle’ ye dediki diyoruz, oysa kimi yerde cevap verdi, kimi yerde sordu, itiraz etti, karşı geldi, evetledi. Bunlar vurgu. İşte kella da aynı şekilde, yani bağlamına göre vurguları var.

- Kella lev ta’lemune: yoo, kesinlikle bileceksiniz, üstekine yoo, alttakine evet vurgusu var. Nasıl bileceksiniz? Nasıl bileceksiniz? Yakın bir bilgiyle bileceksiniz. Yakin: bilgi türlerinden bir türdür.

İslam bilgi felsefesinde bilgi 4 veya 5 kategoriye ayrılır. Heva, vehm, şek, zân, yâkin;

- Heva: hakikate nispeti sıfır olan bilgidir. Bilgi değeri taşımaz. Yani hava civa.

- Vehm: vehim deriz ya, evham çoğulu, cevherinde hakikate nispeti sıfır, görüntüde bir tür nispeti olan. Hakikatte değil, görüntüde. Kuruntu gibi. Halisünasyon gibi, gölgeye benzer bir nispeti vardır, nisbi nispet diyoruz buna.

- Şek: hakikate de, yalana da nispeti eşit olan, %50 - %50, şüphe anlamındadır. Şek dışında Kur’an da başka şüphe kavramları da kullanılır. Rayb gibi, ama fark vardır, rayb: ya yoksa şüphesidir, aslında yokluğu varlığından daha yakın. Şek ise iki tarafa da eşit olan.

- Zan: hakikate nisbeti daha fazla olan %75-90 gibi. Bu zan öyle git gel yapıyor ki, bazen yalana %90, hakikate %10. Burada kullanıldığı yere bakacaksınız. Onun için ayet; zannın birçoğundan kaçının diyor.

- Yakin: hakikate nispeti %100 olan bilgiye denir. Yakin de kendi içinde üç’e ayrılır. İlmen yakin:

hakikati bilgi olarak elde etmek, Aynel yakin: hakikati görmek, Hakkal yakin: hakikati yaşamak.

İstanbul’u hiç görmemiş ama hakkında çok bilgiye sahip kişi ilmen yakin olarak bilir, birkaç defa gitmiş biri aynel yakin olarak, İstanbul ‘da yaşayan ise hakkal yakin olarak bilgiye sahiptir. Yaşayan biri için İstanbul ’u inkar etmek diğerlerine göre daha büyük problem. Görmüş ise biraz küçük problem, bilmişse daha da küçük bir problem. Bunla ilgili yaşanmış bir olay anlatılır, Osmanlı döneminde Topkapı Sarayının haliçe bakan tarafında seyir köşkünün önünde bir zincir var. Zincir vardı yoktu diye iki kafadar o zamanın en büyük parası 2,5 lirasına iddaa ya girerler, yolda gelirken kavgayı veriyorlarmış, Topkapı sarayının kapısından seyir köşkünü görünce var diyen; görüyor musun? bak var zincir diyormuş, ötekisi de hala yok diyormuş. En sonunda elini yakasını tutup zincirin yanına getirip elini zincire tutturmuş, bu zincir işte var mı? Deyince, öbürü “ al şu 2,5 liranı orda zincir mincir yok demiş. Yakin derecesinde ki bilgiyi red etmenin insanı nasıl komik duruma düşürdüğüne güzel bir örnek. Yoo siz onu keşke ilmel yakin olarak bilseydiniz! Bilseydiniz ne olurdu?

6. Le teravünnelcehıym

“elbet(dünyayı) cehenneme (çevirdiğinizi) de görürdünüz;”

- Burada ki lam, bir önceki ayetin cevabıdır. Biriktirme tutkusunun yaktığı cehennemi görürdünüz.

Burada ki cahim’i ahirete hamletmiş tüm müfessirlerimiz. Oysaki ahiret daha sonra gelecek, çift kutuplu bir sure bu, mesani özelliği gereği tamda çift kutuplu bir sure, ayetler çift çift geliyor burada.

3-4. Ayet bir çift, 5-6. Ayet bir çift, 7-8. Ayet bir çift. Saffat suresi 97. Ayette cahim dünya ateşi olarak kullanılıyor. Bu mana bu delil üzerine verilmiştir. Aslında cahim; tutun ki burada göremediniz, ahirette yakin derecesinde göreceksiniz, dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğinizi. Eğer bunu bilseydiniz, ilmel yakin bilseydiniz, dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğinizi görebilirdiniz.

İlmen yakin olarak ama, Hakkal Yakin olarak nerde bileceksiniz? Ahirette bileceksiniz. Dünyada ahiret ilmel yakin olarak bilinebilir.

7. Sümme leteravünneha aynelyakıyn

“(tutun ki burada göremediniz), ama daha sonra (ahirette) onu zaten gözlerinizle göreceksiniz;”

- Bir gün gelecek ahreti gördüğünüzde aynel yakin göreceksiniz. Dünya nasıl cehenneme çevrilir?

Bunu konuşmaya gerek var mı? İnsanlık tarihini bilen biri insanın biriktirme tutkusunun dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğine şahittir. Sırf enerji ihtiyaçları için bu küresel güçler demokrasi, özgürlük

(6)

vs adı altında sırf çoğaltma tutkusu için milyonları, kadın, çocuk demeden bir düğmeye basarak yok etmediler mi? Enerji ihtiyaçları için, çoğaltmak için doymak bilmeyen gözleri sayesinde nasıl da dünyayı cehenneme çeviriyorlar. 10.000 km öteden gelip Irakta 600.000.- insanı orda öldürmenin temeli ne? Tekasür krizi. Biriktirme tutkusu. Biriktirdiğini 7 sülalesi yese bitmez, fakat dert ne?

Daha yok mu? Diyor. Afganistan da, Gazze de, Irakta olanlar hep bu tutkunun eseri. Yukardan bombayı düğmeye basıp, anne, annenin karnında ki doğmamış çocuk, genç, yaşlı gözlerini kırpmadan öldürebiliyorlar. Kendileri ise o kadar korunaklı bir durumdalar ki, herkes aşağıdan mermi yağdırsa ulaşmıyor. Eski kadim savaşların hiç biriyle kıyaslayamıyoruz bile. Evvelden savaşlar yüz yüze yapılırdı öldürenin ölme riski vardı, bunu göze alan savaşırdı. Hiroşima ve nagazakide olanlar, sadece erkekleri değil, savaşçıları değil karıncasından, ağacına, bebeğinden ninesine kadar her şeyi öldürüyor. Tutsiler ve hutiler diye Afrika da iki kabile yüzyılın başında böyle ayrıda değillermiş, ta ki yüzyılın başında Fransızlar bunları sömürmeye kalkana dek. Onlara kimlik vermişler siz tutsisiniz bunlarda huti diye, ondan sonra beyinlerini yıkamışlar ve 1994 de biri birinin üzerine yürüdü kadın erkek, çoluk çocuk 500.000 kişi bir gecede gitti. Hep arka planda tekasür krizi var. Allah a nasıl şükretmeyelim ki, bu arka planı vahiyle bize bildirmiş.

- İşte bunları dünyada göremediniz ama ahirette bu gerçeği mutlaka ve mutlaka gözlerinizle göreceksiniz, demektir bu ayetler.

8. Sümme le tüs'elünne yevmeizin anin neıym

“nihayet o gün, ebedi nimetlerden vaz geçip (geçici nimetlere yönelmenizden) dolayı hesaba çekileceksiniz.”

- Nihayet o gün geçici nimetlere tercih ettiğiniz ahiret nimetlerinden dolayı hesaba çekileceksiniz.

Diğer tefsirlerde bulunmayan bir manadır, bu manaya naim kelimesinin Kur’an da kullanıldığı yerlerin istikrai okuması sayesinde bu nimetlerin aslında dünya nimetleri değil, kaçırılan ahiret nimetlerinden dolayı hesap sorulacağı anlamına ulaşılmıştır. Kaçırdığımız nimetlerden hesaba çekileceğiz. Nimet : ni‘am, en‘um, ni‘amâ ve ni‘immâ Kur’an’da geliş şekilleri bunlar. Bunların tamamı da Kur’an’da dünya nimetleri anlamında kullanılıyor. Fakat naim kuran da 16 yerde gelir buranın dışında 15 yerin 15’inde de cennet nimetleri için kullanılır. Buraya istisna demek için herhangi bir delilimiz yok. O zaman “ ahiret nimetini nasıl elden kaçırırsınız diye hesap sorulacak.”

Siz nasıl bu ebedi nimetleri elden kaçırırsınız diye hesap sorulacak. Rabbim ebedi nimetleri elden kaçıranlardan etmesin, dünya ve ahiret saadetine dahil etsin. Amin.

“ ve ahuru davana, en elhamdülilahi Rabbil Alemin.”

İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz rabbimize Hamd’dir.

Referanslar

Benzer Belgeler

İlkel dinlerde şeytan genelde Tanrı’nın bir muadili olduğu kabul edilir. Yani birçok durumda şeytan, tanrıya yakın güce sahip bir varlık

Dostoyevski’nin, şeytanın insanı kandırmak için uyguladığı taktikleri anlat- ması Mevlana’nınn anlatımıyla o kadar benzerlikler gösterir ki… Mevlana, Şeyta-

Richard Melver AAPG bülteninde yayınlanan maka ­ lelerinde şöyle yazıyor: "Birikmiş olan hidrat yığışımları aniden kırıldığında, gaz çok hızlı bir

Gordon Cloade'un kendisinden çok genç bir kadınla onun kültürü için evlendiğini hiç sanmıyordu.. Gordon'un hatırı için ona hep nezaket ve

Çünkü Kur’an’ın bütünü içinde bu kavramın kullanılış şekli aynı, göğsün genişletilmesi hepimiz için geçerli olduğu gibi Allah Rasulü içinde daha

 Hem varlığın zıddı olan yokluğa delalet eder (krş. Zımnen: Ölüm de hayat gibi O’nun otoritesine tabidir. Ölen O’nun otoritesinden çıkamaz, hayata gelmemiş olan

Ama sizin yaptığınız güzel işlerin kesinlikle Allah tarafından kabul edildiğini ve tamamiyle hazır olduğunuzu, endişelenecek hiçbir şey kalmadığını

Ve bunu yapan kişi de "Ben iyi bir şey yapıyorum, Allah'ın ayetlerinden alıntı yapıyorum, bunun için ödül bile almam lazım." diye düşünüyor.. Bakın planı nasıl