• Sonuç bulunamadı

MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67

Surenin Adı:

Allah’ın “mutlak hükümran ve otorite” oluşunu ifade eden Mulk adını birinci âyetinden alır.

Kadim tefsir ve hadis kaynaklarında, bu isimle yer alır.

Bir rivayete göre sahabe bu sûreye Mani‘a (engelleyen) adını vermiştir (Taberânî). İtkân’da, Munciye (kurtarıcı) ve Vâkıye (koruyucu) diye de isimlendirilir. Bunlar, sûrenin âhirete ilişkin içeriğinden neşet etse gerektir.

Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı:

Sûre Mekke’de inmiştir.

(2)

MEKKE

Mina Müzdelife Arafat

KABE

Mekkî sûrelerin tipik özelliği olan belagatı önceleyen ses yapısıyla dikkat çeker. Sûre konu itibarıyla bir bütünlük teşkil eder. Bu, bazı âyetlerinin Medenî olduğu iddialarını geçersiz kılar. Cabir tertibinde Mü’minûn- Hâkka, diğerlerinde Tur-Hâkka arasına yerleştirilir.

Bu da takriben Peygamberliğin 9. yılına denk gelir.

28. âyetin Rasulullah’a karşı düşünülen suikast planını ima etmesi bu tarihi destekler.

Surenin Konusu:

Sûre, Allah-insan-kâinat ilişkisi etrafında şekillenir.

Ana fikri, insanın vahyin rehberliğine olan kaçınılmaz ihtiyacıdır.

Hayat ve ölümün mahiyetine dikkat çeker. İnsan denen şaheserin neden iki dünyalı olduğu sorusuna, daha girişte cevap verilir: “Hanginiz daha iyi davranış ortaya koyacak diye” (2).

İnsandan, kendisini çevreleyen evrenin kusursuz nizamı üzerinde düşünmesi istenir (3-4).

Zımnen söylenen şudur:

Bu muazzam tabii çevrenin bir anlam ve amacı olsun da,

Söz konusu çevrenin kendisine âmâde kılındığı insanın bir amacı olmasın mı?

Akıl ve vahiy, insana anlam ve amacını bulmak için verilmiştir.

Cehennemliklerin dilinden bu hakikat şöyle dile gelir: “Eğer biz bu (vahyi) dinlemiş ya da aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi cehennemlikler arasında olmazdık” (10).

Bu ikisine sırt dönen, Allah’a nankörlük yapmış olur ve nankörler cezalandırılır (13-18). İnsanı ancak sonsuz

(3)

İnsan varoluşunu Allah’a borçludur (23-24). Borçluluk bilinci olan ed-dîn’e sırt çevirenler, hesaba çekileceği Din Günü’ne karşı uyarılır (23-27).

Sûre, hakikati inkar edenlere, bu tavırlarını sürdürmeleri halinde başlarına gelecekleri haber vererek son bulur (28-30).

Hz. Peygamber ve sahabeden bu sûrenin önemine dair gelen rivayetler, kesinlikle sûrenin muhtevasına dikkat

çekme sadedinde anlaşılmalıdır.

(4)

ِّٰالل ِمْسِب

ِم ِنمْٰح ِر ٰاِْنمْٰح RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA

﴿ ٌمٰ دَق ٍء ْیَش ِّلُك ىٰلَع َوُه َو ُكْلُاْْح ِهِدَ ِب ى ذنْح َكَمٰاَبَت ١

1 MUTLAK hükümranlık kudret elinde bulunan (Allah) ne yüce, ne ulu bir bereket kaynağıdır; ve O her şeye kâdirdir.(1)

(1) Tebârake için bkz. A’râf: 54. Onun otoritesinin büyüklüğü, âyetin sonunda gelen Kadîr isminin delalet ettiği kudretiyle birlikte anlaşılmalıdır.

(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 54 Aşağıdadır.)

ُكنب َمٰ نرِح ننْح َلْ نْح ىِش ْغُ ِشْمَٰعْْح ىَلَع ى ٰوَتْسح نمُث ٍمان َح ِةنتِس ى ف َض ْمَٰ ْلْح َو ِتح َو ٰانسْح َقَلَخ ى ذنْح ُّٰالل ُم ُمْٰاَ ْلْح َو ُقْلَخْْح ُهَْ َلَْح ه ِمْٰاَاِب ٍتحَمٰنخَسُا َموُجُّنْح َو َمَٰاَقْْح َو َسْانشْح َو اًث ثَِ ُهُبُلْطَ َمٰاَه

ََكَراَبَت ُّٰالل

﴿ َر اَْاَعْْح ُّب َمٰ

٤٥ ﴾

54 KUŞKUSUZ sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı aşamada(39) yaratan; ve sınırsız güç ve kudret makamına(40) kurulan Allah’tır. O’dur gündüzü aralıksız kovalayan geceyle örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine âmâde kılan O… Bakın, yanlız O’na aittir bütün yaratılış ve mutlak emir: Âlemlerin Rabbi Allah en yüce, en ulvi bereket kaynağıdır. (41)

(39) Lafzen: “altı günde”. Nüzûl sürecinde bu ibarenin ilk geçtiği Kâf: 38’in ilgili notuna bkz.

(40) 'Arş için bkz. Tâhâ: 5, not 4.

(41) Tebârake:

 Hem “eksilmeyip sabit kalan”,

 Hem de “artıp çoğalan” anlamındaki el-bereke’den türetilir.

Yük devesinin sırtına verilen addır.

Bereket, “özünde çok olan ve durduğu yerde artan kalıcı hayır” demektir.

Diğer kipleri kullanılmayan tebâreke fiili, teâlâ gibi yalnız Allah için kullanılır (Râğıb). Bu niteliğinden dolayı ;

 Hem O’nun “sınırsız yüceliğine”,

 Hem de “bereket kaynağı oluşuna” delalet eder.

Fiilin yapısı gereği, bu bereket,

 Allah’a nisbetle sürekli ve kesintisiz,

 Kula nisbetle ameline bağlı olarak değişkendir.

﴿ ُمٰوُفَغْْح ُز زَعْْح َوُه َو ًلًَاَع ُرَس َِْح ْمُكُّ َح ْمُك َوُلْبَ ِْ َةو ٰ َِْْح َو َت ْوَاْْح َقَلَخ ى ذنَْح ٢

2 O, ölümü ve hayatı hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için yaratmıştır: (2) O mutlak üstün ve yüce olandır, eşsiz ve benzersiz bağışlayandır.

(2) Ölümü yaratması,

Hem canlıların can verilmeden önceki elementer kökenine,

Hem varlığın zıddı olan yokluğa delalet eder (krş. Bakara: 28).

Zımnen: Ölüm de hayat gibi O’nun otoritesine tabidir. Ölen O’nun otoritesinden çıkamaz, hayata gelmemiş olan O’nun mülkü haricinde kalamaz. Eğer yokluk kendi başına bir gerçekse onu da Allah yaratmıştır, değilse zaten konuşmaya değmez...

Âyette ölüm hayattan önce gelmiştir. Şu halde ölüm “yokluk” mudur?

Hem evet,

Hem hayır.

(5)

İnsanın ölümü için Kur’an’da iki kavram kullanılır:

Cesede nisbetle mevt,

Ruha nisbetle teveffi.

Beden ölür, ruh teveffi ettirilir.

Bu durumda cevap şöyle olur: Eğer teveffi olmasaydı ölüm yokluk olurdu.

Zımnen şu imayı da içerir:

Hayata ve diriye saygılı olun,

Ölüme ve ölüye de saygılı olun. Zira onu da Allah yarattı.

Varlık kevn ve fesad/oluş ve bozuluş âlemidir. İnsan bedeninde ve kâinatta her an kevn ve fesad tecelli etmektedir (Âl-i İmran: 185).

Sınav daha iyi olmanın aracıdır. İnsanı kemale doğru yürütmek için, Allah insana imtihan sûretinde ikram etmiştir.

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 28 Aşağıdadır.)

ُك ُِْ نمُث ْمُكُت اُ نمُث ْمُكاَ َِْاَف اًتح َوْاَح ْمُتْنُك َو ِّٰللّاِب َروُمُٰفْكَت َفْ َك

﴿ َروُعَج ْمُٰت ِهْ َِْح نمُث ْم ٢٢

28 Cansızken size hayat bahşedecek, ardından sizi öldürecek ve ondan sonra da diriltecek,(39) en sonunda sizi kendisine döndürecek olan Allah’a karşı nasıl olur da nankörlük yaparsınız?

(39) Krş. Mü’min: 11. Âyetin açılımı şudur: Siz varlıkta var idiniz. Fakat hayat sahibi değildiniz. Hayata gelmeden de “varoluş” açısından var idiniz. Allah, varlıkta dağınık olarak bulunan “siz”e ruh üfleyerek diriltti. Bu,

1) Ölümün varlığın zıddı anlamında bir “yokluk” olmadığını;

2) Ölümün hayatın zıddı olduğunu;

3) Ölümü hayatın başlangıcı olduğunu gösterir.

(Nuzul 98 / Mushaf 3 : Al-i İmran 185 Aşağıdadır.)

َو ِمٰاننْح ِرَع َح ِزُِْز ْرَاَف ِةَا ٰ ِقْْح َم ْوَ ْمُكَمٰوُجُح َر ْونف َوُت اَاننِح َو ِت ْوَاْْح ُةَقِئحَذ ٍسْفَن ُّلُك

﴿ ِمٰوُمُٰغْْح ُعاَتَا نلِْح اَ ْنُّدْح ُةو ٰ َِْْح اَا َو َزاَف ْدَقَف َةننَجْْح َلِخْدُح ١٢٤

185 Her can(151) ölümü tadar.(152) Ve kıyamet gününde, karşılıklarınız size tam olarak ödenir. Ve kim ateşten uzaklaştırılır da cennete alınırsa, işte o murada ermiş olur. Bu dünya hayatıysa, aldatıcı bir tatmin aracından başka bir şey değildir.(153)

(151) Bu âyette olduğu gibi, genellikle Kur’an âhiret hayatını ele alırken, cinsiyet, sınıf, milliyet gibi fiziki ve sosyal tanımlamaların ötesine geçen nefs kelimesini kullanır. Bu kullanım, ahretteki ceza ve ödülün cinsiyet de dahil her tür fiziki ve sosyal farklılığın ötesinde, insanın özü ve aslı bağlamında ele alındığının göstergesidir. Buna karşın Allah asla ölmez (Furkan: 58). Tekrar dirilecek olan da nefs’tir ve diğer nefislerle eşleştirilecektir (Tekvir: 7, not 4).

(152) “İsm-i fail devam eden fiildir” diyen Kufe okuluna istinaden şöyle de çevrilebilir: “Her can ölümü her an tatmaktadır”. Bu takdirde ölüm, bedenin içinde her an milyarlarcası ölüp yerini milyarlarca yeni hücrenin doldurduğu o muhteşem tavafa delalet eder. Bir özneye bir vasıf fiil olarak değil de ism-i fail olarak isnat edilirse o vasfın öznenin cevheriyle ilişkili olduğuna delalet eder. Burada ölüm insana fiil ile (yezûku) değil de ism-i fail ile (zâikatun) isnat edilmiştir. Dolayısıyla bu ölümün insan için daha yaratılışının başlangıcında cevherine yerleştirilmiş bir kader olduğu anlamına gelir.

(153) Zımnen: Servet iftihar için değil imtihan içindir.

 Serveti iftihar gibi gören servete ait olur,

 Serveti imtihan gibi gören servete sahip olur.

(6)

ْرِا ى ٰمَٰت ْلَه َمَٰصَبْْح ِعِجْمٰاَف ٍت ُواَفَت ْرِا ِر ٰاِْنمْٰح ِقْلَخ ى ف ى ٰمَٰت اَا اًقاَب ِط ٍتح َو ٰاَس َعْبَس َقَلَخ ى ذنَْح

﴿ ٍمٰوُطُف ٣ ﴾

3 O, yedi göğü eşsiz bir uyum içinde (3) yaratmıştır; (4) Rahmân’ın yaratışında bir düzensizlik göremezsin;

haydi, çevir gözünü de bir bak bakalım: bir kusur ve başıboşluk görebilecek misin? (5)

(3) Veya tıbâkan’ı, tabak yada tabaka’nın çoğulu sayarak: “kat kat, tabaka tabaka”. Tercihimiz, kelimenin tâbeka’dan mastar oluşuna dayanmaktadır.

(4) Halk, takdîr, îcâd ve ibda mânalarının tümünü içerir.

Takdîr, varın sınırlarını ve dozunu belirleme, yani bir “tahdit”tir. Zehiri ilaç yapan dozdur.

Îcâd, yokluğu mümkün olanı vardan var etmektir.

İbda’, yoktan var etmektir.

Ben idraki bizim arzımızdır.

Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur.

Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu ve aklımızı en yüksek gök olan vahyin rahmeti altına tutarsak, bu rahmet akla baharı insana cenneti müjdeler (Yedi kat gök’e dair çok ayrıntılı ve felsefi bir yorum için bkz. Elmalılı, VII, 5161-5181).

(5) Futûr, “delik, gedik, boşluk, yırtık, yarık, çatlak” anlamında kusur (Rûm: 30 ; Fâtır: 1).

(7)

(Nuzul 42 / Mushaf 35 : Fatır 1 Aşağıdadır.)

َعاَبُمٰ َو َث ٰلُث َو ى ٰنْثَا ٍة َِِن ْجَح ى ْوُح ًلًُسُمٰ ِةَكِئٰلَاْْح ِلِعاَج ِض ْمَٰ ْلْح َو ِتح َو ٰانسْح ِمِٰطاَف ِِّٰللّ ُدْاََِْْح َا ِقْلَخْْح ىِف ُد زَ

﴿ ٌمٰ دَق ٍء ْیَش ِّلُك ىٰلَع َّٰالل نرِح ُءاَشَ ا ١

1 HAMD tümüyle, gökleri ve yeri bir çekirdeği yarar gibi yoktan var eden;(1) melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur.(2) O yaratıkların kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir: (3) çünkü Allah her şeye güç yetirendir.

(1) Fâtır,

 hem yoktan var etmeyi,

 hem yaratma sürecinin başlama noktasını,

 hem de “bir çekirdeği yarma” anlamıyla içindeki gizli potansiyeli açığa çıkarmayı ifade eder. (Lugat anlamı için bkz. Rûm: 30, not 8.) Zımnen: Hamd, varlık çekirdeğinin kabuğunu çatlatıp içindeki varlık ağacını yeşerten Allah’a mahsustur.

(2) Bazı yorumculara göre bu “iki, üç ve dört” yerine kullanılmıştır (Taberi). Buradaki rakamlar aritmetik değerler olarak algılanmamalıdır.

Bir sınır da ifade etmezler. Devamındaki cümle bunu ortaya koymaktadır. İbn Mes’ud kanalıyla gelen bir haberde Allah Rasulü Cebrail’i altı yüz kanatlı olarak tasvir eder (Buhârî ve Müslim). Bununla, meleğin taşıdığı vahyin mânevî ağırlığı ifade edilse gerektir (krş. Müzzemmil:

5). Muhtemel tüm yorumlar, meleklerin mânevî varlıklar olduğu gerçeğini esas almak zorundadır.

(3) Krş. “O doğru yola yönelenlerin hidayetini artırır ve onlara korunma gücü bahşeder” (Muhammed: 17). Bir önceki cümleyle birlikte düşünüldüğünde, melekler de dahil Allah’ın yaratıkları üzerindeki aktif ve muazzam müdahalesini, dahası bu müdahaleyi sayısız yollarla uygulayacağını gösteren bir ibâre.

(Nuzul 88 / Mushaf 30 : Rum 30 Aşağıdadır.)

ًف ن َِ ِر ّدلِْ َكَه ْج َو ْمِقَاَف ا

ََت َر ْطِفَ اننْح َمَٰثْكَح نرِكْٰ َو ُمِّ َقْْح ُر ّدْح َكِْ ٰذ ِ ّٰالل ِقْلَخِْ َل دْبَت َلْ اَهْ َلَع َساننْح َمَٰطَف ى تنْح ِّٰالل

﴿ َروُاَل ْعَ َلْ ِس ٣٣

30 İMDİ sen, varlığını her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl dine(35), Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata çevir;(36) (ta ki) Allah’ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın: (37) işte, değer (odaklı) gerçek Din’in (amacı) budur ve fakat insanların çoğu bilmiyorlar.

(35) Benzer bir âyet ve çevirimizin gerekçesi için bkz. Yûnus: 105

(36) Fıtrat: “içinde gizleneni ortaya çıkarmak için yarıp açmak, yaratmak, meydana getirmek” mânalarına gelen fatr kökünden türetilmiş isimdir.

(8)

“Damağı yardığı” için devenin azı dişinin çıkması da böyle ifade edilir. Ebu Ubeyde ve Ferra fıtratallah’ı sıbğatallah (Bakara: 138) ile açıklar.

Buna göre;

Allah’ın insanı üzerinde yarattığı fıtrat, yaratılıştan her insanın özüne yerleştirilen iyiye, doğruya ve hakikate olan eğilimdir.

İnsan bir amaç için yaratılmıştır.

Bu amaç;

 yeryüzünde hayatın tevhit ve adâlet ekseninde inşasıdır.

Kur’an insana bu misyonundan dolayı “halife” adını verir.

Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleştirecek donanıma ve altyapıya sahip olmasıdır.

“O her şeye yaratılıştan en güzel olma, kemalini bulma (yeteneği) vermiştir” (Secde: 7) âyeti bunu ifade eder. “Allah’ın boyası” işte budur (bkz. Bakara: 138). Bu boyayı üzerine sürülen bir başka boyayla değiştirmek, sadece fıtratın üzerinin örtülmesine değil, aynı zamanda onun üzerine inşa edilecek inancın amacından sapmasına da yol açar.

(37) Veya: “Allah’ın yaratışı değiştirilemez”. Taberî ve Zemahşerî gibi bazı müfessirler bu ibâreyi bir yasaklama cümlesi olarak alır. Bu takdirde anlam “Asla Allah’ın yaratışını değiştirmeye kalkmayın!” olur.

Bu okuma tercih edildiğinde Nisâ 119’la olan bağlantı göz ardı edilmemelidir. Ne ki Rûm 30’da hilkatin “zati varlığının değiştirilmesi”

(tebdîl) ele alınırken, Nisâ 119’da “vasfının değiştirilmesi” (tağyîr) ele alınmaktadır.

Tebdîl ve tağyîr kelimelerinin kök mânalarından yola çıkarak fıtrat üzerinde tağyirin mümkün olduğunu fakat tebdilin sadece Allah’a has olduğunu söylemek mümkündür.

Bu da bizi, ne kadar sapmış olursa olsun insandan ümit kesilemeyeceği sonucuna götürür. Çünkü Allah’ın boyasının üzerine sürülen her boya sentetiktir. Doğal boyanın yerini tutamaz (krş. Bakara: 138). Bu boya herhangi bir sebeple çözülüp sıyrıldığında, altındaki gerçek boya ortaya çıkacaktır.

Bu nedenledir ki hak dinin amacı fıtratı değiştirmek değil, geliştirmek ve potansiyelini açığa çıkarmaktır.

30-32 arası âyetler birlikte ele alındığında, fıtratın selim, sapmanın arızi olduğu görülür. Bu âyetler Şûrâ 13 ile birlikte okunmalıdır.

Fıtrat hanif dinin esasıdır. Yani insanlığın değişmez değerlerinin kendisinden neşet ettiği saf din fıtrîdir, ontolojiktir. Hz. Peygamber’den nakledilen şu rivayet ünlüdür: “Her doğan malum fıtrat üzere doğar, fakat ebeveyni onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir”

(Buhârî ve Müslim). İbn Hanbel ve Nesâi’de yer alan metinden Rasulullah’ın bu sözü söyleme gerekçesini de öğreniyoruz. Bir savaşta Müslümanların düşman çocuklarından bir kaçını öldürmeleri üzerine Rasulullah buna şiddetle tepki gösterir. Onlar “Ama onlar müşriklerin çocukları değil mi?” diye itiraz edince, “Sizin en iyileriniz de öyle değil miydi?” diyerek bu hadiste nakledilen sözü söyler.

Bu aynı zamanda Pavlus Hıristiyanlığının “ilk günah” doktrinine de bir itirazdır. İslâm insanı özünde iyi olarak methetmiş, sapmanın arızî olduğuna dikkat çekmiştir. Burnu kulağı ve kuyruğu kesik bir anadan doğan yavru hayvan, bu uzuvları tam olarak doğar. Çünkü cismani fıtratı odur. Annenin eksiklikleri sonradandır. İnsan’ın mânevî varlığı da tıpkı maddî varlığı gibi tamdır. Fakat onda bozulma ve noksanlaşma sonradan müdahaleyle olur.

İslâm, bir üstyapıdır. Altyapısını, Allah’ın insanları yarattığı fıtrat oluşturur. Bu durumda

Dindarlık, insanın başlangıçtaki kendi tabiatına bir dönüş, ilâhi format olan insani fıtratın farkına varış tecrübesidir.

 Küfür, şirk, dalalet, nifak gibi manen ve ahlâken düşüş kategorileri ise, fıtrattan uzaklaşması, dolayısıyla kendisine yabancılaşması anlamına gelir.

﴿ ٌمٰ س َِ َوُه َو اًپ ِسا َخ ُمَٰصَبْْح َكْ َِْح ْبِلَقْنَ ِرْ َتنمَٰك َمَٰصَبْْح ِعِجْمٰح نمُث ٥

4 Sonra tekrar tekrar çevir gözünü de bir bak; (6) bakışın yılgın ve bezgin(7) bir şekilde sana geri dönecektir.

(6) İdrak tek, göz çifttir. İki göz bir idrake açılır: yamuk bakan doğru idrak edemez.

(7) Veya: “şaşkın ve hayretler içinde”.

(9)

ْنُّدْح َءاَانسْح اننن َز ْدَقَْ َو

﴿ ِمٰ عنسْح َبحَذَع ْمُهَْ اَنْدَتْعَح َو ِر طاَ نشلِْ اًاوُجُمٰ اَهاَنْلَعَج َو َح باَصَاِب اَ

٤ ﴾

5 Doğrusu (8) Biz, en yakın göğü kandillerle süsledik; (9) onları, şeytan(lığa soyunan)lar (10) için gayba dair spekülasyon aracı kıldık;(11) ve onlar için yakıp kavuran (12) bir azap hazırladık;

(8) Zımnen: Kahinlerin, medyumların, falcıların söylediği yalan; doğrusu şu ki… (krş. Sâffât: 6-7; Hicr: 16-17.) (9) es-Semâu’d-dunyâ ile kâinat da kastedilmiş olabilir, “ay altı âlem” de denilen atmosfer içi gök de. Bu takdirde, “kandiller”, yıldızların orada olmasına değil, ışıklarının orada görülmesine hamlolunur. Bunlar meteor olarak da düşünülebilirse de, Sâffât sûresinin 6. âyeti bu ihtimali dışlamaktadır.

(10) Yani, “uzak oldu” kökünden türetilen şeytan isminin de tedai ettirdiği gibi, “hakikatten uzaklaşan, haddini aşan ve en sonunda kendine yabancılaşan insanlar için kullanılır.

(11) Rucûm, tıpkı mahluk mânasına kullanılan halk gibi, mef’ul mânasına mastardır. Gaybi konulara dair spekülasyon, tahmin, zan ifade eder (bkz. racmen bi’l-ğayb

Kehf: 22). Kur’an her tür gaybtan haber verme

teşebbüsünü şeytanlık olarak mahkûm etmiştir.

(12) Sa‘îr, “tutuşturulmuş, kızgın”. S‘ir, “bir şeyin fiyatı”. Zımnen: Cehennem ne kadar ucuz da alınsa yine de pahalıdır: el yakar, yürek yakar. Cennet ne kadar pahalı da alınsa yine de ucuzdur.

(Nuzul 66 / Mushaf 37 : Saffat 6-7 Aşağıdadır.) اَ ْنُّدْح َءاَانسْح اننن َز اننِح

﴿ ِبِكح َوَكْْح ٍةَن زِب ٦

6 Şüphesiz Biz, yerin en yakın göğünü yıldızların (4) güzelliğiyle süsledik;

(4) Lafzen: “gezegenlerin”. Burada kastedilen gök cisimlerinin kendileri değil ışıklarıdır. Dolayısıyla “yakın gök” ifadesi, ışığı dünyaya ulaşan yıldızların bulunduğu tüm uzayı kapsar.

(10)

﴿ ٍد ِمٰاَا ٍراَطْ َش ِّلُك ْرِا اًظْفِِ َو ٧

7 Üstelik (onları) her isyankâr (5) şeytanın tasallutundan koruduk,

(5) Veya: “kontrol dışı”. el-Mârid, “kontrol dışı” (el-haric ‘ani’tta‘ ah) anlamını da içerir. Gaybı bildiğini iddia eden ve kendi kendini gerçekleştiren kimi kehanetlerle insan iradesini zaafa uğratan şeytanlar ve şeytansılar. el-Mârid’in “soyutlayan, yalıtan, soyan” anlamı göz önüne alındığında, her tür kehanet teşebbüsünün “bilgiyi amacından soyutlamak”, bir tür “hakikat hırsızlığına soyunmak” olduğu anlaşılır.

(Nuzul 72 / Mushaf 15 : Hicr 16-17 Aşağıdadır.)

﴿ َر مٰ ِظاننلِْ اَهاننن َز َو اًجوُمُٰب ِءاَانسْح ىِف اَنْلَعَج ْدَقَْ َو ١٦

16 DOĞRUSU Biz, gökyüzünde yıldız kümeleri(11) var ettik; ve onları (ibret nazarıyla) bakanlar için süsledik.

(11) Burûc: Kök anlamı “dikkat çekmek” ya da “sığınak” olan kelime burada “Yıldız kümeleri” ya da “takım yıldızları” manasında kullanılmıştır (Külliyyât).

﴿ ٍم جَمٰ ٍراَطْ َش ِّلُك ْرِا اَهاَنْظِفَِ َو ١٧

17 Ve onları (bilir bilmez) atan(12) her tür şeytani güçten koruduk.(13)

(12) Racîm, hem fail hem de mef’ul manasına gelir. Burada “asılsız söz söyleyen, bol keseden atan, iftira atan, sıkan” anlamına.

(13) “Büyülendik” ile biten 15. âyetle bu âyetler arasındaki ilişki açıktır. Zira yıldızlar öteden beri büyücülerin ve şarlatanların istismarına konu olmuş, gaybî bilgiye ulaştıkları iddiasıyla Allah’tan rol çalmağa yeltenmişlerdir. Vahiy, “sahte bilgiye” ve “bilgi sahtekarlığına” dikkat çekerek sahih bilginin önemini vurguluyor.

(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 22 Aşağıdadır.)

ْمُهُبْلَك ْمُهُسِداَس ٌةَسْاَخ َروُْوُقَ َو ْمُهُبْلَك ْمُهُعِبحَمٰ ٌةَثٰلَث َروُْوُقَ َس اًم ْجَر

ِب ُمَلْعَح ى ّبَمٰ ْلُق ْمُهُبْلَك ْمُهُنِااَث َو ٌةَعْبَس َروُْوُقَ َو ِبْ َغْْاِب ِتْفَت ْسَت َلْ َو حًمِٰهاَظ ًءحَمِٰا نلِْح ْمِه ف ِمٰاَاُت َلًَف ٌل لَق نلِْح ْمُهُاَلْعَ اَا ْمِهِتندِع

﴿ حًد ََِح ْمُهْنِا ْمِه ف ٢٢

22 (Asırlar) sonra, bilinmeyen hakkında atıp tutma kabilinden,

 “Onlar üç kişiydiler dördüncüleri köpekleriydi” diyenler çıkacağı gibi,

 “Beş kişiydiler altıncıları köpekleriydi” diyenler de çıkacak; dahası

 “Yedi kişiydiler sekizincileri köpekleriydi” diyenler bile…(29)

De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir! Onlar hakkında (gerçek) bilgiye sahip olanların sayısı çok azdır.” (Sen, ey muhatap!) O halde artık onlar hakkında, olayın görünen boyutunun dışına taşan bir tartışmaya girme; yine onlar hakkında, (bilinmeyen hakkında atıp tutan) (30) kimselere itibar edip de soru sorma!

(29) Bu âyet, kıssanın anlatılageldiği asırlar içerisinde menkıbevi bir niteliğe büründüğünü dile getirmektedir. Buna göre kıssa hakkında ayrıntıya giren her anlatım, bu âyetin devamında ifade buyurulduğu gibi, recmen bi’l-ğayb (bilinmeyen hakkında atıp tutma) olmaktan öte gitmeyecektir.

(30) Parantez içi açıklamamız, âyetin içerisinde yer almaktadır. Bu kimseler, bilgisi sahih ve sahici kaynaklara dayanmayan menkıbeci ve kıssacılar olsa gerektir.

﴿ ُمٰ صَاْْح َسْئِب َو َمننَهَج ُبحَذَع ْمِهِّبَمِٰب حوُمَٰفَك َر ذنلِْ َو ٦

6 Zira Rablerine karşı (böyle) nankörlük yapanları Cehennem azabı beklemektedir: ne berbat bir son duraktır.

﴿ ُمٰوُفَت َىِه َو اًق هَش اَهَْ حوُعِاَس اَه ف حوُقُْْح حَذِح ٧

7 Onlar oraya atıldıklarında, onun kaynayış homurtusunu işitecekler;

(11)

ن َاَت ُداَكَت

﴿ ٌمٰ ذَن ْمُكِتْاَ ْمََْح اَهُتَنَز َخ ْمُهََْاَس ٌج ْوَف اَه ف َىِقُْْح اَانلُك ِظْ َغْْح َرِا ُز ٢

8 Neredeyse öfkeden patlayacak… Günahkârların atıldığı her seferinde bekçiler, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye soracaklar.

َك ٍل َلًَض ى ف نلِْح ْمُتْنَح ْرِح ٍء ْیَش ْرِا ُ ّٰالل َلنزَن اَا اَنْلُق َو اَنْبنذَكَف ٌمٰ ذَن اَنَءاَج ْدَق ىٰلَب حوُْاَق

﴿ ٍمٰ ب ٩ ﴾

9 “Evet,

Doğrusu bize bir uyarıcı gelmişti;

Fakat biz onu yalanladık ve

Allah hiçbir şey indirmemiştir;(13)

Siz (elçiler) büyük bir şaşkınlık içindesiniz” (14) demiştik” itirafında bulunacaklar.

(13) Bu ibâre, Tanrı’nın varlığını inkar eden Ateizm’i değil, Tanrı’yı kabul etmekle birlikte O’nun mesaj indirdiğini, peygamber gönderdiğini, hayata müdahil olduğunu inkar eden Deizm ve Sekülarizmi de mahkûm eder.

(14) Bu son cümle inkarcılara değil de, Allah’a veya Cehennem bekçilerine ait olarak da anlaşılabilir.

ُْاَق َو

﴿ ِمٰ عنسْح ِباَِْصَح ى ف اننُك اَا ُلِقْعَن ْوَح ُعَاْسَن اننُك ْوَْ حو ١٣

10 Ve

Eğer biz (vahyi) işitmiş veya

Aklımızı kullanmış olsaydık,

şimdi kavurucu ateşe müstahak olanlar arasında bulunmazdık” (15) diyecekler.

(12)

(15) Zımnen: “Kendimizi yakacak ateşe en yüksek bedeli ödeyenler arasında bulunmazdık”.

Burada iki değil üç unsur var:

Vahiy,

Akıl ve

Çevre.

İmam Cafer’e atfedilen şöyle bir söz vardır: Peygamber insanın dışındaki akıl, akıl insanın içindeki peygamberdir.

Duyularımızın ötesini akıl ile,

Aklımızın ötesini vahiy ile kavrayabiliriz.

Burada duyuları “çevre” temsil etse gerektir.

Cenneti hak edenlerin arasında olmak, duyuların doğru kullanımı açısından doğru kullanılan akıl ve doğru anlaşılan vahiy kadar önemlidir. Allah’tan ödünç değerler alma (ilm) ve onlarla Allah-insan-kâinatın hakikatiyle tam uyumlu hükümlere ulaşma (hikmet) konusunda her fert (adem) aynı hakka sahiptir.

﴿ ِمٰ عنسْح ِباَِْصَ ِلْ اًقُِْسَف ْمِهِبْنَذِب حوُفَمَٰتْعاَف ١١

11 Böylece günahlarını itiraf etmiş oldular: Olmaz olsun o harlı ateş ashabı!

﴿ ٌمٰ بَك ٌمٰ ْجَح َو ٌةَمِٰفْغَا ْمُهَْ ِبْ َغْْاِب ْمُهنبَمٰ َر ْوَش ْخَ َر ذنْح نرِح ١٢

12 Beri yanda, Rablerine –O ğaybî bir hakikat olmasına karşın- derin bir saygı duyanlara gelince: Onları tarifsiz bir bağış ve büyük bir ödül beklemektedir.

﴿ ِمٰوُدُّصْح ِتحَذِب ٌم لَع ُهننِح هِب حوُمَٰهْجح ِوَح ْمُكَْ ْوَق حوُّمِٰسَح َو ١٣

13 İNANCINIZI (16) ister gizleyin ister açığa vurun; unutmayın ki O göğüslerin en mahrem sırlarını bilendir.(17)

(16) Lafzen: “sözünüzü”. Başlangıç vav’ı, çeviriye mâna olarak değil paragraf başı işleviyle yansımıştır.

(17) Bir önceki âyetteki gaybi bir hakikat olan Allah’a iman ile bağlantılı. Allah’ın gaybi bir hakikat olması gerçeğini kavrayamadıkları için onu yok sayanlar çıkabilir. Adem-i vicdan ile adem-i vücut lazım gelmez. Yani birileri bulamadı veya göremedi diye bir hakikat yok olmaz. 10. âyetteki itirafın, gerçeği tam yansıtmadığı iması da var:

Allah onların sadece vahyi işitmediklerini ve anlamaya yanaşmadıklarını değil, bunların ardında yatan gerçek sebebi de bilir. O, tasavvurdur. Zatu’s-sudûr, tasavvurata tekabül eder. Oradaki yanlış, akla, dile ve nihayet eyleme yansır. 11. âyetteki “günah”, işte eyleme yansıyan o sonuçtur.

َوُه َو َقَل َخ ْرَا ُمَل ْعَ َلَْح

﴿ ُمٰ بَخْْح ُف طنلْح ١٥

14 Bakın, Yaratan bilmez mi hiç?(18) Zira O ilmiyle her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olandır. (19) (18) Veya: “O, yarattığını bilmez mi hiç?” Men halaka’nın, ya’lemu fiilinin hem faili hem mef’ulü olabileceğine dayanarak.

(19) el-Latîfu’l-habîr için bkz. Lokman: 16

(13)

(Nuzul 75 / Mushaf 31 : Lokman 16 Aşağıdadır.)

ِض ْمَٰ ْلْح ىِف ْوَح ِتح َو ٰانسْح ىِف ْوَح ٍة َمٰ ْخَص ى ف ْرُكَتَف ٍلَد ْمَٰخ ْرِا ٍةنبَِ َلاَقْثِا ُكَت ْرِح اَهننِح نیَنُب اَ

َّٰالل نرِح ُ ّٰالل اَهِب ِتْاَ

ٌَريٖبَخَ ٌفي ٖطَلَ

﴿ ١٦ ﴾

16 (Lokman): “Yavrucuğum! (Yapıp ettiğiniz) o şeyler isterse bir hardal tanesi kadar olsun, ister bir kayanın bağrında, ister göklerin derinliklerinde, isterse yerin altında saklı bulunsun; Allah onu bulup ortaya çıkarır: çünkü Allah (ilmiyle) her şeye nüfuz eder,(20) her şeyden haberdardır.

(20) Latîf özellikle habîr ile kullanıldığı bu gibi yerlerde, kesafet’in karşıtı olan letafet’ten sıfat-ı müşebbehe olarak gelir. Mânevî duyulara letâif, ince nükteye latîfe denmesi de bundandır. “Allah’ın akıl-sır ermez bilgisiyle her şeye nüfuz ettiğini, hiçbir şeyin buna engel teşkil edemeyeceğini” ifade eder (Râğıb). İlâhî bilginin aklın sınırlarını fersah fersah aşan tabiatına zımnî bir atıftır.

َُْذ َض ْمَٰ ْلْح ُمُكَْ َلَعَج ى ذنْح َوُه

﴿ ُمٰوُشُّنْح ِهْ َِْح َو هِق ْز ِمٰ ْرِا حوُلُك َو اَهِبِكاَنَا ى ف حوُشْااَف ًلْو ١٤

15 Yeryüzünü sizin için emre âmâde kılan O’dur; (20) artık onun her tarafını dolaşın (21) ve O’nun rızkından nasiplenin: ama O’na döndürüleceğinizi asla (unutmayın)!

(20) Yeryüzü zill’den türetilmiş olan zelîl değil, zull’den türetilmiş olan zelûl’dür. Mesela;

At zelûl,

Katır zelîl’dir.

Köpeklerin bir kısmı zeluldür bir kısmı zelil, k

Urt ne zeluldür ne zelil,

Tilki sadece zelildir.

(21) Lafzen: “Omuzlarına binin”.

﴿ ُمٰوُاَت َىِه حَذِاَف َض ْمَٰ ْلْح ُمُكِب َفِس ْخَ ْرَح ِءاَانسْح ىِف ْرَا ْمُتْنِاَح َء ١٦

16 Gökte olanın, (22) sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman, bir de bakarsınız ki (arz) çalkalanmaya başlamış.

(22) Zatı için zaman ve mekân düşünülemeyecek olan Allah’ın mekâni değil makami yüceliğine mecazi bir atıf

olabileceği gibi, O’nun verdiği cezayı infaz eden meleğe de atıf olabilir (krş. Ankebût: 34).

(14)

(Nuzul 89 / Mushaf 29 : Ankebut 34 Aşağıdadır.)

﴿ َروُقُسْفَ حوُناَك اَاِب ِءاَانسْح َرِا حًز ْج ِمٰ ِةَ ْمَٰقْْح ِهِذ ٰه ِلْهَح ىٰلَع َروُْ ِزْنُا اننِح ٣٥

34 İşte bu yüzden biz şu bölge halkına, işleye geldikleri fısku fücur yüzünden gökten yakıcı bir bela indireceğiz.”

﴿ ِمٰ ذَن َفْ َك َروُاَلْعَتَسَف اًب ِصاَِ ْمُكْ َلَع َلِس ْمُٰ ْرَح ِءاَانسْح ىِف ْرَا ْمُتْنِاَح ْمَح ١٧

17 Veya gökte olanın, sizin üzerinize bir bela kasırgası salmayacağından emin misiniz? Artık uyarım nasıl olurmuş, o zaman anlayacaksınız.

﴿ ِمٰ كَن َراَك َفْ َكَف ْمِهِلْبَق ْرِا َر ذنْح َبنذَك ْدَقَْ َو ١٢

18 Doğrusu, onlardan önce de yalanlayanlar olmuştu; ama uyarılarımı reddetmek nasılmış, gördüler. (23) (23) Zımnen: Felaket onların Beni reddetmeleri değil, asıl felaket Benim onları reddetmemdir.

ٍء ْیَش ِّلُكِب ُهننِح ُر ٰا ِْنمْٰح نلِْح نرُهُك ِسْاُ اَا َرْضِبْقَ َو ٍتانفاَص ْمُهَق ْوَف ِمْٰ نطْح ىَِْح ح ْوَمَٰ ْمَْ َوَح

﴿ ٌمٰ صَب ١٩ ﴾

19 Onlar, üzerlerinde saflar halinde kanat çırpıp uçan kuşları düşünmezler mi? (24) Onları O sonsuz rahmet sahibinden başka havada tutan yok: (25) şüphesiz O, her şeyi görmektedir. (26)

(24) Saff için bkz. Saf: 4.

(25) Zımnen: Rahmân’ın koyduğu yasalar sayesinde… Hava dinamiğine atıf. Tabiat yasaları ilâhi rahmetin eseri.

Bu âyet o yasaları keşfe teşvik iması taşır.

(26) Âyetin son cümlesi Allah’ın kendi koyduğu yasaları gözettiğini ihsas eder.

(15)

(Nuzul 99 / Mushaf 61 : Saf 4 Aşağıdadır.) وُلِتاَقُ َر ذنْح ُّبُِِ َّٰالل نرِح

﴿ ٌصوُص ْمَٰا ٌراَ ْنُب ْمُهننَاَك اًّفَص هِل بَس ى ف َر ٥

4 Şüphesiz Allah, dâvâsı uğrunda sanki yekpare çelikten(4) bir bina gibi saf(5) disiplini içerisinde savaşanları sever.(6)

(4) Lafzen: “kurşunla perçinlenmiş”, yada rass köküne nisbetle “birbirine kenetlenerek dizilmiş”. İmanın, düşmana karşı mü’mini koruyan kurşundan bir zırh olduğunu îmâ eder.

(5) Saff, “birden fazla şeyin aynı hizaya gelmesi, bir bütünü oluşturan parçaların yan yana dizilmesi” anlamına gelir (Mekâyîs). Kur’an’da melekler (Nebe‘: 38), kuşlar (Nûr: 41), kurbanlık hayvanlar (Hac: 36), cennetteki nimetler (Gaşiye: 15) için kullanılır.

Dönemin ruhuna uygun olarak, her sahici başarının ardında disiplin ve birlik ruhunun yattığına işarettir.

(6) “Saf modeli”, İslâm’ın hem sosyal hem siyasal modelini inşa eden temel bir tasavvurdur. Vahiy tarafından meleklere nisbet edilen bu model, Hz. Peygamber eliyle dinin en temel ibadeti olan namaza tatbik edilmiştir.

Cemaatle namazın inşa ettiği tasavvur, fırsat eşitliğine dayalı âdil bir toplumun fotoğrafını verir.

Bunun karşısında “piramit modeli” yer alır.

Bu modelde yan yana “yarış” değil birbirinin başına basarak “yükseliş” esastır.

ِح َروُمِٰفاَكْْح ِرِح ِر ٰا ِْنمْٰح ِروُد ْرِا ْمُكُمُٰصْنَ ْمُكَْ ٌدْنُج َوُه ى ذنْح حَذـ ٰه ْرناَح

﴿ ٍمٰوُمُٰغ ى ف نلْ

٢٣ ﴾

20 Ya da O Rahmândan başka, size yardım edip sizin için orduluk yapacak birileri mi varmış? (Bu hakikati) inkar edenler, başka değil, sadece sonu kestirilemeyen bir aldanış içindedirler. (27)

(27) Ğurûr’daki belirsizlik, “sonu kestirilemeyen” ile mânaya yansımıştır. Zımnen: Tabiat yasalarını Allah’ı yok sayarak anlamaya çalışmak, faili inkar ederek fiile yönelmektir. Bu aldanıştır.

﴿ ٍمٰوُفُن َو ٍّوُتُع ى ف حوُّجَْ ْلَب ُهَق ْز ِمٰ َكَسْاَح ْرِح ْمُكُقُز ْمَٰ ى ذنْح حَذـ ٰه ْرناَح ٢١

21 Yahut (Allah) rızkınızı keserse, size rızık sağlayacak birileri mi varmış? Ama hayır, onlar küstahça bir kibir ve nefret içinde debelenmekteler.

﴿ ٍم قَتْسُا ٍطحَمٰ ِص ىٰلَع اًّ ِوَس ى شْاَ ْرناَح ى ٰدْهَح هِهْج َو ىٰلَع اًّبِكُا ى شْاَ ْرَاَفَح ٢٢

22 Ne yani, şimdi yüzüstü kapaklanmış kimse, (28) hedefe dosdoğru yolda düzgün yürüyen kimseden daha iyi mi ulaşır?

(28) Yani: Bir adım ötesini dâhi göremeyen, bir nefes sonra kendisini neyin beklediğini bilmekten aciz olan insan... Zımnen: Parçayı gören insanoğluna düşen bütünü gören Allah’a teslim olmaktır.

﴿ َروُمُٰكْشَت اَا ًلً لَق َةَدِپْفَ ْلْح َو َمٰاَصْبَ ْلْح َو َعْانسْح ُمُكَْ َلَعَج َو ْمُكَاَشْنَح ى ذنْح َوُه ْلُق ٢٣

23 DE Kİ: “O sizi inşa edendir; size işitme duyusu, gözler ve (akleden) kalpler bahşedendir: Ne kadar da azınız şükrediyor!”

﴿ َروُمَٰش ُِْت ِهْ َِْح َو ِض ْمَٰ ْلْح ىِف ْمُكَحَمَٰذ ى ذنْح َوُه ْلُق ٢٥

24 De ki: “O sizi yeryüzünde yayıp çoğaltandır: en sonunda O’na döndürüleceksiniz.”

(16)

ُك ْرِح ُد ْع َوْْح حَذـ ٰه ى ٰتَا َروُْوُقَ َو

﴿ َر قِداَص ْمُتْن ٢٤

25 Ama onlar: “Bu vaad ne zaman gerçekleşecek, eğer sözünüze sadıksanız (haber verin de görelim)!” diye meydan okuyorlar.

﴿ ٌر بُا ٌمٰ ذَن اَنَح اَاننِح َو ِ ّٰالل َدْنِع ُمْلِعْْح اَاننِح ْلُق ٢٦

26 De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır! Ben ise, yalnızca onu olduğu gibi ileten bir uyarıcıyım.”

﴿ َروُعندَت هِب ْمُتْنُك ى ذنْح حَذـ ٰه َل ق َو حوُمَٰفَك َر ذنْح ُهوُج ُو ْتَپ س ًةَفُْْز ُه ْوَحَمٰ اناَلَف ٢٧

27 Fakat onun çok yakın olduğunu gördükleri zaman, inkara şartlanmış olanların suratları asılacak; dahası kendilerine denilecek ki: “İşte (gelmeyeceğini) iddia edip durduğunuz (gün) budur!”

ٍم َْح ٍبحَذَع ْرِا َر مِٰفاَكْْح ُمٰ جُ ْرَاَف اَنَاَِِمٰ ْوَح َىِعَا ْرَا َو ُ ّٰالل َىِنَكَلْهَح ْرِح ْمُتْ َحَمَٰح ْلُق

﴿ ٢٢ ﴾

28 De ki: “Hiç düşündünüz mü? Allah beni ve benimle beraber olanların ölümünü takdir etse, ya da bize rahmet edip (yaşatsa: ikisi de hayırdır). (29) Fakat (söyler misiniz), inkar edenleri acıklı bir azabın pençesinden kim kurtaracak?

(29) Yani: Biz yaşasak da ölsek de bizim için hayırdır. İyi bir insanın ömrünün uzaması, iyiliklerini artıracağı için “rahmet”tir.

﴿ ٍر بُا ٍل َلًَض ى ف َوُه ْرَا َروُاَلْعَتَسَف اَنْلنك َوَت ِهْ َلَع َو هِب اننَاٰح ُر ٰا ِْنمْٰح َوُه ْلُق ٢٩

29 De ki: “(İşte kurtaracak olan) O Rahmân’dır! Biz O’na iman ettik ve O’na güvendik. (Size gelince): kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu günü gelince öğreneceksiniz.

﴿ ٍر عَا ٍءاَاِب ْمُك تْاَ ْرَاَف حًمٰ ْوَغ ْمُك ُؤاَا َحَبْصَح ْرِح ْمُتْ َحَمَٰح ْلُق ٣٣

30 De ki: “Hiç düşündünüz mü? Eğer suyunuz (yeryüzünden) tamamen çekiliverse, size tertemiz kaynak sularını kim getirecek?” (30)

(30) Su hayattır, su canlıdır, su mucizedir: hayat mucizedir. Bu âyetlerin indiği tarihte bir gün gelip insanlığın

yeryüzünün su rezervlerini hoyratça tüketeceği, ırmakları kurutacağı, denizleri kirleteceği kimsenin hayaline

dâhi gelmezdi, ama oldu. Bu âyet Kur’an’ın mucizevi ihbarlarından sadece biridir.

Referanslar

Benzer Belgeler

01 Haziran 2015 itibarıyla Koordinatör olarak atandığı görevinden, 03 Ocak 2018 itibarıyla terfien Genel Müdür Yardımcısı olarak atanarak Uluslararası ve Kurumsal

Ýþ bu ilan tebligat yapýlamayan ilgililere tebligat yerine kaim olmak üzere ilan olunur.. KULA (SULH HUKUK MAH.)

Türkmen Türkçesinde yaĢamayan bu kelime, bazı çağdaĢ Türk lehçelerinde Ģu Ģekildedir: Trk..

T ürkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verilerine göre cari işlem- ler açığı, Mayıs’ta bir önceki yılın aynı ayına göre 2 milyar 129 milyon dolar artarak, 5 milyar

Belediye Baþkaný Halil Ýbrahim Aþgýn, Organize Sanayi Bölgesinde önce eylem yapan fabrika iþçilerini daha sonra da fabrika yöneticilerini ziyaret etti.. *

“Bugün, motorlu araçların hegemonyasındaki şe- hirlerimizde bisikletliler ve yayalar olarak kendimi- ze yer edinmekte çok güçlük çekiyoruz” diyen Özer, şöyle devam

Öğrenen profilinde tanımlanmış olan değerlerle ifade edildiği üzere, IB öğrencileri araştıran- sorgulayan, bilgili, düşünen, iletişim kuran, ilkeli, açık

NUN 101 dersleri ise yurtta kalan öğrencilerimizin entelektüel birikimlerinin arttığı etkinliklerden. İstanbul ve şehir kültürü, vakıf bilinci, diksiyon eğitimi,