• Sonuç bulunamadı

Füze Kalkanı projesi ABD ye askeri ve siyasi katkısının yanında, silahlanma yarışını teşvik ederek ekonomik katkı da sağlayacak.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Füze Kalkanı projesi ABD ye askeri ve siyasi katkısının yanında, silahlanma yarışını teşvik ederek ekonomik katkı da sağlayacak."

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Füze Kalkanı projesi ABD’ye askeri ve siyasi katkısının yanında, silahlanma yarışını teşvik ederek ekonomik katkı da sağlayacak.

Uluslararası Politika Manivelası Olarak Füze Kalkanı

Missile Shield, As An International Political Leverage

Prof. Dr. Ramazan GÖZEN Abant İzzet Baysal Üniversitesi İ.İ.B.F Dekanı

Abstract

The Missile Shield system, which was recently brought to agenda and this time which was integrated into the New Strategic Concept of NATO, represents the development of a new international politics agenda. The Missile Shield that has been one of the foreign policy instruments of the US for a long time, makes a sense when it is considered in the context of international balances, system and politics in the past, today and above all in the future. “War is not merely a political act, but also a political instrument, a continuation of political relations, a carrying out of the same by other means,” Clausewtiz said in his notable work On War.

From this point of view if we draw an analogy for the Missile Shield, we can say that “In fact, the Missile Shield is a new instrument or method of the international politics fight.” So that rather than being a military capacity having a purpose of pure defense or attack, the Missile Shield is used on the purpose of affecting, changing both general and regional balances or creating new political balances in the international system.

(2)

Obama, dış politikada İran ve diğer ülkeleri baskı altına alarak etki- leyebilecek, iç politikada ise Yeni Muhafazakarların ve İsrail lobisinin desteğini alabilecek bir “çıkış yoluna” ihtiyaç duymaktadır. Bu çıkış, ekonomik krizin çözümüne de katkı yapacak bir çare olarak, Füze Kalkanı projesidir.

Son dönemde yeniden gündeme gelen ve bu kez NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti’ne entegre edilen Füze Kalkanı sistemi, yeni bir uluslararası politika gündeminin gelişimini temsil etmekte- dir. Uzun zamandır ABD’nin dış politika araç- ları arasında olan Füze Kalkanı, ancak geçmiş- teki, günümüzdeki ve en önemlisi gelecekteki uluslararası dengeler, sistem ve politika bağla- mında değerlendirildiğinde bir anlam ifade eder.

Clausewitz’in ünlü eseri Savaş Üzerine’de, “Sa- vaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” demişti.

Buradan hareketle bir benzetme yaparsak Füze Kalkan için de, “Füze kalkanı aslında uluslararası politika mücadelesinin yeni bir aracı veya yönte- midir” diyebiliriz. Dolayısıyla Füze Kalkanı, salt savunma veya saldırı amaçlı bir askeri kapasite olmaktan daha çok, uluslararası sistemde hem genel hem de bölgesel düzeydeki dengeleri et- kilemek, değiştirmek veya yeni siyasi dengeler oluşturmak amacıyla kullanılmaktadır.

Füze Kalkanı’nın teknolojik ve silah boyutunu ihmal ediyor değilim elbette. Zira böylesi sofis- tike bir projenin, sadece ABD teknoloji ve askeri gücü tarafından tasarlanmış ve uygulamaya ça- lışılıyor olması bile kendi başına bir askeri güç ve kapasite boyutunu ortaya koyuyor. ABD’nin bugün tüm dünyada askeri teknoloji bakımından hegemonik bir güç olduğunu; silah, savaş uçağı, mühimmat ve diğer askeri araçlar yapımında te- kel konumunda ya da en azından meydan okuna- maz durumda olduğunu biliyoruz.

Ve yine biliyoruz ki, Füze Kalkanı 1980’lerden beri değişik isimler altında ABD’nin gündeminde olan ve başka hiçbir ülkenin üretmeye teşebbüs

edemediği bir teknolojidir. 1980’lerde dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, Kuzey Atlantik böl- gesini yani NATO ülkelerini Sovyetleri Birliği’ne karşı savunmak amacıyla Strategic Defense Initi- ative (Stratejik Savunma Girişimi)) projesini or- taya atmıştı. Reagan’ın Uzay Savaşları olarak da isimlendirilen bu projesi ortaya atıldığında, orta- da reel bir Sovyet tehdidi kalmamıştı aslında; zira kısa süre sonra Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku çözülecek ve çökecekti. Buna rağmen Reagan’ın bu projeyi kurmaya çalışması, askeri bir savun- ma oluşturmayı değil, Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkmakta olan yeni uluslararası sistemde- ki etkinliğini sağlamlaştırmayı amaçlıyordu; ay- nen İkinci Dünya Savaşı’nda zaten yenilmiş olan Japonya’ya karşı nükleer silahlar kullanarak, hem Japonya’ya ama esasen Sovyetler Birliği’ne göz- dağı vermek ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin üstünlüğünü göstermek istemesi duru- munda olduğu gibi. Burada belirtmek istediğim şudur: ABD’nin askeri güç ve yetenekleri, her zaman ve durumda fiilen kullanılmak amacını değil, kısmen caydırıcı bir unsur olarak, ama da- ha önemlisi, hedefteki ülke ve bölgeler üzerinde

“hegemonya” kurabilmek amacını güder. Esasın- da sadece ABD değil, tüm büyük askeri güçler, böylesi askeri kapasitelerini ve teknolojilerini

“fiili olarak kullanmak” amacıyla değil, “rakip- lerine karşı stratejik denge oluşturmak” amacıyla üretirler. Soğuk Savaş döneminde gördüğümüz gibi, ne ABD ne de SSCB, ellerindeki nükleer, balistik ve konvansiyonel silahları birbirine karşı kullanmak için teşebbüs ettiler, ne de kullandılar.

Aksine yüksek teknolojileri ve kuvvetleri üzerin- den, ekonomik, stratejik ve siyasi çıkarlarını ar- tırmaya çalıştılar.

(3)

Füze Kalkanı konusuna yoğunlaşmasının ve bu- nu bir NATO stratejisi haline getirmesinin aske- ri boyut dışında siyasi nedenleri vardır. Şöyle ki:

1990’larda hemen hemen tamamen gündemden düşmüş olan bu proje, Başkan Bush ve Yeni Mu- hafazakarların etkili olduğu 2000’lerde zaman zaman gündeme gelmişti. Bush Yönetimi, Füze Kalkanı’nı Polonya’ya ve Çek Cumhuriyeti’ne yer- leştirerek bir taşla iki kuş vurmayı planlıyordu:

Rusya’yı ve İran’ı baskı altına alarak bu iki ülke arasındaki işbirliğini sona erdirmek. Rusya, füze- lerin bu iki ülkeye yerleştirilmesine karşı çıkınca, Bush yönetimi füzelerin amacının İran’dan ve diğer ülkelerden NATO ülkelerine yapılabilecek bir füze saldırısını önlemek olduğunu ileri sür- dü. Ancak, aslında ABD’nin diğer hedefi, sadece İran’ı değil Rusya’yı da mümkün olduğu kadar denetim altında tutmaktı. Bu nedenle Rusya’nın muhalefeti şiddetlenerek devam etti. Hatta, 2007 yılında 43. Münih Güvenlik Konferansına katılan Putin, füzeler konusunun devam etmesi duru- munda yeni bir soğuk savaşın başlayacağı tehdi- dinde bulundu. Bu tehdit, ABD Savunma Bakanı Gates’in de bulunduğu Konferansta soğuk duş etkisi yaptı. Bundan sonra , ABD Füze Kalka- nı projesini gündemden düşürdü, ta ki Başkan Obama’nın ikinci yılına kadar.

Aslında Başkan Obama’nın da Füze Kalkanı’ndan yana olması teorik olarak pek anlaşılır değildir.

Zira Obama’nın gerek genel siyaset felsefesi ge- rekse dış politika anlayışı, Füze Kalkanı ve silahlı çatışma gibi “kaba güç / hard power” şeklinde isimlendirilen alanın dışındadır. Obama, ulusla- rarası ilişkilerde ve dış politikada, çok taraflılık, diyalog, diplomasi, ekonomik işbirliği gibi ilkeler üzerine kurulan liberal bir dünya düzenine ya- kındır. Bush’un ortaya çıkardığı silahlara ve sava- şa dayalı uluslararası düzenin değişimini tercih eder. Tüm seçim propagandasını “değişim” kav- ramı etrafından oluşturan Obama, başkan seçil- dikten sonra, adım adım değişim idealini gerçek- leştirme çabası içine girdi. Obama’nın iç ve dış politika değişim gündeminin üç önemli konusu vardı: Birincisi, ekonomik krizi çözerek işsizliği azaltmak, ABD’nin dünya ekonomisindeki reka- bet gücünü artırmak ve nihayet global krizi sona

için çok ciddi mali ve ekonomik politikalar uy- guladı. Ancak, birinci yılın sonunda hiç de bek- lediği sonuçları alamadı. Bu ise ülkesinde hayal kırıklığına yol açtı.

Obama’nin ikinci değişim hedefi, İran’ın nükleer programı sorununu barışçı yollardan çözmekti.

Obama, yine Bush’tan farklı olarak bu sorunu İran’la çatışarak değil, İran’la aynı masa etrafın- da diplomatik müzakereler yaparak ve ikna ede- rek çözmek istiyordu. Bu amaçla, 1 Ekim 2009 tarihinde Cenevre’de 5+1 ve İran müzakereleri yapıldı. Müzakereler sonucunda İran’la nükleer takas anlaşması yapılması konusunda uzlaşma sağlanmıştı. Ancak, bir yıllık dönemin sonunda İran’ın nükleer program sorununu hala çöze- medi. Türkiye’nin ve Uluslararası Atom Enerji Kurumu’nun (UAEK) tüm gayretlerine rağmen, ABD’deki Yeni Muhafazakarlar ve İsrail lobisi, Tahran Takas Anlaşması’nın içeriğine destek vermedi. Burada, Obama ile Dışişleri Bakanı Clinton arasında farklılık olduğunu, Clinton’un şahin rolü oynayarak çözüme engel olduğunu düşünüyorum. Yeni muhafazakarlar, İsrail lobisi ve Clinton, Obama’yı İran’la diyalog yerine çatış- maya devam etmesi yönünde ikna etmeye çalış- tılar.

Obama’yı zor durumda bırakan üçüncü değişim gündemi, İsrail-Filistin sorunundaki başarısızlı- ğıdır. Obama tüm ideallerine rağmen, iki devletli çözüm yönündeki politikasını hayata geçirmekte başarılı olamadı. Tam tersine, İsrail’in Gazze sal- dırısının ve ambargosunun şiddetlenerek devam etmesine göz yumdu. Aralık 2008-Ocak 2009’da İsrail’in Gazze’ye yaptığı Dökme Kurşun operas- yonunda 1500’ün üstünde insan ölmüş ve binlerce insan yaralanmış olmasına rağmen, Obama hiç- bir tepki göstermedi. Obama’nın Afganistan’da da başarılı olmadığı gayet açıktır.

Obama’nın iç ve dış politikadaki başarısızlık- larının sonuçları, Kasım 2010‘da yapılan Kong- re seçimlerinde açıkça görüldü. Demokratlar Kongre’nin her iki kanadını da kaybedince, Obama’nın Kongre’de tabanı kalmadı. Daha da kötüsü, Obama’nın gelecek dönem başkanlık se-

(4)

çimlerinde tekrar adaylığını koyması durumun- da ikinci kez seçilme şansı da giderek azalmıştır.

Diğer bir deyişle, Obama’nın dış politika yanında iç politikadaki konumu da çok zayıflamıştır.

Bu açıdan bakarsak, Obama, dış politikada İran ve diğer ülkeleri baskı altına alarak etkileyebi- lecek, iç politikada ise Yeni Muhafazakarların ve İsrail lobisinin desteğini alabilecek bir “çıkış yoluna” ihtiyaç duymaktadır. Bu çıkış, hem Ye- ni Muhafazakarların ve İsrail lobisinin hoşuna gidecek, hem de ekonomik krizin çözümüne bir nebze de olsa katkı yapacak bir çare olarak, Fü- ze Kalkanı projesidir. Bu iki noktayı biraz açar- sak; öncelikle Füze Kalkanı’nın ABD’deki silah lobilerinin desteklediği uzun vadeli bir strateji olduğunu ileri sürebiliriz. Yeni Muhafazakarlar,

ABD’nin dünyadaki üstünlüğünün ancak silahlı kuvvetler aracılığıyla ve ABD’nin silah gücünü diğer ülkeler üzerinde baskı oluşturarak geliştiri- lebileceğine inanır. Yeni Muhafazakarların, ABD iç politikasında, medyasında, ekonomisinde, sivil toplumunda ve silah sektöründe çok etkili olduğu ise bilinmektedir. İşte bu nedenle Oba- ma, Füze Kalkanı’na destek vererek, aslında Yeni Muhafazakarların da sempatisini kazanmaya ve böylece önümüzdeki seçimlerde oyunu artır- maya çalışmaktadır. Füze Kalkanı ABD’nin ve Obama’nın zayıflayan imajını ve etkisini tekrar kurmayı amaçlıyor.

Diğer yandan, silah yarışının gelişmesi, ABD’deki işsizliğe ve ekonomik krize bir çözüm bulunma- sına da yardımcı olabilir. En azından Obama’nın

Türkiye, Füze Kalkanı projesine, durumu kendi özel şartlarına ve çıkarlarına uygun halen getirerek katılmak istiyor.

(5)

bu yoldan ABD ekonomik sorunlarına bir çözüm bulunabileceğine inandığını düşünmek müm- kündür. Teoride yaygın olarak bilinen “askeri-sa- nayi kompleks” anlayışa göre, silahlanma ve silah yarışı ABD’nin en önemli ekmek kapılarından biridir. Uluslararası silahlanma ABD silah şirket- lerinin ve endüstrisinin işlerinin gelişmesi bakı- mından çok yararlı bir durumdur. Uluslararası ilişkilerde füzelerin ve silahların hakim olduğu bir konjonktürün gelişmesi, öncelikle en iyi silah füze ve silah üreticisi olan ABD’ye yarayacaktır.

Belki Füze Kalkanı sisteminin kendisi büyük bir pazar malzemesi olmayabilir; ancak füzeler ne- deniyle uluslararası askeri güç rekabetinin art- ması, ülkeler arasında silah yarışının artmasına yol açacaktır.

Dolayısıyla, Füze Kalkanı, en azından ABD açı- sından, uluslararası ilişkiler gündemini değiş- tirme amacını gütmektedir. Daha doğru bir ifa- deyle, Başkan Bush’tan itibaren zaten silahların gölgesinde devam eden uluslararası ilişkilerin, Obama tarafından dönüştürülerek daha çok diplomasi ve çok taraflılık ilkeleri üzerine daya- nan bir uluslararası ilişkiler haline gelmesini en- gellemeye çalışmaktadır. Bunun kısaca anlamı, ekonomik ve ticari ilişkilerin hakim olduğu bir küreselleşmiş dünya yerine silahların ve çatışma- ların devam edeceği militarist bir dünya kurul- masıdır. Füze Kalkanı işte bu açıdan çok önemli bir uluslararası politika aracıdır. Yeni Muhafaza- karların ve İsrail lobisinin savunduğu bu görüşü paylaşmış görünen Obama’nın hem kendi siyasi çıkarları açısından hem de ABD’nin gelecek çı- karları açısından en öncelikli sorunların başında, İran nükleer sorununun çözülmesi, İran’ın ve di- ğer ülkelerin füze sistemlerine karşı caydırıcılık oluşturulması bulunmaktadır.

ABD’nin böylesi bir stratejiyi gerçekleştirebilme- si, şimdiye kadarki tecrübeden de görüldüğü gibi, tek başına mümkün değildir. Bu nedenle, ABD tek başına gitmek yerine, tüm ilgili tarafları ikna ederek işbirliği içinde yapılmasını sağlayacak bir aktör olarak NATO’ya yönelmiştir.

Yeniden NATO

ABD’nin dış politika enstrümanları arasında, özellikle Avrupa çevresi bakımından, en etki- lisi NATO’dur. ABD’nin Soğuk Savaş’tan beri Avrupa’da var oluşunda ve dünya politikasını dizaynında NATO’nun sunduğu kurumsal ve stratejik imkanların başrol oynadığı şüphesizdir.

Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı Avru- palıları motive eden NATO, ortak düşmana karşı olmak amacıyla ABD çıkarlarına paralel bir dün- ya düzeni kurmuştu. ABD ideolojisini, stratejisi- ni ve politikasını NATO üzerinden işleterek dün- yayı şekillendirmiştir.

Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra NATO kla- sik işlevini ve misyonunu kaybederken kendine yeni bir rol bulmuştu. Önce, Bosna ve benzeri krizleri göz önünde bulundurarak, insani kur- tarma, barış koruma ve kriz çözümü gibi rol- ler belirledi ve bunları büyük oranda uyguladı.

Bosna’da ve Kosova’da rol aldı. Ardından, 11 Ey- lül 2001 terör saldırıları sonrasında, terörle mü- cadele yapmak amacıyla rol oynamaya başladı ve bu çerçevede Afganistan’a yerleşti. 2001’den itibaren Afganistan’da oluşturulan ISAF komu- tanlığı, hem terörle mücadele etmekte hem de Afganistan’ı yeniden yapılandırmaya çalışmak- tadır. Her iki strateji de, ABD’nin öncülüğünde ama Avrupalı üyelerin de yoğun katılımı ile ger- çekleşmektedir.

Füze kalkanı, Türkiye’nin istediği, tercih ettiği, savunduğu bir proje

değildir. Komşularla sıfır sorun yanında sivilleşmeyi, ekonomik kar-

şılıklı bağımlılığı, diyalogu, diplomasiyi savunan bir Türkiye’nin, Füze

Kalkanı gibi militarist bir projeye destek vermesi mantıklı ve tutarlı

değildir.

(6)

Şimdi de, başta İran olmak üzere otuz civarın- da ülkede olduğu varsayılan füzelere karşı yeni bir strateji oluşturulmaya çalışılıyor. Burada, NATO Füze Kalkanı’nın hedefinde kim var so- rusu önemlidir. Resmi NATO belgelerine yan- sımamış olsa da (ki Soğuk Savaş döneminde de NATO belgelerinde örgütün Sovyetlere karşı kurulduğuyla ilgili bir madde yoktu), herkesin malumudur ki, hedefteki ülkelerin başında İran gelmektedir. Burada, İran’la ilgili temel sorunun füzelerinin değil, sahip olmaya çalıştığı nükleer programı, ABD ve İsrail karşıtı grupları ve ülke- leri desteklemesi, siyasal rejiminin ve dış politi- kasının ABD, İsrail ve birçok Batı ülkesi karşıtı olduğunu vurgulamak gerekir.

İran yanında, İran’la yakın ilişkiler içinde olan ve onu askeri, ekonomik, siyasi ve diplomatik olarak destekleyen diğer ülkeleri de listeye ek- lemek gerekir. Bunların başında Çin geliyor.

Çin’in hem sahip olduğu füzeler nedeniyle hem de İran’la olan sıkı işbirliği nedeniyle NATO’nun hedefinde olduğunu söyleyebiliriz. Burada, NATO’nun Yeni Stratejisinin ve bir unsuru olan Füze Kalkanı’nın, iki boyutu ortaya çıkmakta- dır: Birincisi, içe dönük boyutudur; yani müt- tefikleri ortak düşman tehdidine karşı NATO şemsiyesi altında tutarak ABD’nin üstünlüğünü perçinlemektir. İkincisi, dışa dönük boyutudur;

yani dünyada ABD ile birlikte hareket etmeyen ülkeleri ortak düşmanlar olarak baskı altına al- maktır. Yani, İran’ı ve Çin’i baskı altına alarak, onların iç ve dış politikasını etkilemektir; İran’ın nükleer programında geri adım atmasını; Çin’in ise İran’a desteğini çekmesini sağlamaktır. ABD ve NATO’nun bu stratejisinin başarılı olup ol- mayacağını bekleyip görmek gerekiyor.

Füze Kalkanı’nın NATO kapsamı içine alınma- sında her şey açık ve ikna edici değil elbette. En azından iki ülkenin desteği ve tavrı şaşırtmış- tır. Bunlar Rusya ve Fransa. Zira, daha önceki dönemlerde ABD ve NATO’nun her türlü fü- ze projesine, başta bu iki ülke tarafından karşı çıkılmıştı. Rusya, bu füzelerin kendini tehdit edeceğinden endişelendiği için karşı çıkarken;

Fransa ve bazı Avrupa ülkeleri ABD’ye tam ola- rak güvenmedikleri yani ABD’nin güvenlik şem-

Füze Kalkanı sisteminin yerleştiği bir Türkiye’nin bölgesindeki

güvenlik riskleri artabilir.

siyesinin başarılı olamayacağını düşündükleri için karşı çıkmıştı. Fransa, 1960’larda De Gaulle döneminden beri ABD’ye sürekli muhalif olmuş, AB’nin ABD’den bağımsız bir güvenlik sistemine sahip olması gerektiğini savunmuştur. Peki öyley- se, şimdi bu iki ülke ve diğer NATO üyeleri Füze Kalkanı’na niçin destek verdiler?

En şaşırtıcı tavır Rusya’dan geldi. Zira Rusya, 2009’a kadar hem Füze Kalkanı’nı kendisine teh- dit olarak algıladığı için karşı çıkmıştı hem de İran’a askeri ve diplomatik destek vermiştir. An- cak, Rusya’nın 2009 yılından itibaren önemli bir değişim içinde olduğunu görüyoruz. Öncelikle, BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a karşı ambargo kararına olumlu oy verdi. Nihayet, başka ülke- lere konuşlanması şartıyla Füze Kalkanı’na karşı olmadığını da açıkladı ve nihayet bunu gerçekleş- tiren NATO’nun Lizbon Zirvesi’ne destek verdi.

Rusya dış politikasındaki bu değişimin nedeni,

(7)

kısmen Rusya’nın kendi güvenliğini garanti al- tına almasıdır, kısmen de ABD ile işbirliği için- de olmanın getireceği askeri, siyasi, ekonomik ve güvenlik çıkarları elde etmesidir. Örneğin, Rusya’nın Afganistan’da daha çok rol oynamaya başlaması gibi.

Geçmiş yıllara göre Fransa’nın tavrındaki deği- şimin temel nedeni ise kısaca Sarkozy faktörü- dür. Zira Sarkozy, başkan olduğu günden itiba- ren, aynen Alman Merkel gibi, ABD’ye yakın bir dış politika izlemiştir. En azından, ABD’ye karşı veya zorluk çıkaran bir politika veya tavır ortaya koymamıştır. Ama, hem Fransa ve Almanya’nın hem de diğer üyelerin NATO’nun Yeni Strateji- sine ve Füze Kalkanı projesine destek vermele- rinin genel bir nedeni var: O da, Genel Sekreter Rasmussen’in ortaya koyduğu başarılı perfor- mansla tüm üye ülkeleri ikna etmeyi başarması- dır. Rasmussen ve NATO Sekreterliği, NATO’nun bütünlüğünü sağlayabilmek ve ABD’nin NATO içinde kalarak hareket etmesini sağlamak ama- cıyla Füze Kalkanı’nı NATO’nun kapsamı içine aldı. Böylece ABD’nin kendi başına hareket et- mek yerine, her ne kadar üstün bir konumda olsa da NATO’nun organlarına ve mekanizmalarına bağlı kalarak hareket etmesi sağlanmaya çalı- şılmıştır. Dolayısıyla, Füze Kalkanı’nın nerede konuşlanacağı, nasıl ve ne zaman kullanılacağı, kimin hedef olacağı gibi konularda ABD’yi etki altına almayı sağlamaktır.

Ama daha genel bir faktör, AB’nin stratejik viz- yon yoksunluğu ve son dönemde içinden geç- mekte olduğu derin krizdir. Burada, AB ülkele- rinde geçerli olan ve paranoya derecesine varan İslam karşıtlığının (İslamafobya) ve bu bağlamda İran’ın İslam rejiminden duyulan tehdit algıla-

masının da dikkate alınması gerekiyor. İran dev- rimine ve etkilerine baştan itibaren karşı olan Avrupalılar, şimdi İran’ın nükleer bir güç haline gelmesini ve kontrol dışına çıkmasını, büyüyen bir tehdit olarak görmektedirler. ABD gibi onlar da, Füze Kalkanı’nın NATO kapsamında bölgeye yerleştirilmesinin İran ve bölgedeki müttefikleri üzerinde baskı oluşturarak sorunların çözümüne katkı sağlayabileceğini düşünüyorlar. Füzelerin temel siyasi amacı da budur. Buradan hareketle, NATO’nun asıl hedefinin Ortadoğu’da yeni bir düzenin oluşumunu sağlamaya çalışmak oldu- ğunu söyleyebiliriz. İşte bu noktada, NATO’nun bölgedeki tek üyesi olan Türkiye’nin konumu, kararı ve politikasını incelemek gerekiyor.

Ortadoğu’da Yeni Düzen Arayışı ve Türkiye NATO ve Füze Kalkanı kaçınılmaz olarak Ortadoğu’ya yansıyacak ve Ortadoğu siyasetini etkilemeye çalışacaktır. NATO ve Batılı ülkele- rin, yeni strateji ve füze savunması aracılığıyla Ortadoğu’da yeni bir düzen kurmaya çalıştıkları- nı söylemek mümkündür. Bu proje, son yıllarda İsrail ve İran arasında ya da Batılı ülkeler ve des- tekledikleri rejimler ile Batı karşıtı ve İran yanlısı ülkeler arasında köklü bir denge değişimine sah- ne olan Ortadoğu’yu etkilemeye namzettir. Ba- sına, İsrail’in İran füzelerinden korunması şek- linde yansıyan argüman, aslında İsrail merkezli yeni bir denge oluşturmayı, İran’ın ve destekle- diği grupların etkisini kırmayı amaçlamaktadır.

Hatta daha global bakarsak, Ortadoğu’da etkin- liğini artırmaya çalışan Çin-İran işbirliğine karşı ABD-İsrail-Avrupa dengesini oluşturmaya çalış- maktır. Öyle ki, İran ve Çin’in tehdit ve tehlike olarak algılanması, diğer ülkelerin ve grupların NATO’nun ve Batılı ülkelerin yanında tutulma-

Türkiye’nin NATO ve ABD’ye rahatlıkla ret cevabı vermesi de müm-

kün değildir; zira Türkiye’nin hem iç ve dış politika bağlamında, hem

de güvenlik ve ekonomik istikrarı açısından, NATO ve Batı sistemine

ne kadar bağımlı olduğu açıktır.

(8)

sını sağlıyor. Bu ülkelerden biri ve belki de en ba- şında Türkiye geliyor.

NATO ve Batı ülkeleri açısından Türkiye’nin rolü ve yeri bellidir: İran’a karşı durmasını ve İsrail’in yanında yer alacak bir dış politika izlemesini bekliyorlar. Aynen Türkiye’nin Soğuk Savaş dö- neminde NATO stratejileri ve politikaları çer- çevesinde Ortadoğu gelişmelerinde oynadığı rol gibi, örneğin Bağdat Paktı ve askeri operasyon- lardaki konumu gibi, şimdi de NATO Yeni Stra- tejisi ve Füze Kalkanı projesinde rol oynaması isteniyor. Türkiye’nin şimdiye kadar olduğu gibi sadece diplomatik, kültürel, siyasi ve ekonomik yönlerden değil, aynı zamanda askeri ve stratejik yönlerden de bölgenin yeniden yapılanması sü- recine katkı yapması bekleniyor.

Ancak durum Türkiye açısından biraz komplike.

En azından mevcut AK Parti yönetiminin anla- yışı ve vizyonu bakımından, NATO’nun beklen- tilerini ve taleplerini karşılamak kolay değildir;

Türkiye böyle bir istek ve lükse sahip değildir.

Zira tüm süreç ve sonuçları Türkiye’yi “derin bir ikilemle” karşı karşıya bırakıyor. NATO, ABD ve İsrail’in açık bir şekilde tehdit olarak gördüğü İran, Türkiye’nin hem genel olarak hem de kom- şularla sıfır problem politikası bağlamında çok önemli muhatabıdır. NATO’nun Yeni Stratejisi ve Füze Kalkanı, Türkiye’nin son dönemde iz- lediği barış ve istikrar merkezli, komşularla sıfır problem perspektifli ve düzen kurucu misyonlu dış politikasıyla çelişki içindedir. Aynı şekilde, özelikle medyada sık sık ileri sürülen “NATO kendine yeni düşman olarak İslam’ı, Müslüman ülkeleri ve bu bağlamda İran’la çatışmayı tercih etti” şeklindeki kısmen asparagas haberlerin böy- lesine yaygın olduğu bir dönemde, AK Parti’nin veya başka herhangi bir partinin rahat bir şekilde Füze Kalkanı’nı desteklemesi mümkün değildir.

Dolayısıyla, Türkiye’nin Füze Kalkanı’na sorgu- suz-sualsiz ve hararetli bir şekilde destek verme- si beklenemezdi. Füze kalkanı, Türkiye’nin iste- diği, tercih ettiği, savunduğu bir proje değildir;

en azından mevcut hükümetin dış politika vizyo- nu ve uygulamaları bakımından olmaması gere- kir. Komşularla sıfır sorun yanında sivilleşmeyi, ekonomik karşılıklı bağımlılığı, diyalogu, diplo-

masiyi savunan bir Türkiye’nin, Füze Kalkanı gibi militarist bir projeye destek vermesi mantıklı ve tutarlı değildir.

Ancak diğer yandan, Türkiye’nin NATO ve ABD’ye rahatlıkla ret cevabı vermesi de müm- kün değildir; zira Türkiye’nin hem iç ve dış po- litika bağlamında, hem de güvenlik ve ekonomik istikrarı açısından, NATO ve Batı sistemine ne kadar bağımlı olduğu açıktır. Türkiye’nin ulusla- rarası politikadaki konumunun belirlenmesinde çok kritik bir rol oynayan NATO ve ABD strate- jilerine karşı çıkması mümkün değildir.

İşte bu nedenle, geçmişte birçok kez yaşadığı gi- bi (örneğin 1 Mart 2003 kararında olduğu gibi), Türkiye bir kez daha Batılı müttefiklerinin ta- lepleri ile Doğudaki hassas dengeler arasında sı- kışmıştır. Bu sıkışmadan kurtulması için içeride kamuoyunu da ikna edecek bir strateji izlemesi gerekiyordu. Strateji denilince aklımıza ilk gelen Davutoğlu ve hükümet bu konuda da ilginç bir strateji izledi. Bu stratejiyi, “kuşatmacı strateji”

olarak tanımlamak mümkündür.

Birincisi, Davutoğlu ve Gül, NATO’yu Türkiye’nin çıkarlarını tam olarak karşılayan bir örgüt olarak gösterip, Türkiye ile NATO’yu özdeşleştirdiler.

Aynı şekilde, Gül’ün Lizbon Zirvesine giderken

“Türkiye’nin ekseni NATO’dur” şeklindeki açık- laması, bir süredir devam eden Türkiye’nin ek- sen kayması içinde olduğu görüşlerine bir cevap niteliğindeydi. Böylece Türkiye, Batılı ülkeleri ve NATO’yu kuşatarak etki altına almaya çalıştı;

Batıda Türkiye ve özellikle AK Parti hükümetiy- le ilgili ileri sürülen eleştirileri ve endişeleri or- tadan kaldırmayı düşündü. Son iki yıldır Batıda yapılan “eksen kayması” tartışmaları Türkiye’yi ve Ak Parti hükümetini o kadar etkiledi ki, Liz- bon Zirvesinde farklı bir karar verme şansı ne- redeyse hiç yoktu. Türkiye, son yıllarda özellikle Gazze sorunu, İran sorunu, Kıbrıs sorununda o kadar çok “hayır” dedi ki, bir başka “hayır” deme şansı neredeyse hiç kalmamıştı. Hayır demek, Türkiye’nin ve AK Parti hükümetinin uluslara- rası ve hatta ulusal siyasetteki işini zorlaştırırdı;

dışlanma ve cezalandırılma ihtimalini doğurur- du.

(9)

Ancak, bu durumun, Türk iç ve dış politikası açı- sından çok büyük bir sıkıntı yarattığı da ortada- dır. İşte bu amaçla, kuşatıcı strateji, Türkiye’nin NATO Yeni Stratejisini ve Füze Kalkanı’nı kabul etmesinin ancak belli şartlar çerçevesinde müm- kün olabileceğini ileri sürdü. Yani Türkiye’nin çıkarlarına uygun olması bakımından bazı şart- ların yerine gelmesi gerektiğini ifade etti. Bu şartların ne kadar önemli ve gerçekçi olduğu ay- rı bir tartışma; ancak Türkiye ve bölge halkının çıkarlarına önem verdiğini göstermesi açısından çok mantıklı idi. Türkiye’nin şartları şunlardı: Bi- rincisi, Füze Kalkanı Türkiye’nin de tam olarak savunmasını sağlayacak şekilde kurulmalıdır;

sadece doğuya değil batıya da önem verilmeli- dir. İkincisi, NATO belgelerinde tehdit olarak hiçbir ülkenin ismi verilmemelidir; yani İran ve Suriye’nin ismi belirtilmemelidir. Üçüncüsü, fü- zelerin komuta kontrol sisteminde Türkiye’nin de yer alması gerekir, ki burada amaç halk arasında dolaşan İsrail’in korunması için kuruluyor iddi- asını boşa çıkarmaktır. Dördüncüsü, güvenliğin bölünmezliği ilkesi gereği bütün NATO ülkelerini kapsayacak şekilde kurulmalıdır. Beşincisi, proje Türkiye’ye ek ekonomik maliyet getirmemelidir, en azından yük paylaşılmalıdır. Türkiye’nin NA- TO stratejisine bakışı ve Füze Kalkanı’na Lizbon Zirvesinde verdiği destek, prensip olarak ve yu- karıdaki şartlar çerçevesinde olmuştur.

Henüz proje aşamasında olan ve Türkiye’nin prensip olarak kabul ettiği Lizbon Zirvesi karar- ları, yani Yeni Strateji ve bunun bir parçası olan Füze Kalkanı önümüzdeki dönemde gündemde olmaya devam edecek. Bu noktada projenin na-

sıl sonuçlanacağını, uygulanacağını, gerçekten uygulamaya konup konamayacağını henüz bil- miyoruz. Zira hem teknolojik hem de siyasi ola- rak oldukça komplike olan böyle bir projenin pek çok riskleri, zorlukları ve yan etkileri vardır.

Diyelim ki uygulanırsa, öncelikle belirtelim ki, Türkiye’nin Lizbon Zirvesine katılması ve Yeni Stratejiye destek vermesinin önemli yansımala- rı olacaktır. Bunlardan en önemlisi, Türkiye’nin tekrar NATO’nun Ortadoğu politikasının uy- gulanmasında “cephe ülke” haline gelmesi ola- caktır. Bugünkü anlayışın yerine tamamen NA- TO endeksli bir politikanın oluşması, Türkiye’yi öncelikle komşuları ile karşı karşıya getirir.

Sıfır sorun politikasının çökmesinin ötesinde, Türkiye’nin komşularında ve bölgede tehdit du- yulan ülke haline gelmesi muhtemeldir. Bu ise, Ortadoğu’da yeni kutuplaşmaların ve çatışma- ların kaynağı olabilir. Bu durumda, Türkiye’nin 1990’lar ve hatta 1950’lerdeki gibi bir iç ve dış politikaya doğru kayması ve hatta daha olumsuz bir noktaya gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Füze Kalkanı’nın radarlarının veya füzelerinin yer- leştiği bir Türkiye’nin, güvenlik riskleri de arta- caktır. Zira, komşu ve diğer bölge ülkelerinden Türkiye’ye karşı askeri koalisyonlar bile oluşabi- lir.

Sonuç olarak, umarız ve dileriz ki, NATO’nun Yeni Stratejisi ve Füze Kalkanı sistemi, dünyada ve bölgede Türkiye’nin de destekleyeceği yeni ça- tışmaların, kutuplaşmaların ve olumsuzlukların kaynağı olmaz.

Türkiye’nin Yeni Stratejiye destek vermesi, tekrar NATO’nun Ortado- ğu politikasının uygulanmasında “cephe ülke” haline gelmesine ne- den olacaktır. Bugünkü anlayışın yerine tamamen NATO endeksli bir politikanın oluşması, Türkiye’yi öncelikle komşuları ile karşı karşıya getirir.

O

Referanslar

Benzer Belgeler

Ticaretin engelsiz yürüyebilm esi için sahillerin Türk hâkim iyetine geçm esi, daha da önem lisi, Selçuklu hâkim iyeti altında A nadolu'nun siyasî

Bu çalışmada, Avrupa Birliği tüketici politikasının esasları, yasal dayanakları, tek pazarın oluşmasında tüketici politikasının önemi, birliğin tüketici politikası

[r]

ABD,AB ve Türkiye başta olmak üzere bir çok devletin dış politikalarının şekillenmesinde ve uluslararsı güvenlik ittifaklarının oluşmasında yine Rusya’nın

Barkey, Menbiç konusunda anlaşma sağlanmasının Erdoğan için önemli olduğunu belirtti ve "Her şeyden önce, Menbiç meselesi Erdoğan için seçimler yüzünden

MGROS tarafından KIPA payları için pay başına 0,15638 TL olmak üzere %95,50 oranında pay için 199 milyon TL ödenmesine karşılık, satın almaya ilişkin ilk

nan ekonomik ambargo, Türkiye ile olan dış ticareti durma noktasına getirmiş, 2005 ve 2006 yıllarında sağlanan mutabakat zaptları ile 2009 yılında akde- dilen Kapsamlı

Ne var ki dünyanın değişik ülkelerindeki serbest bölge uygulamalarına bakıldığında serbest tica- ret bölgesi, serbest üretim bölgesi, serbest şehir, serbest liman,