90 dakikadaPLAIONPaul Strathern
I
ıs ı? Paul S tra th e rn
d a k i k a d a
PLATON
g e n d a ş
D a h a v.ıkııı / a m a n a (lt-ğin, gelm iş geçm iş e n kuvvetli a e ı d a n - p l a t o n ı l a ş k t a n - s o r u m l u t u t u l u y o r d u P l a to n , k a t ı m a ş ü k ü r l e r o l s u n ki, b ı ı ı ı ı a r a / a a r lı k g ü n ü m ü z d e ç o k s e y r e k r a s tla n ıy o r:
a ta k l a r ı kısa s ü r m e k l e d i r ve g e n e l l i k l e b i r k a ç g ü n i ç i n d e g e çe r.
Bir İngili z b ilg in b i r a r a .şöyle b i r t a n ı m l a m a d a b u l u n m u ş t u : “F e lse le tarih i P la to n a lu ııd a k i b i r dizi d i p n o t t a n b a ş k a b i r şey d e ğ i l d i r ” P a u l S l r a l h e r n , P l a to n u n A t i n a ' d a k i ü n l ü a k a d e m i s i n i
a r a y ı p b u l m u ş t u r . B u a k a d e m i n i n y u r d u , iki b i n yılı a ş k ı n b i r s ü r e H e k a d e n ı o s K o r u s u ’ı n m o g ü z e l i m g ö lg e li p a ti k a la r ı ve h e y k e l l e r l e b e z e n m i ş a r k a d i k d o ğ a s ı v d ı. Oysa g ü n ü m ü z d e b u r a s ı s ü p r ü n t ü l e r l e tıka ba sa d o l u , kıraç b i r arazi, b t ın u ı ı d ı ş ı n d a o t o b ü s e n k a z l a r ı n ı n yığ ıl d ığ ı a çık b i r d e p o d a n b a ş k a b i r şey d e ğil dir. H e y h a t .
90 DAKİKADA PLATON
PAUL STRATHERN
90 Dakikada Platon Yeni Seri: 17 90 Dakikada Filozoflar: 3 Almanca’dan Çeviren: Rüstem Aslan
Redaksiyon: Yücel Sivri
Tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
© Gendaş A.Ş.
Birinci Basım Ekim 1997
ISBN 975-7809-28-4
Editör Adnan Özer Kapak Tasarımı
M urat Bozkurt Dizgi E ra (512 36 76) K apak ve îç Baskı
Perspektiv Cilt İtim at M ücellithanesi
Gendaş A.Ş.
Çatalçeşme Sk. No: 19 Cağaloğlu-îstanbul Tel-Fax: (0212) 520 82 12 - 527 10 20
Önsöz
P lato n felsefeyi öldürdü. E n azından bazı çağdaş d ü şü n ü rler bizi b u n a in a n dırm aya çalışıyorlar. G erek N ietzsche, gerekse Heidegger, felsefenin hiçbir za
m an (Platon ta ra fın d a n fikir ve sözleri ak ta rıla n ) S okrates’in etk isin d en k u r
tu la m a d ığ ı görüşünde hem fikirdirler.
D em ek oluyor ki, ak lın m üdahelesi, an a litik düşünceyi ve sonuca u la ş tıra n tü rd e n arg u m an tasy o n u b ü tü n ü y le çü
rü tm ü ştü r.
S okrates’in bu u ssal ilerleyişi sıra sın da esasen hangi p arlak gelenek yok ol
m u ştu r? S okrates öncesi dönem de ak la gelebilecek b ü tü n d erin so ru ları soran b ir avuç dolusu p a rla k am a kaçık tip ler
vardı. Filozoflar bugün h alen o n lara bu so ru ların y a n ıtla rın ı b orçludurlar -bu tü r so ru ların yöneltilem eyeceğini iddia ederek m eseleden kendini sıyırm ak is
teyen asri filozoflar da b u n a dahildir.
S okrates öncesi felsefenin en ilginç ve çılgın tem silcisi PisagoFdu. O nun ü n lü önerm esi bugün bile birçok in sa n a te m el m a tem atik anlayışını edinm ekte yardım cı oluyor; yani m atem atiği asla a n la y a m a y a c a k la rın ı... P isagor, P la- ton’u k a ti biçimde etkilem iştir. İşte bu yüzden P lato n ’u n düşünce ta rz ın ın hiç olm azsa b ir kısm ını an lam ak için Pisa- goFa değinm em iz gerekm ektedir.
Pisagor filozoftan öte bir insandı. O, felsefesini aynı zam an d a dinî liderlik, m a tem atik ve m istisizm yolunda ve de beslenm e danışm anlığı olarak da k u lla
nırdı. B ü tü n bu yorucu entelektüel ça
lışm aları felsefesinde izler bırakm ıştır.
Pisagor İ.Ö. 580 y ılların d a Somos’ta dünyaya gelir an cak b u rad ak i zulüm yüzünden k aç ar ve G üney İta ly a ’da, bir Yunan kolonisi olan K roton’da dinî-fel- sefi-perhizî b ir m a te m a tik okulu kurar.
A yrıntılara dayalı b ir ev düzeni m istik m ü ritlerin in b ir a ra d a yaşayışını dü zenliyordu. F asulye veya y ü rek yem ek, ekm eği b a ş k a la rın d a n önce kesm eye b aşlam ak veya k ırlan g ıçların dam a y u va y ap m asın a izin verm ek, hele ne olur
sa olsun kendi beslediği köpeğini yem ek y asak tı. A ristotoles’te n öğrendiğim ize göre; b ü tü n b u n la ra rağ m en P isagor m ucizeler y a ra tm a y a da zam an b u l
m uştur. T u h af olan, A ristoteles gibi bi
rin in b u n ları ay rın tıla rıy la ta n ım la m a
m ış olm asıdır. B ertran d R ussel, Pisa- gor’u E in ste in ve Mrs. Eddy’nin* k a rışı
mı olarak tanım lam ıştır. B ü tü n iyi t a ra fla rın a rağm en Pisagor, b ir gün Kro- ton Valisi’nin de canına ta k eder ve ikinci kez kaçm ak zorunda kalır. M eta- pontion’a çıkan caddeye y erleşir ve öle
ne k a d a r da orada k a lır (İ.Ö. 500). Öğ
retile ri ölüm ünden sonra b ir yüzyıl d a
h a gündem de k a lır ve m atem atikçi m istik topluluğu b u n la rı b ü tü n güney İtaly a ve Y u n an istan ’da yayar. P laton, Pisagor’u onlar sayesinde öğrenir.
S okrates gibi P isagor d a öğretilerini yazıya dökm eyecek k a d a r dikkatliydi.
O nun öğretisini sadece ikinci elden öğ
reniyoruz. B ugün P isagor felsefesi ola
ra k bilinen, bilim den kaçıklığa u z a n a n -
*H ristiyan-Fen H arek etinin kurucusu- (ç.n.)
-b ü tü n k arışık lık la r dem esek de- olan k arm aşık lığ ın büyük k ısm ın d an onun m ü ritleri sorum ludur. B u yüzden birçok in san , Pisagor’u n ü nlü, h ip o ten ü sü n k a resin i alm a teorisini, büy ü k ihtim alle k en d isin in bile anlayam adığı düşünce
siyle avunabilir.
P isagor’u n yine ü n lü “h e r şey sayıdır”
vecizesi P lato n ’u n ü stü n d e d erin etki bırakm ıştır. Bu söz ferasetli olduğu k a d a r nüfuz sahibi de olan P isagor felsefe
sin in an ah tarıy d ı. Pisagor, k a rm a k a rı
şık d ü n y an ın ard ın d a soyut ve uyum lu sa y ılar d ünyasının saklı olduğunu dü
şü n ü rd ü . O nun sayı anlayışı, bugün bi
zim “biçim ” olarak niteleyeceğim iz şeye benzerlik gösterir. Bu görüşe göre n e s
n eler m addelerden değil de y a ra tıld ık la rı biçim lerden ortaya çıkm ıştır. Sayı
la rın veya b içim lerin ideal d ü n y ası uyum içindedir ve bu gerçeklikten d ah a gerçektir. Pisagor y ad a P isagorcular sa yılar ve m üzikal arm oni arasın d ak i ilin tiyi keşfetm iştir. Bu keşfin ışığı altın d a P isagor'un biçim ler (ya da sayılar) k u ram ı çok eskiye dayanm am aktaydı. S a
yılara, tözün değil de biçim in ta n ım ın a d ay an an m odern yüksek enerji fiziği açısından bu k u ram ın h atalılığ ı d u ru m u v a rd ır sanki.
Tözden arın m ış düşünce S okrates ön
cesi filozoflarda da k a rşım ız a çıkar.
Pisagor’u n öğrencilerinden olan H erak- lit, örneğin “h e r şey a k a r” düşüncesini savunurdu. O na göre aynı a k a rsu y a iki kez girm ek m ü m k ü n değildi. Ve yine de düşüncesi, a rı biçim den uzaklaşır. O, m odern bilim den iki bin yıl önce evre
n in ato m la rd an oluştuğunu öne sü ren D e m o k ritu s’u n öncüsüdür. İy o n y a’lı K senophones’in vardığı sonuca u la şa bilm ek için, felsefenin de iki bin yıla ih tiyacı olm uştur. O da S okrates öncesi dönem den olup açıkça d e m iş tir ki;
“T an rıla r ve yeryüzündeki h e r şey h a k k ın d a gerçekleri ta n ıy a n b ir in sa n hiç
b ir zam an olm am ıştır ve olm ayacaktır.
Ayrıca asıl gerçekle b ir kez k a rşıla şsa bile b u n u fark edemez. Zira sa n ıla r s a dece biz in s a n la ra özgüdür.” Bu ifade yirm inci yüzyılda W ittgenstein’in öne sü rd ü ğ ü fikirle şaşırtıcı şekilde benze
şir.
S okrates ve P lato n bu zengin ve çok yönlü felsefî gelenekte y ü rü m ü ştü r.
Platon (1.0 428-348)
B ugün bildiğim iz ism iyle Platon, t a n ın m ış b ir güreşçiydi. Y arışm a lard a kullandığı isim “P lato n ”, “geniş” veya
“y assı” a n la m la rın a gelir. B üyük b ir ih tim alle geniş, iyi gelişm iş om uzlara sa
hipti. Bazı k a y n a k la ra göreyse bu isim onun aln ın ın biçim inden tü re tilm iştir (Platon kelim esinin ilk anlam ıyla te k r a r k arşılaşıy o ru z b u rad a). Doğduğu 428 yılında P lato n ’a A ristokles ism i ve
rilir. P laton A tin a’da ya da A frika kıyı
la rın a 20 km k a d a r u z a k ta A tika açıkla
rın d a, Eğin körfezindeki A gina Ada- sı’n d a dünyaya gelm iştir. P olitikada n ü fuz sahibi A tin a’lı b ir ailenin oğluydu.
B abası A riston, A tin a’n ın son k ralı Kod-
ros’un, an n esi ise büyük k a n u n koyucu Solon’u n soyundan gelm ekteydi.
P laton, politik açıdan önem li ailele
rin diğer zeki fertlerin d en farklı değildi, h a l boylerken ilk gençlik y ılların d an iti
b aren politik a la n d a aşırı bir h ırs a k ap tırm a m ıştı kendini. B erzahi oyunlarda iki kez güreş d alın d a ödül alm ıştı. Am a görünen o ki, hiçbir zam an O lym pia’ya k a d a r u laşam am ıştır. Ü nlü b ir trajed i yazarı olmayı d a denem iş, ancak büyük edebiyat y arışm ala rın d a k i jü r i üyeleri
ni etkileyem em iştir. Y u n an istan ’da b u g ün k ü Nobel edebiyat ödülüne denk ge
len ödülü alm ak ve O lim piyatlarda bir altın m adalya k az an m a k için verdiği b ü tü n b aşarısız u ğ ra şla rın d a n sonra, P laton a rtık b ir devlet adam ı olm a dü şüncesine a lıştırır kendini. A m a pes e t
m eden önce kendini bir kez de felsefede sınam ayı d ü şü n ü r ve S okrates’i a ra r bulur.
B ir yıldırım aşkı gerçekleşir. Dokuz yıl boyunca P laton, aralıksız h e r gün, u sta sın ın dizinin dibinde oturur, onun b ü tü n düşünce ve fikirlerini em ip çeker.
S o k ra te s’in savaşçı öğretim yöntem i P lato n ’u, zekâ gücünün tam am ın ı o rta ya koym aya zorlar ve aynı zam an d a fel
sefenin o an a değin bilinm eyen o lan ak la rın ı farketm esini sağlar. P lato n ger
çek görevini bulduğu halde A tina h ü k ü m eti kendisini bir yanılgıya yönelm ek yolunda engellem eseydi neredeyse eski sa p lan tısı nüksedecek ve politikaya dö
necekti. Peloponnes S avaşı’n d an sonra ik tid a rı eline geçiren otuz tira n d a n iki
si (K ritias ve C harm ides) onun çok y a
k ın a k rab a ların d an d ı. O nların dehşet saçan egem enliği h erh ald e S addam H ü seyin’e ve Joseph Goebbels’e ilham ve
rirdi, lâ k in P lato n bu iki tira n ı hiç etk i
leyici bulm az. O n lard an sonra düm eni dem o k ratlar devralır. İki yıl sonra, d er
me çatm a b ir m ahkem ede, P lato n ’u n sevgili öğretm enini, dinsizlik ve gençle
ri yoldan çık arm ak su çu n d an ölüme m ah k û m ederler. P lato n ’u n gözünde de
m okrasi de tira n lık gibi k irlid ir artık . P lato n ’u n S okrates’le olan sam im iye
ti onu tehlikeli bir d u ru m a sokar. A ti
n a ’yı te rk etm ek zorunda k alır; böylece on iki yıl sü ren gezgin h ay a tı başlar.
U sta sın d a n h e r şeyi öğrenm iş olduğunu d ü şü n ere k -ondan öğrendiği a rtık ne ise- dünyayı gezm ek ister.
O günlerde dünya k ü çü k tü ve P lato n
sü rg ü n h a y a tın ın ilk dönem inde, A ti
n a ’dan otuz kilom etre uzak tak i, n ere
deyse evinin eşiği k a d a r yakın kom şu k e n t M egara’da, ark ad a şı Ö klid’in y a
n ın d a çalışm aya başlar. (Bu Öklid şu ü n lü geom etrici Ö klid değil. A ksine S okrates’in eski öğrencilerinden biridir ve safsatacı m a n tık öğretisiyle ünlüdür.
Öklid, S okrates’i o k a d a r çok seviyordu ki u sta sın ın ölüm ünde h az ır b u lu n ab il
m ek için d ü şm an A tina to p rak ların ı k a dın kıyafetleri içinde geçmişti. H erh a l
de bu biçimde, safsatacı m etodlarının m ertliğe yakışm adığını öne sü rü p k ın a yan S okrates’i de hak lı çıkarm ıştır.)
P laton üç yıl M egara’da Öklid’in y a
nın d a k a lır ve d a h a sonra m atem atikçi T heodoros’u n y a n ın d a ça lışm ak için Kuzey A frika’daki K irene’ye gider. D a
h a sonra h erh ald e M ısır’a yönelm iş ol
malı. T arih ten gelen tu h a f bir gelenek etkisine kapılıp A sya’da bir büyücüyü aram ay a kalkm ış ve Ganj N eh ri’ne k a d a r gelm iştir, d erler am a bu pek ak la yakın değildir. F a k a t kesin olarak bildi
ğimiz, on yıllık b ir yolculuktan sonra gün ü n birinde Sicilya’ya varm ış ve o ra
da E tn a k ra te rin i ziy aret etm iş olduğu
dur. Bu ateşçu k u ru , an tik dönem de t u ristik b ir atraksiyondu. Ü stelik sadece eşsiz bir jeolojik fenom en olduğu için değil. B u rasın ın ölüler d ü n y asın a bakış olanağı sa ğ lad ığ ın ı d ü şü n ü y o rla r ve böylece gelecekteki h a y a t koşulları h a k k ın d a bilgi edineceklerine in an ıy o rlar
dı. P laton içinse bu k ra te rin ek bir çeki
ciliği d ah a vardı. Beşinci yüzyılda y a şa mış, yazar-filozof Em pedokles öylesine
o lağ an ü stü bir zekâya sah ip ti ki, bir ta n rı olduğunu k a n ıtla m a k için fokur
dayan lav lara atlam ıştı. O zam andan beri in sa n la r onun dönüşünü bekler du
ru rla rd ı. İzin verilirse bizim kanım ız şu olsun ki, P lato n ’u n orayı ziyaret ettiği za m an lard a Em pedokles’in ta n rısallığ ı
n a ilişkin ilk k u şk u la r a rtık açıkça o rta ya çıkm aya başlam ıştı.
B u rad a asıl önem li olan, P lato n ’un Sicilya’da, G üney İta ly a ’n ın b ü tü n Yu
n a n kolonilerinde öğretilerini y aym akta olan P isagorcularla ilişki kurm asıdır.
Pisagor, m üziksel ahengin m a tem atik sel g ö ste rim in in m ü m k ü n o lduğunu keşfetm işti, öyle ki, bu k eşif onu evre
n in ta m am ın ın bir şifre a ltın d a v ar ol
duğu san ısın a götü rm ü ştü r. O nun k u ram ı P lato n ’u derin d en etkilem iş ve
P lato n gerçeğin sonuç olarak soyut ol
duğu p o stu latın a varm ıştır. PisagoPda sa y ılarla başlay an şey, P lato n öğretisin
de s a f “idea”la ra dönüşm üştü.
Sicilya ziyareti esn asın d a P laton, Si- rak u z h ü k ü m d a rı Dionysios’u n kayınbi
ra d e ri Dion’la y ak ın a rk a d a şlık kurar.
Dion, yeni a rk a d a şı P lato n ’u Dionysi- os’la ta n ıştırır. H erh ald e bu n u , Pla- to n ’u n sa ra y filozofu görevine getirilm e
si um uduyla yapm ış olmalıdır. F a k a t geniş kapsam lı gezilerine rağm en P la ton, A tinalı bir a ris to k ra t olarak kalm ış ve S irak u z’daki ta ş ra saraylılığından öyle pek de etkilenm em iştir.
Dionysios ta m anlam ıyla hem zalim hem de külhanbeyi h a v a la rın d a olup b ir y an d an da edebi b ir hevese sahipti;
ü ste lik iki h a tu n a yeteceği sap lan tısı
içindeydi. Bu sap lan tısı gereğince Do- ris ve A ristom ache adlı k ad ın larla aynı gün evlenir; gerdek gecesi ikisi de yata- ğındadır. P lü ta rk ’ta n öğrendiğim ize gö
re; o geceden itib aren bir gece D oris’le, öbür gece de A ristom ache’yle yatar. (Bu
rad an , A ristom ache’nin aritm etik le a r a sının pek iyi olm adığını çıkarsayabiliz, zira aksi tak d ird e bu uzlaşım a rıza gös
term ezdi.) G örünen o ki, Dionysios sa dece b u ra d a değil, ak la gelebilecek b ü tü n a la n la rd a aynı oran d a b ir doyum- suzluğa sa h ip tir; bir keresinde ta m ı t a m ına doksan gün sü ren bir ziyafet ver
m esi v a rd ır örneğin.
P lato n ’u n sahneye çıktığı sırala rd a , Dionysios, a rtık eski hızında değildi.
D ünyevi m u tlu lu ğ u İtaly a n m utfağına arzı h ü rm e tle r ederek günde iki kez tı-
k ab a sa yem ek yiyip, geceleri asla yalnız y atm am ak la sınırlı olan bir Dionysios ile öte y a n d a n a risto k ra t ta fra la r içinde o rta lık ta dolanan k ırk lık P laton a ra s ın da ciddi bir dostluğun h asıl olm ası pek tab ii ki düşünülem ezdi. H er ne kadar, P laton, Dionysios h a k k ın d a iyi şeyler yazm aya eğilim liydiyse de, onun bu ortam ı içine sindirm esi m üm kün olm a
m ıştır.
Dionysios önceden devletin yönetim kadem esindeydi ve b a ş ta n beri şa iran e yeteneğiyle ön p la n a çıkm ıştı. O rduda yüksek rü tb ele re yükselm iş ve dünyaya birçok, hepsi de kendine h a s traje d ile r m iras b ıra k m ıştır (b u n lar em ri altında- kilerin hepsi ta ra fın d a n neşeyle k a rş ı
lanırdı). S irakuz yönetim ini eline geçi
rince, h u n h a r b irtak ım seferlerle bu si
te devletini Y u n an istan ’ın b atı kolonile
ri ara sın d a en güçlüsü haline getirir.
A tin alılar da a ra la rın d a k i diplom atik ilişkilere z a ra r gelm em esi için (tabii kendilerini em niyete alm ak için, aslın da uygun olm am asına rağm en) “Hek- tor’u n Bedeli” d ram a sın a L enaen şen
likleri sıra sın d a b ir ödül verilm esini sağladılar.
Dionysios iş aray an , ne idüğü belir
siz, filozof bir züppeye pabuç b ırak acak adam değildi. İkisi felsefe üzerine ta r tıştık la rın d a , ortalığı kıvılcım lar kasıp k av u ru rd u . B ir keresinde P laton, Di- onysios’u b ir düşünce h a ta s ı üzerine u y arm ak gafletinde b u lu n m u ştu .
Dionysios, “sözlerin b u n ak lık koku
yor” diyerek k a rşılık verm işti sinirli bir biçimde.
P laton geri d u ru r m u, o da “senin söz
lerinde de bir zalim in neşesi v a r” deyi
verir.
B unun üzerine Dionysios, filozofun ona yakıştırdığı benzetm eye uygun dav
ra n m a y a k a r a r v erir ve P lato n ’u zincire vurd u ru r. P laton, A gina A dası’n a gide
cek olan b ir S p a rta gem isine bindirilir ve k a p ta n a da P lato n ’u köle olarak s a t
m ası em redilir. “O nun için endişelen
m e”, der Dionysios, “O, öyle bir filozof
tu r ki olup b iten leri farketm eyecektir bile.”
Bazı y a z a rla ra göre Platon, gittiği yerde h ay a ti teh lik e içinde b u lm u ştu r kendini. Dionysios’un, P lato n ’u A tin a’ya değil de A gina a d a s ın a gönderm esi, onun doğum y erinin bu ad a olduğu ta h m inlerini güçlendiriyor; yani A tin a’nın
değil de, bu ad an ın P laton’u n doğum ye
ri olm asını. P lato n ’u köle olarak kendi y u rd u n a gönderm ek, Dionysios’u n zevk aldığı, kendine h a s g u ru r k ırm a yönte
mi olsa gerek. B unun dışında P lato n ’un tan ın acağ ın d an ve zengin bir ark ad a şı ta ra fın d a n sa tın alınıp, az a t edileceğin
den de kesinlikle em indir -böylece Di
onysios ciddi diplom atik gerginlikleri de önlem iş olacaktı (elbette bu, bir son
rak i ödül dağıtım ını olum suz yönde e t
kileyebilecektir).
Dionysios’u n plânı tam d üşündüğü gibi işler. Ve P laton h a y a tın ın en k o rk u lu gü n lerin i yaşar: H er gerçek filozofun k a n ın ın d a m a rla rın d a n çekilm esine neden olan, h ay a tın ı sü rd ü rm ek için ça
lışm ak düşüncesi. Ve P lato n ’u n Agi- n a ’daki köle p azarın d a zengin ark ad aşı,
G irne’li A nnikeris ta ra fın d a n fark edi
lip, yirm i m adenlik indirim li fiyata s a tın alınm ası pek u zun sürm ez. A nnike
ris bu kelepir filozofa o k a d a r çok sevi
n ir ki, ona A tin a’da bir okul açm ası için yeterince p a ra da v erir ü stüne.
M.Ö. 386 yılında P laton, H ekadem os K orusu’n d a bir arazi sa tın alır. Bu a r a zi y ak laşık olarak A tin a’n ın bir buçuk kilom etre k a d a r kuzeybatısında, şeh rin eski d u v arla rın ın dışındaydı. A razide, çın a rların gölgesinde heykeller ve bir ta p ın a k yer alm aktaydı. Ve b u ra d a şırıl şırıl a k an derelerin ve ağaçlı yolların o rta s ın d a P la to n , A k ad em i’sin i açıp kendisine in a n a n la rı çevresine toplar.
H â ttâ b u n la rın a rasın d a birçok k adın da v a rd ır (bun lard an biri olan Axiothea erk ek kıyafetleri giyerdi). B u rası ta rih
te, k u ru la n ilk üniversiteydi.
P lato n ’un A kadem i’sini k u rd u ğ u (ve okulun da aynı adı taşıdığı) H ekadem os K orusu, adını Yunan m itolojisinin ta n rılaştırılm ış m üphem bir k a h ra m a n ın dan alm ıştır. G öründüğü k ad arıy la yap
tığı en önemli iş on iki zeytin ağacını dikm ek ve k u tsa l A thena zeytin ağacını Akropolis’te dallan d ırm a usûlüyle ye
tiştirm e k te n ib arettir. P lato n ’un, A ka
dem i’sini b u ra d a k u rm a k a ra rı, b ü tü n uygar dünyaya H ekadem os’u h a tır la t
m ıştır. Böylece adı çeşitli k u ru lu şla rd a yaşar: M eyhanelerden (“b ira ak ad em i
leri”), b ira ü retim i için eğitim su n a n okullara, m aden işletm elerinden, b ir İs
koç futbol tak ım ın a, birbirlerine benze
yen, k a ra n lık güçlere sahip y arıta n rıla - rın yıllık ödül tö ren lerin e k a d a r adı bir
çok yerde geçer.
B u g ü n H ek ad em o s O rm an ı, A ti
n a ’nın kuzeydoğusunda dış m ah alleler
le ta rla la rın içice girdiği, bir şe rit u z u n luğ u n d a bile olsun sürülm em iş k ıraç bir ta rla d a n ib aret. A ğaçların altın d a, bir otobüs h u rd alığ ın ın yanında, yığınlar halinde çöp ve b irkaç kirli b an k ın a r a sında birkaç a n tik ta ş dağınık halde du ruyor.
P lato n ’un A kadem i’sinin bulunduğu yer ve yaşadığı ev, büyük b ir olasılıkla, sonsuza k a d a r kaybolup gitm iştir. Filo
zofun biri gelir b iri gider, am a H ekade
mos bizi h e r zam an m isafir edecektir.
H ekadem os’u n evi şaşırtıcı şekilde yerli yerinde kalm ış. A rkeologların özenle k u rd u k la rı m adeni levhadan dam ın a l
tın d a, P lato n ’u n zam an ın d an neredeyse
iki bin yıl d ah a eski olan, serbest k u ru l
m uş kerpiç tem el ve d u v arlard a n a rta k ala n la rı görm ek m üm kün. H ekadem os ölüm süzlüğün sırrın ı biliyor olmalıydı.
B ugün bu işlenm em iş ta rla la r bir çit
le çevrilm iş duruyor. O rada h ü k ü m sü ren h a y a t ş a rtla rı H ekadem os’u n ta rih öncesi varlığını hatırlatıyor. D erm e çat
m a kulübelerin ve su b irik in tilerin in a ra s ın d a , sıcak g ü n eşin k av u rd u ğ u , çevreleri, u çuşan sivrisineklerle s a rıl
mış, k afaları kazınm ış, çıplak m ülteci çocukları oynuyor. B aşö rtü lü anneleri ise çöplerin, sü p rü n tü le rin ara sın d a çö- m elm iş, koyu ten li bebeklerini em ziri
yor.
P laton “A dalet nedir?” diye so rar en ta n ın m ış eseri D evlet’te. Bu diyalogda, S okrates ve birkaç ark ad a şı, resm i vazi
fesi olm ayan zengin bir a rk a d a şla rın ın evinde ak şam yem eği için buluşurlar.
K onuşm a sırası S o k rates’e geldiğinde, topluluk, ad a let olgusunun kendi başı
n a ele a lın a ra k değil de d ah a büyük toplum sal bir bağlam içinde ta n ım la n a bileceği sonucuna v arm ıştı bile. B un
d an dolayı S okrates de düşüncelerini adil b ir topluluğa açm aya k a ra r verir.
H erkes, S okrates’in başrolü oynadığı erken dönem diyaloglarının gerçekten S okrates görüşünü y an sıttığ ı düşünce
sinde. O rta ve d a h a geç diyaloglarında d urum değişiyor. B unlarda, genel k a n ı
y a göre P laton kendi fikirlerini a k ta r
m ıştır. Devlet o rta dönem diyalogların a ra sın d a en iyilerden biridir.
P lato n ’un adil bir topluluk için gerek
li g ö rdüğü u n s u r la r ı çerçevelersek,
onun birçok farklı alan d an oluşm uş dü şünceler o rtay a koyduğunu görürüz.
B u n la rd a n b a z ıla rı özetle şu n la rd ır:
K onuşm a özgürlüğü, fem inizm , doğum kontrolü, resm i ve özel ahlâk, ebeveyn- lik, psikoloji, eğitim , resm i ve özel m ül
kiyet. Velhasıl neşeli b ir ak şam yem eği o rtam ın d a a sla değinilm eyecek h e r tü r lü konu. B u n u n la birlikte “D evlet” bir g ü ldürü u n su ru olarak tasarlan m am ış- tır ve içinde b u n la rla propagandası ya
pılan toplum şekli, aslında eğlenceli ol
m a k ta n b a şk a h e r şeydir. P lato n ’u n fi
kirleri, m odern b ir in sa n ın g örüşlerin
den tem elden ayrılıyor; bu in sa n bir yobaz ya da zırdeli değilse.
P lato n ’u n ideal devletinde ne m ü lk i
yet vardır, ne de evlilik (bir istisn a, sa dece a lt k adem eler için geçerli). Çocuk
la r doğum dan hem en sonra an n e le rin den alın acak ve devlet ta ra fın d a n büy ü tülecekler. Böylece, devleti, anne ve b a b aları, y a şıtla rın ı da k ard eşleri olarak görecekler. Yirmi y aşm a gelene k a d a r bu m etazori piçler jim n a stik ve r u h la rı
n a h ita p eden m üzikle yetiştirilecekler.
(Ancak İyon ve Lidya ezgilerine izin yok. Sadece genç in sa n la ra devlet baba sevgisi aşılayacak m a rşla ra yer var.)
B unu okuyunca, iste r istem ez k en d i
mize, acaba P lato n ’u n çocukluğu n asıl geçm iştir? diye soruyoruz. Diogenes La- ertios’ta n öğrendiğim ize göre, P lato n ’u n babası “k u su rsu z bir güzelliğe sahip olan an n esin e k a rşı fark ın d a olm aksı
zın zo rbalıkta b u lu n m ak istem iş”. P la ton kesinkes evlilik sırasın d a doğan b ir çocuk olduğu halde, annesi bir sü re son
ra b aşk a bir ad am la evlenir ve P laton da büyük bir olasılıkla çeşitli yerlerde büyür. H erhalde, b u n d an dolayı P laton aile y a şan tısın a pek önem verm iyordu.
Neyse, P laton ta rz ı ütopyaya geri dö
nelim: Yirmi y aşm a gelip de h â lâ aletsiz jim n a stik ile fan far m ızıkası üzerine sü regelen çalışm a p ro g ram ın a gereken önemi verm eyen sa m an çöpünün buğ
daydan ay ık lan m asın ın zam anı gelm iş
tir. Bu çöp, d ü şü k seviyeli m esleklere yönelm ek zorunda k alacak ve çiftçi ya da tüccar olarak toplum u besleyecektir.
D aha iyi öğrenciler ise aritm etik , ge
om etri ve astronom i öğrenecektir. Bir sonraki aşam a d a başarısız o lan lar ise, m a tem atik m arifetiyle çılgınlığın eşiği
ne k a d a r gelmiş olarak orduya k a tıla caklardır. Geriye kalan: K aym ağın k ay
mağı. Beş yıl boyunca, otuz beş y aşın a gelinceye kadar, felsefe öğrenim i gör
m ek gibi bir yüce şerefe nail olacaklar
dır. O ndan sonra, on beş yıl boyunca devlet yönetim i uygulam ası üzerine k a fa p a tla ta c a k ve d ünya k a d a r bilginin dibine u laşm ay a u ğ raşacak lard ır. Elli y aşm a geldiklerinde a rtık devlet yöneti
m inde görev alm ay a hazırdırlar.
M alı m ülkü olm ayan filozof-hüküm- d a rla r b ira ra d a k ışla la rd a k a lırla r ve can ları kim i isterse onunla y atab ilirler
di. E rk ek ler de, k a d ın la r da aynı h a k la r a sahiptirler. (B aşka b ir diyalogda Pla- to n ’u n kalem inden şu açıklam a kaçıve- rir: E ğer ru h , erkeğin bedeninde iyi bir h a y a t sürm üyorsa, k ad ın ın bedenine geçer.) Bu seçkinler topluluğu bir a ra d a yaşadığından ve özel çık arları b u lu n
m adığından rü şv et o nların y an ın a yak- laşam az. O nların te k h ırsı devlettedir, ad a letin tecelli etm esini sağ lam ak tan ib arettir. Devlet b aşk an ı filozof k ral o nların a ra sın d a n seçilir.
Sözkonusu bu ta sla k küçük, ideal bir site devleti (denizden on beş kilom etre uzak lık ta) için o rtay a atılm ıştı. A m a en elverişli k o şu llard a dahi b ir felaketin başlangıcı gözlem lenm ektedir. T asarla
nabilecek en iyi d u ru m d a bile oradaki h a y a t in san ı budalalığa sü rü k ley en bir y ek n esak lık ta olacaktır. Ç ünkü b ü tü n şa irlerin ve d ram a y a z a rla rın ın yanısı- r a yanlış m üziği icra eden h alk ın a r a sın d an h erk es toplum un d ışın a itilecek
tir. E n kötü d u ru m d a sonuç to ta lite r bir k a ra b a sa n olacaktır. Öyle bir k a ra b a sa n ki, sevilm eyen b ir rejim in erki elin
de b u lu n d u rm asın a dahi gerek k alm a
dan, o m alum sevim siz yöntem lerin ortalığa egem en olm ası gibi.
A rtık günüm üzde bu ciddi, çocuksu fantaziyi p arçalam ak çok kolay. Pla- to n ’un ifade biçimi bile bazı tu ta rs ız lık la r içeriyor. Ş airler yasaklı, ancak P la ton sayısız, h a rik a güzellikte, şa ira n e im a jla rd an yararlanıyor. Ayrıca T an rı
la ra h ü rm etin yan ı sıra, din ve mitoloji de yasak. F a k a t b u n a rağm en P lato n ’u n y ap ıtla rı çok sayıda m it içerm ekte ve fi
lozof k rallar, ra h ip le rin k ap alı toplulu
ğu n u kuvvetle an ım satm ak ta. P laton, u zlaşm a bilmez ve k atık sız im an edil
m esi gereken ideal-T anrı’sım da yine kendi icad e tm iştir (varlığı k a n ıtla n a m az olduğu halde).
P lato n ’u n ideal devlet vizyonu, ta m a
m en çağm a a it çocuksu bir düşünce gibi gözüküyor. A tina, Peloponez S avaşı’nda S p a rta ’ya d a h a yeni m ağlup olm uştu.
Ne dem okrasi, ne de tira n yönetim i işle- yebilm işti ve düzeni sağlayacak b ir h ü küm ete çok acele ihtiyaç vardı. (Bazı yorum cular, P lato n ’u n ad a le tte n b ah se
derken, düzeni k a stettiğ i kanısındalar.) S p a rta ta rzı, sıkı gözetim altın d ak i top
lum , bu so ru n u n y an ıtı gibi gözüküyor
du. S p a rta , A tin a’nın aksine oldukça darkafalı, ekonom ik açıdan geri b ir site devletiydi. H a y a tta kalabilm ek için k a n ının son d am lasın a k a d a r dövüşen, h e r em ri yerine getirm eye hazır, yakıp yıkm a h ırsıy la yanıp tu tu ş a n bir züm reye ihtiyacı vardı. G iderek d a h a da sık ay a k lan an a lt ta b a k a la r bu züm re ta r a fından terö rle b astırılıyor ve sü rek li da
h a da güçlenen, k ü ltü rel açıdan ü stü n kom şu şe h ir devletlerine gözdağı verili
yordu. P laton, S p a rta ’nm savaşçı züm resin in işlevinden ya habersizdi ya da görm em ezlikten geliyordu.
S okrates s a f etiği öne sürerek, iyile
rin m u tlu olduğunu sav u n u rk en , P laton d ah a ziyade, adil olm ayanların m utsuz olduğuna inanıyordu. O na göre ancak adil bir toplum o lu ştu ru ld u ğ u zam an h erk es kendini iyi hissedecektir. Peki, ö n erile ri nelerd i? H ekadem os K oru- su ’n d a h erk e ste n ayrı y aşay an asil ru h lu b ir aydın ne önerebilirse o. Bu öneri
ler hiçbir zam an h a y a ta geçirilebilecek tü rd e n değildi.
Ş aşırtıcı am a bu yine de uygulandı.
U fak bir değişiklikle, yani oldukça ad a letsiz bir biçimde. Bin yıldan u zu n bir
süre O rta Çağ toplum u, a lt sınıflarıyla, ask erî züm resiyle ve güçlü ru h b a n sını
fıyla P lato n ’u n D evleti’ne büyük ben
zerlikler gösterm iştir. Ve y ak ın geçmiş
te de kom ünizm ve faşizm , P lato n ütop
yasın ın a n a çizgilerini üstlenm işlerdir.
U zun yıllar boyunca P lato n Akade- mi’de ders v erir ve A kadem i’yi de kalıcı biçimde, A tin a’n ın en iyi okulu d u ru m u n a getirir. B ir sü re sonra, I.O. 367’de a r
k ad aşı Dion’dan, T iran Dionysios’u n öl
düğünü ve oğlu Dionysios’u n (Genç Di
onysios) onun yerine ta h ta geçtiğini öğ
renir.
Genç Dionysios u zu n y ıllar boyunca babası ta ra fın d a n h ap iste tu tu lm u ştu . Dionysios, erkenden ta h tın d a n olm a
m ak için yapm ıştı bunu. K raliyet sa ra yın d a tu tu k lu olan Genç Dionysios ta h
ta biçerek, m a sa ve iskem le yapm akla geçirm işti günlerini.
Dion, Filozof-K rallar ta rz ıy la ideal b ir h ü k ü m d a r y a ra tm a k için, bun u n m ükem m el bir fırs a t olduğu görüşünde
dir. Genç Dionysios’u n aklı b aşk a tü r düşüncelerle k arışm a m ıştı henüz (ya da a n la tıla n la ra , y az ıla n la ra in an ılacak olursa hiçbir düşüncesi yoktu). P laton, a rtık teorideki devleti p ratiğ e geçirebi
lecekti.
Bazı nedenlerden dolayı P laton bu düşünceyi pek çekici bulm az. (H erhalde ideal devletinde altm ış y aşın d ak i b iri
n in pozisyonuydu onu ra h a tsız eden.
Ü stelik de seçkinler a ra s ın a k a tılm a d an önce u zun bir jim n astik , ask erlik ve m ızıka eğitim ine ta h am m ü l edebilecek miydi?) Am a sonunda kendine saygıyı
kaybetm e k o rkusu ü stü n gelir. Böyle yapm azsa, kendi bile, hiç eyleme giriş
m eyen, sadece k onuşan b ir y a ra tığ a dönüşm üş olm ayacak mıydı? Sonunda ark a d a şın ın ricasını yerine getirm eye k a ra r v erir ve onunla b irlik te u zun Si
cilya yolculuğuna çıkar.
P lato n Sicilya’ya vardığında, n ere
deyse e n trik a la rla yenip bitirilm iş bir sa ra y la karşılaşır. Bazı nüfuzlu sa ra y lı
la r A tin a’lı u s ta d ü şü n ü rü n b u ray a ilk gelişini an ım sa rla r ve bazıları da Dion’a hiç yabancı değildir. B irkaç ay bile sü r
m eden, felsefe d ü şm an ları, P lato n ve Dion’u n ih a n etle suçlanm asını sağ lar
lar. (Bu bir ütopyayı gerçekleştirm eye ça lışa n ların çoğu zam an girdikleri bir tu zak tır.) M arangoz-K ral önce ne yap
m ası gerektiğini ta m o larak bilemez.
Sonra, dayısı Dion’u, sah ip olduğu k u d re tte n ö tü rü sü rg ü n e gönderir, ne v ar ki P la to n ü n çekilm esine de izin vermez.
N eden o la ra k da, P la to n ü n , kendisi h ak k ın d a A tin a’da kö tü konuşm asını is
tem ediğini gösterir.
Bu gerekçeye “İnanıyorum ki, ak ad e
m im izde yeterince konum uz v ar ve asla b u n u n üzerinde d u rm am ıza gerek yok,”
k arşılığ ın ı v erir Platon.
Ş ansı yaver gider ve birkaç ark ad a şı k açışın a y ard ım etm eyi b a ş a n r. A ti
n a ’ya geri döner. Dion da dahil olm ak üzere b ü tü n y a n d a şla rı ona h u z u r ve
re n b ir k a rşıla m a hazırlam ışlardır.
Genç Dionysios, P la to n ü n kaçışıyla büyük y a ra alır. M eğer bu filozofla y ap tığı sohbetlerden çok zevk alırm ış, onun fikirlerini uygulam aya hiç niyeti olm a
sa da. B ir z a m an lar K artac alıların İta l
ya’da y ap tık la rı fetihleri d u rd u ra b ile
cek tek devlet olduğu için, S irakuz o sı
ra d a b u tü rd e n deneylere kalkışacak d u ru m d a değildi. E ğer P lato n ’u n devle
tin i S irak u z’da gerçekleştirm eyi dene
miş olsalardı, b ü tü n dünya ta rih i bam b aşk a b ir görünüm de olurdu. F a k a t P lato n ’u n um duğu gibi de olmazdı. Si- rak u z ’u n çöküşüyle, K artaca k a şla göz a ra sın d a İta ly a ’yı ele geçirecek ve h e
nüz başlangıcında b u lu n a n Rom a Cum- h u r iy e ti’n i de p a ra m p a rç a edecekti.
Böylece A vrupa bir sonraki yüzyıllarda, A frika İm p arato rlu ğ u ’n u n parçası ola
caktı.
Genç Dionysios, P lato n ’u a d e ta bir b aba o larak görm üş olmalı. P lato n ’un, dayısı Dion’a gösterdiği ilgiyi de k u şk u
suz kıskanıyordu. Dionysios, P lato n ’u, A tina’yı te rk edip, S irak u z’a geri dön
m esi için sık ıştırm ıştı. Bu d urum tu tk u ya dönüşm üş gibiydi onda. S anki ru h u P la to n ’u n istila sın d a y m ış gibiydi ve kendini dinleyen herkese, (insan k ra l olunca, dinleyenlerin sayısı pek de h afi
fe alınacak gibi olmaz h erhalde) Pla- to n ’la b irlik te olm ayınca, varlığının pek çekilir b ir şey olm adığını anlatıyordu.
S onunda dayanam az, en hızlı tirem e’si- ni* A tin a’ya gönderir ve eğer P laton ona geri dönm eyecek olursa, Dion’u n Sira- k uz’daki az sayılam aycak b ü tü n m alın a m ülküne el koyacağını bildirm ek su re tiyle te h d it savurur.
Böylece yetm iş b ir y aşındaki filozof, iste r istem ez S irak u z’a doğru yeniden
* Üç kürekçi ile giden hızlı deniz aracı (ç.n.)
yola çıkar. Dion (büyük b ir olasılıkla) onu bu nedenle k an d ırm ış olmalı. A rtık Dion’un, üto p y an ın gerçekleştirilm esi ve “T iran ’a, ru h u n bedene k a rşı ü s tü n lüğünü gösterm e düşüncesi” üzerinde durm adığı açıkça ortadaydı.
P lato n çarçabuk kendini yine e s a re t
te bulur. M idesini günde iki kez İtaly an yem ekleriyle tık a b asa doldurm ayı red deder ve h e r akşam , isteği dışında y a ta ğın a gönderilen dişi suj eleri kızgınlık içinde h u zu ru n d a n defeder. Ş ansı bir kez d ah a yaver gider ve b ir gece y an sı, onu alm ak için tirem esiyle çıkıp gelen, onu n la aynı d u y g u lan p ay laşan T arent- li b ir Pisagorcu ta ra fın d a n alınıp götü
rülür. Kalyon köleleri kırbaç şak lam a
la rı a ltın d a geberesiye çalışır ve yaşlı fi
lozof denizi geçerek A tin a’ya ulaşır.
Birkaç sene sonra Dion, belki de en b aşın d an beri düşlediği am acına ulaşır:
S irakuz’u fetheder, Genç Dionysios’u ko
vup b ü tü n erki ele geçirir. Peki şimdi, eline fırsatı geçirdiğine göre Platoncu devleti gerçekleştirdi mi? G örünüşe göre hayır. A m a şa ira n e ad alet bir zafer elde eder ki, başarısız P lato n cu lara ait bir zaferdir bu. K ısa b ir süre sonra Dion bir komploya k u rb an gider, işin tu h a f tarafı P lato n ’u n eski bir öğrencisi tarafın d an .
Bu da a rtık filozofun politika tu r u n u n sonu olur - böylece gelecekteki Ro
m a İm p arato rlu ğ u güvence a ltın a alın m ış olur. Ne v ar ki, P lato n ’u n denenm e
m iş teorileri, ileride Rom a İm p a rato rlu ğum un k alın tıla rın d a n oluşan O rtaçağ d ü n y asın a bir model o lu ştu rm a y a y a ra yacaktır. Ve d ah a so n ra da H itle r ve
S talin onun öncülüğünü talep edecek
lerdir. Peki P lato n ’un b ü tü n b u n la rla hiç bir ilgisi yok m uydu? O nun görüşü
ne göre doğru bilgi ya da k avrayış duyu
la rla değil, sadece zekâyla elde edilebi
lir. E ğer zihin gerçeğe u laşm ak istiyor
sa, görgü d ü nyasından elini eteğini çek
melidir. E ğer P laton gerçekten b u n a inanıyordu ise, ütopyasında neden ge
nellikle y asa koym a üzerinde yoğunlaş
tığını an lam a k çok güç. Böyle bir felse
fe ile p ra tik politika uyuşm adığı halde;
filozoflar yönetim de olmadığı ya da ege
m enler felsefe üzerine k afa yorm am a
sın a rağ m en P lato n h a y a tın ın sonuna k a d a r bu konudaki in an cın d an b ir zerre kaybetm em iştir. (Oysa gerçek h a y a tta işler ta m aksine y ürür: Felsefi düşünce
lerden esinlenm iş ik tid a r sahipleri, fel
sefi ebucehilerden evladır.)
P laton felsefesi, apolitik yanıyla da yüzyıllar boyunca bask ın bir etkiye sa hip olm uştur. Temel ilkeleri yüzünden, H rıstiy an lık la k u su rsu z bir uyum sağ
lam ıştır. Öyle ki sa p ta m a işinde biraz d ah a aşırı gidip, P latonculuğun, yalın b ir in an çla başlam ış olan bu genç dine felsefî b ir tem el sağladığı dahi kaydedi
lebilir. Bu da tin ta rih i açısından in san ı öyle bir yere g etirm iştir ki, Hıristiyanlı
ğa in a n m am ak yeterli olm am ış, bir de onu çü rü tm ek gerekm iştir.
P la to n id e a la r ö ğ retisin e m e şh u r
“m ağ ara eğretilem esi” ile başlar. B u ra da insanlar, s ırtla rın d a ateşle r yanan, m ağ arad a zincire vurulm uş y a ra tık la ra benzetilir. İn san lar, titre y erek y an a n ateşin d u v a ra y ansıyan gölgesini gör
m ektedirler sadece. Onlar, gerçek gibi görüneni, göz ard ı etm eyi öğrenince ve de kendilerini m a ğ aran ın dışındaki gün ışığına y ö n elttik lerin d e asıl gerçeğin ayırdına varacaklardır.
P lato n çevrem izde sü rek li değişen (tekil) görünüşlerden oluşm uş bir dü n yanın b u lu n d u ğ u n u ortaya koyar. G ün
lük deneyim lerin çeşitliliği, biçim ini, sadece soyut biçim lerin veya id eaların zam ana bağlı olm ayan, değişmez dü n y asından alır. B ir köpek sadece b ir kö
pektir, çünkü genel niteliği içinde b ü tü n köpeklerin hep b irlik te biçim verdikleri bir köpek “idea”sın d a k a tk ısı vardır. Ay
nı biçimde güzel bir nesne güzel olanın
“idea”sı içinde yerini alır. P lato n ’a göre, sürekli değişen yapay görünüşlerden oluşm uş d ü nyayı gözardı ed erek ve
“id ealar”ın za m an a bağlı olm ayan gü
zelliği üzerinde yoğunlaşırsak, “id eala r”
hiyerarşisiyle, güzel, doğru ve iyi “ide- a la r”ınm en yüce ve m istik anlayışına ulaşabiliriz.
Bu k u ra m d ü n y an ın tıpkı dil gibi iş
lediği görüşünde; yalnız bu dilde soyut k av ram lar ve ta s a rım la r d ah a yüksek bir düzeye yerleşm iştir. Bu k u ram h er ne k a d a r y an lışsa da b u rad ak i yanılgı
dan k u rtu lm a y ı bugüne değin başarm ış değiliz. E ğer gerçeklik dünyası y aşan tı ve dil yoluyla algılayıp betim lediğim iz
den farklıysa o ta k d ird e bu farkı günün birinde nasıl anlayabileceğiz ki?
P laton seksen bir y aşın d a öldüğünde A kadem i’de gömülür. Felsefesinin u y gulanam az tü rd e n olm asına rağm en, o rtay a koyduğu v arsay ım ların çoğu, bu
gün bile dünya h ak k ın d ak i görüşlerim i
zi etkilem ektedir. “P latonik” nitelem esi, giderek olanaksız bir h a l alan aşk biçi
m ini (pek içsel yanıyla değil sa lt fikirsel yönüyle örtüşen) vurgular. P la to n ’un A kadem isi İ.S. 529 yılına değin A ti
n a ’da varlığını sü rd ü rü r. Bu ta rih te , H ristiy a n lık k a rş ıs ın d a zm dık-H elen k ü ltü rü n ü baskı a ltın a alm aya k a ra rlı olan Roma im p a ra to ru J u s tin ia n ta r a fından kapatılır. Bu ta rih , birçok ta rih çi ta ra fın d a n Yunan-Rom a k ü ltü rü n ü n sonu ve K aran lık O rtaçağ’ın başlangıcı olarak kab u l edilir.
K üçük P laton a lın tıla rı
h â zin esi
Çünkü filozofu başkalarından ayıran nitelik de, işte bu maneviyattır,
bu hayrettir.
Theaitetos, 155 d
S o k r a te s : Şim di de in san denen y a ratığ ı eğitim le aydınlanm ış ve aydın
lanm am ış olarak düşün. B unu şöyle bir benzetm eyle anlatayım : Y eraltında ma- ğaram sı b ir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş... İn sa n la r çocukluklarından beri ay a k ların dan, boy u n ların d an zincire vurulm uş, bu m a ğ arad a yaşıyorlar. Ne k ım ıld an a
biliyorlar, ne de b u ru n la rın ın ucundan b aşk a bir y er görebiliyorlar. Öyle sıkı bağ lan m ışlar ki k afaların ı bile o y n ata
mıyorlar.
Y üksek b ir yerde yakılm ış bir ateş p a rıld ıy o r a r k a la rın d a . T u tu k lu la rla a te ş a ra sın d a dim dik bir yol var. Bu yol boyunca alçak b ir duvar, h a n i şu k u k la o y n atan ların seyircilerle kendi a ra s ın a k o y d u k la rı ve ü stü n d e m a rife tle rin i
gösterdikleri bölme v a r ya, onun gibi bir duvar.
Glaukon: K esin lik le gözlerim in önünde canlanıyor.
Sokrates: Bu alçak d u v ar ark a sın d a in sa n la r düşün. E llerinde tü rlü tü rlü araçlar, ta şta n , ta h ta d a n yapılm ış, in san a, h ay v an a ve d ah a b a şk a şeylere benzer k u k la la r taşıyorlar. Bu taşıd ık la rı şeyler, bölm enin ü stü n d e görülüyor.
Gelip geçen in sa n la rın kim i konuşuyor, kim i susuyor.
Glaukon: T u h af b ir sah n e doğrusu ve tu h a f tu tu k lu lar.
Sokrates: A m a (tıpkı) bizler gibi. Bu d u ru m d a k i in s a n la r k e n d ile rin i ve y an ın d ak ileri n asıl görürler? A ncak a r
k aların d ak i a teşin aydınlığıyla m a ğ ara da k a rşıla rın a v u ra n gölgeleri görebilir
ler, değil mi?
Glaukon: Ö m ürleri boyunca b a şla rı
nı çevirm eleri m ü m k ü n olm adığına gö
re...
Sokrates: Ü stelik, bölm enin ü s tü n den geçen nesneleri aynı şekilde gör
m ezler mi?
Glaukon: Evet, o nların da sadece gölgelerini görürler.
Sokrates: Bu in s a n la r a ra la rın d a konuşacak olsalar, gölgelere verdikleri isim lerle gerçek n esn elerin a n la ttık la rı
nı san ırlar, öyle değil mi?
Glaukon: K esinlikle.
Sokrates: B ir de bu zindanın içinde b ir yankı düşün. G eçenlerden biri o an konuşsa, bu sesi gelen gölgenin sesi sa n m az lar mı?
Glaukon: Zeus adına.
Sokrates: E lbette bu ad a m la rın gö
zünde gerçek, yapm a nesn elerin gölge
lerinden b aşk a bir şey olamaz.
Glaukon: Öyle.
Devlet, VII, 514, 515
S o k r a t e s : Bu söyledikleri
miz doğruysa, b u n la rd an şu sonucu çıkarabiliriz: Eğitim birçok in san ın sandığı şey değildir. O n lara göre eğitim , bilgiden yoksun bir ru h a bil
gi ekm ektir, kör gözlere gör
me gücü verm ek gibi...
G la u k o n : Evet, öyle d er
ler.
S o k r a t e s : Oysa bizim ko
n uşm alarım ız şu n u da gös
teriyor: H er ru h ta bir öğren
me gücü ve bu işe y aray an
bir de organ vardır. Gözün
k a ra n lık ta n aydınlığa çevril
m esi için nasıl bedenin b ir
den dönm esi gerekirse, bu organın da b ü tü n ru h la b ir
likte geçici şeylere sırtın ı dö
nüp varlığa, varlığın en ışık lı yönüne bakabilm esi gere
kir, yani iyiye, öyle değil mi?
Devlet, VII, 518
Tanrı
suçsuzdur.
Devlet, X, 617
B azılarının senin için dediklerini d ikkate al.
S an a gerekli olan kibirsiz davranm ayı
bırakıyor m usun?
Öyleyse şu n u u n u tm a, in sa n la rın bizi sevm esi koşulu bizim için başarılı
b ir etkendir, ü stelik keyif ve yalnızlık da birbirinden pek u z a k ta
durm azlar.
M ektuplar IV, 321 c
Am a devletin,
h e r üç sınıfın kendi işlerini görm eleriyle adil olduğunu
elbette unutm adık...
Öyleyse, içim izdeki ta ra fla rd a n h e r biri kendi işini gördüğü v ak it biz de kendi görevini y ap an
adil kişiler oluruz.
Devlet, TV, 441 d
S o k r a t e s : Akıl m adem öl
çülüdür, içimizde olup biten h e r şeyi kollayıp, yönetm ek ona düşer; öfkenin görevi de onu dinlem ek ve ondan y an a olm aktır, öyle değil mi?... Bu şekilde y e tişen , g e rç e k te n eğitilen, görevlerini bilen ve gören bu iki taraf, içimizde en çok yer tu ta n , doym ak bilm eyen isteklere k u m a n d a ederler. Bu istek ler bedensel zevke d a la ra k dal b u d ak sal
m asın, güçlenm esin; kendi
görevini yerine getirm ek ye
rin e b a şk a la rın a k u m an d a etm eye k a lk ış m a s ın diye gözkulak olurlar; bu istek le
re başa geçme yetkisi verile
mez. V erilirse b ü tü n h a y a tın düzenini bozarlar.
Devlet, IV, 441 e, 442 a
S o k r a te s : Öyleyse, rüyayı rüya diye algıla; bazı insanla
rın bizi ve bütün başka şeyleri oluşturan ilk öğelerin kanıtla
rı olamayacağını, söylediğini ben de duyduğum u sanıyo
rum. Kendinden ve kendili
ğinden var olan her şeye sade
ce isim verilebilir, hakkında başka hiçbir şey söylenemez;
ne var olduğu iddia edilebilir,
ne de hiçliği. Halbuki bu ilk
öğelerden herhangi birini, bir
kanıtın yardımı ile ifade et
mek olanaksızdır; çünkü bun
lar ancak kendi adlarıyla çağ
rılabilirler. Çünkü adları onla
rın tek mülkiyetleri. B unlar
dan birleşmiş olanların, aynı şekilde isimleri de birleşerek bir söz (açıklama) oluşturur.
Çünkü sözlerinin (açıklamala
rının) (bütün) özü isimlerdir.
Theaitetos, 201 e, 202b
Sokrates: Dem ek ki b u n d a uzlaşıyo
ruz! B irisi bir şey görür ve kendisinde bu şeyin b aşk a olan bir şeye benzediği düşüncesi uyanır. A rk asın d a d u ran ve tam am ıy la benzer olm ayan, aslın d a de
ğeri d ü şü k olan bu şeyin sadece kendi iddiasıyla benzer olduğunu ve ona asla ulaşam ayacağını, çok erk en y a ş ta n iti
b aren öğrenm esi g erekir kişinin.
Simmias: Gerekir.
Sokrates: D em ek ki aynı şeyleri o zam an d an çok önce tan ım ış olmalıyız.
O an gerekli olduğu için gözlerim izle ilk kez görürüz ve b u n la rın hepsi sonra ölür. Aynı şekilde sadece a rk a d a o tu ran ve benzer gibi görünen şeylerin de sad e
ce düşüncesine kapılıyoruz.
Simmias: Kesinlikle.
Sokrates: Öyleyse b u n d a da hem fi
kiriz. Bu düşüncelere b aşk a hiçbir y er
den kapılm ıyoruz. B u n ları görerek veya ta d a ra k veya b aşk a duyularım ızla h is
sederek içimizde geliştiriyoruz, bu b a
kım dan hepsi aynı değerde.
Simmias: E lbette, S okrates’im. A ra
yışım ızın sonucunda gördük ki hepsi de aynı değerde.
Sokrates: D u y u larla h is s e ttik le ri
miz yüzünden şu düşünceyi k az an m alı
yız; d u y u larla hissettiğim iz h e r şey a s
lın d a o ulaşam adığım ız, içimizde ölmüş olan benzerin o an d a tan ın m asıd ır. B aş
k a n asıl olabilir?
Simmias: Evet, aynen öyle...
Sokrates: G örm üyor ve duym uyor m uyuz, şu an d a ve geri k alan d u y u larla hissetm eyi de doğum la birlikte k a z a n m adık mı?
Simmias: E lbette.
Sokrates: Z aten v ar olan sa p ta m a la rım ızın gereğini, benzerini henüz ta n ı
m ad an kazanm am ış mıydık?
Simmias: Evet.
Sokrates: D em ek ki, göründüğü k a darıyla, d a h a doğum dan önce onu y a k a lam ış olmalıyız.
Simmias: Evet, öyle görünüyor.
Sokrates: Öyleyse b u n a göre m üm k ü n olan iki d urum var: Ya ru h u m u zd a doğum dan önce o rtay a çıkm ış ve kabul etm ek zorunda kalm ışız ya da doğum dan önce böyle b ir şeyi tanım ıyoruz, a k sine doğrudan doğruya doğum la aynı a n d a kazanılm ış. Am a sadece benzeri değil, büyüğü de, küçüğü de, içerdiği h e r şeyi tanım ıyor m uyuz? Ç ünkü şim diki a raştırm am ız sadece benzerlik üze
rin e değil, aynı şekilde içeriğindeki gü
zelin ve iyinin, adilin ve d in d a rın da üzerine. K ısaca, öyle ya da böyle soru ve cevapların götü rd ü ğ ü m uhakem e “k en disi” dam gasını v u rd u ru r. D em ek ki, hepsi h ak k ın d ak i ilk bilgilere doğum d an önce sahipm işiz.
Phaidon, 73 c, 74 e (Sonu)
Bir söylentiye göre, Sokrates rüyasında, kendisini kucağında bir
kuğu yavrusuyla görür.
Yavru kuğu tüylenir, uçacak güce k a v u şu r ve sevinçten
çınlayan sesiyle çok yükseklere h av alan ır; ve
günlerden sonra P laton görünür; o zam an der ki
işte kuş bu.
Diogenes Laertios, Tanınmış Filozofların H ayatları ve Fikirleri, 3,5
Bütün insanlar aynı, ey Sokra
tes, diye konuştu, hepsi verimli.
Beden ruh tan önce gelir ve belirli bir yaşa geldiklerinde tabiatımız yaratıcılığı amaçlar. Ama yaratıcı
lık çirkinle değil, sadece güzelle olabilir. Erkek ve kadının birlikte
liği de yaratıcılıktır. Bu aslında tanrısal bir olay; yaratm ak ölümlü hayatlarda ölümsüzlüğü yakala
m aktır : Ama uygunsuz olanda bu
nun olması imkânsızdır; ve uygun
suz olan bütün tanrısalların çirki
nidir ama güzel olan uygundur.
Öyleyse temel bilgiler veren ve do
ğum sağlayan bir tanrıça yaratıcı
lık için güzelliktir. Bundan dolayı yaratıcılığa heveslenen, güzel olanla karşılaşınca sakinleşir ve zevk kine akar ve y aratır ve ve
rimli olur; ama çirkin olan yarata- cılık heveslisini karanlık ve hüzün kaplar; istem geri teper, yaratıcılı
ğı azalır ve kendi ağır yükünü ta şımaya devam eder. Bu yüzden ya
ratıcılık ve arzuyla dolmuş kişiye güzel daha çok gayret verir, çünkü güzel olan onu daha büyük doğum sancılarıyla ortaya çıkartır. Senin de dediğin gibi, ey Sokrates, sevgi güzelle ilgili değildir -Öyleyse ney
le?- Güzelin içindeki yaratıcılık ve
I 70
ürünle ilgilidir. Çünkü yaratıcılık sonsuza kadar kalır, ölümsüzdür (ve ölümlü insanlara da ölümsüz
lük kazandırır). Eğer sevgiye sa
hipsek o zam an iyiye de sahibiz demektir, ancak o zaman ölümsüz
lüğe kavuşmamız mümkün olur. O halde bu konuşma sevginin de ölümsüzlük için gerekli olduğunu anlatıyor.
Şölen, 2 5
Eğer, dedi, y arad ılıştan gelen sevgi h e r zam an hem fikir olduğum uz o şey üzerineyse, sadece şaşırm a, orada oldu
ğu gibi, şu an d a b u ra d a b u lu n a n ölüm lü ta b ia t da, h e r zam an v a r olm anın ve ölüm süzlüğün gereklerini arıyor. A m a o b u n u sadece y a ra tm a k yoluyla a rz u lu yor, h e r zam an geride k a la n yaşlının ye
rine b aşk a b ir genç ile. Y aşayanların h e r birine de denir ya; y aşlan sa bile ço
cukluğundan beri h e r zam an aynı şeyle tan ım lan ır, aynı şey, y aşam ak: Aynı şeylere sahip olm asa da, h e r zam an ay
nıdır, h e r zam an bir yeni olur ve yaşlı saçını, etini, kem iklerini, k a rn ın ı ve b ü tü n bedenini kaybeder; ve sadece bede
nini kaybetm ez, ru h u n u da, alışk an lık ların ı, ödevlerini, fikirlerini, şehvetini,
sevinçlerini, ad etlerin i, m u tsu zlu k ları
nı ve k o rk u ların ı da, (b u rad an itibaren) hiç kim se kendisindeki aynı şeyleri tu tam az, birisi gider, birisi gelir. Ve b u n la rd a n d ah a şaşırtıcı olan ise anlayışın da b ir p arça gitm esi, b ir parça k alm ası
dır ve o lan lar da a sla an la y ışla ra ilişkin olmaz, hep b ü tü n ü y le anlayıp aynı şey
le k a rşıla şsa bile. A rk asın d an d ü şü n m ek denilen, giden anlayış üzerinedir.
Ç ünkü u n u tm a k , bir anlayışın o rtad an kaybolm asıdır. Ama, a rd ın d a n d ü şü n m e ise, görünen anlayışı böyle elinde tu ta r. Ve bu şekilde b ü tü n , ölüm lü de kalır, h e r zam an aynı şey gibi, ta n rıs a l gibi görünse de o odur. G iden de, k alan d a a rd ın d a yeni bir p arça bırakır, eski
den olduğu gibi. Bu düzenlem eye gö
re, ey S okrates, dedi, b ü tü n ölüm lü ola
nın, ru h u n olduğu k a d a r diğerlerinin de, ölüm süzlükte parçası v ardır; ölüm süzlük am a b aşk a birinden. B u yüzden h erk esin ta b ia tı gereği kendi çocuğuyla g u ru r d u y m a sın a şa şırm a . Ç ü n k ü ölüm süzlük bu ölüm lerin ve sevginin h e r birine, yollarında eşlik eder.
Şölen, 26
A rtık, diye devam etti, üretm e arzu suyla dolan beden, k ad ın larla d ah a çok ilgilenmeye b aşlar ve aşık olur. Ve ileri
deki zam anlarını ölüm süzlük adına ço
cuk üreterek, ve düşünüp ta şın a ra k ve m utlulukla, kendilerinin diledikleri gibi, geçirirler. Peki am a ru h u n peşindeki...
ve öyleleri de vardır ki, diye devam etti, ru h la n bedenlerinden daha çok üretm e gücüyle doludur, ru h u n kendine y a ra t
mayı yakıştırdığı üretm e gücüyle... R u
h u n kendine y aratm ak için yakıştırdığı ve y aratm ak arzusuyla dolu olanlar için.
Peki sizler neyi yakıştırıyorsunuz? Bil
gelik ve h er çeşit erdemi. O nların ü reti
cileri bü tü n y azarlar ve sanatçılardır da aynı zam anda, yaratıcı olarak nitelen- diklerinizin hepsi. Ve dedi ki, en büyük ve en güzel bilgelik kendini devlet ve yu-
vanın düzeninde gösterendir ve buna ağırbaşlılık ve adalet denir. H er kim bu
nu tan rısallık olarak gençliğinden itiba
ren ru h u n d a taşırsa, zam anı geldiğinde o kişi üretm ek ve y aratm ak için arzu du
yacaktır. B ununla birlikte, dem ek istedi
ğim, onun bir de yaratabilm ek için güzel olanı aram ası vardır. Ç ünkü çirkin olan
la asla yaratam az. Bu yüzden güzel be
denlerden daha çok m utluluk duyar, çir
kinlere göre. Ç ünkü y aratm ak istediği kadar, güzel, asil ve iyi şekillenm iş bir ru h la karşılaşınca, ikisinin birden bir
leşmiş olm asına özellikle daha çok sevi
n ir ve böyle in san larla erdem, m ükem mel bir insanın nasıl olması gerektiği ve neye dayanm ak gerektiği üzerine konuş
m a arzusuyla dolar; ve hem en ona öğret
meye koyulur. Demek istediğim, güzelin
içindekine dokunup, onunla konuştuğu zam an, uzun süredir içinde taşıdığı ya
ra tm a arzusuyla y a ra tır ve doğurur, için
de hazır bulunan ve bulunm ayanları h a tırlayarak, hepsiyle birlikte. Böylece iki
si beraber geniş, doğru bir ilişki içine gi
rerler; evlilik ve sıkı bir arkadaşlık gibi ve ikisi beraber güzel ve ölümsüz çocuk
la ra sahip olurlar. Ve h er biri de İnsanî çocuklardan çok böylesine sahip olmak isterler. Onlar, Homeros’a, Hesiodos’a ve başka m ükem m el y azarlara bakınca, on
ların diğer in sa n lara bıraktıkları eser
lerini, onlara ölümsüz bir ün ve düşünül
m elerini sağlayan bu çocuklarını ve böy
lece kendilerinin de ölüm süzleşm elerini, kıskanm adan geçemez.
Şölen, 27
Son Söz
P lato n ’dan sonra büyük Y unan filo
zoflarından oluşan üçlü ik tid a rın son tem silcisi A ristoteles geldi başa. A risto
teles, P lato n ’u n öğretisini devam e ttir
di, eleştirel gözle bu öğretiyi ayıklayıp kendi görüşlerini o nların içine k attı.
Böylece o rtay a yeni bir felsefe çıktı. B u
n u n la berab er P lato n ’u n asıl felsefesi A kadem i’de öğretiledurdu ve öğrencile
ri de b u n u b ü tü n k lâsik dünyaya yaydı
lar.
Birçok P laton yandaşı en sonunda, felsefesi doğru olsa bile, onun çoğu za
m an ne dediğini k en d isin in bile bilm e
diği sonucuna vardılar. Öyle b ir an gel
di ki, P lato n ’dan ziyade, kendileri onun
ne dem ek istediğin, yorum lam aya b aş
ladılar. B unun sonucunda P lato n felse
fesinin yeni b ir ta rz ı o rtay a çıktı, yani P latonculuk. B irkaç yüzyıl so n ra Pla- toncular, ne dediklerini bilm edikleri gö
rü şü n d e olan kim selerce ra fa k ald ırıld ı
la r ve o rtay a Yeni P latonculuk çıktı. Bu akım ın en önemli tem silcisi 3. yüzyılda İskenderiye’de doğmuş olan filozof Plo- tin ’dir. Yine yüz elli yıl k a d a r so n ra Hip- po’lu Aziz A ugustinus, Yeni Platoncu- lu k ’u H ıristiy an lık teolojisiyle u z la ştır
dı. Böylece P latonculuk biçim lendiril
m iş bir haliyle H ıristiy an k ü ltü rü n ü n b ir parçası oldu ve yüzyılların akışıyla birlik te ortaya birçok d ü şü n ü rle r çıkar
dı. Bu d ü şü n ü rlerin h e r biri, P lato n ’un, P lato n cu lar’ın, Yeni P lato n cu lar’m ve Aziz A u gustinus’u n görüşlerini diğerle