• Sonuç bulunamadı

Paul Strathern. 90 dakikada PLAION Paul Strathern. dakikada PLATON. g e n d a ş

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Paul Strathern. 90 dakikada PLAION Paul Strathern. dakikada PLATON. g e n d a ş"

Copied!
88
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

90 dakikadaPLAIONPaul Strathern

I

ıs ı? Paul S tra th e rn

d a k i k a d a

PLATON

g e n d a ş

(2)

D a h a v.ıkııı / a m a n a (lt-ğin, gelm iş geçm iş e n kuvvetli a e ı d a n - p l a t o n ı l a ş k t a n - s o r u m l u t u t u l u y o r d u P l a to n , k a t ı m a ş ü k ü r l e r o l s u n ki, b ı ı ı ı ı a r a / a a r lı k g ü n ü m ü z d e ç o k s e y r e k r a s tla n ıy o r:

a ta k l a r ı kısa s ü r m e k l e d i r ve g e n e l l i k l e b i r k a ç g ü n i ç i n d e g e çe r.

Bir İngili z b ilg in b i r a r a .şöyle b i r t a n ı m l a m a d a b u l u n m u ş t u : “F e lse le tarih i P la to n a lu ııd a k i b i r dizi d i p n o t t a n b a ş k a b i r şey d e ğ i l d i r ” P a u l S l r a l h e r n , P l a to n u n A t i n a ' d a k i ü n l ü a k a d e m i s i n i

a r a y ı p b u l m u ş t u r . B u a k a d e m i n i n y u r d u , iki b i n yılı a ş k ı n b i r s ü r e H e k a d e n ı o s K o r u s u ’ı n m o g ü z e l i m g ö lg e li p a ti k a la r ı ve h e y k e l l e r l e b e z e n m i ş a r k a d i k d o ğ a s ı v d ı. Oysa g ü n ü m ü z d e b u r a s ı s ü p r ü n t ü l e r l e tıka ba sa d o l u , kıraç b i r arazi, b t ın u ı ı d ı ş ı n d a o t o b ü s e n k a z l a r ı n ı n yığ ıl d ığ ı a çık b i r d e p o d a n b a ş k a b i r şey d e ğil dir. H e y h a t .

(3)

90 DAKİKADA PLATON

PAUL STRATHERN

(4)

90 Dakikada Platon Yeni Seri: 17 90 Dakikada Filozoflar: 3 Almanca’dan Çeviren: Rüstem Aslan

Redaksiyon: Yücel Sivri

Tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

© Gendaş A.Ş.

Birinci Basım Ekim 1997

ISBN 975-7809-28-4

Editör Adnan Özer Kapak Tasarımı

M urat Bozkurt Dizgi E ra (512 36 76) K apak ve îç Baskı

Perspektiv Cilt İtim at M ücellithanesi

Gendaş A.Ş.

Çatalçeşme Sk. No: 19 Cağaloğlu-îstanbul Tel-Fax: (0212) 520 82 12 - 527 10 20

(5)

Önsöz

P lato n felsefeyi öldürdü. E n azından bazı çağdaş d ü şü n ü rler bizi b u n a in a n ­ dırm aya çalışıyorlar. G erek N ietzsche, gerekse Heidegger, felsefenin hiçbir za­

m an (Platon ta ra fın d a n fikir ve sözleri ak ta rıla n ) S okrates’in etk isin d en k u r­

tu la m a d ığ ı görüşünde hem fikirdirler.

D em ek oluyor ki, ak lın m üdahelesi, an a litik düşünceyi ve sonuca u la ş tıra n tü rd e n arg u m an tasy o n u b ü tü n ü y le çü­

rü tm ü ştü r.

S okrates’in bu u ssal ilerleyişi sıra sın ­ da esasen hangi p arlak gelenek yok ol­

m u ştu r? S okrates öncesi dönem de ak la gelebilecek b ü tü n d erin so ru ları soran b ir avuç dolusu p a rla k am a kaçık tip ler

(6)

vardı. Filozoflar bugün h alen o n lara bu so ru ların y a n ıtla rın ı b orçludurlar -bu tü r so ru ların yöneltilem eyeceğini iddia ederek m eseleden kendini sıyırm ak is­

teyen asri filozoflar da b u n a dahildir.

S okrates öncesi felsefenin en ilginç ve çılgın tem silcisi PisagoFdu. O nun ü n lü önerm esi bugün bile birçok in sa n a te ­ m el m a tem atik anlayışını edinm ekte yardım cı oluyor; yani m atem atiği asla a n la y a m a y a c a k la rın ı... P isagor, P la- ton’u k a ti biçimde etkilem iştir. İşte bu yüzden P lato n ’u n düşünce ta rz ın ın hiç olm azsa b ir kısm ını an lam ak için Pisa- goFa değinm em iz gerekm ektedir.

Pisagor filozoftan öte bir insandı. O, felsefesini aynı zam an d a dinî liderlik, m a tem atik ve m istisizm yolunda ve de beslenm e danışm anlığı olarak da k u lla ­

(7)

nırdı. B ü tü n bu yorucu entelektüel ça­

lışm aları felsefesinde izler bırakm ıştır.

Pisagor İ.Ö. 580 y ılların d a Somos’ta dünyaya gelir an cak b u rad ak i zulüm yüzünden k aç ar ve G üney İta ly a ’da, bir Yunan kolonisi olan K roton’da dinî-fel- sefi-perhizî b ir m a te m a tik okulu kurar.

A yrıntılara dayalı b ir ev düzeni m istik m ü ritlerin in b ir a ra d a yaşayışını dü ­ zenliyordu. F asulye veya y ü rek yem ek, ekm eği b a ş k a la rın d a n önce kesm eye b aşlam ak veya k ırlan g ıçların dam a y u ­ va y ap m asın a izin verm ek, hele ne olur­

sa olsun kendi beslediği köpeğini yem ek y asak tı. A ristotoles’te n öğrendiğim ize göre; b ü tü n b u n la ra rağ m en P isagor m ucizeler y a ra tm a y a da zam an b u l­

m uştur. T u h af olan, A ristoteles gibi bi­

rin in b u n ları ay rın tıla rıy la ta n ım la m a ­

(8)

m ış olm asıdır. B ertran d R ussel, Pisa- gor’u E in ste in ve Mrs. Eddy’nin* k a rışı­

mı olarak tanım lam ıştır. B ü tü n iyi t a ­ ra fla rın a rağm en Pisagor, b ir gün Kro- ton Valisi’nin de canına ta k eder ve ikinci kez kaçm ak zorunda kalır. M eta- pontion’a çıkan caddeye y erleşir ve öle­

ne k a d a r da orada k a lır (İ.Ö. 500). Öğ­

retile ri ölüm ünden sonra b ir yüzyıl d a­

h a gündem de k a lır ve m atem atikçi m istik topluluğu b u n la rı b ü tü n güney İtaly a ve Y u n an istan ’da yayar. P laton, Pisagor’u onlar sayesinde öğrenir.

S okrates gibi P isagor d a öğretilerini yazıya dökm eyecek k a d a r dikkatliydi.

O nun öğretisini sadece ikinci elden öğ­

reniyoruz. B ugün P isagor felsefesi ola­

ra k bilinen, bilim den kaçıklığa u z a n a n -

*H ristiyan-Fen H arek etinin kurucusu- (ç.n.)

(9)

-b ü tü n k arışık lık la r dem esek de- olan k arm aşık lığ ın büyük k ısm ın d an onun m ü ritleri sorum ludur. B u yüzden birçok in san , Pisagor’u n ü nlü, h ip o ten ü sü n k a ­ resin i alm a teorisini, büy ü k ihtim alle k en d isin in bile anlayam adığı düşünce­

siyle avunabilir.

P isagor’u n yine ü n lü “h e r şey sayıdır”

vecizesi P lato n ’u n ü stü n d e d erin etki bırakm ıştır. Bu söz ferasetli olduğu k a ­ d a r nüfuz sahibi de olan P isagor felsefe­

sin in an ah tarıy d ı. Pisagor, k a rm a k a rı­

şık d ü n y an ın ard ın d a soyut ve uyum lu sa y ılar d ünyasının saklı olduğunu dü­

şü n ü rd ü . O nun sayı anlayışı, bugün bi­

zim “biçim ” olarak niteleyeceğim iz şeye benzerlik gösterir. Bu görüşe göre n e s­

n eler m addelerden değil de y a ra tıld ık ­ la rı biçim lerden ortaya çıkm ıştır. Sayı­

(10)

la rın veya b içim lerin ideal d ü n y ası uyum içindedir ve bu gerçeklikten d ah a gerçektir. Pisagor y ad a P isagorcular sa ­ yılar ve m üzikal arm oni arasın d ak i ilin ­ tiyi keşfetm iştir. Bu keşfin ışığı altın d a P isagor'un biçim ler (ya da sayılar) k u ­ ram ı çok eskiye dayanm am aktaydı. S a­

yılara, tözün değil de biçim in ta n ım ın a d ay an an m odern yüksek enerji fiziği açısından bu k u ram ın h atalılığ ı d u ru ­ m u v a rd ır sanki.

Tözden arın m ış düşünce S okrates ön­

cesi filozoflarda da k a rşım ız a çıkar.

Pisagor’u n öğrencilerinden olan H erak- lit, örneğin “h e r şey a k a r” düşüncesini savunurdu. O na göre aynı a k a rsu y a iki kez girm ek m ü m k ü n değildi. Ve yine de düşüncesi, a rı biçim den uzaklaşır. O, m odern bilim den iki bin yıl önce evre­

(11)

n in ato m la rd an oluştuğunu öne sü ren D e m o k ritu s’u n öncüsüdür. İy o n y a’lı K senophones’in vardığı sonuca u la şa ­ bilm ek için, felsefenin de iki bin yıla ih ­ tiyacı olm uştur. O da S okrates öncesi dönem den olup açıkça d e m iş tir ki;

“T an rıla r ve yeryüzündeki h e r şey h a k ­ k ın d a gerçekleri ta n ıy a n b ir in sa n hiç­

b ir zam an olm am ıştır ve olm ayacaktır.

Ayrıca asıl gerçekle b ir kez k a rşıla şsa bile b u n u fark edemez. Zira sa n ıla r s a ­ dece biz in s a n la ra özgüdür.” Bu ifade yirm inci yüzyılda W ittgenstein’in öne sü rd ü ğ ü fikirle şaşırtıcı şekilde benze­

şir.

S okrates ve P lato n bu zengin ve çok yönlü felsefî gelenekte y ü rü m ü ştü r.

(12)

Platon (1.0 428-348)

B ugün bildiğim iz ism iyle Platon, t a ­ n ın m ış b ir güreşçiydi. Y arışm a lard a kullandığı isim “P lato n ”, “geniş” veya

“y assı” a n la m la rın a gelir. B üyük b ir ih ­ tim alle geniş, iyi gelişm iş om uzlara sa­

hipti. Bazı k a y n a k la ra göreyse bu isim onun aln ın ın biçim inden tü re tilm iştir (Platon kelim esinin ilk anlam ıyla te k ­ r a r k arşılaşıy o ru z b u rad a). Doğduğu 428 yılında P lato n ’a A ristokles ism i ve­

rilir. P laton A tin a’da ya da A frika kıyı­

la rın a 20 km k a d a r u z a k ta A tika açıkla­

rın d a, Eğin körfezindeki A gina Ada- sı’n d a dünyaya gelm iştir. P olitikada n ü ­ fuz sahibi A tin a’lı b ir ailenin oğluydu.

B abası A riston, A tin a’n ın son k ralı Kod-

(13)

ros’un, an n esi ise büyük k a n u n koyucu Solon’u n soyundan gelm ekteydi.

P laton, politik açıdan önem li ailele­

rin diğer zeki fertlerin d en farklı değildi, h a l boylerken ilk gençlik y ılların d an iti­

b aren politik a la n d a aşırı bir h ırs a k ap ­ tırm a m ıştı kendini. B erzahi oyunlarda iki kez güreş d alın d a ödül alm ıştı. Am a görünen o ki, hiçbir zam an O lym pia’ya k a d a r u laşam am ıştır. Ü nlü b ir trajed i yazarı olmayı d a denem iş, ancak büyük edebiyat y arışm ala rın d a k i jü r i üyeleri­

ni etkileyem em iştir. Y u n an istan ’da b u ­ g ün k ü Nobel edebiyat ödülüne denk ge­

len ödülü alm ak ve O lim piyatlarda bir altın m adalya k az an m a k için verdiği b ü tü n b aşarısız u ğ ra şla rın d a n sonra, P laton a rtık b ir devlet adam ı olm a dü ­ şüncesine a lıştırır kendini. A m a pes e t­

(14)

m eden önce kendini bir kez de felsefede sınam ayı d ü şü n ü r ve S okrates’i a ra r bulur.

B ir yıldırım aşkı gerçekleşir. Dokuz yıl boyunca P laton, aralıksız h e r gün, u sta sın ın dizinin dibinde oturur, onun b ü tü n düşünce ve fikirlerini em ip çeker.

S o k ra te s’in savaşçı öğretim yöntem i P lato n ’u, zekâ gücünün tam am ın ı o rta ­ ya koym aya zorlar ve aynı zam an d a fel­

sefenin o an a değin bilinm eyen o lan ak ­ la rın ı farketm esini sağlar. P lato n ger­

çek görevini bulduğu halde A tina h ü k ü ­ m eti kendisini bir yanılgıya yönelm ek yolunda engellem eseydi neredeyse eski sa p lan tısı nüksedecek ve politikaya dö­

necekti. Peloponnes S avaşı’n d an sonra ik tid a rı eline geçiren otuz tira n d a n iki­

si (K ritias ve C harm ides) onun çok y a­

(15)

k ın a k rab a ların d an d ı. O nların dehşet saçan egem enliği h erh ald e S addam H ü ­ seyin’e ve Joseph Goebbels’e ilham ve­

rirdi, lâ k in P lato n bu iki tira n ı hiç etk i­

leyici bulm az. O n lard an sonra düm eni dem o k ratlar devralır. İki yıl sonra, d er­

me çatm a b ir m ahkem ede, P lato n ’u n sevgili öğretm enini, dinsizlik ve gençle­

ri yoldan çık arm ak su çu n d an ölüme m ah k û m ederler. P lato n ’u n gözünde de­

m okrasi de tira n lık gibi k irlid ir artık . P lato n ’u n S okrates’le olan sam im iye­

ti onu tehlikeli bir d u ru m a sokar. A ti­

n a ’yı te rk etm ek zorunda k alır; böylece on iki yıl sü ren gezgin h ay a tı başlar.

U sta sın d a n h e r şeyi öğrenm iş olduğunu d ü şü n ere k -ondan öğrendiği a rtık ne ise- dünyayı gezm ek ister.

O günlerde dünya k ü çü k tü ve P lato n

(16)

sü rg ü n h a y a tın ın ilk dönem inde, A ti­

n a ’dan otuz kilom etre uzak tak i, n ere­

deyse evinin eşiği k a d a r yakın kom şu k e n t M egara’da, ark ad a şı Ö klid’in y a­

n ın d a çalışm aya başlar. (Bu Öklid şu ü n lü geom etrici Ö klid değil. A ksine S okrates’in eski öğrencilerinden biridir ve safsatacı m a n tık öğretisiyle ünlüdür.

Öklid, S okrates’i o k a d a r çok seviyordu ki u sta sın ın ölüm ünde h az ır b u lu n ab il­

m ek için d ü şm an A tina to p rak ların ı k a ­ dın kıyafetleri içinde geçmişti. H erh a l­

de bu biçimde, safsatacı m etodlarının m ertliğe yakışm adığını öne sü rü p k ın a ­ yan S okrates’i de hak lı çıkarm ıştır.)

P laton üç yıl M egara’da Öklid’in y a­

nın d a k a lır ve d a h a sonra m atem atikçi T heodoros’u n y a n ın d a ça lışm ak için Kuzey A frika’daki K irene’ye gider. D a­

(17)

h a sonra h erh ald e M ısır’a yönelm iş ol­

malı. T arih ten gelen tu h a f bir gelenek etkisine kapılıp A sya’da bir büyücüyü aram ay a kalkm ış ve Ganj N eh ri’ne k a ­ d a r gelm iştir, d erler am a bu pek ak la yakın değildir. F a k a t kesin olarak bildi­

ğimiz, on yıllık b ir yolculuktan sonra gün ü n birinde Sicilya’ya varm ış ve o ra­

da E tn a k ra te rin i ziy aret etm iş olduğu­

dur. Bu ateşçu k u ru , an tik dönem de t u ­ ristik b ir atraksiyondu. Ü stelik sadece eşsiz bir jeolojik fenom en olduğu için değil. B u rasın ın ölüler d ü n y asın a bakış olanağı sa ğ lad ığ ın ı d ü şü n ü y o rla r ve böylece gelecekteki h a y a t koşulları h a k ­ k ın d a bilgi edineceklerine in an ıy o rlar­

dı. P laton içinse bu k ra te rin ek bir çeki­

ciliği d ah a vardı. Beşinci yüzyılda y a şa ­ mış, yazar-filozof Em pedokles öylesine

(18)

o lağ an ü stü bir zekâya sah ip ti ki, bir ta n rı olduğunu k a n ıtla m a k için fokur­

dayan lav lara atlam ıştı. O zam andan beri in sa n la r onun dönüşünü bekler du­

ru rla rd ı. İzin verilirse bizim kanım ız şu olsun ki, P lato n ’u n orayı ziyaret ettiği za m an lard a Em pedokles’in ta n rısallığ ı­

n a ilişkin ilk k u şk u la r a rtık açıkça o rta ­ ya çıkm aya başlam ıştı.

B u rad a asıl önem li olan, P lato n ’un Sicilya’da, G üney İta ly a ’n ın b ü tü n Yu­

n a n kolonilerinde öğretilerini y aym akta olan P isagorcularla ilişki kurm asıdır.

Pisagor, m üziksel ahengin m a tem atik ­ sel g ö ste rim in in m ü m k ü n o lduğunu keşfetm işti, öyle ki, bu k eşif onu evre­

n in ta m am ın ın bir şifre a ltın d a v ar ol­

duğu san ısın a götü rm ü ştü r. O nun k u ­ ram ı P lato n ’u derin d en etkilem iş ve

(19)

P lato n gerçeğin sonuç olarak soyut ol­

duğu p o stu latın a varm ıştır. PisagoPda sa y ılarla başlay an şey, P lato n öğretisin­

de s a f “idea”la ra dönüşm üştü.

Sicilya ziyareti esn asın d a P laton, Si- rak u z h ü k ü m d a rı Dionysios’u n kayınbi­

ra d e ri Dion’la y ak ın a rk a d a şlık kurar.

Dion, yeni a rk a d a şı P lato n ’u Dionysi- os’la ta n ıştırır. H erh ald e bu n u , Pla- to n ’u n sa ra y filozofu görevine getirilm e­

si um uduyla yapm ış olmalıdır. F a k a t geniş kapsam lı gezilerine rağm en P la ­ ton, A tinalı bir a ris to k ra t olarak kalm ış ve S irak u z’daki ta ş ra saraylılığından öyle pek de etkilenm em iştir.

Dionysios ta m anlam ıyla hem zalim hem de külhanbeyi h a v a la rın d a olup b ir y an d an da edebi b ir hevese sahipti;

ü ste lik iki h a tu n a yeteceği sap lan tısı

(20)

içindeydi. Bu sap lan tısı gereğince Do- ris ve A ristom ache adlı k ad ın larla aynı gün evlenir; gerdek gecesi ikisi de yata- ğındadır. P lü ta rk ’ta n öğrendiğim ize gö­

re; o geceden itib aren bir gece D oris’le, öbür gece de A ristom ache’yle yatar. (Bu­

rad an , A ristom ache’nin aritm etik le a r a ­ sının pek iyi olm adığını çıkarsayabiliz, zira aksi tak d ird e bu uzlaşım a rıza gös­

term ezdi.) G örünen o ki, Dionysios sa ­ dece b u ra d a değil, ak la gelebilecek b ü ­ tü n a la n la rd a aynı oran d a b ir doyum- suzluğa sa h ip tir; bir keresinde ta m ı t a ­ m ına doksan gün sü ren bir ziyafet ver­

m esi v a rd ır örneğin.

P lato n ’u n sahneye çıktığı sırala rd a , Dionysios, a rtık eski hızında değildi.

D ünyevi m u tlu lu ğ u İtaly a n m utfağına arzı h ü rm e tle r ederek günde iki kez tı-

(21)

k ab a sa yem ek yiyip, geceleri asla yalnız y atm am ak la sınırlı olan bir Dionysios ile öte y a n d a n a risto k ra t ta fra la r içinde o rta lık ta dolanan k ırk lık P laton a ra s ın ­ da ciddi bir dostluğun h asıl olm ası pek tab ii ki düşünülem ezdi. H er ne kadar, P laton, Dionysios h a k k ın d a iyi şeyler yazm aya eğilim liydiyse de, onun bu ortam ı içine sindirm esi m üm kün olm a­

m ıştır.

Dionysios önceden devletin yönetim kadem esindeydi ve b a ş ta n beri şa iran e yeteneğiyle ön p la n a çıkm ıştı. O rduda yüksek rü tb ele re yükselm iş ve dünyaya birçok, hepsi de kendine h a s traje d ile r m iras b ıra k m ıştır (b u n lar em ri altında- kilerin hepsi ta ra fın d a n neşeyle k a rş ı­

lanırdı). S irakuz yönetim ini eline geçi­

rince, h u n h a r b irtak ım seferlerle bu si­

(22)

te devletini Y u n an istan ’ın b atı kolonile­

ri ara sın d a en güçlüsü haline getirir.

A tin alılar da a ra la rın d a k i diplom atik ilişkilere z a ra r gelm em esi için (tabii kendilerini em niyete alm ak için, aslın ­ da uygun olm am asına rağm en) “Hek- tor’u n Bedeli” d ram a sın a L enaen şen­

likleri sıra sın d a b ir ödül verilm esini sağladılar.

Dionysios iş aray an , ne idüğü belir­

siz, filozof bir züppeye pabuç b ırak acak adam değildi. İkisi felsefe üzerine ta r ­ tıştık la rın d a , ortalığı kıvılcım lar kasıp k av u ru rd u . B ir keresinde P laton, Di- onysios’u b ir düşünce h a ta s ı üzerine u y arm ak gafletinde b u lu n m u ştu .

Dionysios, “sözlerin b u n ak lık koku­

yor” diyerek k a rşılık verm işti sinirli bir biçimde.

(23)

P laton geri d u ru r m u, o da “senin söz­

lerinde de bir zalim in neşesi v a r” deyi­

verir.

B unun üzerine Dionysios, filozofun ona yakıştırdığı benzetm eye uygun dav­

ra n m a y a k a r a r v erir ve P lato n ’u zincire vurd u ru r. P laton, A gina A dası’n a gide­

cek olan b ir S p a rta gem isine bindirilir ve k a p ta n a da P lato n ’u köle olarak s a t­

m ası em redilir. “O nun için endişelen­

m e”, der Dionysios, “O, öyle bir filozof­

tu r ki olup b iten leri farketm eyecektir bile.”

Bazı y a z a rla ra göre Platon, gittiği yerde h ay a ti teh lik e içinde b u lm u ştu r kendini. Dionysios’un, P lato n ’u A tin a’ya değil de A gina a d a s ın a gönderm esi, onun doğum y erinin bu ad a olduğu ta h ­ m inlerini güçlendiriyor; yani A tin a’nın

(24)

değil de, bu ad an ın P laton’u n doğum ye­

ri olm asını. P lato n ’u köle olarak kendi y u rd u n a gönderm ek, Dionysios’u n zevk aldığı, kendine h a s g u ru r k ırm a yönte­

mi olsa gerek. B unun dışında P lato n ’un tan ın acağ ın d an ve zengin bir ark ad a şı ta ra fın d a n sa tın alınıp, az a t edileceğin­

den de kesinlikle em indir -böylece Di­

onysios ciddi diplom atik gerginlikleri de önlem iş olacaktı (elbette bu, bir son­

rak i ödül dağıtım ını olum suz yönde e t­

kileyebilecektir).

Dionysios’u n plânı tam d üşündüğü gibi işler. Ve P laton h a y a tın ın en k o rk u ­ lu gü n lerin i yaşar: H er gerçek filozofun k a n ın ın d a m a rla rın d a n çekilm esine neden olan, h ay a tın ı sü rd ü rm ek için ça­

lışm ak düşüncesi. Ve P lato n ’u n Agi- n a ’daki köle p azarın d a zengin ark ad aşı,

(25)

G irne’li A nnikeris ta ra fın d a n fark edi­

lip, yirm i m adenlik indirim li fiyata s a ­ tın alınm ası pek u zun sürm ez. A nnike­

ris bu kelepir filozofa o k a d a r çok sevi­

n ir ki, ona A tin a’da bir okul açm ası için yeterince p a ra da v erir ü stüne.

M.Ö. 386 yılında P laton, H ekadem os K orusu’n d a bir arazi sa tın alır. Bu a r a ­ zi y ak laşık olarak A tin a’n ın bir buçuk kilom etre k a d a r kuzeybatısında, şeh rin eski d u v arla rın ın dışındaydı. A razide, çın a rların gölgesinde heykeller ve bir ta p ın a k yer alm aktaydı. Ve b u ra d a şırıl şırıl a k an derelerin ve ağaçlı yolların o rta s ın d a P la to n , A k ad em i’sin i açıp kendisine in a n a n la rı çevresine toplar.

H â ttâ b u n la rın a rasın d a birçok k adın da v a rd ır (bun lard an biri olan Axiothea erk ek kıyafetleri giyerdi). B u rası ta rih ­

(26)

te, k u ru la n ilk üniversiteydi.

P lato n ’un A kadem i’sini k u rd u ğ u (ve okulun da aynı adı taşıdığı) H ekadem os K orusu, adını Yunan m itolojisinin ta n ­ rılaştırılm ış m üphem bir k a h ra m a n ın ­ dan alm ıştır. G öründüğü k ad arıy la yap­

tığı en önemli iş on iki zeytin ağacını dikm ek ve k u tsa l A thena zeytin ağacını Akropolis’te dallan d ırm a usûlüyle ye­

tiştirm e k te n ib arettir. P lato n ’un, A ka­

dem i’sini b u ra d a k u rm a k a ra rı, b ü tü n uygar dünyaya H ekadem os’u h a tır la t­

m ıştır. Böylece adı çeşitli k u ru lu şla rd a yaşar: M eyhanelerden (“b ira ak ad em i­

leri”), b ira ü retim i için eğitim su n a n okullara, m aden işletm elerinden, b ir İs­

koç futbol tak ım ın a, birbirlerine benze­

yen, k a ra n lık güçlere sahip y arıta n rıla - rın yıllık ödül tö ren lerin e k a d a r adı bir­

(27)

çok yerde geçer.

B u g ü n H ek ad em o s O rm an ı, A ti­

n a ’nın kuzeydoğusunda dış m ah alleler­

le ta rla la rın içice girdiği, bir şe rit u z u n ­ luğ u n d a bile olsun sürülm em iş k ıraç bir ta rla d a n ib aret. A ğaçların altın d a, bir otobüs h u rd alığ ın ın yanında, yığınlar halinde çöp ve b irkaç kirli b an k ın a r a ­ sında birkaç a n tik ta ş dağınık halde du ­ ruyor.

P lato n ’un A kadem i’sinin bulunduğu yer ve yaşadığı ev, büyük b ir olasılıkla, sonsuza k a d a r kaybolup gitm iştir. Filo­

zofun biri gelir b iri gider, am a H ekade­

mos bizi h e r zam an m isafir edecektir.

H ekadem os’u n evi şaşırtıcı şekilde yerli yerinde kalm ış. A rkeologların özenle k u rd u k la rı m adeni levhadan dam ın a l­

tın d a, P lato n ’u n zam an ın d an neredeyse

(28)

iki bin yıl d ah a eski olan, serbest k u ru l­

m uş kerpiç tem el ve d u v arlard a n a rta k ala n la rı görm ek m üm kün. H ekadem os ölüm süzlüğün sırrın ı biliyor olmalıydı.

B ugün bu işlenm em iş ta rla la r bir çit­

le çevrilm iş duruyor. O rada h ü k ü m sü ­ ren h a y a t ş a rtla rı H ekadem os’u n ta rih öncesi varlığını hatırlatıyor. D erm e çat­

m a kulübelerin ve su b irik in tilerin in a ra s ın d a , sıcak g ü n eşin k av u rd u ğ u , çevreleri, u çuşan sivrisineklerle s a rıl­

mış, k afaları kazınm ış, çıplak m ülteci çocukları oynuyor. B aşö rtü lü anneleri ise çöplerin, sü p rü n tü le rin ara sın d a çö- m elm iş, koyu ten li bebeklerini em ziri­

yor.

P laton “A dalet nedir?” diye so rar en ta n ın m ış eseri D evlet’te. Bu diyalogda, S okrates ve birkaç ark ad a şı, resm i vazi­

(29)

fesi olm ayan zengin bir a rk a d a şla rın ın evinde ak şam yem eği için buluşurlar.

K onuşm a sırası S o k rates’e geldiğinde, topluluk, ad a let olgusunun kendi başı­

n a ele a lın a ra k değil de d ah a büyük toplum sal bir bağlam içinde ta n ım la n a ­ bileceği sonucuna v arm ıştı bile. B un­

d an dolayı S okrates de düşüncelerini adil b ir topluluğa açm aya k a ra r verir.

H erkes, S okrates’in başrolü oynadığı erken dönem diyaloglarının gerçekten S okrates görüşünü y an sıttığ ı düşünce­

sinde. O rta ve d a h a geç diyaloglarında d urum değişiyor. B unlarda, genel k a n ı­

y a göre P laton kendi fikirlerini a k ta r­

m ıştır. Devlet o rta dönem diyalogların a ra sın d a en iyilerden biridir.

P lato n ’un adil bir topluluk için gerek­

li g ö rdüğü u n s u r la r ı çerçevelersek,

(30)

onun birçok farklı alan d an oluşm uş dü ­ şünceler o rtay a koyduğunu görürüz.

B u n la rd a n b a z ıla rı özetle şu n la rd ır:

K onuşm a özgürlüğü, fem inizm , doğum kontrolü, resm i ve özel ahlâk, ebeveyn- lik, psikoloji, eğitim , resm i ve özel m ül­

kiyet. Velhasıl neşeli b ir ak şam yem eği o rtam ın d a a sla değinilm eyecek h e r tü r ­ lü konu. B u n u n la birlikte “D evlet” bir g ü ldürü u n su ru olarak tasarlan m am ış- tır ve içinde b u n la rla propagandası ya­

pılan toplum şekli, aslında eğlenceli ol­

m a k ta n b a şk a h e r şeydir. P lato n ’u n fi­

kirleri, m odern b ir in sa n ın g örüşlerin­

den tem elden ayrılıyor; bu in sa n bir yobaz ya da zırdeli değilse.

P lato n ’u n ideal devletinde ne m ü lk i­

yet vardır, ne de evlilik (bir istisn a, sa ­ dece a lt k adem eler için geçerli). Çocuk­

(31)

la r doğum dan hem en sonra an n e le rin ­ den alın acak ve devlet ta ra fın d a n büy ü ­ tülecekler. Böylece, devleti, anne ve b a ­ b aları, y a şıtla rın ı da k ard eşleri olarak görecekler. Yirmi y aşm a gelene k a d a r bu m etazori piçler jim n a stik ve r u h la rı­

n a h ita p eden m üzikle yetiştirilecekler.

(Ancak İyon ve Lidya ezgilerine izin yok. Sadece genç in sa n la ra devlet baba sevgisi aşılayacak m a rşla ra yer var.)

B unu okuyunca, iste r istem ez k en d i­

mize, acaba P lato n ’u n çocukluğu n asıl geçm iştir? diye soruyoruz. Diogenes La- ertios’ta n öğrendiğim ize göre, P lato n ’u n babası “k u su rsu z bir güzelliğe sahip olan an n esin e k a rşı fark ın d a olm aksı­

zın zo rbalıkta b u lu n m ak istem iş”. P la ­ ton kesinkes evlilik sırasın d a doğan b ir çocuk olduğu halde, annesi bir sü re son­

(32)

ra b aşk a bir ad am la evlenir ve P laton da büyük bir olasılıkla çeşitli yerlerde büyür. H erhalde, b u n d an dolayı P laton aile y a şan tısın a pek önem verm iyordu.

Neyse, P laton ta rz ı ütopyaya geri dö­

nelim: Yirmi y aşm a gelip de h â lâ aletsiz jim n a stik ile fan far m ızıkası üzerine sü ­ regelen çalışm a p ro g ram ın a gereken önemi verm eyen sa m an çöpünün buğ­

daydan ay ık lan m asın ın zam anı gelm iş­

tir. Bu çöp, d ü şü k seviyeli m esleklere yönelm ek zorunda k alacak ve çiftçi ya da tüccar olarak toplum u besleyecektir.

D aha iyi öğrenciler ise aritm etik , ge­

om etri ve astronom i öğrenecektir. Bir sonraki aşam a d a başarısız o lan lar ise, m a tem atik m arifetiyle çılgınlığın eşiği­

ne k a d a r gelmiş olarak orduya k a tıla ­ caklardır. Geriye kalan: K aym ağın k ay ­

(33)

mağı. Beş yıl boyunca, otuz beş y aşın a gelinceye kadar, felsefe öğrenim i gör­

m ek gibi bir yüce şerefe nail olacaklar­

dır. O ndan sonra, on beş yıl boyunca devlet yönetim i uygulam ası üzerine k a ­ fa p a tla ta c a k ve d ünya k a d a r bilginin dibine u laşm ay a u ğ raşacak lard ır. Elli y aşm a geldiklerinde a rtık devlet yöneti­

m inde görev alm ay a hazırdırlar.

M alı m ülkü olm ayan filozof-hüküm- d a rla r b ira ra d a k ışla la rd a k a lırla r ve can ları kim i isterse onunla y atab ilirler­

di. E rk ek ler de, k a d ın la r da aynı h a k la ­ r a sahiptirler. (B aşka b ir diyalogda Pla- to n ’u n kalem inden şu açıklam a kaçıve- rir: E ğer ru h , erkeğin bedeninde iyi bir h a y a t sürm üyorsa, k ad ın ın bedenine geçer.) Bu seçkinler topluluğu bir a ra d a yaşadığından ve özel çık arları b u lu n ­

(34)

m adığından rü şv et o nların y an ın a yak- laşam az. O nların te k h ırsı devlettedir, ad a letin tecelli etm esini sağ lam ak tan ib arettir. Devlet b aşk an ı filozof k ral o nların a ra sın d a n seçilir.

Sözkonusu bu ta sla k küçük, ideal bir site devleti (denizden on beş kilom etre uzak lık ta) için o rtay a atılm ıştı. A m a en elverişli k o şu llard a dahi b ir felaketin başlangıcı gözlem lenm ektedir. T asarla­

nabilecek en iyi d u ru m d a bile oradaki h a y a t in san ı budalalığa sü rü k ley en bir y ek n esak lık ta olacaktır. Ç ünkü b ü tü n şa irlerin ve d ram a y a z a rla rın ın yanısı- r a yanlış m üziği icra eden h alk ın a r a ­ sın d an h erk es toplum un d ışın a itilecek­

tir. E n kötü d u ru m d a sonuç to ta lite r bir k a ra b a sa n olacaktır. Öyle bir k a ra b a ­ sa n ki, sevilm eyen b ir rejim in erki elin­

(35)

de b u lu n d u rm asın a dahi gerek k alm a­

dan, o m alum sevim siz yöntem lerin ortalığa egem en olm ası gibi.

A rtık günüm üzde bu ciddi, çocuksu fantaziyi p arçalam ak çok kolay. Pla- to n ’un ifade biçimi bile bazı tu ta rs ız lık ­ la r içeriyor. Ş airler yasaklı, ancak P la ­ ton sayısız, h a rik a güzellikte, şa ira n e im a jla rd an yararlanıyor. Ayrıca T an rı­

la ra h ü rm etin yan ı sıra, din ve mitoloji de yasak. F a k a t b u n a rağm en P lato n ’u n y ap ıtla rı çok sayıda m it içerm ekte ve fi­

lozof k rallar, ra h ip le rin k ap alı toplulu­

ğu n u kuvvetle an ım satm ak ta. P laton, u zlaşm a bilmez ve k atık sız im an edil­

m esi gereken ideal-T anrı’sım da yine kendi icad e tm iştir (varlığı k a n ıtla n a ­ m az olduğu halde).

P lato n ’u n ideal devlet vizyonu, ta m a ­

(36)

m en çağm a a it çocuksu bir düşünce gibi gözüküyor. A tina, Peloponez S avaşı’nda S p a rta ’ya d a h a yeni m ağlup olm uştu.

Ne dem okrasi, ne de tira n yönetim i işle- yebilm işti ve düzeni sağlayacak b ir h ü ­ küm ete çok acele ihtiyaç vardı. (Bazı yorum cular, P lato n ’u n ad a le tte n b ah se­

derken, düzeni k a stettiğ i kanısındalar.) S p a rta ta rzı, sıkı gözetim altın d ak i top­

lum , bu so ru n u n y an ıtı gibi gözüküyor­

du. S p a rta , A tin a’nın aksine oldukça darkafalı, ekonom ik açıdan geri b ir site devletiydi. H a y a tta kalabilm ek için k a ­ n ının son d am lasın a k a d a r dövüşen, h e r em ri yerine getirm eye hazır, yakıp yıkm a h ırsıy la yanıp tu tu ş a n bir züm ­ reye ihtiyacı vardı. G iderek d a h a da sık ay a k lan an a lt ta b a k a la r bu züm re ta r a ­ fından terö rle b astırılıyor ve sü rek li da­

(37)

h a da güçlenen, k ü ltü rel açıdan ü stü n kom şu şe h ir devletlerine gözdağı verili­

yordu. P laton, S p a rta ’nm savaşçı züm ­ resin in işlevinden ya habersizdi ya da görm em ezlikten geliyordu.

S okrates s a f etiği öne sürerek, iyile­

rin m u tlu olduğunu sav u n u rk en , P laton d ah a ziyade, adil olm ayanların m utsuz olduğuna inanıyordu. O na göre ancak adil bir toplum o lu ştu ru ld u ğ u zam an h erk es kendini iyi hissedecektir. Peki, ö n erile ri nelerd i? H ekadem os K oru- su ’n d a h erk e ste n ayrı y aşay an asil ru h ­ lu b ir aydın ne önerebilirse o. Bu öneri­

ler hiçbir zam an h a y a ta geçirilebilecek tü rd e n değildi.

Ş aşırtıcı am a bu yine de uygulandı.

U fak bir değişiklikle, yani oldukça ad a ­ letsiz bir biçimde. Bin yıldan u zu n bir

(38)

süre O rta Çağ toplum u, a lt sınıflarıyla, ask erî züm resiyle ve güçlü ru h b a n sını­

fıyla P lato n ’u n D evleti’ne büyük ben­

zerlikler gösterm iştir. Ve y ak ın geçmiş­

te de kom ünizm ve faşizm , P lato n ütop­

yasın ın a n a çizgilerini üstlenm işlerdir.

U zun yıllar boyunca P lato n Akade- mi’de ders v erir ve A kadem i’yi de kalıcı biçimde, A tin a’n ın en iyi okulu d u ru m u ­ n a getirir. B ir sü re sonra, I.O. 367’de a r­

k ad aşı Dion’dan, T iran Dionysios’u n öl­

düğünü ve oğlu Dionysios’u n (Genç Di­

onysios) onun yerine ta h ta geçtiğini öğ­

renir.

Genç Dionysios u zu n y ıllar boyunca babası ta ra fın d a n h ap iste tu tu lm u ştu . Dionysios, erkenden ta h tın d a n olm a­

m ak için yapm ıştı bunu. K raliyet sa ra ­ yın d a tu tu k lu olan Genç Dionysios ta h ­

(39)

ta biçerek, m a sa ve iskem le yapm akla geçirm işti günlerini.

Dion, Filozof-K rallar ta rz ıy la ideal b ir h ü k ü m d a r y a ra tm a k için, bun u n m ükem m el bir fırs a t olduğu görüşünde­

dir. Genç Dionysios’u n aklı b aşk a tü r düşüncelerle k arışm a m ıştı henüz (ya da a n la tıla n la ra , y az ıla n la ra in an ılacak olursa hiçbir düşüncesi yoktu). P laton, a rtık teorideki devleti p ratiğ e geçirebi­

lecekti.

Bazı nedenlerden dolayı P laton bu düşünceyi pek çekici bulm az. (H erhalde ideal devletinde altm ış y aşın d ak i b iri­

n in pozisyonuydu onu ra h a tsız eden.

Ü stelik de seçkinler a ra s ın a k a tılm a ­ d an önce u zun bir jim n astik , ask erlik ve m ızıka eğitim ine ta h am m ü l edebilecek miydi?) Am a sonunda kendine saygıyı

(40)

kaybetm e k o rkusu ü stü n gelir. Böyle yapm azsa, kendi bile, hiç eyleme giriş­

m eyen, sadece k onuşan b ir y a ra tığ a dönüşm üş olm ayacak mıydı? Sonunda ark a d a şın ın ricasını yerine getirm eye k a ra r v erir ve onunla b irlik te u zun Si­

cilya yolculuğuna çıkar.

P lato n Sicilya’ya vardığında, n ere­

deyse e n trik a la rla yenip bitirilm iş bir sa ra y la karşılaşır. Bazı nüfuzlu sa ra y lı­

la r A tin a’lı u s ta d ü şü n ü rü n b u ray a ilk gelişini an ım sa rla r ve bazıları da Dion’a hiç yabancı değildir. B irkaç ay bile sü r­

m eden, felsefe d ü şm an ları, P lato n ve Dion’u n ih a n etle suçlanm asını sağ lar­

lar. (Bu bir ütopyayı gerçekleştirm eye ça lışa n ların çoğu zam an girdikleri bir tu zak tır.) M arangoz-K ral önce ne yap­

m ası gerektiğini ta m o larak bilemez.

(41)

Sonra, dayısı Dion’u, sah ip olduğu k u d ­ re tte n ö tü rü sü rg ü n e gönderir, ne v ar ki P la to n ü n çekilm esine de izin vermez.

N eden o la ra k da, P la to n ü n , kendisi h ak k ın d a A tin a’da kö tü konuşm asını is­

tem ediğini gösterir.

Bu gerekçeye “İnanıyorum ki, ak ad e­

m im izde yeterince konum uz v ar ve asla b u n u n üzerinde d u rm am ıza gerek yok,”

k arşılığ ın ı v erir Platon.

Ş ansı yaver gider ve birkaç ark ad a şı k açışın a y ard ım etm eyi b a ş a n r. A ti­

n a ’ya geri döner. Dion da dahil olm ak üzere b ü tü n y a n d a şla rı ona h u z u r ve­

re n b ir k a rşıla m a hazırlam ışlardır.

Genç Dionysios, P la to n ü n kaçışıyla büyük y a ra alır. M eğer bu filozofla y ap ­ tığı sohbetlerden çok zevk alırm ış, onun fikirlerini uygulam aya hiç niyeti olm a­

(42)

sa da. B ir z a m an lar K artac alıların İta l­

ya’da y ap tık la rı fetihleri d u rd u ra b ile­

cek tek devlet olduğu için, S irakuz o sı­

ra d a b u tü rd e n deneylere kalkışacak d u ru m d a değildi. E ğer P lato n ’u n devle­

tin i S irak u z’da gerçekleştirm eyi dene­

miş olsalardı, b ü tü n dünya ta rih i bam ­ b aşk a b ir görünüm de olurdu. F a k a t P lato n ’u n um duğu gibi de olmazdı. Si- rak u z ’u n çöküşüyle, K artaca k a şla göz a ra sın d a İta ly a ’yı ele geçirecek ve h e­

nüz başlangıcında b u lu n a n Rom a Cum- h u r iy e ti’n i de p a ra m p a rç a edecekti.

Böylece A vrupa bir sonraki yüzyıllarda, A frika İm p arato rlu ğ u ’n u n parçası ola­

caktı.

Genç Dionysios, P lato n ’u a d e ta bir b aba o larak görm üş olmalı. P lato n ’un, dayısı Dion’a gösterdiği ilgiyi de k u şk u ­

(43)

suz kıskanıyordu. Dionysios, P lato n ’u, A tina’yı te rk edip, S irak u z’a geri dön­

m esi için sık ıştırm ıştı. Bu d urum tu tk u ­ ya dönüşm üş gibiydi onda. S anki ru h u P la to n ’u n istila sın d a y m ış gibiydi ve kendini dinleyen herkese, (insan k ra l olunca, dinleyenlerin sayısı pek de h afi­

fe alınacak gibi olmaz h erhalde) Pla- to n ’la b irlik te olm ayınca, varlığının pek çekilir b ir şey olm adığını anlatıyordu.

S onunda dayanam az, en hızlı tirem e’si- ni* A tin a’ya gönderir ve eğer P laton ona geri dönm eyecek olursa, Dion’u n Sira- k uz’daki az sayılam aycak b ü tü n m alın a m ülküne el koyacağını bildirm ek su re ­ tiyle te h d it savurur.

Böylece yetm iş b ir y aşındaki filozof, iste r istem ez S irak u z’a doğru yeniden

* Üç kürekçi ile giden hızlı deniz aracı (ç.n.)

(44)

yola çıkar. Dion (büyük b ir olasılıkla) onu bu nedenle k an d ırm ış olmalı. A rtık Dion’un, üto p y an ın gerçekleştirilm esi ve “T iran ’a, ru h u n bedene k a rşı ü s tü n ­ lüğünü gösterm e düşüncesi” üzerinde durm adığı açıkça ortadaydı.

P lato n çarçabuk kendini yine e s a re t­

te bulur. M idesini günde iki kez İtaly an yem ekleriyle tık a b asa doldurm ayı red ­ deder ve h e r akşam , isteği dışında y a ta ­ ğın a gönderilen dişi suj eleri kızgınlık içinde h u zu ru n d a n defeder. Ş ansı bir kez d ah a yaver gider ve b ir gece y an sı, onu alm ak için tirem esiyle çıkıp gelen, onu n la aynı d u y g u lan p ay laşan T arent- li b ir Pisagorcu ta ra fın d a n alınıp götü­

rülür. Kalyon köleleri kırbaç şak lam a­

la rı a ltın d a geberesiye çalışır ve yaşlı fi­

lozof denizi geçerek A tin a’ya ulaşır.

(45)

Birkaç sene sonra Dion, belki de en b aşın d an beri düşlediği am acına ulaşır:

S irakuz’u fetheder, Genç Dionysios’u ko­

vup b ü tü n erki ele geçirir. Peki şimdi, eline fırsatı geçirdiğine göre Platoncu devleti gerçekleştirdi mi? G örünüşe göre hayır. A m a şa ira n e ad alet bir zafer elde eder ki, başarısız P lato n cu lara ait bir zaferdir bu. K ısa b ir süre sonra Dion bir komploya k u rb an gider, işin tu h a f tarafı P lato n ’u n eski bir öğrencisi tarafın d an .

Bu da a rtık filozofun politika tu r u ­ n u n sonu olur - böylece gelecekteki Ro­

m a İm p arato rlu ğ u güvence a ltın a alın ­ m ış olur. Ne v ar ki, P lato n ’u n denenm e­

m iş teorileri, ileride Rom a İm p a rato rlu ­ ğum un k alın tıla rın d a n oluşan O rtaçağ d ü n y asın a bir model o lu ştu rm a y a y a ra ­ yacaktır. Ve d ah a so n ra da H itle r ve

(46)

S talin onun öncülüğünü talep edecek­

lerdir. Peki P lato n ’un b ü tü n b u n la rla hiç bir ilgisi yok m uydu? O nun görüşü­

ne göre doğru bilgi ya da k avrayış duyu­

la rla değil, sadece zekâyla elde edilebi­

lir. E ğer zihin gerçeğe u laşm ak istiyor­

sa, görgü d ü nyasından elini eteğini çek­

melidir. E ğer P laton gerçekten b u n a inanıyordu ise, ütopyasında neden ge­

nellikle y asa koym a üzerinde yoğunlaş­

tığını an lam a k çok güç. Böyle bir felse­

fe ile p ra tik politika uyuşm adığı halde;

filozoflar yönetim de olmadığı ya da ege­

m enler felsefe üzerine k afa yorm am a­

sın a rağ m en P lato n h a y a tın ın sonuna k a d a r bu konudaki in an cın d an b ir zerre kaybetm em iştir. (Oysa gerçek h a y a tta işler ta m aksine y ürür: Felsefi düşünce­

lerden esinlenm iş ik tid a r sahipleri, fel­

(47)

sefi ebucehilerden evladır.)

P laton felsefesi, apolitik yanıyla da yüzyıllar boyunca bask ın bir etkiye sa ­ hip olm uştur. Temel ilkeleri yüzünden, H rıstiy an lık la k u su rsu z bir uyum sağ­

lam ıştır. Öyle ki sa p ta m a işinde biraz d ah a aşırı gidip, P latonculuğun, yalın b ir in an çla başlam ış olan bu genç dine felsefî b ir tem el sağladığı dahi kaydedi­

lebilir. Bu da tin ta rih i açısından in san ı öyle bir yere g etirm iştir ki, Hıristiyanlı­

ğa in a n m am ak yeterli olm am ış, bir de onu çü rü tm ek gerekm iştir.

P la to n id e a la r ö ğ retisin e m e şh u r

“m ağ ara eğretilem esi” ile başlar. B u ra ­ da insanlar, s ırtla rın d a ateşle r yanan, m ağ arad a zincire vurulm uş y a ra tık la ra benzetilir. İn san lar, titre y erek y an a n ateşin d u v a ra y ansıyan gölgesini gör­

(48)

m ektedirler sadece. Onlar, gerçek gibi görüneni, göz ard ı etm eyi öğrenince ve de kendilerini m a ğ aran ın dışındaki gün ışığına y ö n elttik lerin d e asıl gerçeğin ayırdına varacaklardır.

P lato n çevrem izde sü rek li değişen (tekil) görünüşlerden oluşm uş bir dü n ­ yanın b u lu n d u ğ u n u ortaya koyar. G ün­

lük deneyim lerin çeşitliliği, biçim ini, sadece soyut biçim lerin veya id eaların zam ana bağlı olm ayan, değişmez dü n ­ y asından alır. B ir köpek sadece b ir kö­

pektir, çünkü genel niteliği içinde b ü tü n köpeklerin hep b irlik te biçim verdikleri bir köpek “idea”sın d a k a tk ısı vardır. Ay­

nı biçimde güzel bir nesne güzel olanın

“idea”sı içinde yerini alır. P lato n ’a göre, sürekli değişen yapay görünüşlerden oluşm uş d ü nyayı gözardı ed erek ve

(49)

“id ealar”ın za m an a bağlı olm ayan gü­

zelliği üzerinde yoğunlaşırsak, “id eala r”

hiyerarşisiyle, güzel, doğru ve iyi “ide- a la r”ınm en yüce ve m istik anlayışına ulaşabiliriz.

Bu k u ra m d ü n y an ın tıpkı dil gibi iş­

lediği görüşünde; yalnız bu dilde soyut k av ram lar ve ta s a rım la r d ah a yüksek bir düzeye yerleşm iştir. Bu k u ram h er ne k a d a r y an lışsa da b u rad ak i yanılgı­

dan k u rtu lm a y ı bugüne değin başarm ış değiliz. E ğer gerçeklik dünyası y aşan tı ve dil yoluyla algılayıp betim lediğim iz­

den farklıysa o ta k d ird e bu farkı günün birinde nasıl anlayabileceğiz ki?

P laton seksen bir y aşın d a öldüğünde A kadem i’de gömülür. Felsefesinin u y ­ gulanam az tü rd e n olm asına rağm en, o rtay a koyduğu v arsay ım ların çoğu, bu ­

(50)

gün bile dünya h ak k ın d ak i görüşlerim i­

zi etkilem ektedir. “P latonik” nitelem esi, giderek olanaksız bir h a l alan aşk biçi­

m ini (pek içsel yanıyla değil sa lt fikirsel yönüyle örtüşen) vurgular. P la to n ’un A kadem isi İ.S. 529 yılına değin A ti­

n a ’da varlığını sü rd ü rü r. Bu ta rih te , H ristiy a n lık k a rş ıs ın d a zm dık-H elen k ü ltü rü n ü baskı a ltın a alm aya k a ra rlı olan Roma im p a ra to ru J u s tin ia n ta r a ­ fından kapatılır. Bu ta rih , birçok ta rih ­ çi ta ra fın d a n Yunan-Rom a k ü ltü rü n ü n sonu ve K aran lık O rtaçağ’ın başlangıcı olarak kab u l edilir.

(51)

K üçük P laton a lın tıla rı

h â zin esi

(52)

Çünkü filozofu başkalarından ayıran nitelik de, işte bu maneviyattır,

bu hayrettir.

Theaitetos, 155 d

(53)

S o k r a te s : Şim di de in san denen y a ­ ratığ ı eğitim le aydınlanm ış ve aydın­

lanm am ış olarak düşün. B unu şöyle bir benzetm eyle anlatayım : Y eraltında ma- ğaram sı b ir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş... İn ­ sa n la r çocukluklarından beri ay a k ların ­ dan, boy u n ların d an zincire vurulm uş, bu m a ğ arad a yaşıyorlar. Ne k ım ıld an a­

biliyorlar, ne de b u ru n la rın ın ucundan b aşk a bir y er görebiliyorlar. Öyle sıkı bağ lan m ışlar ki k afaların ı bile o y n ata­

mıyorlar.

Y üksek b ir yerde yakılm ış bir ateş p a rıld ıy o r a r k a la rın d a . T u tu k lu la rla a te ş a ra sın d a dim dik bir yol var. Bu yol boyunca alçak b ir duvar, h a n i şu k u k la o y n atan ların seyircilerle kendi a ra s ın a k o y d u k la rı ve ü stü n d e m a rife tle rin i

(54)

gösterdikleri bölme v a r ya, onun gibi bir duvar.

Glaukon: K esin lik le gözlerim in önünde canlanıyor.

Sokrates: Bu alçak d u v ar ark a sın d a in sa n la r düşün. E llerinde tü rlü tü rlü araçlar, ta şta n , ta h ta d a n yapılm ış, in ­ san a, h ay v an a ve d ah a b a şk a şeylere benzer k u k la la r taşıyorlar. Bu taşıd ık ­ la rı şeyler, bölm enin ü stü n d e görülüyor.

Gelip geçen in sa n la rın kim i konuşuyor, kim i susuyor.

Glaukon: T u h af b ir sah n e doğrusu ve tu h a f tu tu k lu lar.

Sokrates: A m a (tıpkı) bizler gibi. Bu d u ru m d a k i in s a n la r k e n d ile rin i ve y an ın d ak ileri n asıl görürler? A ncak a r­

k aların d ak i a teşin aydınlığıyla m a ğ ara ­ da k a rşıla rın a v u ra n gölgeleri görebilir­

(55)

ler, değil mi?

Glaukon: Ö m ürleri boyunca b a şla rı­

nı çevirm eleri m ü m k ü n olm adığına gö­

re...

Sokrates: Ü stelik, bölm enin ü s tü n ­ den geçen nesneleri aynı şekilde gör­

m ezler mi?

Glaukon: Evet, o nların da sadece gölgelerini görürler.

Sokrates: Bu in s a n la r a ra la rın d a konuşacak olsalar, gölgelere verdikleri isim lerle gerçek n esn elerin a n la ttık la rı­

nı san ırlar, öyle değil mi?

Glaukon: K esinlikle.

Sokrates: B ir de bu zindanın içinde b ir yankı düşün. G eçenlerden biri o an konuşsa, bu sesi gelen gölgenin sesi sa n m az lar mı?

Glaukon: Zeus adına.

(56)

Sokrates: E lbette bu ad a m la rın gö­

zünde gerçek, yapm a nesn elerin gölge­

lerinden b aşk a bir şey olamaz.

Glaukon: Öyle.

Devlet, VII, 514, 515

(57)

S o k r a t e s : Bu söyledikleri­

miz doğruysa, b u n la rd an şu sonucu çıkarabiliriz: Eğitim birçok in san ın sandığı şey değildir. O n lara göre eğitim , bilgiden yoksun bir ru h a bil­

gi ekm ektir, kör gözlere gör­

me gücü verm ek gibi...

G la u k o n : Evet, öyle d er­

ler.

S o k r a t e s : Oysa bizim ko­

n uşm alarım ız şu n u da gös­

teriyor: H er ru h ta bir öğren­

me gücü ve bu işe y aray an

bir de organ vardır. Gözün

k a ra n lık ta n aydınlığa çevril­

(58)

m esi için nasıl bedenin b ir­

den dönm esi gerekirse, bu organın da b ü tü n ru h la b ir­

likte geçici şeylere sırtın ı dö­

nüp varlığa, varlığın en ışık ­ lı yönüne bakabilm esi gere­

kir, yani iyiye, öyle değil mi?

Devlet, VII, 518

(59)

Tanrı

suçsuzdur.

Devlet, X, 617

(60)

B azılarının senin için dediklerini d ikkate al.

S an a gerekli olan kibirsiz davranm ayı

bırakıyor m usun?

Öyleyse şu n u u n u tm a, in sa n la rın bizi sevm esi koşulu bizim için başarılı

b ir etkendir, ü stelik keyif ve yalnızlık da birbirinden pek u z a k ta

durm azlar.

M ektuplar IV, 321 c

(61)

Am a devletin,

h e r üç sınıfın kendi işlerini görm eleriyle adil olduğunu

elbette unutm adık...

Öyleyse, içim izdeki ta ra fla rd a n h e r biri kendi işini gördüğü v ak it biz de kendi görevini y ap an

adil kişiler oluruz.

Devlet, TV, 441 d

(62)

S o k r a t e s : Akıl m adem öl­

çülüdür, içimizde olup biten h e r şeyi kollayıp, yönetm ek ona düşer; öfkenin görevi de onu dinlem ek ve ondan y an a olm aktır, öyle değil mi?... Bu şekilde y e tişen , g e rç e k te n eğitilen, görevlerini bilen ve gören bu iki taraf, içimizde en çok yer tu ta n , doym ak bilm eyen isteklere k u m a n d a ederler. Bu istek ler bedensel zevke d a la ra k dal b u d ak sal­

m asın, güçlenm esin; kendi

(63)

görevini yerine getirm ek ye­

rin e b a şk a la rın a k u m an d a etm eye k a lk ış m a s ın diye gözkulak olurlar; bu istek le­

re başa geçme yetkisi verile­

mez. V erilirse b ü tü n h a y a tın düzenini bozarlar.

Devlet, IV, 441 e, 442 a

(64)

S o k r a te s : Öyleyse, rüyayı rüya diye algıla; bazı insanla­

rın bizi ve bütün başka şeyleri oluşturan ilk öğelerin kanıtla­

rı olamayacağını, söylediğini ben de duyduğum u sanıyo­

rum. Kendinden ve kendili­

ğinden var olan her şeye sade­

ce isim verilebilir, hakkında başka hiçbir şey söylenemez;

ne var olduğu iddia edilebilir,

ne de hiçliği. Halbuki bu ilk

öğelerden herhangi birini, bir

kanıtın yardımı ile ifade et­

(65)

mek olanaksızdır; çünkü bun­

lar ancak kendi adlarıyla çağ­

rılabilirler. Çünkü adları onla­

rın tek mülkiyetleri. B unlar­

dan birleşmiş olanların, aynı şekilde isimleri de birleşerek bir söz (açıklama) oluşturur.

Çünkü sözlerinin (açıklamala­

rının) (bütün) özü isimlerdir.

Theaitetos, 201 e, 202b

(66)

Sokrates: Dem ek ki b u n d a uzlaşıyo­

ruz! B irisi bir şey görür ve kendisinde bu şeyin b aşk a olan bir şeye benzediği düşüncesi uyanır. A rk asın d a d u ran ve tam am ıy la benzer olm ayan, aslın d a de­

ğeri d ü şü k olan bu şeyin sadece kendi iddiasıyla benzer olduğunu ve ona asla ulaşam ayacağını, çok erk en y a ş ta n iti­

b aren öğrenm esi g erekir kişinin.

Simmias: Gerekir.

Sokrates: D em ek ki aynı şeyleri o zam an d an çok önce tan ım ış olmalıyız.

O an gerekli olduğu için gözlerim izle ilk kez görürüz ve b u n la rın hepsi sonra ölür. Aynı şekilde sadece a rk a d a o tu ran ve benzer gibi görünen şeylerin de sad e­

ce düşüncesine kapılıyoruz.

Simmias: Kesinlikle.

Sokrates: Öyleyse b u n d a da hem fi­

(67)

kiriz. Bu düşüncelere b aşk a hiçbir y er­

den kapılm ıyoruz. B u n ları görerek veya ta d a ra k veya b aşk a duyularım ızla h is­

sederek içimizde geliştiriyoruz, bu b a­

kım dan hepsi aynı değerde.

Simmias: E lbette, S okrates’im. A ra­

yışım ızın sonucunda gördük ki hepsi de aynı değerde.

Sokrates: D u y u larla h is s e ttik le ri­

miz yüzünden şu düşünceyi k az an m alı­

yız; d u y u larla hissettiğim iz h e r şey a s­

lın d a o ulaşam adığım ız, içimizde ölmüş olan benzerin o an d a tan ın m asıd ır. B aş­

k a n asıl olabilir?

Simmias: Evet, aynen öyle...

Sokrates: G örm üyor ve duym uyor m uyuz, şu an d a ve geri k alan d u y u larla hissetm eyi de doğum la birlikte k a z a n ­ m adık mı?

(68)

Simmias: E lbette.

Sokrates: Z aten v ar olan sa p ta m a la ­ rım ızın gereğini, benzerini henüz ta n ı­

m ad an kazanm am ış mıydık?

Simmias: Evet.

Sokrates: D em ek ki, göründüğü k a ­ darıyla, d a h a doğum dan önce onu y a k a ­ lam ış olmalıyız.

Simmias: Evet, öyle görünüyor.

Sokrates: Öyleyse b u n a göre m üm ­ k ü n olan iki d urum var: Ya ru h u m u zd a doğum dan önce o rtay a çıkm ış ve kabul etm ek zorunda kalm ışız ya da doğum ­ dan önce böyle b ir şeyi tanım ıyoruz, a k ­ sine doğrudan doğruya doğum la aynı a n d a kazanılm ış. Am a sadece benzeri değil, büyüğü de, küçüğü de, içerdiği h e r şeyi tanım ıyor m uyuz? Ç ünkü şim ­ diki a raştırm am ız sadece benzerlik üze­

(69)

rin e değil, aynı şekilde içeriğindeki gü­

zelin ve iyinin, adilin ve d in d a rın da üzerine. K ısaca, öyle ya da böyle soru ve cevapların götü rd ü ğ ü m uhakem e “k en ­ disi” dam gasını v u rd u ru r. D em ek ki, hepsi h ak k ın d ak i ilk bilgilere doğum ­ d an önce sahipm işiz.

Phaidon, 73 c, 74 e (Sonu)

(70)

Bir söylentiye göre, Sokrates rüyasında, kendisini kucağında bir

kuğu yavrusuyla görür.

Yavru kuğu tüylenir, uçacak güce k a v u şu r ve sevinçten

çınlayan sesiyle çok yükseklere h av alan ır; ve

günlerden sonra P laton görünür; o zam an der ki

işte kuş bu.

Diogenes Laertios, Tanınmış Filozofların H ayatları ve Fikirleri, 3,5

(71)

Bütün insanlar aynı, ey Sokra­

tes, diye konuştu, hepsi verimli.

Beden ruh tan önce gelir ve belirli bir yaşa geldiklerinde tabiatımız yaratıcılığı amaçlar. Ama yaratıcı­

lık çirkinle değil, sadece güzelle olabilir. Erkek ve kadının birlikte­

liği de yaratıcılıktır. Bu aslında tanrısal bir olay; yaratm ak ölümlü hayatlarda ölümsüzlüğü yakala­

m aktır : Ama uygunsuz olanda bu­

nun olması imkânsızdır; ve uygun­

suz olan bütün tanrısalların çirki­

nidir ama güzel olan uygundur.

Öyleyse temel bilgiler veren ve do­

ğum sağlayan bir tanrıça yaratıcı­

(72)

lık için güzelliktir. Bundan dolayı yaratıcılığa heveslenen, güzel olanla karşılaşınca sakinleşir ve zevk kine akar ve y aratır ve ve­

rimli olur; ama çirkin olan yarata- cılık heveslisini karanlık ve hüzün kaplar; istem geri teper, yaratıcılı­

ğı azalır ve kendi ağır yükünü ta ­ şımaya devam eder. Bu yüzden ya­

ratıcılık ve arzuyla dolmuş kişiye güzel daha çok gayret verir, çünkü güzel olan onu daha büyük doğum sancılarıyla ortaya çıkartır. Senin de dediğin gibi, ey Sokrates, sevgi güzelle ilgili değildir -Öyleyse ney­

le?- Güzelin içindeki yaratıcılık ve

I 70

(73)

ürünle ilgilidir. Çünkü yaratıcılık sonsuza kadar kalır, ölümsüzdür (ve ölümlü insanlara da ölümsüz­

lük kazandırır). Eğer sevgiye sa­

hipsek o zam an iyiye de sahibiz demektir, ancak o zaman ölümsüz­

lüğe kavuşmamız mümkün olur. O halde bu konuşma sevginin de ölümsüzlük için gerekli olduğunu anlatıyor.

Şölen, 2 5

(74)

Eğer, dedi, y arad ılıştan gelen sevgi h e r zam an hem fikir olduğum uz o şey üzerineyse, sadece şaşırm a, orada oldu­

ğu gibi, şu an d a b u ra d a b u lu n a n ölüm ­ lü ta b ia t da, h e r zam an v a r olm anın ve ölüm süzlüğün gereklerini arıyor. A m a o b u n u sadece y a ra tm a k yoluyla a rz u lu ­ yor, h e r zam an geride k a la n yaşlının ye­

rine b aşk a b ir genç ile. Y aşayanların h e r birine de denir ya; y aşlan sa bile ço­

cukluğundan beri h e r zam an aynı şeyle tan ım lan ır, aynı şey, y aşam ak: Aynı şeylere sahip olm asa da, h e r zam an ay­

nıdır, h e r zam an bir yeni olur ve yaşlı saçını, etini, kem iklerini, k a rn ın ı ve b ü ­ tü n bedenini kaybeder; ve sadece bede­

nini kaybetm ez, ru h u n u da, alışk an lık ­ ların ı, ödevlerini, fikirlerini, şehvetini,

(75)

sevinçlerini, ad etlerin i, m u tsu zlu k ları­

nı ve k o rk u ların ı da, (b u rad an itibaren) hiç kim se kendisindeki aynı şeyleri tu ­ tam az, birisi gider, birisi gelir. Ve b u n ­ la rd a n d ah a şaşırtıcı olan ise anlayışın da b ir p arça gitm esi, b ir parça k alm ası­

dır ve o lan lar da a sla an la y ışla ra ilişkin olmaz, hep b ü tü n ü y le anlayıp aynı şey­

le k a rşıla şsa bile. A rk asın d an d ü şü n ­ m ek denilen, giden anlayış üzerinedir.

Ç ünkü u n u tm a k , bir anlayışın o rtad an kaybolm asıdır. Ama, a rd ın d a n d ü şü n ­ m e ise, görünen anlayışı böyle elinde tu ta r. Ve bu şekilde b ü tü n , ölüm lü de kalır, h e r zam an aynı şey gibi, ta n rıs a l gibi görünse de o odur. G iden de, k alan d a a rd ın d a yeni bir p arça bırakır, eski­

den olduğu gibi. Bu düzenlem eye gö­

(76)

re, ey S okrates, dedi, b ü tü n ölüm lü ola­

nın, ru h u n olduğu k a d a r diğerlerinin de, ölüm süzlükte parçası v ardır; ölüm ­ süzlük am a b aşk a birinden. B u yüzden h erk esin ta b ia tı gereği kendi çocuğuyla g u ru r d u y m a sın a şa şırm a . Ç ü n k ü ölüm süzlük bu ölüm lerin ve sevginin h e r birine, yollarında eşlik eder.

Şölen, 26

(77)

A rtık, diye devam etti, üretm e arzu ­ suyla dolan beden, k ad ın larla d ah a çok ilgilenmeye b aşlar ve aşık olur. Ve ileri­

deki zam anlarını ölüm süzlük adına ço­

cuk üreterek, ve düşünüp ta şın a ra k ve m utlulukla, kendilerinin diledikleri gibi, geçirirler. Peki am a ru h u n peşindeki...

ve öyleleri de vardır ki, diye devam etti, ru h la n bedenlerinden daha çok üretm e gücüyle doludur, ru h u n kendine y a ra t­

mayı yakıştırdığı üretm e gücüyle... R u­

h u n kendine y aratm ak için yakıştırdığı ve y aratm ak arzusuyla dolu olanlar için.

Peki sizler neyi yakıştırıyorsunuz? Bil­

gelik ve h er çeşit erdemi. O nların ü reti­

cileri bü tü n y azarlar ve sanatçılardır da aynı zam anda, yaratıcı olarak nitelen- diklerinizin hepsi. Ve dedi ki, en büyük ve en güzel bilgelik kendini devlet ve yu-

(78)

vanın düzeninde gösterendir ve buna ağırbaşlılık ve adalet denir. H er kim bu­

nu tan rısallık olarak gençliğinden itiba­

ren ru h u n d a taşırsa, zam anı geldiğinde o kişi üretm ek ve y aratm ak için arzu du­

yacaktır. B ununla birlikte, dem ek istedi­

ğim, onun bir de yaratabilm ek için güzel olanı aram ası vardır. Ç ünkü çirkin olan­

la asla yaratam az. Bu yüzden güzel be­

denlerden daha çok m utluluk duyar, çir­

kinlere göre. Ç ünkü y aratm ak istediği kadar, güzel, asil ve iyi şekillenm iş bir ru h la karşılaşınca, ikisinin birden bir­

leşmiş olm asına özellikle daha çok sevi­

n ir ve böyle in san larla erdem, m ükem ­ mel bir insanın nasıl olması gerektiği ve neye dayanm ak gerektiği üzerine konuş­

m a arzusuyla dolar; ve hem en ona öğret­

meye koyulur. Demek istediğim, güzelin

(79)

içindekine dokunup, onunla konuştuğu zam an, uzun süredir içinde taşıdığı ya­

ra tm a arzusuyla y a ra tır ve doğurur, için­

de hazır bulunan ve bulunm ayanları h a ­ tırlayarak, hepsiyle birlikte. Böylece iki­

si beraber geniş, doğru bir ilişki içine gi­

rerler; evlilik ve sıkı bir arkadaşlık gibi ve ikisi beraber güzel ve ölümsüz çocuk­

la ra sahip olurlar. Ve h er biri de İnsanî çocuklardan çok böylesine sahip olmak isterler. Onlar, Homeros’a, Hesiodos’a ve başka m ükem m el y azarlara bakınca, on­

ların diğer in sa n lara bıraktıkları eser­

lerini, onlara ölümsüz bir ün ve düşünül­

m elerini sağlayan bu çocuklarını ve böy­

lece kendilerinin de ölüm süzleşm elerini, kıskanm adan geçemez.

Şölen, 27

(80)

Son Söz

P lato n ’dan sonra büyük Y unan filo­

zoflarından oluşan üçlü ik tid a rın son tem silcisi A ristoteles geldi başa. A risto­

teles, P lato n ’u n öğretisini devam e ttir­

di, eleştirel gözle bu öğretiyi ayıklayıp kendi görüşlerini o nların içine k attı.

Böylece o rtay a yeni bir felsefe çıktı. B u­

n u n la berab er P lato n ’u n asıl felsefesi A kadem i’de öğretiledurdu ve öğrencile­

ri de b u n u b ü tü n k lâsik dünyaya yaydı­

lar.

Birçok P laton yandaşı en sonunda, felsefesi doğru olsa bile, onun çoğu za­

m an ne dediğini k en d isin in bile bilm e­

diği sonucuna vardılar. Öyle b ir an gel­

di ki, P lato n ’dan ziyade, kendileri onun

(81)

ne dem ek istediğin, yorum lam aya b aş­

ladılar. B unun sonucunda P lato n felse­

fesinin yeni b ir ta rz ı o rtay a çıktı, yani P latonculuk. B irkaç yüzyıl so n ra Pla- toncular, ne dediklerini bilm edikleri gö­

rü şü n d e olan kim selerce ra fa k ald ırıld ı­

la r ve o rtay a Yeni P latonculuk çıktı. Bu akım ın en önemli tem silcisi 3. yüzyılda İskenderiye’de doğmuş olan filozof Plo- tin ’dir. Yine yüz elli yıl k a d a r so n ra Hip- po’lu Aziz A ugustinus, Yeni Platoncu- lu k ’u H ıristiy an lık teolojisiyle u z la ştır­

dı. Böylece P latonculuk biçim lendiril­

m iş bir haliyle H ıristiy an k ü ltü rü n ü n b ir parçası oldu ve yüzyılların akışıyla birlik te ortaya birçok d ü şü n ü rle r çıkar­

dı. Bu d ü şü n ü rlerin h e r biri, P lato n ’un, P lato n cu lar’ın, Yeni P lato n cu lar’m ve Aziz A u gustinus’u n görüşlerini diğerle­

Referanslar

Benzer Belgeler

ııBinaenaleyh pek yakın bir istikbal- de İstanbul, onun dertlerini, hattâ mu- haliflerden daha iyi anlayan ve daha acı bir lisatda şehir duvarlarına asan ve bunları taahhüt

3 — Yukarda mükâfat kazandıkları yazılmış olan projelere ait zarflar açılarak 1 sıra ve (50909) rümuzlu- projeyi hazırlayan Yüksek Mimar - Mü- hendis Suat Erdeniz ile

istanbul, Yenipostahane karşısı, Büyük Kınacıyan Han... Her cins

Sanayi mıntakası dahi (4) kısma ayrılmış olup bu kısımlar umumî iş ve hususî iş mahallelerinden ayrı- dırlar. Burada tesisine cevaz verilmiş olan sanayi dolayısiyle

“Ah Tanrım!” dedi adam, sonra da, söylediğini düzel- tircesine, “Kaçırmayız,” diye ekledi.. Pencerenin dışında sabahın buğusu muz yaprakla-

» Askıların değiştirebilmesi için ön ve arka tarafta ayrılabilir cırtbant sistemi. » Askılık omuz bölümü özel ped sistemi

Kron k hastaların sempton tak b K ş selleşt r lm ş sağlık anal zler Bel rt lere da r r sk dağılım oranları D kkat ed lmes gereken hususlar.. K ş sel sağlık as stanınız

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Bayındır Sokak 7/7 06410 Yenişehir / Ankara. Grafik & Tasarım Ş.Sinan