• Sonuç bulunamadı

İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

inonu.edu.tr/tr/cms/gazeteiletisim Mart 2016 Yıl: 3 Sayı: 22

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ UYGULAMA GAZETESİ

İnönü Üniversitesi Erkek Salon Futbolu Takımı, Antalya’da gerçekleştirilen Türkiye Üniversiteler arası Salon Futbolu 2. Lig Müsabakalarında başarı sağlayarak 1’inci lige yükseldi. Grubunda Recep Tayyip Erdoğan,

Harran ve Gaziantep Üniversiteleri’ne karşı başarılı sonuçlar elde etti.

A

ntalya Belek’te yapılan ve altı gün süren Üniversitelerarası Salon Futbolu 2’inci Lig Müsabakalarında, İnönü Üniversite- si Erkek Salon Futbolu Takımı, performansıyla göz doldurdu.

İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik, Malatya’ya başarılı bir sonuçla dönen ve 1’inci lige yükselen Erkek Salon Fut- bolu Takımı oyuncularını makamında ağırlayarak sporcuları tebrik etti.

Rektör Yardımcısı ve BESYO Müdürü Prof. Dr. Davut Öz- bağ, takım antrenörü Okutman Murat Kayapınar ve sporcuların katıldığı ziyaret, Rektörlük Toplantı Salonu’nda gerçekleşti.

Sağlanan başarılardan ve yapılan ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getiren Rektör Prof. Dr. Cemil Çelik, “Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu öğrencileri olarak, spor kültürünün yaygınlaştırıl- ması için gayret sarf ederken bulunduğunuz ortamlarda göster- diğiniz tutum ve davranışlarla başka çevrelere örnek olmanız hususunda sizlere önemli görevler düşmektedir.” dedi.

Sağladıkları başarılardan dolayı takım antrenörlerini ve sporcu- ları tebrik eden Rektör Prof. Dr. Cemil Çelik, hediyeler verdiği ziyaretçilerle beraber toplu fotoğraf çektirdi.

ULUSLARARASI

KISA FİLM FESTİVALİ GÜNGÖR TARIM İNŞAAT BİLGELER YOLU

BİZDEN BİRİ DOSYA HABER

S.17 S.14 S.09

S.04 S.02

Türk Halk Müziği’nin evrensel ismi Veysel Şatıroğlu, okurları-

na her daim sözleriyle huzur verirken bilge kişiliği ile de mütevaziliği öğretmiştir. Aşık geleneğinin son temsilcisi olan Aşık Veysel’i biz de saygı ve sevgiyle anıyoruz.

Bu sayımızda üniversitemiz öğrencilerine her yıl tüm dünyada kutlanan “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nün zihinlerindeki “kadın” algısını ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Mesajı’nı sorduk.

1980 yılından beri dürüstlük, kalite ve şeffaflık ilke- siyle sektör içerisinde yer alan Güngör Tarım İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, çeşitli bölge ve şehirlerde kaliteli hizmet sunmaya devam ediyor.

İnönü Üniversitesi Uluslararası Kısa Film Festivali, 9.’su ile bu yıl da genç yetenekleri ödüllendirerek Türk Sineması’na katkıda bulunmayı amaçlıyor. 26- 29 Nisan tarihlerinde film festivalinde buluşalım.

Tıp Fakültesi Dekanı ve Turgut Özal Tıp Merkezi Başhekimi Prof. Dr. Ünsal Özgen, Turgut Özal Tıp Merkezi’nin ekip ve donanım kapasitesi, hizmet alanları ve Tıp Fakültesi’ndeki simüle hasta eğitimi hakkında bilgiler aktardı.

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SALON FUTBOL TAKIMI

ŞAMPİYON OLDU

(2)

02

DOSYA HABER

KARANLIĞI SAZIYLA AYDINLATAN OZAN

Veysel Şatıroğlu, Sivas’ın Şarkışla ilçesinde doğmuş, Türk Halk Müziği’ne hatta Türk Edebiyatı’na verdiği önemli eserleriyle dinleyenlerin yüreğini fethetmiştir. Kullandığı her kelimeyle ve dizelerine kat-

tığı her duyguyla adeta kelimelere hayat vermiştir. Bilge kişiliği ve yüce gönllülüğüyle dikkatleri üzerine çeken Şatıroğlu, hafızalarımızda yer edinen çokça bestenin sözlerini yazmış, sazıyla bu sözleri adeta konuşturmuştur. Tek bir sazın kimi zaman büyük bir orkestra kadar insanları etkilediğinin kanıtıdır

Aşık Veysel’in saz ustalığı.

“Güzelliğin on para etmez, Bu bendeki aşk olmasa”

sözleriyle biz dinleyenlerine aşkı öyle güzel anlatmıştır ki aşk için yazılan sayfaların tek cümlelik özetidir adeta.

Dünya gözüyle göremediklerini gönül gözüyle görmüş olan Aşık Veysel, daha 7 yaşındayken geçirdiği çiçek hastalığından dolayı kör olmuş belki de bu yüzdendir ki dünyanın da aşkın da yaşamın da tanımlarını hep bambaşka yapmıştır.

Renkler, çiçekler, gökyüzü... Kısaca en son gördüğü yaşam, Aşık Veysel’in hayalinde nasıl kalmıştır bilinmez ama ünlü Ozan yeryüzünü bizim alıştığımızdan farklı bir şekilde anlatmıştır.

“Dünya’ya geldiğim anda yürüdüm aynı zamanda, İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece”

Köy Enstitüsü’nde saz öğretmenliği de yapan Ozanın hayatında üzüldüğü iki konu vardır; biri Atatürk’e yazdığı dizelerini okuyamaması;

bir diğeri ise askere gidemeyişi... Ama askere gidemese de askerlik görevini yapan her erkek, sıla özlemini Aşık Veysel’in dizeleriyle gidermiştir. Aşık Veysel dizelerini okuyanların aklından geçen ortak bir düşünce vardır ki

“Kalp gözü yeter de artarmış aslında yeryüzünü anlamaya ve anlat- maya”. Okurlarına bu duyguyu uyandırması bile O’nu büyük bir

Ozan yapmaya yeter. Müziğini dinleyenler engel olamaz bir kaç damla gözyaşına ve usta Ozanın hayat felsefesini öğre-

nen herkes daha farklı duygularla dinler her bir mısrayı.

Sazıyla, sözüyle yaşamı karış karış anlatan halk şiirinin ve aşıklık geleneğinin temsilcisi Aşık Veysel, kim bilir kaç neslin yüreklerinde huzurlu bir sızı bırakacaktır?

“Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yarim kara topraktır”

Sanki söylenecek ne varsa söylemiş de bize yazacak kelime bırakmamış gibi bir his verir dizeleri. Toprağa,doğaya ve insana karşı yaptığı tasvirleriyle ders verir nitelikteki kelimeleriyle Halk Müziği’nde saygıyla anılan bir kişi olmuştur Şatıroğlu. Kullandığı dilin yalınlığı, zıt duyguları bir arada çok iyi harmanlaması ve toplumda eksik gördüğü ne varsa onlara yönelttiği ince eleştirileri- yle zekasını ve bilgeliğini gözler önüne sermektedir.

Her yıl Sivas’ın Şarkışla ilçesinde anma günleri düzenlenmekte Onu kendi sözleriyle yad etmektedir hemşehrileri. Üzütünlü geçen yıllarını dizeleriyle buluştur-

an Aşık Veysel, yanık yanık türküleriyle içimizi dağlamıştır. Günümüzde dahi birçok san- atçı onun sözlerini yeniden yorumlayarak biz sevenleriyle Aşık

Veysel’i buluşturmaktadır.

Seçil Fişenkçi

A Ş I K

V E Y S E L

Doğum: 25 Ekim 1894 Ölüm: 21 Mart 1973

(3)

03 BİZDEN HABERLER

Yasemin ÇİFTÇİ

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ ÇOCUKLAR

“BENİ BEĞENMEYENİ BEN DE BEĞENMEM”

İnternet üzerinde kişisel profillerimizi oluşturmamıza izin veren sosyal mecralar, birçok yönden bizi besle-

yen, arkadaşlarımızla daha sık iletişim kurmamıza olanak sağlayan, yararları ve zararları sıkça tartışılan platformlardır. Hedef kitleyle etkileşim kurmak açısından sosyal medyada aktif olmanız gerektiği de artık göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Toplumu-

muzda çoğu insan, özellikle genç kitle, bırakın her günü, hemen hemen her saat sosyal medya sayfasını yenileyerek bir göz atar; kim neler yapmış o gün diye. Arkadaşınız, patronunuz, hoşlandığınız kişi ya da bir akrabanız… Hiç fark etmez. Sosyal medyada sizi takip etmeye başladıktan sonra stresli bir sürece girersiniz. Sürekli o profil üzerine yoğunlaşır, o profili takibe alırsınız. Bu süreçte de kim kimi takip etmiş, hangi fotoğrafı beğenmiş, yorum yapmış, yorum yaptıysa ne yazmış, hangi paylaşımda bulunmuş, yaptığımız paylaşımı beğenmiş mi, ya takibi bırakırsa soruları alır gider. Hele ki özellikle sinir olduğunuz ya da hoşlandığınız biriyse bu kişi, durum iki katına

çıkabilir. Yatağa girer girmez telefonu elimize alır bakarız hemen. Bir de istediğimiz gibi bir bildirimle karşılaşmazsak, vay halimize… Uykumuz bile kaça-

bilir, sabahı bir türlü göremeyiz. Tam uyuyacak gibi olurken telefonun ekranı yanar ve hemen bildirime bakma gereği duyarız. O ekran yanmasa bile içimize bir kurt düşer, “Belki bildirim gelmiştir, ben yine bi bakayım.” diye. Adına ne denir bu durumun bilmi-

yorum. İster takıntı deyin, ister alışkanlık, ister hastalık.

**

Hayatımızın merkezine koyduğumuz sosyal medyanın, üzerimizde yarattığı bağımlılık hangi boyuta gelecek, nasıl bir hal alacak bilinmez. Ama bu bağımlılığın gittikçe azalmayacağı gün gibi ortada sanki. “Ben onun fotoğrafını beğendim o niye benim-

kini beğenmedi, yoksa bana küs mü, yoksa kendini ağırdan mı alıyor? O zaman görür o bir daha ben de beğenmeyeceğim”. Bu cümle tanıdık geliyor size de değil mi? “E canım, biz de içimizden geçirdik zam- anında” dediğinizi işitir gibiyim sanki. Takipçi ve pro- fil fotoğrafı beğeni sayılarıyla birbirimizi yargıladığımız

ve bunlara sevinip üzüldüğümüz günümüz dünyasın- da böyle davranışları çok da garipsememek gerekir ama ben yine de nacizane bırakın kim kimi beğenirse beğensin, takip ederse etsin derim…

Bol takipçili bol beğenili ve böylelikle daha mutlu (!) günler.

Bizi de “Takipte” kalın…

Yasemin Çiftçi Ali Ekber Çıplak

İ

nönü Üniversitesi öğrenci topluluklarından biri olan Toplumsal Duyarlılık Projeleri Topluluğu (TODUP), lösemili melekler için yine ses getiren bir etkinlik gerçekleştirdi. Et- kinliğe Kültür ve Spor Daire Başkanı Ömer Çelik ve çok sayıda öğrenci katıldı.

Etkinlikte ilk olarak kampüs içerisindeki Çardak Kafe’nin

yanında kan bağışı festiva- li düzenlendi. Daha sonra Bilgeler Yolu’nda öğrencilerin toplanmasıyla başlayan “Umu- da Yürüyüş” etkinliği Tıp Fakültesi’ne kadar devam etti.

Bisiklet ve Genç Tema Toplu- lukları’nın da kendi üyeleriyle destek verdiği etkinlikte ren- garenk pankartlar, maskeler ve balonlar eşliğinde umuda yürüyüş şarkısı hep bir ağızdan söylendi. TODUP’u Tıp Fakül- tesi girişinde lösemili melekler

ve onların ailelerinden oluşan büyük bir kalabalık karşıladı.

Kısa bir açılış konuşmasının ardından yine Umuda Yürüyüş şarkısı ile birlikte balonlar ha- vaya uçuruldu. TODUP üyeleri, etkinlik sonunda kan bağışının önemine değinerek insanları duyarlı olmaya davet etti. Et- kinlik, üyelerin lösemili me- leklere hediyeler verip onların her zaman yanında olacakları mesajını vurgulamasıyla son buldu.

(4)

PROF. DR. ÖZGEN: “TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK KAPASİTELİ HASTANESİYİZ”

04

BİZDEN BİRİ

İ nönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı ve Turgut Özal Tıp Merkezi Başhekimi Prof. Dr. Ünsal Özgen, Turgut Özal Tıp Merkezi’ndeki ekip ve donanım kapasitesinin yanı sıra hastalara ve hasta yakınlarına sundukları sağlık imkânlarıyla ilgili İnönü İletişim gazetesine konuştu.

Nazlı Genç Harun Kutlu

İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Araştırma ve Uygulama Hastanesi bölgem- izin en önemli hastanelerin- den birisidir. Bununla birlikte Türkiye’de daha fazla tanın- ması için hayata geçirmeyi düşündüğünüz projeleriniz var mı?

Turgut Özal Tıp Merkezi gerçekten Türkiye’de tanınan ve bilinen bir merkez. Ancak yeterince tanınan bir merkez değil. Yeterinceden kastım, bütün bölümleriyle tanınan bir merkez değil. Nakil gibi bölüm- leri ile tanınan bir hastane.

Hâlbuki en az 15 alanda daha yaptığımız nitelikli iş var ve her biri nakil kadar önemli. Ancak toplumun gündemi, öncelikleri farklı olduğu için her biri aynı şekilde kamuoyunda karşılık bulmuyor. Turgut Özal Tıp

Merkezi bir hizmet kuruluşu gibi gözükse de hizmet kuruluşu değildir. Üniversitelere bağlı hastaneler, araştırma ve uygu- lama merkezleridir. Yani öğren- cilerimizin ve asistanlarımızın aldıkları eğitimleri daha iyi öğrenebilmeleri için laboratu- var şeklindedir ve oralarda pratik yaparlar. Dolayısıyla biz bir hizmet hastanesi olarak anılmak istemeyiz. Çünkü eğit- im ve araştırma hastanesiyiz.

Tabi bize düşen görev diğer alanlarda ki başarılarımızı, yeniliklerimizi, artılarımızı kamuoyu ile paylaşmaktır. Me- sela biz kamuoyunda hiç bilin- meyiz ama beyin kanamaları, beyindeki damar genişleme- leri, beyin tıkanmaları vs. ra- hatsızlıklarda tüm bölgelerden daha yüksek bir konumdayız.

Türkiye’nin dört bir tarafından anevrizma hastaları bize gelir- ler. Gerek ameliyatla, gerekse endovasküler dediğimiz ka-

teterle olan tanı ve tedavisini çok iyi yapan bir merkeziz.

Ayrıca hastanemiz üçüncü ba- samak yoğun bakım merkezleri açısından da Türkiye’de nere- deyse bir numaradır. Hastanenin bünyesinde 300 civarında yoğun bakım yatağı var. Bu sayı normal bir hastanenin toplam yatak sayısından daha büyüktür ve Türkiye’deki en büyük kapa- sitedir. Nerede ağır hasta varsa, hepsi bizim merkezimizde yer alır. Bu anlamda 7-8 ayrı branş- ta çok ciddi yoğun bakım hiz- meti verilmektedir. Bunların yanında 60 tane yeni doğan ünitesi kapasitesine sahip ve bu kapasite çok yüksek bir kapa- sitedir. Normal koşullarda 20 civarında yeni doğan bize ye- ter. Ama bölge ihtiyacı dikkate alındığında 60 yatak bile zam- an zaman yetmeyebiliyor. Tabi ki bu saydıklarımızı çoğalmak mümkün. Zaten birçok anlam- da hastanemizdeki imkânlara

ihtiyacı olanlar bizi buluyorlar.

Öğrenciler derslerde birçok teorik bilgi alıyorlar. Peki, uy- gulama kısmında bunları faal- iyete dökmekte zorluk yaşıyor- lar mı?

Aslında bu önemli bir soru.

Sizde öğrencisiniz “öğrenmek”

kelimesi ne anlam ifade ediyor?

Türkiye’deki temel sorun da bu. Bir bilgi var ve bu bilgi bizim açımızdan sağlık, hek- imlik bilgisi veya tıbbi bilgi olabilir. Sizin açınızdan iletişim bilgisi olabilir, iktisat açısından ekonomi bilgisi olabilir vs.

Bunlar önemli değil. Önemli olan her alanda bir teorik bilgi var. Bu teorik bilgi logaritmik olarak artıyor. Zaman o kadar hızlı ilerliyor ki bilginin üretim ve tüketim hızı çok değişiyor.

Şu an bilginin üretimi, hayata geçişi ve tüketimi çok hızlı ve bu yüzden bilginin bir önemi kalmadı. Artık bilgininin peşin- den koşmak, var olanı öğren- mek ve ezberlemek mümkün değil. Peki, doğru olan şey ne mi? Doğru olan şey şu bilgiyi seçici olarak almak ve lazım olan bilgiyi nasıl kullanacağını öğrenmek. Bilgiyi edinmek zor değil artık bir tuşa bağlı. Sorun artık bilgi eksikliği değil. Bir- inci eksikliğimiz bilginin kul- lanımı ama ondan daha önem- lisi o bilginin üretimi. Birileri üretiyor biz ise tüketiyoruz.

Bu tüketicilik bilgiyi kolayca aldın, yuttun, hazmettin ve at- tın şeklinde olmamalı. O hal- de biz eğitim sistemini öyle bir yapılandırmalıyız ki bilgi sadece malzeme olmalı, he- def olmamalı. Tıpkı bir binayı inşa ederken kullanılan tuğla gibi. Milyonlarca tuğlanız var ama onun hiçbir önemi yok.

Çünkü önemli olan o binanın tasarımıdır. Hangi duvarda hangi taşı kullanacaksınız, hangi açı ile kullanacaksınız?

Milyonlarca taşı olan bir in- san bir duvar öremiyorsa usta olamaz. Tuğlayı kullanmak bir yere kadar yeter. Önemli olan binanın tasarımdır yani binanın mimarisini tasarlamaktır. Oda

daha geniş bir tecrübe ile bilgi- yi daha üst düzey kullanmayı gerektirir. Daha da iyisi dünya- da olmayan bir mimariyi proje edip tasarlamaktır, o da bilgi üretimidir. Bizim hedefimiz şu; eğitim verirken öğrencilere sadece bilgi akışı yapmaktan çıkarmak. Çünkü milyonlar- ca hastalık ve bu hastalıkların belirtileri var. Bilgiyi ezberle ezberle nereye kadar? Öğren- ci hasta ile karşı karşıya geld- iğinde bir baş ağrısının sebebi- ni bulamayabiliyor. Biz böyle olmasını istemiyoruz. Bilgiyi azaltalım ama bilginin içinden önemli olanlarını seçebilsin, kendisine seçme yeteneği de verelim istiyoruz. Bu yeteneği de kullanma becerisini ka- zandıralım ki bizden mezun olduğu zaman bilgiyi geliştirme potansiyeli de olsun ve ileride bilgiyi üretebilsin. Bizim eğiti- mimizin dayandığı temel felse- fe bu.

Klinik tıp eğitimi nasıl sağlanıyor?

Bizim tıp eğitimimiz preklinik ve klinik diye iki kompartman- da oluyor. 1, 2 ve 3. sınıflar daha çok teorik ve laboratuvar ağırlıklı eğitim alıyor. Mesela 1. sınıfta biz normali öğreti- yoruz. Yani hücrenin normalini, çevrenin normalini, organların, dokuların, yapıların normalini öğretiyoruz. Normal insan be- denini ve çevresini tanıtıyoruz.

2. sınıfta ise anormali an- latıyoruz. Anormalden kastımız bir hücrenin nasıl öldüğü, nasıl hastalandığı ve nasıl birbi- ri ile yanlış ilişkiye geçtiğini anlatıyoruz. 2. sınıfın sonu ile 3. sınıfın başında bu anor- mal dönüşten sonra karşımıza hangi hastalıklarla geldiğini anlatıyoruz ve bunun maket uygulamalarını gösteriyoruz.

Örneğin; ‘kalp durduğunda ne yapmalıyız veya solunum dur- duğunda ne yapmak lazım, en- jeksiyonu nasıl yapmak lazım?’

gibi konuları maket üstünde uygulatıyoruz. İlk 3 sınıf aslın- da teorik ağırlıklı normal, anormal ve hastalık. 4. sınıfa

(5)

BİZDEN BİRİ

05

gelindiğinde bizim teorik eğit- imimiz bitiyor. Türkiye’de 3.

sınıftan sonra teorik anlatmayan tek Tıp Fakültesi’yiz. Niye biz bilgiyi orada bırakmışız çünkü

“bu kadar bilgi sana yeter, bun- dan sonra gel bu bilgiyi kullan”

diyoruz. 4. ve 5. sınıftaki staj gruplarımız bilgiyi kullanma- ya göre kodlanmış durumdalar.

Onu da şöyle yapıyoruz; önce- likle sanal hasta çözümleri yap- malarını istiyoruz. Öğrencilere parçalar halinde hastalıkların ipuçlarını veriyoruz ve diyoruz ki bundan sonrasını sen tahmin et. Örnek verecek olursak; ‘has- ta geldi baş ağrısı var. Hastaya ne tür sorular soracaksın di- yoruz ve öğrencimiz hastaya baş ağrısının ne zamandan beri olduğunu, tam olarak ner- esinin ağrıdığını, beraberinde şu var mı’ gibi sorularla gibi detaylandırmasını istiyoruz.

Sonra ikinci aşamada hastanın muayenesini yapıyor ve tah- minde bulunuyor. Sonra di- yoruz ki hastadan bu bulgulara göre teşhise gitmek için hangi tetkikleri istememiz lazım söyle bakalım. Sonra bu öğren- ciler tetkiki istedikten sonra

“tetkik sonuçları şöyle çıktı, hadi yorumla ve teşhis koy”

diyoruz. Bu bilgi kullanmanın sanal bir yöntemi ancak yeterli değil. Bunu gerçekte de yapma- ları lazım. Bunun için öğrenci eğitim polikliniklerimiz var.

Orada sadece hoca, öğrenci ve gerçek hasta yani simüle hasta var. Hadi bakalım al sana hasta, derdini de dinle muayenesini de yap, tetkikini de iste, teşhisini de koy ve son sınıfta kliniklerde direk sorumluluk veriyoruz.

‘Hasta senin hastan’ diyoruz ve birinin gözetmenliği altında bu hastayı sonuçlandıracaksın.

Son 3 senemiz kademeli olarak bilgisini kullanma potansiyeli ile geçiyor.

Hocam fakültenizde bulunan beceri odalarından biraz bah- seder misiniz?

Beceri odaları daha çok 3.sınıf- ta kullanılıyor. Çünkü hasta- larımızı korumamız gereki- yor. Öğrencilerin küçük ya da büyük muayeneyi, müdaha- leyi önce makette yapmaları gerekir. Maket üzerinde nasıl yapılacağını öğrendikten sonra insanda uygulamaya geçmesi gerekir. Mesela tansiyonu ilk önce maket üzerinde ölçecek daha sonra gözetim altında insanda ölçecek sonra da son

sınıfta tek başına ölçecek. Hep kontrollü gitmek zorundayız.

Hem hastayı korumamız lazım hem de öğretmemiz lazım. Ma- ket ve beceri laboratuvarları bu anlamda hastayı korumak için gerekli. Yanlış yapacak- larsa maket üstünde yapsınlar.

Sonuçta insan canı önemlidir.

Günümüzde çağdaş tıbbın gerektirdiği en güncel bilim- sel donanımı taşıyan ve aynı zamanda etik yönden bilinçli hekimler nasıl yetişir?

Etik çok farklı bir kavram ve Türkiye’de henüz yeterince karşılığını bulmuş bir kavram değildir. Aslında mesleki ahl- ak olarak tanımlayabiliriz.

İnsan hayatı olarak tanımlay- abiliriz. Bu anlamda iletişim- de son derece önemlidir. Etik bir kültürdür. Kurallar malze- mesi değildir. Siz tutarsınız kuralları a, b, c, d diye alt alta sıralarsınız. Örnek verelim;

sizin ilk önce hastaya selam vermeniz, kendinizi tanıtmanız ve arkasından sıcak bir ilişki kurup hal hatır sormanız gere- kir. Arkasından da şikâyetlerini dinlemeniz gerekir. Hastaya herkes farklı yaklaşır bazıları kaşlarını çatarak ‘hoş geldiniz’

der. Bu hoş geldiniz demek değildir. Dolayısıyla biz bu tür hataların kâğıda dökülerek düzeltilmeyeceğinin farkın- dayız. Bununda yolu, öğrenci- yken öğrenmelerinden geçiyor.

Size yaptığım bir uygulamadan bahsedeyim, bizim öğrenci po- likliniğinde dörderli gruplar şeklinde öğrenci gruplarını alıyoruz ve başlarında bizzat ben hastayı kapıdan alıp dışarı çıkarana kadar sadece din- liyorum. Öğrencilerden ben orada yokmuşum gibi davran- malarını istiyorum. Onunla işi- mi bitirdikten, hastanın eksik- liklerini tamamladıktan sonra ben hazırlayan arkadaşıma di- yorum ki ‘bir dakikalığına sen hasta ol ve dışarı çık kapıdan içeri gir’. O sırada diğer ark- adaşı doktor oluyor ‘içeri al hastayı’ diyorum ve o da içeri alıyor. Aynı mekanik yaklaşımı onda da gösteriyor ve hemen sorgulamaya başlıyor. Sonra

tamam diyorum bu defa ben karşılıyorum “kapıyı açıyorum hoş geldiniz geçmiş olsun, nasıl yardımcı olabilirim” diyorum gibi daha samimi davranıp hastanın gözünün içine bakar- ak iletişimde bulunuyorum.

Kapıdan iki defa giren öğrenci- ye soruyorum, ‘iki ilişki ar- asında ne fark hissettin?’ Ded- ikleri şey şu; ‘bir samimiyet, iki güven hissettim.’ Bu çok önemli. Saniyeler içerisinde al- dığım geri bildirimlerde öğren- cilerimin çoğu “hastanın insan olduğunu öğrendik” diyorlar ve bundan çok memnunum. Bu bir kültürdür bunu ‘şöyle davranın, böyle davranın’ diye söyleyerek kafalarına yerleştiremezsiniz.

Uygulamanız, göstermeniz ve onu o çocuğa yaşatmanız gere- kir ki bu anlamda çok yolumuz var. Gerçekten öğrencilerimizi mekanik yetiştiriyoruz. Bu çok zaman alacak ama her geçen gün daha iyiye gideceğimize inanıyorum. Bunlar şu an lisans öğrencileri. Önlerinde daha uzmanlığı, yandal uz- manlığı, akademisyenliği var.

Bir anda burada bilim adamı yetiştirmemiz sağlıklı değil.

İleride bilim adamlığı potansi- yelini burada kazandırmamız lazım ki, buradan çıkıp mezun olduktan sonra o potansiyel ile kendilerini geliştirebilsinler.

Sağlık iletişim dersleri bu kap- samda ne kadar önemlidir?

Eskiden bu kadar önemli old- uğunu düşünmüyorduk. Çünkü davulun sesi uzaktan hoş ge- lir. Şekilsel olarak yapılsa yeter diye düşünüyorduk. An- cak öyle olmadığını biz bu uygulamaya geçtikten sonra fark ettik. Özellikle bu sene 4.

sınıfa ilave olarak iletişim der- si koyduk. Normalde bu dersi 1. sınıfta daha mesleğe yeni başlarken koyuyorduk. Şimdi ise 4. sınıfın bir başka önemi olduğunu düşünüyoruz. Çünkü hastayla ilk defa yüzleşiyorlar.

O yüzden biz bu dersi dördüncü sınıfın başında verdik ki adapte olsunlar. İletişim dersinin çok başarısını gördük. Çocuklar kendilerini hekim gibi hisset- meye başladılar, karşısında- kini de hasta gibi algılamaya başladılar. Bu anlamda sadece teorik değil sürekli uygulam- ada da denetlenen bir iletişim toplum hayatında çok önem- li diye düşünüyorum. Çünkü sağlık sektöründe çıkan birçok problem iletişim eksikliğinden

Etik, kurallar

malzemesi değil, bir kültürdür

ortaya çıkıyor

Fakültenizde uygulanan eğit- im daha önce de basın kuru- luşlarında haber oldu. Simüle hasta yöntemi ile eğitim ver- iyorsunuz. Bu eğitim siste- minden bize biraz bahseder misiniz?

Simüle hastadan kastımız şu;

hastalık taklidi yapan eğitilmiş insan. Biz mecbur kalmadıkça simüle hasta kullanmıyoruz, ancak bazı alanlarda kul- lanıyoruz. Gerçeğini eğitimde kullanmak daha doğrudur ancak bu gönüllülükle alakalı bir şey- dir. Eğer gerçek hastanın rızası yoksa zorlayamayız insan hak- larına aykırıdır. Hastalarımızda bu konuda bizden memnunlar.

Ancak öğrenci sayımız çok fa- zla olduğu için staj sayımızda fazla. Bu nedenle gerçek has- ta yetişmiyor. Bu durumlarda simüle hastayı kullanıyoruz onlara tiyatro oyuncusu gibi senaryolar ezberletip o rolleri yapmalarını sağlıyoruz. İkinci kullandığımız alan ise sınavlar.

Burada staj sınavlarımız değiş- ti. “Söyle bakalım şu nedir, bu nedir” gibi şeyler sormuyoruz artık. Direkt odaya giriyor biz odaya simüle hastayı gön- deriyoruz. Orada o hastanın şikâyetlerini dinleyip, muaye- nesini yapıp, tetkiklerini istey- ip, teşhisi koyup, tedavisini yapıp öyle hastayı gönderme- sini istiyoruz.

Hastalara ve hasta yakınlara sunduğunuz sağlık imkân- lardan bahseder misiniz?

Bizim yıllar önce yani göreve başlamadan önce bir hedefimiz vardı. Hiç kimsenin yardımı ol- madan veya araya kimseyi koy-

madan derdini anlatabilecek ve çözüme ulaştırabilecek bir altyapı oluşturmayı hedefledik.

Bu kapsamda tüm yapılan- mamızı ona göre dizayn ettik.

Bugün de o noktaya geldik. Bu kurumda hiç kimseyi tanıma- yan, kurumda hiçbir akrabası olmayan, yardıma muhtaç in- sanların artık kendi işini araya kimseyi sokmadan halledebi- lecekleri bir altyapı oluşturduk.

Burada tabi ki akademik per- sonelimize çok şey borçluyuz.

Sağ olsunlar hastalara hep sa- hip çıkıyorlar. Biz de hastaya sahip çıkma kültürü gelişti. Bu sahip çıkma kültürü ile kimse- si olmayan hastayı dahi açıkta bırakmıyoruz.

Hastanemizin ekip ve donanım kapasitesi ne durumda?

Sadece iyi demek yeterli kal- maz, çok iyi. Neredeyse Tür- kiye’de olup bizde olmayan hemen hemen hiçbir cihaz yok.

Hatta biraz daha abartırsak dün- yada bile hizmet sektöründeki teknolojinin tamamına yakını bizde var. Ancak bazı teknolo- jiler çok pahalı ve uyguna mal alımı dar olduğundan biz onun maliyet analizine bakıyoruz.

‘Ne kadar almaya değer’ diye düşünüyoruz. Bazı hastalar var ki bazı bölgedeki cihazlar o hastayı kurtarmıyor. O zaman Türkiye’de birkaç yerde olsun yeter diye düşünüyoruz. Hev- es peşinde değiliz. Onlarda var bizde de olsun diye düşün- müyoruz. Ülkenin kaynakları heba olmasın. Eğer Türkiye’ye iki tane yetiyorsa üçüncüsünü almak istemeyiz. Onun dışında bütün teknolojimiz mevcut.

(6)

06

BİZDEN HABERLER

“REKLAM GÜNLERİ” İLE DOLU DOLU ÜÇ GÜN

ADT’DEN ÇANAKKALE MESAJI

Pınar Kalkandelen Ali Ekber Çıplak

İ

nönü Üniversitesi Reklam- cılık Topluluğu tarafından düzenlenen “Reklam Gün- leri” etkinliği ile Hürriyet Gazetesi Reklam İletişim ve Kırmızı Ödülleri Koordinatörü Gürül Öğüt, Prodüktör Tayfur Sonkaya, Reklam Yazarı Mu-

rat Öner ve İnönü Üniversite- si Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.

Dr. Fatih Özdemir gibi reklam sektörünün deneyimli isimleri öğrencilerle bir araya geldi.

3 gün süren etkinlik boyunca reklamda yaratıcılık, marka yaratma, yaratıcı bir reklam nasıl okunur gibi farklı konular ele alınarak çeşitli söyleşi ve atölye

çalışmaları gerçekleştirildi.

Etkinliklere özellikle İletişim Fakültesi ile Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi öğrenciler- inin ilgisi yoğundu. Etkinliğin ilk gününde öğrencilerle bu- luşan Gürül Öğüt, “Reklamda Yaratıcılık” konulu söyleşisine reklamda yaratıcılığın ne za- man işe yarayıp yaramayacağı- na değinerek başladı. Öğüt,

Gülnihal Türkmen İbrahim Ali Koman

Ç

anakkale Zaferi’nin 101’inci Yıldönümü dolayısıyla İnönü Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu tarafından Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı önünde bir basın açıklaması yapıldı.

Yusuf Can Şendil isimli öğrencinin, Necmettin Halil Onan’ın “Dur Yolcu” şiirini okumasının ardından Toplu- luk Başkanı Bayram Yüksel- en yaptığı basın açıklamasın- da, “Çanakkale Savaşları, 1. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren, tarihe ‘Çanakkale Geçilmez’ sözü ile yazılan büyük bir destandır. Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusu’na, Atatürk gibi dahi bir lider hedi- ye etmiştir. Türk Ulusu, İs- tanbul’u kurtaran Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’i Çanakkale’den tanımış, 19

İnönü Üniversitesi

İletişim Fakültesi Adına Sahibi Dekan

Prof. Dr. Metin IŞIK Genel Yayın Yönetmeni Yrd. Doç. Dr. M. Barış YILMAZ Yayın Danışmanı

Yrd. Doç. Dr. Fatma NİSAN Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARACA Yazı İşleri Müdürü

Öğr. Gör. Yasemin KESKİN YILMAZ

Öğrenci Editörü Yasemin ÇİFTÇİ Muhabirler Ayşegül ŞAHİN Elif ERDEN Fahri KARAMAN Fatma ÖZAL Gülnihal TÜRKMEN Müzeyyen Zeynep YÜCEEKİN Nazlı GENÇ

Neslihan KORKMAZ Nezahat ERİŞMİŞ Pınar KALKANDELEN Seçil FİŞENKÇİ Sevil ADIGÜZELMAN

İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Uygulama Gazetesidir Sibel YAĞCİ

Şehristan SAYIN Zekiye KURT Foto Muhabirleri Ali Ekber ÇIPLAK Harun KUTLU İbrahim Ali KOMAN Görsel Tasarım ve Uygulama Burak GÖZÜTOK

Hüseyin Can AYDIN Düzelti

Öğr. Gör. Yasemin KESKİN YILMAZ

Basım Tarihi: Mart 2016 Sayı: 22

Yıl: 3

Yayın Türü: Yerel, süreli eposta: gazeteiletisim@inonu.

edu.tr

Adres: İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi Merkez Kampüsü

Merkez / MALATYA.

Tel: +090 422 377 46 90 - 1107 Fax: +090 422 341 01 63

Mayıs 1919’da Samsun’a çık- tığı gün Türk halkının, tanıyıp güvendiği liderinin etrafında kenetlenip İstiklal Savaşı’na katılmıştır. Türk bağımsızlık savaşının temelleri, Çanak- kale’nin sularında, Conk- bayırı’nda ve Anafartalar’da atılmış, bu zaferler daha sonra Türk Ulusu’nu Mustafa Ke-

mal önderliğinde Kurtuluş Savaşı’na taşımıştır. Bu zafer;

Yahya Çavuşlarıyla, Koca Seyyitleriyle, Kınalı Alileriyle, 57. Alaylarıyla kahraman Türk Ordusu’nun zaferidir. Bu zafer, kocalarını, evlatlarını düğüne gönderir gibi cepheye gönder- en anaların, babaların, eşlerin zaferidir” ifadelerine yer verdi.

“Yaratıcı olmak esasında zor bir şey değil, çeşitli araçlar kullanılarak yaratıcı olunabi- lir. Fakat hedef kitleniz, reklamın içeriği, ürünün içeriği, markanın tüketiciyle ilişkisi gibi çerçevelerde anlamlı ve alakalı değilse hiçbir işe yaramaz. Hat- ta markanıza zarar bile verebi- lir. Bir reklam eğer yaratıcıysa daha çok hatırlanıyor. Müşteri yeni reklamlara ihtiyaç duy- muyor. Dolayısıyla bütçesinden tasarruf ediyor. Kâra geçmesi daha kolay oluyor. Bütçede her ay yeni bir iş, yeni bir reklam üretmek yerine yaratıcı bir reklam ve gerekli bir yatırım yapıp onu uzun süre kullana- bilir. Reklamın beğenilmesi de o markaya tüketici nezdinde aralarında daha sıcak bir ilişki oluşmasını sağlıyor” şeklinde konuştu.

“Reklamlar Satın Almaya İkna Ediyor mu?”

Reklamda yaratıcılık üze- rine yapılmış çeşitli araştır- malardan da örnekler sunan deneyimli Reklamcı Gürül Öğüt, “Yaratıcılığın önemli ol-

duğuna inanıyoruz. Çok yaratıcı reklamlar da görüyoruz. Peki bu reklamlar bizi satın alma- ya ikna ediyor mu? Temelde reklam yaratıcılığıyla ilgili bilinen iki şey var: Reklam, yaratıcıysa dikkat çekiyor, akıl- da kalıyor. Reklamın beğenili- yor olması demek o markaya karşı olumlu düşünceler içer- mesi demek. Herkes reklam- ların yaratıcı ve ilgi çekici ol- ması, dikkat çekmesi, akılda kalması ve tüketicinin beğen- mesi gerektiğini biliyor ama ne kadar etkili olacağını bil- miyor” ifadelerine yer verdi.

Reklam yaratıcılığının özgün- lük, esneklik, sentez ve sanatsal olmak üzere 5 farklı boyutta incelendiğine değinen Öğüt,

“Belli bir yaratıcılık boyu- tu, belli ürün kategorilerinde, belli hedef kitleye daha etkili olacakken hata yapılıp farklı boyutlara odaklanılmasıyla yanlış alanlarda yaratıcı işlerin ortaya çıkmasına sebep ola- biliyor” ifadelerini kullandı.

Sonrasında atölye çalışması ile öğrenciler uygulama yapma imkanı buldu

İnönü İletişim Gazetesi

(7)

RÖPORTAJ

07

“KİŞİ KENDİNE İNANIRSA BAŞARAMAYACAĞI HİÇBİR ŞEY YOKTUR”

Sibel Yağci

Ayla Algan, Sinan Çetin, Amerikalı Yönetmen Eric Morris’in Yardımcı Yönetme- ni Antony Vincet Bova gibi önemli isimlerden eğitimler almışsınız. Bu isimlerin kari- yerinize nasıl bir katkısı oldu?

Plato Film Okulu döneminde şöyle bir durum vardı; Bir workshop vardı. Bir haftalık bir eğitim süreciydi ve oraya eğitime gelen isimlerden hatır- ladığım isimler Ebru Akel, Sinem Kobal, Halit Ergenç, Bergüzar Korel. Türkiye’de zaten oyunculuk eğitimi üze- rinde metodu beğenilen eğit- imlerde kullanılan Eric Morris metodu gerçekten vazgeçilmez bir metot. Ben de eğitimlerim- de kullandım. Farklı püf nok- taları var. Türkiye’ye de Eric Morris’in Yardımcı Yönetme- ni Antony Vincet Bova eğitim için gelmişti. Ben de o eğitime katılma fırsatı buldum ve be- nim için inanılmaz bir eğitim oldu. Onunla birlikte Türkiye çapında bir şeyler öğrendim ve bu eğitim benim ufkumu daha da açtı. Avrupa’ya, sinemaya ve oyunculuğa olan bakışımı değiştirdi.

Siz eğitim aldığınızı söylediniz, ama sizce oyunculuk bir ye- tenek işi mi yoksa sonradan da kazanılabilir mi?

Alaylı-eğitimli ayrımı hep yapılıyor ve bence bazı nok- talarda yapılmalıdır. Tiyatro, sinema eğitimi veren daha doğrusu verdiğini düşünen in- sanlar var ülkemizde ne yazık ki! Araştırdığımızda bunların yeterli eğitim sertifikalarına, diplomalarına, üniversite eğit- imini bir kenara bırakıyorum, bir yeterlilik sertifikası ve di- ploması dahi yok. İnsanlar onun yeterliliğini bilmeden, ye- terli görüp çocuklarını eğitime gönderiyorlar. Ben İletişim Fakültesi mezunuyum ama sen değilsin. Sen yıllarını setlerde işte kablo ve kamera taşıyarak

S enarist-yazar-oyuncu-editör-eğitmen-yönetmen olarak sektörün her alanında mesai harcayan ve mesleki kariyerine genç yaşta artılar kazandıran deneyimli isim Hakan Yağız Bozdemir ile medya sektöründe yer almak için ne gibi adımlar atılması gerektiği üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

yerinde görerek öğrenmişsin.

Ben üniversite de dar alanlarda, kapalı duvarlarda imkânlarım kısıtlı olduğu halde bir çekim için dahi kırk tane izin alarak öğrenmişim. Alaylı kişi diye ayrıştırdığımız kişi daha özgür bir şekilde kendini geliştirmiş.

Bu noktada önemli ama her alaylı için iyi diyemeyiz. Bunun alaylı ya da eğitimli olmasıyla bir alakası olduğunu düşün- müyorum. Bunları geliştiren tamamen bakış açısı ve yetenek En önemli nokta ise eğitimin var olması.

Sinan Çetin’den eğitim al- dığınızı söylediniz. Aynı za- manda Sinan Çetin’in beyaz perdeye taşıdığı “Çanakkale Çocukları” filminde film ekibi içerisinde yer almışsınız. Si- nan Çetin ile çalışmak nasıl bir duyguydu sizin için?

Sinan Çetin işinde inanılmaz disiplinli bir eğitmen, işine çok bağlı. Sinan Hoca’yla çalış- mak gerçekten zor ama çok zevklidir. Bir defa yılların biri- kimi var. Çok iyi projelere imza atmış hala da atmaya devam ediyor. Bu noktada benim için iyi bir okul oldu “Çanakkale Çocukları” seti.

Biraz da tiyatro geçmişinizden bahsedelim. “Anadolu Kadın-

ları Müzikali” oyununuz ile Londra Sanat Akademisi Genel Koordinatörü Rebeca Horner tarafından “Onursal Drama Yazarı” ödülüne layık görüldünüz. Bu oyundan biraz bahsedebilir misiniz?

Ben tiyatroya ilk çocuk oyunuyla başladım. Bremen Mızıkacıları’nda horoz karak- terindeydim. Çocuk oyunun- da yer almak çok zor. Çünkü yetişkinlere hata yapsan da bir noktada ikna etmek daha kolay ama çocuklar öyle değil. On- lara beğendirmek ve bir şey an- latmak biraz daha zor. Sonraki süreçlerde, farklı tiyatro oyun- larında da yer aldım ve çocuk oyunu yazmaya başladım. Lon- dra Sanat Akademisi bünye- sinde temsilcilikten sonra on- ların çatısı altında bir oyun yazmak istedim. Amacım on- ların çatısı altında İstanbul’da hem beni hem Türkiye’yi Avru- pa’ya tiyatro oyunuyla yansıt- mak, dikkat çekmekti. Anad-

olu Kadınları diye bir müzikal yazdım. Anadolu Kadınları geçmişten günümüze Anado- lu’da kadınların yaşamış ol- duğu sıkıntıları dile getiren bir tiyatro oyunu. Anneannem, babaannem sonra annemin yaşamış olduğu sıkıntılar, ken- di çevremdeki gözlemlerim ve televizyon programlarındaki farklı şehirlerde Anadolu’ya, Anadolu kadınlarına yönelik çekmiş olduğum belgeseller il- ham kaynağım oldu. Dile getir- dim, yazdım, sundum akademi kabul etmedi. Ben Malatya’da oynanmasını istedim. “Niye Malatya?” dedi. Bu soruya ce- vap vermeden önce buna ken- dim bir cevap buldum ve oyu- na Battalgazi, Niyazi Mısri, Somuncu Baba, Asur kraliçesi gibi Malatya’nın tarihi erkek karakterlerini yükledim. Oyunu 3 ay içerisinde 27 Mart Dün- ya Tiyatrolar Günü’nde ücret- siz bir gösterimle Malatya’da sahneledik. İlk gösterim oldu.

Daha sonra İstanbul’da göster- im oldu. Benim için tamamen bir şans oldu Birleşmiş Mil- letler Kültür Raporları’na giren Türkiye de dizi, sinema tiyatro sektörlerinde ilk gösteridir. Sa- dece benim başarım değil, eki- bimin başarısı. Malatya ve Tür- kiye olarak Birleşmiş Milletler Kültür Raporları’nda yer aldı.

Bu benim ve ülkem için büyük

bir kazançtır.

İstanbul gibi insan kaynayan bir şehirle, Malatya gibi daha sakin bir şehirde çalışma fır- satınız olmuş. Peki, sektörel açıdan mesleğinizdeki ortam koşullarını değerlendirecek olursak nasıl bir kıyaslama yaparsınız?

İstanbul kaynayan bir kazan ve siz onun içerisinde nasıl yer edinebilirsiniz, nasıl kalabilir- siniz? Bu biraz süreç gerektiri- yor, biraz tırmalamak gerekiyor.

Malatya’nın bu noktada hala ye- terli olduğunu düşünmüyorum.

Hala çok iyi değil. Hala te- levizyonlarında, yayın kuru- luşlarında çok iyi isimler yok.

Ya da çok iyi isimler var ama kanalların yayın politikaları kısıtlı, istediklerini yapamıyor- lar. Malatya’nın biraz daha gayret göstermesi gerekiyor.

İletişim Fakültesi’nin olması çok büyük bir avantaj. Burada- ki öğrenciler Malatya’daki tel- evizyonları iyi kullanmalı diye düşünüyorum.

S e n a r i s t - y a z a r - o y u n - cu-editör-eğitmen-yönetmen olarak sektörün her alanında mesai yapan birisiziniz. Bu alanlarda kariyer yapmak ist- eyenlere tavsiyeleriniz neler olur?

Bir defa ne olursa olsun karşınıza her ne çıkarsa çıksın inanmak başarmanın yarısıdır.

Hedefinizden asla vazgeçmeyin.

Ben bu noktada biraz nasip ve kadere çok inanırım. Hiç kim- senin emeği boşa gitmez. Kişi kendine inanırsa başaramaya- cağı hiç bir şey yoktur. Mutla- ka doğru okuyup, araştırarak doğru yerlerden, doğru kişi- lerden eğitimler ile sektörde ke- sinlikle yer edinebilirsiniz. Her vazgeçtiğinizde, “ben bırakıp gidiyorum peki kim olacak be- nim yerimde benden daha mı çok çabalayacak, daha mı iyi olacak” diye düşünmelisiniz.

Tiyatroya çocuk

oyunuyla başladım

(8)

#KadınlarGünüMesajım

08

BİLGELER YOLU RÖPORTAJI

Zekiye Kurt / İbrahim Ali Koman Benim için kadın, anneyi ifade ediyor. Çünkü

ilk sevmeyi, sevilmeyi annede öğreniyoruz.

Dünyaya gözümüzü açtığımızda ilk onun varlığı ile tanışıyoruz. Kadına daha fazla değer verilmeli ve Kadınlar Günü kutlanmalı

ama sadece bir güne sığdırılmamalı.

Kadın deyince aklıma çocuklar

, çocukları yetiştirmek, annelik, dünyanın en büyük feda

-

karlığı geliyor .Aslında toplumu şekillendiren kadındır. Kadına değer verilmemiş toplumların şekillenmediğini görüyoruz. Kadınlar Günü’nün

kutlanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kadınların onlara değer verildiğini hissettiren bir gün olarak anılması önemli.

Geçmişte kadın değersiz bir varlık gibiydi. Şimdilerde kadın ve erkek eşitliğinin biraz daha iyileşmesiyle birlikte toplumda yerini almış hür ve eşit insanları ifade ediyor. Kadın anne, arkadaş, kardeş ve sıkı bir dosttur.Yani hayatımızda her zaman olacak bir varlık.

Kadınların toplum için önemli olduğunu düşünüyo- rum. İlerleyen zamanlarda tamamen kadın ve erkek eşitliğinin olmasını ümit ediyorum. Kadınlar Günü’ne

daha fazla önem verilerek kutlanmasından yanayım.

Benim için kadın, dünyanın en muhteşem varlığıdır. Ailem, çevrem bana bunu öğretti.

Kadınlara değer verilmesi gerektiğini öğret tiler. Bana Kadınlar Günü sıradan geliyor - Bence dünyanın sadece bir günü kadınlar .

için özel olmamalı.

Birçok şey ifade ediyor. Ailemizden ötürü ilk başta anneyi ifade diyor. Kadın bir abla, bir öğretmen, bir arkadaş, bir dosttur. Bazı toplumlarda maalesef kadınların çok fazla ezilen taraf olduğunu görüyoruz.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki kadın tek kelime ile anlatılacak bir varlık değil. 8 Mart Dünya Kadınlar

Günü tüm kadınlarımıza kutlu olsun.

Öncelikle kadın güzel bir varlıktır. Ben Kadınlar Günü’nün özel bir gün olarak kutlanmasından değil

de kadınlara her zaman değer verilmesinden yana- yım. Kadına verilen değerin bir güne sığdırılmasını

istemem. Kadın bir toplumun en temel değeridir.

Özellikle bir erkek olarak “kadının” toplum içinde- ki önemini bilmemiz gerekiyor.

Son yıllarda kadınlara verilen önem daha da arttı.

Kadın gerçekten değer verilmesi gereken bir varlıktır.

Çünkü bizim bu dünyada var olmamızı sağlayan önem- li ve vazgeçilmez bir değerdir. Tarihsel süreç içerisinde

toplumlar değiştiği için Türk toplumu olarak bizim de eskiye oranla kadına verdiğimiz değer artmakta.

Kadınlar Günü, bir günü sığdırılmamalı diye düşünü- yorum.

Hasan Demir Odyoloji Serkan Ünal

Siyaset Bilimi

Muhammet Ali Elmas Hukuk

Emrah Küçük

Bilgisayar Öğretmenliği

Ahmet Yılmaz Uluslararası İlişkiler Emre Demirtaş

Dış Hekimliği

Kadir Çeçen PDR

K adınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi kazanması açısından önemli bir gün olarak her yıl 8 Mart’ta tüm dünyada kutlanan “Dünya

Kadınlar Günü” bu yıl da kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin giderek tırmandığı bir dönemde gündeme geldi. Bu sayımızda

Üniversitemiz gençlerine zihinlerindeki “kadın” algısını ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Mesajı’nı sorduk.

(9)

KISA CÜMLELERLE UZUN BİR HAYAT

KÜLTÜR SANAT

09

Sobayla ısındığımız, cep telefonlarına teknolojinin son harikası olarak baktığımız, o hep özlemle andığımız yılların hatırasıdır

“Bir Demet Tiyatro”.

Geçen yıllar içinde özle- diğimiz birçok duyguyu içinde barındıran, farklı formatıyla izleyenlerine bir ilk yaşatan dizidir “Bir Demet Tiyatro”.

Dizi, 21 yıl önce bir yılbaşı gecesi, senaryosunu Yılmaz Erdoğan’ın kaleme aldığı ve kısa zamanda fenomen haline gelen, ilk bölümü “MTV-Me- clis Tv” adıyla sergilenen bir oyundur aslında, daha sonra

“Bir Demet Tiyatro” adıyla izleyenlerinin karşısına çık- mıştır. İlk planlanan fikir her bölümde ayrı bir konu olacağı yönünde olsa da 90’lı dönem- lerin dizi furyasına Bir Demet Tiyatro da kapılıp gitmiştir.

Tabir-i caizse dizi tiyatrosuy- la Türk televizyon tarihinde kendine yer edinmiştir.

Bir Demet Tiyatro’da asıl olaylar Çıtır Ailesi’nin etrafın- da gelişiyor olsa da etrafındaki insanların başından geçen mi- zahi olayları seyircilerine sunan oyunda kimi zaman duygusal replikler de dikkat çekmiştir. Dizi bir bakıma evin pek bilmiş kızı Lütfiye Fadıllıoğlu’nun gözünden anlatılmaktadır evin hali ve mahallelinin durumu.

Bıkmadan Usanmadan 8 Sezon

Bizi televizyonun ekranlarında tiyatro perdesiyle buluşturan 90’lı yıllardan milenyuma

geçiş sürecinin vazgeçilmez güldürüsü “Bir Demet Ti- yatro” koca bir neslin akşam eğlencesi olmuş ve bir klasik olarak adını hafızalarımıza yazdırmıştır. Her bir karakte- rin fenomen olduğu dizide karakterler seyircilere ayrı bir keyif vermiştir. Kimi- si Mükremin Çıtır (Yılmaz Erdoğan) karakteri için kimisi Lütfiye, Züleyha, Feriştah (Demet Akbağ) karakter- leri için kimi izleyiciler ise mahalle eşrafı için izlemeye doyamamıştır Bir Demet Tiyatro’yu. Hiçbir karakter bizden uzakta olan kişilikler değildir aslında; her oyuncu o dönemlerde komşumuz, akrabamız, arkadaşımız olmuştur. Her mahallede olan Laz Bakkal Amca da bizdendir abimizin-kardeşimizin en yakın arkadaşı Türbüşon da komşu Mücver abla da. Yeni dönem dizilerden farklı olarak dozunda yansıttığı samimiyet duygusuyla aradan geçen 14 yıla rağmen hala adından söz ettirmektedir.

Seyircinin karşısına çıkan her sahnede; sevinçlerde, hüzünlerde, dostluklarda, kıskançlıklarda gerçeklerin kurgulanmış bir yansımasıdır.

Yapmacık durmayan ve 90’ların birçok programında ele alınan -gündem olaylarını konu edinme, mahalle kavramına verilen önem, gerçek dostluğun ifadesi- özel- likler Bir Demet Tiyatro’da da karşımıza çıkmıştır. Toplum mu bu programlara yön verdi ve programlar bu şekilde gelişti yoksa bu programlar mı toplumu yönlendirdi bilinmez ama izleyenler gördükleri manzaradan hoşnut durumday- dılar. Yılmaz Erdoğan, senar- yosundaki ince esprileriyle ve zekice hazırlanmış kurgusuyla yaratıcılığını gözler önüne ser- mektedir. Ustaların aynı sah- nede buluştukları dizi tekrar- larının yayınlandığı dönemde bile beğenilerek izlenmiştir.

Yeniden çekilen bölümleri bazı usta oyuncuların hayata veda etmelerinden ve değişen za- mandan dolayı pek tutulmamış

olsa da kemikleşmiş izleyici kitlesini yeniden ekran başına toplamıştır.

Televizyonda Tiyatro Bir tiyatro sahnesinde geçen dizide dekor gerçek gibi gösterilmeye çalışılmamış, tamamen bir tiyatro oyunu ola- rak sunulmuştur. Fakat göste- rimler sahnenin bulunduğu salonda değil herkesin olduğu odada, televizyonda izlen- miştir. Her bölümün sonunda oyuncular teker teker sahneye gelip izleyenleri selamlamış ve perde kapanmıştır.

Aslında tiyatro sanatına ulaşma imkanı olmayan çoğu kişi Bir Demet Tiyatro ile tiyatro ha- vasında bir dizi izlemiştir.

Bu Demette Çok Ünlü Var Bir Demet Tiyatro denildiğinde sahip olduğu oyuncu kadrosun- dan bahsetmemek olmaz.

Şu günlerde birçok kişi tarafından sevilerek izlenen oyuncuların ilk sahne ve

televizyon deneyimlerini de yaşama fırsatlarını buldukları Bir Demet Tiyatro’da aynı zamanda Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Altan Erkekli, Zerrin Sümer gibi usta oyun- cularda sahnede hünerlerini sergilemişlerdir.

Demet Akbağ ve Yılmaz Erdoğan’ın uzun yıllar sürecek olan dostluklarının da temelle- rinin atıldığı dizide, oyuncu- lar farklı karakterlere hayat vermiştir. Usta bir kalemden çıkan dizinin senaryosu ve usta oyuncu kadrosunun birleşi- miyle Türk halkı uzun yıllar mizaha doymuştur.

Daha sonra oyunculardan bazılarının diğer oyuncuları olduğu kadar izleyenleri de üzmüştür. Bu gibi günlerde dizinin sonunda tüm ekip sah- neye çıktıklarında dostlarınıda anarlardı. Bu bölümler seyir- cileri fazlasıyla hüzünlendirir aslında oyuncuların orada gerçek bir aile gibi olduklarını hissederlerdi.

Mükremin Çıtır (Yılmaz Erdoğan) ile hayatımıza giren sempatik-delikanlı mahalle abisi sahip olduğu entellektüel bilgisi ve Asuman’a olan aşkını anlatırken kurduğu cümleler- le birçok kızın gönlünü feth ederken delikanlılarında idolü olmuştur.

Mükremin’e olan aşkını içinde saklayan Feriştah’ın sarf ettiği

“Ve o anda mükremin kapıda belirdi. aman allahım, bir insan ancak bu kadar kapıda belirebilirdi!...” sözleri en güzel replikler içinde ilk 10’a girmiştir.

Seçil Fişenkçi

(10)

“İLETİŞİM SOHBETLERİ” GERÇEKLEŞTİRİLDİ İSTİKLAL MARŞI’MIZIN 95. YILDÖNÜMÜ

Harun Kutlu

İ

stiklâl bul edildiği tarih olan 12 Marşı’nın ka- Mart 1921’in 95. yıldönümü münasebetiyle İnönü Üniversi- tesi Hoca Ahmet Yesevî Kon- ferans Salonu’nda düzenlenen konferansa, Ankara Üniver- sitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.

Dr. Nurullah Çetin konuşmacı olarak katıldı. “İstiklâl Marşı’nı Anlamak” başlıklı konferansa Rektör Danışmanı Doç. Dr.

Cafer Mum, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fikret Kah- raman, Sosyal Bilimler En- stitüsü Müdürü Prof. Dr. Me- hmet Karagöz, Türkçe Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Kavruk, öğretim elemanları ve çok sayıda öğrenci katıldı.

“İstiklâl Marşımız, 12 Mart 1921 tarihinde o günün şart- ları içerisinde yazıldı. Ancak bu metin, sadece o yıllara ait, o tarihi döneme özgü bir metin değildir” diyerek konuşması- na başlayan Prof. Dr. Nurullah

10

BİZDEN HABERLER

Ayşegül Şahin Harun Kutlu

İ

nönü Üniversitesi İletişim Topluluğu’nun düzenlemiş olduğu “İletişim Sohbetleri”

adlı program Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİ- AD) Başkanı Mehmet Balin’in katılımı ile gerçekleştirildi.

İletişim Fakültesi’nde düzenle- nen programa İletişim Fakül- tesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin Babacan, Yrd. Doç. Dr. Hasan Topbaş ve öğrenciler katıldı.

Yaşadığı iş tecrübelerinden öğüt niteliğinde tavsiyelerde bulunan Mehmet Balin,

“Tecrübelerimiz ile sizlere yeni ufuklar açabilmek, kariyerinizi planlarken hangi hususlara dikkat etmeniz gerektiği ve nasıl bir plan yapmanız gerek- tiği ile alakalı öneri-

lerde bulunuyoruz. Her başarı hikâyesinin arkasında mutlaka bir olay vardır. Öncelikle hayal

kurmalıyız. Daha sonra bu hayali gerçekleştirebilmek için çalışmalıyız ve nasibimizde varsa her şey olur” dedi.

Her hikâyenin çalışmak ile başladığını dile getiren Balin,

“Bir iş yaptığınızda gayret göstermeniz gerekir. Hedefiniz ve çabanız varsa birileri sizin başarınızı mutlaka anlatacaktır.

Bir alanda mutlaka bilginiz olsun. Mezun olduktan sonra işverenin karşısına geçtiğinizde

“her işi yaparım” demek yerine

“benim şu işte size yardımım dokunacaktır” deyin. Kariyer planınızı yaparken kendinizi iyi analiz edin. Çalışmaktan ve işten asla kaçmayın. Deneyim- lerinizin size mutlaka faydası olacaktır” ifadelerini kulla- narak sözlerini sonlandırdı ve öğrencilerin sorularını cevap- ladı.

Çetin, “İstiklâl Marşı, içer- diği anlam ve verdiği mesajlar bakımından bugün de geçerlil- iğini koruyan temel metinlerim- izden biridir. Dolayısıyla her yıl Mart ayında İstiklâl Marşımız, tüm resmi kurumlarda kutlan- makta ve anılmaktadır. İstiklâl Marşı, bugün bu coğrafyada bağımsız ve bağlantısız milli bir Türk devleti olarak varlığımızı koruyabilmemiz için kendi- sine dönmemiz gereken temel metinlerden birisidir. Onun için Mehmet Akif Ersoy atamız, bu marşta bize neler söylüyor? İs- tiklâl Marşı bize neyi anlatıyor?

Bunun üzerinde durmamız gerekiyor.

“Mili Mücadele Ruhunu Yansıtan Tek Marş”

23 Nisan 1920’de Milli Mü- cadele’nin tam ortasında TBMM açılarak bağımsız Türk Devleti kurulmuş oldu. Bu dev- letin uluslararası platformlarda başka devletlerle olan münase- betlerinde bizi temsil edecek milli bir marşa ihtiyaç duyuldu.

Ayrıca milli mücadelenin de- vam ettiği sırada, ordumuzun ve milletimizin maneviyatını ve moralini diri tutmak, yükselt- mek ve bunlara cesaret vermek için Milli Mücadele’nin ruhu- na tercüman olacak bir marş yazılması ihtiyacı doğmuştu.

Bu ihtiyaca binaen açılan bir yarışmada 724 civarında eser gelmiş ancak hiçbiri bizim

milli mücadele ruhunu ifade etmeye yetecek ölçüde değildi.

Daha sonra aranan nitelikteki marşın Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınabileceği düşünüldü ve bu teklif, Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a iletildi. Milli şairimizin, ihti- yacı olduğu hâlde yarışma için ortaya konulan ödülü almam- ak şartıyla kabul ettiği ve son-

rasında kaleme aldığı İstiklâl Marşı, milli mücadele ruhuna tercüman olan tek marş oldu”

dedi. İstiklâl Marşı’nın Türk milletinin millî ve dinî değer- lerini, vatan sevgisini yansıt- tığını sözlerine ekleyen Prof.

Dr. Çetin’e konferans sonunda Rektör Danışmanı Doç. Dr.

Cafer Mum tarafından kristal plâket takdim edildi.

(11)

İLETİŞİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİ’NDEN ANLAMLI SERGİ

HALK OYUNLARI EKİBİ YARIŞMAYA HAZIRLANIYOR

BİZDEN HABERLER

11

Sevil Adıgüzelman Ali Ekber Çıplak

İnönü Üniversitesi Halk Oyunları Topluluğu Antalya’da düzenlenecek olan yarış- ma için 12 kişilik bir ekiple hazırlıklarını Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu (BESYO) Spor Salonu’nda sürdürmeye devam ediyor. İnönü Üniver-

sitesi Eğitim Fakültesi Şube Müdürü Nezir Kızılkaya danışmanlığında gönüllü ola- rak yürütülen topluluk, aynı za- manda Üniversiteler arası Halk

Oyunları yarışma ekibinde yer alıyor. 1985 yılında toplulukla

tanışan ve topluluğun ant- renörlüğünü de yürüten Nezir

Kızılkaya, “Topluluk üyeler- ine genel bir bakış açısıyla baktığımızda fakülte ve meslek yüksekokullarından katılım olmaktadır. Yarışma ekibinde en önemli şey oyuncuların per-

formansı olacaktır. Üniversi- temiz ihtiyacımız olan her şeyi

bize sunmaktadır. Sıkıntılar olmayınca sadece çalışmaya odaklanıyoruz. Bu işi yapmaya karar veren herkese kapımız her zaman açıktır” ifadelerini kullandı. Halk oyunlarının bireylere sunduğu katkıları vurgulayan Kızılkaya, “Halk

oyunlarının insanlar üzer- inde çok olumlu etkileri var.

Öğrencinin başarısı, ilerideki sosyal ilişkileri daha etkili bir hal alıyor. Araştırma sonuçları-

na göre çalışmayı sevdirdiği, hayata bakış açısını olumlu etkilediği ve öz güveni artırdığı kesin olarak kanıtlanmış. Halk oyunları kalabalık karşısında rahat davranmayı öğretir, her-

hangi bir programda istediği gibi konuşup, herhangi bir davranışı rahatça sergilemesini sağlar. Hitabeti artırır, sıkılgan-

lığı yok eder” diyerek sözlerini tamamladı.

Gülnihal Türkmen Harun Kutlu

İ

nönü Üniversitesi İletişim Fakültesi ile Malatya Valiliği, Afad İl Müdürlüğü’nün ortak- laşa düzenlediği “Savaş Çocuk- larının Ellerinden” isimli resim sergisi 17-18 Mart tarihlerinde MalatyaPark AVM’de düzen- lendi. İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım son sınıf öğrencilerinin “Topluma Hiz- met Uygulamaları” dersi kap- samında yürütecekleri sosyal sorumluluk projesi olarak haya- ta geçirdikleri resim sergisinin açılışına Vali Yardımcısı Ömer Dağdeviren, İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çe- lik, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Metin Işık, Malatya İl Afet ve Acil Durum Müdürü Hamza Demiralp, Beydağı Konteyner Kent Eğitim Koor- dinatörü Mevlüt Kılıç, Malat- yapark AVM Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Kavuk, İletişim Fakültesi öğretim elemanları, öğrencileri ile Mabek Beydağı Konaklama Tesisleri’nde kal- an Suriyeli çocuklar katıldı.

Dersin sorumlu danışmanı Öğretim Görevlisi Yasemin Keskin Yılmaz serginin içeriği ile yaptığı açıklamada “Bu sene Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü son sınıf öğrencileri için müfredatımıza Dekanımız Prof. Dr. Metin Işık’ın talebi- yle “Topluma Hizmet Uygu- lamaları” dersini ekledik. Ders

kapsamında öğrencilerimizin sosyal sorumluluk projeleri geliştirip uygulama yapmalarını istedik. 17 ayrı ekipten oluşan son sınıf öğrencilerimizden Na- zlı Genç, Aylin Sura, Adeviye Sütçü, Hatice Yalçın ve Saniye Topçu “Kırık Kalem Ekibi” is- miyle Malatya Valiliği işbirliği ile bu sergiyi hayata geçird- iler.” Malatya Mabek Bey- dağı Konaklama Tesisleri’nde yaşayan ve eğitimlerine burada

devam eden yaşları 13-18 ar- asında değişen resme yetenek- li 20 çocuğun yapmış olduğu resimlerin sergilendiğini kay- deden Yılmaz, resimlerin mem- leket hasreti, savaşın acı yüzü, ülkemizin misafirperverliği ve özellikle 18 Mart Çanakkale Zaferi üzerine çizilmiş resim- ler olduğunu vurguladı. İki gün boyunca Malatyapark Avm’de sergilenen resimlere Malaty- alıların ilgisi yoğundu.

(12)

Sevil Adıgüzelman İbrahim Ali Koman

İ

nönü Üniversitesi Girişim- cilik Topluluğu’nun düzen- lemiş olduğu “Patron Sen- sin” etkinliği Hoca Ahmet Yesevi Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Konferansa Nörokey Kişisel Gelişim ve Ku- rumsal Danışmanlık Merkezi Sahibi Kunter Kurt, Girişimci- lik Topluluğu sponsoru yetkilisi Cihan Almasulu, Girişimcilik Topluluğu üyeleri ve çok sayıda öğrenci katıldı.

Konuşmasına kadın ve erkekler arasındaki farkı açıklayarak başlayan Kunter Kurt, “İnsanda iki görünümlü tek bir akıl vardır.

Erkek yönetici düşünceyi, kadın yapıcı düşünceyi kul- lanır. Kadınlar günde yirmi bin kelime, erkekler yedi bin kelime konuşurlar. Kadınların bu farkını gevezelik veya baş- ka bir anlama gelecek şekil- de algılamayın. Akıllarından geçen düşünceler ve süreçler de bunun içindedir. Erkekler sonuç, kadınlar süreç odak- lıdır. Kadın süreci yaşar ve yaşatır. Kadınların sevgi ve

12

BİZDEN HABERLER

şefkate ihtiyacı vardır. Kadına bunları veremezseniz sonuç alamazsınız. Erkeklerin ilk psikolojik ihtiyacı bağımsı- zlıktır. Mağara döneminden gelen bir alışkanlıktır. Fikrim- izi kabul ettirmek istiyorsak önce karşı tarafı dinlemelisiniz.

Bir insanı ikna edebilmek için sol kulağına konuşun, sol ku- laktan söylenen cümleler sağ tarafta kabul görür. Çünkü sağ taraf duygu odaklıdır” şeklinde konuştu.

“Korku Kültüründe Vicdan Yoktur”

Korkuyu yenebilmenin en önemli tekniğin korkuyu korktuğumuz şeyin zıddıyla yanıtlamak olduğunu vurgu- layan Kurt, “Duygularınız ile davranışlarınızın patronu olma- ya odaklanmalısınız.

Korku kültüründe vicdan değil yalakalık gelişir. Çocukları korkutarak büyüttüğünüzde, elemanları korkutarak çalıştır- maya gayret ettiğinizde onların vicdanları değil yalakalık ze- kâları devreye girer. Korku- tularak büyütülen çocukların

tamamında bağımlılık süre- ci vardır. Bağımlılık süreci seçeneksizlik halinde mecbur olduğunu hissetme sürecidir.

Korku, kaygı ve öfke halinde insan vücudunda gerginleşen ilk kas “dil”dir. Tartışma anın- da karşı tarafı şizofren denen teknikle alt etme yöntemi vardır.

Tartıştığınız kişinin asla gözüne bakmayın” dedi. Beden dili ve görgü kuralları ile ilgili tüyolar aktaran Kurt, “Eliniz üstte

kalırsa siz üstün sayılırsınız ve karşıdaki kişi sağ elle to- kalaşıp başını sola yatırıyorsa karşınızdaki kişi kim olursa olsun korkun ve onlarla olan ilişkilerinize dikkat edin. ‘Sen’

dilini ‘ben’ diline çevirmek için

‘-me ve –ma’ları hayatınızdan çıkarmaya çalışın. İnsan bilinci bunları yanlış algılar. Bir kişiye bir şey yaptırmak istiyorsanız bu ekleri kullanmayın. Bunların yerine davranışa somut etki ve

duyguyu katın, emir vermeyin, sonrasında kendi duygumuzu katın ve sorun çözülmüş ol- acaktır. Hoşlanmadığınız soru sorulduğunda sorudan hoşnut değilseniz cevap vermeyin.

“Bu soruyu neden sorduğunu öğrenebilir miyim?” dedikten sonra tartışma başlamadan bit- er” diyerek sözlerine ekledi.

Etkinlik, konuşmacılara plaket takdim edilmesiyle son buldu.

GİRİŞİMCİLİK TOPLULUĞU’NDAN “PATRON SENSİN” ETKİNLİĞİ

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİNE “KAN EĞİTİMİ”

Zekiye Kurt Fahri Karaman

İ

nönü Üniversitesi Toplumsal Duyarlılık Projeleri Top- luluğu (TODUP) tarafından

“Kan Eğitimi” isimli söyleşi Hoca Ahmet Yesevi salonunda

gerçekleştirildi. Etkinliğe Tur- gut Özal Tıp Merkezi (TÖTM) Kan Bankası Sorumlusu Musta- fa Özgül, TODUP üyeleri ve çok sayıda öğrenci katıldı.

Kan Eğitimi hakkında kısa bir bilgi veren ve toplumsal du- yarlılığın önemine değinen

Topluluk Başkanı Suat Toktaş,

“Kan Kardeşim projemiz ile odak noktamız özellikle lö- semili meleklerimiz. Onların anlık trombosit ihtiyaçları oluyor. Biz bir şekilde üniver- site öğrencileri olarak karşıla- maya çalışıyoruz” dedi. “Hangi

durumlarda kan verilebilir, kan vermenin faydaları nelerdir, ilik bekleyen yüzlerce kanser hastamıza nasıl yardımcı olabil- iriz, tam kan, eritrosit süspansi- yonu trombosit süspansiyonu ve kemik iliği nakli” konu- larında bilgi aktaran Mustafa

Özgül ise, “18 yaşını bitirmiş 19’undan gün almış 50 kilonun üzerinde kadın ve erkekler ra- hatlıkla kan verebilir. Bağış yapmak isteyenlerin kan değer- leri, kadınlarda 12,5-16,5 mg/

dl, erkeklerde ise 13,5-18,5 mg/

dl arası olması gerekir. Bu kan değerlerinin altında ve üstünde olan kişiler kan bağışında bu- lunamaz. Erkekler 3 ayda bir yani 90 günde bir kan verebil- ir. Yasalara göre kan veren bir erkeğin 56 günü geçtikten son- ra tekrar kan bağışı yapabilir.

Sürekli kan bağışçısı olan bir- inin 3 ayda bir kan vermesini istiyoruz. Çünkü 56 günde bir verdiklerinde sekizinci aydan itibaren kan verme süreleri dol- muş oluyor. Bu yüzden kişil- erde kan artmasından dolayı baş dönmesi, kaşıntı ve göz kararması gibi rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Kadınlarda 4 ayda bir yani yılda 3 kez kan bağışında bulunabilir” dedi.

Referanslar

Benzer Belgeler

İnönü İletişim Gazetesi olarak anchorman aynı zamanda yazar olan Ali Kırca ile hayat tecrübeleri, medya sektörü, son kitabı ‘Öte- ki Bahçe’ ve iletişim

bilim alanı gelişti ve bugün yüzlerce üyesi olan ve anabilim dalı olarak şu an Türkiye’de en çok uzmana ,asistana sahip olan bir alan haline geldi.” dedi Acil Tıp

Rektör Kızılay, İnönü Üniversitesinin güçlü bir beşeri sermaye ve fiziki potan- siyeli sahip olduğunu kaydederek, “Fiziki altyapısını büyük ölçüde tamamlayan

Turgut Özal Tıp Merkezi’nde gerçekleştirilen organ nakil- lerinden karaciğer naklinin ilk sırada yer aldığını dile get- iren Rektör Çelik, “Karaciğer nakli

Dünyanın önde gelen organ na- kil cerrahlarından biri olan ve Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi olarak organ na- kil merkezi başta olmak üzere, birçok

Ulusal ve uluslararası yarışma film gösterimleriyle devam eden festival, Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi konferans salonunda İnönü Üniversitesi Gençlik

Güç ise eğitim, bilim, teknoloji, sanayi, tarım, sanat ve spor gibi her alanda çok çalışma, araştırma ve geliştir- meyle ancak elde edilir.” Mezun olan öğrencilerin

Eğitim almak için İNOSAR’a başvuran herkese eğitim verdiklerini dile getiren Yetkiner, bütün eğitimleri- nin sertifikalı olduğunu bu güne kadar çok