İÇ İNDEK İLER
• Toplumsal Davranış Olarak Din
• Din Sosyologlarının Dine Yaklaşımı
• Dini Tecrübenin Boyutları
• Dini Tecrübenin Teorik İfadesi: İnançlar
• İmanın Şekil Bakımından Gelişmesi
• İmanın Muhteva Bakımından Gelişmesi
• Dini Tecrübenin Pratik İfadesi: İbadet
• Dini Tecrübenin Sosyolojik İfadesi: Dini Cemaat
HEDEFLER
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Toplumsal davranış türü olarak dini anlayıp ve tarif edebilecek,
• Din sosyologlarının dine
yaklaşımlarını kavrayabilecek ve bu yaklaşımları karşılaştırabilecek,
• Dini tecrübeye hangi boyutlar açısından bakılabileceğini kavrayabilecek,
• Dini tecrübenin teorik ifadesi olan inançları ve sosyolojik sonuçlarını anlayabilecek,
• Dini tecrübenin pratik ifadesi olan ibadetleri ve sosyolojik etkilerini kavrayabilecek,
• Dini tecrübenin sosyolojik ifadesi olan dini cemaatleşmenin nasıl ortaya çıkabileceğini
anlayabileceksiniz.
DİNİ TECRÜBENİN İFADE ŞEKİLLERİ
DİN SOSYOLOJİSİ
ÜNİTE
4
Tarihi ve sosyolojik olarak dinler, sosyo‐
kültürel ortamlarda, çeşitli iç ve dış faktörlere ve yapısal öğelerin dinamiğine göre şekillenmekte ya da değişmektedir.
GİRİŞ
Otto tarafından “kutsalın tecrübesi” olarak tanımlanan dini tecrübenin çeşitli şekiller halinde objektifleştiği bilinen bir husustur. Bu sebeple Din Sosyolojisi, bir dini tecrübede yer alan temel öğeleri de araştırmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar göstermiştir ki, dini tecrübenin yapısal öğeleri, diyalektik olarak kendi zıtlarını da içinde barındırmaktadır. Bundan dolayı sosyo‐kültürel ortamda hayat bulan bir dini tecrübede temel olarak yer alan kutsal, inanç, ibadet, rahip, ayin gibi öğeler, zıtları olan inançsızlık, ibadetsizlik, cemaatsizlik gibi öğeleri de barındırmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki temel dini tecrübe, dinamik ve diyalektik bir özelliğe sahiptir.
TOPLUMSAL DAVRANIŞ OLARAK DİN
Modern sosyal antropolojinin kurucularından olan Radcliffe‐Brown, bir toplumsal davranış türü olarak dinin şöyle incelenmesi gerektiğini ifade ediyor:
Toplum hayatında bir dini anlamak için, onun oradaki etkilerini incelemek gerekir. Bu bakımdan toplum içerisinde din, faaliyet halinde incelenmelidir.
Bu çerçevede dini cemaate aidiyetin kişide meydana getirdiği duyguların incelenmesi çok büyük bir önem taşımaktadır.
Aslında din, insanda, toplumsal dayanışmanın esasını teşkil eden, hem korku ve hem de saygıya dayalı, çift yönlü bir bağımlılık duygusu yaratır. Bu bakımdan bu duygunun incelenmesi, dinin hem sosyolojik hem de sosyal psikolojik yönlerinin aydınlatılması bakımından önem arz etmektedir.
Dini eylemler, ritüeller ve ayinlerin incelenmesi de önemlidir.
Dini inançlar ve dogmalar (nasslar) da incelenmelidir.
Din, dini grup, dini cemaat, mezhep ve dini teşkilatlarla
toplumsal yapı arasındaki ilişkiler incelenmelidir. Bir din, içinde bulunduğu toplumsal yapı ile doğrudan ilişkili olabileceği gibi, kısmen ondan bağımsız olarak da bulunabilir. Bu açıdan din, bir ölçüde toplumsal yapıyı destekleyici şekilde görev yapacağı gibi, onun dışında bağımsız çalışan özerk bir yapıya da sahip olabilir.
Görülüyor ki Malinowski ve Durkheim’in dahil olduğu birçok
fonksiyonalist, dinin toplum hayatının yapısal öğeleri arasında yer aldığını, bu şekilde toplumsal yapıyı ve bütünleşmeyi destekleyici bir fonksiyona sahip olduğunu düşündüğü halde, Radclif‐Brown dinin, toplumsal yapıdan bağımsız çalışan özerk bir yapıya sahip olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Yine Endonezya ve Kuzey Afrika’daki Müslümanlar üzerine antropolojik çalışmalar yapan Geertz de dinin ve onun içinde yer aldığı kültürel sistemin, bir ölçüde toplumsal yapıdan bağımsız bir dinamiğe sahip olduğunu göstermiştir. Geertz, dini bir semboller sistemi olarak kabul etmekte, dinin, insana bir hayat anlayışı ve bir dünya görüşü sağlayarak onun davranışlarını yönlendirici şekilde görev yaptığını düşünmektedir.
DİN SOSYOLOGLARININ DİNE YAKLAŞIMI
Sosyologlar, dini tecrübenin bireysel veya toplumsal hayatta ya da tarihsel ve sosyo‐kültürel ortamı içinde büründüğü ifade şekillerini çeşitli açılardan kategorize etmişler ve din tariflerinde temel aldıkları kriterlere göre birbirinden farklı tipolojiler ortaya koymuşlardır. Bunlardan bizim için en önemlileri P. De la Bullaye, C. Glock, J. M. Yinger, J. Wach, G. Mensching ve G.
Le Bras’nın sınıflandırmasıdır. Sosyologların bu sınıflandırmaları arasındaki
İslam söz konusu olduğunda en yalın haliyle bir müslümanın
“Amentü”de formüle edilen iman esaslarından haberdar
olması beklenir.
farklılıklar, onların din tanımlarındaki farklılıklara dayanmaktadır. Örneğin, bunlardan P. De la Bullaye dini olaylara şu üç perspektiften yaklaşılması gerektiğini ifade ederek dini tecrübenin objektifleştiği üç boyuta işaret etmektedir:
Dini olayların sosyal‐psikolojik tezahürleri,
Teşkilatın dini cemaat üzerindeki etkileri,
Dini cemaatlerin toplumla ilişkileri.
Fransız din sosyologu G. Le Bras, dini tecrübenin üç inceleme alanından söz etmektedir. Bunlar;
Dini birlik ya da topluluk (ümmet),
Sivil topluluk,
Süpranatürel topluluklardır.
Birincisi bir dine inanıp bağlananların oluşturduğu dini topluluğu yani ümmeti ifade etmektedir. İkincisi dinin sivil yani profan topluluklarla ilişkileri alanıdır. Üçüncüsü görülmez alemle ilgili olup, kutsal güçlerin gözlenebilir tezahürleri ve normlarını içine almaktadır.
DİNİ TECRÜBENİN BOYUTLARI
Ch. Glock, dini hayatın gözlenebilir dört boyutu olduğunu ifade ederek bu boyutları; tecrübi, ritüalist, ideolojik ve geleneksel (konvensiyonel) boyut olarak sıralamaktadır. Glock’un daha sonra Stark ile birlikte gerçekleştirdiği
araştırmada, bireysel dini tecrübenin objektifleşen boyutları bundan biraz daha farklı bir tasnife tabi tutulmuştur. Bu yeni tasnife göre; herhangi bir dini
yaşayışın gözlemlenebilir olması, beş boyutta gerçekleşir:
İnanç (Belief) boyutu,
Dini Pratikler (Practice) boyutu,
Tecrübe (Experience) boyutu,
Bilgi (Knowledge) boyutu,
Etkiler (Consequences) boyutu. (Günay, 2000: 212‐217) Dinin inanç boyutu ile, dindar insanın belli inanç ilkelerini bileceği ve onlara inanacağı beklentisi ifade edilir. Çünkü, bir takım temel inançlara dayanmayan bir din tasavvur edilemez. Bununla birlikte, bu inanç ilkelerinin muhteva ve kapsamı sadece farklı dinlerde değil, aynı dini geleneğin kendi içinde de farklı olabilir. Her din, inanç ilkelerinden belli bir sistem kurar ve mensuplarından bunları bilmelerini ve bunlara inanmalarını bekler. (Köktaş, 1993: 53)
Dinin pratik (ibadet, ritüel) boyutu, din mensuplarının yerine getirdikleri bütün dini pratikleri içine alır. Çeşitli ayinler, törenler ve İslam’daki belli başlı ibadetler bu gruba dâhildir. Aslında, dinin bu iki boyutu birbiriyle çok yakından ilişkilidir. Çünkü İslam bilginleri iman ile amelin, yani İslam dininin inanç ve ibadet boyutunun birbirini tamamladığını, ne imansız amelin ve ne de amelsiz imanın tek başına bir anlam ifade etmediğini belirtmişlerdir. Hatta bu konuda sıkça verilen örneklerden birinde, amelsiz iman meyvesiz ağaca
benzetilmektedir.
Dinin tecrübe (duygu) boyutu ile, dindar insanın inandığı dinin tecrübi esaslarını, hayatının her hangi bir döneminde ya da mütemadiyen yaşadığı ve kendi âleminde bu tecrübeye katıldığı düşünülür. Bu katılımın derecesi ve şekli
Kur’an’ı Kerim’in kendini tanımlamak için
seçtiği kelimenin bile bilgi temelli olması, onun dinin bu boyutuna
verdiği önemi göstermektedir.
Zaten her dinde temel dini tecrübe, sezgi, vahy, hep bir teorik anlatıma, inançlara, tasavvurlara ya da düşüncelere dayanır.
bireysel ve dinsel farklılıklara göre değişebilir. Ancak, yine de her din mensubunun bu duyguyu yaşadığı kabul edilir. Dinin bu boyutu çoğunlukla, korku veya vecd hali, huşu veya mutluluk duygusu, ruhsal huzur veya ilahi olanla yoğun vuslat gibi durumlarda gözlemlenebilir hale gelir. Bireysel dindarlığın güçlü göstergelerinden biri olan subjektif dini tecrübeye, her din belli bir değer atfeder. (Koştaş, 1995: 13)
Dinin bilgi boyutu ile bütün dinlerin, inananlarından asgari düzeyde de olsa bilmelerini istediği temel inanç ilkelerinin ve kutsal metinlerinin
kastedildiği düşünülür. İnanç objesi hakkında bilgi edinmenin bir inancın kutsal sayılması için gerekli şartlardan birini oluşturduğu düşünüldüğünde, bilgi ve inanç arasında sıkı bir ilişki olduğu görülür. Hakikaten de iman; akıl, bilgi ve düşünce temelinden yoksun olarak salt Tanrı’nın hidayetiyle gerçekleşen bir durum değildir. İnsanın iman esaslarına karşı takındığı her iki tutumun da (inanma ya da inkar etme), işitme ve görme yetileriyle beslenen düşünme, anlama ve akıl yürütme süreçleri sonucunda ortaya çıktığı kabul edilmektedir.
(Güler, 1998: 8‐10)
Dinin etkileme boyutuna gelince, bu boyut diğer dört boyuttan farklıdır.
Çünkü bu kategori ile birey olarak insanın, dini inanç, pratik, tecrübe ve bilgisinin bütün dünyevi sonuçları özetlenmiş olmaktadır. Başka bir ifadeyle, insanların neyi yapmaları ya da neden kaçınmaları ve hangi zihniyete sahip olmaları gerektiğini belirleyen dini metinlerin pratik sonuçları burada
görülebilir. Dinin bu boyutu, insan‐Tanrı ilişkisinden çok insanlar arası ilişkilerde ortaya çıkmaktadır. (Köktaş, 1993: 54)
Görüldüğü gibi Rudolf Otto'nun, korkutucu ve büyüleyici sır olarak nitelediği dini tecrübenin anlamını açıklamak, onun büründüğü farklı şekiller sayesinde mümkün olmaktadır. Zira bireylerin yaşadığı içsel tecrübenin
anlaşılması, onun aynı zamanda objektif anlatımının da açıklanmasıyla mümkün olabilir. Şimdi Alman din sosyoloğu Joachim Wach’ın görüşleri çerçevesinde temel dini tecrübenin özellikle teorik, pratik ve sosyolojik boyutlarını daha ayrıntılı görelim.
DİNİ TECRÜBENİN TEORİK İFADESİ: İNANÇLAR
Her dini tecrübe belirli bazı tasavvurları ihtiva eder. İlkel olsun, evrensel olsun bütün dinlerde inançlar, o dinin vazgeçilmez öğeleri halindedir. Zaten her dinde temel dini tecrübe, sezgi, vahy, hep bir teorik anlatıma, inançlara,
tasavvurlara ya da düşüncelere dayanır. Özellikle evrensel dinlerde bir din teorisine de dönüşen bu tasavvurların, bireyleri birleştiren bir etkiye sahip olabildiği gibi, bireyler arasında bir köprü vazifesi görerek, sadece
mensuplarının vâkıf olduğu bir sırra, bir gizli bilgiye dönüşebilmesi de
mümkündür. Bu hal bireyleri öylesine kuşatır ki dini bağlılık, artık bu formülün tekrarlanması ile açıklanır. (Freyer, 1964: 33)
Dini tecrübenin teorik anlatımını daha iyi anlayabilmek için dinin, özellikle de imanın gelişme sürecini incelemek gerekir. Bu gelişme şekil ve muhteva bakımından ele alınabilir:
Bireysel Etkinlik
• Dinin boyutlarının, çevrenizde hangi tecrübe şekilleri altında gözlenebileceğini değerlendirebiliyor musunuz?
Ancak şunu ifade etmek
gerekir ki, bir mit, her şeyden önce tarihtir.
İmanın Şekil Bakımından Gelişmesi
İlkel dinlerde bu teorik anlatım, “mit”ler halinde ifade edilir. Ancak bu mitleri, tamamen hayal unsuru şeyler olarak görmemek ve bunların belli bir ölçüde gerçeği yansıttıklarına önemle işaret etmek gerekir. İlkeller arasında mitlere oldukça fazla rastlanır. Fakat ileri toplumlar ve kültürlerin de mitolojik öğelere yer verdikleri bilinmektedir. Mitoloji bilginleri, semavi dinlerde bile mitolojik öğelerin önemli bir yer tuttuğunu bildiriyorlar. Öyle anlaşılıyor ki dini hayat, özellikle halk dindarlığı düzeyinde hem mistik, hem de mitolojik
unsurlara geniş ölçüde yer vermektedir.
Fransız sosyologu H. Hubert, mitolojilerin kapsamı içerisine, tarih,
semboller, dil ailesi ile ilgili bütün özellikler, masal konuları, ilkellerin günlük hayatı içindeki bütün olayları dahil etmektedir. Aslında çeşitli toplulukların mitleri arasında büyük benzerlikler de görülmektedir. Bu durum, halkların, birbirinden efsanelerle ilgili bilgi alışverişi yaptıklarını göstermektedir. Bununla birlikte efsanelerin, bizzat yaşadıkları halk içerisinde geliştiklerini de başta kabul etmek gerekir. Mitlerin kendine mahsus mantığı ve kuralları olmakla birlikte bu mitolojilere bağlı inanç ve gelenekler arasında pek çok tutarsızlıklar ve çelişkiler ortaya çıkmıştır. Bu arada mitolojilerin bazı yönleri zamanla açık bir hal alırken, bazı yönleri de silinip gitmiştir. Gelişme sürecinin ileri
aşamalarındaki akıl ve düşünce gelişimine bağlı olarak çeşitli mitolojik bilgi ve inançların birbiriyle kaynaşarak birleştikleri ve bir düzene sokuldukları
görülmektedir.
İlkel ve politeist dinlerdeki mitolojik inanç ve geleneklerin yerini monoteist ve ilahi dinlerde “iman esasları” veya “doktrinler” alır. Böylece yüksek dinlerde dini tecrübenin teorik ifadesi, iman esaslarının içinde
toplandığı akaid şeklinde kendini gösterir. Ayrıca özellikle yüksek dinlerde dini inançlar, o dinin akidesinin özünü ifade eden bir formülün tekrarlanmasıyla açığa vurulur. Eski Yunan’da böyle bir formüle “sembol” denmekte ve inancı ifade eden bu formülün, inananların peşinden gittiği ve onları bir bayrak gibi birleştirdiği anlatılmak isteniyordu. İslam’da “Kelime‐i Tevhid” veya “Kelime‐i Şehadet”, böyle bir formül idi. Yine İslam’da “Amentü” olarak bilinen kavram, altı iman esasını kapsıyordu. (Günay, 2000: 218‐220)
İmanın Muhteva Bakımından Gelişmesi
Dini tecrübenin teorik anlatımı üç konu bakımından ele alınabilir. Tanrı, dünya ve insan. Bunlar bilim hayatında Teoloji, Kozmoloji ve Antropoloji ile ifade edilmektedir. Bu kavramlar, yani Tanrı, Tanrıların doğuşu, soy kütüğü ve başlangıcı “Theogoni”; Tanrıların nitelikleri, dünya ile ilişkileri ve bunların ispatı
Örnek
• C. Strehlow, Avustralya’nın Arunta ve Loritja kabilelerinde totemik sisteme bağlı bir büyük Tanrı inancının, bu kabilelerin mitolojilerinde önemli bir yeri olduğunu bildirmektedir. Aztek tanrısı Huitzilopotchli efsanesinin, Azteklerin dini hayatında önemli bir yeri vardır. Yunanlıların, kökü çok eski dinlere uzanan mitolojileri vardır. Bunlardan Orfe efsanelerinde, hem felsefi hem de dini ve mistik öğeler mevcuttur.
“theodise” Teoloji içinde anlatılmıştır. Kozmoloji, dünyanın başlangıcı, gelişmesi, çeşitli safhaları ve sonu ile ilgilenir. Teolojik anlamdaki Antropoloji ise kurtuluş teorisi (Soteriologie) ve ötedünya bilgisini (Eschatologie) içine alarak insanlığın başlangıcı, tabiatı ve alınyazısını inceler.
Dünyada ilkel anlamdaki bazı mitolojik kavramları, son derece gelişmiş felsefe ve teoloji sistemleriyle karşılaştırmak çok ilgi çekicidir. Bu sistemlerin pek çoğu Tanrı ve dünya etrafında örülmüştür. (Taplamacıoğlu, 1983: 181‐182)
Semavi dinlerde inanç, ibadetten önce gelmektedir. Hristiyanlığın Katolik mezhebinde ibadet inançtan daha önemli görülmekte, ancak Protestanlarda inanç ön plana geçmektedir. Kuran’ın nüzul seyrine bakılacak olursa Mekke devrinde inançla ilgili ayetlerin, Medine devrinde ise amelle ilgili ayetlerin ağırlık kazandığını görüyoruz. Ancak İslam’ın tarihi sürecinde bu konuda bazı ihtilaflar bulunmaktadır. Mutezile mezhebi amelin imandan daha önemli olduğunu iddia etmekte, Mürcie mezhebi ise ameli imandan ayrı tutmakta ve imanı daha önemli görmektedir. Hariciler amelin imandan bir cüz olduğunu iddia etmektedir. Ehli Sünnet bilginleri “Ameller niyetlere göredir.” hadisi çerçevesinde inanç konusunda daha hoşgörülü bir tutum takınmakta ve niyetin amelden daha önemli olduğunu savunmaktadır. Ancak Ehli Sünnet bilginleri imanın artıp artmaması konusunda ihtilafa düşmüştür. Yine bu konuyla bağlantılı olarak tartışılan özelliklerden biri de imanın kalple tasdikten ibaret olup olmadığı ve tasdikle birlikte dil ile ikrarın gerekip gerekmediği konusudur.
Ehli Sünnet bilginleri genelde imanı güçlendirmede salih amellerin büyük rolü olduğunu iddia etmektedir.
Wach, dini tecrübenin teorik ifadesi olan inanç, yani doktrinin, medeniyet tarihi boyunca üç safhada incelenebileceğini belirtir:
Birinci safhada ilkel toplumların mitolojik hikâye ve rivayetleri yer alır. Wach'a göre, Afrika ve Polinezya efsaneleri bu safhayı temsil eder.
İkinci safhada kabilelerin efsane nakilleri değişmekte, böylece tarihi gelişme boyunca sistemleşmeye doğru bir eğilim
gözlenmektedir. Yine bu safhada söz konusu efsaneler, merkezi bir şahıs etrafında organize edilir ve bu esnada bazı özellikler kuvvetle öne çıkarken, diğerleri unutulabilir, şecere tabloları ortaya çıkar.
Böylece rivayetlerin derlenişi, düzenlenişi ve birleştirilmesi
gerçekleştirilir. Bu gelişme, akıl ve düşünce ile takviye edilip gerekli şartlar oluştuğunda, doktrin hakkında karar verecek ve onu belir‐
leyecek bir yüksek otoritenin kurulmasına da yol açabilir. Bu durumda birbirinden bağımsız efsanelerin yerini, normatif ve az çok birlik halinde bulunan doktrin alır. Meksika, Çin ve Yunan dinleri birleşme ve tedvin safhasını temsil eder.
Üçüncü safhayı karakterize eden normatifleşmeyle birlikte dinin ilkeleri sistemleştirilmeye başlanmaktadır. Derleme, yazma ve tedvin çalışmaları tamamlandıktan sonra yazılı rivayetler, kutsal metinler halinde sözlü rivayetlerin yerini alır. İlahiyatçılar, özel dini tecrübelerden kaynaklanan din anlayışlarının aklileştirilmesi amacıyla düzenli bir İlahiyat (kutsal kabul edilen metinler) tarafından desteklenen normatif inanç sistemleri kurarlar. Veciz özetler, inanç sembolleri haline getirilir ve inancın içeriği üzerinde daha derin bir düşünce ve değerlendirme faaliyeti başlar.
İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik, Zerdüşt, Mani ve Buda, Hinduizm,
Bu anlamda din, bir
tapınma olarak tanımlandığı gibi, bütün
dinlerde kutsalın tecrübesi, ilahi güçlere derin saygı eylemleriyle
ifade edilmiştir.
Konfüçyanizm gibi dinler ise sistemli ilahiyat safhasını temsil etmektedir. (Wach, 1995: 47‐49)
DİNİ TECRÜBENİN PRATİK İFADESİ: İBADET
Dini tecrübenin teorik ifadesiyle pratik ifadesi arasında sıkı bir ilişki vardır. Çünkü hiç bir din, sadece bir tasavvurlar, fikirler toplamı değil, aynı zamanda dışa yansıyan bir davranış ve içten yönelişi ifade eden bir tavırdır.
(Freyer, 1964: 35) Kaldı ki, dinin teorik anlatımında açıklanan inanç konuları, uygulanarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla dini tecrübeden kaynağını alan her hareket, onun pratik ifadesi olarak değerlendirilir. Hatta dindar insanın bütün eylemleri ibadet olarak da kabul edilebilir. İbadetlerin incelenmesine önemli katkılarda bulunan Underhill’e göre, bu saygı eylemleri;
Mensekler (Dini törenlerin sıra ve şekilleri)
Semboller
Kutsama ayinleri
Kurbanlar şeklinde sınıflandırılabilir.
İslam bilginleri ibadetleri üçe ayırırlar:
Bedeni İbadetler (namaz, oruç vb).
Mali İbadetler (zekat, kurban, fitre vb).
Hem beden hem de malla yapılan ibadetler (Hac).
M. Goguel ibadetin son derece değerli üç fonksiyonundan bahseder.
Bunlar;
Öncelikle, ibadetin, dinin ifadesi olmak bakımından sembolik bir fonksiyonu vardır.
İkinci olarak ibadet, onu yerine getirenlerde dini duyguları besleyip geliştirmeye yaraması bakımından didaktik bir fonksiyonu vardır.
Nihayet ibadetin kutsalla bağ kurulması ve temas sağlaması bakımından mistik bir fonksiyonu vardır.
İlkel dinlerde ibadete daha fazla önem verilir. F. De Coulanges Antik Çağda din kelimesinin mensekler, ayinler ve ibadetler anlamında kullanıldığını belirtmektedir. R. Bastide dinin bir inanç sistemi olarak teşekkül etmeden önce bir mensekler bütünü olduğunu bildirmektedir. W. Eicrodt’a göre birlikte ibadet geçici bir olay değildir; dinin en temel, gerçek bir anlatımıdır ve müminin hayatının tamamını içine alır. R. Smith, ibadet konusuna gereken önemin verilmemesine kızarak “Sami Dinler” adlı eserini yazar. Mawinckl, Mezmurların yorumu üzerinde çalışmasından sonra dinin ibadetle başladığı sonucuna ulaşır.
(Günay, 2000: 227)
Dini tecrübenin anlatımları söz konusu olduğunda amel ile imanın hangisinin önce geldiği meselesi önem kazanmakta ve yıllardır tartışılmaktadır.
İlkel toplulukların dinlerinde dini tecrübenin pratik anlatımının daha fazla ön plana çıktığı görülmektedir. Bu topluluklar üzerinde yapılan araştırmalar, henüz sistemli inançların oluşmasından önce dini törenler, ibadetler, bayramlar ve dualar gibi çeşitli uygulamaların oluştuğunu göstermiştir. İlkel topluluklardaki bu durum, onlarda doğal gruplarla dini grupların henüz birbirinden bağımsız kültürel muhtevaya sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple bu topluluklar, halkın ortak değerler etrafında bütünleşmesini ve hayat birliğini temine muvaffak olmuşlardır. Çünkü onlarda dinin damgasını vurmadığı ve dini ayinle süslenmemiş hiçbir faaliyet bulunmamaktadır. Zamanla bu törenlere
İnançlar, net tanımlarla
ortaya konarak korunabilirler; fakat
ibadet eylemleri, genişleme ve farklılaşma özelliğine
sahip olduğundan, açıklama çeşitliliğini ve
karmaşıklaşma özelliğini muhafaza
ederler.
Din, kutsallık boyutu ile
bireysel olduğu kadar kollektif ilişkileri de
düzenler.
temel teşkil eden tasavvur ve fikirler, bilinçteki canlılığını kaybetse de, dini törenler, geleneklere uygun bir şekilde yapılmaya devam eder. Örneğin, doğum, gençlerin topluma kabulü, evlilik, ölüm, savaş ilanı, hasat başlangıcı, av mevsiminin başlaması gibi bütün faaliyetler, dini törenler eşliğinde
yapılmaktaydı. (Günay, 2000: 221)
İbadetler, din ile o kadar iç içedir ki, dinin, ibadetler olmadan varlığını koruyabilmesi neredeyse imkânsızdır. Öyle ki ibadeti, dinin gerçek ve en temel ifadesi olarak görenler bile vardır. İbadetler, kimi zaman tanrılar şerefine yapılmış basit eylemler, kimi zaman da kutsal zaman ve yer yasaklamalarına uyma, evreni ve ilahi iradeyi açıklama sistemi (Japon, Çin, Roma ve Meksika kehanet sistemleri) olarak görülür. Bazı durumlarda ise bu sistemlerin karmaşık ve gelişmiş şekli (Yahudilik, Parsilik, Brahmanizm, Roma ve Doğu Katolikliği) ya da belli bir sonuç elde etmek amacıyla yapılan özel ayinler (dua, kurban, arınma ayini) dinlerin ibadet kategorisini oluşturur. (Wach, 1995: 26)
Bir dini davranış ve saygı ifadesi olarak ibadetler, tek tek bireyleri aşarak, diğer insanlar üzerinde de etkili olur. İbadetler, kişilerde, ortak inanç ve
tasavvurlara sahip olma şuurunu yerleştirerek, onları birbirine daha fazla yaklaştırır. (Freyer, 1964: 35‐36)
Dinin inanç boyutu, bazen toplumu gruplar ya da bireyler arası
farklılaşma ve bölünmelere sürükleyebildiği halde, ibadetler, din kaynaklı bencil tutum ve davranışlara engel olarak farklılıkları ortadan kaldırır, birey ve
toplumu birleştirip bütünleştirir. Dini ibadet ve törenlerin, ahlak, dayanışma, ekonomi, siyaset ve sanat üzerinde sayısız etkileri vardır.
Eğer ibadetler çeşitli kültürler içinde ve o kültürlerin damgası altında farklılaşmış, genişlemiş, formel hale gelmiş, eski ve belki de asıl anlamından uzaklaşmışsa, bu durum o dine mensup insanlar arasında yorum, uygulama farklarına, dolayısıyla çekişme ve ihtilaflara yol açabilir. Bu konu dini tecrübenin sosyolojik boyutuyla ilgilidir.
DİNİ TECRÜBENİN SOSYOLOJİK İFADESİ: DİNİ CEMAAT
Din, öncelikle Tanrıyla kurulan bireysel samimi ilişkiyi ifade etse de bu durum, onun toplumsal yön ve etkilerini ortadan kaldırmaz. Din, kutsallık boyutu ile bireysel olduğu kadar kollektif ilişkileri de düzenler. Onun bu özelliği cemaat oluşturabilme potansiyeliyle, yani sosyolojik boyutuyla ilgilidir. Bu anlamda dini ayinler, topluluğun basit bir anlatımı değil, aynı zamanda, onun varlığını sürdürebilmesinde etkili olan önemli araçlardandır. Ayrıca yaşayan her din, mensupları arasında toplumsal ilişkiler yaratmak ve bu ilişkileri sürekli kılacak yolları açık tutmak zorundadır. Ancak bu şekilde din, bireyin sübjektif tecrübesinin dışına taşarak nesnelleşir ve bireyleri birbirine bağlayarak toplumsallaşmalarına önemli katkılarda bulunur. Çünkü insan yaratılışı gereği toplumsallaşmak, toplum halinde yaşamak zorunda olan bir varlıktır.
(Çapcıoğlu, 2008: 21–24) Ancak dini tecrübede bireysel ilişkilerin önemine yapılan vurgu, onun toplumsal ya da bireysel yanının birini diğerinin önüne
Bireysel Etkinlik
•Çevrenizde inançlara mı yoksa ibadetlere mi daha fazla önem verildiğini anlayabiliyor musunuz?
Toplum hayatının henüz farklılaşmadığı ilkel şartlarda efsaneler
ve ayinler, açıkça toplumsal yapının
damgasını taşır.
geçirmeyi haklı kılmaz. Bazı araştırıcılar, Batı toplumlarında ferdiyetçiliğe aşırı önem verilmesiyle birlikte dinin de her şeyden önce ferdi ilgilendiren bir özellik olduğunu belirtmişlerdir.
Ferdiyet kavramı Kant, Pascal ve Kirkegaard felsefesinde önemli bir rol oynamakta ve Kirkegaard teolojisi ferdi hem sosyolojik hem de dini yönden temel bir kategori olarak kabul etmektedir. Çağdaş felsefe ve Protestan ilahiyatı da benzer görüşleri paylaşmaktadır. Yine psikolog W. James de dinde ferdi özelliğin asıl olduğunu iddia etmektedir. Bu araştırıcıları, bir taraftan İslam’da tasavvuf, Hristiyanlık’ta mistisizm, Protestanlık ve Metodizm gibi bazı mezhep ya da akımların ferdi ibadet ya da değerler üzerindeki ısrarlarının böyle hatalı bir yöne sürüklediğine şüphe yoktur. Diğer taraftan XIX. yüzyılın
sonlarına doğru birçok bilginin, dini gelişmelerin yavaş yavaş kolektiflikten ferdiliğe doğru bir gelişim trendine sahip olduğu sonucuna varmış olmaları da buna yol açmıştır. Fakat XX. yüzyılın başlarından itibaren karşılaştırmalı din bilimi ve din sosyolojisi alanlarında yapılan çalışmalar, bu türden genellemelere şüpheyle yaklaşılmasına yol açmıştır. Gerçekten de doğal grup bağları ile dini grup bağlarının iç içe geçtiği eski dönemlerde dini kolektivizmin hakim olduğu, fakat bilim ve teknolojinin ilerlediği dönemde ferdileşmeye doğru bir eğilimin gözlendiği bilinmektedir. Ancak ferdi yalnızlığa doğru götüren bu eğilimin, toplu halde yaşamaya meyleden ferdi, yüksek dinler aracılığıyla spesifik dini
cemaatler oluşturmaya sevk ederek dengelendiği anlaşılmaktadır. Antropolog ve etnologların çalışmaları, ilkel dinlerde bile ferdi özelliklerin mevcut olduğunu göstermiş ve pratik hayatta, her ikisinin ve birbirini tamamladığı görülmüş olmaktadır. (Günay, 2000: 224)
Dini tecrübenin sosyolojik anlatımını ele alan her girişim, onun içinde filizlendiği toplumu da gözetmek zorundadır. Çünkü her din başlangıçta içinden çıktığı sosyolojik çevrenin etkisi altındadır. Kültürel gelişmenin ileri
dönemlerinde bile dinin kurucusu ve ilk taraftarları, içinde bulundukları toplumun yapısını ve kültürel sistemini görmezlikten gelmemiştir. Toplum hayatının henüz farklılaşmadığı ilkel şartlarda efsaneler ve ayinler, açıkça toplumsal yapının damgasını taşır.Teoride, koyduğu normlarla toplum hayatını düzenleyen din, pratikte ise, var olan toplumsal yapıya nüfuz ederek onu bir dereceye kadar yeniden düzenler. Bu anlamda dini inanç ve pratikler toplumun şekillenmesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Her din ‐İslamiyet, Hristiyanlık, Budizm ve İlkel dinler de dâhil‐ bunu, son derece kapsamlı ve sistemli ahlaki değerler vasıtasıyla yapar.
Dinin sosyolojik ifadesi, varlığını sürdürebilmek için bir cemaate ihtiyaç duymasıyla hayat bulur. Ne var ki dinin cemaat oluşturabilmesi (cemaatleşme), inanç ve ayinlerin yanı sıra; bireyler arası çok yoğun, zor ve karmaşık ilişkiler sonucunda gerçekleşir. Her şeyden önce dini tebliğ faaliyeti, böyle bir sürecin yaşanmasını zorunlu kılar. Başlangıçta dinler, iki şeye kuşkuyla yaklaşır:
Mevcut toplumsal yapıda önemli yeri olan aile, kabile vb. doğal gruplara,
Tarihi ve sosyolojik faktörlerin belirlediği kültürel sisteme.
Bu demektir ki, dini tebliğ, sosyolojik açıdan öteden beri mevcut olanları ya kabul eder ya da reddeder. Çünkü yeni inanç temellendirilmeye ve
meşruiyetini ispatlamaya muhtaçtır. Bir önceki dönemle karşılaştırıldığında yeni dinin tebliğinde seçilen kelimelerin ve ifade ediliş tarzlarının inceldiği
Dua, kurban ve diğer ibadetler, sadece ona
katılanların tecrübelerini açığa çıkarmakla kalmaz, aynı
zamanda grubun yapı ve zihniyetinin belirlenmesine de katkıda bulunur. (Wach,
1995: 45‐46)
görülür. Dini yaşayışın odağında yer alan Tanrı inancı ve insanın onunla ilişkisi, dini tebliğ sürecinde yeniden düzenlenir. Bu durum, topluluğun tamamını etkilemeye başladığı andan itibaren topluluk, Tanrı'ya içten bağlı bir cemaate dönüşür. Bu aşamada bireyler, birbirlerine farklı bir şekilde bağlanır. Böylece yeni inanç, bir taraftan değişen şartlara göre hayatı ve toplumu yeniden şekillendirirken, diğer taraftan bireyler arası ilişkilere bir istikrar kazandırır.
Dini grupların devamı açısından baktığımızda dini ayinlerin, sosyolojik bakımdan son derece önemli olduğunu görebiliriz. İşte dini birliğin esasını teşkil eden başlıca husus, dinin bu pratik yönüdür. En ilkel dinlerden en gelişmişlerine kadar hepsinde de birleştirici olan yegâne unsur, dinden dine değişen ritler, yani dini tören, usul ve kaidelerdir. Burada ibadet, din ve topluluk arasındaki
etkileşimin birbirleriyle kaynaşmış olarak varlığını sürdürdüğünü görüyoruz.
Dua, kurban, dini örf ve adetler belli bir insan topluluğunun varlığını ortaya koydukları halde, biçimlenmeleri konusunda, o insan topluluğundan kolay etki‐
lenmezler. Dini eylem birey kadar toplumu da etkisi altına alır. Dinden doğan gruplaşmalar, doğum, ölüm, evlilik ve savaş gibi hem bireyin hem de toplumun hayatındaki dönüm noktalarında önemli dayanışma şekillerine sahne olur. Bu durum, günlük hayatımızın diğer alanlarında da böyle devam eder.
Görülüyor ki ibadetlerin, dinlerdeki ilk cemaatin oluşumunda oynadığı rol son derece önemlidir. Çünkü dinin teorik ifadesi olan doktrinler, dinin vermek istediği mesajların içeriğini berraklaştıran belirgin tanımlarla, dışa kapalı olarak korunurlar. Bu anlamda doktrinler çok fazla genişleme özelliğine sahip değildir.
İbadetler ise çok daha fazla genişleme kabiliyetine ve tecrübeyi ifade çeşitliliğine sahiptir. (Wach, 1995: 48)
Öz et
• İnsan, tarih sahnesinde çıktığı andan beri varlığına bir anlam verme arayışı içinde olmuştur. Bu anlam arayışı, onun toplum içindeki faaliyetlerinde en yoğun şekilde ortaya çıkmaktadır. Toplumların yapısı ve mahalli şartları dolayısıyla onda dini inançların şiddeti, dini ibadetlere rağbet etmeleri, dini duyguların yoğunluğu, azlığı veya çokluğuna, insanların hayatının çeşitli faaliyet alanlarına olan etkileri bakımından derece farklılıkları bulunmasına rağmen, bu kültür formları içinde dinin ayrıcalıklı konumu hiç değişmemiş bu sebeple insanlığın temel sorusu, hep dinle ilgili olmuştur.Dinler, fonksiyonunu üç planda görmektedir; kişisel, kültürel, toplumsal.
• Dini tecrübe üç şekilde objektifleşir. Teorik olarak din, düşünce ve doktrini ihtiva eden bir semboller sistemi şeklinde ortaya çıkar. İlk ilham ve sezgiden kaynağını alan bu ilk tecrübe, belirli ve tutarlı nazari tasdiklerde ifade edilir.
• Bütün dinlerde dinin teorik bildirisinde açıklanan inanç konuları, uygulanarak gerçekleşmektedir. Bu anlamda dini tecrübeden kaynağını alan her hareket, onun pratik ifadesi olarak
değerlendirilir. İşte dini tecrübenin teorik ifadesiyle pratik ifadesi, onun üçüncü yani sosyolojik ifadesiyle tamamlanır. Yaşayan her din, mensupları arasında toplumsal münasebetler yaratmak ve
gözetmek zorundadır. Onun üçüncü ifadesi yönünden dini ayinler, topluluğun basit bir anlatımı değil, aynı zamanda, onu hayatta tutmak için bir vasıtadır.
Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. “Dini ayinler, topluluğun basit bir anlatımı değil, aynı zamanda, onun varlığını sürdürebilmesinde etkili olan önemli araçlardandır. Ayrıca yaşayan her din, mensupları arasında toplumsal ilişkiler yaratmak ve bu ilişkileri sürekli kılacak yolları açık tutmak zorundadır. Ancak bu şekilde din, bireyin sübjektif tecrübesinin dışına taşarak nesnelleşir ve bireyleri birbirine bağlayarak toplumsallaşmalarına önemli katkılarda bulunur”.
Metinde dini tecrübenin ifade şekillerinden hangisi üzerinde durulmaktadır?
a) Bireysel b) Teorik c) Kültürel d) Sosyolojik e) Pratik
2. Dini Tecrübenin teorik, pratik ve sosyolojik olmak üzere üç şekilde ifade edildiğini belirten sosyolog kimdir?
a) Mensching b) Durkheim c) Weber d) Otto e) Wach
3. Aşağıdakilerden hangisi Underhill’in ibadet eylemleri kategorisinde yer almaz?
a) Kurbanlar b) Sadakalar c) Mensekler d) Takdis ayinleri e) Semboller
4. Dini tecrübenin önce dört boyutta inceleneceğini belirttikten sonra, bu boyutların sayısını beşe çıkaran bilgin kimdir?
a) Le Bras b) Wach c) Glock d) Mensching e) Weber
5. İbadetlerin, sembolik, didaktik ve mistik fonksiyonlarından bahseden bilgin kimdir?
a) Weber b) Glock c) R. Smith d) Goguel e) Wach
6. Dini bir semboller sistemi olarak kabul edip dinin, insana bir hayat anlayışı ve bir dünya görüşü kazandırarak onun davranışlarını yönlendirici şekilde görev yaptığını savunan bilgin kimdir?
a) Geertz b) R. Smith c) Goguel d) Mensching e) Le Bras
7. Wach’ın, dini tecrübenin teorik ifadesi olan inancın, medeniyet tarihi boyunca üç safhada incelenebileceği görüşü dikkate alınırsa aşağıdaki cümlelerden hangisi ilk safhayla ilgilidir?
a) Birbirinden bağımsız efsanelerin yerini, normatif ve az çok birlik halinde bulunan doktrin alır.
b) Yazılı rivayetler, kutsal metinler halinde sözlü rivayetlerin yerini alır.
c) İlkel toplumların mitolojik hikâye ve rivayetleri yer alır.
d) Gerekli şartlar oluştuğunda, doktrin hakkında karar verecek ve onu belirleyecek bir yüksek otoritenin kurulmasına yol açabilir.
e) Normatifleşmeyle birlikte dinin ilkeleri sistemleştirilmeye başlanmaktadır.
8. Otto tarafından “kutsalın tecrübesi” olarak tanımlanan kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) Dini törenler b) Dini tecrübe c) Semboller d) Kutsama ayinleri e) Kurbanlar
9. Dini tecrübenin sosyolojik boyutu olan cemaatlerle ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
a) Din, kutsallık boyutu ile bireysel olduğu kadar kollektif ilişkileri de düzenler.
b) İbadetler, dinlerdeki ilk cemaatin oluşumunda oynadığı rol son derece önemlidir.
c) Dini eylem birey kadar toplumu da etkisi altına alır.
d) Yaşayan her din, mensupları arasında toplumsal ilişkiler yaratmak ve bu ilişkileri sürekli kılacak yolları açık tutmak zorundadır.
e) Dinin sosyolojik ifadesi, varlığını sürdürebilmek için herhangi bir cemaate ihtiyaç duymaz.
10. Dini tecrübenin üç inceleme alanını dini birlik ya da topluluk (ümmet), sivil topluluk, Süpranatürel topluluklar olarak gruplandıran din
sosyologu kimdir?
a) G. Le Bras b) Mensching c) Weber d) Goguel e) R. Smith
Cevap Anahtarı 1.D, 2.E, 3.B, 4.C, 5.D, 6.A, 7.C, 8.B, 9.E, 10.A
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akyüz, N., Çapcıoğlu İ. (Ed) (2012), Ana Başlıklarıyla Din Sosyolojisi, Grafiker Y. (4. Baskı), Ankara.
Çapcıoğlu, İhsan (2008), “İslam’da İnsan Onuru ve Sosyo‐Kültürel Bütünleşme”, Diyanet Aylık Dergi, Sayı: 205.
Freyer, Hans (1964)Din Sosyolojisi, çev. Turgut Kalpsüz, Ankara.
Güler, İlhami (1998), “Kur’an’da İmanın ve İnkârın Ahlaki ve Bilişsel (Kognitif) Temelleri”, İslamiyat, C. 1, S. 1.
Günay, Ünver (2000), Din Sosyolojisi(3. Baskı), İstanbul.
Koştaş, Münir (1995), Üniversite Öğrencilerinde Dine Bakış, Ankara.
Köktaş, M. Emin (1993), Türkiye’de Dini Hayat (İzmir Örneği), İstanbul.
Taplamacıoğlu, Mehmet (1983), Din Sosyolojisi (3. Baskı), Ankara.
Wach, Joachim (1995), Din Sosyolojisi, çev. Ünver Günay, İstanbul.