• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE DİN SOSYOLOJİSİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER DİNİ TECRÜBENİN İFADE ŞEKİLLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÜNİTE DİN SOSYOLOJİSİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER DİNİ TECRÜBENİN İFADE ŞEKİLLERİ"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇ İNDEK İLER

• Toplumsal Davranış Olarak Din

• Din Sosyologlarının Dine Yaklaşımı

• Dini Tecrübenin Boyutları

• Dini Tecrübenin Teorik İfadesi: İnançlar

• İmanın Şekil Bakımından Gelişmesi

• İmanın Muhteva Bakımından Gelişmesi

• Dini Tecrübenin Pratik İfadesi: İbadet

• Dini Tecrübenin Sosyolojik İfadesi: Dini  Cemaat

HEDEFLER

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra; 

• Toplumsal davranış türü olarak dini  anlayıp ve tarif edebilecek,

• Din sosyologlarının dine 

yaklaşımlarını kavrayabilecek ve bu  yaklaşımları karşılaştırabilecek,

• Dini tecrübeye hangi boyutlar  açısından bakılabileceğini  kavrayabilecek,

• Dini tecrübenin teorik ifadesi olan  inançları ve sosyolojik sonuçlarını  anlayabilecek,

• Dini tecrübenin pratik ifadesi olan  ibadetleri ve sosyolojik etkilerini  kavrayabilecek,

• Dini tecrübenin sosyolojik ifadesi  olan dini cemaatleşmenin nasıl  ortaya çıkabileceğini 

anlayabileceksiniz.

   

   

DİNİ TECRÜBENİN İFADE  ŞEKİLLERİ 

DİN SOSYOLOJİSİ 

 

ÜNİTE

4

(2)

  Tarihi ve sosyolojik  olarak dinler, sosyo‐

kültürel ortamlarda,  çeşitli iç ve dış  faktörlere ve yapısal  öğelerin dinamiğine  göre şekillenmekte ya  da değişmektedir. 

GİRİŞ 

 Otto tarafından “kutsalın tecrübesi” olarak tanımlanan dini tecrübenin  çeşitli şekiller halinde objektifleştiği bilinen bir husustur. Bu sebeple Din  Sosyolojisi, bir dini tecrübede yer alan temel öğeleri de araştırmaktadır. Ancak  yapılan araştırmalar göstermiştir ki, dini tecrübenin yapısal öğeleri, diyalektik  olarak kendi zıtlarını da içinde barındırmaktadır. Bundan dolayı sosyo‐kültürel  ortamda hayat bulan bir dini tecrübede temel olarak yer alan kutsal, inanç,  ibadet, rahip, ayin gibi öğeler, zıtları olan inançsızlık, ibadetsizlik, cemaatsizlik  gibi öğeleri de barındırmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki temel dini tecrübe, dinamik  ve diyalektik bir özelliğe sahiptir. 

TOPLUMSAL DAVRANIŞ OLARAK DİN 

Modern sosyal antropolojinin kurucularından olan Radcliffe‐Brown, bir  toplumsal davranış türü olarak dinin şöyle incelenmesi gerektiğini ifade ediyor: 

 Toplum hayatında bir dini anlamak için, onun oradaki etkilerini  incelemek gerekir. Bu bakımdan toplum içerisinde din, faaliyet  halinde incelenmelidir. 

 Bu çerçevede dini cemaate aidiyetin kişide meydana getirdiği  duyguların incelenmesi çok büyük bir önem taşımaktadır. 

Aslında din, insanda, toplumsal dayanışmanın esasını teşkil eden,  hem korku ve hem de saygıya dayalı, çift yönlü bir bağımlılık  duygusu yaratır. Bu bakımdan bu duygunun incelenmesi, dinin  hem sosyolojik hem de sosyal psikolojik yönlerinin aydınlatılması  bakımından önem arz etmektedir. 

 Dini eylemler, ritüeller ve ayinlerin incelenmesi de önemlidir. 

 Dini inançlar ve dogmalar (nasslar) da incelenmelidir. 

 Din, dini grup, dini cemaat, mezhep ve dini teşkilatlarla 

toplumsal yapı arasındaki ilişkiler incelenmelidir. Bir din, içinde  bulunduğu toplumsal yapı ile doğrudan ilişkili olabileceği gibi,  kısmen ondan bağımsız olarak da bulunabilir. Bu açıdan din, bir  ölçüde toplumsal yapıyı destekleyici şekilde görev yapacağı gibi,  onun dışında bağımsız çalışan özerk bir yapıya da sahip olabilir. 

Görülüyor ki Malinowski ve Durkheim’in dahil olduğu birçok 

fonksiyonalist, dinin toplum hayatının yapısal öğeleri arasında yer aldığını, bu  şekilde toplumsal yapıyı ve bütünleşmeyi destekleyici bir fonksiyona sahip  olduğunu düşündüğü halde, Radclif‐Brown dinin, toplumsal yapıdan bağımsız  çalışan özerk bir yapıya sahip olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Yine  Endonezya ve Kuzey Afrika’daki Müslümanlar üzerine antropolojik çalışmalar  yapan Geertz de dinin ve onun içinde yer aldığı kültürel sistemin, bir ölçüde  toplumsal yapıdan bağımsız bir dinamiğe sahip olduğunu göstermiştir. Geertz,  dini bir semboller sistemi olarak kabul etmekte, dinin, insana bir hayat anlayışı  ve bir dünya görüşü sağlayarak onun davranışlarını yönlendirici şekilde görev  yaptığını düşünmektedir. 

DİN SOSYOLOGLARININ DİNE YAKLAŞIMI 

Sosyologlar, dini tecrübenin bireysel veya toplumsal hayatta ya da  tarihsel ve sosyo‐kültürel ortamı içinde büründüğü ifade şekillerini çeşitli  açılardan kategorize etmişler ve din tariflerinde temel aldıkları kriterlere göre  birbirinden farklı tipolojiler ortaya koymuşlardır. Bunlardan bizim için en  önemlileri P. De la Bullaye, C. Glock, J. M. Yinger, J. Wach, G. Mensching ve G. 

Le Bras’nın sınıflandırmasıdır. Sosyologların bu sınıflandırmaları arasındaki 

(3)

  İslam söz konusu  olduğunda en yalın  haliyle bir müslümanın 

“Amentü”de formüle  edilen iman  esaslarından haberdar 

olması beklenir. 

farklılıklar, onların din tanımlarındaki farklılıklara dayanmaktadır. Örneğin,  bunlardan P. De la Bullaye dini olaylara şu üç perspektiften yaklaşılması  gerektiğini ifade ederek dini tecrübenin objektifleştiği üç boyuta işaret  etmektedir: 

 Dini olayların sosyal‐psikolojik tezahürleri, 

 Teşkilatın dini cemaat üzerindeki etkileri, 

 Dini cemaatlerin toplumla ilişkileri. 

Fransız din sosyologu G. Le Bras, dini tecrübenin üç inceleme alanından  söz etmektedir. Bunlar; 

 Dini birlik ya da topluluk (ümmet), 

 Sivil topluluk, 

 Süpranatürel topluluklardır. 

Birincisi bir dine inanıp bağlananların oluşturduğu dini topluluğu yani  ümmeti ifade etmektedir. İkincisi dinin sivil yani profan topluluklarla ilişkileri  alanıdır. Üçüncüsü görülmez alemle ilgili olup, kutsal güçlerin gözlenebilir  tezahürleri ve normlarını içine almaktadır. 

   

DİNİ TECRÜBENİN BOYUTLARI 

Ch. Glock, dini hayatın gözlenebilir dört boyutu olduğunu ifade ederek bu  boyutları; tecrübi, ritüalist, ideolojik ve geleneksel (konvensiyonel) boyut olarak  sıralamaktadır. Glock’un daha sonra Stark ile birlikte gerçekleştirdiği 

araştırmada, bireysel dini tecrübenin objektifleşen boyutları bundan biraz daha  farklı bir tasnife tabi tutulmuştur. Bu yeni tasnife göre; herhangi bir dini 

yaşayışın gözlemlenebilir olması, beş boyutta gerçekleşir: 

 İnanç (Belief) boyutu, 

 Dini Pratikler (Practice) boyutu, 

 Tecrübe (Experience) boyutu, 

 Bilgi (Knowledge) boyutu, 

 Etkiler (Consequences) boyutu. (Günay, 2000: 212‐217)  Dinin inanç boyutu ile, dindar insanın belli inanç ilkelerini bileceği ve  onlara inanacağı beklentisi ifade edilir. Çünkü, bir takım temel inançlara  dayanmayan bir din tasavvur edilemez. Bununla birlikte, bu inanç ilkelerinin  muhteva ve kapsamı sadece farklı dinlerde değil, aynı dini geleneğin kendi  içinde de farklı olabilir. Her din, inanç ilkelerinden belli bir sistem kurar ve  mensuplarından bunları bilmelerini ve bunlara inanmalarını bekler. (Köktaş,  1993: 53)  

Dinin pratik (ibadet, ritüel) boyutu, din mensuplarının yerine getirdikleri  bütün dini pratikleri içine alır. Çeşitli ayinler, törenler ve İslam’daki belli başlı  ibadetler bu gruba dâhildir. Aslında, dinin bu iki boyutu birbiriyle çok yakından  ilişkilidir. Çünkü İslam bilginleri iman ile amelin, yani İslam dininin inanç ve  ibadet boyutunun birbirini tamamladığını, ne imansız amelin ve ne de amelsiz  imanın tek başına bir anlam ifade etmediğini belirtmişlerdir. Hatta bu konuda  sıkça verilen örneklerden birinde, amelsiz iman meyvesiz ağaca 

benzetilmektedir. 

Dinin tecrübe (duygu) boyutu ile, dindar insanın inandığı dinin tecrübi  esaslarını, hayatının her hangi bir döneminde ya da mütemadiyen yaşadığı ve  kendi âleminde bu tecrübeye katıldığı düşünülür. Bu katılımın derecesi ve şekli 

(4)

Kur’an’ı Kerim’in   kendini tanımlamak için 

seçtiği kelimenin bile  bilgi temelli olması,  onun dinin bu boyutuna 

verdiği önemi  göstermektedir. 

Zaten her dinde temel   dini tecrübe, sezgi,  vahy, hep bir teorik  anlatıma, inançlara,  tasavvurlara ya da  düşüncelere dayanır. 

bireysel ve dinsel farklılıklara göre değişebilir. Ancak, yine de her din  mensubunun bu duyguyu yaşadığı kabul edilir. Dinin bu boyutu çoğunlukla,  korku veya vecd hali, huşu veya mutluluk duygusu, ruhsal huzur veya ilahi  olanla yoğun vuslat gibi durumlarda gözlemlenebilir hale gelir. Bireysel  dindarlığın güçlü göstergelerinden biri olan subjektif dini tecrübeye, her din  belli bir değer atfeder. (Koştaş, 1995: 13) 

Dinin bilgi boyutu ile bütün dinlerin, inananlarından asgari düzeyde de  olsa bilmelerini istediği temel inanç ilkelerinin ve kutsal metinlerinin 

kastedildiği düşünülür. İnanç objesi hakkında bilgi edinmenin bir inancın kutsal  sayılması için gerekli şartlardan birini oluşturduğu düşünüldüğünde, bilgi ve  inanç arasında sıkı bir ilişki olduğu görülür. Hakikaten de iman; akıl, bilgi ve  düşünce temelinden yoksun olarak salt Tanrı’nın hidayetiyle gerçekleşen bir  durum değildir. İnsanın iman esaslarına karşı takındığı her iki tutumun da  (inanma ya da inkar etme), işitme ve görme yetileriyle beslenen düşünme,  anlama ve akıl yürütme süreçleri sonucunda ortaya çıktığı kabul edilmektedir. 

(Güler, 1998: 8‐10)  

Dinin etkileme boyutuna gelince, bu boyut diğer dört boyuttan farklıdır. 

Çünkü bu kategori ile birey olarak insanın, dini inanç, pratik, tecrübe ve  bilgisinin bütün dünyevi sonuçları özetlenmiş olmaktadır. Başka bir ifadeyle,  insanların neyi yapmaları ya da neden kaçınmaları ve hangi zihniyete sahip  olmaları gerektiğini belirleyen dini metinlerin pratik sonuçları burada 

görülebilir. Dinin bu boyutu, insan‐Tanrı ilişkisinden çok insanlar arası ilişkilerde  ortaya çıkmaktadır. (Köktaş, 1993: 54) 

Görüldüğü gibi Rudolf Otto'nun, korkutucu ve büyüleyici sır olarak  nitelediği dini tecrübenin anlamını açıklamak, onun büründüğü farklı şekiller  sayesinde mümkün olmaktadır. Zira bireylerin yaşadığı içsel tecrübenin 

anlaşılması, onun aynı zamanda objektif anlatımının da açıklanmasıyla mümkün  olabilir. Şimdi Alman din sosyoloğu Joachim Wach’ın görüşleri çerçevesinde  temel dini tecrübenin özellikle teorik, pratik ve sosyolojik boyutlarını daha  ayrıntılı görelim.  

 

 

DİNİ TECRÜBENİN TEORİK İFADESİ: İNANÇLAR 

Her dini tecrübe belirli bazı tasavvurları ihtiva eder. İlkel olsun, evrensel  olsun bütün dinlerde inançlar, o dinin vazgeçilmez öğeleri halindedir. Zaten her  dinde temel dini tecrübe, sezgi, vahy, hep bir teorik anlatıma, inançlara, 

tasavvurlara ya da düşüncelere dayanır. Özellikle evrensel dinlerde bir din  teorisine de dönüşen bu tasavvurların, bireyleri birleştiren bir etkiye sahip  olabildiği gibi, bireyler arasında bir köprü vazifesi görerek, sadece 

mensuplarının vâkıf olduğu bir sırra, bir gizli bilgiye dönüşebilmesi de 

mümkündür. Bu hal bireyleri öylesine kuşatır ki dini bağlılık, artık bu formülün  tekrarlanması ile açıklanır. (Freyer, 1964: 33) 

Dini tecrübenin teorik anlatımını daha iyi anlayabilmek için dinin,  özellikle de imanın gelişme sürecini incelemek gerekir. Bu gelişme şekil ve  muhteva bakımından ele alınabilir: 

Bireysel Etkinlik

• Dinin boyutlarının, çevrenizde hangi tecrübe şekilleri  altında gözlenebileceğini  değerlendirebiliyor musunuz?

(5)

  Ancak şunu ifade etmek 

gerekir ki, bir mit, her  şeyden önce tarihtir. 

İmanın Şekil Bakımından Gelişmesi 

İlkel dinlerde bu teorik anlatım, “mit”ler halinde ifade edilir. Ancak bu  mitleri, tamamen hayal unsuru şeyler olarak görmemek ve bunların belli bir  ölçüde gerçeği yansıttıklarına önemle işaret etmek gerekir. İlkeller arasında  mitlere oldukça fazla rastlanır. Fakat ileri toplumlar ve kültürlerin de mitolojik  öğelere yer verdikleri bilinmektedir. Mitoloji bilginleri, semavi dinlerde bile  mitolojik öğelerin önemli bir yer tuttuğunu bildiriyorlar. Öyle anlaşılıyor ki dini  hayat, özellikle halk dindarlığı düzeyinde hem mistik, hem de mitolojik 

unsurlara geniş ölçüde yer vermektedir.  

  Fransız sosyologu H. Hubert, mitolojilerin kapsamı içerisine, tarih, 

semboller, dil ailesi ile ilgili bütün özellikler, masal konuları, ilkellerin günlük  hayatı içindeki bütün olayları dahil etmektedir. Aslında çeşitli toplulukların  mitleri arasında büyük benzerlikler de görülmektedir. Bu durum, halkların,  birbirinden efsanelerle ilgili bilgi alışverişi yaptıklarını göstermektedir. Bununla  birlikte efsanelerin, bizzat yaşadıkları halk içerisinde geliştiklerini de başta  kabul etmek gerekir. Mitlerin kendine mahsus mantığı ve kuralları olmakla  birlikte bu mitolojilere bağlı inanç ve gelenekler arasında pek çok tutarsızlıklar  ve çelişkiler ortaya çıkmıştır. Bu arada mitolojilerin bazı yönleri zamanla açık bir  hal alırken, bazı yönleri de silinip gitmiştir. Gelişme sürecinin ileri 

aşamalarındaki akıl ve düşünce gelişimine bağlı olarak çeşitli mitolojik bilgi ve  inançların birbiriyle kaynaşarak birleştikleri ve bir düzene sokuldukları 

görülmektedir. 

İlkel ve politeist dinlerdeki mitolojik inanç ve geleneklerin yerini  monoteist ve ilahi dinlerde “iman esasları” veya “doktrinler” alır. Böylece  yüksek dinlerde dini tecrübenin teorik ifadesi, iman esaslarının içinde 

toplandığı akaid şeklinde kendini gösterir. Ayrıca özellikle yüksek dinlerde dini  inançlar, o dinin akidesinin özünü ifade eden bir formülün tekrarlanmasıyla  açığa vurulur. Eski Yunan’da böyle bir formüle “sembol” denmekte ve inancı  ifade eden bu formülün, inananların peşinden gittiği ve onları bir bayrak gibi  birleştirdiği anlatılmak isteniyordu. İslam’da “Kelime‐i Tevhid” veya “Kelime‐i  Şehadet”, böyle bir formül idi. Yine İslam’da “Amentü” olarak bilinen kavram,  altı iman esasını kapsıyordu. (Günay, 2000: 218‐220) 

İmanın Muhteva Bakımından Gelişmesi 

Dini tecrübenin teorik anlatımı üç konu bakımından ele alınabilir. Tanrı,  dünya ve insan. Bunlar bilim hayatında Teoloji, Kozmoloji ve Antropoloji ile  ifade edilmektedir. Bu kavramlar, yani Tanrı, Tanrıların doğuşu, soy kütüğü ve  başlangıcı “Theogoni”; Tanrıların nitelikleri, dünya ile ilişkileri ve bunların ispatı 

Örnek

• C. Strehlow, Avustralya’nın Arunta ve Loritja kabilelerinde  totemik sisteme bağlı bir büyük Tanrı inancının, bu kabilelerin  mitolojilerinde önemli bir yeri olduğunu bildirmektedir. Aztek  tanrısı Huitzilopotchli efsanesinin, Azteklerin dini hayatında  önemli bir yeri vardır. Yunanlıların, kökü çok eski dinlere  uzanan mitolojileri vardır. Bunlardan Orfe efsanelerinde, hem  felsefi hem de dini ve mistik öğeler mevcuttur. 

(6)

“theodise” Teoloji içinde anlatılmıştır. Kozmoloji, dünyanın başlangıcı,  gelişmesi, çeşitli safhaları ve sonu ile ilgilenir. Teolojik anlamdaki Antropoloji  ise kurtuluş teorisi (Soteriologie) ve ötedünya bilgisini (Eschatologie) içine  alarak insanlığın başlangıcı, tabiatı ve alınyazısını inceler. 

Dünyada ilkel anlamdaki bazı mitolojik kavramları, son derece gelişmiş  felsefe ve teoloji sistemleriyle karşılaştırmak çok ilgi çekicidir. Bu sistemlerin  pek çoğu Tanrı ve dünya etrafında örülmüştür. (Taplamacıoğlu, 1983: 181‐182)  

Semavi dinlerde inanç, ibadetten önce gelmektedir. Hristiyanlığın Katolik  mezhebinde ibadet inançtan daha önemli görülmekte, ancak Protestanlarda  inanç ön plana geçmektedir. Kuran’ın nüzul seyrine bakılacak olursa Mekke  devrinde inançla ilgili ayetlerin, Medine devrinde ise amelle ilgili ayetlerin  ağırlık kazandığını görüyoruz. Ancak İslam’ın tarihi sürecinde bu konuda bazı  ihtilaflar bulunmaktadır. Mutezile mezhebi amelin imandan daha önemli  olduğunu iddia etmekte, Mürcie mezhebi ise ameli imandan ayrı tutmakta ve  imanı daha önemli görmektedir. Hariciler amelin imandan bir cüz olduğunu  iddia etmektedir. Ehli Sünnet bilginleri “Ameller niyetlere göredir.” hadisi  çerçevesinde inanç konusunda daha hoşgörülü bir tutum takınmakta ve niyetin  amelden daha önemli olduğunu savunmaktadır. Ancak Ehli Sünnet bilginleri  imanın artıp artmaması konusunda ihtilafa düşmüştür. Yine bu konuyla  bağlantılı olarak tartışılan özelliklerden biri de imanın kalple tasdikten ibaret  olup olmadığı ve tasdikle birlikte dil ile ikrarın gerekip gerekmediği konusudur. 

Ehli Sünnet bilginleri genelde imanı güçlendirmede salih amellerin büyük rolü  olduğunu iddia etmektedir. 

Wach, dini tecrübenin teorik ifadesi olan inanç, yani doktrinin,  medeniyet tarihi boyunca üç safhada incelenebileceğini belirtir: 

 Birinci safhada ilkel toplumların mitolojik hikâye ve rivayetleri yer  alır. Wach'a göre, Afrika ve Polinezya efsaneleri bu safhayı temsil  eder. 

 İkinci safhada kabilelerin efsane nakilleri değişmekte, böylece  tarihi gelişme boyunca sistemleşmeye doğru bir eğilim 

gözlenmektedir. Yine bu safhada söz konusu efsaneler, merkezi bir  şahıs etrafında organize edilir ve bu esnada bazı özellikler kuvvetle  öne çıkarken, diğerleri unutulabilir, şecere tabloları ortaya çıkar. 

Böylece rivayetlerin derlenişi, düzenlenişi ve birleştirilmesi 

gerçekleştirilir. Bu gelişme, akıl ve düşünce ile takviye edilip gerekli  şartlar oluştuğunda, doktrin hakkında karar verecek ve onu belir‐

leyecek bir yüksek otoritenin kurulmasına da yol açabilir. Bu  durumda birbirinden bağımsız efsanelerin yerini, normatif ve az  çok birlik halinde bulunan doktrin alır. Meksika, Çin ve Yunan  dinleri birleşme ve tedvin safhasını temsil eder. 

 Üçüncü safhayı karakterize eden normatifleşmeyle birlikte dinin  ilkeleri sistemleştirilmeye başlanmaktadır. Derleme, yazma ve  tedvin çalışmaları tamamlandıktan sonra yazılı rivayetler, kutsal  metinler halinde sözlü rivayetlerin yerini alır. İlahiyatçılar, özel dini  tecrübelerden kaynaklanan din anlayışlarının aklileştirilmesi  amacıyla düzenli bir İlahiyat (kutsal kabul edilen metinler)  tarafından desteklenen normatif inanç sistemleri kurarlar. Veciz  özetler, inanç sembolleri haline getirilir ve inancın içeriği üzerinde  daha derin bir düşünce ve değerlendirme faaliyeti başlar. 

İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik, Zerdüşt, Mani ve Buda, Hinduizm, 

(7)

  Bu anlamda din, bir 

tapınma olarak  tanımlandığı gibi, bütün 

dinlerde kutsalın  tecrübesi, ilahi güçlere  derin saygı eylemleriyle 

ifade edilmiştir. 

Konfüçyanizm gibi dinler ise sistemli ilahiyat safhasını temsil  etmektedir. (Wach, 1995: 47‐49) 

DİNİ TECRÜBENİN PRATİK İFADESİ: İBADET 

Dini tecrübenin teorik ifadesiyle pratik ifadesi arasında sıkı bir ilişki  vardır. Çünkü hiç bir din, sadece bir tasavvurlar, fikirler toplamı değil, aynı  zamanda dışa yansıyan bir davranış ve içten yönelişi ifade eden bir tavırdır. 

(Freyer, 1964: 35) Kaldı ki, dinin teorik anlatımında açıklanan inanç konuları,  uygulanarak gerçekleşmektedir. Dolayısıyla dini tecrübeden kaynağını alan her  hareket, onun pratik ifadesi olarak değerlendirilir. Hatta dindar insanın bütün  eylemleri ibadet olarak da kabul edilebilir. İbadetlerin incelenmesine önemli  katkılarda bulunan Underhill’e göre, bu saygı eylemleri; 

 Mensekler (Dini törenlerin sıra ve şekilleri) 

 Semboller 

 Kutsama ayinleri 

 Kurbanlar şeklinde sınıflandırılabilir. 

İslam bilginleri ibadetleri üçe ayırırlar: 

 Bedeni İbadetler (namaz, oruç vb). 

 Mali İbadetler (zekat, kurban, fitre vb). 

 Hem beden hem de malla yapılan ibadetler (Hac). 

M. Goguel ibadetin son derece değerli üç fonksiyonundan bahseder. 

Bunlar; 

 Öncelikle, ibadetin, dinin ifadesi olmak bakımından sembolik bir  fonksiyonu vardır. 

 İkinci olarak ibadet, onu yerine getirenlerde dini duyguları  besleyip geliştirmeye yaraması bakımından didaktik bir  fonksiyonu vardır. 

 Nihayet ibadetin kutsalla bağ kurulması ve temas sağlaması  bakımından mistik bir fonksiyonu vardır. 

 

İlkel dinlerde ibadete daha fazla önem verilir. F. De Coulanges Antik  Çağda din kelimesinin mensekler, ayinler ve ibadetler anlamında kullanıldığını  belirtmektedir. R. Bastide dinin bir inanç sistemi olarak teşekkül etmeden önce  bir mensekler bütünü olduğunu bildirmektedir. W. Eicrodt’a göre birlikte  ibadet geçici bir olay değildir; dinin en temel, gerçek bir anlatımıdır ve müminin  hayatının tamamını içine alır. R. Smith, ibadet konusuna gereken önemin  verilmemesine kızarak “Sami Dinler” adlı eserini yazar. Mawinckl, Mezmurların  yorumu üzerinde çalışmasından sonra dinin ibadetle başladığı sonucuna ulaşır. 

(Günay, 2000: 227) 

Dini tecrübenin anlatımları söz konusu olduğunda amel ile imanın  hangisinin önce geldiği meselesi önem kazanmakta ve yıllardır tartışılmaktadır. 

İlkel toplulukların dinlerinde dini tecrübenin pratik anlatımının daha fazla ön  plana çıktığı görülmektedir. Bu topluluklar üzerinde yapılan araştırmalar, henüz  sistemli inançların oluşmasından önce dini törenler, ibadetler, bayramlar ve  dualar gibi çeşitli uygulamaların oluştuğunu göstermiştir. İlkel topluluklardaki  bu durum, onlarda doğal gruplarla dini grupların henüz birbirinden bağımsız  kültürel muhtevaya sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple bu  topluluklar, halkın ortak değerler etrafında bütünleşmesini ve hayat birliğini  temine muvaffak olmuşlardır. Çünkü onlarda dinin damgasını vurmadığı ve dini  ayinle süslenmemiş hiçbir faaliyet bulunmamaktadır. Zamanla bu törenlere 

(8)

  İnançlar, net tanımlarla 

ortaya konarak  korunabilirler; fakat 

ibadet eylemleri,  genişleme ve  farklılaşma özelliğine 

sahip olduğundan,  açıklama çeşitliliğini ve 

karmaşıklaşma  özelliğini muhafaza 

ederler. 

  Din, kutsallık boyutu ile 

bireysel olduğu kadar  kollektif ilişkileri de 

düzenler. 

temel teşkil eden tasavvur ve fikirler, bilinçteki canlılığını kaybetse de, dini  törenler, geleneklere uygun bir şekilde yapılmaya devam eder. Örneğin,  doğum, gençlerin topluma kabulü, evlilik, ölüm, savaş ilanı, hasat başlangıcı, av  mevsiminin başlaması gibi bütün faaliyetler, dini törenler eşliğinde 

yapılmaktaydı. (Günay, 2000: 221) 

İbadetler, din ile o kadar iç içedir ki, dinin, ibadetler olmadan varlığını  koruyabilmesi neredeyse imkânsızdır. Öyle ki ibadeti, dinin gerçek ve en temel  ifadesi olarak görenler bile vardır. İbadetler, kimi zaman tanrılar şerefine  yapılmış basit eylemler, kimi zaman da kutsal zaman ve yer yasaklamalarına  uyma, evreni ve ilahi iradeyi açıklama sistemi (Japon, Çin, Roma ve Meksika  kehanet sistemleri) olarak görülür. Bazı durumlarda ise bu sistemlerin karmaşık  ve gelişmiş şekli (Yahudilik, Parsilik, Brahmanizm, Roma ve Doğu Katolikliği) ya  da belli bir sonuç elde etmek amacıyla yapılan özel ayinler (dua, kurban, arınma  ayini) dinlerin ibadet kategorisini oluşturur. (Wach, 1995: 26) 

Bir dini davranış ve saygı ifadesi olarak ibadetler, tek tek bireyleri aşarak,  diğer insanlar üzerinde de etkili olur. İbadetler, kişilerde, ortak inanç ve 

tasavvurlara sahip olma şuurunu yerleştirerek, onları birbirine daha fazla  yaklaştırır. (Freyer, 1964: 35‐36)  

Dinin inanç boyutu, bazen toplumu gruplar ya da bireyler arası 

farklılaşma ve bölünmelere sürükleyebildiği halde, ibadetler, din kaynaklı bencil  tutum ve davranışlara engel olarak farklılıkları ortadan kaldırır, birey ve 

toplumu birleştirip bütünleştirir. Dini ibadet ve törenlerin, ahlak, dayanışma,  ekonomi, siyaset ve sanat üzerinde sayısız etkileri vardır. 

Eğer ibadetler çeşitli kültürler içinde ve o kültürlerin damgası altında  farklılaşmış, genişlemiş, formel hale gelmiş, eski ve belki de asıl anlamından  uzaklaşmışsa, bu durum o dine mensup insanlar arasında yorum, uygulama  farklarına, dolayısıyla çekişme ve ihtilaflara yol açabilir. Bu konu dini tecrübenin  sosyolojik boyutuyla ilgilidir. 

 

DİNİ TECRÜBENİN SOSYOLOJİK İFADESİ: DİNİ  CEMAAT 

Din, öncelikle Tanrıyla kurulan bireysel samimi ilişkiyi ifade etse de bu  durum, onun toplumsal yön ve etkilerini ortadan kaldırmaz. Din, kutsallık  boyutu ile bireysel olduğu kadar kollektif ilişkileri de düzenler. Onun bu özelliği  cemaat oluşturabilme potansiyeliyle, yani sosyolojik boyutuyla ilgilidir. Bu  anlamda dini ayinler, topluluğun basit bir anlatımı değil, aynı zamanda, onun  varlığını sürdürebilmesinde etkili olan önemli araçlardandır. Ayrıca yaşayan her  din, mensupları arasında toplumsal ilişkiler yaratmak ve bu ilişkileri sürekli  kılacak yolları açık tutmak zorundadır. Ancak bu şekilde din, bireyin sübjektif  tecrübesinin dışına taşarak nesnelleşir ve bireyleri birbirine bağlayarak  toplumsallaşmalarına önemli katkılarda bulunur. Çünkü insan yaratılışı gereği  toplumsallaşmak, toplum halinde yaşamak zorunda olan bir varlıktır. 

(Çapcıoğlu, 2008: 21–24) Ancak dini tecrübede bireysel ilişkilerin önemine  yapılan vurgu, onun toplumsal ya da bireysel yanının birini diğerinin önüne 

Bireysel Etkinlik

•Çevrenizde inançlara mı yoksa ibadetlere mi daha fazla önem  verildiğini anlayabiliyor musunuz?

(9)

Toplum hayatının   henüz farklılaşmadığı  ilkel şartlarda efsaneler 

ve ayinler, açıkça  toplumsal yapının 

damgasını taşır. 

geçirmeyi haklı kılmaz. Bazı araştırıcılar, Batı toplumlarında ferdiyetçiliğe aşırı  önem verilmesiyle birlikte dinin de her şeyden önce ferdi ilgilendiren bir özellik  olduğunu belirtmişlerdir. 

Ferdiyet kavramı Kant, Pascal ve Kirkegaard felsefesinde önemli bir rol  oynamakta ve Kirkegaard teolojisi ferdi hem sosyolojik hem de dini yönden  temel bir kategori olarak kabul etmektedir. Çağdaş felsefe ve Protestan  ilahiyatı da benzer görüşleri paylaşmaktadır. Yine psikolog W. James de dinde  ferdi özelliğin asıl olduğunu iddia etmektedir. Bu araştırıcıları, bir taraftan  İslam’da tasavvuf, Hristiyanlık’ta mistisizm, Protestanlık ve Metodizm gibi bazı  mezhep ya da akımların ferdi ibadet ya da değerler üzerindeki ısrarlarının böyle  hatalı bir yöne sürüklediğine şüphe yoktur. Diğer taraftan XIX. yüzyılın 

sonlarına doğru birçok bilginin, dini gelişmelerin yavaş yavaş kolektiflikten  ferdiliğe doğru bir gelişim trendine sahip olduğu sonucuna varmış olmaları da  buna yol açmıştır. Fakat XX. yüzyılın başlarından itibaren karşılaştırmalı din  bilimi ve din sosyolojisi alanlarında yapılan çalışmalar, bu türden genellemelere  şüpheyle yaklaşılmasına yol açmıştır. Gerçekten de doğal grup bağları ile dini  grup bağlarının iç içe geçtiği eski dönemlerde dini kolektivizmin hakim olduğu,  fakat bilim ve teknolojinin ilerlediği dönemde ferdileşmeye doğru bir eğilimin  gözlendiği bilinmektedir. Ancak ferdi yalnızlığa doğru götüren bu eğilimin, toplu  halde yaşamaya meyleden ferdi, yüksek dinler aracılığıyla spesifik dini 

cemaatler oluşturmaya sevk ederek dengelendiği anlaşılmaktadır. Antropolog  ve etnologların çalışmaları, ilkel dinlerde bile ferdi özelliklerin mevcut olduğunu  göstermiş ve pratik hayatta, her ikisinin ve birbirini tamamladığı görülmüş  olmaktadır. (Günay, 2000: 224)  

Dini tecrübenin sosyolojik anlatımını ele alan her girişim, onun içinde  filizlendiği toplumu da gözetmek zorundadır. Çünkü her din başlangıçta içinden  çıktığı sosyolojik çevrenin etkisi altındadır. Kültürel gelişmenin ileri 

dönemlerinde bile dinin kurucusu ve ilk taraftarları, içinde bulundukları  toplumun yapısını ve kültürel sistemini görmezlikten gelmemiştir. Toplum  hayatının henüz farklılaşmadığı ilkel şartlarda efsaneler ve ayinler, açıkça  toplumsal yapının damgasını taşır.Teoride, koyduğu normlarla toplum hayatını  düzenleyen din, pratikte ise, var olan toplumsal yapıya nüfuz ederek onu bir  dereceye kadar yeniden düzenler. Bu anlamda dini inanç ve pratikler toplumun  şekillenmesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Her din ‐İslamiyet, Hristiyanlık,  Budizm ve İlkel dinler de dâhil‐ bunu, son derece kapsamlı ve sistemli ahlaki  değerler vasıtasıyla yapar. 

 

Dinin sosyolojik ifadesi, varlığını sürdürebilmek için bir cemaate ihtiyaç  duymasıyla hayat bulur. Ne var ki dinin cemaat oluşturabilmesi (cemaatleşme),  inanç ve ayinlerin yanı sıra; bireyler arası çok yoğun, zor ve karmaşık ilişkiler  sonucunda gerçekleşir. Her şeyden önce dini tebliğ faaliyeti, böyle bir sürecin  yaşanmasını zorunlu kılar. Başlangıçta dinler, iki şeye kuşkuyla yaklaşır: 

 Mevcut toplumsal yapıda önemli yeri olan aile, kabile vb. doğal  gruplara, 

 Tarihi ve sosyolojik faktörlerin belirlediği kültürel sisteme. 

 

Bu demektir ki, dini tebliğ, sosyolojik açıdan öteden beri mevcut olanları  ya kabul eder ya da reddeder. Çünkü yeni inanç temellendirilmeye ve 

meşruiyetini ispatlamaya muhtaçtır. Bir önceki dönemle karşılaştırıldığında  yeni dinin tebliğinde seçilen kelimelerin ve ifade ediliş tarzlarının inceldiği 

(10)

Dua, kurban ve diğer   ibadetler, sadece ona 

katılanların  tecrübelerini açığa  çıkarmakla kalmaz, aynı 

zamanda grubun yapı  ve zihniyetinin  belirlenmesine de  katkıda bulunur. (Wach, 

1995: 45‐46) 

görülür. Dini yaşayışın odağında yer alan Tanrı inancı ve insanın onunla ilişkisi,  dini tebliğ sürecinde yeniden düzenlenir. Bu durum, topluluğun tamamını  etkilemeye başladığı andan itibaren topluluk, Tanrı'ya içten bağlı bir cemaate  dönüşür. Bu aşamada bireyler, birbirlerine farklı bir şekilde bağlanır. Böylece  yeni inanç, bir taraftan değişen şartlara göre hayatı ve toplumu yeniden  şekillendirirken, diğer taraftan bireyler arası ilişkilere bir istikrar kazandırır. 

Dini grupların devamı açısından baktığımızda dini ayinlerin, sosyolojik  bakımdan son derece önemli olduğunu görebiliriz. İşte dini birliğin esasını teşkil  eden başlıca husus, dinin bu pratik yönüdür. En ilkel dinlerden en gelişmişlerine  kadar hepsinde de birleştirici olan yegâne unsur, dinden dine değişen ritler, yani  dini tören, usul ve kaidelerdir. Burada ibadet, din ve topluluk arasındaki 

etkileşimin birbirleriyle kaynaşmış olarak varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. 

Dua, kurban, dini örf ve adetler belli bir insan topluluğunun varlığını ortaya  koydukları halde, biçimlenmeleri konusunda, o insan topluluğundan kolay etki‐

lenmezler. Dini eylem birey kadar toplumu da etkisi altına alır. Dinden doğan  gruplaşmalar, doğum, ölüm, evlilik ve savaş gibi hem bireyin hem de toplumun  hayatındaki dönüm noktalarında önemli dayanışma şekillerine sahne olur. Bu  durum, günlük hayatımızın diğer alanlarında da böyle devam eder. 

Görülüyor ki ibadetlerin, dinlerdeki ilk cemaatin oluşumunda oynadığı rol  son derece önemlidir. Çünkü dinin teorik ifadesi olan doktrinler, dinin vermek  istediği mesajların içeriğini berraklaştıran belirgin tanımlarla, dışa kapalı olarak  korunurlar. Bu anlamda doktrinler çok fazla genişleme özelliğine sahip değildir. 

İbadetler ise çok daha fazla genişleme kabiliyetine ve tecrübeyi ifade  çeşitliliğine sahiptir. (Wach, 1995: 48) 

                   

(11)

             

Öz et

• İnsan, tarih sahnesinde çıktığı andan beri varlığına bir anlam verme  arayışı içinde olmuştur. Bu anlam arayışı, onun toplum içindeki  faaliyetlerinde en yoğun şekilde ortaya çıkmaktadır. Toplumların  yapısı ve mahalli şartları dolayısıyla onda dini inançların şiddeti, dini  ibadetlere rağbet etmeleri, dini duyguların yoğunluğu, azlığı veya  çokluğuna, insanların hayatının çeşitli faaliyet alanlarına olan  etkileri bakımından derece farklılıkları bulunmasına rağmen, bu  kültür formları içinde dinin ayrıcalıklı konumu hiç değişmemiş bu  sebeple insanlığın temel sorusu, hep dinle ilgili olmuştur.Dinler,  fonksiyonunu üç planda görmektedir; kişisel, kültürel, toplumsal.

• Dini tecrübe üç şekilde objektifleşir. Teorik olarak din, düşünce ve  doktrini ihtiva eden bir semboller sistemi şeklinde ortaya çıkar. İlk  ilham ve sezgiden kaynağını alan bu ilk tecrübe, belirli ve tutarlı  nazari tasdiklerde ifade edilir.

• Bütün dinlerde dinin teorik bildirisinde açıklanan inanç konuları,  uygulanarak gerçekleşmektedir. Bu anlamda dini tecrübeden  kaynağını alan her hareket, onun pratik ifadesi olarak 

değerlendirilir. İşte dini tecrübenin teorik ifadesiyle pratik ifadesi,  onun üçüncü yani sosyolojik ifadesiyle tamamlanır. Yaşayan her din,  mensupları arasında toplumsal münasebetler yaratmak ve 

gözetmek zorundadır. Onun üçüncü ifadesi yönünden dini ayinler,  topluluğun basit bir anlatımı değil, aynı zamanda, onu hayatta  tutmak için bir vasıtadır.

(12)

  Değerlendirme  sorularını sistemde ilgili  ünite başlığı altında yer  alan “bölüm sonu testi” 

bölümünde etkileşimli  olarak 

cevaplayabilirsiniz. 

DEĞERLENDİRME SORULARI 

 

1. “Dini ayinler, topluluğun basit bir anlatımı değil, aynı zamanda, onun  varlığını sürdürebilmesinde etkili olan önemli araçlardandır. Ayrıca  yaşayan her din, mensupları arasında toplumsal ilişkiler yaratmak ve bu  ilişkileri sürekli kılacak yolları açık tutmak zorundadır. Ancak bu şekilde  din, bireyin sübjektif tecrübesinin dışına taşarak nesnelleşir ve bireyleri  birbirine bağlayarak toplumsallaşmalarına önemli katkılarda bulunur”. 

Metinde dini tecrübenin ifade şekillerinden hangisi üzerinde  durulmaktadır? 

a) Bireysel  b) Teorik  c) Kültürel  d) Sosyolojik  e) Pratik 

2. Dini Tecrübenin teorik, pratik ve sosyolojik olmak üzere üç şekilde  ifade edildiğini belirten sosyolog kimdir? 

a) Mensching  b) Durkheim  c) Weber  d) Otto  e) Wach 

3. Aşağıdakilerden hangisi Underhill’in ibadet eylemleri kategorisinde yer  almaz? 

a) Kurbanlar  b) Sadakalar  c) Mensekler  d) Takdis ayinleri  e) Semboller 

4. Dini tecrübenin önce dört boyutta inceleneceğini  belirttikten sonra, bu  boyutların sayısını beşe çıkaran bilgin kimdir? 

a) Le Bras  b) Wach  c) Glock  d) Mensching  e) Weber 

5. İbadetlerin, sembolik, didaktik ve mistik fonksiyonlarından bahseden  bilgin kimdir? 

a) Weber  b) Glock  c) R. Smith  d) Goguel  e) Wach 

6. Dini bir semboller sistemi olarak kabul edip dinin, insana bir hayat  anlayışı ve bir dünya görüşü kazandırarak onun davranışlarını  yönlendirici şekilde görev yaptığını savunan bilgin kimdir? 

a) Geertz  b) R. Smith  c) Goguel  d) Mensching  e) Le Bras 

(13)

7. Wach’ın, dini tecrübenin teorik ifadesi olan inancın, medeniyet tarihi  boyunca üç safhada incelenebileceği görüşü dikkate alınırsa aşağıdaki  cümlelerden hangisi ilk safhayla ilgilidir? 

a) Birbirinden bağımsız efsanelerin yerini, normatif ve az çok birlik  halinde bulunan doktrin alır. 

b) Yazılı rivayetler, kutsal metinler halinde sözlü rivayetlerin yerini  alır. 

c) İlkel toplumların mitolojik hikâye ve rivayetleri yer alır. 

d) Gerekli şartlar oluştuğunda, doktrin hakkında karar verecek ve  onu belirleyecek bir yüksek otoritenin kurulmasına yol açabilir. 

e) Normatifleşmeyle birlikte dinin ilkeleri sistemleştirilmeye  başlanmaktadır. 

8. Otto tarafından “kutsalın tecrübesi” olarak tanımlanan kavram  aşağıdakilerden hangisidir? 

a) Dini törenler  b) Dini tecrübe  c) Semboller  d) Kutsama ayinleri  e) Kurbanlar 

9. Dini tecrübenin sosyolojik boyutu olan cemaatlerle ilgili  aşağıdakilerden hangisi söylenemez? 

a) Din, kutsallık boyutu ile bireysel olduğu kadar kollektif ilişkileri  de düzenler. 

b) İbadetler, dinlerdeki ilk cemaatin oluşumunda oynadığı rol son  derece önemlidir. 

c) Dini eylem birey kadar toplumu da etkisi altına alır. 

d) Yaşayan her din, mensupları arasında toplumsal ilişkiler  yaratmak ve bu ilişkileri sürekli kılacak yolları açık tutmak  zorundadır. 

e) Dinin sosyolojik ifadesi, varlığını sürdürebilmek için herhangi bir  cemaate ihtiyaç duymaz. 

10. Dini tecrübenin üç inceleme alanını dini birlik ya da topluluk (ümmet),  sivil topluluk, Süpranatürel topluluklar olarak gruplandıran din 

sosyologu kimdir? 

a) G. Le Bras  b) Mensching  c) Weber  d) Goguel  e) R. Smith   

     

Cevap Anahtarı  1.D, 2.E, 3.B, 4.C, 5.D, 6.A, 7.C, 8.B, 9.E, 10.A 

 

 

 

 

(14)

YARARLANILAN KAYNAKLAR 

Akyüz, N., Çapcıoğlu İ. (Ed) (2012), Ana Başlıklarıyla Din Sosyolojisi,  Grafiker Y. (4. Baskı), Ankara. 

Çapcıoğlu, İhsan (2008), “İslam’da İnsan Onuru ve Sosyo‐Kültürel  Bütünleşme”, Diyanet Aylık Dergi,  Sayı: 205. 

Freyer, Hans (1964)Din Sosyolojisi, çev. Turgut Kalpsüz, Ankara. 

Güler, İlhami (1998), “Kur’an’da İmanın ve İnkârın Ahlaki ve Bilişsel  (Kognitif) Temelleri”, İslamiyat,  C. 1, S. 1. 

Günay, Ünver (2000), Din Sosyolojisi(3. Baskı), İstanbul. 

Koştaş, Münir (1995), Üniversite Öğrencilerinde Dine Bakış, Ankara. 

Köktaş, M. Emin (1993), Türkiye’de Dini Hayat (İzmir Örneği), İstanbul. 

Taplamacıoğlu, Mehmet (1983), Din Sosyolojisi (3. Baskı), Ankara. 

Wach, Joachim (1995), Din Sosyolojisi, çev. Ünver Günay, İstanbul. 

     

Referanslar

Benzer Belgeler

değişmenin niteliği ve nedenleri hakkında birbirlerinden farklı ölçütler ve farklı 

Yay›n›n editörü 21 May›s’ta yay›mlanan ‘Royal Society Ne ‹çin Var?’ bafll›kl› baflyaz›s›nda, Royal Society’i tembel olmakla ve tarihi baflar›lar›n›n

Canlıların yaşamı için gerekli olan oksijen bu katman olduğu için hava katmanı, kara ve su katmanıyla temas halindedir.. Örneğin: karada ve suda yaşayan canlılar solunum

Dini pratiklere katılmada bir azalmanın yaşanması farklı biçimlerde 

 Vuruş yapacak olan ayağın topa vurduktan sonra topu takip etmesi gerekir..  Kollar vuruş tekniğine göre harekete bağlanmalıdır ve

 Küresel turizmin kültür için yarattığı tehditler olarak otantik değerlerin kaybı, kültürün üretiminde kullanılan doğal kaynakların yok olması, yerel kültüre

• Türkiye, petrol bakımından yeterli kaynaklara sahip olmamakla birlikte, zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip doğu ve Ortadoğu ülkelerine yakın olması jeopolitik

Bütün dinlerin temelde insanın kurtuluşunu esas aldığını, bu kurtuluşu sağlamak için bir takım inanç, ibadet ve ahlâk sistemlerinden oluşan bir reçete sunduğunu göz