İÇ İNDEK İLER
• Kavramsal Açıdan Sosyal Değişme
• Sosyal Değişmeyle İlgili Yaklaşımlar
• Büyük Boy Teoriler
• Orta Boy Teoriler
• Küçük Boy Teoriler
• İçerik Açısından Sosyal Değişme
• Faktörel Açıdan Sosyal Değişme
• Sosyal Değişme ve Din Etkileşimi
• Sosyal Değişmenin Dinî Yapıya Etkisi
• Dinî Yapının Sosyal Değişmeye Etkisi
HEDEFLER
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Sosyolojik açıdan sosyal değişme kavramını anlayıp kavramsal olarak tarif edebilecek,
• Sosyal değişmeye ilişkin organizmacı, evrimci ve diyalekti büyük boy
kuramları; yapısal fonksiyonel ve çatışması orta boy kuramları ve küçük boy teorileri birbirinden ayırt edip bunlar arasında tanımsal
karşılaştırmalar yapabilecek,
• İçerik açısından sosyal değişmenin kullanım alanlarını ve farklı
yaklaşımları kavrayabilecek,
• Faktörel açıdan sosyal
değişmeninkullanım alanlarını öğrenebilecek.
• Sosyal değişme ve din etkileşimi koşununda sosyal değişmenin dine, dinin de sosyal değişmeye etkisi üzerinde yorumlar yapabileceksiniz.
SOSYAL DEĞİŞME VE DİN ETKİLEŞİMİ
DİN SOSYOLOJİSİ
ÜNİTE
10
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Bu yönüyle din‐toplum
ilişkisinin ana eksenini sosyal değişme ve din ilişkisi oluşturmaktadır.
Sosyal değişme olgusu,
sosyoloji biliminin ve hatta sosyal bilimlerin hemen bütün dallarının
ilgi odağı hâline gelmiştir.
GİRİŞ
Günümüz dünyasının en önemli gerçekliklerinden biri de tecrübe ettiği sosyal değişim olgusudur. Birçok faktörün etkisiyle gerçekleşen bu süreç, kimi zaman bir insan ömründen daha kısa olacağı gibi bazen de daha uzun süre devam edebilmektedir. Bu nedenle çoğu zaman insan, bu süreçte olup bitenden haberdar olmayabilmektedir. Yine çağımız insanı, baş döndürücü bir hızla gelişen ve kontrolü pek mümkün gözükmeyen bilişim teknolojisinin kuşatması altındadır. Bu kuşatmanın altında çeşitli sosyal ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalan insan, mutlu bir yaşam alanı oluşturma çabası içerisine girerek çeşitli dini arayışları da bir sığınak olarak görmektedir.
Bu hızlı değişim süreci karşısında sosyal bilimciler, dinin bir istikrar ve güvenlik kaynağı olduğunu kabul etmelerinden tutun da dinin kendisini insani ve sosyo‐ekonomik gelişmelere uyarlamaması durumunda insanların
yaşamlarına ve tecrübelerine yabancılaşacağına kadar çeşitli görüşler geliştirmişlerdir. (Bodur, 2008: 34) Yine din sosyolojisi alanında yapılmış olan çalışmalarda görülmektedir ki, dinî inanç, düşünce ve değerler yerine göre önemli toplumsal değişim işlevi üstlenebilmişlerdir.
SOSYAL DEĞİŞME
Kavramsal Açıdan Sosyal Değişme
Var olan her şey bir değişim içerisindedir. Hele insan söz konusu olduğunda bu olgudan uzak durmak mümkün değildir. Değişim; “Değişmeyen toplum yoktur ve değişim olmasaydı sosyolojide olmazdı.” dedirtecek kadar önemli bir olgudur. Öyleyse sosyolojiyi sadece toplum bilimi olarak değil, aynı zamanda değişimin de bilimi (Vergin, 1993: 5‐7) olarak görmemiz doğru olacaktır. Değişim olgusunun toplum bilimlerinin başköşesinde bu denli önemli bir yer işgal etmiş olması ve determine edilemez karakteri itibariyle sosyal bilimcilerin daha nesnel ve nicel çalışmalar ortaya koymasını gerektirdiği açıktır.
Sosyal değişmenin ne olduğunu anlamak için önce “sosyal” ve “değişme”
kavramlarının ne gibi anlamlar içerdiğine bakmak gerekir. “Sosyal” kavramı Latince “Socius” sözcüğünden türetilmiştir. Socius’un anlamı ise birlikte oluş ve aklımıza gelen ilk şey, insan eylemi ve bunun ele alınış tarzıdır. Şu hâlde
“sosyal” kavramı fertle birlikte doğuştan var olan bir özelliktir. Çünkü fert var olduğu sosyal ya da fiziki çevresini etkilemek istediği gibi aynı zamanda bunlardan etkilenen bir varlıktır. Fertteki bu özellik kendinde var olan fıtriliğin sebebidir. (Fitchter, 1994: 20) Ferdin bu yapısal özelliğinin sonucu, sosyal yapı içerisinde değerlendirildiğinde dinamik bir fonksiyon içeriği ortaya çıkmaktadır.
(Tolan, 1993: 276) Bu da bizi değişim olgusunun fertte var olan bir özellik olduğu sonucuna götürür. Değişmeyi bir istikrarın ve tutumların değişerek başka bir şekle dönüşmesi, şeklinde ele aldığımızda, insanın davranışlarını değiştirmesi talebiyle karşılaşılmaktadır. Tutumlar ise insan için uzun bir süreçte kazanıldığı ve insanın bu günden yarına vazgeçemeyeceği öğeler olması yönüyle onu son derece ürküten bir durumdur. Çünkü alışkanlıklar yeni
durumun yaratabileceği tedirginlikler karşısında bir nevi güvence sağlayan sığınma davranışlarıdır. Örfler, âdetler, gelenekler bu kategoriye örnek gösterilebilir.
Değişime gelince; bu anlamda birçok kavram kullanılmaktadır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Değişme, canlı cansız
bütün varlıkları kapsayan, âdeta
zorunlu bir yasadır.(Kızılçelik, 1994:
102)
Sosyal bilimciler değişim hadisesini farklı anlamlarda kullandıklarında,
çeşitli spekülasyonlara yol açılmaktadır. Bu kavramlar içerisinde bir değer ifade etmeyiş açısından en doğru olanı “değişim” (change) kavramıdır (Polat, 1997:
15) ki bu da bir hâlden başka bir hale geçiş ya da önceki durum veya davranıştan farklılığı ifade etmektedir. Sokrates’in “En iyi bildiğimiz şey, her şeyin değiştiğidir.” ifadesi bu gerçekliği en güzel şekilde dile getirmektedir. Bir diğer yönüyle sosyal değişme, toplumsal ilişkileri belirleyen kurumların, değerlerin (value) değişmesidir. Buna göre değişme anlam ve değerlerde, nihayet sosyal yapıda meydana gelen değişmeleri içermektedir.
Toplumsal değişmeyle ilgili yaklaşımlara bakıldığında büyük boy, orta boy ve küçük boy teoriler olmak üzere üç yaklaşım biçimine rastlanmaktadır.
Konunun anlaşılmasına yardımcı olacağı kanaatiyle bu teorilere kısaca değinmeyi yararlı bulmaktayız.
TOPLUMSAL DEĞİŞMEYLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR
Büyük Boy T
eorilerMakro ya da global kuramları içermektedir. Bütün insanlığı kapsayan toplumsal değişme kuramları oluşturulmuştur. Toplumsal gelişmenin genel yasalarını bulmaya çalışan büyük boy kuramlar, toplumsal değişim kurallarını bütün toplumlara şamil kılar. Değişik yaklaşımlardan hareket ederek bu kuramsal yaklaşımları üç kategoride ele almamız mümkündür. Bunlar:
Organizmacı yaklaşım: Bu kuramın genel özelliği toplumun, bir organizmaya benzetilerek doğan, büyüyen, gelişen ve ölen bir özelliğe sahip olmasıdır. Bu kuramın başlıca temsilcileri İbn‐i Haldun, Alfred Kroeber ve Arnold Toynbe’dir.
Evrimci yaklaşım: Bu yaklaşımda da insanlığın belli bir tarih sürecinde gelişip ilerlediği öne sürülmektedir. Yani insanlar evrimleşme sonucu değişime uğramaktadır. Bu yaklaşımın en önemli temsilcileri ise Agust Comte, Herbert Spencer, Max Müller ve Emile Durkheim’dir.
Diyalektik yaklaşım: Bunlar da insanlığın gelişim çizgisinin, çelişki ve çatışmalarla diyalektik bir süreç içinde oluştuğunu kabul eder.
(Öztürk, 1999: 211)
Örnek
•Değişim, gelişme, evrim, ilerleme, gerileme, terakki, tekâmül, teceddüd, yenilenme, modernleşme, çağdaşlaşma, yükselme, çöküş, vs. Bu kavramların hemen hepsi bir değer ifade ettiğinden subjektiviteye de açık oldukları bir gerçektir.
Tartışma •Günümüzde sosyal değişmeyi açıklamak için “Büyük Boy Kuramlar”ın hâla geçerli olup olmadığını ve toplumsal gerçekliği açıklamak için bu türden bütüncü yaklaşımların fayda ve mahzurlarını tartışınız.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Fonksiyonel yaklaşım da toplumun tümünü değil, toplumsal yapıyı oluşturan unsurlardaki
değişmeleri konu edinir.
Küçük boy teoriler, genelde sosyal psikoloji
tarafından geliştirilmiş teorilerdir.
Değişim, belli bir
tarihsel dönem içerisinde doğada, insanda ve toplumda
gözlenebilen başkalaşmalar ve
farklılaşmaların tümüdür. (Tolan,
1993: 276)
Orta Boy Teoriler
Toplumu, değişmenin birimi olarak ele alıp toplumdaki değişmeden hareket ederek oluşturulan kuramlardır. Bunlara “Çağdaş Sosyoloji teorileri”
adı da verilir. İki yaklaşım modeli ile ifade edilmiştir.
Yapısal‐ fonksiyonel yaklaşım: Parsons, toplumsal sistemlerin yapısını ve değişmelerini izahta işlevsel modeli benimsemiştir.
Yapısal işlevsel model, tanımı gereği farklı değişkenler arasındaki ilişkiyi; yani birinin değiştiği zaman ötekilerin de ona bağlı olarak değişeceği ilkesini temel almaktadır. (Kongar, 1985: 281)
Çatışmacı model: Özellikle Avrupa ve Amerikan toplumlarında, gerçekleşen teknolojik gelişme ve sosyal gruplar arasında meydana gelen çelişkiler ve çıkar çatışmalarının toplumsal yapıda önemli dönüşümler meydana getirmiş olması
gözlemlenerek oluşturulmuştur. Buna göre, Ralfh Dahrendorf ve Levis Coser gibi düşünürler, değişim ve çatışma olgularından hareketle değişmeyi analiz ederken toplumun çatışma hâlindeki parçalarından meydana geldiğini ve toplumsal değişmenin dinamiğinin bu parçalar arasındaki çatışmalarla ortaya çıktığını söylemişlerdir. (Erkilet, 1985: 234‐236)
Küçük Boy Teoriler
Gerek büyük boy teoriler ve gerekse orta boy teorilerin, toplumu makro düzeyde ele almalarındaki yetersizliğini telafi için ortaya çıkmışlardır. Burada birey‐birey, birey‐ grup, grup ‐ grup ilişkilerinden hareket ederek toplumsal değişmeyi açıklamaya çalışmıştır. Bu teorinin en önde gelen isimleri Kurt Lewin ve C. Homans’dır. Levin bireysel değişimin ancak grup süreçleri yoluyla
değişeceğini vurgularken Homans, grubun toplumsal niteliğini belirleyerek bireyin grup yoluyla topluma bağlanacağını ve onu etkileyeceği gibi onun tarafından da etkilenme sürecine gireceğini vurgulamaktadır. (Kongar, 1985:
204‐205)
Sosyal değişmeyi açıklama gayreti içinde olan birçok sosyolog,
değişmenin niteliği ve nedenleri hakkında birbirlerinden farklı ölçütler ve farklı kavramlar kullandıkları için ortaya bu yaklaşım modelleri çıkmıştır. (Kongar, 1985: 61) Sosyolojideki toplumsal değişme teorilerinin işlevlerine baktığımızda Comte, Spencer, Marx gibi sosyologlar materyalist bir yaklaşımla toplumu bir organizmaya benzeterek, örneğin Comte, toplumun teolojik, metafizik ve pozitivist aşamalardan geçmesinden hareketle ilkel bir örgütlenme biçiminden uygar bir yapıya yönelişin rotasını belirlemeye çalışmaktadırlar. E. Durkheim ve F. Tönnies gibi sosyologlar ise insanın sosyal yapısını ve ruh dünyasın ı biraz daha dikkate alarak bireyselliğe ve (organik) dayanışmaya dikkat çekerek çalışma hayatındaki iş bölümünü ve ahlakiliğin önemini ön plana çıkararak daha düzenli bir toplumsal değişim modeli oluşturmaya çalışmışlardır. Bu çabaların, Batı toplumlarının XVII. yüzyıl sonrası içine düşmüş oldukları siyasi ve sosyal problemlerin çözümüne yönelik olduğunu görmekteyiz. (Yıldırım, 1999:
37)
İÇERİK AÇISINDAN SOSYAL DEĞİŞME
Değişim asla bir hareket değildir. Yani toplumsal hareketlilik bir değişim olamaz; fakat toplumsal hareketliliği değişime giden bir yol olarak görebiliriz.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Buna göre değişim, bir sonuçtur. Toplumsal değişme her toplumda aynı süreçte ve aynı etkide olmayabilir. Hatta değişimi etkileyen bir faktörün aynı toplum katmanlarında dahi farklı tezahürlerle algılanması ve etkilenmesi söz konusu olabilir.
Hemen tüm sosyoloji kaynakları değişimi, ilkel toplumlardan tarım
toplumuna, buradan da sanayi toplumuna ve son olarak da bilgi toplumuna geçişi, tarihsel süreç olarak kabul etmektedir. Ancak bu süreçte insanlık tarım toplumuna geçtikten sonra yerleşik bir düzen kurarak yaşam biçiminde sosyal, ekonomik ve siyasi yönden olduğu kadar kültürel yönden de önemli
değişiklikler meydana getirmiştir. İnsanlığın tarımla uğraşması din ve
kültürlerinde de önemli değişikliklere vesile olmuştur. Özellikle yerleşik hayata geçişten sonra toprak mülkiyetine sahip olmanın akabinde toplumsal
sınıflaşmaların da ortaya çıktığı görülmüştür. Bu durum, toplumsal yapılarda çeşitli biçimlenmelere de kapı açmıştır.
Toplumsal değişmenin en önemli aşaması olan Sanayi Toplumu;
insanlığın yepyeni bir şekle girdiğini, ekonomide kapitalizmi, siyasal yapıda liberalizmi, hukukta korunmaya muhtaç sosyal sınıfları koruyucu yasalar belirlenmesiyle yepyeni bir zihniyetin doğmasına vesile olmuştur.(Serter, 1996:
155‐156)
Örnek
•Toplumun üst tabakasını oluşturan kesimin, demokratikleşmeye olan katkısı alt tabakayı oluşturan kesimden hem daha fazla etkide bulunması hem de daha süratli katılımda bulunması söz konusudur. (Kazak, 1984: 198) Sonuçta değişim; “değişme”
kavramını toplumsal gerçeğin tümünü kapsayacak şekilde ifade eden evrenselleşmiş nesnel ve bilimsel bir kavram oluşu nedeniyle bir değer yargısı da ifade etmez. (Bilgeseven, 1986:
266)
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Toplumu etkileyen köklü değişimler, yeniden yapılanmayı da
hazırlar.
Değişimin sürekliliği ve evrenselliğinin yanında, onu geçici olarak
durdurmak ya da yönünün belirlenmesini sağlamak biraz da o toplumun yapısıyla alakalıdır. Zaten hiçbir toplumsal değişim, toplumda var olan mevcut yapıyı birden bire atarak tamamen farklı ve yeni bir yapıya dönüştüremez.
Çünkü bir denge ve düzenin bozularak başka bir şekle dönüşmesi alışkanlıkların değişmesi talebiyle beraber gelmektedir. Alışkanlıklar ise uzun bir zaman süreci içinde, belli bir tecrübe sonucu tutarlılığı ve sağlamlığı anlaşılmış, insanın hayatla uyumlu ilişkiler kurmasını sağlayan tutumlarıdır. Alışkanlıklar kişinin yaşam boyu karşılaştıkları tehlikelerin tehditlerine karşı tedirginliğini azaltır.
Sosyal yaşantımızda bilinmezlerin rahatsız edici ortamından kaçarak
alışkanlıklarımızın daha istikrarlı kollarına sığınırız. (Bostancı,1990: 49) Fakat değişim, her toplumun tabiatında saklı bir süreçtir. Tıpkı insanın nefes alışverişi gibi tabii bir süreç olan değişimden, toplumların kaçmaları ya da ona karşı koymaları söz konusu değildir. Mamafih her toplumun, değişimin dinamiğini kendi bünyesine uygun dinamiklerden almasının yanında (Nakavi, 1992: 184) dış etkenlerin katkısını da gözden uzak tutmamak gerekir. Yine uzun vadeli düşünüldüğünde değişim, bir önceki pozisyondan daha kompleks ve daha ileriye yönelik aşamalar kat eder. (Smith, 1996: 47)
FAKTÖREL AÇIDAN SOSYAL DEĞİŞME
Sosyal değişme tedricen yavaş yavaş gerçekleşir. Belirli bir dereceden sonrada tamamen bir yapı değişikliğine dönüşür. Değişmeye neden olan etkenlerin baskısı yönünde, bir bölgede yerleşmiş özelliklerden hem eskisine hem de yenisine ait olanların derecelenmesi gözlemlenebilir. Hem yerleşmiş özellikleri hem de derece derece değişmiş olanları ile toplumlar yine de işlevsel bütünlüklerini devam ettirirler. (Kıray, 1964: 15)
Günümüzde sosyal değişmenin en önemli sebeplerinden ve şartlarından biri, bilginin gelişmesi ve enformasyonun hızla yaygınlaşmasıdır. Günümüz itibariyle çağdaş ve modern insanlığın gelmiş olduğu nokta bilgi toplumunu oluşturma yönünde ilerlemektedir. Unutulmamalıdır ki, bir toplumun
Örnek
•Büyük geleneksel aile yapısından küçük çekirdek aile yapısına doğru gidiş, değer yargılarındaki yeni anlayışların doğmasına yol açmıştır.
Özellikle XIX. yüzyıl sonrası Batı'da meydana gelen Sanayi ve Endüstri Devrimi'nin kurmuş olduğu dünyadaki yaşayan toplumların
zihniyetlerindeki meydana gelen değişim, bu yapıyı çok daha net bir şekilde anlatmaktadır. Çünkü buradaki değişim evrenselleşmiş bir yapı arz etmektedir. Klasik şehirleşmenin yerini sanayi merkezli metropol kentler alırken ve burada yaşayan toplumlar adlandırılırken dahi bu isimle (Sanayi Toplumu) adlandırılmıştır. Burada şunu unutmamak gerekir ki değişim, yerel kültürün kaybı ya da yok oluşu olarak değerlendirilmemeli, değişimin sebep olacağı yaratıcılıktan faydalanılması hatta kazançlı olunabileceği düşünülmelidir. P.
Sorokin, toplumlarda hemen her zaman içten ve dıştan kaynaklanan değişiklik ortamlarının olduğunu ve bir toplumun uzun süre
değişikliğe uğramadan varlığını sürdürmesinin imkânsızlığını vurgulamaktadır. (Kızılçelik, 1994: 528‐529)
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
Bazen de bu faktörler eş zamanlı olarak etkide
bulunurlar.
Hemen her din, insanın
yaşamından daha bağımsız ve doğaüstü bir gerçekliğe sahiptir.
gelişmişlik oranı o toplumdaki bilgi birikimiyle doğru orantılıdır. (Ergun, 1995:
43) Yine günümüzde toplumsal değişmeyi tek bir nedene bağlamak sosyolojik gerçekliğe uymayacağı gibi bunun mümkün olmadığını da belirtmemiz gerekir.
Bu nedenle toplumsal değişmede birden çok faktörün rol oynadığı gerçeğinden hareketle bunlardan en önemlilerini sıralamaya çalışacağız.
Bunların başlıcaları; fiziki çevre faktörü, teknoloji faktörü, iletişim faktörü ve iktisadi faktörlerdir. Bununla birlikte din, doğal felaketler, savaşlar,
karizmatik kişilikler, sosyal temaslar, kültürel etkileşimler, göçler, iktisadi yapıdaki çalkantılar ve nihayet nüfusun hacim ve yoğunlukça artmasını da bir değişim faktörü olarak görmemiz mümkündür. Bu çeşitlilik içinde bazı faktörler diğerlerine oranla toplumsal değişmede daha fazla bir öneme ve etkiye
sahiptir. Ancak, unutulmaması gereken önemli bir nokta, bu faktörlerin her birinin sosyal değişmede hep birlikte etken oldukları gerçeğidir. Değişmede rol oynayan faktörlerin farklı zamanlarda, farklı topluluk yapılarında etki güçleri ve yüklenmiş oldukları roller değişebilmektedir. Bu faktörlerin hemen hepsinin toplumda yeni birtakım hareketlenmelere ve yeni organizasyonların
oluşmasına sebep olduğu düşünülmektedir. Bu tip toplumsal farklılaşmalar toplumda modern yapılanmalara ve gelişmelere yönelik sonuçlar doğurduğu gibi toplumu birtakım belirsizliklere ve kargaşaya da sürüklemeleri olası bir sonuçtur.
SOSYAL DEĞİŞME‐ DİN İLİŞKİSİ
Din ve toplumsal değişme arasındaki ilişkiyi değerlendirirken konuyu iki boyutuyla ele almak gerekir. Birincisi yaşanan değişim sürecine dinin olumlu katkısı, ikincisi ise değişim süreci karşısında dinin sergilediği olumsuz tavrı.
Buradan hareketle, din bir yönüyle toplumsal değişmenin saiki olurken, diğer yönüyle de dinin değişime karşı ayak sürüyen bir fonksiyona sahip bulunduğunu görmekteyiz. Toplumda meydana gelen ekonomik, teknolojik, demografik, kültürel ve siyasal değişmeler, karşılıklı ilişki ve etkileşim yönüyle evrensel bir özellik taşır. Dinî inançlara bağlılık ferdî olduğu kadar sosyal bir vakıadır.
(Koştaş, 1995: 9)
Örnek
•Ülkenin Tarım Toplumu'ndan hızla Sanayi Toplumu'na geçişi esnasında bazı sosyo‐ekonomik ve hatta siyasal anlamda gelişmeyi bereberinde getirdiği gibi; süratli kentleşme, gecekondulaşma, köylerin boşalması, sınıflar ve nesiller arası çatışma, varoşların ortaya koyduğu arabesk yapılanma, işsizlik, yalnızlaşma ve kültürel çözülme (Arvasi, 1991: 182) gibi sosyal problemleri de beraberinde getirdiği bir vakıadır.
Bireysel Etkinlik
• Toplumsal değişmeyi etkileyen unsurların hangilerinin yaşadığınız çevreye daha fazla tesir ettiğini
düşünüyormusunuz?
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Bütün sosyal tezahürler
gibi dinler de değişmeye maruz
kalırlar.
Constant, her şeyden önce dinî “içsel bir
duygu” olarak görmektedir.
Sosyal Değişmenin Dinî Yapıya Etkisi
Değişmenin ister doğal şartlar çerçevesinde isterse bunun dışında olsun, dinî yaşam üzerindeki etkisi asla inkâr edilemez. Yani dinin toplumsal değişme üzerindeki etkisinin yanında, toplumsal değişmenin de din üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu görmezlikden gelemeyiz.Kaldı ki sosyal değişimin din üzerindeki baskısı ve etkisi daha fazladır. Zaten din de genelde içinde bulunduğu sosyal değişmeye karşı kendisini yeni şartlara adapte etme temayülüne girer. Daha önce de ifade edildiği gibi din, değişim sürecindeki uyumu daima karşı taraftan beklemez. Din ve dinden doğan gruplar herhangi bir kültür çevresinde hiçbir etkiden uzak kalamaz. Kültürel hayatın bütün bölümleri, mesela; hukuk, ekonomi, toplumsal yapı ve çeşitli kültür alanları dinî hayatı etkiler.(Freyer, 1964: 64‐65) 15. asrın sonlarında Kıta Avrupa’sının pek çok ülkesinde başlayan reform hareketleriyle birlikte Roma ile bütün bağlarını koparan ülkelerde kiliseye ait mallar devletleştirildi. Neticede kilise buralara daha az masraf yapmaya başladı, geçimlerini kiliseye hizmetten temin
edenlerin sayısında önemli derecede düşüş oldu. Protestanlığın ve Kalvinizm’in doğuşundan sonra kilisedeki dinî merasimlerin yapılışı daha sade ve daha sıradan bir hâl almıştır. Günümüz modern dünyada özellikle sanayi ve kentleşmenin getirmiş olduğu toplumsal yaşam biçimi dinî yaşayışı önemli derecede etkilemektedir. Toplumun geleneksel dinî yaşam tarzı oldukça değişime uğramış, en azından toplumda dine karşı ilgi azalmış kendi ananevi dininden soğuyan insan din konusundaki müsamahasızlığında da nispeten uzaklaşmıştır. (Toynbee, 1978: 266‐268) Bütün bu hadiseler söz konusu ülkelerde meydana gelen sosyal ve siyasal yapıdaki değişimin dinî yapı üzerindeki tesirini göstermektedir. Toplumsal olayların dinî yapıyı nasıl etkilediğini dinleri yapılarına göre birtakım ayırımlar yaparak ele almaya çalışacağız.
Benjamin Constant’ın dinlerin değişim karşısındaki durumuyla ilgili yapmış olduğu ayrım konumuz açısından dikkat çekicidir. Dinsel duygunun insanın görünmez güçlerle iletişime girmesinin ortaya çıkardığı boşluğu
doldurmakta olduğunu söyler.Genelde dinsel duyguyla onun doğurduğu pozitif sonuçlar arasında devamlı bir uyum söz konusudur.Bu yüzden dinler ilerici bir karakter taşımaktadır.İçsel duygu ile onun ortaya çıkardığı pozitif yapı
uyumluluğu, dinlerin değişen her iyiyi, güzeli onaylayacağı ve bu yöndeki değişime kendisinin de uyum sağlayacağının işaretini de vermektedir. Ancak Constant, kendilerini durağanlaştıran teşekküllere bağımlı azami derecede teşkilatlanma olan dinlerle her türlü teşekküllerden ve otoritelerden bağımsız olan dinler arasında bir ayrım yapmaktadır. Belli bir teşekküle bağlı dinlerin değişim karşısındaki tutumlarını o teşekküllerin baskıları altında olacağından, sosyal hayatta varlıklarını gösterebilmelerinin çok zayıf olacağını, buna mukabil belli bir teşekkülün (ruhban sınıfının) baskısı altında olmayan serbest dinlerin durumunun daha farklı olacağını vurgulamaktadır.
Örnek
•Constan bu duruma örnek olarak Katolik inanışındaki kilisenin baskıcı anlayışı karşısında Katolik anlayışın zaferini göstermektedir.(Barbier, 1999: 201‐205) Hiçbir otorite ve ruhban sınıfı anlayışının bulunmayışı itibariyle İslamiyet, Constant’ın otoritesiz din belirlemelerine bütünüyle uymaktadır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Din, evrensel olsa bile birçok toplumda bölgesel karakteri oluşturan bir kültür elemanı konumundadır.
Her din, hitap ettiği
toplumun yapı ve dinamiklerini dikkate
almak zorundadır.
Sonuç itibariyle bu ayrımdan hareketle, dinin değişim karşısındaki pozisyonunun belirlenmesinde, siyasal veya dinsel erklerin tutum ve
davranışlarının belirleyici, önemli bir faktör olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
İkinci olarak ilkel dinlerle evrensel dinler arasında bir ayrım yapmanın doğru olacağı kanısındayız.İlkel toplumlarda dinî inanç ve Tanrı
tasavvurlarında olduğu gibi dinî bayram ve ayinler üzerinde de maddi hayat şartlarının, toplumsal ve ekonomik faktörlerin etkisi görülmektedir.Bu dinler, tabii gruplarda yaşamalarından dolayı toplumsal yapı onları doğrudan doğruya etkilemektedir. (Freyer, 1964: 66)
Zaten her din, başlangıçta içinde doğduğu toplumsal çevrenin kültürünün etkisi altındadır. Yani din evrensel olsa bile birçok toplumda bölgesel karakteri oluşturan bir kültür elemanı konumundadır.
Standardizasyonun millî ve mahallî kültür unsurları üzerindeki etkisi, dinî yaşam üzerinde de aynı paralelde görülmüştür. (Karaman, 2000: 29) Toplum hayatının henüz farklılaşmadığı basit şartlarda inançlar ve ibadetler açıkça toplum hayatının izlerini taşır. (Wach, 1987: 7) Diğer bir ifadeyle her din, her toplumda toplumun kendi şartları doğrultusunda ifade ve tarzlarda ortaya çıkar ve belli toplumsal zümre tarafından yaşatılır. Belli bir temel düşünceye ve toplumsal zümreye dayanan dünya dinlerindeki farklılaşma olgusu, dinin kimliğini bazen de tehlikeye sokabilir.Bu farklılıklar, çeşitli yorum farklılıklarına yol açabilir.Bazı belirli faktörler, tasavvurlar ve özellikler, diğerleriyle yer değiştirebilir.
Toplumun çeşitli sınıflara ayrılması sadece mabetlerin farklılığında,
kültürün ve dinî ayinlerin şekillenişinde kendini göstermez; bütün dinlerde zihniyet, toplumlarda hâkim olan mesleki ruhla beslenmiştir. Toplumdaki meslek ve mülkiyet farklılıkları toplumsal sınıflaşmayı sağlayan en önemli faktörlerdendir. Zümreler ve sınıflar ise akidenin biçimlenişinde çok önemli bir rol oynar. (Wach, 1987: 34‐35) Evrensel dinlerde ise durum farklıdır. Bu dinlerin mensupları başlangıçta belirli toplumsal tabakalardan gelmelerine rağmen toplumun her meslek ve tabakadan kesimleriyle aynı etkileşimde
bulunmaktadırlar. Max Weber’e göre de bir dinin vasıf ve muhtevası, onun karakteristik temsilcisi olan toplumsal tabakaların ekonomik ve toplumsal menfaatlerine göre teşekkül etmez. Çünkü ilkel dinlerin aksine evrensel dinler yayılma eğiliminde olduğu için bütün insanlığa hitap eder ve bunu yaparken mesleklerine veya toplumsal tabakalarına göre sınıflandırmaz. Diğer taraftan bu dinler belirli kavimlere ve ırklara da mahsus değildir. (Freyer, 1964: 67‐68) Fakat yine de her din, hitap ettiği toplumun yapı ve dinamiklerini dikkate almak zorundadır. Şu hâlde özellikle evrensel dinleri toplum ile basit bir fonksiyon ilişkisi içerisinde görmenin yanlış olacağı kanaatindeyiz.Çünkü o, içinde yaşadığı belirli bir toplumsal yapı ve ekonomik düzen tarafından belirlenmemesine ve
Örnek
•Çok tanrılı halk dinlerinde münferit ilahi şahsiyetler, mensuplarının meslek ve sınıflarına göre şekillenmiş veya değişikliğe uğramışlardır.Diğer taraftan dinden doğan birlikler, dinî olmayan topluluk yapısı içinde kaybolmuş olan sosyolojik sınıflama karakterini yansıtmaktadır. (Wach, 1987: 33)
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Din, dinamik olan toplumsal yapıya karşı statik olmayı asla tercih
etmemektedir. Ancak insan bunu din adına veya dinî koruma adına yaparak dinin bilmeden
toplumdan tecrit edilmesini sağlamaktadır.
Toplumlardaki dinî homojenlik bozulduğu an, dinî organizasyonlar
arasında çatışmalar başlar.
onun muhtevasının tamamen dinî sebeplere dayanmasına rağmen birtakım toplumsal yapı faktörlerinden etkilenmemesi söz konusu olamaz.
Zaten bir dinin toplumda her devir ve çağda işlevselliğini devam ettirebilmesi için toplumsal yapıyı dikkatlice değerlendirmesi gerekir. İçtihat müessesesinin var olması, bu kapının sürekli açık bulunması ve bunun sağlıklı bir şekilde işletilmesi de dinin değişen şartlara uyum sağlayarak sosyalleşmesini temin içindir. Çünkü bir devirde geçerli ve güncel olan bir fetvanın her
dönemde aynı geçerlilik ve güncellik içerisinde olmasını beklemek zordur. Din, dinamik olan toplumsal yapıya karşı statik olmayı asla tercih etmemektedir.
Ancak insan bunu din adına veya dinî koruma adına statikleştirerek dinin bilmeden toplumdan tecrit edilmesini sağlamaktadır. Fakat din, insanın asla böyle bir hakkı olmadığının altını çizmektedir. Nitekim meallerini vermiş olduğumuz ayetlerde de insanların yeni gelişmeler karşısında kendilerini yenilememeleri ve durumlarını gözden geçirmeyerek din adına ayak diremeleri, onlara dinin değil kendilerinin zulüm yaptıklarını vurgulamaktadır. (Baloğlu, 1996: 58‐64) Dolayısıyla din, insanların gelişmesinin önünde engel değil, bizzat onu teşvik eden bir olgudur. İnsanın din ile birlikte her türlü gelişmeyi ve lehine olan değişmeyi beraberinde yaşaması aynı zamanda dinin de insandan en önemli taleplerinden biridir.
Netice itibariyle toplumdaki değişikliklere paralel olarak toplumun içinde yaşayan dinde de bazı değişmelerin ve çeşitlenmelerin, türlü etki ve tepkilerin ortaya çıktığı, çeşitli toplum tipleri arasında dinin yer ve rolünün de değiştiği görülmektedir. Zira her ne kadar hemen her din, menşei itibariyle bir mitolojiye veya kurucunun dinî tecrübesinin hatırasına bağlılık ve onu her seferinde yeniden yaşama ya da tekrardan ibaret olan “menseki” (rituel) bir karakter arz etmek itibariyle kendini tarihten soyutlamak ve böylece her çeşit değişmeye uzak kalmak eğiliminde ise de, tarihî ve sosyal birer vaka olarak, bütün sosyal olaylar gibi dinler de yeniden yorumlanıp farklı biçimlere bürünmektedirler.
Dinî Yapının Sosyal Değişmeye Etkisi
Din, ahlak, gelenek, hukuk ve benzeri manevi değerler fert ve toplum üzerinde etkili olduğu ölçüde, belirli bir değişim faktörüdür. İslam’da olduğu gibi bazen din, bütün değerler sisteminin kaynağıdır.Bazen de din ve diğer sosyal değerler arasında farklılık ve çatışma olabilmektedir. (Şener, 1991: 99)
Her yeni yüksek din, yeni hareket ve canlılığa temel olmuştur.Dinin tarihin değişimine etkide bulunucu bu tavrı çoğu zaman eski inanışları inkârla başlar.Bu inkâr bir uyanış ve sarsıntıya yol açar.Bu sarsıntı ve uyanış da bir hareketlilik ve bir değişimin habercisi olur.Sosyal değişmenin en önemli
dinamiklerinden biri çatışmadır.Tarih, egemen olan zümre ile egemenlik altında bulunan teba arasındaki farklı grup ve sistemlerin çatışmalarıyla
doludur.(Düzgün, 1997: 13) Bu nedenle din, daima bütünleştirici bir rol oynamamış, birçok şiddetli çatışmalara da sebep olmuştur. Toplumlardaki dinî homojenlik bozulduğu an, dinî organizasyonlar arasında çatışmalar
başlar.Katoliklerle Protestanlar arasındaki veya Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki gerginlikler (Lübnan), halkın oy verme davranışını, hükûmetlerin politik kararlarını etkilemektedir. Bazı dinî sistemler, egemenliği ve istikrarı kabul ederken; diğer bir kısım dinler, hâkimiyet altındakilere mevcut egemenlik ilişkilerini yıkmanın yüce dinî bir görev olduğuna dair dayanak çerçevesi temin eder.(Kehrer, 1998: 117‐118)
Bir din sosyal yapıyla ne kadar fazla bütünleşmişse, insanın günlük davranışının dinî motiflerle tanımlanması da o kadar olağandır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Zaten ilahî dinlerin geliş
esprileri de gerek ferdî bozulmuşlukları gerekse toplumsal sapmaları yeniden düzenlemektir.
Kur’an insanların sorunlarını dinin değil
bizzat kendilerinin çözmesini istemektedir.
Genelde bütün yüksek (ilahî) dinler ilk ortaya çıkıp teşkilatlanmalarına
başladıklarında bulundukları toplumsal yapıyı irdeleyerek kendi yapısal ve fonksiyonel özellikleri ile yeni bir toplumsal yapının oluşumunu temine çalışırlar.
Böylece din müntesiplerine yeni bir dünya görüşü benimseterek kendine özgü kurumsallaşmasını sağlayarak, eski toplum yapısını değiştirip ona yeniden bir şekil ve biçim kazandırır. (Dursun, 1992: 30) Zaten ilahî dinlerin geliş esprileri de gerek ferdî bozulmuşlukları gerekse toplumsal sapmaları yeniden
düzenlemektir. Öyleyse bu bağlamda dinlerin inkılapçı (değiştirici) tavırlarının da olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Ancak dinlerdeki bu inkılabı bizim anladığımız manada eskiyi tamamen kaldırıp her şeyi yeniden zorla oturtmaya çalışan bir anlayış değildir. Bilakis bu dinler, toplumun faydasına olan
mevcutları korumayla birlikte değişimi belli bir süreç içerisinde gerçekleştirme anlayışına sahiptirler. Özellikle bu tarz dinler, kendi işine yarayan diğer toplumsal ve ahlaki normlardan gerekli gördüklerini benimseyerek dinsel bir görünüme sokarlar. (Tolan, 1993: 241) Bunu yaparken de özellikle din kurucuları, mevcut yapının olumsuzluklarını eleştirerek reformcu bir tavırla kendi taraftarları arasında yeni bir oluşum içerisinde bulunurlar. Dinî beklentilerin boşa çıkması, dinî devrim hareketinin sonu anlamına
geleceğinden daha organize oluşumlar içerisinde bulunmayı tercih ederler.
Zamanla organize olan dinî hareketler kendi içlerinde yeni organize grupların doğmasına da sebep olurlar. Bu yeni organize gruplar kendi aralarında çatışma ve sürtüşmelere girerek yeni, hesap edilmeyen toplumsal değişimlerin
öncülüğünü yaparlar. Bir toplumun homojenliği bozulur bozulmaz dinî organizasyonlar arasında bir çatışma başlar.İşte bu durumlarda dinler artık sosyal bütünleşmeyi sağlama yerine, sosyal çatışmaların nedeni olurlar.
(Kehrer, 1998: 97) Meydana gelen çatışmalar artık toplumda yeni oluşumların meydana gelmesini sağlayıcı mevcut yapıdan daha farklı pozisyonların ortaya çıkmasını temin eder.
Ayrıca bütün ilahî dinler toplumsal yapının devamlılığını, ahlaki normlarla temellendirme gayretini ön plana çıkararak değişimin de bu çerçevede gerçekleşmesini temine çalışırlar. Bu sayede tüm müntesiplerinin toplumsal ilerlemeyi ancak bu sayede gerçekleştireceğini ifade ederler. Nitekim Kur’an’ın bu konuyu “Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar?
Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın; Allah’ın kanununda bir sapma bulamazsın.” (Fatır, 35/43) şeklinde ifadesi âdeta değişimin hem
Örnek
•Hinduizm'de müminin sabahtan akşama kadar bütün davranışları, arkasında dinî otoritenin bulunduğu örf ve âdetlerle düzenlenir.
Burada tüm yaşamın standartlarını din belirlediğinden günlük hayatın zorunluluğu olan değişimler ancak dinin referansları doğrultusunda gerçekleşmek zorundadır.Hemen her din, kendi buyrukları ile kapsam alanında tuttuğu toplumları etkiler.Ancak bir sonraki nesil dinin buyruklarını kendi hayat standartlarına ve yeni şartlara uyarlamak ihtiyacı duyarak yeni yorum ve
anlamlandırmalarda bulunurlar.Böylece dinsel düşünme biçimleri âdeta sekülerleşmeyi doğurur. (Weber, 1998: 165‐176)
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Dolayısıyla bütün evrensel dinlerin değişime yaklaşım tarzlarını “kültürleşme
yoluyla ilerleme”
şeklinde olduğunu söyleyebiliriz.
Toplumların yönetimleri, tabakalaşma biçimleri,
politik tarzları, dayanışma üslupları ve
üretim şekilleri değiştikçe dinsel düşünce ve pratiklerde farklılığa uğramaktadır.
bozulmuşlukların giderilmesi noktasında gerçekleşeceği hem de tesadüfi, gelişi güzel bir değişimin olmayacağını, ayrıca insan fıtratına ait yasaların
devamlılığının sağlanmasının mesajını vermektedir. Yine Kur’an insanların sorunlarını, dinin değil bizzat kendilerinin çözmesini istemektedir. Nitekim Kur’an‐ı Kerim’de “Bir toplum kendilerini değiştirmedikçe Allah, onları değiştirmez.” (Ra’d, 13/11) buyurulmaktadır. Kur’an insana daima doğru düşünmeyi önererek insanın tarihle olan bağını koparmadan, geçmişten ders alarak geleceğini şekillendirmesini önermiştir. Dolayısıyla insanı mevcut anını ve geleceğini planlayarak daha düzenli bir dünya kurmaya teşvik etmiştir.
Birçok sosyologa göre din aynı zamanda sosyal bir vakadır. Dinin kutsalla kurulan bağının yanında sosyal bir karaktere de sahip olduğu söylenebilir. Dinin bu özelliği onun diğer toplumsal olaylar ile etki tepki ilişkileri içinde bulunması ve din karakterli olayların belli ölçüde coğrafi ve sosyo‐kültürel değişkenlere bağlı bulunması anlamına gelmektedir. İşte dinî olayların sosyal karaktere sahip olması yönüyle günümüz modern toplumlarda meydana gelen her sosyal değişim, bu toplumların dinî yaşamlarında da önemli değişimlere yol açmaktadır. (Günay, 1986: 43)
Toplumların sosyo‐kültürel farklılıklarına rağmen ortak evrensel insani nitelikler taşıdıklarını söylemek mümkündür. İşte bu evrensel nitelik
çerçevesinde birleşmeleri gereken insanlar, aralarındaki farklılıkları bir kültürel zenginlik olarak görüp birbirlerini etkileyerek birçok yönden kültürlenmeleri sayesinde değişime uğrarlar.Nitekim bu durum Hücurat suresinde şu şekilde ifade edilmektedir.“ Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, en çok korunanınızdır.Allah bilendir, haber alandır”. (Hucurat, 49/13) Bu ayetteki tanışma kavramı, kültürler arası etkileşmeyi işaret ederek bu sayede değişimin gerçekleşmesinin mümkün olabileceğini
vurgulamaktadır.Çünkü kültürler bilardo topu gibi birbirlerini itmezler.Aksine bütün kültürlerin etkilenme ve etkileme temayülünde olduğunu unutmamak gerekir.Dolayısıyla bütün evrensel dinlerin değişime yaklaşım tarzlarının
“kültürleşme yoluyla ilerleme” şeklinde olduğunu söyleyebiliriz.
Ünlü Alman din sosyologu M. Weber, dinî ve ahlaki değerlerin sosyo‐
ekonomik değişme olgusu içerisinde olabileceğini ve hatta bazen onların bu değişikliklerin hâkim faktörü bulunabileceğini söylemektedir .Buna göre Weber, dinî bir değişken olarak görüp sosyo‐ekonomik yapı üzerindeki tesirini tespit etmeyi ve bu gerçeği görmeyi bilimsel bir zorunluluk olarak
değerlendirmiştir.(Bodur, 1991: 94) Bundan dolayı dinî algılamalarla ilgili farklılıkların, diğer kurumlar üzerinde toplum hayatını belirgin bir şekilde değiştirebilecek etki gücüne sahip olduğunu söylememiz
mümkündür.Durkheim, dinî hayatın kolektif hayatın en yoğun anlatım biçimi olduğunu, bu nedenle dinsel çıkarların toplumsal ve ahlaki çıkarların simgesel biçiminden başka bir şey olmadığını dinin amacının toplumsal değişmeyi sağlamak olduğunu vurgulamaktadır. (Kösemihal, 1992: 244‐249‐ Aron, 1989:
191‐192) Dinin toplumsal değişmelerle birlikte geçirdiği değişmeleri anlamak bakımından bu kurumların belli bir açıklayıcılığı vardır. Nihayetinde din de toplumsal süreçte çeşitli yorumlara gitmekte ve belli şekillere/üsluplara kavuşmaktadır. Hep söylenildiği gibi toplumların yönetimleri, tabakalaşma biçimleri, politik tarzları, dayanışma üslupları ve üretim şekilleri değiştikçe dinsel düşünce ve pratikler de farklılığa uğramaktadır. Eski kurumsal yapıları büyük değişikliğe uğrayarak yeniden belli bir üsluba yönelirler.Meşrulaştırma
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Din, ahlak, gelenek, manevi değerler, insan
ve toplum üzerinde tesirli olduğu sürece değişim faktörüdür.
Ödev gönderimi
işlevi, yeni toplumsal olanaklara göre değişmeye uğrarlar.Yeni toplumsal gerçeklikler karşısında yeni tahayyüller kazanırlar. (Yıldırım, 1999: 44)
Netice olarak diyebiliriz ki din, insanlığın ilk dönemlerinden beri toplumları etkilemiştir.Zira daha öncede belirtildiği gibi dinlerin pek çoğunda düzenleyici, yönlendirici hükümler bulunmaktadır.Din, ahlak, gelenek, manevi değerler, insan ve toplum üzerinde tesirli olduğu sürece değişim
faktörüdür.Bazen manevi değerler ile sosyal yapı arasında çelişkiler
doğabilir.Hatta bu farklılıklar birtakım çatışmalara da sebep olabilir.Mezhepler, tarikatlar, meşrepler arası sürtüşmeler, hatta savaşlar çoğu zaman bu yüzden çıkmıştır. İşte bundan dolayı diyebiliriz ki, din, sosyal değişim karşısında engelleyici bir fonksiyon olarak değil, bilakis değişimin işlevselliğini üstlenme temayülünde olan bir olgudur. Fakat din, değişimin rastgeleliğine ve insanı tehlikeye sürükleyebilecek risklere karşı tedbirli davranmayı da ihmal etmeyen bir anlayışa sahiptir. İnsan, din sayesinde değişimi belki biraz yavaş; ama daha istikrarlı, güven dolu bir şekilde gerçekleştirme olanağına kavuşur. Bu durum, dinin sosyal hayatı statikleştirdiğini değil, olsa olsa istikrarlı bir toplum oluşturma temayülünde olduğunu söylememiz mümkündür. Biz bunu dinin kendi dinamizmi çerçevesinde gözlemlemekteyiz.
Tartışma • Toplumsal değişme ve Kur’an‐ı Kerim’deki “Sünnetullah”
kavramlarını tartışınız.
Öde v
• Hz. Peygamber’in Medine’ye göç edişinden sonra toplumda meydana gelen sosyal değişmeleri diğer bilim dallarından da istifade ederek 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
Öz et
•Kavramsal açıdan sosyal değişmeyi; gelişme, ilerleme, gerileme, modernleşme, çağdaşlaşma, vs. şeklinde tarif edebiliriz.
•İçerik açısından sosyal değişme; bir hâlden başka bir hâle geçiş ya da önceki durum veya davranıştan farklılığı ortaya koyma şeklinde tanımlanır. Değişim, bir değer yargısı ifade etmediği gibi, toplumdan topluma da farklılık arz eder. Toplumlarda bazen çok uzun süreli, bazen de ani değişimlere rastlanır.
•Faktörel açıdan sosyal değişme: Toplumsal değişim tek sebepli değildir. Değişimi etkileyen en önemli faktörlerden fiziki çevre, teknoloji, iletişim ve iktisadi faktörleri sayabiliriz. Yine bununla birlikte din, doğal felaketler, savaşlar, kültürel etkileşimler, göçler, iktisadi ve nihayet demografik yapıdaki farklılaşmaları değişim faktörü olarak sayabiliriz.
•Toplumsal değişme ile ilgili yaklaşımlar üç başlık altında değerlendirilir.
•Büyük boy teoriler: Toplumsal gelişmenin genel yasalarını bulmaya çalışan büyük boy kuramlar, toplumsal değişim kurallarını bütün toplumlara şamil kılar. Bunu da üç kategoride ele almamız mümkündür.
•Organizmacı yaklaşım
•Evrimci yaklaşım
•Diyalektik yaklaşım
•Orta boy teoriler: Toplumu, değişmenin birimi olarak ele alıp toplumdaki değişmeden hareket ederek oluşturulan kuramlardır. İki yaklaşım modeli ile ifade edilmiştir:
•Yapısal‐fonksiyonel yaklaşım
•Çatışmacı model
•Küçük boy teoriler; Küçük boy teoriler, genelde sosyal psikoloji tarafından geliştirilmiş teorilerdir. Burada birey‐birey, birey‐ grup, grup‐grup ilişkilerinden hareket ederek toplumsal değişmeyi açıklamaya çalışmıştır.Bu teorinin önde geleni Kurt Lewin ve C.
Homans’dır.
•Bu yaklaşım modelleri, sosyologların sosyal değişmenin niteliği ve nedenleri hakkındaki açıklamalarında birbirlerinden farklı ölçütler ve farklı kavramlar kullandıklarından dolayı ortaya çıkmıştır.
•Sosyal değişme‐din ilişkisi, iki başlık altında değerlendirilmektedir.
•Sosyal değişmenin dini yapıya etkisi: Hemen her din ortaya çıktığı toplumsal çevrenin kültürünün izlerini taşır. Yani din, evrensel olsa bile karşılaştığı toplumun yerel karakteriyle bütünleşerek hayatiyetini devam ettirir. Dinler, her toplumun kendi şartları doğrultusunda ifade ve tarzlarda ortaya çıkar ve yaşatılır.Sosyal birer vaka olarak, bütün sosyal olaylar gibi dinler de her yeni durum karşısında yeniden yorumlanıp farklı biçimlere bürünmektedir.
•Dinî yapının sosyal değişmeye etkisi: Ortaya çıkan her yeni yüksek din, toplumda yaşayan geleneği değiştirici yeni bir söylemle toplumu değiştirip dönüştürme iddiasındadır.Bu nedenle tarihdeki birçok toplumsal olayların arka planında din veya dinî kurumlar vardır.Hemen her din, kendi prensip ve ilkeleri ile kapsam alanında tuttuğu toplumları etkiler.Bu nedenle din kurucuları toplumda birer reformcu olarak görülürler.Zira dinlerin pek çoğunda düzenleyici, yönlendirici hükümler bulunmaktadır. Din, ahlak, gelenek, manevi değerler, insan ve toplum üzerinde tesirli olduğu sürece bir değişim faktörüdür.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. “Sosyal değişme” kavramına ilişkin aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Sosyal değişme, sadece sosyolojinin değil diğer sosyal bilimlerin de ilgi odağındadır.
b) Sosyoloji sadece toplumbilimi değil, aynı zamanda değişimin de bilimidir.
c) Değişme, sadece insana has bir özelliktir.
d) Sosyal değişme, toplumsal ilişkileri belirleyen kurumların değişmesidir.
e) Sosyal değişme, toplumsal ilişkileri belirleyen değerlerin (value) değişmesidir.
2. Yapısal Fonksiyonel Yaklaşımın en önemli temsilcisi sayılan sosyolog kimdir?
a) Karl Marx b) Levis Coser c) Talcott Parsons d) Auguste Comte e) Emile Durkheim
3. Toplumu bir organizmaya benzetip düz bir çizgide zorunlu ilerlemeye tabi tutarak toplumsal aşamaları teolojik, metafizik ve pozitivist evreler olarak izah eden sosyolog kimdir?
a) Auguste Comte b) Emile Durkheim c) Max Weber d) Ferdinand Tönnies e) Karl Marx
4. İçerik açısından sosyal değişmeye ilişkin aşağıdaki yargılardan hangiis yanlıştır?
a) Değişim; doğada, insanda ve toplumda gözlenebilen farklılaşmaların tümüdür.
b) Değişim, belli bir tarihsel dönem içerisindeki başkalaşmaları içerir.
c) Toplumsal değişme her toplumda aynı süreç ve etkiye sahiptir.
d) Değişme kavramı evrensel ve nesnel olması sebebiyle değer yargısı ifade etmez.
e) Değişimi durdurmak veya etkisini azaltmak biraz da toplumla ilgilidir.
I.Organizmacı Yaklaşım II. Evrimci Yaklaşım
III. Değişmeci Yaklaşım IV. Fonksiyonel Yaklaşım V.Diyalektik Yaklaşım 5. Yukarıdakilerden hangileri toplumsal değişmeye ilişkin büyük boy
kuramlar arasındadır?
a) I, II, IV b) II, III, V c) III, IV, V d) I, II, V e) V, III, IV
6. Büyük islam âlimi İbn Haldun’un sosyal değişmeye ilişkin yaklaşımını hangi teori içinde ele almak mümkündür?
a) Evrimci yaklaşım
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 b) Organizmacı yaklaşım
c) Çatışmacı yaklaşım d) Fonsiyonel yaklaşım e) Diyalektik yaklaşım
7. Aşağıdakilerden hangisi toplumsal değişme faktörlerinden biri değildir?
a) Fiziki çevre b) Teknoloji
c) Karizmatik kişilikler d) Ekonomi
e) Toplumsal yapı
8. Sosyal değişmenin dinî yapıya etkisi hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
a) Bütün sosyal tezahürler gibi dinler de değişmeye maruz kalırlar.
b) Din genelde sosyal değişmeye karşı kendisini yeni şartlara adapte eder.
c) Kültürel hayatın bütün bölümleri dinî hayatı etkiler.
d) Dinler sosyal olaylar karşısında yeniden yorumlanarak farklı biçimlere bürünmezler.
e) Siyasal veya dinsel erklerin tutum ve davranışları dinin değişim karşısındaki durumunu etkiler.
9. “Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda bir sapma bulamazsın” (Fatır, 35/43) ayet‐i kerimesinden sosyolojik olarak aşağıdakilerden hangisi anlaşılmaz?
a) Tesadüfi bir değişimin olmayacağı b) İnsan fıtratına ait yasaların devamlılığı
c) Toplumda süregiden gerçeklikler milletten millet değişmeyeceği d) İnsanların sorunlarını dinin değil bizzat insanların çözmesi
gerektiği
e) Değişimin bozuklukların giderilmesi noktasında gerçekleşeceği 10. Aşağıdakilerden hangisi değiştikçe dinsel düşünce ve pratikler de
farklılığa uğrar?
a) Toplumların yönetimleri b) Diyalektik tutum c) Dayanışma üslüpları d) Üretim şekilleri e) Politik tarzları
Cevap Anahtarı 1.C, 2.C, 3.A, 4.C, 5.D, 6.B, 7.E, 8.D, 9.D, 10.B
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aron, Raymond (1989), Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev. Korkmaz Alemdar, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Arvasi, S. Ahmet (1991), Türk‐İslâm Ülküsü, İstanbul: Burak Yayınları Baloğlu, Adnan Bülent (1996), Değişim Süreci ve İslâm, Türkiye Günlüğü, Ankara, sayı: 40.
Bilgeseven, Amiran Kutkan (1986), Genel Sosyoloji, 4.baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi.
Bodur, Hüsnü Ezber (2008), “Sekülerleşme Teorileri Çerçevesinde Din ve Sosyal Değişme”.
Sekülerleşme ve Dini Canlanma, Sempozyum Metinleri, Dinler Tarihi Araştırmaları‐VI, Ankara. Türkiye Dinler Tarihi Derneği Yayınları.
………(1991) “Modern Kapitalizmin Doğmasında Dinin Rolü”, Atatürk Ü.İ.F., Dergisi, Erzurum, Sayı: 10.
Bostancı, Naci (1990), Kültür ve Değişme, İstanbul: Hamle Yayınları.
Dursun, Davut (1992), Din Bürokrasisi, İstanbul: İşaret Yayınları.
Düzgün Ş.Ali (1997) Din Birey ve Toplum, Ankara, Akçağ Yayınları.
Ergun, Doğan (1995), Sosyoloji ve Eğitim, Türkiye’de Eğitimin Niteliği Nedir, Nasıl Olmalıdır? Ankara: İlke Yayınları.
Erkilet, Alev (1985), Çağdaş Sosyal Değişme Teorilerinin Sınıflanmasına İlişkin Bir Deneme, Yayınlanmamış (Yüksek Lisans Tezi), Ankara.
Fichter, Joseph (1994), Sosyoloji Nedir, Çev: Nilgün Çelebi, Ankara: Atilla Kitabevi.
Freyer, Hans (1964), Din Sosyolojisi, Çev: Turgut Kalpsüz, Ankara: Ankara İlahiyat Fakültesi Yayınları.
Günay, Ünver (1986), Modern Sanayi Toplumlarında Din, E.Ü.İ.F. Dergisi, Kayseri, sayı. 3.
Karaman, Ramazan (2000), Sanayileşmenin Dine Etkisi, ‘Mersin Örneği’, Konya: ISBN Yayınları.
Kazak, İ.Erol (1984), İbn‐i Haldun’a Göre İnsan‐Toplum‐İktisat, İstanbul.
Kehrer, Günter (1998), “Din Sosyolojisi” Din Sosyolojisi, Çev. Yasin Aktay‐
M. Emin Köktaş Ankara: Vadi Yayınları.
Kızılçelik, Sezgin (1994), Açıklamalı Sosyoloji Terimler Sözlüğü,,Değişme Maddesi, Ankara: Atilla Kitabevi Yayınları.
………..(1994), Sosyoloji Teorileri, Konya: Emre Yayınları.
Kongar, Emre (1985), Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, 4.baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kıray, Mübeccel (1964), Ereğli Ağır sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası, Ankara: İletişim Yayınları.
Koştaş, Münir(1995), Üniversite Öğrencilerinde Dine Bakış, Ankara: T.D.V.
Yayınları.
Kösemihal, Nurettin Şazi (1992), Sosyoloji Tarihi, Remzi, İstanbul:
Kitabevi Yayınları.
Nakavi, Muhammet (1992), Batılılaşma Sosyolojisi, İstanbul: Kevser Yayınları.
Öztürk Metin ‐Mustafa Kemal Coşkun (1999), Sosyoloji, Ankara: M.E.B.
Yayınları.
Polat, Selahaddin (1997), “Hz. Peygamber’in Sünneti ve Değişim”, Değişim Sürecinde İslâm, Ankara: T.D.V. Yayınları.
Serter, Nur (1996), Giydirilmiş İnsan Kimliği, İstanbul: Der Yayınları.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Smith, Anthony D. (1996), Toplumsal Değişme Anlayışı, Çev: Ülgen
Oskay, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Şener, Sami (1991), “Sosyal Değişmenin Dinî Hayata Etkisi”, Sosyal Değişme ve Dinî Hayat, İstanbul: İSAV Yayınları.
Tolan, Barlas (1993), Sosyoloji, İstanbul: Teori Yayınları.
Toynbee, Arnold. J. (1978), Tarihçi Açısından Din, Çev: İ. Canan, İstanbul:
Kayıhan Yayınları.
Topçuoğlu Abdullah – Yasin Aktay ‐ Mevlüde Ayyıldızoğlu (1998), Ankara, Vadi Yayınları.
Vegin, Nur 1993), “Değişim ve Süreklilik”, Türkiye Günlüğü, Ankara, Sayı:
25.
Wach, J. (1987), Din Sosyolojisine Giriş, Çev: Battal İnandı, Ankara: A.Ü. İ.
F. Yayınları.
Weber, Max (1998), “Dünya Dinlerinin Sosyal Psikolojisi”, Din Sosyolojisi, Çev. M. Emin Köktaş.
Abdullah Topçuoğlu‐ Yasin Aktay‐ Mevlüde Ayyıldızoğlu, Ankara: Vadi Yayınları.
Yıldırım, Ergun (1999), Değişen Din Anlayışının Sosyolojisi, İstanbul: Bilge Yayınları.