• Sonuç bulunamadı

koyarak daha sonra yönetime gelecek sivil yönetimlerin bunları istediği gibi değiştirememesini sağlamaya çalışırlar. Bu nedenle bizim yasa

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "koyarak daha sonra yönetime gelecek sivil yönetimlerin bunları istediği gibi değiştirememesini sağlamaya çalışırlar. Bu nedenle bizim yasa"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AYDA 1 DİPNOTLARI

Üniversitemiz Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü, Kütüphane ve Dokümantasyon Dairesi Başkanlığı ile Sağlık, Kültür ve Spor Dairesi Başkanlığı’nın birlikte düzenlediği “AYDA 1”

programı 1 Haziran programında Rektör Danışmanı Prof. Dr. Abidin Kılıç, Prof. Dr. Nabi Avcı’yı ağırladı. Yazar, siyasetçi, Kültür ve Turizm Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, TÜBİTAK Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu Üyesi ve UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı…

Yaşamının farklı dönemlerinde önemli görevleri başarı ile yerine getiren bir bürokrat, bir siyasetçi, bir yazar. Ancak Prof. Dr. Nabi Avcı’ya siz kendinizi nasıl tanımlarsınız diye sorduğumuzda aldığımız yanıt oldukça samimi ve içten: “Ben bugün tıpkı anavatanında bildiği dili konuşan ve anlayan bir bilim insanıyım.”

Prof. Dr. Nabi Avcı’nın Türkiye’de yükseköğrenimin dününü ve bugününü bizler için değerlendirdiği AYDA 1 programının satır aralarını AYDA 1 Dipnotları için ESTÜ Aktif’in sayfalarını Nabi Hoca ile birlikte çeviriyoruz.

Değerli hocam hem Milli Eğitim Bakanlığı göreviniz hem de uzun yıllar akademisyen olarak Türk yükseköğrenim sistemi içinde yer alan tecrübeli bir insan olarak 2547 sayılı yasanın çıkmasını bir değişim, dönüşüm noktası olarak kabul edersek bu tarihi perspektif içerisinde ülkemiz yükseköğretimini nasıl değerlendirirsiniz?

Öncelikle tüm unvanların içinde benim için en kıymetli olan hocalık vasfıdır. Bu nedenle eski bir hoca olarak siz değerli hocalarımla birlikte böyle bir toplantıda birlikte olmaktan ben de çok mutluyum. Davetiniz için ayrıca tekrardan teşekkür ediyorum. 2547 sayılı yasa ile başlayan yeni bir yükseköğretim düzeni söz konusu oldu bu vesile ile Prof. Dr. İhsan Doğramıcı’yı da rahmetle anmış olalım. Çünkü 2547sayılı yasanın mimarı rahmetli Sn. Doğramacı idi. O günden bugüne yaklaşık 40 yıl geçti ve bu kırk yılda koşullar çok değişti. Nitekim o yasada da bildiğiniz gibi müteaddit değişiklikler oldu. Başlangıçtaki iç bütünlüğünü büyük ölçüde yitirmiş oldu.

Şimdi bu yasa ve yükseköğrenim ilişkisine girmeden önce genel ilkesel anlayışımı da sizinle paylaşmak isterim. Bu genel ilkesel anlayış da bizim yasa yapma geleneğimiz. 2547 sayılı yasa da 12 Eylül askeri darbesinden sonra hazırlanmış ve yürürlüğe girmiş bir yasadır. Bizim anayasalarımızın ve yasalarımızın çok büyük bir bölümü bu darbe dönemlerinin etkisini taşırlar. Darbe dönemlerinde yönetime el koyanların anlayışı yapılan yasanın değiştirilememesi üzerine kuruludur. Kendilerince kritik gördükleri konuları da ya anayasaya ya da yasaya

(2)

koyarak daha sonra yönetime gelecek sivil yönetimlerin bunları istediği gibi değiştirememesini sağlamaya çalışırlar. Bu nedenle bizim yasa repertuvarımızda en fazla kanun konusu olacak konuların anayasaya yazıldığını, bir yönetmelik konusu olabilecek konuların ise kanunlara yazıldığını görürüz. O yüzden anayasalarımız ve yasalarımız neyin yapılacağından çok, neyin yapılamayacağını söyler ve memnuiyet yasalarıdır. Sivil yönetimler de darbeleri izleyen dönemlerde bunlarla uğraşmak durumunda kalırlar. Umarım gelecek dönemlerde gelecek yasa yapıcılar bu gelenekten kurtulmanın bir yolunu bulurlar. Yasalarımız, anayasalarımız çok sade ve açık olmalıdır. Şimdi biz bu sadelik ve açıklığın olmayışının sıkıntılarını Yükseköğretim mevzuatında yaşaya geldik. Bugün yöneticiler olarak sizler de pek çok alanda zorlanıyorsunuz.

Karşımıza pek çok yasal hatta anayasal engeller çıktığını yaşayarak görüyorsunuz. İşin bir bu tarafı var bir de 2547 sayılı yasanın çıktığı tarihte Türkiye’de 27 üniversite vardı. Şimdi üniversite sayımız 200’ün üzerinde. Öncelikle niceliksel olarak farklılık var. 27 üniversiteyi yönetmek için kurgulanmış olan bir yasa ile bugün 200’ün üzerinde üniversiteyi yönetmek durumundayız. Üstelik bu artış sadece sayısal bir artış değil. Aynı zamanda niteliksel olarak da üniversiteler farklılaştı. 27 üniversitenin hepsi devlet üniversitesi idi ve bu 27 üniversitenin aralarındaki en büyük fark aralarındaki kuruluş yıllarına ilişkindi. İçlerinde İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Üniversitesi gibi kuruluş itibarıyla eski, bir de daha sonra kurulmuş olan ama neticede aralarındaki fark 10-15 yıl ile sınırlı üniversiteler vardı. Ama bugün 200 üniversitemizin niteliksel dağılımına baktığımızda olağanüstü bir çeşitlilik görüyoruz. Eski üniversitelerimiz yanında bir de çok yeni kurulmuş örgütlenmesi henüz tamamlanmamış, üstelik statü olarak da farklı üniversiteler bulunmaktadır. Statü olarak neyi kastediyorum; devlet üniversiteleri ve vakıf üniversitelerini. Vakıf üniversiteleri resmiyette ifade edilmese de kendi aralarında gerçek vakıf üniversiteleri ve bugünkü mevzuat nedeniyle aslında özel üniversite olarak kurulmaya niyet edilmiş ama anayasal engel nedeniyle özel üniversite kurulamadığı için vakıf üniversitesi mevzuatında kendini yönetmeye çalışan vakıf görünümlü özel üniversiteler bulunmaktadır. Bir de anayasa Türkiye’de yabancı üniversitelerin branşlaşmalarına ve kendi kuralları ile faaliyet göstermelerine izin vermediği için yabancı üniversiteler ile iş birliği yaparak yabancı üniversite kültürünü Türkiye’ye getirmeye çalışan üniversiteler var. Bilgi Üniversitesi örneğini burada verebiliriz. Çift diploma vermek, eğitimin bir bölümünde Türkiye’de bir bölümünde yurt dışında eğitim aldırarak, yabancı üniversitelerle imzaladıkları protokoller ile öğrenci çift diploma alıyor. Bu da bir by- pass yöntemi bir de Türk- Alman, Türk- Japon Üniversiteleri gibi uluslararası anlaşmayla kurulan üniversiteler var. Bu üniversiteler hem bizim ulusal mevzuatımızı hem de iş birliği yapılan ülke mevzuatını dikkate alarak kurulmuşlardır. Bu nedenle hem niceliksel hem de

(3)

niteliksel olarak bu kadar farklılaşmış bir camiayı 40 yıl önceki koşullara göre mimarisi oluşturulmuş bir yasa ile yönetmenin zorluğu çok açık.

Sayın Hocam peki bu yapının geleceğe dönük perspektifi nasıl olmalı?

Benim uzun yıllardır ifade ettiğim hem üniversite hocalık yaptığım dönemde hem daha sonra Başbakan danışmanı olarak, daha sonra Milli Eğitim Bakanı olarak ve TBMM’de İhtisas Komisyonu Başkanlığı yaptığım dönemde tek bir yasa ile 200 üniversiteyi yönetemeyiz diye ifade ettiğim üzere, peki ne yapmamız gerekiyor? Çok esnek bir çerçeve yasa olmalı bu çerçeve yasa kısıtlayıcı konuları çok fazla içermemeli ve her üniversiteye kendi özel koşullarına uygun kendi stratejilerini yapma yetkisini o çerçevenin sınırlarında kalmak koşulu ile fırsatı tanımalı.

Bu çerçevenin içerisinde kalmak koşulu ile İstanbul Üniversitesi de Eskişehir Teknik Üniversitesi de Osmangazi Üniversitesi de çok yeni kurulmuş ve henüz teşkilatlanması tamamlanmamış olan üniversiteler de bu çerçevede yapılanabilmeliler. Biraz daha somut olarak ifade edelim isterseniz. Milli Eğitim Bakanı olduğum dönemde de YÖK Yasası’na ilişkin düzenlemeler yapılıyordu. Bu dönemde İstanbul Teknik Üniversitesi’nden hocalarımız bir Yükseköğrenim Yasa önerisi getirdiler. Üzerinde konuştuk ve o dönemde onlara şunu söyledim; “Siz bize İstanbul Teknik Üniversitesi ile birlikte Anadolu’daki herhangi bir üniversiteyi nasıl birlikte yöneteceğimize dair bir öneri getirdiniz. Oysa biz sizden İstanbul Teknik Üniversitesi’nin çok köklü ve özel bir kültürü olduğu için Türkiye’deki diğer üniversiteler ile aynı kapta kaynatılamayacakları talebini duymak isterdik”. Ve bunu kendileri ile paylaştım, açıkça ifade ettim. Çünkü Başbakan Danışmanı olduğum dönemde Yükseköğretim Yasa önerisi toplantılarına çok katıldım. Ve bu toplantıların birinde Boğaziçi Üniversitesi ve Erciyes Üniversitesi arasında rektörlük seçimi konusunda bir fikir ayrılığı oluştu. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi kökenli hocaların sayısal çoğunluk nedeni ile hep rektör olduğundan şikayetçi olmaları ve bu haksızlığın giderilerek çeşitliliğin sağlanması taleplerine Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Sn. Üstün Ergüder Bey de bu modelin Boğaziçi Üniversitesi’ne uymayacağını ifade etti. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi’nde rektörlük bir külfet olarak görülüyor ve rektör olmayı kabul eden bir hocayı bulduktan sonra da kendisinden birkaç dönem devam etmesini istediklerini ifade etti. İşte Boğaziçi Üniversitesi kurumsal kültüründe de böyle bir özellik var. Bu tür farklılaşmaların örneklerini sayı çoğaldıkça ve çeşitlenme artıkça daha çok görüyoruz. Üniversitelere çok geniş bir alan bırakan ve içini kendi adına yeniden tasarlayabilecek, üniversitelere bu fırsatı verebilecek bir çerçeve yasa yapılması gerekir.

(4)

Bu durumda üniversitelerin kendi rektörlük seçme biçimlerini de saptamaları mümkün olur mu?

Çok doğru. Şimdi eski üniversitelerin kurumsal kültürünü yabana atmamak gerekir. O üniversitelerin rektörlerini, yöneticilerini nasıl atayacaklarını oranın kurumsal kültürünü de yakından tanıyan o yapı karar versin. Ancak yeni kurulan orta boy üniversitelerde örneğin seçim düzeni gibi ne kadar suiistimal edildiğini, üniversitelerin bu konuda ne kadar büyük sıkıntılar yaşadığını o dönemleri de yaşayan birisi olarak biliyorum. 2011 yılında milletvekili seçim çalışmaları sürecinde tesadüfen Osmangazi Üniversitesi’nde de rektörlük seçimleri vardı.

Biz de seçim kampanyası yürütüyoruz rektör adayları da kampanya yürütüyor. Rektör adaylarının kampanya materyalleri önüme geldiğinde dehşete kapılmıştım. O dönemde Sn.

Doğramacı’nın rektör seçimlerine yönelik muhalefetinin ne kadar doğru olduğunu çok net anladım. Biliyorsunuz Sn. Doğramacı bu nedenle istifa etmişti. Biz o dönemde çok genç olduğumuz için nedenlerini çok anlamamıştık. Bu tavrı anti-demokratik bir tavır olarak algılamıştık. O demokrasinin nasıl bir demokrasi olduğunu da zamanla anladık. Çok ciddi kamplaşmaların olduğunu gördük. Kurumsal kültürü buna müsait olan üniversiteler tabii ki kendi rektörünü seçsin. Ama yeni kurulan üniversitelerde tedbir almak gerekir. Çünkü sadece yükseköğrenim için demiyorum tüm yasalar, anayasalar, yönetmelikler neticede insanlar tarafından işleme konuluyor. Bu nedenle kağıt üzerinde çok esaslı görünen düzenlemelerin fiiliyatta nasıl fire, nasıl istismar edilebildiğini görüyoruz.

Samimi açıklamalarınız için çok teşekkür ediyoruz Hocam. Sınırlarının iyi belirlenmesi, görev tanımlarının iyi yapılması ile liyakat sahibi olan ve üniversiteleri bugünden yarına götürebilecek Sayın Rektörler de bu görevlerini başarı ile yürütebilsinler.

Bir şeyi daha eklemek istiyorum biz bu seçimler ile genelde kim bizi yönetsin cevabını arıyoruz.

O seçimlerde bizi yönetecek olanları seçeceğiz, onları denetleyecek olanları da seçebilmeliyiz ve denetleyeceklerin denetim işlevlerini yerine getirecekleri yasal düzenlemeleri de ihmal etmemeliyiz.

Her ile üniversite bir proje idi ve sanırım her ilimizde bir üniversitemiz var. Gerçekten üniversite olabildiler mi? Çünkü üniversite tanımı gereği öğrencisine sizin de kitabını yazdığınız gibi Görgü Kurallarını hayata geçireceği, yine kitabını yazdığınız gibi İletişim Düşüncesinin Gelişimini kendi hayatında yaşayabileceği bir ortamı hazırlayabildi mi? Sizin

(5)

de hayalini kurduğunuza emin olduğum entelektüel derinliği olan öğrenciler yetiştirebildi mi?

Üniversite binalardan ibaret bir kurum değildir. Paranız varsa kampüs oluşturursunuz.

Üniversite hoca demek, kütüphane demek, sosyal çevre demek. Yeni kurulan üniversitelerin kampüslerini tamamlamış olmak üniversiteleşebildikleri anlamına gelmiyor. Şu örneği vermek isterim, çevrenin, üniversite zihniyetinin, hocaların, yönetimlerin bu kültürün oluşmasındaki önemini ortaya koymak için çok çarpıcı bir örnek aslında. Daniel Bell bir dönem Amerikan sol liberal kültürünün en seçkin üyelerinden birisidir. Bu grubun büyük çoğunluğu New York City College’dan mezundur. Daniel Bell hatıratında diyor ki; New York City College yoksulların, azınlıkların gittiği bir eyalet üniversitesi değil, New York Belediyesi’nin finanse ettiği bir city college. İmkanları kısıtlı öğrenciler bu üniversiteden mezunlar. Üniversite şenlikli bir kampüs değil. New York Belediyesi çok katlı bir otoparkı üniversiteye bağışlamış. Binanın üst katlarını derslikler yapılmış ve alt katları otopark olmasından faydalanarak bölerek öğrenci kulüplerine tahsis etmiş. Ama her tür öğrenci kulübü var. Bu kulüpler içinde Katolik Öğrenciler Derneği de var, Troçkist Öğrenciler Derneği de var. Liberaller, muhafazakarlar hepsi var. O dönemde Amerika’da alt kültür gruplarının hepsinin temsil edildiği bir alan. İşte Daniel Bell aslında eğitimi yukarıdaki dersliklerde değil aşağıdaki kulüplerde aldık diyor. Troçkistlerin okuduğu tüm kitapları Katolikler, Katoliklerin okuduğu kitapların hepsini Troçkistler okudu. Bizde de geçmişte bir kantin kültürü vardı. Ben de ucundan ODTÜ’de bu süreci yakaladım. Üniversitede görev yaptığım dönemde de yöneticilere etraftaki kahveleri destekleyelim dedim. Kısmen de bunu gerçekleştirdiler. Sizin sorunuza gelince elbette Hakkari’de açıla bir üniversite bir Oxford olmayacak. O üniversitelerin ne olabileceği ne olamayacağına baştan bakmak gerekiyor. Şimdi bu konularda YÖK’ün cevap veren anlamlı çalışmaları var. Bunlardan bir tanesi “Bölgesel Kalkınma Odaklı Misyon Farklılaşması Programı”. YÖK, TÜBİTAK ile iş birliği halinde bölgesel potansiyelleri araştırıyor. O bölgenin üniversitelerine bölgenin kalkınması odaklı misyonlar tanımlıyor. İlk etapta 5 üniversite seçilmişti. Bunlar; Bingöl Üniversitesi, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Düzce Üniversitesi, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi ve Uşak Üniversitesi. Misyonlarına baktığımızda Bingöl, tarım ve havza bazlı kalkınma, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, hayvancılık alanında, Düzce Üniversitesi sağlık ve çevre alanında, Kırşehir Ahi Evran, tarım ve jeotermal alanında ve Uşak Üniversitesi tasarım alanında. Şimdi ikinci faza geçildi. Yine TÜBİTAK yeterlilik kriterlerine göre çağrıya çıkıyor ve bölge üniversiteleri bölgelerindeki potansiyel çerçevesinde çağrıya başvuruyor. İkinci fazda Aksaray Üniversitesi sağlık ve spor alanında, Kastamonu Üniversitesi tabiat turizmi ve ormancılık alanında, Muş Alparslan Üniversitesi hayvancılık alanında, Rize Recep Tayyip

(6)

Erdoğan Üniversitesi çay alanında, Siirt Üniversitesi tarım ve hayvancılık alanında. Üçüncü fazda da Kırklareli Üniversitesi gıda alanında, Bartın Üniversitesi akıllı lojistik ve bütünleşik bölge uygulamaları alanında, Hitit Üniversitesi makine ve imalat teknolojileri alanında, Yozgat Bozok Üniversitesi sürdürülebilir biyo- malzeme ve biyo-enerji ve endüstriyel kenevir alanında -ki kenevir çok stratejik bir öneme sahip-, Artvin Çoruh Üniversitesi tıbbi ve aromatik bitkiler alanında misyona sahip. Burada çok önemli uluslararası bir hamle var. Bu bölge kalkınma odaklı üniversitelere misyon tanımlaması. Bir de araştırma odaklı ihtisaslaşma programı var.

Prof. Dr. Naci Gündoğan koordinasyonunda üniversitelerin özellikle öğretim üyesi ve bilim adamı, araştırmacı yeterliliklerine bakarak TÜBİTAK’ın kriterleri ile belirlenen üniversiteler araştırma üniversitesi olarak seçiliyor. Ankara Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Gebze Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi, ODTÜ, İstanbul Teknik Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, ayrıca 5 tane aday üniversite var. Bunlar da Çukurova Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi. Bu üniversitelerde yeterliliklerini sağladıklarında ihtisas araştırma üniversitesi olacaklar. Şunu ifade etmek istiyorum her yerde üniversite olur mu, elbette sizin söylediğiniz bizim söylediğimiz anlamda her yerde üniversite olmaz. Ama o yörenin özelliklerine odaklanmış ve gelişimini ona göre tamamlayan üniversiteler olur. Sn. Naci Gündoğan hocamızın koordinasyonunda yürüyen bu iki program da bunu amaçlıyor. Eskişehir Teknik Üniversitesi’ni de araştırma üniversitesi statüsünde görmek için sabırsızlanıyorum.

Ve Eskişehir Teknik Üniversitesi hocam, Üniversitemizin yapılanma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk yükseköğretiminin sorunları ve potansiyeli konusundaki söylediklerimizin her birini mikro ölçekte Eskişehir Teknik Üniversitesi özelinde de görüyoruz. Eskişehir Teknik Üniversitesi yeni kurulan üniversiteler arasında çok özel bir üniversite. Kurumsal kültürünü sıfırdan inşa etmek zorunda olan bir üniversite değil. Anadolu Üniversitesi bünyesinde yıllardır oluşan bir kurumsal kültüre sahip. Eskişehir Teknik Üniversitesi Anadolu Üniversitesi içinde, üniversite içinde üniversite idi. Bu nedenle Eskişehir Teknik Üniversitesi’ni Anadolu Üniversitesi’nden üretebilmemiz bu nedenle çok zor olmadı. Eskişehir Teknik Üniversitesi zaten hazırdı. Hocaları, fakülteleri, binaları, kampüsü ile her şeyi ile hazırdı. İkinci olarak çevresel etkenler bakımından da avantajlı konumdayız. Çevresi ile çok yakın ilişkiler içinde olan bir öğretim üyesi kadrosu Sanayi Odası, Ticaret Odası, sanayi kuruluşları ile avantajlı bir

(7)

konumdayız. Eskişehir bir sanayi şehri üstelik sanayide de belirli öncelikleri almış bir sanayi şehri. Örneğin kümelenmelere baktığımız zaman ileri görüşlü bir sanayi şehri. Şehrin gerçekten bir teknik üniversiteye ihtiyaç vardı. Sanayinin de ihtiyacı vardı. O zaman bazı eleştiriler oldu.

Bölerek üniversite kurulmaz. Hayır efendim üniversite bölünerek kurulur. Osmangazi nereden kuruldu, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi nasıl kuruldu?

Cambridge’de Oxford’dan ayrılmıştır. Teknik Üniversite Eskişehir’e çok yakıştı. Siz de üniversiteye çok yakışıyorsunuz. Bu nedenle yolunuz açık olsun diyorum.

Sayın Hocam, örneğin sizin Profesör atandığınız günkü koşulları düşündüğümüzde, koşulları bugün ile kıyaslarsak, geldiğimiz noktayı nasıl yorumlarsınız?

Şimdiki koşullar çok farklı ama yapısal düzenleme ne olursa olsun kağıt üzerindeki kurallar insan eliyle şekilleniyor. Profesör, doçent ya da doktora koşulları kendi başına sonuç üzerinde çok etkili olmuyor. Özellikle hocalıkta bu belirli kuralları koyarak, o kuralları sağlayanların bu işi en iyi yapacaklarını gösteren bir meslek alanı değildir. Örneğin bir profesör alacağız üniversiteye ki ilk olarak YÖK’ün koymuş olduğu kriterlere bakacağız ve ardından şu soruyu sormamız lazım, bu profesör ne yapacak? Mekanik laboratuvarında mı iyi olacak, sınıfta mı iyi olacak? Hocalardan ne beklediğimiz önemli. Üniversitelerin her ikisine de ihtiyacı var.

Eskişehir Teknik Üniversitesi’nin her ikisine de ihtiyacı var. Sınıfta çok başarılı olamasa bile çok başarılı araştırma projeleri geliştiren hocalara da ihtiyacı var. Sanatçı seçer gibi yaklaşmak gerekiyor. Benim dönemimde de çok kolay profesör olanlar vardı. Ama bunun yanında geçen günlerde kaybettiğimiz Mehmet Genç, iktisat tarihçisi Ömer Lütfü Barkan’ın asistanı. Hoca hayatını kaybedince bana hocalık yapacak yok diyerek unvansız emekli olmuştur.

Sayın Hocam, bir iletişim sosyoloğu olarak iletişim araçlarında yaşanan bu değişim ve dönüşümü nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu konuda benim 30 yıl önce yayımlanmış bir kitabım vardır: Enformatik Cehalet. Uzun aradan sonra yeniden bir baskı yaptık. 30 yıl önce bugünün iletişim araçları olmadan bu tehlikelere işaret eden bir kitap Enformatik Cehalet. Teknolojinin bugün buralara geleceği belliydi. Bundan sonrasını teknolojiyi üretenler de bilmiyor. Ancak çok ciddi bir dağılma olduğu, zihinsel ve toplumsal atomizasyon olduğu, aslında bir önceki sorunun da altında yatan; eski hocalar mı yeni hocalar mı karşılaştırması da bu dağılmaya çıkıyor. Bizim dönemimizin hocaları kitap hocaları idi ancak yeni hocaların en önemli kaynağı internet. Ekoller dağıldı. Bu kadar geniş bir alanda kümeleşmek o kadar kolay değil. Ben kötümser de değilim. Bunu daha önce

(8)

öngörenler de oldu Huxley’in Cesur Yeni Dünya’ sı, George Orwell’in 1984’ü ve merkezi yönetimlerin geniş kitleler üzerindeki denetim gücünü hep big brother seni gözetliyor metaforu ile açıklanan bir dönemin artık kapandığını görüyoruz. İş orayı çoktan geçti. Paçayı kurtaracak olan yine de Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’nda Shakespeare okuyan vahşi karakterinde bir de Fahrenheit 451 vardır. Bunları niçin söylüyorum çok derin konular. Saatlerce konuşabiliriz.

Kitaplara yönlendirerek cevaplandırmaya çalışıyorum.

Siyasette önemli görevler üstlendiniz aynı zamanda yıllarca öğretim üyeliği yaptınız. Siz kendinizi hangi tarafa daha yakın hissettiniz?

Ben kendimi akademik dünyaya daha yakın hissettim. Sizinle konuşurken sizin aranızda kendi suyumda yüzüyor, kendi göğümde uçuyorum.

Son olarak hocam Eskişehir Teknik Üniversitesi öğrencilerine Nabi Hoca’nın tavsiyeleri neler olur?

Önce öğrencilere, yaşlarının ve uğraşlarının kıymetlerini bilsinler diyorum. Gençliğin kendine göre derdi olabilir ama bu çağlar tüm yoksunluk ve yoksulluklara rağmen çok kıymetlidir. Bir de şiirlerden, edebiyattan ve kitaplardan beslensinler sadece sosyal medya olmaz.

Sayın Hocam Ayda 1 programının konuğu olduğunuz için teşekkür ederiz.

Referanslar

Benzer Belgeler

London School of Economics, Michigan State University, New York University, Purdue University, UCLA,. UC Berkeley, University

Enstitümüzde özellikle doktora ve tezsiz yüksek lisans programlarının geliştirilmesi ile akademik yükseltilmede bilimsel doktoranın, yetkilendirilme amaçlı eğitim veren yan

Biyoetik (tıp etiği) alanında yaşanan/yaşanabilecek sorunları ortaya koyacak ve bunlara çözüm olabilecek ulusal ve uluslararası düzeyde niteliksel ve niceliksel,

(Deneylerde kullanılacak devre bileşenleri her deneyde belirtilmiştir.) Geçerli mazereti olmaksızın eksik deney malzemesi ile laboratuvar dersine katılmak isteyen

Beslenme hizmetleri 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanun, 657 Sayılı Kanun, Yükseköğretim Kurumları, Mediko-Sosyal Sağlık, Kültür ve Spor İşleri Dairesi Uygulama

Medicare tarafından kullanılan ödeme sistemlerinin çoğu ya Federal Mali Yılın başlangıcına (1 Ekim) ya da takvim yılının başlangıcına (01 Ocak) denk gelecek

Genel Sağlık Sigortası Sağlık Bakım Hizmetleri Ödemeleri için Altyapı Geliştirme Çalışması. Eğitimin En Beğenilen

1) Görevlendirilecek öğretim üyesi Üniversitemizdeki asli görevlerini aksatmamakla yükümlüdür. 2) İlgili dönemlerde Üniversitemiz birimleri tarafından