Erken Dönem Abbasi
Halifelerinin Din Politikası
Me’mûn hariç erken dönem Abbâsî halîfeleri, Sünnî (ehl-i sünne/ ehl-i hadîs) anlayışı içeren dinî bir politika güderek Sünnî inancın koruyucusu oldular ve Sünnî ulemayı
koruyan bir tavır sergilediler. Bu dönemde ehl-i sünne
kavramı ile ifade edilen Sünnîlik, ehl-i bid’a’nın karşısında olmak anlamını geliyordu. Ehl-i bid’a ise sünnette
olmayan yeni doktrinler ortaya atan kişiler için kullanılan bir terimdi. Kaderiyye, Rafiza, Haricîlik ve Mürcie
taraftarları ehl-i bid’a olarak adlandırıldı. Ehl-i sünne’ye göre özellikle Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i tenkit eden herhangi bir yaklaşım sapkınlık olarak addediliyor ve onları sevme Sünnet’in gereği olarak görülüyordu. Hz.
Osman’ın da halîfeliği genelde kabul edilirken Hz. Ali ile ilgili görüş farklılıkları mevcuttu. Kimi ehl-i sünne
mensupları Hz. Ali’nin meşru halîfe oluşunu tartışabiliyordu
Halîfe Mansûr’un, Mâlik b. Enes’in (ö.
179/795) Muvatta adlı eserini, devletin resmî hukuk kodu olarak uygulamaya koymak istediği ile ilgili de rivayetler vardır. Bu rivayetlere göre Mansûr’un
teklifini reddeden Mâlik b. Enes gerekçe olarak, her âlimin kendisine ulaşan Sünnet mirası ve yaşadığı çevrenin şartlarına bağlı olarak farklı görüşler taşımasının tabii
olduğunu, aksi bir görüş ve uygulamaya
zorlamanın doğru sayılmadığını ileri sürdü.
Me’mûn O, Mu’tezile tarafından benimsenen Kur’an’ın yaratılmış (mahlûk) olduğu hakkındaki
düşüncesini Abbâsî Devleti’nin her yanında benimsenmesi
gereken bir inanç olarak 212/827 tarihinde ilân eder. Me’mûn aynı zamanda Hz. Ali’nin de diğer
sahabeden daha efdal (daha üstün, faziletli) olduğuna
inanmayı da devletin resmî inancı
haline getirir.
Me’mûn 212//827 yılında resmîleştirdiği Halku’l-Kur’an fikrinin kendi bakış açısıyla teolojik temellerini,
218/833’te, Tarsus’a doğru Bizans seferine çıkmış olduğu sırada Bağdat’taki vekili İshâk b. İbrahim’e gönderdiği mektubunda ortaya koyar. O, vekiline yazdığı ilk mektubunda, Müslüman imamları ve halîfelerinin;
Allah’ın kendilerinden korumasını istediği dinin uygulanmasında ve kendilerine
bırakılmış olan peygamberlik mirasında içtihatta bulunmaları,
üzerlerine aldıkları ilmi nakletmeleri,
vatandaşlarına doğrulukla muamele etmeleri
hususlarında Allah tarafından görevli kılındığını bildirir.
“Biz onu Arapça Kur’an kıldık.”
âyetini yorumlayarak, “Allah’ın kıldığı her şey, O’nun
mahlûkudur.” der. Bu görüşüne de şu âyeti delil gösterir:
“Semavat ve arzı, karanlık ve nuru yaratan Allah’adır hamd.”
Zuhruf, 43/3.
En’âm, 6/1.
Üçüncü mektup:Ona göre, Allah’ın halîfeleri üzerinde olan haklarından bir kısmı
halîfelerin kendilerini Allah’a adamaları,
Allah’ın yerine getirilmesini istediği hususlarda öğütte bulunmaları,
Allah’ın kendilerine verdiği ilim ve marifet ayrıcalığını kullanarak insanları yönlendirmeleri,
doğru yoldan ayrılanlara hakikat yolunu göstermeleri,
Allah’ın emrinden yüz çeviren kimseleri geri döndürmeleri,
halkı yönetmeleri,
Allah’ın hükümlerini yerine getirmeleri,
Allah’ın adaletini uygulamaları,
halkın kurtuluşunu sağlamaları,
halkı iman sınırında ve kurtuluş yolunda tutmaları,
halkın kalplerindeki şüpheyi yok ederek onları karanlıklardan kurtarmaları