Dave Riley
İklim değişikliğinin somut bir gerçeklik olarak karşımıza çıkması sonucu, neredeyse evrensel geçerliliğe sahip hale gelen hâkim kanılar şimdi, biraz isteksizce de olsa çeşitli zeminlerde tartışmaya açılmış ve bu durum ideolojik
çerçevemizi genişletebilmemiz için büyük bir fırsat yaratmıştır. İhtiyacımız olan şey, ensemizdeki bu felaket ile ilgili olabildiğince açık ve geniş katılımlı bir tartışma başlatmak ve bunu sürdürmektir.
Konu, egemen medya tarafından sığ bir zeminde tartışılmaya devam ederken yeşil-solcular ve sol-yeşiller kendi bakış açılarını kararlılıkla savunmak ve elbette ki, bu savunmanın bir parçası olarak, yeşil-solcu veya sol-yeşil olmanın ne demek olduğunu açıkça ortaya koymak zorundadırlar.
Ancak ne yazık ki doksanların başından itibaren stratejik sorunlar politik gündemi meşgul ettiğinden ve Avrupa parlamentolarında üçüncü kuvvet haline gelen yeşil partiler şimdi yüzleşmekte olduğumuz kaçınılmaz gerçeklikleri zamanında geri plana attığından, söylemler temelsiz ve muhatapsız kalmıştır. Bu durum elbette ki irdelenmelidir ancak şu an öncelikle karşımızda duran şey, iklim felaketine dair rakip ‘çözümlerin’ etkisizliğinin ve felaketin neticelerinin belirgin şekilde ortaya çıkmış olmasıdır.
Peki, bu çevresel yıkım karşısında ne kadar sol ve ne kadar yeşil kalmamız gerekmektedir? Karşımızda apaçık duran felaket yapmamız gereken tercihin yükünü sırtımıza bindiriyor; ‘… Başka bir şey’ veya Barbarlık! İklim ve
Kapitalizm grubunun* da belirttiği gibi, ‘ Üçüncü bir seçenek yok.’
Tetiklemek zorunda olduğumuz tartışmanın özünde şu soru yatmaktadır; İnsanlığı ve bu dünyadaki diğer yaşam biçimlerini üzerimize çöken felaketten korumak için ne yapmalıyız?
Bu noktada, devletlerin kendi sorumluluklarındaki faktörlerin yarattığı etkilerin üzerine gitmek konusunda niçin bu kadar isteksiz olduklarının açıklanması gerekmektedir. Gezegeni ‘kurtarmayı’ hedefleyen faaliyetlere karşı gösterilen keskin direnci açıklamak için ekonomik sistem tartışmaya açılmalıdır. Ve eğer yapılması gereken zorunlu
değişimlerin önünü ekonomik parametreler kesmiyorsa hangi güç kesmektedir? Uçurumun bu kadar kıyısındayken, bizi buraya itenin ne olduğunu tam olarak ortaya koyabilmek mümkün değildir.
Fark etmiş olduğunuz üzere, Kyoto protokolü ile ilgili bütün tartışmalar uzun zamandan beri hükümsüz hale gelmiştir. Bugün sera gazı salınımlarının azaltılması konusunda çok daha acil ve çok daha keskin adaptasyon süreçlerini
gerektiren zorlayıcı hedefler ortaya koymak bir zorunluluktur. Adrian Whitehead gibi ekolojistler 2020’ye kadar salınımları sıfıra indirmenin önümüzdeki tek seçenek olduğunu söylemektedirler. Önümüzdeki 13 yılın sonunda sıfır salınım… Doğru hedef budur.
Böylesi bir hedefe ulaşmanın kendisi başlı başına bir meseledir. Bu tür bir hedefi gerçekleştirmek için yürütmeniz gereken kampanyanın büyüklüğünü ve yapmanız gereken öngörüleri düşünün bir. Politik zıtlıkların ve hantallıkların karşısında bu türden bir değişimi sağlamak için büyük bir halk hareketi gerekmektedir. Seçilip parlamentoya girmeyi beklemek yeterli değildir. Seçeneklerimiz kısıtlı olduğundan çabamızın çoğunu tepkilerin şiddetini arttırmaya ayırmak
zorundayız. çünkü geleceğimizi parlamenterlerin ellerine bırakmak gibi bir lüksümüz yoktur.
Sonuç olarak kolektif tepkilerimize çeki düzen vermek için bu tartışmayı yapmak, imkânlarımızın ve seçeneklerimizin ayırtına varmak zorundayız.
Life of Riley: Ratbag Radio Network’ten çeviren Eren Paydaş (Ekoloji Kolektifi) http://climateandcapitalism.blogspot.com/2007/02/green-lefts-and-left-greens.html Dave Riley; Avustralya’da yayımlanan muhalif Gren Left Weekly dergisi yazarı.