• Sonuç bulunamadı

Sendika seçimlerinde bir yığın ayak oyunu oynarlar ve sendika ağalarının sürekli yönetimde kalmasını sağlarlar…Bu çeşit sendikaların başkan ve yöneticileri bir çeşit ağalık yapar, ayrıcalıklı kişisel yaşamlarını sürdürürler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sendika seçimlerinde bir yığın ayak oyunu oynarlar ve sendika ağalarının sürekli yönetimde kalmasını sağlarlar…Bu çeşit sendikaların başkan ve yöneticileri bir çeşit ağalık yapar, ayrıcalıklı kişisel yaşamlarını sürdürürler"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İşçilerin ekonomik ve demokratik haklarını korumak, geliştirmek için kurdukları örgütlere sendika deniyor. İşçiler, sendikaları vasıtasıyla çalışma yaşamlarına dair sorunlarını çözmeye, ortak çıkarlarını ve haklarını korumaya ve geliştirmeye çalışırlar.

Bu teorik tanımlamadan sonra sorulacak soru şudur: İşçiler haklarını kime karşı koruyacaklar, işyerlerindeki koşulları düzeltmek için kime karşı örgütlenirler? Ya da ekonomik ve demokratik haklarını kime karşı koruyup geliştirecekler?

Elbette işverenlerine karşı! Patronları kim ise ona karşı örgütlenecekler! İşveren kimi zaman devlet, kimi zaman yerli ve yabancı şirketler olabilmektedir.

Peki, şu anda altın madenlerinde( somut olarak Bergama Ovacık altın madeninde ve Kışladağ altın madeninde)

“örgütlü” olan ve yetki almış olan sendika patronuna karşı örgütlenen bir sendika mıdır? Eğer işçilerin yaşam

koşullarını, ekonomik ve demokratik hakları için mücadele etmek bir ayırt edici özellikse; o sendika hangi mücadeleyi yapmaktadır? Birilerine karşı mücadele etmektedir ama, bu kesinlikle patronu değildir! Kim olduğunu yazımızın ilerleyen bölümlerinde anlatacağız.

Bir başka soru da şu: Adı işçi sendikası olup da işverenlerin kontrolünde ya da güdümünde olan sendikalara ne ad veriliyor? İşçi sınıfının mücadelesi tarihinde “işçi haklarını savunur” görünen ama esasında “vaziyeti idare eden”, esasında patronunun “ekmeğine yağ süren” sendikalara ne ad veriliyordu? Herkes biliyor, “Sarı sendika.”

Sendikanın sarı olanının genel özelliklerini de kabaca şöyle özetleyebiliriz: Demokratik bir işleyişe sahip değillerdir.

İşçilerinin bilgisi ve kararı dışında toplu sözleşme vb şeyler imzalayabilirler. İşçilere sınıf bilinci taşımazlar ve özünde işçilerin sosyal haklarını savunmazlar. Gereğinde işçileri tehdit ederler. Sendika seçimlerinde bir yığın ayak oyunu oynarlar ve sendika ağalarının sürekli yönetimde kalmasını sağlarlar…Bu çeşit sendikaların başkan ve yöneticileri bir çeşit ağalık yapar, ayrıcalıklı kişisel yaşamlarını sürdürürler. Örnekse, altlarında güzel arabalar, bedava yemekler…

Bol miktarda olan bu sendikaların ve sendikacıların, işçi sınıfının gerçek sendikaları tarafından ipliğini pazara çıkarılması da bir görevdir. İşçilerin görevidir. Fakat günümüzde bu görev pek yerine getirilememektedir. Sanıyoruz, ülkemizde işçi sınıfının 1980 öncesine göre mücadele ve örgütlenme yetersizliği, sarı sendikaların ve bunların ağalarının teşhiri ve dışlanmasının yeterince yapılamamasının bir nedenidir.

Biz sendikacı değiliz. Başka bir alandayız: Yerküremizin/ülkemizin toprağının, suyunun, havasının, otunun, böceğinin hasılı tüm canlı yaşamın vicdanı olmaya çalışıyoruz. İşte tam bu sırada, andığımız bir sendikanın, sendikayla ve işçi mücadelesiyle ve emekle ve ekmekle hiç ilgisini kuramadığımız tutumlarına tanık oluyoruz. Tanık olduğumuz sözleri ve tutumları hem işçi kamuoyuyla ve hem de genel kamuoyuyla paylaşmayı “üstümüze vazife” sayıyoruz.

Şimdi sıra kendi alanımızı tanıtmaya ve bir “işçi sendikası”yla yollarımızın nasıl kesiştiğini, bu kesişme sırasındaki tanıklıklarımızı anlatmaya geldi.

Biz çevreciyiz. Yaşamı savunuyoruz!

çevre; üzerine bastığımız, ekip ürettiğimiz toprak; içtiğimiz, yunduğumuz, bitkileri ve hayvanları beslediğimiz su;

nefes aldığımız havanın oluşturduğu ortamdır, diyebiliriz. Bu ortam içinde doğar, yaşar, üretir, ölürüz. Bu ortam, biz insanlar ve diğer canlıların evi sayılır. Hatta çevreyi, işçi, memur, köylü, patron, kadın-erkek ve çocuk ayırt etmeden hepimizin içinde bulunduğu bir gemiye benzetebiliriz. Bu gemi batarsa – ki küresel kapitalizm batıracağa benziyor- ya da evimiz göçerse, hiç kimse sağ kurtulamayacaktır.

Peki yurt neresidir? İnsanın yurdu neresidir? Doğduğumuz, konduğumuz, anadilimizi öğrendiğimiz, ilk aşkımızı yaşadığımız, ilk kavgamızı ettiğimiz, havasını nefes nefes içimize çektiğimiz, suyunu içtiğimiz yerküre parçası değil mi yurdumuz? Yer küremiz yurdumuz sayılmalıdır. Fakat yerkürenin küçük bir yerinde yaşıyor ve insan olma

fonksiyonlarımızı yerine getiriyor ve dar anlamda oraya yurt diyoruz.

Bu bakımdan yurt (yer küre/ ev) sevgisiyle çevre sevgisi ya da temizliği ya da sağlığı arasında bir fark görmüyoruz.

(2)

Böylece çevrecilik denen işin, bir “çiçek-böcek”işi gibi algılanamayacağını ve küçümsenemeyeceğini de anlatmış oluyoruz.

“Tehlikenin farkında mısınız?” Bu tehlike sizi ilgilendiriyor mu?

Yer küremiz ve yurdumuz küresel sermayenin-emperyalizmin- kazanç hırsı uğruna talan edilmektedir. Bu talan için ulus ötesi şirketlerin istediği yasalar (maden, tohumculuk, turizm tahsis alanları, meralar, orman vasfını yitirmiş yerler…) jet hızıyla ve kamuoyunda tartışılmadan çıkarılmaktadır. Sonuç: Küresel ısınma ve havale geçiren dünya, iklim değişiklikleri ve kuraklık! Kuruyan sulak alanlar, nehirler, göller, sazlıklar, çekilen yer altı suları… “Türkiye elden gidiyor!” diye feryat eden köşe yazarları ve “Sayın başbakan! Seferberlik lazım!” önerileri. (bkz, T.Akyol, milliyet, 13.08.2007) Ve zaten azalan ve zaten az olan sularımızın milyonlarca metre küpünün siyanür liçi alanlarına taşınması…

Soru: Bu gelişme karşısında işçilerin ve onların sendikalarının tutumu ne olmalıdır? Kuraklık, çölleşme, susuzluk, zehirli hava ve toprak; sınıf, cins, renk, yaşlı-genç ayrımı yapar mı? Bu soruların yanıtını arayan ve canlı

yaşamından yana tutum alan bir sendika gördünüz mü? (Bu konuda Türkiye Maden-iş sendikasının tutumu net, bu netlikte başka tutum var mı bilmiyoruz. Bu sendikanın evlere şenlik bu net -turuncu-tutumunu ilerleyen satırlarda okuyacaksınız.)

“Yaratan ve üreten ve hayatı var eden” emekçiler ve örgütlerinden bu konuda öncü rol almaları beklenirdi. şahsen biz beklerdik ve koşarak arkalarından giderdik. Bırakalım öncü olmalarını, şu soruyu sormak bize zül geliyor: Ey

sendikalar (kırmızı, sarı, turuncu hangisiyseniz) yeriniz neresidir? Siz kimden yanasınız? Bu sorunun ne kadar anlamlı ve güncel olduğunu açmaya çalışalım.

Kışladağ’da neler oluyor ve sendika ne yapıyor?

Uşak ilinde Eşme ve Ulubey ilçeleri arasında Kışladağ namıyla maruf bir altın madeni var. Bu maden Kanada ticaret siciline kayıtlı Eldoradogold ve Türkiye iştiraki Tüprag (Kanada yasalarından muaf) şirketi tarafından işletiliyor.

“Siyanür liçi” denen yöntemle açık ocakta altın cevherinden ayrıştırılıyor. Burada 17 yıl boyunca 70.000(evet yanlış okumadınız, yetmiş bin ton) siyanür zehiri kullanılacak! Bir yılı aşkın süredir epeyce kullanıldı. Ne yapılırsa yapılsın havaya hidrojen siyanür yayılması engellenemiyor bu yöntemle. 2006 haziranının sonunda Eşme’de 1800 kişi hidrojen siyanürden zehirlendi. Bu durum bizlerin gayreti ve resmi makamların engellemelerine karşın belgelendi. Ama üzerine giden yetkili bulunamadı. Daha 30.07.2007 tarihinde İnay köyünde Eşme’dekine benzer bir zehirlenme yaşandı. _u anda Gedikler köyünün meşe koruluğu kurudu. Köylülere ait arazi orman idaresi tarafından “bizim” denerek şirkete verildi ve köylülerin dava açmaması karşılığında kaymakamın koordinatörlüğünde köylülere bir protokol yapılarak rüşvet verildi. (Bu durumu Birgün gazetesi manşet yapmıştı.) Maden civarındaki köylerde dalından yere düşmüş dut meyvesini yiyen tavuk, koyun ölüyor. Aynı dutu yiyen insanlar acı bir tat duyarak tükürüyor. Bölge yer altı suyu bakımından fakir. Madenci şirket, DSİ nin izniyle bu fakir kaynaktan milyonlarca ton su çekiyor. Bilirkişi raporları ve hatta şirket çED raporu “yer altı suları kuruyabilir” diyor. Zaten kuraklık suları azalttı.

“En

iyi teknoloji” dedikleri ve gerçekte en ilkel ve en barbar altın ayrıştırma yöntemi olan yığın liçiyle, 240 ton altın rezervinin yalnızca 100 tonu kazanılacak ve 140 ton altın bir daha kazanılamamak üzere zehirli atıkların içinde kalacak. 1000 metre çapında ve 450 metre derinliğinde bir atık çukuru bırakacaklar bize. İşletme sonrası talan edilen bölgenin ıslah planı ve programı yok. 23.000 e yakın ağaç kestiler.

Uşak’ta ve maden civarındaki köylerde şirketin yandaş kazanmak ya da karşı çıkışı azaltmak için “sosyal sorumluluk”

adı altında dağıttığı rüşvet, ziyadesiyle yozlaşma, çürüme, köylüleri bölme ve doku bozulması yaratmış durumda.

Söylendiği gibi “bizim devletin” doğru düzgün kazancı da olmayacak. Devlet payı % 2 ye düşürüldü, onunda yarısını teşvik için almıyor, geriye kalan % 1 il özel idaresine kalacak. Altından ve değerli madenlerden KDV zaten alınmıyor, ama maydanozdan alınıyor. _irket teşviklerden yararlandırılıyor zaten. Kazanç gösterirse vergi ödeyecek. Bergama Ovacık altın madeninden devletin kazancının ne kadar olduğunu daha bilemiyoruz, zira “ticari sır” kapsamına girdiği için bilgi alınamıyor. Mahkemeden karar çıkartıyoruz bilgi vermeleri için, gene de alamıyoruz.

(3)

Yani altın işinde de Türkiye, hammadde satıcısı. Ve hammadde satarak kalkınan bir ülke görülmemiştir dünyada.

Hani “zengin altın yataklarının fakir bekçisi olunmayacak” tı? Hani “bütün borçlarımız altın madenleri işletilerek temizlenecek”ti?

Yalan yalan, fili yuttu bir yılan! Gel de sen buna inan.

çokuluslu şirketler işçileri ve sendikalarını çok mu sever?

Bu soru herhalde sizi güldürmüştür. çokuluslu şirketlerin çok işçi sever olduğu hiç görülmüş, duyulmuş mudur?

Ülkemizin yer altı ve yerüstü kaynaklarını semirmeyi sever onlar. Kapitalizmin tarihinde, kapitalistlere karşı örgütlenen ve hak arayan sendikalara ve sendikacılara aşık olduğunu gösteren bir tane bile kanıt var mıdır? Ama söylenen şudur: “Bu şirketler hukuka saygılı, yasalar neyi gerektiriyorsa onu yerine getirir” miş. Kendilerine uygun hukuk yaptırdıklarını biliyoruz. Bergama’da ve dünyanın başka ülkelerinde hukukla kedini fareyle oynadığı gibi oynadıklarını biliyoruz.

Ancak nedense çok uluslu altın şirketleri bizim memlekette bazı sendikacılara ve onların sendikalarına aşıktırlar(!) Gerçi Bergama’da başlangıçta sendika filan istemediler. Ne zaman köylülerin kendi yaşamlarına sahip çıkan sevimli eylemleri arttı ve bu eylemler ulusal çapta sempati ve taraftar yarattı, işte o zaman sendikaya ihtiyaç duydu. Fakat şartları vardı sendikaya. Önce Dev Maden Sen’e “Gelin burada yetki alın ve toplu sözleşme imzalayalım” dediler. Dev Maden Sen saygın ve haysiyetli bir tutum takınarak gerekli yanıtı vermişti: “ Biz sizin koltuk değneğiniz olmayız, dolgu malzemeniz olmayız, kendi yaşamını-havasını-suyunu-toprağını savunan köylü kardeşlerimize karşı

durmayız…” İşte tarihe onurla geçecek olan tutum budur.

Lakin Türkiye Maden-iş sendikası şirketin teklifine hemen atladı ve şartlarını da kabul etti. Bu şartların neler olduğunu birazdan anlayacağız. Bergama-Ovacık altın madeninde yetkili sendika oldu ve turuncu gömlekleri giydi.

Artık elbiseler eskiden olduğu gibi sarı değil turuncuydu. Bergama deneyinden ders çıkartan Kışladağ’daki Eldorado, aynı sendikayı en başta çağırdı. Sendika orada da yetki aldı. İzmir Hilton otelinde toplu sözleşme imzalandı.(bkz.

Sendikanın internet sitesi) Maden-iş’ in Gediz şubesi başkanı Ali AKGÜN, Eldorado şirketinin ağzıyla bir açıklama yaptı. Siyanürlü altın işletmesine karşı çıkanları yüksek tezleriyle yer ile yeksan etti. “Siz şimdiye kadar köylüye bir dilim ekmek mi verdiniz?” diyordu. Sanki ekmek vermek çevrecilerin göreviydi. Hürriyet Ege açıklamayı

“Sendikadan altıncıya destek.” Diye verdi.(bkz.Hürriyet Ege, 12.07.2007). Bergamalılar sonradan tanışmışlardı bu sendikayla ama Kışladağ vicdan hareketi en başından yaşanacakları biliyordu. çünkü hayat tekerrür ediyordu bir başka yerde ve zamanda. Zaten daha önceki tutumları sendikanın siciline işlenmişti:

1. Bergama-Ovacık altın madeni davasına sendika, uluslararası patronların yanında müdahil oldu. _irketin hukuka karşı “arkadan dolanma” eyleminin yanında yer aldı.

Burada sözümüz şudur: çevrenizi/yurdunuzu/bizim olanı/evinizi/ortak gemimizi savunmalısınız, savunmalıydınız.

Yok savunmadınız memleketinizi, tamam anladık. “Sendikacılığın gereği olarak ben yalnızca işçilerin ekonomik- demokratik sorunlarıyla ilgilenirim, hava-su-toprak-zehirlenme beni ilgilendirmez” dahi diyebilirdiniz. Bunu da anlayabiliriz. “Ekonomizm yapıyor bunlar” der geçerdik. Ama patronun yanında davaya müdahil olma tavrı neyin

nesidir ve neyin karşılığıdır? Bu nasıl açıklanabilir? İşte bunu anlayamadık, anlamayacağız da…

2. 5 Haziran 2005’te Bergama çamköy yolunda, şirket patronlarının yanında, turuncu elbiseler ve kara gözlüklerle, kalleşçe İnay köylülerine neden saldırdılar. Arabalarının camlarını neden kırdılar. Fakat size teşekkür borçluyuz, sizin saldırganlığınız İnay halkının altın madenine karşı tavır almasını hızlandırdı. Tabii diğer araçlara ve insanlara da saldırdılar. O yoldan çamköy’e geçişi zorbalıkla engellediler. Basının önünde taşlar, sopalar, yumurtalarla insanları dövdüler.

Bu saldırganlık hangi sendikacılıkla izah edilecek? Yurdum, toprağım, suyum zehirlenmesin diyenlere işverenin saldırır, anladık. Onun işi kirletmek ve zehirlemek. Sana ne oluyor? Saldırmak zorunda mısın? Sendikacılık kitaplarının neresinde var böyle bir şey? Neyin bedelidir saldırganlık?

Bu soruların yanıtını Onuncu köyün yazarı Bekir Coşkun, “Turuncu adamlar” başlıklı yazısında verdi. Yılların kurt

(4)

gazetecisi olayları Tv den izledi ve yazdı: “Turuncu tulumlu adamlar, çevrecileri taşa tuttular.

Turuncu adamlar, siyanürle altın aramaya engel olmak isteyen Bergama köylülerine taşlarla, sopalarla, demirlerle saldırdılar.

Altın şirketinin parayla kiraladığı turuncu adamları aslında yeryüzünün her yerinde görmek olası. Onlar yeryüzünün her yerinde çokuluslu şirketlerin çevre yağmasının bekçiliğini yaparlar.

Para alıp, ağacını – kuşunu – suyunu – balığını – toprağını - çiçeğini korumak isteyen ”sevgiye” saldırırlar.

(…) Ağacın, ırmağın, toprağın, havanın, suyun yanında olmanın bir getirisi yok.

Altın vermezler adama…

Ama çokuluslu sermaye, doğadan çaldığının bir parçasını turuncu adamları satın almak için verir.

Ve turuncu adamlar saldırırlar.

Ellerinde taş, sopa, demir..”

(Meraklısına not: Saldırıya uğrayanların içinde ciddi sayıda ÖDP li insan da vardı. Bunu özellikle belirtiyorum. O zaman sendikanın örgütlenme sekreteri ve şimdi Soma şube başkanı olan kişi, hâlâ Soma ÖDP üyesidir. Soma dışındaki ÖDP binalarına, Halkevleri binalarına girip çıkmakta ve saygı görmektedir. Sendikacıysa iyidir gibi safça bir ön kabulle saygı görmektedir, eski yer altı maden iş sendikacılarından da. İlgilenenlere duyurulur.!)

3. 2006 yılındaki Dikili Festivali kapsamında yapılan “Siyanürlü Altın ve çevre” konulu söyleşiden bir gün önce (18.08.2006) söyleşiye saldıracaklarını açıkladılar: “Toplantıya madeni destekleyen bilim adamlarını ve madende çalışanların çağrılmaması”nı (densizliğe bakın, sanki beylerden icazet alacaktı belediye başkanı) gerekçe gösterip

“maden emekçilerinin toplantıyı aileleriyle birlikte protesto edeceklerini (siz basacaklarını okuyun)” söylediler.

Sözlerinde durdular ve 19.08.2007 günü “İş, ekmek yoksa barış da yok; ekmeğe uzanan eller kırılsın” diyerek

patronlarıyla birlikte paneli bastılar, sopalarla bilim adamlarına saldırdılar! İş, ekmek yokluğundan çevrecileri sorumlu tutmak nasıl bir bahanedir? Bu bahaneye kim inanır?

4._imdi de aynı sendika Kışladağ için benzer tutumlar sergiliyor. Danıştay 6. dairesi Kışladağ olumlu çED inin iptali istemimizde yürütmeyi durdurma verdi. (9.7.07) Maden kapatılacak. Manisa İdare mahkemesi 4 su kuyusu için yürütmeyi durdurma verdi, su kuyularının iznini iptal etti. (19.7.07)

T. Maden-iş sendikası Danıştay’a “madeni kapatmayın, çalışanlar mağdur olmasın” diyerek, Eldorado’nun yanında davaya müdahil oldu. Bundan sonra da bilinen marifetlerine devam edeceklerdir. Ama bilinmelidir ki Kışladağ’da iklim sert geçer!

Evet, artık ülkemiz sendikacılık tarihinde sarının post modern bir versiyonu olarak turuncu bir sendikacılık türemiştir.

Vahşi kapitalizm döneminin Amerika’sındaki sarı sendikalar kadar tehlikelidirler!..

İşçilere çağrı!

Madende çalışan işçi kardeşlerimize sendikalarının söylemesi gereken sözü biz söylüyoruz. Belki duyan ve vicdanının sesini dinleyen işçi olur.

1. Bu gemi batarsa, siz de batacaksınız. “El ile gelen düğün bayram” dememelisiniz. Temiz toprak, temiz ve yeterli su, temiz hava hepimize gereklidir. Sağlıklı çevrede yaşamak hakkımızdır! Gelecekte torunlarınız size lanet

okumamalıdır. “Yaşanacak yer bırakmamış alçak büyüklerimiz” dedirtmemelisiniz.

2. Duyuyoruz ki, madende işçiler bir biri aleyhine muhbirliğe zorlanıyormuş veya adı bahtiyar anlam ına gelen bir işçi patronun gözde muhbiriymiş ve bir mühendisi işten attırmış. Sizin kendinize karşı saygınızı azaltıyorlar, farkında mısınız? Muhbiri,

muhbirlik yaptıran adam bile adam yerine koymaz. Sahi bu olan bitenler sendikanın bilgisi dahilinde mi oluyor?

3. Maden kapatılınca ücret almak sizin hakkınız! Size ücretsiz izin vererek ve bir süre parasız bırakarak, madeni kapattıranlara düşman olmanız isteniyor. Bu duruma da sendikanız göz yumuyor. Oysa iş kanunu gereği, bir iş yeri

(5)

sağlık nedenleriyle kapatıldığında işçiler maaşını almaya devam eder. Zira maden sağlık nedenleriyle kapatılmış saydırılabilir. Sendikanız patronu değil de sizi düşünüyorsa, sizin haklarınızın kavgasını vermesi gerekir. Ama sizin sendika sevgiye saldırıyor.

4. Biliniz ki, açıkça çokuluslu şirketlerin çıkarlarını savunan ve koruyan bir sendika sizi savunmayacaktır. Hakkınızı aramaya kalktığınızda size de saldıracaklardır.

5. Emek, ekmek, doğa ve insanca yaşam birlikte savunulmalıdır. “Biz “ekmeği”, emeğe, doğaya, insanca yaşamın sürmesine tercih ediyoruz” tavrı içinde olanlar, sizden ve bizden yana olamazlar. Sizi kışkırtıyorlar.

6. Sendikanız sizin ne kadar sağlıklı koşullarda çalışıp çalışmadığınızı kendine dert edinmelidir. Örneğin, orada ne kadar toz yutuyorsunuz, ne kadar hidrojen siyanür nefesliyorsunuz? Sorularının yanıtını aramalısınız. İki aylık periyotlarla çalışanların kanında siyanür analizi yapılmalıdır. Aynı ihtiyaç çevre köylerde yaşayan insanlar için de geçerlidir.

7. Sizin sendikanızın yukarıda saydığımız sorunları çözme, çözemiyorsa grev gibi bir sözcüğü telaffuz ettiği görülmemiştir. “_u günlerde (sizinle )aynı nedenlerle G.Amerika ve GD Asya’da emperyalist şirketlerin maden işletmelerinde 3 ayrı ve büyük grev sürdürülüyor.” Bunlardan haberiniz var mı?

8. Eğer gerçekten kendinizi emekçi hissediyorsanız, küresel emek güçleriyle yan yana durmayı ve yürümeyi sendikanıza önerir misiniz?

Biz yaşamı savunan çevre ve vicdan hareketi olarak kendimizi emek hareketinin objektif bir müttefiki veya bileşeni gibi hissediyoruz.

9. 17 yıl sonra altın avcıları gidecek ve yine biz bize kalacağız. O zaman nasıl yaşayacağız? Birbirimizin düğününe, mevlidine, cenazesine gelip gidebilmek isteriz, ama altın avcıları bizi birbirimize düşman ediyorlar, bu oyunu

bozmalıyız.

Muammer SAKARYALI

Kışladağ-İnay Vicdan Hareketi Sözcüsü

Referanslar

Benzer Belgeler

Sendika dü şmanlığı ve işten çıkarmalarla sık sık gündemimizde yer alan Bilgi Ü;niversitesi’nde işçilerin mücadelesi de i şten atmalar da sürüyor.. İstanbul

Yarg ıtay, kararı bozma gerekçesinde, EVİD-SEN'in bir sendika olarak kabul edilemeyeceğini, kurucularının işçi olmad ığını, dolayısıyla davanın iş mahkemesinde

koşulları, ücretler, çalışma süreleri, sosyal yardımlar gibi konularda bir anlaşmaya varmak amacıyla yapılan bir dizi görüşme sonucu taraflarca kabul edilen ilke ve

Sendika Adı : Türkiye Eğitim Ve Ögretim Bilim Hizmetleri Kolu Kamu Çalışanları Sendikası Gen... Sendika Adı : Türkiye Eğitim Ve Ögretim Bilim Hizmetleri Kolu

Tablo 23‟ün verilerine göre öğretmenlerin üye olduğu sendika ile öğretmen örgütlenmesinde sendikaların rolünün olup olmaması durumu arasında anlamlı

Sendikal özgürlükler insanın emeğine, onuruna saygı duymanın ve demokratik toplum nitelendirmesinin kazanımında önemli bir insani haktır. Bu hak iş yaşamındaki

• Fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde, temsilci veya üyesi bulunduğu sendika dava açabilir... E-Sendika

• denetim yetkisine sahip yeminli mali müşavirlerce yapılır.. • Bu denetimin yapılmış olması, denetleme kurulunun yükümlülüğünü