• Sonuç bulunamadı

Adolf Loos un yol açışı Yazan : Vilhelm SCHÜTTE G S. A. ATELYE PROFESÖRÜ Çeviren ; Halet ÇAMBEL İst Üniv. Arkeoloji Asistanı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Adolf Loos un yol açışı Yazan : Vilhelm SCHÜTTE G S. A. ATELYE PROFESÖRÜ Çeviren ; Halet ÇAMBEL İst Üniv. Arkeoloji Asistanı"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

M e ş h u r M i m a r l a r : VI

M i m a r î

zamanımız hayat ve kültüründeki ehemmiyeti

A d o l f L o o s

un yol açışı Yazan : Vilhelm SCHÜTTE G S. A. ATELYE PROFESÖRÜ

Çeviren ; Halet ÇAMBEL İst Üniv. Arkeoloji Asistanı

Her devrin kültürü, kendi devri insanlarının t o p y e k û r faaliyetlerinde tezahür eder. O sa-dece, insanlarca meydana getirilen -meselâ, binaları, elbiseleri, şehirleri, münakale vasıtaları gibi eşyayı değil, aynı zamanda insanların kendi ifade şekille-rini de iivtiva eder: edebiyatları ve sporları, sıhhî korunmaları ve resimleri-, eğlenceleri ve yiyip iç-meleri, oyunları ve hareketleri. Filhakika müdekkik-ler, geçmiş veya uzak devirlerin ev ve çanakların-dan, silâh ve tezyinatından başka, her şeyden önce vesikaları da araştırırlar; yani halkların, inkişaf merhaleleri seyrinde t o p y e k û n yaşayış tarz-laıı haküinda malûmat verir mahiyetteki resimler, heykeller ve yazıları. Zaten i ç t i m a î n i z a m ı ve insanların toplu hayat tarzlarını da içine almıyan her hangi bir kültür ifadesi, Jakob Burckhardt'ın Rönesans klütürü hakkındaki özlü etüdlerinden son-ra. artık tam sayılamaz; ve en yeni münekkitle/, başka başka zamanlardan bize kadar gelmiş bulu-nan eşyanın şekillerini, o n l a r ı n i m a l t a rz-1 a r ı ve imalleri için elde mevcut vasıtaları yolu ile izaha çalışmaktadırlar. Bunun bilhassa mimarî için böyle olduğu vâkıası sadece tabiidir. Mimari, kültürlerin tezahü şekilleri arasında en d a y a -n ı k l ı ola-nları-nda-ndır; mimarî eserler, geçmiş devirlerin bakiyeleri arasında çok zamanlar bize kadar irtikal edebilen hemen tek unsurdur. V e

n;i-Adolf Loos

marî, her hangi uzak ve mücerret bir boşlukta ka-nat çırpan bir saka-nat değil, beşerî cemiyet hayatının çeşitli tezahür şekillerinden bir tanesidir. İşte m i m a -rîyi, kültürlerin bir ş a h i d i olarak kabule hak kazandıran, ancak budur.

inhana hâs kültür, iç ile dış, yani onun iç c e v -heriyle kendi kendisini ifade - yaşama tarzı arasın-daki uygunluk: «her çeşit makul düşünce ve hare-ketin aslî şartını teşkil eden, insanın içiyle dışı ara-sındaki muvazenet» ten ibarettir. İnsanlığın inkişaf tarihinde, iç ile dış, hayatla onun tezahür şekilleri arasındaki ahengin k e m a l d e r e c e s i n e u-laşmış göründüğü devirler mevcuttur. Geriye, kül-türlerinin gözle görülebilir bir ifadesi halinde kendi

karakteristik mimarîlerini de bırakmış olanlar, işte ancak bu devirlerdir: bizde bunun adı onların «ü s-1 û p » udur. Partenon, Sivas ve K o n y a d a bulunan Selçuk medreseleri, Sen ve Ren nehirleri b o y l a r m -.daki muczzam gotik kiliseleri: işte insan kültürü-nün, bu kabil yükselme -çiçek a ç m a - devirlerinin çocukları.

(2)

Biz işte jöyle bir geçiş devri içindeyiz. Haki-katen de devrimi?., kendine hâs mütecanis, şeklî ifa-deyi, kendi üslûbunu henüz bulmuş değildir. Üslû-bun, şeklî kalıplattırma işinin mücerret sahası için-de aranamıyacağı hakikati her haliçin-de meydandadır. Stildeki '"aziyet aynen aşktaki gibidir :Aramldığı za-man, ancak küçük, yarım aşklarla karşılaşılır; bü-yük, insanın en ıç benliğine tam mânasiyle uygun düşen bir aşk, ancak insanın o en iç benliğe kuvvet-le sadık kalarak yaşadığı zaman gekuvvet-lebilir. Ayni şe-kilde, b > devrin üslûbu da, şekillerin araştırıldığı zamanlarda değil, h a y a t ş a r t l a r ı y l e ha-yat n i z a m ı n ı n âhenkli bir mutabakat vazi-yetine inkılâbı anlarında vücut bulabilir.

Şimdiye kadar mutabakat devirleriyle geçiş devirlerinden biri diğerini kovalamıştır; her yeni üs-lûp yeni 'r.ir düzene, yeni bir inkişaf merhalesine te-kabül eder. Avrupa şehirciliğinin en güzide mü-messillerinden biri ( * ) son zamanlarda, onun inki-şaf seyrini şöyle vasıflandırmıştır:

Bir kale himayesinde Çiftçi ve tüccar şehri

Hükümdarlık şehri Halk şehri

iskâı ( 1 2 nci asır) ( 1 6 ncı asır^ (1 8 nci asır) ( 2 0 nci asır) ve göstermiştir kî, şekil daima, teknik, içtimaî ve

sanata hâs unsurların e l b i r l i ğ i ile yaratılır. Filhakika, cemiyet teşkilâtının mütecanis, sa-nata hâs ifadesi mânasında «üslûp» en son şeklini, XVIII inci asrın «Hükümdarlık şehirlerinde» bul-muştur. Kalsruhe, Reichelieu, Versailles bunun en şerefli misalleri arasındadır. Muayyen bir «üslûp» vasfı taşımaksızın X I X uncu asır mimarîsi de kendi devrin;n bir ifadesidir. Bu asır, son icat bir

makine-leşmenin baş döndürücü inkişaf seyri içinde muaz-zam bir faaliyete bütün alanlarda devrimlere, her istikamete müteveccih bir harekete sahne olan - fa-kat görünüşe göre, iç bağlılığa, müşterek bir plâna sahip bulunmıyan asırdır. V e böylelikle adamı he-men hehe-men şaşkına döndüren bir tenevvü, bu dev-rin mümeyyiz vasfıdır. Bu devirde m i m a r î de aynı iç rabıtayı, ve binnetice hakikî sanata hâs bir tutum için gerekli esas şartı kaybetmiş oldu. Sanat-ta hâkim olan, mimarînin, kendi hususî hayatı için-de tek başına yaşıyabilen ve hayatın öbür unsurla-rından müstakil bir sanat olduğu telâkkisiydi. Fa-kat iç rabıta ve müşterek bir istikametten mahrumi-yet, mimarların eski veya yabancı, -kimisinin Orta veya Eski kurun tarzları, kimisinin meselâ Japon şekilleri (Gençlik üslûbu)- üslûplar peşine düşme-lerine yol açmıştır. Bu devirde yapılar, içte ve dışta mebzul süs şekilleri hırdavatiyle kaplı bulunup, âdeta bir tezyinat ve profil tufanı içinde boğulurdu. O devirde bu «süsleme», «zenginleştirme» illeti,

( * ) Schumacher, «Probleme der Grosstadt».

yalnız mimarîye değil, h e r ş e y e , kaşıklara, ve saatlere, dolaplara ve kitaplara, lâmbalara ve ya-taklara, ve günlük ihtiyacın bütün diğer nesnelerine de musallattı. Bu « t e z y i n a t ı n » çiçek açma devriydi. Sunulan sanatın mebzuliyeti âdeta boğu-cuydu. Bugün artık, kendi ifadelerini böyle bir ziy-net bolluğu halinde ancak «müz'içlikte» bulan «ben-liklerin» uçsuz bucaksızlığına nasıl olup ta tahammül olunabildiğinin tasavvuru bile imkânsız hale gelmiş-tir. Nitekim, her yapı efendisi öbür yapı efendisini marsedip, oyunu kazanmak ve mecmuun içinden yalnız kendisi sivrilmek istiyordu. Bu vaziyet içinde, tabiî sanata hâs şekil verme işinin icap ettirdiği uy-gunluk ve a h e n k vücut bulamazdı.

Vaziyet şimdi daha başkadır. Mimari bugün yeni vazifelere sahiptir. O, hayatın çerçevesine öyle bir şekil bahşedecektir ki, -bu, hayatı yükü altında ezen bir çerçeve değil, ona, insana lâyık bir yaşayı-şın gelişip serpilmesi için gerekli serbest bir saha ayıran hir çerçeve olacaktır. V e en son «büyük:> mimarîde -Hükümdarlık şehrinde- herşey hüküm-dar için ve hükümhüküm-darca şekillendirilmek vaziyetin-de bulunulduğu halvaziyetin-de, yeni zaman mimarîye, hayat çerçevesini, insan cemiyetinin bütün uzuvları nam ve hesabına şekillendirmek vazifesini vermektedir ve istikamet te, yukarıda «Halk Şehri» ile işaretle-nen istikamettir. Bu, bütün eski ve yeni dünya mem-leketlerinde az ve}'a çok sezilebilen bir olaydır; ve «Beynelmilel İskân ve Şehircilik Birliği» kongrele-rinden her hangi birinde bulunan veya sadece mes-lekî neşriyatı takip eden herkes, her yerde işte bu mesele üzerinde çalışılmakta olduğunu bilir. A T A -T Ü R K (sadece tek iki misaliyle) Halkevleri fikri ve genel mektep öğretimi sisteminin kabulü suretiyle, yeni Türkiye yi, kaldırıp, bu inkişafın tam orta y e

-rine koymuş bulunmaktadır. Mimarinin vazifesi bu-gün ( g e n e ) , bir şeye şekil verirken bir başkasını göz önünde bulundurmak, bir şeyi heyeti mecmuayı na-zarı itibara almak suretiyle şekillendirmektir. Mima-rî zaten, bir şeyi diğerleriyle m ü n a s e b e t e g e t i r m e n i n , tek kelime ile tenasüplerin sana-tıdır; o her şeyi, yerli yerine, hayat ve heyeti mec-mua içerisindeki kendi hakikî mevkiine yerleştirir. Bunu, tabiî ancak, tecerrüt ve sahte bir «istiklâliyet»

(3)

gibi- bir kaç üstün idrak sahibinin dehakâr uzağı görüşlülükleri sayesinde, inkaşafın hangi istikamete doğru sürüklenmekte olduğuna dair sarih bir ufkun canlanması şeklinde tezahür eder. V e bu öyle bir zamana rastlar ki, bu sırada henüz umumî efkârda hâkim olan, eski, yanlış telâkkilerdir, ve üstelik bir de, mimarlar «hâs» bir sanat yaptıkları vehmine kapılarak gurura düşmektedirler. Böylelikle yeni fi-kirler, «dünkülere», «meskenet erbabına» karşı gi-riştikleri mücadelede onları kendi varlıklarını kabu-le, ancak yavaş yavaş zorlıyabilirler.

Bir evvelki devrin bir hercümerç ifadesi için-deki yapı görünüşü, herkesin gözleri önünde b o y göstermekte olduğu halde, mimarlarda ve umumî efkârda, eski mimarî anlayışının artıkları henüz ba-kidir. Ve, en mükemmel mimarların eser ve yazıla-rında, yapı sanatının hakikî mahiyeti hakkındaki bilgi ve görüşler onlarca yıllar boyunca ifade edile-gelmekte olmasına rağmen, bu, hâlâ da böyledir.

A D O j L F L O O S yukarıdaki mukaddi-meden sonra bu mücadeleyi yapanların belki de en il-ki, ve muhakkak ki en mühim öncülerindendir. Daha yarım asır evvel o, yeni buluşlarını ifadeleştirmiş, mi-marî ve kültürün bu yeni telâkkisi için yapılan mü-cadeleyi kendi hayatının çalışma düsturu olarak ka-bullenmiştir. O bütün makalelerinde ele aldığı me-selelerin özlü bir sarahatle tâ köküne kadar inmiş-tir. Loos'un fikirleri hem iknakâr bir mantık, hem de büyük bir sadelik ifadesi taşırlar; ve onun kendisini ifadedeki ustalığı dolayısile, okunurken duyulan zevk, edilen faydadan daha az değildir.

Loos, mimari ve kültür için giriştiği mücadele-yi, estetiğe dair bir takım nazarî lâfıgüzafla değil, değil, bilâkis o, herkesçe görülebilir, herkesçe b e -nimsenebilir, son derecede müşahhas mevzular üze-rinde çahşmış ve bu mevzuları halle uğramıştır. Böylelikle sanat ve kuyumculuk sergileri, Viyana Sezession'unun ( 1 ) oda döşemeleri, erkek şapkaları, kunduracılar, mimarî mobilyeler ve marangoz m o -bilyaları üzerinde yazmıştır. Fakat bu sahada o, şe-killerin sathır.a takılıp kalmadan, onların esaslarına nüfuz etmesini bilmiştir. V e onun her yazısından; bir taraıtan eşyanın çeşitli tezahür şekillerinin yek-diğerleri, diğer taraftan onların, kendilerini imal eden insanlar, ve bu insanların yaşayış ve kültürleri arasında mevcut münasebetlere olan vukufu fışkırır. Onun fikirlerini bu derece mühim kılan, ve onlara bugün bile tekrar tekrar okunmak değerini bahşeden işte budur.

Loos'un ilk yazıları 1897 yılında, Viyana'da çıkmıştır. Onun ilkönce kendisine mevzu olarak T e z y i n î s a n a t l a r ı seçmiş olması sadece

(1) 18 inci asrm sonu ile 19 uncu asrın başlarında Viyana-la bir sanatkâr grupu.

bir tesadüf değildir. Daha sonraları o, sanat ile za-naat arasındaki münasebet ve zanat ustlarına ait fa-aliyet sahalarına mimarlarla tezyinatçıların, «sanat-kârların», acemice müdahalelerde bulunmak sure-tile, bu faaliyeti bozup berbat etmeleri mevzularını tekrar tekrar ele almıştır. Zanaatı, zanaatta hakikî olanı o, daha çocukluk çağlarında hissetmiştir. «Dün-yada uhdeme düşen vazife bakımından elime geçen ilk imkânlardan daha iyisinin tasavvuru kabil de-ğildir. Çocukluğumun geçtiği muazzam iş yerinde belki yalnız giyime müteallik olandan gayri her çe-şit zanaat mevcuttu: Burada taşçılar, taş yontucu-lar, bilyeciler, tabelâcıyontucu-lar, boyacıyontucu-lar, cilccıyontucu-lar, yaldızcılar, duvarcılar, çimento dökücüler ve demirciler çalışırlardı. Böylelikle daha çocuk-ken her çeşit zanaatın usaresini emmek fırsatını buldum. «Loos, Maehern Brünn» ünde bir taş y o n -tucunun otluydu. Dresden'deki Yüksek Teknik Oku. lunda üç senelik bir mimarî tahsilinden sonra du-varcılık zanaatını öğrendi ve kendi zanaatını amelî sahaya da döküşünden ne derece faydalandığını da-ha sonraları yine kendisi anlatır. Bir kaç senesi ecnebi memleketlerde geçti, ve Amerika'da en çeşitli mes-leklere girdi, çıktı. Dıştan görüş onun seziş ve hük-münü keskinleştirdi. Burada onun bir hususiyetini daha kaydedelim; Loos ağır işitirdi. Bu onun, zihnini tek nokta üzerinde teksif edebilme ka-biliyetini kuvvetlendirdi, ve Loos'u, tamamiyle ba-sarî olana, içten ve dıştan görülebilir olana doğru yöneltti. Loos bir gün bundan, tabiatın kendisine bahşettiği bir İhsan diye bahsetmiştir: « O benim kulağımı ağır işitir yarattı. Böylelikle ben, yüksek sesle atışan, münakaşa eden insanlar arasında, gelip geçen saçma sapan şamataları duyup dinlemeğe mahkûm bulunmadan, bir kenarda oturabilir, dü-şüncelerimin peşine düşerim.»

İşte Loos bize bu düşünceleri bıraktı. Buluşla-rını bildııdi, çeşitli yazılar yazdı .ve bir çok konfe-ranslar verdi. Bir ara kendisi bir mecmua çıkarı-yordu ve bir zaman sonra da kendi hususî mimarî mektebinin başında bulundu. Loos'un yazı ve kon-feranslarından en mühimleri: «Boşluğa hitap» ( 2 ) ,

( 1 8 9 7 1 9 0 0 ) ve «Herşeye rağmen» ( 3 ) ( 1 9 0 0 -1930) adlı kitaplarında toplanmıştır. Bu yazılardan en özlü ve zamana en uygun olanlardan bazıları se-çilerek aşağıda türkçeye çevrilmiş bulunmaktadır. Bunlar tabiî İfade tarzları ve delilleri bakımların-dan, daha çok o devrin zihniyetine uygun düşmek-tedir, fakat ana hatları itibariyle onlar, bugün bile bize hitap ederken, hâlâ 20, 30 hattâ 40 yıl önceki Viyanalı muhataplarına olduğu derecede alâka ve-ricidirler.

Bu fikirler, onların kendi dahiyane sadelikleri

(4)

içinde okunup, aynı zamanda asrımız ba.şlangıçla-rındaki umumî mimarî, sanat ve kültür telâkkileri de göz önünde bulundurulunca, Loos'un kendi yapıla-rını hayata geçirmek işinde en muazzam mânilerle yüz yüze gelmiş olmasındaki zaruret hemen anlaşıla-caktır. O, zamanında sadece en zorlu düşmanlıkla-ra maruz bulunmakla kalmamış, iş, yapılarının «Mi-marî güzellikle noksanlık» sebebiyle hükümetçe paydos edilmek derecelerine kadar ileri vardırıl-mıştır - o yapılar ki, o sırada «zamane zevkine uy-gun» düştükleri mülahazasıyla inşa ettirilerek tak-dirlere garkoiunan çoktan modadan düşmüş binalar yanında çok daha temiz oldukları sonradan anlaşıl-mıştır ve onlar, birer sanat başarısı mahiyetlerini hâ-lâ bugüıı bile muhafazada devam edegelmektedir-ler. Loos, devrine nazaran fazla ileriydi. Ona, nis-beten çok bina yapmak fırsatının verilmemiş olma-sındaki esas sebep te zaten bundan başkası değildi. Uzun zaman onu, sanki yokmuş farzedilerek, alâka-sızlık içinde öldürmek için ne yapmak lâzımsa hepsi de yapıldı, ve o ancak, anlayışlı birkaç iş vericisi bu-labildi. Maamafih harpten sonra ona bir kere Viya-na Belediyesi İskân Bürosu ( 4 ) şefliği itimat oluViya-na- oluna-bildi ve onun işte bu devirden kalma bir çok teş-vikkâr teklifleri vardır, («İskân» ( 5 ) adlı projelere ve konferansa müracaat). Daha sonraları memleket dışında da daha başka anlayışlı yapı sahipleri bul-du. 1923 ten 1928 e kadar Paris'te yapı ve proje işlerinde bulundu. «Salon d'Automne» d?ki «Hotel Babylorı» u bilhassa büyük bir alâka topladı. H a -yatının son yıllarından çoğunu Avusturya ve Çekos-lovakya'da geçirdi. Fikirlerinin ehemmiyeti ve ka-fasının azameti artık o zaman tanınmış bulunuyor-du. Hâl tercümesinde pek güzel ifade olunduğu üze-re, «Adolf Loos'a bir hayat rantı bağlamakla Çek devleti kendi kendisine bir şeref hissesi ayırmıştır». O, Pilsen ve Prag, Paris ve Viyana'da inşaata çağı-rıldı, fakat her gün biraz daha fazlalaşan rahatsız-lığı, 1933 yılında 63 yaşında iken ölünciye kadar, onu gittikçe kendi kendisinin içine daha çok hap-setti.

Hayatının asıl eserini o, kültür için yapılacak mücadelede gördü; ve kültürün inkişafında Loos'a düşen hisse «zînete» karşı mücadele olmuştur. Çün-kü, «kültürün yolu zînetten zînetsizliğe giden yol-dur. Kültür inkişafının ifade ettiği mâna, zînetin is-timal eşyasından uzaklaştırılması ile birdir. Papua, eline her geçen şeyi zînetlerle kaplar, suratından ve vücudundan tutun da okuna ve sandalına kadar. Fakat dövme resim, bugün ancak caniler ve deje-nere asîl kanlılarca kullanılan bir tefessüh alâmeti-dir ve medenî insan Papua zencisinin aksine olarak, dövmesiz bir çehreyi dövmeli b<r çehreden daha

(4) Bahçeli evler inşası için bir Belediye bürosu. (5) Siedlung.

güzel bulur, dövme hattâ Michelangelos'un elinden çıkmış olsa bile».

Fakat Loos bir prensip budalası, bir klişeci de-ğildir:

«Demek istediğim, püristlerin ( 6 ) bir safsata, ya kadar ileri vardıkla,rı, zînetin sistemli ve müsta-kar imhası değildir. Ancak zînetin, zaman icabı kaybolduğu yerde tekrar baş kaldırmasına cevaz verilemez. Tıpkı insanın, çehredeki dövme nakışla-ra yeni baştan dönmiyeceği gibi.»

Bu yüzden ona göre, an'ane de büyük bir kıy-met ifadesi taşır; fakat bu, sathî bir «Heimatkunst»

(Heîmatkunst yazısına müracaat) ( 7 ) mânasına de-ğildir; bu kendilerini devam ettiregeldiğimiz ve ya-pılarımızı temelleri üzerine kurduğumuz geçmiş kül-türlere en iyi, en derin bir vukuf ifade ed'er. Ancak bu, geçmiş devirler kültürünün şekil ve zînetlerini taklit tarzında anlaşılmamalıdır; filhakika zînetsiz-lik d a h a y ü k s e k bir kültür seviyesine te-kabül etmektedir:

«Zînetsizlik, öbür sanatları akıl ve hayalin üs-tünde bir yükseklik mertebesine ulaştırmıştır. Bet-hoven'in senfonileri hiç bir zaman, ömrü boyunca ipek, kadife ve dantelâlar içinde dolaşmağa mah-kûm bir adam elinden çıkamazdı. Artık bugün dört bir tarafta kadife bir setre pantalon ile dolaşan a-dam, bir sanatkâr değ'l, olsa olsa ya bir palyaço veyahut ta bir boyacı olabilir. Biz daha ince, daha zarif olduk. Sürü halindeki insan toplulukları ken-dilerini yekd'ğerlerinden çeşitli renklerle ayırd et-mek ihtiyacındaydılar, modern insan, .elbisesini bile ancak bir maske diye kullanır. Onun şahsiyeti o de-rece kuvvetlenmiştir ki, bu şahsiyet artık elbiselerle ifade olunamaz. Zînetsizlik, zihin kuvvetinin bir işaretidir».

İ. İ. P. oud çok daha sonraları bir gün t u n u şöylece ifa.de etm'stir: «Zînetsiz bn'r vaoı sanatı,

sa-nat kompozisyonunda çok daha büyük bir saffet talep eder.»

Loos, işte bu, daha yüksek kültür merhalesi için mücadele etmiştir. «Herşeye rağmen» adlı ki-tabının ön sözünde şöyle der: « 3 0 yıllık bir müca-deleden muzaffer çıktım: beşeri füzulî zînetten kur-tardım. «Zînet» bir zamanlar «Güzel» in lâkabıydı. O, benim bütün ömrüm boyunca harcadığım mesai sayesinde dûn bir seviyeye inmiş bulunmak-tadır...

Bu suretle tasarruf olunan zaman, şu âna ka-dar dünya nimetlerinden mahrum bırakılmış olan-lara bir fayda verebilirse, bu İş için insanlığın günün birinde bana karşı minnettar kalacağını biliyorum.» Loos böylece kendi rolünü, onun hem

kültü-(6) Püritenler gibi, ancak tamamile zînefsiz bir oda vesaire tipi kabul eden bir sanatkârlar grupu.

(5)

rel, hem de içtimaî veçhelerile benimsemekte; bu hususta tekrar tekrar, ve bu a,rada şekil ve şekle

vü-cut verilmesi bahislerinde de temas etmektedir: «Tek başına insan bir şekil yaratmaktan âciz-dir- aynı şekildie mimar da öyle. Fakat mimar, bu imkânsız olanı tekrar yeniden tecrübe eder - ve her zaman menfî neticeyle. Şekil ve zînet, bütün bir kültür çevresi insanlarının toplu bir halde şuur dışı mesailerinin bir sonuncudur».

V e başka bir yerde de şöyle der:

«Eşitsiz dehâlardan illellah« Bırakın, durma-dan hep kendi kendimizi tekrarlıyalım. Bir ev var-sın öbürüne benzesin! O zaman gerçi adam «Alman Sanat ve Tezyinatı'na giremez, ve tezyini sanatlar okulu profesörü olamaz, ama, devrine, kendi, ken-disine, halkına, insanlığa - ve bu suretle memleke-tine - en iyi şekilde hizm,et etmiş olur.

Keyfî şekil yapılamaz. Bir şeyin güzel olması için bir m â n a s ı olmalıdır. Her şeyden önce, «Kullanışsız olanın güzel olması bütün bütün im-kân dışındadır. Leon Betista Alberti der ki: Güzel, ona zarar vermeden, kendisinden ne bir şey eksil-tilebilen, ne de kendisine bir şey eklenebilendir.» Yeni şekiller, kendiliklerinden yeni vazifeler-den, yeni teknik imkânlardan çıkar, yoksa keyfî değil.

«Fiilî bir düzeltmeyi icap ettirmiyen bir yerde şeklin değiştirilmesi en büyük mânasızlıktır. Yeni bir vazifeyle yüz yüze geldiğim zamanlarda yeni bir

şey icat edebilirim, ve böylelikle mimarîde: tür-binler için bir bina, uçaklar için hangarlar. Ama, iskemle, masa ve elbise dolabı? Denemelerdıen geç-miş, yüz yıllar boyunca kendilerine alışılmış şekil-lerin, sırf bir fantezi merakı yüzünden değiştirilme-si gerektiğini hiç bir zaman kabul etmiyeceğim. Mi-marlar, hayatı, onun bütün derinliği içinde kavra-mak, daha zayıf olanlara yardımda bulunkavra-mak, müm-kün mertebe çok ev kümelerini mükemmel mânasın-da işe yarar eşya ile teçhiz etmek vazifeleriyle mü-kelleftirler, yoksa hiç bir zaman yeni şekiller ica-dıyla değil.»

V e :

«Yeni şekil mi? Bu, yaratıcı insan için ne ka-dar az alâka vericidir. İş, yeni ruhtadır.»

Yeni ruh - bu, yeni düzene göre şekil verme-dir, yeni vasıtalarla karşılanan yeni ihtiyaçlar, bu yeni hayatın fuzulîden halâs olmuş çerçevesidir; burada her şey, hiç bir cicisiz ve yerli yerindedir.

Burada tezyinat baş köşeye geçip, insan du-yuşlarını bir «Sezession» - odasındaki gibi sjarıp

boğmaz (Loos bir yerde şöyle yazar: «Ey ruh ta-rifcileri, haydi, anlatın bakalım, doğum ve ölüm, kazazede bir oğulun ıztırap çığlıkları, can çekişen bir ananın ölüm hatıraları, ölüme giden bir kız ev-lâdın son düşünceleri, acaba Olbrich'vaıî ( 8 ) bir yatak odasında nasıl geçer, nasıl g ö r ü n ü r ! » ) ; bura-da sade şekil şahsiyeti, insanı, onun kendi tabiî va-karı içinde kıymetlendirir.

Yeni ruh - işte Theodor Fischer'in yapılarında hayat bulmağa başlıyan şey; julius Meyer - Graefe'-nin, daha 1904 yılında kaleme aldığı kendi modern sanat tarihinde, yalnız estetikle meşgul muayyen -sayılı hizipler namına eser veren «sanatkâr» lardan uzak durması sayesinde ifade imkânını [bulduğu nokta; işte yine O. E. Schvveizer'in - Loos'ten 25 yıl sonra - şu sözlerle anlatmağa çalıştığı hakikat: «Halihazır mimarî, zamanımızın en esaslı /tezahür şekillerinin, yani cemiyet, teknik, ve iktisadın, tam bir şuurla izah ve tefsirine ihtiyaç göstermekte-dir. Bu bahse girilirken, zamana uygun mimarî bir vahdet istikametine müteveccih sağlam .hareket üs ve şartlarının, içinde gizlendikleri kabuktan çıkarı-labilmeleri için, asıl püf noktalarının nerelerde saklı bulundukları noktasının da sarahatle tayini gerek-tir. »

Yeni ruh, geçen harp yıllarına ait HolKanda yapılarında, Fransız, Alman, Avusturya, Çek ve di-ğer daha bir çok başka memleketler mimarlarının münakaşa ve iskân sahalarında şekil alan, ve ken-dini şimdiki Skandinav yapı sanatının bir mükem-meliyet ifade i d e n en seçme eserlerinde gösteren şeydir.

Devrimiz kendi üslûbunu henüz bulmuş değil-dir; bu ahenkli düzen ve kültürel inkişaf kemal de-recesine ulaşıp ta, yapılar ve caddeler, parklar v.e şehirler halinde, kendi tam - maddî kalıbını

bulun-cıya kadar daha bir hayli zamana ihtiyaç vardır. Fakat daha bugünden katiyetle biliyoruz ki, üzerindeki bulunduğumuz yol o istikamete giden yoldur, henüz ilk başlangıcında bulunduğumuz de-vir - aynen beşer tarihinin büyük dede-virlerinde oldu-ğu gibi - yeni baştan kendine hâs bir bütünlük ifa-desi, kendine hâs bir üslûba kavuşacaktır.

İşte bu hakikatin idrakinde en büyük pay Loos'a aittir: «Evet, devrimiz güzeldir, o kadar güzel ki bir başkasında yaşamak istemezdim Yaşamak bir zevktir.»

Referanslar

Benzer Belgeler

Türk san'atının, İtalya «röne- sans» sına ve «Barok» veya onbeşincr Lui üsluplarına ait şekilleri tekrar ile iktifa eylemiş olan devirleri, sair yerlerde oldu- ğu gibi,

Bunlardan başka imar plânlariyle ayrılan zi- raat ve sanayi bölgeleriyle iskân ve ticaret bölge- lerinin de tahsis şekillerinden başka tarzda kulla- nılmasına müsaade etmemek

Mümkün ol- ça daima her bir küçük belediye bütçesi içinde el- de edilmesi kabil bulunan bütün (malûmatı (birbir- leriyle karşılaştırmalı, resmî istatistikleri bulunması

Yahut da Yuna.n haçı plânına daha ahenkdar bir şekilde uyan klişeler inşa ediliyorlardı ki, misal ola- rak tek kubbeli bir holden ibaret olan «Ka'riye» ca_ miini, ve

Yüzeylerde bırakılan parmak izleri, benzersiz bir desen ol- masının ötesinde, parmak uçlarındaki ter bezleriyle vücut- tan dışarıya aktarılan kimyasalların yanı sıra

2017 yılında kral kelebekleri ile deneyler yapan bir grup havacılık mühendisi pullu ve pulsuz kanatlı kelebeklerin uçuşlarını kıyasladı ve pulların uçuş sı-.

Saatlerce kalmağa gelen misafir için hususî odaya lüzum olmadığı gibi, bayram ve kabul gün- lerimiz için evin içinde hususî tertibat alabiliriz.. Misafir odası lüzumsuz ve

[r]