• Sonuç bulunamadı

Yazan: A. Gabriel p (Dârülfünumuzda arkeoloji müderrisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yazan: A. Gabriel p (Dârülfünumuzda arkeoloji müderrisi "

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Hayat dergisi 1926 — Sayı 40 — 2. Cilt

Yazan: A. Gabriel p (Dârülfünumuzda arkeoloji müderrisi

Mösyö A. Gabriel'in «Hayat» dergisi için F yazdıkları bu kıymetli etüd, Vahit beyin f selâhiyettar kalemile tercüme edilmiş-

tir.)

Geçen Kasım'da Türk Ocağında yap- mış olduğum konferansı kaleme almaklı- ijımı bazı Türk dostlarım benden istediler.

Bu derece câzip bir teklife uymamam bence bittabi mümkün değildi, lâkin, beni hakikaten bir müşkile duçar ediyor Fikren bana teveccühkâr olduklarını bil- diğim dinleyiciler huzurunda söz söyle- dim: Konferansımda çoktanberi dikkati, mı çekmiş olan meseleler hakkındaki mütaleat ve mülâhazatımı sade ve tek- _ lifsiz bir şekilde ifade etmiş olduğum bir

konuşmadan ibaret oldu. Bu nedenle, o [ konuşmamın esas noktalarını bugün bir sıra ve tertibe koymak ve hususiyle ha- tmin sözlerindeki inandırıcı şiveyi ve ka- naati —ki asla kendi meziyeti zâtiyesinden değil, belki onun izâhatini dinlerken din- j leyicilerin göstermiş olduğu lutufkâr ve

devamlı dikkatten doğmakta idi — şimdi bu satırlara dahi infaz eylemek doğrusu bence kolay değildir. Türk san'atı bugü- ne kadar batı bilginleri tarafından yeter- siz bir surette incelenmiştir. Açık ve ke- sin vesikalara dayanılmadan edilmemiş vş. anıtların itina ile incelenmesine de gi- rişilmemiş olduğu için biraz sathî ve basit bazı fikirler ortaya konulmuş ve bu fikir- ler âdeta bir kanun kuvvetini iktisap ede- rek muhtelif kitap ve eserlerde tekrar pdilegelmiştir. Meseleyi esasından tet-

kike koyulmak ve bilhassa ilmi vasfına lâyık olacak bir eserin muhtaç olduğu un- surları bir araya toplamak niyet ve ta-

!^vvurundayım. Mamafi, Türk sanatının sanat tarihindeki yerini daha bugünden tesbit edebilecek ve esaslı olan belirli vasıflarını da meydana çıkarabilecek va- ziyette olduğumu zannediyorum, t Son araştırma ve tetebbüat, islâm sa-

n'atının esas ve kaynağına taallûk eden karışık meseleleri hiç değilse kısmen ay- dınlattı Anıtlar ve tezyinatın esası nasıl teşekkül etmiş ve bütün İslâm âlemi i-

çinde ne gibi değişikliğe uğramış oldu- ğunu bugün anlıyoruz. Bu eserlerin es- tetik noktai nazarından haiz oldukları de- ğeri hiç kimse inkâr edemez: hiç bir za- man fevkine geçilemiyen bir kudrete de- lâlet etmekte oldukları gibi irfan ve idrak sahibi her kimsenin zihni üzerinde de şid- detli bir cazibe tesiri yapmaktadırlar. Lâ- kin bu muhaddeızâtın meziyeti hakkında serbestçe ve âzâdeliği ile bir hüküm ver- mek lâzım gelince, neticede terkibâtı inşaiyenin her zaman tamamile mantık dairesinde olmadığı ve bir çok hallerde de bunların ittirad'ten ziyade zarâfeti hâiz oldukları görülür. Ekseriya vâkidirki, aynı binanın muhtelif kısımları arasındaki irtibat ve münasebet yetersizdir. Bu kı- sımlar tertip edilmiş olmaktan ziyade yanyana sıralanmış bulunmaktadırlar. Ca- mi inşasına lüzum hasıl olunca tevlid et- tiği yeni meseleler karşısında islâm san'- atı daha başlangıçta gayet basit bir düs- tur tatbik etmiştir. Namazın kılındığı dik- dörtgen şekil mahal üzerine sütun ve pil- pâye gibi bir çok istinad noktaları munta- zam aralıklarla tevzi edilmiş, bunlar ke- merler veya kirişlerle birleştirilmiş ve üzerlerine de ufkî bir sakaf tesis olun- muştur. Bunun her halde pek sâde bir hal sureti olduğu aşikârdır. Mahâzâ, bu usul İran'ın, Mısır'ın, Magrip ile İspanya'nın büyük câmilerinde kullanıladurdu. Halbu- ki gelişerek en mükemmel ve en muhte- şem bir şekil almış olduğu Kurtebe'de bi- le bu tertip tarzının hâiz olduğu başlıca kusur derhal göze çarpar. Filvaki istinad noktalarının çokluğu heyeti umumiyeden mütehassil tesire halel irâs ediyor ve ce- maat mahallinin hudut ve eb'adı daha başlangıçtan itibaren hiçte anlaşılamıyor.

Vâkıa orman gibi s'k olan şu sütunların hâsıl ettiği tesirin câzip olduğu ileri sü- rülebilir; fakat şurası da aşikârdır ki, bu sütun gövdelerinin ve bu kemerlerin tekrarlanması plân hakkında umumî bir fikir edinmeğe ve bu nedenle binanın a- sıl ciheti tahsisini anlamaya mâni olmak- tadır.

Sonraları Suriye — Mısır üslubunda- ki medrese, çaprazvâri plana rağbet ka.

zandırınca bu şekildeki plân, meselâ Mı- sır'daki Sultan Hasan Câmii gibi büyük camilere uygulandı ve güzel sonuç verdi.

Lâkin bu keyfiyet camiin özel bir hâlidir, çünkü namaz kılanlar İslâmiyetin dört mezhebine tekabül eden ve üstü açık merkezi bir havlu (Avlu) etrafında toplu bulunan dört muhtelif livana bölünmüş bulunmaktadırlar.

Binaların taksimatında görülen hal bunların tezyinatında ve ufak sanatlarda dahi görülür. Alçı veya ahşap süslerde, toprak mamullerde bakır ve tunç işlerin- de, mensucatta işlemelerde, halılarda,

hep o mütemadiyen müteyakkız olan ay- nı muhayyale'nin asârı göze çarpar; fakat ekseriya dahi teşevvüşe kadar varan bir terkip tarzı görülür ve haddizatında cazip olmakla beraber terkibinde içinde gâip olup gittiği bir teferruat bolluğu mevcut olur.

Elhâsıl ortaçağ sonunda meşhur bir Fransız seyyahı olan «JEHAN THENAUD»

nun sözünü tekrar ederek, denilebilir ki, her devirde İran'dan Magrip'e kadar İs- lâm san'atında «san'at» maddenin üstün, de kalıyor.» Filhakika Gırnata'da olduğu gibi Mısır'da da âdi cins malzemeden in.

şa edilmiş hafif duvarlar üzerine alçı ile pek süslü «arabesk» ler vücuda geti- rildi, pek nefis bir surette işlenmiş ta- vanlar suyun sızmasına güç mâni olan damlarla örtüldü, esasen pek de sağlam olmayan binalar mermer kaplamalarla süslendi. İşte islâm san'atının bu gayrî kabili itiraz zaaf ve noksanını zikretmek, Anadolu'daki san'at eserlerinin meziyetle- rinin esasını derhal erbabı vükuf naza- rında tecelli ettirmeğe kâfidir. Kayse- ri de, Sivas'ta, Konya'da bulunan eserleri görünce insan tamamile dengeli bulunan terkibat karşısında bulunduğunu hisse, der. O derecede ki, bunların herhangi bir kısmı tay ve hıfz edilecek olsa tümüne zarar gelir. Keyfi ve karışık hatlar yerine, . biraz ittiradsız muhtelif şekiller ve tersi-

mât zümreleri yerine daha o zamandan mütecanis heyetler görülebilir ki, bunlar fikir üzerinde bir ciddiyet bir samimiyet, bir sıhhat ve bütünlük tesiri yaratmakta.

-J risr. Diğer taraftan da sanat ile malze- me arasında sıkı bir âhenk ve uygunluk, itina ile örülmüş taş duvarlar, mukaveme- ti hâiz ve metin dirseklere dayalı tonoz ve kemerler, o kadar bol olmayan, fakat daha sâde ve binaenaleyh daha manalı olan cüslemeler görülür.

Bu vasıf ve meziyetlerin tümünü İz- nik'te, Bursa'da ve Edirne'de Bizansın fet.

hinden önce vücuda getirilmiş âbidelerde görürüz. Bu cihetle yalnız 1453 senesin- den evvelki san'at eserleri nazarı itibare alınacak olursa, ş

u

ilk netice hâsıl olur:

Türk üslûbu senâisi-islâm sanatının muh- telif meslekleri meyanında — kendisine öz evsaf ile temeyyüz ve tecelli etmekte ve daha o vakitten bile kendi eserlerinde intizam, vuzuh ve dürüstî gibi meziyetleri açıkça göstermektedir ki, yalnız bu mezi- yetler ona sanat tarihi içinde ayrı ve pek şerefli bir mevki teminine kifayet

Halbuki Anadolu toprağı ile Rumeli-

deki mukaddesat. Türk sanat tarihinin an-

cak iptidai bir safhasıdır; zira onbeşinci

ve alelhusus onaltıncı as rlarda İstanbul-

da muhteşem bir çok eserler vücuda gel-

r. iştir. İstanbul âbidelerinin hâiz bulun.

(2)

duğu azîm ehemmiyete daha eskldenberi bütün dünyanın nazarî dikkati çekildi. Fa- kat şayanî teessüftür ki, esasen yanlış olan bir fikir daha iptidalarda muhtelif mu- hitlerde câyi itimad bulabildi. Bugün hâla bir çok tarihçi ve arkeologların âdeta de- lil olarak kullandıkları gerçek olmayan noktaları özetleyerek yetineyim.

Türklerin Bizansa girdikleri zaman bir sanat varlıkları olmadığı, «Ayasofya» yı görünce de buna takdirhân olarak kendi câmilerini ona benzer bir şekilde inşa et- mekle yetindikleri ve zâten bu fatihler için münhasıran Rum ve Ermeni gibi hris- tiyan amele ve ustabaşıların çalışmış ol- duğunu tekrar edilip durmaktadır.

Buna evvelbeevvel bir itirazın der.

meyânı vâcip ve lâzımdır:

1453 den 1500 yıllarına kadar bina e- çjilmiş olan câmiler meyanında ancak beşi zamanımıza kadar iyi halde muhafaza edi- lebilmiştir ki, onlar'da Firuzağa ve Mah- mutpaşa câmileriyle Avrat pazarındaki Da- vutpaşa ve Mura'paşa ile bir de Attikali- paşa câmiidir. İmdi bütün bu camiler vâ- kıa Bursa ve İznikte daha önce vücuda gelmiş olanlar ile doğrudan doğruya ka- bili kıyas iseler de, Bizans âbideleri ile bunlar arasında hiç bir benzer nokta yok- tur. Bilâkis umumî taksimatı, teferruatın vechi tertibi, usulü fennî ve tarzları, A- nadolu'ya mahsus eşkâl'in buraya ithal edildiğini ve ekseriya Türk işçilerinin de istihdam olunduğunu Isbat eder. Demek oluyor ki, Türkler elli yıl müddet, Aya- sofya'yı âdeta tanımamış ve daha evvelki asırlarda Anadolu ile Trakya'da ihdas ey- ledikleri teamüle devam eylemiş gibi gö- rünüyorlar. Yalnız onaltıncı asrın başla- rında Kemalettin namında bir Türk mimar Bayazıt câmiinin inşasında bu kilisenin planını tatbik eylemiştir. Burada uzun uza- dıya .fennî tafsilâta girişecek değilim.

Bunları Syria namındaki mecmuanın Ka- sım 1926 tarihli nüshasında teşrih ve izah ettim. Yalnız şunu kaydetmek lâzım- dır ki, hakikati halde (taklit) vâki olmuş- tur, yoksa tamamı tamamına kopya edil- miş değildir. Ayasofya'da mâber ile ce- nahlar arasındaki sarih ayrılık, burada ar- tık saklanmış veya hiç değilse pek o ka- dar belli edilmemiştir. Harimf câmi, he- yeti umumiyesile kaimdir ve cihetitah- sisi icabında da fasılasız ve kesintisiz bir sâhadır.

Süleymaniyede, önceki nümune ile mülhem olan Sinan, aynı fikirleri rehber ittihaz etmiştir. Şöyle ki: İstanbul'un bir pırlantası olan bu camiin planını bir mü- tefennln sıfatiyle tahlil ettiğimiz zaman bunun hem yeni, hem de âlimâne bir eser ihdas olduğu, bunda mimarın ezcümle Ayasofya'daki en büyük kusuru yâni kub- benin usulü istinadında mündemiç olan

başlıca mantıksızlığı hafifletmeğe çalış- mış bulunduğu müşahede olunur. Sinan, evvel beevvel bu mantıksızlığın o kadar farkına varmıştır ki, Şahzâde camiinde büsbütün başka yâni tulâni değil, bir mer- kez etrafında toplu bir plân seçmiş, daha sonra da Edirne'nin Selimiye câmiinde ta- mamile yeni bir taksim tarzına, yani kare içine çizilmiş bir sekiz köşeli şekle vâsıl olmuştur. Nefsi İstanbul'da ve daha kü- çük câmilerde ise meseleyi son derecede mâhirane şekillerde halletmiştir. Ahmet- paşa, Sokullu Mehmet Paşa ve diğer câ- miler... gibi ki, bunlar bililtizam icra ey- lemiş olduğu araştırma ve incelemelerin sonucudur.

Şu halde Ayasofya, Türk san'atı için ancak feyizli bir ilham kaynağı olmakla kalmıştır. Başka türlü olmasına da İmkân yok idi; zira batıda olduğu gibi doğuda da bütün san'atlar daha önceki yüzyılla- rın tecrübesile tekâmmül etmiştir. Fakat burada onaltıncı Y. yıla mensup Türk sa- natkârlarının tenkit fikrindeki kudretini teslim eylemek lâzımdır.

Filhakika bunlar şu Bizans sanat eser.

lerini takdir etmekle yetinmediler. Onun meziyyet ve noksanlarını tarafsızlık ile tahlil ve planını da yeni bir cihetitahsise göre değiştirmeği bildiler ve hatta fen sahasında şu ilk nümuneye tefevvuk bile ederek daha ziyade mâkul muvazenet ter- kibatını elde etmeği başardılar.

Diğer taraftan İstanbul camilerinin fennî inşa cihetile Bizans binalarına ne derece üstün bulunduğu dahi izahtan vâ- restedir. Ehemmiyetsiz ve değersizliğini ekseriya muhteşem ve fakat yalancı bir kaplama altında gizleyen taş ve tuğladan örülmüş duvarlar yerine Türkler sağlam ve dayanıklı malzeme, dikkat ve ihtimam- la tertip olunmuş yontulmuş taşlar kul- landılar. Artık «placage» denilen kapla, ma kalkıyor, kireç taşının bizzat kendisi bina kitlesi içinde silmelerle tezyin edi- liyor veya oyuluyor; ve depremlere rağ- men zamanımıza kadar yine sağlam ola- rak kalabilmiş olan bir çok câmilerln hâ- lihazırı işte bu inşa tekniğinin delâlet et- mekte olduğu ilim ve hezâkate beliğ bir şâhittir.

Bir taraftan islâm sanatı ile, diğer taraftan da Bizans san'atı ile mukayese edildiği takdirde Türk sanatı, istanbul'- da — gerek âbidelerin planında ve gerek inşaat malzemelerinin kullanılışında sarâ- haten belli şahsî ve zâti evsafı mümey- yize İle tecelli eder. Lâkin herkes tara- fından daha kolay görülebilecek olan ve yalnız kendi başına bu sanatın en kudretli

NOT : Mâber (ubur'dan): geçilecek ma- hal, geçit, derbent (Şemsettin Sami) Lügatinden.

özel güzelliğini teşkil eyleyen bir n varki, o da haricen daima azamet ve I şamı haiz bir âbide tesiri yaratmağa!

hakkak surette çalışmış olmasıdır. BiJ ise böyle bir endişe taşımaz gibi görül Filvaki Ayasofya'da her şey dahilde!

tesir İcrası maksadına göre mt kip edilmiş idi binanın heyeti mecmj ise — bilhassa ilk projesinde - hatta hiç zarif değildi.

İslâm âbidelerinde, bazı kerre r vazın kitlelerden ibaret pek uygun iı elemanları görülür ise de, bu hal nadiıfl hiç bir zaman bililtizam yapıldığı anla|

mamaktadır; Yâni en güzel sonuçlar, Ç tâ tesadüfi gibi görünmektedir, istanbul camilerinde bilâkis her şey fl râmâsa) muazzam bir tesir husule geti|

cek surette meze ve terkip edilmişi Şöyle ki: Merkezi kubbe, bütün inşaata hâkim olmakta, istinad kubbelj daha münhat satıhlar içinde kat kat <f li bulunmakta, kubbelerle müteveccih £ lunan kalın, pâyendeler dahf rr siyle zemin üzerine merkuz bulunan bin|

yı azimin muhtelif aksamını yekdiğeri!

birleştirmektedir. Bütün bu aksam o fc dar âlimâne tertip ve tanzim edilmiştir I satıhlar ve Kürrelerden mürekkep ok|

bu heyeti -nuhtelite gözün ve fikrin i rinde aynı âhenkli müvazenet tesirini i(

eylemektedir. Hattı hututumünhaniye | sütuhu küreviyenin bu taaddüdünde n demiç olabilecek gevşeklik ve kararsızlıj hâlini tashih için de sanatkâr şekli ı mîyı binayı ikmal eden ve kıymetini t kat daha arttıran bir unsuru bulabilmij tir ki o da minaredir.

Hakikat halde binanın «tip» yani n muneyl asliyesi istanbul'da teşekkül ı miş değil, orada bütün mâna ve medlûlü]

nü, biitün o gayet hafif ve rakik olan z;

rafetini iktisap eylemiştir. Hem lâtif, heıJ de cüretkârane bir şekilde olan istanbıJ minareleri — ister sabahın sisli havasın|

yararak yükselsinler, ister gurubun nak ve şasaası içinde cesim gemi direki leri gibi fark edilsinler ve İsterse rama!

zan gecelerinde sanki semâda temevvüçl ediyor imiş gibi havada titreyen ışıkl<

yazılar teşkil eden binlerce parıldılarls|

tezyin etsinler — her halde şehrin ı mî manzarasının bir özelliğini teşkil eder-]

ler.

Zaten muazzam âbide tesirini, yal-1

nız bina şekli — umumisinin sureti terti-I

bi sayesinde elde etmekle iktifa etmedi-f

ler, büyük camilerin etrafına az veya çokg

sayıda, az veya çok vüsatte bir haylî i

şaat topladıkları, bu inşaat, merkezi b i n a j

ile terekküp ediyor ve bazı ahvalde ve n

selâ Süleymaniye camiinde — vüsat \

cesameti mânldar olan bina heyetleri teş-1

kil eyliyor. Evet, batı veya doğu ortaçağ-1

(3)

da dahi bunun aynı veya hiç değilse ben- zeri olan lüzum ve ihtiyaçlar karşısında gRılunuldu. Nitekim batıda bir kilisenin

»etrafına, efrad ve, rahiplerin ihtiyacı olan binalar, manastırlar tesis edildi. Doğuda da bir cami'ye bağlı olmak üzere vakıf binalar ve türbeler vücuda getirildi. Lâkin gerek batı'da, gerek doğu'da, .ister meş.

hur «Klüni» manastırında ve ister Mısır'- ın «Kılavn» a ait mebânisinde hep ortaçağ fikri hakimdir. İnşaat, ne kadar mâhirane

•düşünülmüş ve terkip edilmiş olursa ol- sun, hemen de keyif ve hevese göre sıra- : lanmış olduğu gibi planlar dahi umumi- [ yetle intizamsız ve rabıtasız bir manza- ra göstermektedir. Halbuki bilâkis istan- bul'un en mükemmel tertibâtı inşaiyesin- den birine ve meselâ vaktiyle etrafında toplu bulunan mekteplerile, medrese, i- l mâret ve hastahanelerile Süleymaniye- nin teşkil ettiği heyeti nazarı tetkike alı- nız: bütün bu heyet, vâzıh ve sarihtir. A- kıive mantıka uygun olarak tevzi edilmiş, j; yekdiğerile müvazeneli olarak vücuda ge- : tirilmiştir. Camii ile ona bağlı olan ve

türbeleri havi bulunan bahçe muazzam ka- pılarla mücehhez dikdörtgen bir sur ile

»'çevrili, içinde, ağaçlar olan geniş bir havlu (avlu) ile çevrilmiştir. Bunun deva-

| mınca geniş bir şose uzanmakta ve muh- I; telif binalar ise bu şosenin boyunca dizil- miş bulunmaktadır. Görülüyor ki, sanatkâr esas binayı sakin ve âsude bir muhit için- de tesis etmiştir. Burası hem istiğrakın, hem ibâdetin yeridir. Bununla beraber, büyük zavatın da makarrl ebedîsidir. Av- lu'nun öte tarafında ise= hayat var, erbâbi tahsil veya din görevlileri ile meskûn bu-

! lunan küçük bir beldenin keremi ve faa.

I liyeti var. Mâhiyetler arasındaki bu tahal- lüfe âbidatın büyüklükleri arasındaki fark- lar dahi tekabül etmektedir. Şöyle ki; Her biri muhtes olduğu cihete göre vücuda

| getirilmiştir ve bu da heyeti umumiyenin

^beraberliğini hiç bir veçhile bozmamak- tadır. İşte bu hal, yeni bir fikrin, hakika- ten yenilikçi olan bir fikrin varlığına delâ- let eder ki, batıda rönesans devri şahe- serlerini ilham eylemiş olan fikre benze- tilebilir.

j l : Şu hale nazaran Türkler, İslâm kavim- leri arasında sanat sahasında ortaçağa mahsus olan eşkâl ve tasavvuratı red ederek teceddütkâr fikirler tarik ve mes- leğine ilk dahil olmuş bir kavim sıfatıyla tecelli ediyor. Bu ise, bugünkü Türkiye'- sinin istihlas hareketini Kemâlihulusani- İ yetle takip eylemiş olanlarca şayânı hay- ret değildir. Bu husustaki ilerlemeler baş- ka hiç bir yerde bu derece belirli, bu derece serî ve bilhassa bu derece istekli ve tam iradeli olarak vâki olamazdı. Vâ-

- bu konu sanata alt bir makalenin hu- dudu dışındadır. Lâkin onaltıncı yüzyılda

sanat'ta husule gelen bu teceddütkârlı- ğın nedenlerini bizzat Türk kavminin va- sıf ve meziyetlerinde, âmâl ve temâyü- latında aramak dahi faideden hâli değil- dir. Gözümüzün önünde oluşan cereyan- lar, siyasî ve sosyal hayatın tahavvulü, kifayetin tâdil ve tensiki kadimin istih- lâsı, bütün bunlar Türk kavminin vâzii ka- nunlarca mütehhaz mukarreatı sevkıtabii ile kabul ettiğini açıkça ifade eder. Daha onaltıncı yüzyılda bile Türk sanatkârları

— mensup oldukları kavmin derin ve ta- biî sâikasına uyarak dar ve mahdut teâ- mülattan ve eskimiş ve hükmü kalma- mış tasavvurattan sıyrıldılar; Şâir İslâm akvami şekilperest bir geçmişin görene- ğine saplanıp kalmış iken, onlar — (rö- nesans) devrine mensup üstadlarımız misüllu— daha o zamanda teceddütkâ- râne fikir ve tasavvurlarla ortaya çıkıyor idiler O vakıttenberi yüzyıllar geçti ve bu âsırla'r ekseriyetle Türkiye için — yazık ki — kudret ve mezellet devirleri oldu;

Milleti idare etmiş olan fena eller, terak- ki fikirleri ile uyanmaktan başka bir şey istemeyen bir kavmi cehalet içinde bu- lundurdular. Fakat artık bugün hakikat yürüyor ve — kavli meşhuru tekrar ve it- mam ederek derim ve eminim ki, onu artık hiç bir şey durduramıyacaktır. Pek şanlı bir geçmişi olan Türk san'atı, beşe- ri faaliyetlerin şâir bilcümle tecelliyatı gi- bi geleceğe doğru tekrar atılmalıdır. Bu ülkenin san'atının kaderini ve sanatkâr- ların da terbiyesine ait meseleleri ne veç.

hile olmak mümkün olabileceğini yakında açıklamağa ümit ederim.

Şimdilik yalnız bir kaç temennide bu- lunmadığıma müsaade olunsun.

Esas olan hüner sizlerde mevcuttur ve bütün ümidleri bahşetmektedir, fakat usul ve kaideleri bilmek de lâzımdır. Alel- husus şurasını anlamak lâzımdır ki, batı ancak kaideleri, prensipleri, mesâi vesâ- itini, fen usullerini gösterir, fakat şahsî tetkikatın ve semerebahş ikdamatın yeri- ni tutamaz. Türk san'atının, İtalya «röne- sans» sına ve «Barok» veya onbeşincr Lui üsluplarına ait şekilleri tekrar ile iktifa eylemiş olan devirleri, sair yerlerde oldu- ğu gibi, bu memlekette dahi ancak kıy- metsiz ve değersiz taklit eserler husule getirmiştir. Başarının sırrı ise başka ta- raftadır. Bizzat ırkın dehâsını asrıhâzırda her tarafta tecrübe edilmiş olan usul ve kaidelere göre mâkul bîr tarzda tehzib e- debilmektedir.

Bununla beraber genç sanatkârları- nız, hünerlerin inkişaf edebilmesi için el- zem bulunan teveccüh ve alâka muhitini kendi etraflarında hissetmelidirler. Res- sam olsun, musikişinas olsun, heykeltraş veya mimar veya hatta cemiyetibeşeriye dahilinde gittikçe mühim bir mevkii ala-

cak olan işçiler olsun, halkın aydın sınıfı mutlaka onların mesaisine alâkadar olmak ve gayret ve ikdamlarını da tergib ve teş- vik eylemek gerekir, Sanatkârın ekmeği pek çok defa metih ve sitâyişin dumanı- dır, her devirde ve her zamanda böyle ol- muştur. Mamâfi bu metih ve sitâyişin de vâki fâne olması lâzımdır, yâni en bilgili ve en güzide sınıfın istiklâli tam ile beyanı rey etmesine müsait olacak bir sanat tahsili görmesi lâzımdır. Bunda ba- sının vazifesi pek önemlidir. Lâkin kadın- larla salonların da yararlı etkisini hesaba katmak gerektir, o şartla ki, salon ismine lâyık yerler olsun, yâni dans mahalleri ve kumarhaneler değil, insanların konuştuğu, münazara ve münakaşa ettiği içtima- gâhlardan ibaret bulunsun.

Bu satırları, beni Fransa'ya götüren vapurda yazıyorum ve düşünüyorum ki, canlı bir kaç söz elbette bu kuru ve nakıs yazılardan daha iyi olurdu. Fakat şunu da iyice biliyorum ki, ifade etmekte olduğum fikirlere beni teveccüh ile dinlemiş olan- ların kâffesi iştirak ediyorlar. Hatta daha fazlasını da yapıyorlar: Faaliyet gösteri- yorlar. Gerek san'ata ait bütün bu mese- lelerdeki ihtisası ve feragatli hizmetleri bulunan Hamdullah Suphi bey tarafından Türk Ocağı'na davet edilmiş olduğumu unutmuyorum. Müzelerin mümtaz Müdü- rü Halil bey her şeyden önce ailesinin bir eseri olarak kalacak olan muazzam eseri bitirmeğe hayatını, hüner ve iktida- rını hasretmiştir. Topkapı Sarayının mah- za kendi gayretinin semeresi olan tertiba- tını itham edince memleketi, hiç bir şey- le kıyaslanmıyacak bir letâfet ve câzibeye ve yüksek bir kıymete mâlik bir heyeti- bedia'ya mazhar kılmış olacaktır. Vahit bey Sanayii Nefise mektebindeki tedri- satı ile Garp eserlerine ait faideli tercü.

melerile genç zekâları san'at hususatında uyandırıyor; hele geçen yıl «Ünyon Fran- sez» de mükemmel bir lisan ile yaptığı fransızca konferansta cidden benim bura- da söylediklerimin bütün esaslarını bul- mak mümkündür. Celâl Esat bey, İstan- bul'un tarih ve atikiyatı hakkında kıymet- li bilgiler toplamış ve istanbul ile geçmi- şi ne zaman mevzuubahs olursa ismi de daima zikredilmekte bulunmuştur. Elhasıl yeni binasına taşınmış olan Sanayii Nefi- se mektebi, gayyur müdirinin himmet ve idaresi altında en mes'ud sonuçların elde edileceği ümidini vermektedir. Bana kar- şı bunca kalbi hulus ve muhabbet gös- termiş olan Darülfunun arkadaşlarım, dostlarım ve öğrencilerim dahi ayrıca zikredilmektedir.

Elhasıl eserlerini takdir edebilmiş ol-

duğum bazı artistler lehinde bütün dü-

şündüklerimi söyleyerek mahviyetkâr his-

lerini incitmek istemem.

(4)

Her halde, san'atın Türkiye'de geliş- mesini temenni eden ve bu görevin ifâsı- na yardım etmek isteyenlerin işte bu ze- vatın ve bu müesseselerin etrafında top- lanmaktadır. Sanatkârlara gelince bun- lar gerekli teşviki bu çevreden alacaklar- d a

Batıdan ancak çalışmağa ait usul ve kaideleri isteyebilirler. Fakat en feyizli ilham kaynağını da yine kendi vatanla, nnda bulacak ve keşfedebileceklerdir.

Beşerî faaliyetin sair bir çok sâhalarında olduğu gibi sanatta dahi geleceği en fai- deli bir surette hazırlamanın en iyi yolu her halde geçmişi iyice tanımak ve iyice anlamaktır.

(«Şili» vapurunda)

H a b e r l e r : Ç i m e n t o S e m i n e r i n d e t a r t ı ş ı l a n s o r

u

n l a r

T o r b a ç i m e n t o d a n 1 ö k m e ç i m e n t o y a y ö n e I i n m e s i z o r u n l u s a y ı l ı y o r

Türkiye'de kurulu çimento üretim ka- pasitesinin 1980 yılına kadar ülkenin ge- reksinmesini karşılayacak düzeyde oldu- ğu belirtilmiştir.

İktisadî Araşıtırmalar Vakfı taraf, n- dan İstanbul Sanayi Odası'nda düzenle- nen "Çimento Semiı:eri"nde konuşan Prof. Dr. Abdullah Türkoğlu, "Plân heder- lerine göre bu yıl Karst'ta, gelecek yıl Yozgat'ta ve 1978'de kurulacak Çanakka le Çimento tesislerinin de üretime geç- mesiyle Türkiye'nin toplam çimento üre.

timinin 1978 yılında 19 milyon tona yük seleceğini" söylemiştir.

"Çimento yatırımlarının durdurulma.

(Baştarafı 3. Sayfada)

sağlanıyor. Azamî ısının gündüzleri + 18° geceleri + 15° den fazla olmaması mecburiyeti konulduğu gibi, bilhassa bi- naların ısı kaybetmemeleri için, kapı ve pencerelerinde, döşeme — tavan ve du- varlarının daha iyi tecrit edilmesi çare ve metodları uygulanıyor ve böylece bü- yük ekonomi sağlanıyor.

Bizde bu çalışmalar maalesef yeni yeni başlamaktadır. Son yıllarda inşa e- dilen bloklarda yer kazanmak nedenile dış dış duvarlar 1 0 cm. kalınlığında tuğla ile yapılmakta, pencere büyüklükleri ken- tin bulunduğu yörenin iklim şartları dik- kate aıinmaksızın ekseriya luzümdan çok

sı gerektiğini" öne süren Prof. Türkoğlu açıklamasında, ayrıca, şu noktalara de- ğinmiştir:

Üretim kapasitesinin %25.2'-si Orta,

% 23.6'sı Marmara, % 18.2 si Güney Anadolu, % 17.4'ü Ege, % 9.4'ü Doğu Anadolu, % 6.2'si Karadeniz bölgelerin- c'e bulunmaktadır. Üretim kapasitesinde özel sektörün payı, 1978'de % 51.7 ka.

mu sektörününkü de % 29.5 ve karma teşebbüslerinki de % 18.8 olacaktır.

— Türkiye'de çimento sanayiine Ö- teki sanayilere uygulananlardan »çok faz.

la teşvik uyguland ğı» için üretim kapa- sitesi iç talebin üstünde'dir. İhtiyaç faz- lası çimento yükleme ve taşıma olanak- larının yeterli olmaması nedeniyle ihraç edilememektedir. Kurulu üretim kapasite, sı 1980 yılına kadar ülke ihtiyacını karşı- layacak düzeydedir.

İktisadî Araştırmalar Vakfı'nın dü- zenlediği Çimento semineri'nde «Türkiye'- de Çimento Fiyat Tesbiti» konusunda teb- liğ veren Prof. Dr. Demirgil, «Devletin çi- mento sanayiindeki en önemli rolünün fi.

yat saptamaktan çok, liman elektrik gibi alt yapı yatırımlarını zamanında ' sağla- mak olması gerektiğini» öne sürmüştür.

Demirgil şu noktalara değinmiştir.

— Yüzeysel ve geçici tedbirlerle, çi- mento sanayiinin sorunlarına çözüm getir- mek mümkün değildir. Kurulması gere- ken düzen, gerçek bir reform niteliğinde olmalıdır. Bu düzende çimento sanayiin- de kapasite kullanım oranını yükselte.

cek, maliyetleri düşürecek, iç tüketimle kapasitedeki üretim arasındaki farkın ih- racata yönelmesini sağlayacak, gereksiz stoklara engel olacak koşullar gerçekleş, tirilmelidir.

R e k a b e t e t m e k i ç i n :

— Değişen dünya koşullarına ayak uydurabilmek, çimento ihraç eden ülke- lerle rekabet edebilmek için maliyet un-

büyük bırakılkmakta bu nedenle de yakıt masrafları dayanılmaz bir hal almaktadır.

Mimarlarımızın projelerinde ısı soru- nuna daha dikkatle eğilmeleri, projelerini hazırlarken yap:nın inşa edileceği yörenin iklim şartlarını incelemeleri, planların or- yantasyonlarında inşaat malzemelerinin uygulanacak inşa sistemlerinin seçiminde tesisat mühendislerile sıkı iş birliği yap- malarının zorunluğu ön plâna çıkmış bu- lunmaktadır.

Bir çok örnekler ve acı tecrübeler, bilhassa kamuya ait binalarda bu konuya gerektiği kadar eğilmediğimizi gösteri.

surlarında gereken değişiklikleri yapn çimento sanayiinin sorumluluğudur.

— Yakıt masraflarını en aza im mek ve dışa bağımlılığı azaltmak için kıt olarak Fuel-Oil'in yerini alacak ikaı olanakları araştırılmalıdır.

— Torba çimentodan dökme çin toya geçebilmek için gerekli çalışma yapılmalıdır.

— Enerjinin kesintisiz olarak çimeı fabrikalarına sağlanması için gerekli te birler alınmalıdır.

Ç e v r e S o r u n l a r ı :

| Marmara ve Boğazlar Belediyel Genel Kurulu İstanbul'da toplandı. i

Marmara denizinin kirlenmesini « lemek için bir süre önce İzmit Beledi]

Başkanı Erol Köse'nin teşebbüsü ile k rulan birlik 5. genel toplantısını İstanl Belediyesi salonlarında 44 çevre beleı ye yetkililerinin iştiraki ile yapmıştır.

Su ürünleri kanununun titizlikle uyg lanmasına çaba sarf sden belediyele bilhassa İzmit körfezinde ve Haliçte!

fabrikaların arttıklarını denize dökmeleı ni önlemek için tedbir almış ve bu aıaı 28 sanayii işletmesini bu yasağa uym dıkları için mahkeme'ye vermiştir.

Son iki yılaanberi bilhassa İzmit kö fezinde yapılan denetlemelerin iyi sonu lar verdiği bu yıl, balık ürününün geç yıllara nazaran daha bol olduğuna dikk çekilmiştir. Belediyeler bütün fabrikalar kanun yasaklarına uymalarını temin iç kontrollarda helikopter kullanılmasına rar vermişlerdir.

R e s i m v e h e y k e l m ü z e s i y a n g ı n t e h l i k e s i y ü z ü n d e n k a p a t ı l d ı

Beşiktaş'ta Atatürk'ün emri ile 1931 yılında açılan Resim ve Heykel Müzes itfaiye Müdürlüğü'nün «Yangına karşı gi venlik içinde değildir» şeklindeki raporı üzerine kapatılmıştır. Böylece ülkemiziı tekplastik sanatlar müzesi de kültürel dev reden çıkmış bulunmaktadır.

Müze Müdürü Profesör Hüseyin Ge zer bu konuda «Müzemizi itfaiye müdüı lüğünün raporuna dayanarak Kültür Ba kanlığı emir üzerine halkın ziyaretine ka patmış bulunuyoruz. Yangın tehlikesi yü zünden bu binadan taşınmak zorunlu hale gelmiştir. Yeni bina yaptırmak için n arsa ne de paramız var. Bu nedenle müz(

olmaya uygun olarak Sultanahmet'tek

eski cezaevi binasını bulduk.»

Referanslar

Benzer Belgeler

Demokratikleşme derecesine bağlı olarak geniş ve çok çeşitli Osmanlı matbuatında kullanıldığını ve şimdiden günümüz medeniyetinin dil sevi- yesine

Çimento dozu oldukça fazla olsa bile kum çok ince olursa (3 ve 4 üncü tecrübeler) harem her zaman iyi olmasını temin etmez. — İltisakı kolaylaştırmak için fon kâfi

Dairelerin bir umumî merdivenle ve ayrıca servis merdiveni ile sirkülasyonu temin edilebilir diye düşünülürse de, arsanın tulanî vaziyetinin mimarı bu şekle mecbur

The scope of the study covers obtaining and processing Earth science data and tools, and integrating them in a GIS environment using information technologies, and then

(Pereira ve diğ. Farelerde MSG dozları için uygulanan 8 kollu ışınsal labirent testinde cevap gecikmesi değerlerine bakıldığında, enjeksiyon öncesi, 1., 7., 14., 21. günlerde

sanayide şahsî teşebbü­ sün gelişmesiyle ve şimdiye kadar bu partinin 1945 Toprak Kanununu tatbik etmediğine göre büyük topr«k sahibi sınıfla, kısacası

Anahtar sözcükler: Travmatik flilotoraks, künt toraks travmas›, tüp torakostomi, flilotoraks tedavisi Key words: Traumatic chylothorax, blunt thorac›c trauma, tube

Mustafa adında 8 yaşındaki bir çocuk Ata'ya kendisini okutturma - sini istem iş ve&#34;Ben okumak, adam olmak istiyorum&#34; demişti .Atatürk derhal gerekli em irleri vererek