• Sonuç bulunamadı

Hendek kazası temettuat defterleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hendek kazası temettuat defterleri"

Copied!
563
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

HENDEK KAZASI TEMETTUAT DEFTERLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Meltem OKAY

Enstitü Anabilim Dalı: Tarih Enstitü Bilim Dalı: Yeniçağ

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Yücel ÖZTÜRK

HAZİRAN 2008

(2)

T.C.

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

HENDEK KAZASI TEMETTUAT DEFTERLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Meltem OKAY

Enstitü Anabilim Dalı: Tarih Enstitü Bilim Dalı: Yeniçağ

Bu tez 02/06/2008 tarihinde jüri tarafından oybirliği ile kabul edilmiştir.

(3)

BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim.

Meltem OKAY 02.06.2008

(4)

ÖNSÖZ

Temettu kar etme, kazanma anlamlarına gelmektedir. Osmanlı Devleti’nde ahalinin ağır yükünü hafifletip, devamlı ve düzenli bir vergi temini oluşturma düşüncesiyle 1835’te yeni bir düzenleme getirilmiştir. Temettu, ahalinin isminin, şöhretinin, arazilerinin, hayvanlarının, tüccar ve esnafın ise yıllık gelirlerinin vs. bilgilerinin kaydedildiği defterlerdir.

Çalışmada, 1844-1845 yılları arasında vergi sayımı maksadıyla yapılmış olan Hendek Kazası’na ait 5 adet, toplam 80 varak temettuat defteri incelenmiştir. İnceleme sonucunda Kaza halkının sosyo-ekonomik yapısı, demografik yapısı, mal varlığı, mesleği, etnik yapısı, fiziksel özellikleri ve halkın ödediği vergiler hakkında bilgilere ulaşılmıştır. Ayrıca, Kaza’nin tarla, bağ, bahçe, tarım ürünlerinin çeşitleri ve miktarları, yetiştirilen hayvanların küçük-büyük baş, binek hayvanı olduğu hakkında detaylı bilgilere de ulaşılmıştır.

Bu çalışmada beni destekleyen kıymetli bilgilerini ve yardımlarını esirgemeyen Sayın Hocam Doç. Dr. Yücel Öztürk’e, akademik çalışmalarımda en az benim kadar emek harcayan eşim Ertaş Okay’a, bilgisayar kullanımında yardımlarını esirgemeyen kuzenlerim Meltem ve Altan’a, beni her zaman destekleyen aileme sonsuz şükranlarımı sunarım.

Meltem OKAY 02 Haziran 2008

(5)

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ...iv

TABLOLAR...v

ÖZET...vii

SUMMARY...viii

GİRİŞ ... 1

BÖLÜM 1: TEMETTÜ DEFTERLERİ ... 5

1.1. Temettuat Defterlerinin Güvenilirlik Meselesi ... 13

BÖLÜM 2: HENDEK’İN SİYASİ TARİHİ ... 15

2.1. Mahmut Bey’in Şahadeti ... 18

BÖLÜM 3: İDARİ YAPI ... 19

3.1. Mahalle ... 23

3.2. Mahallenin Unsurları... 23

3.3. Mahallenin İdaresi ... 24

3.4. Mahallede Yaşam ... 26

3.5. Hendek Mahalleleri ... 27

BÖLÜM 4: DEMOGRAFİK YAPI ... 28

4.1. Temettuat Defterlerine Göre Hendek Nüfusu ... 28

4.1.1. Kaza ... 28

4.1.2. Köy Nüfusu ... 29

4.1.3. Hendek’in Genel Nüfusu ... 30

BÖLÜM 5: SOSYAL YAPI ... 31

5.1. Hendek Esnafı (Kaza Merkezinde işleyen Esnaf) ... 31

(6)

5.2. Esnaf Grupları ... 33

5.3. Mahallelere Göre Esnafın Dağılışı ... 34

5.4. Hendek Mahallelerinin Hane Reislerinin Mesleklere Göre Dağılımı ... 36

5.5. Hendek Köylerinin Hane Reislerinin Mesleklere Göre Dağılımı ... 37

5.6. Meslek Guruplarının Gelirleri ... 38

BÖLÜM 6: İKTİSADİ YAPI ... 42

6.1. Gelir Dağılımı ... 42

6.1.1. Mahallelerin Gelir Dağılımı ... 42

6.1.2. Köylerin Gelir Dağılımı ... 43

6.2. Gelir Kaynakları ... 44

6.2.1. Tanmsal Faaliyetler ve Elde Edilen Gelirler ... 44

6.2.1.1. Hendek Mahallelerinin Tarımsal Gelirleri ... 44

6.2.1.2 . Hendek Köylerinin Tarımsal Gelirleri ... 45

6.2.2. Hayvancılık Gelirleri ... 46

6.2.3. Diğer Gelirler ... 49

6.3. Tarımsal Yapı ... 51

6.3.1. Toprağın Kullanım Alanlarına Göre Dağılım ... 51

6.3.2. Tarım Ürünleri ve Üretimi ... 53

6.4. Hayvancılık ... 58

BÖLÜM 7: VERGİ TÜRLERİ ... 61

7.1. Vergi-yi Mahsusa ... 61

7.2. Aşar Vergisi ... 64

7.3. Ağnam Resmi ... 68

(7)

7.4. Cizye... 69

TRANSKRİPSİYON ... 70

A. KÖYLER ... 70

Yuvalık Karyesi... 70

Çarığı Kuru Karyesi ... 152

Akyazı Divanı ... 214

Yeknüvid Karyesi ... 335

B. MAHALLELER ... 346

Arab İmam mahallesi ... 346

Baş Pınar Mahallesi ... 368

Aşağı Tabi‘ Başpınar Mahallesi ... 385

Dereboğazı Mahallesi ... 395

Hancı Ali Mahallesi ... 435

Cennet Mahallesi ... 449

Komorlar Mahallesi... 473

Çorbacı Mahallesi ... 486

Kemal Efendi Mahallesi ... 503

Beşnar Mahallesi ... 520

Balıklı Mahallesi ... 524

SONUÇ ... 543

KAYNAKÇA ... 545

EKLER ... 549

ÖZGEÇMİŞ ... 551

(8)

KISALTMALAR

bkz. : Bakınız.

C. : Cilt.

Çev. : Çeviren.

H. : Hicrî.

ML.

VRD.

: Maliye Varidat Temettuât.

No. : Numara.

R. : Rûmî.

s. : Sayfa.

sa. : Sayı.

ss. : Sayfa sayısı.

T.C. : Türkiye Cumhuriyeti

T.T.K. : Türk Tarih Kurumu.

Vb. : Ve benzeri.

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı.

(9)

TABLOLAR

Tablo 1: Temettuât Defterine Göre Hendek Kaza Nufusu ... 28

Tablo 2: Temettuât Defterlerine Göre Köy Nüfusu ... 29

Tablo 3: Temettuât Defterlerine Göre Hendek Genel Nüfusu ... 30

Tablo 4: Temettuât Defterlerine Göre Hendek Kaza Merkezi Esnafı ... 32

Tablo 5: Esnaf Grupları ... 33

Tablo 6: Mahallelerdeki Hane Reislerinin Mesleklere Göre Dağılımı ... 35

Tablo 7: Köylerdeki Hane Reislerinin Mesleklere Göre Dağılımı ... 38

Tablo 8: Hendek Mahallelerinin Mesleki Gelirler ... 40

Tablo 9: Mahallelerin Gelir Dağılımı ... 42

Tablo 10: Köylerin Gelir Dağılımı ... 43

Tablo 11: Hendek Mahallelerinin Tarımsal Gelirleri ... 45

Tablo 12: Hendek Köylerinin Tarımsal Gelirleri ... 46

Tablo 13: Hendek Mahallelerinin Hayvancılık Gelirleri ... 47

Tablo 14: Hendek Köylerinin Hayvancılık Gelirleri ... 48

Tablo 15: Hendek Mahallelerinin Diğer Gelirleri ... 50

Tablo 16: Hendek Köylerinin Diğer Gelirleri ... 50

Tablo 17: Hendek Kazası’nın Gelir Kaynakları ... 51

Tablo 18: Hendek Mahalleleri’nin Toprak İşletmeleri (Dönüm) ... 52

Tablo 19: Hendek Köyleri’nin Toprak İşletmeleri (Dönüm) ... 53

Tablo 20: Hendek Mahalleleri’nin Tarım Ürünleri (kile)... 54

Tablo 21: Hendek Köyleri’nin Tarım Ürünleri (kile) ... 55 Tablo 22: Hendek Mahalleleri’nin Tarım Ürünlerinden Elde Edilen Gelirleri(kuruş)56

(10)

Tablo 23: Hendek Köyleri’nin Tarım Ürünlerinden Elde Edilen Gelirleri(kuruş) .. 57

Tablo 24: Hendek Mahalleleri’nin Hayvan Sayısı (Baş) ... 58

Tablo 25: Hendek Köyleri’nin Hayvan Sayısı (Baş) ... 60

Tablo 26: Vergü-yi Mahsusanın Hendek Mahalleleri'nde Dağılımı ... 62

Tablo 27: Vergü-yi Mahsusanın Hendek Köyleri’nde Dağılımı ... 62

Tablo 28: Hendek Kazası’nın En fazlaVergü-yi Mahsusa Veren Haneleri ... 63

Tablo 29: Aşar Vergisinin Hendek Köyleri’nde Dağılımı ... 66

Tablo 30: Aşar Vergisinin Hendek Mahalleleri'nde Dağılımı ... 67

Tablo 31: Hendek Kazası'nın Cizye Vergileri... 69

(11)

SAÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tez Özeti Tezin Başlığı : Hendek Kazası Temettuât Defterleri

Tezin Yazarı : Meltem OKAY Danışman: Doç. Dr. Yücel ÖZTÜRK

Kabul Tarihi : 2 Haziran 2008 Sayfa Sayısı : VIII (ön kısım) + 549+ 2 (ekler) Anabilimdalı : Tarih Bilimdalı : Yeniçağ

1844–1845 yıllarına ait Hendek Kazası’nın sosyo-ekonomik yapısı temettuat defterlerinden incelendiğinde Kaza’nın 11 mahalle ve 4 köyden oluştuğu, tahmini nüfusunun toplam 2545 kişi civarında olduğu görülmüştür.

Kaza’nın etnik yapısı incelendiğinde, Türk nüfusunun yoğunlukta, Arap, Tatar, Laz, Kazak ve Kiptilerin azınlıkta olduğu görülmektedir. Kayıtlı bulunan hane reislerinin lakaplarından meslekleri, nereli oldukları, bedensel özellikleri, dini kimlikleri ve akrabalık ilişkileri gibi özelliklerini tahmin etmek mümkün olmaktadır.

Hendek Kazası’nın köylerinde tarım ekonomisi kendini yoğun bir şekilde göstermektedir.

Kaza merkezi halkı, esnaflık ve tüccarlıkla uğraşırken, aynı zamanda tarımı meslekleri ile birlikle yürütmüştür. Defterlerden meslek grupları ve mesleki gelir bilgilerine ulaşılmıştır.

Ayrıca Kaza merkezi ve köylerinin toplam ekili alanları, nadasa bırakılmış alanları, üretilen tarım ürünleri vb. tarımsal faaliyetleri hakkında detaylı bilgi edinilmiştir.

Hendek Kaza merkezi ve köylerinde tarımın yanında hayvancılığın yapıldığı, fakat hayvancılık meşgalesinin gelir sağlamaktan ziyade, kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğu görülmektedir.

Ayrıca kayıtlarda Hendek Kazası’nın vergi yükü ile ilgili bilgilere de ulaşılmıştır. Halktan vergi-yi mahsusa, aşar ya da cizyenin alındığı, buna ek olarak gayr-i müslimlerden alınan cizyenin Müslümanlığı kabul etmiş olmalarına rağmen kıpti halktan alınmaya devam edildiği bilgisine de ulaşılmıştır.

Anahtar kelimeler: Temettüat, Hendek, sosyo-ekonomik yapı, nüfus ve vergi

(12)

Sakarya University Insitute of Social Sciences Abstract of Master’s/PhD Thesis

Title of the Thesis: The Profit Notes Of The District Of Hendek

Author : Meltem OKAY Supervisor : Assoc. Doç. Dr. Yücel ÖZTÜRK

Date : 2 June 2008 Number of pages : VIII (pre text)+549 (main body)+2(appendices) Department : History Subfield : Modern times

Studying socio-economical aspects of Hendek District from Tax records related to years 1844 and 1845 revals that the district consisted of 11 sector and 4 villages with approximated 2545 people.

Studying ethnical structure of the district showes that majority of people were Turkish and the minorities were Arab, Tatar, Kazakh, Laz and Copt. It is possiable to estimate the charactristics such as their job, where they come from, their asstes, physical charactristics, religon and their relatives from their nicknames of the family head.

The Hendek Distirict economy were mainly based on the agricultural economy . It can be seen in the central part of district the tradesmen at same time were dealing with agriculture. The records show information about profession groups and their incomes. Further more detailed information on total amount of agricultural lands, fallowing lands, products and activities can be reached.

It is observed that in Hendek District and villages stock raising were done along with cultivation. Stock raising were not done for incomes but for their needs.

Moreover the records give some information about tax load in the district. Also, information about collecting special tax from people, tax equal to one-tenth of income, head tax from non- Muslims is inferable. It can be seen that head tax collecting from non-Muslims still were collecting from Copts despite the fact that they had selected Islam as their religion.

Keywords: Profit , Hendek, Socio-Economy, Population, Tax

(13)

GİRİŞ

Osmanlı Devleti’nde 17. yüzyılın başından itibaren, tımar sisteminin önemini kaybetmesi; reayanın ve şehir esnafının sosyal durumunun değişmesine neden olmuştur. Tımar sisteminde tarımla uğraşan insanlar, yeni iş alanları ve geçim kaynakları aramaya başlayıp, şehirlere göçler başlamıştır. Osmanlı taşra nüfusundaki bu hareketlilik sosyal gruplar arasında geçişlere yol açmıştır. Daha önce askeri sınıftan olan insanlar, şehir esnafı durumuna gelmiştir. Ayrıca yaşanan bu göçler şehirlerde nüfusu artırdığı gibi, arz talep dengesinin bozulmasına ve gıda fiyatlarının artmasına yol açarak hayat pahalılığına sebep olmuştur. Tımar sisteminin öneminin azalması, halktan alınan vergilerin miktarını ve çeşitlerini etkilemiştir.

18. yüzyılın ikinci yarısı ve 19 yy. başlarında da Osmanlı İmparatorluğu'nda ekonomik sıkıntı ciddi boyutlara ulaşmış ve başta padişah olmak üzere maliye ile ilgili bürokratlar bu durumun ortadan kaldırılması veya asgariye indirilebilmesi için bir takım yeni tedbirlerin alınması hususunda çalışmalar başlatmışlardı. 1789–1839 yıllarını kapsayan III. Selim ve II. Mahmut dönemleri Osmanlı ekonomisinin ağır kriz altına girdiği dönemlerdir.

III. Selim bütçe açıklarını kapatmak hususunda geleneksel yöntemlere başvurmakla yetinmeyerek bazı yeni önlemler almış olmasına rağmen istenen neticeye ulaşamamış, dışarıdan borç para alabilme hususundaki gayretleri de netice vermeyince yeni vergiler koyma veya daha önce alınan vergilere zam yapma durumunda kalmıştır. "İrad-ı Cedide Hazinesi" adı ile kurduğu ve "Nizam-ı Cedid" askerlerinin giderlerini karşılamak üzere ülkenin önemli gelir kaynaklarından toplanması diğer vergilere oranla daha kolay olan müskirat ve benzeri şeylerden (tütün, rakı, şarap, kahve gibi) alınan "Rusum-ı Zecriye"

vergisi ile bu teşkilatın ağır mali sıkıntısını ortadan kaldırmıştı. III. Selim "İrad-ı Cedit"

hazinesi dışında bir de "Zahire Hazinesi" ve "Zahire Nazırlığı" kurarak İstanbul'un zahire ve ekmek problemini de çözmüştü (Demir, 1999:315). III. Selim doğru tespitler ve gerçekçi yeniliklerle sorunlara çözümler aramış, ancak yeniçerilerin isyanı sonucu katledilmiştir.

(14)

II. Mahmut, III. Selim'in benzeri uygulamalarından sayılan "Hazine-i Amire"(Devlet Hazinesi), "Tersane Hazinesi" ve 1826'da da "Asâkir- Mansure"nin giderlerini karşılamak üzere "Mansure Hazinesi" ile "Mukâtaât Hazinesi" kurarak maliyede etkinlik gösteren kuruluşları bir bakıma mali açıdan yarı müstakil hale getirerek bu hayati müesseseleri rahatlatmıştı.1 Temmuz 1834'te tam yetkili "Asakir-i Muhammediye Defterdarlığı" ku- rulmuş ve hazineler arası anlaşmazlıkları önleyerek devletin gelir ve giderlerini tek elden yönetmek amacı ile yaptığı düzenlemelerden sonra defterdarlık örgütünü de kaldırarak yerine "Maliye Nezareti "nin örgütlenmesine gitmişti.

Osmanlı Devleti'nde vergi; "Tekalif-i Şer'iyye" ve "Rusum-ı Örfiyye" adı altında iki şekilde alınmaktaydı. Bunlardan birincisi daha önce İslam devletlerinden intikal eden ve dini inanç ve esaslara göre alınan vergilerdir. Bu vergiler şeriatın bir gereği olarak alındıkları için "Rusum-ı Şer'iyye"de denilmektedir. Çiftçi reayadan alınan öşür, çift resmi, ağnam ve şehirlerde ticari faaliyetlerden alınan baçlar bu tür vergilerdir. İkincisi ise; devletin yürütme ve uygulama görevlerini yapmakta olanlara, hizmetleri karşılığı verilen ve miktarı kanunnamelerle belirlenen "Rusum-ı Örfiyye"(Tekalif-i Örfiyye) diye adlandırılan vergilerdir. Bu vergi tarzı kanunnâmelerle zamana ve şartlara göre miktarı belirlenen bir vergidir. Cürüm ve cinayet, arus, bennak, mücerret ve benzeri şeylerden alınan vergilerdir. Bu iki tür verginin dışında "Tekalif-i Dîvâniyye", "Âvâriz-i Divaniyye"adı altında başlangıçta sefer için gerekli görülüp alınan, sonradan devamlı hale getirilen vergiden başka, her yıl miktarı fermanlarla belirlenen vergi çeşitleri de vardı. Bu vergi tiplerinin çokluğu halk üzerinde büyük infial ve bunalımlar meydana getirmiş, istismarcıların bu durumdan istifâdeye kalkışmaları ise adeta halkı isyan edecek hâle sok- muştu.

Bu durumda Osmanlı Devleti'nin idari yapısında birtakım değişikliklere gidilmesi zaruret halini almış ve özellikle de mali sıkıtının behemehâl ortadan kaldırılması gerekiyordu (Demir, 1999:315,316).

İdare alanında, Babıâli'nin önünde saygın bir örnek vardı: Komünden ileri değin uzanan yönetim çevrelerinden oluşmuş piramidiyle, Napoleon'un merkeziyetçi idare örneğidir.

Mustafa Reşit Paşa, birtakım değişiklikler yaparak, 1840 yılından başlamak üzere bu sistemi olduğu gibi aldı. Yeni taşra idaresinin yapacak çok şeyi vardır: Asayişi sürdürmesi, okullar açması, yollar yapması, köprüleri onarması, ticarete ve tarıma özen göstermesi,

(15)

adaleti egemen kılması gerekmektedir. Ne var ki, temel uğraşlarından biri de, devletin kur- duğu çeşitli mali çarkların iyi işlemelerine göz kulak olmasıdır (Mantran,2007;82,83).

Osmanlı ekonomisinin gelişmesi ve sanayileşmesi için toplumda ticaret, tarım, nufus, ulaşım-iletişim ve kurumsal düzenlemelerin birlikteliğini aramak gerekir.

Nüfus gibi doğal bir etmen bir yana bırakılırsa Tanzimat, iç ve dış ticaretin gelişimi, tarımda meta üretimine geçiş, tek para sistemine yöneliş ve para ve kredi kurumlarının doğuşu, iktisadi bütünleşme için gerekli ulaşım-iletişim ağının oluşturulması ve ticaret kanunnamelerinden ticaret odalarına, yasal ve kurumsal düzenlemelere girişilmesi açısından bir dönüm noktasıdır (Toprak, 1997:234).

Çalışmanın Amacı

Bu çalışmanm amacı, Hendek Kazası’nın 1844-1845 yıllarına ait Temettuât Defterlerine göre sosyal, ekonomik ve demografik yapısını ortaya çıkarmaktır. 1844- 1845 yıllarında ki Temettuât Defterlerine göre Hendek Bolu Eyaleti sınırları içerisinde Kocaeli Sancağına bağlı bir kazadır.

Çalışmanın Önemi

Osmanlı Devleti’nin temel örgütlenme biçimi oluşturduğu az nüfuslu kasaba ve şehir ekonomileri taşıdıkları öneme rağmen yeterince araştırılmamıştır. Yapılan ve ileride yapılacak araştırma ve incelemeler Osmanlı Devleti’nin idari temel taşını teşkil eden bu kasabaların sosyal– ekonomik yapılarının gerçek etkileri Osmanlı taşra idari – sosyal ve ekonomik yapısının özellikleri ancak bu mahalli araştırma ve incelmeler sonucunda ortaya konulabilecektir.

19. yüzyılda Hendek kazasıyla ilgili daha önce yapılmış her hangi bir çalışma mevcut değildir. Fakat farklı kazaların Temettuât Defterlerine dair yapılan pek çok çalışma mevcuttur.

Temettuât Defterleriyle ilgili yapılan araştırmalar hem iktisat tarihçileri hem de tarihçiler tarafından yapılmıştır. İktisat tarihçilerinin yapmış olduğu çalışmalar, belgeleri yorumlayarak, istatistik veriler ışığında araştırma konusu olan mahalli sosyal ve ekonomik yapışıyı aydınlatmak olurken, bazı tarihçiler ise transkripsiyon yaparak belgeleri günümüze taşımayı amaçlamışlardır.

(16)

Çalışmanın Yöntemi

Bu çalışmada, Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan Hendek Kazası’nınTemettuât Defterlerinden faydalanılmıştır. Onun dışında Hendek Kazası’na yakın olması münasebetiyle:

Ali Kınay’ın"Karasu ve Abı Safi(Karapürçek)Kazalarının Temettuat Defterleri(1844) ve Sosyo-Ekonomik Açıdan Tahlili "

Mehmet Ekincikli'nin "Temettuât Defterlerine Göre Mudurnu Kazası’nın Sosyo- Ekonomik Yapısı"

Ahmet Coşkun'un "Maliye Nezareti Temettuât Defterlerin Göre Erzurum Ovası'nın Sosyal ve Ekonomik Durumu" gibi yüksek lisans ve doktora çalışmalarından faydalanılmıştır.

Ayrıca değişik kazaların Temettuât Defterlerine göre sosyal ve ekonomik yapısının tahlil edildiği makalelerden istifade edilmiştir.

Bunların dışmda Musa Çadırcı'nın"Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri'nin Sosyal Ve Ekonomik Yapısı isimli çalışmasından yoğunluklu olarak yararlanılmıştır.

Çalışmanın Kapsam ve İçeriği

Yedi bölümden ibaret olan bu çalışmanın birinci bölümünde; temettuat defterlerinin tarihi gelişimi, genel içeriğinden ve güvenirliliğinden bahsedilmiştir. İkinci bölümde;

Hendek’in siyasi tarihi hakkında genel bilgi verilmiştir. Üçüncü bölümde; Osmanlı Devleti’nin idari yapısı, Temettuât Defterlerinden faydalanılarak kazanın mahalle, köy adları, dördüncü bölümde; demografik ve etnik yapısı, akrabalık ilişkileri yer aldı.

Beşinci bölümde; Hendek Kazası’nın sosyal yapısı, meslek dalları, altıncı bölümde haneler arasındaki gelir dağılımı, ekili-dikili arazi oranları, tarım ve hayvancılık faaliyetleri, yedinci bölümde; vergi oranları hakkında bilgi verilmiştir. Çalışmanın daha kolay anlaşılması açısından tablo ve grafiklerden yararlanılmıştır. Son kısımda ise ML.VRD.TMT. 3812,3813,3814,3815,3816 nolu Hendek defterlerinin transkribsiyonu yapılmıştır. Transkripsiyon yapılırken belgelerde yer alan formata ve sayfa düzenine uygun olarak çözüm yapılmaya çalışılmıştır.

(17)

BÖLÜM 1: TEMETTÜ DEFTERLERİ

Kar etme, kazanma anlamlarına gelen temettu; Osmanlı Devletinde Gülhâne Fermanı’nın ilânından sonra devletin gelirlerinin kontrol altında tutulması, vergi ko- nusunda ahali arasındaki dengesizliğin ve haksızlıkların bir an önce önüne geçilmesi, vergi verecek halkın yeniden tespitine gidilerek ahalinin ağır yükünü hafifletip devamlı ve düzenli bir vergi temini düşüncesiyle H. 19 Zilkade 1255 (M. 1835) tarihinde çıkarılan bir talimatname muhassıllar nezaretinde her yerde; ahalinin ismi, şöhreti, arazileri, hayvanları; tüccar ve esnafın ise yıllık gelirleri vs. bilgilerin kaydedildiği defterlerdir.

Çıkarılan bu talimatname ile her mahallin iltizam defterinde kayıtlı bulunan bütün malların vergilerinin tahsili, muhassıllara bırakılmakta, bu yazım ve vergi tahsili hususunda ilgililerin çalışmaları kurulan mahalli meclisler tarafından kontrole tabi tutulması emredilmekte idi. Ayrıca aynı talimatta her mahallede ne kadar mukataa var ise bunların her biri için ayrı bir defter tutulması, hazine defterlerinde kayıtları olmayıp, kapı kethüdaları ve sarrafların defterlerinde kayıtlı olan malların ve gelirlerinin de ayrı ayrı defterlere yazılması, bunun için daha önce tutulan defterlerin yazımı esnasında muhassılların faydalanması için Muhassıllara teslim edilmesi emredilmiştir.

Tahrir talimatnamesinin birinci maddesinde tahrir-i emlak ve nüfus için görevlendirilecek muhassılların görev mahallerine yollandıklarında, mahallî idarecilerle bir meclis oluşturacak ve bu mecliste bir muhassıl-ı mal, iki katip, mahallî hakim, müftü, bir asker zabiti ile halktan güvenilir ve iş bilir dört kişi olmak üzere on kişinin görev alması emredilmiştir. Yine bu talimatnamede tahriri yapılacak yerde reaya gayrimüslim ahali var ise metropolit ve kocabaşlarından da iki kişinin bu mecliste görev almaları istenmiştir.

Teşekkül ettirilecek mahallî meclisten maksat yazım esnasında herhangi bir aksaklığa meydan vermemek, doğru sayım ve değerlendirme yapmak, kayrılma veya herhangi birine zulmedecek tarzda bir yük yükletmemek, böylece daha adil ve kolay bir vergi teminini sağlamak idi. Temettü tahririnden maksat herkesin kazancına ve mal varlığına göre vergi vermesi esas tutulduğu için tahrir esnasında uyulacak kurallar da açık bir şekilde belir- lenmişti. Mesela, hâne ve emlâki olanların biribirine kıyasla değerlendirilmesi, hane reisinin ek gelirleri, arazinin kurak veya sulanabilir olması, yılda bir veya birkaç mahsul alınabilir verimlilikte bulunması gibi emlâkin özelliklerinin tespiti yanında, hâsılat

(18)

vaktinin belirlenmesi de istenmişti. Halkın mal vergisinin doğru bir şekilde tespitini gaye edinen bu yeni sistemin uygulanması için başlangıçta numune olarak Gelibolu ve Hüdâvendigar sancakları seçilmiş bu iki sancağa tahrir memurları tayin edilerek emlak ve temettüat tahririne başlanmıştı. Ancak "Tanzimat-ı Hayriye"nin numune olarak aldığı adı geçen sancaklarda yapılan tahrir çalışmaları H. 1254 senesi Martına (M. Mart 1839) kadar yetişmediği için bu seneye mahsus olmak üzere yine eskisi gibi vergi toplanması ve tahrir hususunun ertesi seneye bırakılması kararlaştırılmıştır. II. Mahmud'un ölümü (Temmuz 1239) üzerine bu husustaki çalışma da yarım kalmıştır.

II. Mahmud'dan sonra Abdulmecid'in tahta çıkışı ile Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa devleti mâli sıkıntıdan kurtarmak için II. Mahmud zamanından beri yapılan bu uzun çalışmayı yeniden başlatmış ve dört ay süren hazırlık çalışmasından sonra padişahın onayını da alarak daha önce girişilen ve bu yeni düzenleme ile daha da geliştirilen vergi reformu uygulamasını başlatmıştır. Vergi tahsili ile ilgili bu reformlar 1840 yılında gerçekleşti ve tatbikat safhasına geçildi. Nitekim 3 Kasım 1839'da ilan edilen "Gülhâne Hatt-ı Humayunu"nun maliye ile ilgili bölümünde iltizam usulünün kaldırıldığı ilan ediliyor ve ahâlinin emlak ve kudretine göre münasip bir verginin tayin ve tahsil edileceği açıklanıyordu. Bu vesile ile 1840 yılında bütün örfî vergilerle angarya niteliğindeki mükellefiyetler kaldırılıyor ve bunların yerine mükelleflerin ödeme güçlerini esas alan "Ancemaatin vergisi" adıyla tek bir vergi getirilmiş oluyordu (Demir, 1999:316,317).

Bu vergi, örfi vergileri baş vergisi durumundan kurtararak, herkesin ne kadar emlak, arazi ve hayvanları olduğunu, tüccar ve esnafın bir yılda ne kadar kazandığını tespit ederek, topumun bütün katmanlarının ödeme gücüne göre verginin hakkaniyet içersinde toplanabilmesini amaçlamaktaydı.

Böylece esnafın sattığı mallar değil de kazançlarının vergiye tabi tutuluşu ilk defa bu vergiyle başlamış oldu. Ödeme gücünün ölçüsü olarak, emlak, arazi ve hayvanlann varlığı ve ticari gelir gibi gelir veraset unsurları birlikte alınmıştır. Böylece tarım kesimi olduğu kadar şehirli nüfus da vergi kapsamına girmiş oldu (Giray,2001:105) . Tanzimat'ı mali açıdan uygulamak amacıyla idari yapıda yapılan değişikler yapılarak yeni muhassıllıklar kuruldu. Muhassıllıkların en önemli görevleri, halkın mali kudretini bilerek ve gözeterek vergi tayini yapmaktı. Meclis-i Vâlâ tarafından 25 Ocak 1840 yılında hazırlanan bir

(19)

nizamname ile muhassıllıklara yeni muhassıllıkların atanma ve bunların çalışma usûl ve esasları belirlendi (Kaynar, 1985).

Muhassıl-ı Emval" sıfatıyla görevlendirilen memurlar merkeze en yakın eyaletlerden başlayarak vazifelerini ifa etmeye başladılar. Yanlarına bir mal, bir emlak, ve bir de nukud katibi verildi. Ayrıca sancak merkezinde tarh olunacak olan vergilerin tayin, tespit, dağıtım ve sair işlerin görüşülüp kararlaştırılması amacıyla "Muhassıllık Meclisleri" oluşturuldu.

Muhassıllık meclisleri, muhassıl ve iki kâtibi, o yerin kadısı, müftüsü, zabtiye memuru, Gayrı Müslimlerin bulunduğu yerlerde iki kocabaşı ile halkın seçtiği dört üyeden meydana gelmekteydi. On üç kişiden oluşan bu meclisin başkanı müşirin (valinin) olduğu yerlerde

"müşir" olmadığı yerlerde varsa "ferik" (askeri amir) olacaktı. Eğer ferik bu işi yapamayacak durumda ise meclis başkanı; muhassıl, kadı ve zabtiye memuru arasında kura ile belirlenecekti.

Muhassıl meclislerinin kuruluş biçimiyle ilgili olarak, Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye'nin hazırladığı nizamnâmede seçimin usulü tarif edilmektedir. Seçilecek kimseler bulunduğu memleketin akıllı, namuslu ve muteber adamlarından olmalıdır. Adaylar, önce mahkemeye gelip isimlerini kaydettirecekler, sonra seçmenlerin oyuna baş vurulacaktı. Oy çoğunluğunu elde eden aday seçilecek, isteyen ve istemeyenler eşitse kur'ai şer'iyyeye başvurulacaktı (Ortaylı, 1987) .

Muhassılı olmayan kaza ve kasabalarda köylerde beş kişiden mürekkep küçük meclisler teşkil olunacaktı. Küçük meclislerin kimlerden olduğu açıklanmamış, sadece "icabına göre tertibi" tavsiye olunmuştur. Sonradan yapılan nizamnameye göre, o yerin kadısı, mahalli jandarma amiri, muhassıl vekili ve mahallin ileri gelenlerinden (vücuh) iki kişi bu meclisin üyesi olacaklardı (İnalcık, 1996:364).

Muhassıllık meclisinin vazifesi, mülki, mali ve adli konulan görüşüp karara bağlamak, Tanzimat'ın esaslarına aykırı vergi suistimallerini ve diğer suçları takip etmek ve şer'i kanunlara göre suçluları yargılamakla yetkili kılındı .

25 Ocak tarihli nizamnameye göre kendilerine "Talimat-ı Seniyye" ile vazifeleri bildirilen muhasıllar uygulamalarda şu noktalara dikkat edeceklerdi. Hazine ait bütün gelir kaynaklarının defteri kendilerine verilecekti. Kayıtları bulunmayan veya bulunamayan gelirler saptanıp, kayda geçirilecek ve en kısa süre içinde ilgililerce hazineye bildirilecekti

(20)

Nizamnamede ayrıca nüfus ve emlak sayımının nasıl yapılacağı, devlet memurlarına ödenecek yolluğun ve diğer giderlerin hazinece nasıl karşılanacağı yer almış bulunuyordu.

Herkesin ödeyeceği vergi saptanıncaya kadar hazinenin zarar görmemesi için peşinen bir miktar vergi toplanması, daha sonra bunun asıl vergilerden düşülmesi de kabul edilmişti Söz konusu nizamnameye göre, muhassılların birden fazla kazaya bakmaları ve vergi tespit işlemleriyle meşgul olmalarından dolayı tahrir işlemlerinin daha süratli yapılması gerekiyordu. Bu amaçla "Muhassıllık Meclisleri" tarafından kaza ileri gelenlerinden bir kişi seçilmesi ve yanına verilen bir katiple tahrir işlemine başlanması kararlaştınldı.

Vazifeli olan şahıslar tahrir işlemine kaza merkezleri de dahil köylerden başlayacaklar ve her köy için ayrı defter tutacaklardı.

Defterlere, vergiye tabi tutulan her hane sahibinin ismi, varsa şöhreti, ne kadar emlak, arazi ve hayvana sahip olduğu, esnaf veya tüccar ise tahminen ne kadar temettü ve ticaretinin bulunduğu yazılacaktı. Bir nevi koordinatör vazifesi üstlenen muhassıllar vakit buldukça tahrir işlerine katılacak ve gerekli kontrolleri yapacaklardı. Aynca vergi tahsil işinde muhassıllarının emrine yeterli ölçüde askeri kuvvet de verilecekti. Her köy için ayrı tutulan bu defterler daha sonra meclise takdim edilecekti.

Ancak alt yapı eksikliği, bilgisizlik, ulaşım güçlüklerinin yanı sıra, uzun yıllardan beri hazineye hiç vergi ödememiş olanların çıkarmış olduğu sorunlar yüzünden istenilen olumlu sonuç alınamadı. Çoğu yerde halk gerçek gelirini gizlerken, bazı bölgelerde iki misli gelir gösterildiği oluyordu. Özellikle Müslüman olmayan halkın gelirleri yazılırken fazla gelir gösterildiği yolundaki şikayetler çoğunlukta idi. Bu şikayetler sonuç vermeyince yer yer isyanlar çıkıyordu (Çadırcı, 1997).

Bütün bu işlemler devam ederken, halkın ödeyeceği vergiler tam olarak netleşene kadar, yıllık verginin gecikmemesi için daha sonra geri ödenmek şartıyla vergi mükellefinden peşinen bir miktar para tahsil edilmesi kararlaştırıldı. Tahrir işleminden sonra peşinen tahsil edilen meblağ, ödenmesi gereken vergi miktarından az ise vergi mükellefi bu miktarın üzerini tamamlayacak, eğer fazla ise devlet bu fazlalığı vergi mükellefine iade edecekti.

M. 1840 (H. 1256) senesi vergisinin tevzii bu meclisler tarafından gerçekleştirildi.

Defterler meclise geldikçe ilgili şahıslar kaza ve köylerdeki halkın "ruz-ı hı-zır" ve

"ruz-ı kasım" aylarında iki taksitle ödeyecekleri vergi miktarı belirlendi ve defterlere

(21)

kaydedildi. Muhassılların yanlarına alarak İstanbul'a götürdükleri bu defterler merkezde hazine tarafından tetkik edilerek Bâb-ı Âliye veriliyor, Meclis-i Vala'ca tasdik edildikten sonra padişahın iradesi alınarak hangi seneden itibaren muteber olacağı başta eyaletin vali ve defterdarları olmak üzere bütün köy ve kazanın ileri gelenlerine hitaben emr-i âlîler ısdar edilip gönderiliyordu. 1256'dan itibaren sonraki senelerde ise verginin tevzi işlemi komşuca, köyce, mahallece dağıtılmak üzere köy ve mahalle meclislerine bırakıldı (Demir, 1999:317).

1840-1841 yıllarına ait hazine gelirlerinde çok büyük azalma görüldü. Bütün çabalara karşın kâr ve zarar şöyle dursun, kaç kuruş hâsılat olduğunun ortaya çıkarılması mümkün olmadı. Muhassıllar birbirinden bağımsız çalıştıkları için toplanan vergilerin bir arada merkeze gönderilmesi de çok zaman alıyordu. Ayrıca seçilen muhassılların eski mültezimlerden oluşması adaletli bir vergi reformunu mümkün kılmıyordu (Çadırcı, 1997:216,217).

Devlet istediği verimi alamadığı muhassıllık sistemini bütün sorunlarına rağmen iki yıl uygulayabildi. Uygulama sırasındaki bazı eksiklikler, çıkartan zedelenen, gelirleri azalan ya da işinden olan âyân, ağa, eşraf, mültezim ve şahsi menfaatleri doğrudan doğruya zarara uğramış sarrafların çevirmiş olduğu entrikalar ve diğer mali problemler nedeniyle muhassıllık sistemine son verildi.

Bu başarısızlığın en büyük sebeplerinden biri muhassıllık görevine atanan kimselerin eski mültezimlerle yakın ilişkileri olanlardan seçilmiş olmaları idi. Çıkarlarının zedeleneceğini anlayan derebey ailelerle, vergi uygulamasını anlamayan bazı kimselerin direnmeleri ve vergi vermek istememeleri idi. Bu bakımdan hatırlı kişiler ve muhassılları yanına alan emlâk ve arâzi sahipleri bir çok dükkan ve hanelerini vakıf malı gibi göstererek vergiden muaf hale getirmek için çaba harcıyorlardı. Bu ve benzeri duruma muttali olan maliye na- zırı ve yetkililer yer yer kaza ve köylerin yeniden tahririni istemişlerdir.

1842 tarihinde eyâlet idaresine yeni bir nizam vermek ve muhassıllıkla ilgili problemi kökünden halletmek maksadı ile muhassıllıklar kaldırılarak "müşirlik nizamı" getirildi.

Buna göre valilerin bağlı bulundukları sancaklara hükmetmesi şeklindeki eski kural tekrar getirilerek maiiyyetine bir defterdar, ayrıca her sancağa birer kaymakam ve kazalara halkın yetenekli ve namuslularından birer müdür tayin edildi. Muhassılların kaldırılmasına rağmen Meclis-i Muhassılın yapı ve işlev bakımından önemli bir değişikliğe uğramadığını

(22)

ve sadece adının Memleket Meclisi olarak değiştiğini görüyoruz. 1842'den itibaren tekrar iltizam usulüne geçildi ve eyaletlerin mali işleri defterdarlara, sancaklar ise mal mü- dürlüklerine devredildi. Netice olarak bütün bu değişikliklere rağmen yine de arzu edilen sonuç alınamamıştı, ama bu faaliyetler ve imparatorluğun toprakları dahilinde bulunan eyaletlerin, bağlı kaza, kasaba ve köylerinin temettüattının yazımı vesilesi ile meskun ahalinin ve özellikle de Anadolu insanının nüfusu, mal varlığı, elde ettiği kazancı, her türlü gelir kaynaklan tesbit edilmiş ve böylece sosyal, ekonomik ve kültürel yapı ortaya çıkmış oluyordu.

Yukarıda değişik adlar altında alınan vergilerin yerine ikame edilen temettü vergisinin kaydedildiği defterlere "temettüat defterleri" adı verilmektedir. Bu defterler XIX. yy.

ortalarında Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu iktisadi, sosyal, ticari hayat ve sanat erbabı alanındaki durumu çok açık bir şekilde ortaya koyması açısından tapu tahrir defterlerinden daha önemlidir denilebilir (Demir, 1999:317,318).

“Emlâk ve arâzi ve Hayvanat ve Temettuat” sayımları denilen bu sayımlar sonucu yirmi bine yaklaşan defter serileri oluşmuştur. 9 katalog halinde Osmanlı Arşivinde araştırmaya açılan defter sayısı 1747’dir. Buna Maliyeden Müdevver ve Kepeci Tasnifi’nde yer alan Temettuat Defterlerini de bu sayı yükselmektedir. Osmanlı Arşivi’nde 1988 yılında okuyucu ile buluşma imkânına kavuşan bu devasa yekûna sahip defterler Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihçileri için de yeni araştırma alanları meydana getirdi. Defterlerin sahip olduğu muhteva ve zenginlik, 19. yüzyılın Osmanlı taşrasının en geniş bir profilini sunma imkânını vermiştir. Hane esası üzerine yapılan bu sayımlarda yer alan bilgiler nihai olarak dört grupta toplanabilir;

1- Mükellef kişilik bilgileri:

a)Hane sahibinin ismi, b) Ünvanı ve mesleği

Hane 2 Numero 2

Şirin Hacı Osman bin Ömer’in emlâk ve arâzi temettu‘

(23)

2- Menkul ve gayrı menkul servet: a) Mükellefin sahip olduğu veya tasarrufunda bulunan ekili veya nadasa bırakılmış tarlanın, bahçenin, bağ ve çayırın dönüm olarak miktarı. Ayrıca kira ile tutulan ya da kiraya verilen toprakların dönüm olarak miktarı ve kimden kiralandığı yada kime kiraya verildiği. b) Hane sahibinin küçük ve büyük baş hayvanlarının cins ve miktarı.

c) Değirmen, dükkan, boyahane, debbağhane, kışlak vb. gayrimenkul servetin sayısı ve birim büklüğü

3- Gelirler: a) Mükellefin sahip olduğu veya tasarrufunda bulunan yukarıda sayılan her bir menkul veya gayrimenkul servetin bir yıl içinde sağladığı hasılat veya kira geliri.

b) Hane reisinin ve diğer hane üyelerinin esnaflık, ticaret veya emek faaliyetlerinden sağladığı gelirler.

4- Vergi ödemeleri:

a) Bir yıl içinde mükellef hane reisi tarafından ödenen bir tür gelir vergisi olan “vergü- yi mahsusa”nın kuruş olarak miktarı.

b) Gayr-ı müslim hane resinin ve diğer aile üyelerinin ödemekle yükümlü olduğu cizyenin a’lâ, evsat, ednâ olarak türü ve sayısı.

c) Aynen ödenen aşar vergisinin ürün olarak nevi, miktarı ve para olarak karşılığı.

d) Nakden ödenen aşar ve rüsumun para olarak değeri

1261 tarihli sayımı öncekinden ayıran en önemli husus kişinin sahip olduğu menkul ve gayrimenkul mallarının 1260 yılı gerçek geliri ile 1261 yılı tahmini gelirinin verilmesidir. Daha önceki sayımda sahip olunan menkul ve gayrımenkul malların kıymetleri veriliyordu (Öztürk, 2002).

Bolu eyâletine havi olduğu kazalardan Kocaeli Sancağı Kaimakamlığı dâhilinde Hendek Kazası’na tabi‘Yuvalık Karyesi’nin ahali-i İslam emlâk ve arâzi ve temettu mikdarını mübeyyin iş bu defteridir.

Ehl-i ziraatden olduğu

(24)

Vergi-yi sene-i sabık 520

A‘şâr-ı sene-i sabık

Hınta Erzen Ketan Çeltik Keyl Keyl Kıyye Keyl

10/ 30

3 4/ 4

1 3/ 3

1 20/ 140

7

Hane 1 Numero 1

Bodur oğlu Hacı Ali Molla bin Mustafa emlâk ve arâzi ve temettu‘

Kişinin vergisi yoksa bu durum “Kaza-ı mezbûrın naibi oldığından vergüsi olmadığı, yetim oldığından salyânesi olmadığı” gibi gerekçelerle belirtilmektedir.

Son olarak “Mecmû’undan merkûmın bir senede tahmînen temettu‘ denildikten sonra bu ibarenin altına kişinin mesleği varsa bundan elde edilen geliri ve diğer gelir toplamı alt alta yazılarak bir vergi mükellefinin genel kazancını ifade eden toplam yapılmaktadır. Hane gelirlerinin toplamı bazan yazılmamıştır. 1256 sayımında ise müfredatı ve kıymetleri verilen menkul ve gayrimenkulun nihai olarak emlak kıymeti ve hayvanların kıymeti ayrı ayrı toplanmakta ve bunlardan hasıl olan temettu ve bu temettua bağlı olarak senelik vergi miktarı yazılmaktadır (Öztürk, 2002).

1256'daki sayımlardan muhassıllar mes'ul olup, bu tarihli bir temettü defterinde muhassıllık, müfti, mal ve emlâk kâtipleri ve meclis âzalarının mühürleri; diğer bir defterde ise tasdik ibaresi altında naibin mührü bulunmaktadır. 1261'de sistemde değişiklik yapıldığından Müslümanların yazılması muhtar-ı evvel ve sânilerle köy imamları; gayr-i müslimlerin yazılması, varsa kocabaşılarla papazların sorumluluğu altında yapılmış olup defterlerin bitiminde bunların mühürleri vardır.

Temettüat defterlerinin, 1256 (1840)'da yapılan sayımlarda tutulanlarıyla 1260-61

‘dekiler arasında, gerek muhteva, gerek tertip tarzı bakımından biraz farklılık vardır.

(25)

Aslında her iki sayımda da mutlak bir yeknesaklık sağlandığı söylenemez. Her iki tipte de başa "hane" ve "numara" ve altlarına rakamlar konulmuştur. Birincisi defterdeki kaçıncı hane, ikincisi hane içindeki kaçıncı aile olduğunu göstermektedir. Meselâ, aynı hane numarası altında "Mehmed oğlu Hüseyin" üzerinde "1" numara, eğer yer müsaidse hemen yanında "Oğlu Hüseyin oğlu Mehmed" üzerinde "2" numara bulunmakladır. Bu numara bazan"3"e de yükselebilmektedir. Defterlerin bazılarında sahifeler çift sütun olarak tanzim edilirken bazılarında bu şekil, sadece emlâk ve malı az olanlar için kullanılmıştır (Kütükoğlu, 1995).

1.1. Temettuat Defterlerinin Güvenilirlik Meselesi

Tarihi veriler tarihçinin taleplerini değil bu verilerin oluşmasını sağlayan irade ve uygulayıcının maksatları doğrultusunda bilgi verir. Tarihçiye düşen görev de verinin oluşum gayesini bilerek hareket etmesidir.

Temettuat tahrirleri Tanzimat reformlarının mali ayağını oluşturan vergi tahsilini daha adil ve güvenilir bir şekilde yapabilmek amacıyla merkez tarafından belirlenen usûl ve kaideler çerçevesinde taşrada düzenlenmiş kayıtlardır. Bir istatistik oluşturmak gayesiyle değil, fonksiyonel amaçlarla düzenlenmiş olup, bürokrasinin fonksiyonel çabalarının bir yan ürünüdür. Merkezi bürokrasi bu sayımların kapsamım belirlerken çağdaş tarihçinin taleplerini değil, bu sayımın maksadını gözettiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Vergi düzenlemelerine esas olarak yapılan bu sayımların güvenilirlik sorunu da buradan kaynaklanmaktadır. Çağlar boyu vergi tahsil edenle vergi ödeyen arasındaki ilişkinin burada da geçerli olduğunu düşünmek gerekir. Vergi ödeyen kesimin daha az vergi ödeme eğilimi, vergi tahsil edenin ise en azından gerçeğe en yakın bir şekilde vergi toplama isteği bu tür verileri dikkatle okumayı gerekli kılmaktadır. Çünkü vergi mükellefinin eksik ve gerçeği aksettirmeyen beyanlarının olması mümkündür. Şu var ki bu tür tarihi verilerin düzenleyici tarafından mümkün olduğu kadar gerçeği yansıtma gayretleri sonucu oluştuğu varsayılırsa, verilerin güvenirliği konusunda tereddütler bir ölçüde aşılabilir.

Temettuat Defterleri'ne kaydedilmiş olan bütün servet unsurları ve gelirlerde aynı derecede güvenirlik sorunu söz konusu değildir. Temettuat verilerinin güvenirlik sorunu

(26)

üzerinde önemli uyarılarda bulunan Prof. Dr. Tevfık Güran defterlere kaydedilmiş olan toprak ve hayvanlar gibi servet kalemlerinin bu kayıtlar içerisinde doğrulukları en yüksek bilgiler olduğunu belirtiyor. Yine vergiler ve zirai üretimle ilgili veriler de doğruluk dereceleri yüksek bilgilerdir. Zirai üretimle ilgili bilgiler aşar vergisi değerleri esas alınarak tahmin edildiğinden beyanların gerçek üretim değerinden büyük sapma göstermediği beklenir.

Zirai üretimle ilgili verilerin en önemli probleminin 1844 yılının normal bir üretim yılı olup sadığıdır. Çünkü 1844 yılı iyi bir üretim yılı olduğunda zirai üretimle ilgili veriler gerçekten daha yüksek, kötü bir üretim yılı olması halinde ise daha düşük değerleri ifade edecektir. Aynı tür ürün farklılıkları bölgeler itibariyle de söz konusu olabilir. Ancak ürün dalgalanmalarından kaynaklanan bu durum fiyatların üretim miktarına göre ters yönde değişiklik göstermesi sebebiyle gelirler açısından söz konusu olmayacaktır.

Bir bakıma meslek gelirleri olarak tanımladığımız tarım dışı gelirlerin (sanayi ve ticari gelirler) tamamen tahmine dayalı olarak ifade edilmesi sebebiyle en önemli sapmaların bu alanda olacağı düşünülebilir. Fakat mahalle, köy gibi küçük yerleşim birimlerinde ve dar bir sosyal çevrede mükelleflerin ekonomik durumlarının önemli ölçüde bilinmesi bu tahminlerdeki rakamları tesadüflüğe dayanak rakam olmaktan çıkararak yüksek tahmine dayalı ve gerçeğe yaklaşan rakamlar haline getirir.

Temettuat Defterleri’nde yer alan verilerin kesin doğruyu ifade ettiği kuşkusuz söylenemez. Ancak bu veriler güvenirlik derecesi yüksek uzman tahminleri olarak değerlendirilebilir. Bu veriler aynı bölge içindeki yerleşim birimlerinin, hanelerin ve sosyal grupların nisbî durumlarının karşılaştırılmasında güvenirliği daha yüksek sonuçlar verir. Dolayısıyla temettuat verileri ait olduğu döneme ait salt tarihi gerçeği yansıtma yerine nisbi karşılaştırmalar için kullanılabilirliği daha yüksektir.

Bu veriler ne tür eksiklik ve yetersizlikleri taşıyor? Öncelikle sayımların yapıldığı dönemde ve günümüzde servet ve gelir kavramları arasındaki farklılıklar nedeniyle defterlerde yer alan veriler günümüz araştırmacısının amaçlarına yeterince cevap veremiyor, ikinci olarak bazı bölgelerde uygulamaya ilişkin yetersizlikler söz konusudur. Araştırmacı Temettuat Defterleri'ni kullanırken bu genel eksiklikler yanında, araştırma bölgesiyle ilgili sayımın kapsadığı verilerin doğruluk derecesini ve sapmaları kritik etmelidir.

(27)

Kişiler ve sosyal gruplar arası servet farklılaşması konusunda yapılacak araştırmalarda bir kaynak olarak Temettuat tahrirlerinin önemli bir yetersizliği, serveti oluşturan bütün unsurları kapsamamış olmasıdır. Bu tahrirlerde gelir sağlayan bazı fizik servetlere yer verilmiştir. Söz konusu tahrirlerde tarla, bağ, bahçe, gibi zirai gelir getiren servet, kira geliri getiren han, hamam, dükkan, değirmen, debbağhane gibi bazı gayrımenkuller ve hayvanlar sayımda yer almıştır. Şahsın oturduğu ev, esnafın mesleğini icra ettiği dükkan ve iş yeri, nakit para, ev eşyaları, sınai ve ticari işletmelerdeki araçlar ve ticari stoklar, borçlar ve alacaklar sayımın dışında tutulmuştur. Temettuat tahrirleri bu eksik yönleri itibariyle ailelerin servet büyüklüğünü tam olarak yansıtmıyor ve bu yönde yapılacak mukayeselerde net bir tablo ortaya koyamıyor. Ancak sayım dışı kalan bu servet unsurlarının getirdiği eksikliğe rağmen, sanayi öncesi toplumlarda kişilerin servetlerinin büyük bir bölümünü hayvanlar ve toprak oluşturması sebebiyle bilhassa kırsal kesimde servet birikimi ile kişiler ve sosyal gruplar arası servet farklılaşması üzerinde yapılacak araştırmalarda bu eksikliğin sakıncalarının azaldığı söylenebilir.

Temettuat sayımları sonucu oluşan bu verileri maalesef başka kaynaklarla test etme imkanı yoktur. Çünkü aynı tür verileri kapsayan dönemin başka kaynakları mevcut değildir. Vergiye esas olmak üzere yapılan bu sayımlar birbirini takib eden iki yakın tarihi kapsıyor. Bir başka dönemde aynı tip sayımlar yapılmamıştır.

Temettuat sayımlarının belli bir tarihte yapılmış olmasının bir başka dezavantajı ise ancak statik tahlillere imkan tanıması, on dokuzuncu yüzyıl içinde yaşanan değişmeleri tahlile elverişli olmamasıdır.

Taşıdığı bu eksiklikler ve güvenirlik sorununa rağmen Temettuat tahrirleri ciddi bir kritiğe tabi tutularak on dokuzuncu yüzyıl iktisadi ve sosyal tarihimiz üzerinde nicel ağırlıklı kapsamlı araştırmalara imkan tanıyan zengin bir bilgi kaynağıdır (Öztürk ve Akgündüz, 2002:35,36,37).

BÖLÜM 2: HENDEK’İN SİYASİ TARİHİ

İlk çağlarda bölgenin hakimi Bitinyalılar'dan hiç bir eser yoktur. Daha sonra bu bölgeye hakim olan Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklular'dan yalnızca Bizans dönemine ait olmak üzere civar köylerde mezarlar ve kalıntılar vardır. Haraklı,

(28)

Dikmen ve Nuriye'de örnekleri bulunmuştur. Ancak Hendek´te önemli bir iz yoktur.

Bunun nedeni, o zamanlar Adapazarı - Hendek ovasının bataklık olup yerleşime uygun olmadığı olabilir.

O dönemlerde Hendek ve civarında yerleşmiş olan İslam kolanizatör dervişlerine ait olduğunu sandığımız Salman Dede, Sarı Dede, Erenler türbesindeki dervişler bölgenin islamlaşmasında rol oynamışlardır. 1300´lü yılların başlarında Osmanlılar bu bölgeyi fethettiğinde Hendek ve civarında yaşayan Türk kabilelerinin müslüman olduğu sanılmaktadır. Bu da bu bölgede yaşayan Türklerin Osmanlı Devletinin yönetimine geçmeden önce İslam Dinini benimsediklerini gösteriyor. Hendek'in Bizanslılardan Osmanlı İdaresine geçişi, Orhan Bey zamanında Konuralp kumandasındaki bir askeri birlik tarafından sağlanmıştır. Kasabaya bir süre "Konuralp" dendiği eldeki belgeler ve rivayetlerden öğrenilmektedir. Orhan Bey´in kasabaya gelerek burayı gördüğü, burada gördüğü iltifattan dolayı Şeyh İbn-ü İbrahim´e kasabayı vakf ettiğini 700 Hicri Tarihini taşıyan Berat Vakıf Name vesikasından öğreniyoruz.

Miladi 1401 yılında Hendek´te Şemsi Paşa vakfiyesi tarafından; bir han, bir hamam ve 35 dükkan yapıldığına dair Topkapı Sarayı Kütüphanesinde belgeler vardır. 1500´lü yıllarda Bağdat seferleri için yapılan ünlü Bağdat yolu kalıntıları, Hendek´te bugünkü Kemal Paşa Caddesi, Eski Düzce Caddesi, Hüseyin Şeyh ve Kalayık´tan geçmekteydi.

Bagdat Yolu üzerinde bulunan Hendek dönem dönem gezginlerin de uğrak yeri olmuştur. Hendek'e uğrayan gezginler ve Hendek için söyledikleri şunlardır:

Jean-Babtiste Tavernier (1640): Evliya Çelebi'den önce Hendek'ten geçen Fransız gezgin. Gezi yolu: İzmit - Sapanca - Ada (pazarı) ve Hendek'tir. Tavernier, Sakarya Nehri'ni ağaçtan yapılmış üzerinde tahtalar bulunan köprüden geçip Concoli'ye (Han Dağı'nın bozuk yazılışı) varır. O dönemde Hendek'te bir kervansarayı olan kasaba görünümündedir. Vakıf kayıtlarından anlaşıldığına göre kervansaray/han yaptırılması Kanuni Sultan Süleyman devri devlet adamlarından Mustafa Paşa tarafından gerçekleştirilmiştir. Ada ile Hendek arası da akarsular nedeniyle sürekli bataklık durumdaydı. Tavernier, bir gün sonra Concoli'ye gelebilmiş ve burada bir gece kalmıştır. Onun sonraki durağı Tuskebasar (Düzce pazarı'dır) .

(29)

Menzil-ikasaba-i Handakpâzârı: (—) sancağı hâkinde bir ormanlı ve dağlı ve bâğçeli ve camili ve hân u hammâmlı ve çârsû-yı bâzârlı müzeyyen kasabacıkdır. Ve yüz elli akçe kazadır. Ve yeniçeri serdârı ve kethüdâyiri ve subaşısı vardır. Ve bu mahalde bir çamurlu batak orman içre bir haşeb cisr-i tavîli vardır kim Arab u Acemde meşhur batak-ı azîmdir. Andan yine cânib-i şarka 12 sâ'at orman-ı azimler içre gidüp"

Evliya Çelebi, Sabanca-Düzce Pazar arasına tesadüf eden izlenimleri böyledir.

Yörenin, idari, sosyal ve coğrafi yapısını da böylece ifade etmektedir. .Ancak, Z.

Kurşun'un doğru olarak yazdığı "Handak Pazarı", daha önceleri "Hasandan" diye hatalı bir şekilde ele alınmıştır. Gezi notlarından da anlaşılacağı üzere Evliya Çelebi, "Ada Köyü"ne gitmemiş, az güneyden doğuya uzanan ve Handak/ Hendek'e ulaşan yolu takip etmiştir.

1800´lü yıllarda Kocaeli Sancağı´na bağlı küçük bir yerleşim yeri olan Hendek, 93 Harbi denen 1876 Osmanlı-Rus savaşı sonrası göçlerle önem kazanmıştır.

1887-1888 yıllarına ait muhacirun defterlerinde bu bölgeye 2000 Kafkasya göçmeni yerleştirildiğini yazmaktadır. 241 Laz, 580 Gürcü, sayısı belirtilmeyen Çerkez ve Abaza bölgeye yerleştirilmiştir. 1890 nüfus sayımında Hendek nahiyesinde 10025 Müslüman, 300 Rum-Ortodoks, 1800 Ermeni-Gregoryan , 875 Kıpti olmak üzere 13000 kişi yaşamaktaydı. Bu sayıya nahiyeye bağlı köylerde dahildir. Zira Akyazı da, o dönemde Hendek'e bağlı Aksaray köyü idi. 1890 istatistiklerinde Hendek´te toplam 37 camii, 1 kilise, 6 çeşme, 2 hamam, 32 han, 3 fırın, 111 dükkan, 26 çiftlik ve 35 öğrencilik bir rüştiyesi varmış. Hendek, cumhuriyetten önce Kocaeli mutasarraflığına bağlı kaza haline getirilmiştir. 1907 yılında belediye kurulmuştur.

(30)

2.1 Mahmut Bey’in Şahadeti

Cumhuriyet öncesi kargaşa döneminde 13 Nisan 1. Düzce Ayaklanmasında ilçe olumsuz bir isimle tarihe geçmiştir. Geyve'de bulunan 24. Tümen Komutanı Miralay Mahmut Bey, Kurtuluş Savaşı'nda Düzce'de çıkan isyanı bastırmak için bölgeye gönderildi. Mahmut Bey, isyancıların haberci beylerini Hendek'te kabul etti. İsyancılar, su istediklerini ve kendilerini Düzce'de karşılayacaklarını bildirdiler. Bu sözlerin samimiyetine inanan Mahmut Bey ordusu ile Sarıbayırlar mevkiinde pusuya düşürüldü. Mahmut Bey ve 3 arkadaşı şehit edildi. Mahmut Bey ve arkadaşları vurulduktan sonra, Hendek Hükümet Konağı yanındaki caminin bahçesine törenle gömülmüşlerdir.

(31)

BÖLÜM 3: İDARİ YAPI

Osmanlı İmparotorluğu’nda ülke yönetiminde asıl birim sancaktı.Birkaç sancağın oluşturduğu ve adına eyalet yada vilayet denilen ünite, varlığını devletin kurluşundan günümüze dek bazı değişikliklerle korumuş bulunmaktadır.Bu yönetim biçiminin oluşturulmasında askeri amaçlar göz önünde tutulmuş ve niteliği, Tanzimat’ın ilânı’na dek hemen hemen hiç değişmeden sürmüştür (Çadırcı, 1987;1215).

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri “Kaza” adı ile anılan ve başlangıçta idari – adli, daha sonraları ise sadece adli bir birim olarak bu ad ve kavram bulunuyordu.

Mahkemenin, kadı veya naibin bulunduğu her yerleşim bölgesi, eyalet merkezi, sancak veya voyvodalıkla yönetilen kasaba ve köyler topluluğu adli bir birim olarak Tanzimat’ın ilanına kadar kaza adı altında varlığını devam ettirmiştir (Çadırcı, 1989:237).

Klâsik dönemde Osmanlı şehrinin idaresi ve yargı görevi, ilmiyye sınıfından olan kadılara bırakılmıştı. Kadı sadece şehrin değil, civarındaki köy ve nahiyelerin de mülkî âmiri ve yargıcı idi ki, bu bir kaza dairesidir. Merkez bürokrasisinin üyesi olan kadı, belirli bir süre için tayin edildiği bu bölgede yargının, kolluk işlerinin, malî görevlerin ve şehir yönetiminin sorumlusuydu. Geleneksel devlette devamlı görev gören ve kurumsallaşan bürokratik kadro çok dardır. Genellikle büyük memurların personeli onların özel hizmetlileridir. Kadı da, görev yerine kendi kapı halkı (özel personeli) ile gelir ve giderdi veya gittiği yerde bazı kimseleri istihdam ederdi. Osmanlılarda mahkeme görevlileri içinde değişmeyenler çok dar sayıda olmalıdır. Mahkeme veya şehir kâtibi diyebileceğimiz bu gibilerin her yerde bulunup bulunmadığı da kesinlik kazanmış değildir.Kadıların belediye veya mahkeme gibi kurumsallaşmayı temsil eden ofisleri de yoktu. Hangi binaya yerleşirlerse orası mahkeme veya belediye binası sayılırdı. Hattâ başkent istanbul'da bile belli bir kadılık ofisi olmadığı, ancak II. Mahmud döneminde İstanbul kadısının Bâb-ı Meşî-hat'ın bir bölümüne yerleştirildiği ve devamlı ofisinin burası olduğu bilinmektedir. Ne kadının, ne yardımcı personelinin mahallî halk tarafından seçilip denetlenmesi veya idareye halk temsilcilerinin belirli bir statü ve kural çerçevesinde katılmaları söz konusuydu.

Ekonomik işlerde (fiyat tesbiti, narh konması), kolluk görevinin yerine getirilmesinde, malî işlemlerin yürütülmesinde (vergi tarh ve cibayeti gibi) kadı halkın ve esnafın temsilcisi sayılan kimselere başvurduğu takdirde yardımcı olurlardı. Esnaf loncalarının

(32)

temsilcileri olan esnaf kethüdalarının, şehir ileri gelenlerinin (vücuh-ı belde) ruhanî reislerin varlığına rağmen bu gibi kimselerin şehir yönetimine katılmak için devamlı kurullar halinde toplanmadıkları ve çalışmadıkları görülmekteydi. Şu halde, Tanzimat devrine kadar Osmanlı ülkelerinde şehir ve eyâlet idaresinden, vakıflar gibi ekonomik- sosyal kuruluşlardan, cemâat örgütlerinden sözedilebilir ama, mahallî idare gibi bir kavram ve kurumdan hattâ idareye yardımcı olan devamlılık kazanmış mahallî kurullardan sözetmek kesinlikle mümkün değildir. İmparatorluğun idarecileri ile yerel halkın bir uzlaşmaya gittikleri, karşılıklı bir güçler dengesinin yasallaşması içinde ortak karar vererek yönetimi paylaştıkları görülmüyor.

Tanzimat dönemi, idarî modernleşme ihtiyacının şiddetle duyulduğu imparatorluğun son yüzyılıdır. Bu idarî modernleşme ise, kaçınılmaz olarak hukukî, kültürel, siyasal ve sosyal değişmeyle birlikte olmuştur. 19. yüzyıl Türkiye'sinde tarımda, sanayide gözden uzak tutulamayacak bazı değişmelerin meydana geldiği de açıktır.

19. yüzyıla kadar imparatorluk idaresi bazı hizmetleri mahallî gruplara, dinî cemâatlere, vakıflara bırakmıştı. Tanzimatçılar bu gibi hizmetleri de olabildiğince merkezî hükümet örgütüne devrettiler. Meselâ, bazı yol geçitlerinin korunması vergi bağışıklığı karşılığında derbentçi denen köylere bırakılmışken; Tanzimat'tan sonra bu görev onlardan alınmış, hükümetin kolluk kuvvetlerinin sorumluluğuna verilmişti.

Vergilerin tarh ve cibayeti daha önce cemâat idarelerinin, şehir ileri gelenlerinin reyiyle tesbit edilip mültezimler tarafından toplanırken, bu usulden vazgeçildi. İlk anda iltizam usulü de kaldırılmış, merkezden gönderilen yetkili muhassıllar ve onlara yardımcı olarak mahallî halkın temsilcileri ve ruhanî reislerden oluşan devamlı kurullar (muhassıllık meclisleri) bu işlerle görevlendirilmişti. Ancak Tanzimat önderleri kısa zamanda merkezî bir malî idareyi gerçekleştirecek bürokratik altyapının noksanlığını gördüler ve trajik bir biçimde iltizam usulüne dönüldü. Asayişin sağlanması ise, köy ve kasabalardaki halktan, bazı loncalardan veya bu görevi ihale usulü ile yüklenen yasakçı, muhtesib v.s. gibi kimselerden alındı, zabtiye örgütü güçlendirildi. Bazı başarısızlıklarına rağmen Tanzimat liderleri, merkeziyetçi bir devlet mekanizmasını gerçekleştirmekte hayli yol almışlardı. İşte bu modern merkeziyetçilik, güçlendiği ölçüde Osmanlı toplumunda modern anlamda mahallî idarelerin çekirdeğinin oluştuğu, yerel grupların idareye katıldığı görülüyor. Ordunun, maliyenin,

(33)

mülkî idarenin her dalının hükümet kontroluna alınmak istendiği ve eğitimin de buna yönelik bir biçimde düzenlendiği ortamda, mahallî halkın temsilcilerinin yardımına başvurmak da kaçınılmazdı. Şu halde 1840'lardan beri muhassıllık meclislerinde, sonra memleket meclislerinde, daha sonra vilâyet, liva, kaza idare meclislerinde, vilâyet temyiz dîvânlarında, ziraat komisyonu, mal sandığı ve belediye meclislerinde mahallî temsilcilerin bulunması, sadece merkezî hükümet bürokratlarının tek taraflı tasarrufu veya inayetiyle gerçekleşmiş değildir. Merkezî hükümet bu grupları dışlayacak güçte de değildi, zaten o çağda sadece Osmanlı devletinin merkez bürokrasisi değil, Avrupa'nın hiçbir modern devlet örgütü böyle totaliter bir güce sahip değildi.

Demokratik değil, sadece kanunî ve âdil bir idarenin gerçekleştirilmesi için idare edilenlere de danışmak ve onların yardımını almak gerekliydi.

Tanzimat döneminin idarî reformları, bu nedenle ülkemizde mahallî idarelerin doğuşu için gerekli ortamı da hazırlamıştı. Kuşkusuz Tanzimat döneminin devlet adamları, siyasal katılma, mahallî demokrasi gibi bir siyasal programı benimsemiş kimseler değillerdi. Hattâ böyle bir siyasal gelişme onları ürkütürdü. Onların istedikleri kanunî ve âdil bir idarenin kurulmasıydı..

Seçim konusu bizim tarihimizde Tanzimatçıların vilâyet idaresinde yaptıkları reformlar dolayısıyla gündeme geldi. Seçim usulüne, kurumsallaşan ve devamlılık kazanan kurullara yerli halktan temsilci olarak katılacak üyelerin saptanması nedeniyle başvurulacaktı. Öngörülen seçim usulü pek ilkeldi, bundan başka yaygınlıkla uygulanmadığı da kesindir. Ancak önemli olan bir seçim usulünün öngörülmesi ve hukukîleşmesidir.

Maliyenin ıslahı için vilâyetlerde sancak merkezlerine gönderilen vali yetkisinde ve validen bağımsız yüksek rütbeli maliye memurlarının, yani muhassıllarının yanında muhassıl meclisleri kurulacaktı. Bu meclislere muhassı-lın maiyyet memurlarından başka, memleketin hâkimi, müftisi, asker zabiti, ruhanî reisler ve memleket ileri gelenlerinden altı kişi katılacaktı. Sözü edilen altı kişi seçimle görevlendirileceklerdi.

Muhassıl meclislerinin kuruluş biçimiyle ilgili olarak, Meclis-i Ahkâm-ı Adliye'nin hazırladığı nizâmnâmenin ilk bendinde seçimin usulü tarif edilmektedir. Seçilecek kimseler bulunduğu memleketin akıllı, afif ve muteber adamlarından olmalıdır.

Adaylar önce mahkemeye gelip isimlerini kaydettirecekler, sonra seçmenlerin oyuna

(34)

başvurulacaktı. Seçmenler ise, kazaya bağlı köylerden kura ile saptanan beşer kişi ve kaza merkezlerinde de yerleşme yerinin büyüklüğüne göre "akıllı, sözanlar, emlâk sahiplerinden 20-50 kişi" olacaktı. Bir araya toplanan bu seçmenlerin karşısına adaylar çıkarılacak ve tek tek her adayı isteyen seçmenler bir yana, istemeyenler öbür yana geçeceklerdi. Oyların çoğunluğunu elde eden aday seçilecek, isteyen ile istemeyenler eşit ise kur'a-i şer'iyye'ye başvurulacaktır.

19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'nda da merkeziyetçi devlet felsefesi ve eğilimi egemendi. Modernleşme bürokratik örgütlerin büyümesine neden olmuştur. Devlet faaliyetlerindeki ihtisaslaşma, merkezde ve vilâyetlerdeki örgütlerde ihtisaslaşmayı yaratmaktadır. Merkezî hükümet sanayiden eğitime kadar hayatın her alanını düzenleme eğilimindedir. Yabancı devletlerin misyonerleri ülkenin her yanında sayısız okul ve sosyal kurum açarken, Bâbıâlî bürokrasisi hayırhah davranmasa bile engel olamamaktaydı.Ama herhangi bir yerdeki halk kendi ihtiyacına yönelik bir çırak veya ebelik okulu veya çobanlık ve tarım teknisyenliği kursu açmak istese buna izin ve- rilmeyeceğine şüphe yoktu. Yetimhane veya sanayi mektebi kurmak, taşradaki mahallî önderlerin değil, ancak gönderilen valilerin girişimiyle oluyordu. Merkezî hükümet çoğu yerde belediye örgütünü kurmamış ve belediye meclislerine uzun süre tüzel kişilik kazandırmamıştır. Belediyelerden beklenen hizmetlerin bir kısmı vakıfların, bir kısmı merkezî hükümet organlarının elinde olduğundan, İstanbul'da bile belediyenin etkin bir hizmet görmesi mümkün değildi. Bir semtten diğer bir semte suyolu veya kaldırım döşemek için iki-üç nezâret veya evkafla anlaşmak gerekirdi. Kuşkusuz belediyelere ayrılan malî kaynaklar da çok yetersizdi. Belediyeye yeni malî kaynaklar sağlamak konusunda Bâbıâlî bürokrasisinden daha isteksiz davrananlar ise taşra eşrafı idi. Yeni kaynak, yeni vergi demekti. Bu eğilimi Osmanlı meb'ûs-lar meclisinde de görmek mümkündür.

Son devir Osmanlı yöneticileri belediye örgütünü sadece düzenli şehir hizmetlerinin görülmesi için istediler. İkinci Meşrûtiyet döneminde belediyeler örgüt olarak geliştirilip, tüzel kişilik kazandıkları halde, önceki devirden daha güçlü merkeziyetçi politik baskıyla yönetildiler ve her yerde merkezî hükümete daha bağımlı hale getirildiler. Bu politika imparatorluktan cumhuriyete miras olarak kalmıştır. Hızlı bir şehirleşmeyle birlikte siyasal katılma sorununun da büyük boyutlara ulaştığı günümüz

(35)

Türkiye'sinde mahalli idareler halen geçmişin getirdiği uyumsuz yapıyı taşımaktadırlar (Ortaylı , 2000:224-231).

3.1 Mahalle İsimleri

Her toplumda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de mahalleler, toplumu oluşturan ve kendine has özellikleri olan önemli sosyal kurumlardı. Osmanlı mahallesi cami ve mescid etrafında oluşan bir yapı arz ediyordu. Bu nedenle olsa gerek, cami veya mescide ismini veren şahsın ismi de, çoğu kere mahallenin ismini teşkil ediyordu (Ayverdi, 1958:3). Fatih Camii’nin adını verdiği Fatih semti gibi, Sultanahmet Camii’nin adını verdiği Sultanahmet gibi, Akşemseddin Mescidi’nin adını verdiği Akşemseddin mahallesi gibi. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

3.2 Mahallenin Unsurları

Osmanlı mahallesi mescid ve cami etrafında teşekkül etmesine rağmen tek başına fiziki yapıyı tamamlayan bir unsur değildi. Tekke, çeşme, hamam, gibi yapılarda mahallenin temel unsurlarıydı. Mahallenin temelini teşkil eden cami ve mescid aynı zamanda dini hayatın da temelini oluşturmaktaydı. Bunların masraflarını karşılayabilmek için geniş bir vakıf sistemi tesis edilmişti. Meselâ Ayasofya Camii masraflarını karşılayabilmek için Yedikule selhhânelerinin kira bedelleri tahsis olunmuştu (Refik, 1978:8-9). Bunun dışında orta halli vatandaşlar tarafından muayyen hizmetlerin yapılabilmesi için de vakıflar kurulmuştu. Mahalle mescitlerinden bazılarının zamanla cami haline dönüştüğü de görülmekteydi. Mahalle halkı cemaatin çok olması sebebiyle mescidin cami olması yönündeki taleplerini dilekçeyle kadıya arz ediyor, gerekli tahkikat yapıldıktan sonra uygun görülürse minber konularak Cuma ve bayram namazlarının kılınmasına müsaade edilebiliyordu. Bunun örneklerinden birisini arşiv kayıtlarından tespit etmek mümkündür. Örneğin Üsküdar’da Hacı Cafer Mescidi’nin mahalle halkından başka cemaati çok olduğundan cami olabileceğine dair husus kadılığa arz edilmiş ve Nefise Hanım isimli bir kişi tarafından minber masraflarının karşılanması üzerine, cuma ve bayram namazlarının kılınmasına izin verildiği görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında büyük fonksiyonlar

(36)

gören ve yeni fethedilen yerlerin halklarının devlete olan bağlılıklarını artırmada büyük faydalar sağlayan tekke ve zaviyeler de, Osmanlı toplum yaşantısının bir parçası olmaya devam etmekteydiler. Tekkeler sadece ibadetle meşgul olunan yerler değildi.

Bu kurumlar, öteki bütün sosyal müesseseler gibi bulundukları zaman ve mekanın gerektirdiği sosyal, iktisadî ve dinî şartlara bağlı olarak Osmanlı kültürünün yayılmasında ve yaşanmasında büyük fonksiyon icra etmişlerdir. Buralarda yaşayan insanlar kendi masraflarını yine kendi üretim güçleriyle karşılıyor ve tekke ve zaviyenin etrafında bağ, bahçe yapıyor, değirmen işletiyor ve sürüler besliyorlardı.

Kendi masrafları dışında barındırdıkları ve yoldan gelip geçen insanların masraflarını da yine kendileri karşılıyorlardı. Anadolu topraklarındaki zaviyeler konusu, Anadolu’nun iskânı, Türkleşmesi ve Müslümanlaşması konusuna paralel bir geçmişe sahiptir. Tekke ve zaviyeler ilk devirlerde bir iskân unsuru olmuşlar ve Anadolu’da Türklere karşı sempati oluşturulmasında ve İslâmiyetin yayılmasında önemli rol oynamışlardır.

Tekke ve zaviyeler, gerek Selçuklular, gerekse de Osmanlılar zamanında okul açmanın mümkün olmadığı ve insanların göçebe olarak yaşadığı bölgelerde de sosyal hayatını düzenleme ve buralarda yaşayan insanların merkezle olan bağlarını sağlamada propaganda yapma konusunda büyük rol oynamışlardır. Savaşlardan sonra kazanılan ve yerleşime yeni açılan bölgelerde yaşayan halkın yeni idareye karşı ısındırılmasında ve onlara müsamaha ve hoşgörüyle yaklaşmak suretiyle Müslümanlığı benimsemelerini sağlamada zaviyelerin büyük etkisi olmuştur. Osmanlı mahallesinde temizlik esastı. Bu amaçla çeşme ve hamamlara büyük önem veriliyordu. Çeşmeler için vakıf gelirleri tesis edilirken, mevcut hamamlar da, vakf olundukları müesseselere gelir getiren önemli kalemlerdendi. Çünkü hamamlara rağbet Osmanlı mahallesinde oldukça yaygındı.

3.3 Mahallenin İdaresi

Mahallelerin cami veya mescid etrafında teşekkül etmesi bu mabetlerin imamlarını mahalle idaresinde önemli bir konuma getirmiş, bu kişiler halkın dinî hayatında olduğu gibi mahallenin idâri yapısında da söz hakkı sahibi haline getirmiştir. İmamlar imtihanla seçilmekte, tayinle göreve gelmekte ve kendilerine berât verilmekteydi.

(37)

İmamların nikah kıyma, cenaze kaldırma gibi vazifeleri dışında geniş idari yetkileri de vardı. İmamların yetkilerinin belirtildiği bir belgede, “mahallenin ırzını korumak ve mahalleye zarar verecek durumları ortadan kaldırmak, mahalle halkının emniyet ve rahatlarını temine dikkat etmek” olarak belirtilmiştir.

Mahalle imamları Osmanlı idaresinin çeşitli konularda çıkardığı hükümleri halka duyurdukları gibi, aynı zamanda bunların uygulanmasına da bizzat nezaret ederlerdi.

Mahallede kefilsiz yabancı insan oturmasına izin vermedikleri gibi, ahlâksızlığın yayılmasına mani olmak da bunların vazifeleri arasındaydı (Refik, 1988:145).

İmama yardımcı olmak üzere müezzinin ve mahalle kethüdasının da idarî görevde aktif olarak bulunduğunu görmekteyiz (Ergenç, 1982:107).

Burada daha önemli bir noktayla da karşılaşmaktayız. Osmanlı toplumunda mahalle halkı da idare söz sahibi idiler. Mahalle birbirini yakından tanıdığı için aynı zamanda birbirlerine müteselsil kefil idiler. Yani faili belirlenmemiş bir olayın aydınlatılmasında toptan sorumlu tutulmaktaydılar. Böylece vergi yükümlüleri tam olarak tespit edildiği gibi, merkezi otorite ve genel güvenlikte sağlanmış oluyordu (Ergenç, 1984;73,74).

Bu sayede mahallede kendiliğinden bir oto kontrol sistemi oluşmuş oluyordu.

Herhangi bir kişi genel huzuru ve düzeni bozacak bir durum sergilediğinde önce gerekli uyarılar yapılmakta, bundan sonuç alınamaması halinde cezai müeyyide uygulanması talep edilmekteydi. Bu durum herkes için geçerliydi. Gerek idarecilerden biri, gerekse de mahalle halkından birisi cemiyetin huzurunu bozacak bir davranış sergilediğinde, daha üst idarî mercilere başvurularak bunun önüne geçilmesine çalışılmaktaydı. Bununla ilgili arşivlerde çok sayıda belge mevcuttur. Meselâ bunlardan birinde, mevcut gelirlerine kanaat etmeyerek ev ve dükkân kiralayanlardan kefilleme adı altında para talep eden imam ve müezzinlerin bu hareketlerinden vazgeçmedikleri takdirde derhal görevlerinden azledilecekleri kendilerine bildirilmişti.

Yine bir başka belgede, İstanbul’daki Mimar Sinan Mahallesi sakinlerinin camiyi kapalı tuttuğu ve görevinde dikkatli olmadığı için, azledilmesi talebiyle imamı şikayet ettiklerini görüyoruz.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ağız çizgisinde; çoraplık çizgisinden başlayarak; gamba köşesi, gamba astarı çizgisi, kamara payı ve çoraplık çizgisi çizilir.. Standart formda

İliç yakınlarında yapılan siyanürlü altın işletmeciliği ve baraj inşaatı, bir zamanlar küçükbaş hayvancılığın yapıldığı en önemli merkezlerden birisi olan

Meğri (Fethiye) Kazası da Anadolu sayımı içinde yer almış ve Menteşe Sancağı kazaları içerisinde sayılmıştır 103. Meğri Kazası’nın nüfus sayımını Kudüs

Data were analyzed by year, treatment in private offices or different medical care setting levels, gender, age and the speciality of the prescribing health care

Tahrir Defterlerine göre daha modern bir tasarıma sahip olan Temettuat Defterleri hane halkının mevcut menkul ve gayrimenkullerini, yıllık kazancını, mesleğini,

Yalvaç’taki temettuat vergisinin 751395 kuruş ile %87’si köylerden toplanmaktadır.. yüzyılın ilk yarısında Yalvaç’ın sosyal ve ekonomik tarihini

Yenice, Cuma ve Sinanbey Mahalleri’ni ayrı olarak değerlendirmemiz gerekirse Cuma Mahallesindeki hane reislerinin sahip oldukları toplam toprak miktarı yenice mahallesinin 2.5

Mezrûʻ bahçe dönüm 0,5 hâsılât-ı seneviyyesi guruş sene 60 50 ber-vech-i tahmînen sene 61 50 100 Mecmûʻundan sene 60 tahmînen bir senede temettuʻâtı guruş 100