• Sonuç bulunamadı

Fatma Âliye'de felsefe ve kelam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fatma Âliye'de felsefe ve kelam"

Copied!
73
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLAM FELSEFESİ BİLİM DALI

FATMA ÂLİYE’DE FELSEFE ve KELAM

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Doç. Dr. İsmail TAŞ

HAZIRLAYAN

Mehmet KÖKSAL

(2)
(3)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin Adı Soyadı (İmza)

(4)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Mehmet KÖKSAL tarafından hazırlanan ‘FATMA ÂLİYE’DE FELSEFE ve KELAM’ başlıklı bu çalışma …/…/2011 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Doç. Dr. İsmail TAŞ

Danışman İmza

Yrd. Doç. Dr. Lütfi CENGİZ

Üye İmza

Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

Üye İmza

(5)

ÖNSÖZ

Geçmişini bilmeyen bir milletin geleceğe güvenle yürümesi düşünülemez. Geçmişini her anlamda iyi tanıyan ve bilenler ancak geleceğini sağlam temeller üzerine kurabilirler. Bir toplumun kurulması ve gelişmesi konusundaki temellerden en önemlisi de şüphesiz geçmişteki düşünce ve tecrübeleridir. Bu bakımdan geçmiş düşünce yapımızı iyi tahlil etmeliyiz. Bu bakımdan özellikle yakın tarihimiz ve Osmanlı Devleti’nin son dönemleri önem arz eder.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde önemli ilim ve fikir adamları yetişmiştir. Fatma Âliye Hanım’da bu dönemde yetişmiş önemli bir yazar ve düşünürümüzdür. Fatma Âliye Hanım bir kadın olarak, eserleriyle, düşünceleriyle o dönemde dikkatleri üzerine çekmiştir. O, Tanzimat döneminde felsefe yapan ilk ve tek kadın olarak son dönem Osmanlı fikir dünyasında öne çıkan isimlerden birisidir.

Fatma Âliye Hanım üzerinde çalışmamızın en önemli sebebi onun Tanzimat döneminde felsefe yapan ilk kadın olmasıdır. Felsefe ve Kelam konularını içeren iki müstakil eseri vardır: Tetkîk-i Ecsâm ve Terâcim-i Ahvâli Felâsife.

Bu çalışmanın amacı Fatma Âliye Hanım’ın Felsefe ve Kelam konularına yaklaşımını ortaya koymaktır. Çalışmamız yazarın Tetkîk-i Ecsâm ve Terâcim-i Ahvâli

Felâsife adlı eserleri üzerinden yürütülmüştür.

Ayrıca burada belirtmemiz gerekir ki, ilk felsefe yapan kadın olarak Fatma Âliye üzerinde yeterince durulmaması da bu çalışmanın ortaya konmasında etken olmuştur. Yazar hakkında yapılan çalışmalar daha çok onun edebî ve içtimaî yönüne dönük çalışmalardır. Felsefe ve kelamla ilgili olarak kaleme aldığı yukarıda ismi geçen eserleri üzerinde yapılmış çalışmalar vardır. Ancak yapılan bu çalışmalar da yazarın bu eserlerinden sadece birini ele alarak Osmanlıca’dan sâdeleştirme ve eserlerin incelenmesi şeklindedir. Bizim yaptığımız bu çalışmanın önemi ise ilk felsefe yapan kadın olarak Fatma Âliye’nin felsefî ve kelamî çalışmalarını birlikte irdeleyen bir eser olmasıdır. Yazarın yeterince bilinmeyen bu yönünü mercek altına almaya çalıştık.

(6)

Çalışmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Fatma Âliye Hanım’ın hayatı ve eserleri üzerinde kısaca durmaya çalıştık. Birinci bölümde Fatma Âliye felsefî yönünü, ikinci bölümde ise kelâmî yönünü ele aldık.

Bu çalışmayı yaparken yardım ve desteklerini esirgemeyen danışman hocam sayın Doç. Dr. İsmail TAŞ’a ve çalışma boyunca sabırla beni destekleyen eşim Nadire KÖKSAL’a teşekkürlerimi sunarım.

Mehmet KÖKSAL

(7)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Mehmet KÖKSAL Numarası:

084245011002 Ana Bilim/Bilim Dalı FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ /

İSLAM FELSEFESİ

Ö

ğrencinin

Danışmanı Doç. Dr. İsmail TAŞ

Tezin Adı FATMA ÂLİYE’DE FELSEFE ve KELAM

ÖZET

Fatma Âliye Hanım (1862-1936) Tanzimat Döneminde felsefe yazan ilk ve tek kadın olarak son dönem Osmanlı düşüncesinde oldukça önemli bir isimdir. Fatma Âliye sadece felsefeyle ilgilenmemiş, edebi tarihi ve toplumsal alanlarda da kalem oynatmış bir aydındır.

Fatma Aliye felsefi ve kelami düşüncelerini genel olarak iki müstakil eserde ortaya koymuştur. Bu eserleri Tetkîk-i Ecsâm ve Terâcim-i Ahvâli Felâsife. Çalışmamız bu iki eser üzerinden yürütülmüştür.

Tez üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Fatma Aliye’nin hayatı ve eserleri, ikinci bölümde felsefi görüşleri, üçüncü bölümde kelami görüşleri üzerinde durulmuştur. Yazar görüşlerini ortaya koyarken daha çok inanç kriterlerini ön planda tutmuştur.

Sonuç olarak Fatma Âliye Hanım’ın kendi dönemi içerisinde Türk düşüncesinin canlılığının korunması bakımından önemli çalışmaları olmuştur. Yaptığı çalışmalar ona son dönem Türk düşüncesi içerisinde müstesna bir mevki kazandırmıştır.

(8)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Name Surname Mehmet KÖKSAL ID: 084245011002

Department/Field PHILOSOPHY AND RELIGION SCIENCES / SLAM PHILOSOPHY

Student’s

Advisor Assoc. Dr. İsmail TAŞ

Research Title FATMA ÂLİYE’S PHİLOSOPHY AND KALAM

ABSTRACT

Fatma Âliye Hanım, who is the first and only woman studying philosophy in Tanzimat Period, is a quite important name for the last period of Ottoman philosophy. Fatma Âliye was not only interested in philosophy but also she was an intellectual who wrote in the fields of literature, history and social sciences.

Fatma Âliye presented her ideas related to the philosophy and kalam in two independent works in general. These works are Tetkîk-i Ecsâm ve Terâcim-i Ahvâli Felâsife. Our study is based on these two works.

The thesis has three parts. In the first part Fatma Âliye’s life and her works, in the second part her philosophical ideas and in the third part her ideas related to Kalam are elaborated. The author mostly prioritized belief criterion while producing her ideas. Consequently, Fatma Âliye Hanım had important studies in terms of maintaining the brightness of Turkish philosophy in her own period. Her studies let her gain an especial status in the last period of Turkish philosophy.

(9)

i

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... 1

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU... 2

ÖNSÖZ ... 3 ÖZET ... 5 ABSTRACT... 6 İÇİNDEKİLER ... i KISALTMALAR...iii GİRİŞ ... 1

1. FATMA ÂLİYE HANIM’IN HAYATI ... 1

2. ESERLERİ... 5

2.1. Kitapları ... 5

2.2. Tercümeleri... 5

2.3. Yarım Kalmış Eserleri ... 6

2.4. Makaleleri ... 6

BİRİNCİ BÖLÜM FATMA ÂLİYE’DE FELSEFE 1.1. Felsefe Nedir? Filozof Nedir?... 8

1.2. Felsefenin Kaynağı ... 10 1.3. Filozoflar... 11 1.3.1. Filozoflar... 12 1.3.1.a. Thales ... 12 1.3.1.b. Pythagoras ... 12 1.3.1.c. Empedokles ... 13 1.3.1.d. Sokrates ... 14 1.3.1.e. Platon... 14 1.3.1.f. Aristoteles ... 16 1.3.2. İslam Filozofları... 19

(10)

ii 1.3.2.a. Kindî... 20 1.3.2.b. Fârâbî... 20 1.3.2.c. İbn Sînâ... 21 1.3.2.d. İbn Bâcce... 22 1.3.2.e. İbn Rüşd ... 23 1.4. Ruh... 25 1.5. Cisim... 27 1.6. Atomizm ... 29 1.7. Materyalizm ... 31

1.8. Sofistler ve Sofistlerin Eleştirisi ... 33

1.9. Vahdet-i Vücud Mezhebi... 37

İKİNCİ BÖLÜM FATMA ÂLİYE’DE KELAM 2.1. Kelam İlmi ve Doğuşu... 39

2.2. Ehl-i Sünnet Dışı Fırkalar ... 41

2.2.a. Mûtezile ... 41 2.2.b. Şîa ... 45 2.2.c. Havâric ... 46 2.2.d. Mürcie... 47 2.2.e. Neccâriyye... 47 2.2.f. Cebriyye ... 48 2.2.g. Müşebbihe... 49 2.3. Ehl-i Sünnet ... 50 2.3.a. Eş’arîyye ... 51 2.3.b. Mâturidîyye... 53 2.3.c. Tahkik Mezhebi ... 54 SONUÇ... 57 KAYNAKÇA... 58 ÖZGEÇMİŞ ... 62

(11)

iii

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser

c. : Cilt

Ç. : Çeviren

Haz. : Hazırlayan

İÜEF : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

s. : Sayfa

TDVY : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları

Vb. : ve benzeri

(12)

1

GİRİŞ

Bir insanın düşünce dünyasını şekillendiren, o insanın yaşadığı coğrafya, içinde bulunduğu kültür ortamıdır. Aşağıda yazarın hayatını, etkilendiği kişileri ve eserlerini kısaca vermeye çalışacağız. Vereceğimiz bilgiler Fatma Âliye düşünce yapısını anlamamız yönünden bize yardımcı olacaktır.

1. FATMA ÂLİYE HANIM’IN HAYATI

Fatma Âliye Hanım, Osmanlı devlet adamı, hukukçu, tarihçi, yazar olan Ahmet Cevdet Paşa ve eşi Adviye Hanım’ın kızı olarak 27 Rebiulahir 1279, miladi 22 Ekim 1862 yılında dünyaya gelmiştir.1 Konağın işleriyle ilgilenen annesi2 ve babasının meşguliyetinden dolayı üç yaşına kadar onları çok az görmüştür. Genel olarak dadılar ve hizmetkârlarla büyümüştür.

Fatma Âliye Hanım üç yaşındayken Halep’te yaşamaya başlamıştır. Çünkü babası Ahmet Cevdet Paşa Halep Valiliği’ne atanmıştır. Orada kendisiyle ilgilenen ve üzerinde etkisi olan kişiler babasının kahvecisi Süleyman Ağa ve Mösyö Eskin’dir.3

Fatma Âliye beş yaşındayken ailesi ile birlikte İstanbul’a dönerler. Beş yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmetmiştir. Yedi yaşında ‘Battal Gazi, Kan Kalesi, Muhayyelât-ı

Aziz Efendi’4 gibi eserleri okumaya başlar. On üç yaşına kadar Lofçalı Hacı İbrahim

1 Ahmet Mithat Efendi, Fatma Âliye Hanım Yahut Muharrire-i Osmaniyenin Neşeti, İsis Yayımcılık,

İstanbul 1998, s. 39

2 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 39

3 Süleyman Ağa: İmtihanla kaymakamlık sınavını kazanarak birkaç yerde bu memuriyette bulunmuş

fakat Cevdet Paşa’yla aralarındaki hukuktan dolayı kahvecibaşı olarak Halep’e gitmiş zekî ve zarif birisi. Mösyö Eskin: Asıl adı, James Henry Skene’dir. 1850 ve 60’larda Halep’te İngiltere konsolosu olup, 1886’da Cenova’da vefat etmiştir. Bkz. Ahmet Mithat Efendi, a.g.e. s. 39-43

4 Battal Gazi:Battal Gazi Battal Gazi veya Battalname adındaki birçok destanın kahramanıdır.

Hristiyanlara karşı savaşan ideal bir gazi tipidir. Bkz. Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s.45, 22. Dipnot. Kan Kalesi: Dini ve tarihi olaylar üzerine kurulmuş bir destandır. Bkz. Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s.45, 23. Dipnot. Muhayyelat-ı Aziz Efendi: 1798 yılında vefat eden Giritli Aziz Efendi tarafından 1796 yılında yazılmış. Bin Bir Gece Masalları gibi bir hikâyeler topluluğudur. Bkz. Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s.45, 24. Dipnot.

(13)

2

Şevki Efendi’den matematik ve yazı dersleri almıştır.5 Ayrıca Fatma Âliye, Mustafa Efendi’den din, coğrafya, tarih, Osmanlı Bilgisi, Astronomi dersleri almıştır.6

Bu arada belirtmek gerekir ki Fatma Âliye eğitimine ve okuma alışkanlığı kazanmasında ağabeyi Ali Sedat bey’in7 de katkıları olmuştur. Fatma Âliye O’nun kütüphanesinden faydalanmıştır.8

On yaşında Fatma Âliye’de Fransızca öğrenme isteği oluşur. Fakat o dönemde kız çocuklarının Fransızca öğrenmesi pek hoş karşılanmadığı için bu fikrini açıkça ortaya koyamamıştır. İlk önceleri kendisi başladığı Fransızca derslerine piyano hocasıyla devam eder. Durumu fark eden babası çok şaşırmışsa da daha sonra üç yıl boyunca kızının İlyas Matar Efendi’den 9 ders almasını sağlar.10

Bu dönemde, Fatma Âliye hayatında önemli bir yeri olan Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerini de okumaya başlar.11 Yazar Ahmet Mithat Efendi’yi ‘Letâif-i

Rivâyât’ adlı eseriyle tanır. Daha sonra Hâce-i Evvel, Hasan Mellah, Monte Kristo, Dünyaya İkinci Geliş, Felâtun Bey, Rakım Efendi ve Kâinat adlı eserlerini de merakla

okumuştur.12

Ahmet Cevdet Paşa 1875 yılında Yanya Valisi olarak atanmıştır. Burada iki yıl kadar kalan Fatma Âliye, eğitimine ara vermek zorunda kalmış, fakat boş durmayarak Fransızca bir piyesin yarısını tercüme etmiştir.13

Felsefe’ye olan merakı 15-16 yaşlarında başlamıştır. Bu dönemde okuduğu kitaplardan ayrı bir zevk almaktadır. Bu dönemlerde Ahmet Mithat Efendi’nin

5 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 47

6 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 48-49

7 Fatma Âliye’nin ağabeyi. Önemli eserleri bulunan mantıkçı ve bilim adamı. Bkz. Demir, Remzi,

Philosophia Ottomanica (Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk Felsefesi- Yeni Felsefe), Lotus

Yayınları, Ankara Nisan 2007, c. 3, s. 133- 135

8 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 48

9 Tababet ve avukatlık diplomasına sahip olan bu zat aslen Beyrut’ludur. Bkz. Aşa, Aşa, H. Emel, Fatma

Âliye Hanım (Hayatı, Eserleri, Fikirleri), Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1993, İstanbul

Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, s. 49-50

10 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 53-54

11 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 56

12 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 55-56

(14)

3

Kırkambar Dergisi’nde yayınlanmış makaleleri Fatma Âliye fikir dünyasında etkiler bırakır.14

Ahmet Cevdet Paşa, Suriye Valisi olunca (1878-1880) Fatma Âliye de bu süre içerisinde Şam’da yaşamıştır. Bu dönemde elde ettiği deneyimleri daha sonra ‘Udî ve

Muhâdarât’ romanlarında kullanmıştır.

Suriye günleri bitip Ahmet Cevdet Paşa İstanbul’a döndükten sonra Fatma Âliye 1879’da II. Abdülhamid’in yaverlerinden Kolağası15 Faik Bey’le evlendirilir. Evliliklerinin ilk yıllarında belki eğitimlerinin de farklı olmasından dolayı bazı anlaşmazlıklar çıkar. Çünkü Faik Bey, Fatma Âliye okumasına izin vermemektedir. Fakat daha sonra bu fikrinden vazgeçer ve Fatma Âliye Hanım da tekrar çalışmalarına başlar. Bu dönemde George Ohnet’in ‘Volonte’ adlı romanını ‘Merâm’ adıyla çevirir. “Bir Kadın” imzasıyla yayınlar. Yaptığı bu çeviri o dönem şartlarında şüpheyle karşılanır16. Çünkü o dönemde bir kadının bunu yapabilmesi oldukça zor olarak görülmektedir.

Ayrıca Fatma Âliye Hanım ve görevinden ayrılan babası mantık, belagat ve ilm-i münazara dersleri yaparlar. Mevlana Celalettin Rumî’nin Mesnevi’sini, İbn-i Haldun’un Mukaddime’sini, Kaside-i Bürde17 okurlar. Aristo, Eflatun, İbn-i Rüşd ve

İmam Gazalî’yi karşılaştırarak tartışmalar yaparlar. Yapılan bu dersler genişleyerek Descartes, Spinoza, Darwin, Comte’ye kadar uzanmıştır.18 Fatma Âliye bu derslere

Durûs-u Âliye adını vererek notlar tutar.

Bütün bu çalışmalarının yanında Fatma Âliye Hanım sosyal faaliyetlerden de uzak durmamıştır. Şehit ailelerine, gazilere ve ailelerine yardım maksadıyla, üyelerinin

14 Ahmet Mithat Efendi, a.g.e., s. 64-65

15 Osmanlı ordusunda önyüzbaşı rütbesi. Bkz. Doğan, Mehmet (1996). Büyük Türkçe Sözlük(11.

Baskı). İz Yayıncılık, s. 666

16 Aşa, H. Emel, a.g.e. s. 102

17 Kastedilen kasidenin Hz. Muhammed zamanında yaşamış Ka’b İbn Zübeyr’in yazdığı Arapça kaside

olduğu zannediliyor. Bkz. Ahmet Mithat Efendi, a.g.e. s. 75, 82. Dipnot.

(15)

4

tamamını kadınların oluşturduğu ilk resmi dernek olan Cemiyet-i İmdâdiye’yi19 kurmuş ve başkanlığını yapmıştır. Bu çalışmalarından dolayı II. Abdülhamid tarafından ödüllendirilmiştir. Ayrıca Fatma Âliye Hanım, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin20 ilk kadın üyesi olmuştur.21

Fatma Âliye Hanım’ın yazı faaliyeti bozulan sağlığı nedeniyle azalarak 1922 yılında sona ermiştir.22 Fatma Âliye dört kızından en küçüğü olan Zübeyde İsmet Faik Hanım’ın evden ayrılması ve hakkında din değiştirdiğine dair dedikoduların çıkması yazarın son yıllarını zindana çevirmiştir.23 Yazar son yıllarını O’nu aramakla geçirmiştir. Bu olayın O’nun sağlığı ve yazı faaliyetlerine olumsuz olarak büyük etkisi olmuştur. 1936 yılında İstanbul Feriköy Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.24

19 1897 yılında Türk-Yunan Harbi sırasında şehitlerin aileleri ve gaziler ile onların ailelerine yardım

amacıyla kurulan tamamı kadınlardan oluşan ilk resmî dernek. Bkz. Sururi, Ahmet, Babasının Kızı

Fatma Âliye Hanım ve Tetkîk-i Ecsâm Adlı Eseri, Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, sayı: 10, Ekim 2006, s. 141

20 Bir yardım kuruluşu. Bugünkü Kızılay. Bkz. Doğan, Mehmet (1996). Büyük Türkçe

Sözlük(11.Baskı). İz Yayıncılık, s. 655

21 Sururi, Ahmet, a.g.e. s. 141

22 Aşa, H. Emel, a.g.e, s. 116

23 Sururi, Ahmet, a.g.e. s. 141, ayrıca bkz. Demir, Abdullah, Fatma Âliye Hanım ve Terâcim-i Ahvâli

Felâsifesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.40

(16)

5

2. ESERLERİ 2.1. Kitapları

Hayal ve Hakikat, İstanbul Tercüman-ı Hakikat Matbaası (1309) Muhadarat, İstanbul Ebu Ziya Matbaası (1309)

Nisvan-ı İslam, İstanbul Tercüman-ı Hakikat Matbaası (1309) Re’fet, İstanbul Tercüman-ı Hakikat Matbaası (1314)

Udî, Dersaadet, İkdam Matbaası (1315)

Levayih-i Hayat, İstanbul Hanımlara Mahsus Gazete (1315)

Teaddüd-i Zevcat-a Zeyl, Konstantiniyye, Tahir Bey Matbaası (1316) Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife, İstanbul Hanımlara Mahsus Gazete (1317) Tetkîk-i Ecsâm, İstanbul Hanımlara Mahsus Gazete (1317)

Tarihi Osmanî’nin Bir Devre-i Muhimmesi, Kosova Zaferi-Ankara Hezimeti, Dersaadet, Kanaat Matbaası (1331)

Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, Dersaadet, Kanaat Matbaası (1332) Namdaran-ı Zenan-ı İslamiyan, Malumat Gazetesi (1317)

Tezâhür-i Hakikat, Taksim Atatürk Kitaplığı

İstîlâ-yı İslam, Konstantiniyye, Tahir Bey Matbaası, (1318) Enin, Karabet Matbaası (1328)25

2.2. Tercümeleri

Merâm, Kasbar Matbaası (1307)

25 Aşa, H. Emel, a.g.e, s. 111- 115, Ayrıca bkz. Sururi, Ahmet, a.g.e. s.141- 143, Demir, Abdullah, a.g.e.

(17)

6

Bir Prensese Tedrîs-i Ulûm, Tercüman-ı Hakikat (1306) Ayler’in Prensese Birinci Mektubu, Tercüman-ı Hakikat (1306)

Ayler’in Prensese İkinci Mektubu, Tercüman-ı Hakikat (1306) Ayler’in Prensese Üçüncü Mektubu, Tercüman-ı Hakikat (1306)26

2.3. Yarım Kalmış Eserleri

Sabiha

Uluvv-i Cenab27

2.4. Makaleleri

“Makbule Leman” Tercüman-ı Hakikat Nüsha-i Fevkaladesi, 18 Muharrem 1315,

“Bas Bleu’lardan İbret Alalım” Hanımlara Mahsus Gazete, 8 Cemaziyel Evvel 1314,

“Eslaf-ı Nisvan”, Hanımlara Mahsus Gazete, 8 Cemaziyel Evvel 1314

“Eslaf-ı Nisvan”: Yunan Kadim-i Nisvanı, Hanımlara Mahsus Gazete, 15

Cemaziyel Evvel 1314

“Eslaf-ı Nisvan”: Arap Kadınları, Hanımlara Mahsus Gazete, 1 Cemaziyel Evvel 1314

“Eslaf-ı Nisvan”, Hanımlara Mahsus Gazete, 13 Cemaziyel Evvel 1314,

“Eslaf-ı Nisvan”: Kadim-i Frenk Nisvanı, Hanımlara Mahsus Gazete, 12 Recep 1314

“İlk Mektep”, Tercüman-ı Hakikat, 27 Teşrin-i Sani1307 ”İnsaniyet, Ümmet”, 16 Recep 1327

26 Aşa, H. Emel, a.g.e, s. 88- 92

(18)

7

“Kadınlık Letafet Demektir Makalesine Cevap”, Hanımlara Mahsus Gazete, 29 Cemaziyel Ahir 1313

“Madame Montague”, Hanımlara Mahsus Gazete, 27 Rebiul Evvel 1313, “Meşahir-i Nisvan-ı İslamiye’den Biri: Fatma Bint Abbas”, Hanımlara Mahsus Gazete, 7 Rebiul Ahir1313,

“Mevadd-ı Fenniye: Mebhas-ı İmla”Tercüman-ı Hakikat, 28 Kanuni Evvel 1306.

“Tâlim-i Terbiye-i Benât-ı Osmaniye”, Hanımlara Mahsus Gazete, 12 Recep 1313

“Nisvan-ı İslam ve Bir Fransız Muharriri”, Hanımlara Mahsus Gazete, 12

Recep 1314

Terbiye-i İçtimâiyye, Üssi İmlâ Hakkında, Zevce, Valide.28

Çalışmamızın konusu olmadığı için yazarın eserlerinden sadece isim olarak bahsettik.

(19)

8

BİRİNCİ BÖLÜM FATMA ÂLİYE’DE FELSEFE

Fatma Âliye hayatını ve eserlerini yukarıda vermeye çalıştık. Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşamış bir aydın olarak yazar, edebi, felsefî yazılar ve eserler kaleme alarak dönemin düşünce dünyasına önemli katkılar sağlamıştır. Bu bölümde Fatma Âliye felsefeye dair düşüncelerini ve değerlendirmelerini vermeye çalışacağız. Öncelikle felsefe nedir? filozof nedir? sorularının cevabına bakalım.

1.1. Felsefe Nedir? Filozof Nedir?

Fatma Âliye Hanım’ın felsefe nedir? sorusuna cevabını, Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı bir mektuptan alırız. Orada şöyle demektedir; “Kırkambar’da… Bir makine temasından ne ibret alabiliriz? bendi işte benim keyfime en fazla uygun gelen eserlerdendir. Geçen mektuplarımın birinde uzun uzadıya şerh etmiştim ya. Artık ben her gördüğüm ve her işittiğim şeyi bir ders makamına koyup, onunla zihnimi meşgul ederek bir takım hakîkatler çıkarmağa çalışıyor idim. Benim halime ve fikrime tevafuk eden bu bend, benim için bu hususta bir müşevvik olmakla evvelkinden ziyade her gördüğüm şeyi tedkik tetebbu’ ile bunlardan yaptığım neticelerden hakîkat çıkarmaya başladım. Felsefe denilen şey bu değil midir?”29 Yani yazar felsefe denilince gördüğümüz ve işittiğimiz şeyi etraflıca incelemelerimiz sonucunda hakîkatlere ulaşmayı anlamaktadır. Ayrıca yazar, başka bir tanımında ise felsefeyi“ Eşyanın tahkiki ve evsafı ve ahvalini idrak” olarak vermektedir.30

Felsefe’nin genel geçer bir tanımını yapmak oldukça güçtür. Çünkü; Felsefe filozoftan filozofa, çağdan çağa kişilerin ilgi ve algılarına göre değişen bir tanıma sahiptir.31 Bu tanımlama zorluğu içerisinde Fatma Âliye’ye göre felsefe,

29 Ahmet Mithat Efendi, Fatma Âliye Hanım Yahut Bir Muharrire-i Osmaniyenin Neşeti, s. 64

30 Fatma Âliye Hanım, Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife, Çizgi Yayınları, Konya 2006, s. 85, ayrıca bkz.

Demir, Abdullah, a.g.e. s. 56

31 Arslan, Ahmet, Felsefeye Giriş, s.14, Ayrıca bkz Bolay, Süleyman Hayri, Felsefeye Giriş, Akçağ

(20)

9

incelemelerimiz sonucunda şeylerin hakîkatlerini, niteliklerini ve hallerini kavramaktır. Bu tanımdan yola çıkarak yazarın felsefe tanımının İslam Filozofu Kindî’ nin tanımına benzediğini söyleyebiliriz.32 Başka bir sınıflamaya göre değerlendirecek olursak yazarımız felsefeyi varlık üzerine düşünmek, teorik bir hikmet, varlığa dair bir bilgelik olarak anlamaktadır.33 Yazarın felsefe tanımlarından yola çıkarak böyle bir sınıflama yapılabilir.

Yazara göre şeylerin hakîkatleri, nitelikleri ve hallerini kavramak için iki yöntem vardır. Birisi, mantık kurallarına göre söz söylemek ve düşünmektir. Bu yola girmiş olanlar, eğer bir dine sarılıyorlarsa, bunlara “Mütekellimîn” denilir. Sarılmıyorlarsa, “meşşâ’iyyûn” denilir. İkincisi, riyazetler ve teveccühler yoludur. Bu yola girmiş olanlara bir dine sarılıyorlarsa, “sûfiyye” sarılmıyorlarsa “işrâkiyyûn” denilir. Hak dine sarılmış olanların kalp aynaları düzgün ve olmayanların aynaları çarpıktır.34 Buradan hareketle şeylerin hakîkatlerini anlamak bakımından gösterilen çabaları yazarın bir sınıflamaya tabi tuttuğunu görüyoruz. Fakat belki de haklı olarak yazarın yukarda ki sınıflardan hangisinin hak dine sarılmış olduğunu net bir şekilde ortaya koymadığını görüyoruz. Sınıflamadaki bir dine sarılmış olanlar içerisinde de hak dine sarılmış olanların yazarın ifadesiyle ”kalp aynalarının düzgün olduğunu” ya da doğru yolda olduklarını anlayabiliriz. Fatma Âliye Hanım’ın yapmış olduğu yukarıdaki sınıflama dikkate değer bir husustur. Sınıflama olarak buna benzer bir sınıflamaya yazardan daha sonra İsmail Hakkı İzmirli’de de rastlıyoruz.35 İzmirli bu sınıflamalarını genişçe açıklamasına rağmen Fatma Âliye sadece yukarıdaki paragrafta olduğu gibi almış, fazla detaya girmemiştir.

Filozof kelimesi kaynaklarda, yazarın da söylediği gibi, “hikmeti seven” anlamındadır.36 Fatma Âliye kelimenin yapısısına değinmemiş ancak filozof ünvanını

32 Bkz. Fahri, Macit, İslam Felsefesi Tarihi, İstanbul 2000, s.105

33Cevizci, Ahmet, Felsefeye Giriş, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Ekim 2010, s.4

34 Fatma Âliye Hanım, Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife, Çizgi Yayınları, Konya 2006, s. 85

35 İzmirli’nin sınıflaması: Düşünürler Yolu; a]Felsefî yol, b)Dini yol ayrıca yakin dercesine ulaşmak

isteyenleri de dört gruba ayırmıştır; 1) Hadis ve Kur’an yolu, 2) Düşünce ve burhan yolu, 3) Keşif ve vicdan yolu, 4) Talim ve beyan yolu. Geniş bilgi için bkz İzmirli, İ.Hakkı, İslam felsefesi Tarihi, s.37-64

(21)

10

ilk defa Pythagoras’ ın kullandığını belirtmiştir. Buradan Araplar “hikmet” anlamına “felsefe” terimini türetmişlerdir. Yazarın ifadesi bu şekildedir.37 Araplar “hikmet” anlamına “felsefe” terimini mi yoksa “felsefe” yerine “hikmet” terimini mi türetmişlerdir sorusu akla gelmektedir. Yunanca’da ‘philosophia’ olan terim Araplara ‘felsefe’ olarak geçmiştir. Daha sonra ‘felsefe’ teriminin yerini ‘hikmet’ terimi almıştır.38 Kanımızca Fatma Âliye bu cümlesiyle terimin Arap dünyasına ilk geçişini ve kullanımını anlatmak istemiştir. Ve bu bilgi çerçevesinde İslam kültür tarihinin ilk devirlerinden itibaren “Felsefe” ve “Hikmet” kavramlarının beraber kullanılageldiğini de görürüz.39

Burada yazarın felsefe ve filozofa bakışını yansıtması açısından şu düşüncelerini aktarmakta fayda var: “Bir zamanlar, filozof denildi mi, bundan dinsiz, derbeder, serseri bir takım insanlar anlayanlarımız pek çok idi. Hamd olsun, şu ilerleme dönemimizde kadınlarımız dahi şimdi bunu anlıyorlar”40 diyerek felsefe ve filozofa olumsuz bakıştan rahatsızlığını dile getirirken, bunun değişiyor olmasından duyduğu memnuniyeti de ortaya koymuştur. Gazzali’den sonra başlayan felsefe ve filozofa olumsuz bakış etkisini günümüze kadar sürdürmüştür. Fatma Âliye döneminde de bu etkilerin belki günümüzden biraz daha şiddetli tezahürleri olduğunu söyleyebiliriz. Yazar, Gazzali’nin filozoflara eleştirilerinin ve onları tekfir etmesinin de bu tutumlarda etkili olduğunu düşünmektedir.41

1.2. Felsefenin Kaynağı

Fatma Âliye Hanım, felsefenin dünyaya Yunan’dan yayılmış olduğunu söylemekle beraber, ‘felsefenin pek eski zamanlardan beri Bâbil, Hint ve Mısır’da revaç bulmuş olmasına rağmen hikemî ilimler layıkıyla oralardan yayılamamıştır’42 der. Ayrıca yazar, aslında hikemî ilimlerin, Yunanistan’a, Mısır ve Beytü’ş Şam’dan gitmiş

37 Fatma Âliye, a.g.e., s. 86

38 Erdem, Hüsamettin, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.24

39 Bayrakdar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, TDVY, Ankara 2005, s.2

40 Fatma Âliye, a.g.e., s. 85

41 Fatma Âliye, a.g.e., s. 125-128

(22)

11

olduğunu yazmaktadır.43 İncelendiğinde felsefenin kaynağı konusunun günümüzde de hala tartışılan bir konu olduğu görülecektir. Ama genel olarak kabul edilen Yunan Felsefesi’nin diğer kültürlerden etkilenmiş olmakla beraber dini etkilerden kurtulmuş, sistemli ve özgür düşünce olarak ilk defa Yunan’da ortaya çıkmış olduğudur. Yazarın düşüncesi, etkilenmek olarak alınırsa doğru kabul edilebilir ancak bugünkü anladığımız anlamda felsefenin kaynağı Yunan’dır diyebiliriz.44 Fakat hiçbir medeniyetin dışarıdan etkilenmeden kendi kendine başlaması ve gelişmesinin mümkün olmadığı da bugün bilinen bir gerçektir. Bundan sonra da felsefenin kaynağıyla ilgili tartışmalar süreceğe benziyor zira bu konuda birden fazla denklem işin içine girmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla felsefenin menşei konusundaki yorum ve tartışmaların ortaya çıkması ve halen devam ediyor olmasının bazı nedenleri vardır.

Felsefenin menşei konusundaki yorum ve tartışmaların sebepleri şu şekilde sıralanabilir: a) Bu konuyla ilgilenen bazı bilim adamlarının, filozof ve felsefecilerin, felsefe tarihçilerinin, bilim ahlakından yoksun olmaları veya konuya taraflı bir şekilde yaklaşmaları, b) tartışılan dönemlerde ve günümüzde o dönemi aydınlatacak kaynakların elimizde bulunmaması veya yetersizliği, c) batı medeniyetinin, köklerini daima akılda araması, akla dayandırmaya çalışması d) son olarak felsefenin genel kabul gören bir tanımının yapılamaması veya felsefe denince konuyla alakalı olan kişilerin farklı farklı şeyler anlamasıdır. Kaynak yetersizliği sadece felsefenin menşei konusunda değildir. Fatma Âliye ele aldığı aşağıdaki bazı filozoflar için de kaynak sıkıntısı söz konusudur.

1.3. Filozoflar

Fatma Âliye Hanım söz konusu eserinde aşağıda ele alındığı gibi filozofları sınıflandırmıştır ancak bu sınıflandırmaya uygun olarak başlıklar halinde sunmuş değildir. Bu başlıklar yazarın ifadelerine uygun olarak bizim tarafımızdan konmuştur. O, filozofları, filozoflar ve İslam filozofları olmak üzere iki kısımda incelemektedir.

43 Âliye, a.g.e., s. 96

44 Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2007, s.11; ayrıca bakınız Erdem,

Hüsamettin, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Hü-er Yayınları, Konya 2000, s.56, Demir, Necati, Felsefenin

Menşei Üzerine Bazı Düşünceler, Cumhuriyet Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1998 Sayı 2,

(23)

12

1.3.1. Filozoflar

Fatma Âliye sınıflandırdığı filozofları antik Yunan filozoflarından Thales ile başlatır.

1.3.1.a. Thales

Yazara göre filozof olarak en eski tanıdığımız Thales’tir. Thales, Yunanlı yedi hakîmden45 biridir. Bu hakîmlerin kimler olduğu yazar tarafından belirtilmemiştir. Fatma Âliye filozofun doğum tarihini M.Ö.640 olarak almıştır fakat doğum tarihi M.Ö. 625 ölümü ise M.Ö. 545 yılı olduğu rivayetleri de vardır.46 O, ay ve güneş tutulmasının nedenlerini ilk açıklayan geometriyi ilerleten kişidir. Thales M.Ö. 587 yılında Milet’te bir okul kurmuştur ancak eserleri ve fikirleri tamamıyla yayılamamıştır. Yazar ayrıca filozofun öğrencileri olarak Pherecydes ve Anaksmandros’un isimlerini zikretmektedir. Thales’in dâimâ söylediği söz, “Sen kendini tanı” sözü olmuştur. Burada dikkatimizi çeken husus Fatma Âliye Thales’ten ilk filozof olarak bahsetmesine rağmen Thales’i ‘felsefenin babası’ ya da ‘ilk filozof’ yapan görüşü “arkhe”den47 hiç söz etmemesidir. Yazar yukarda verdiğimiz bilgilerle iktifa etmiştir.

Yazar’a göre hikmetin beş öncüsü vardır. Bunlar, Pythagoras, Empedokles, Sokrates, Platon ve Aristoteles’tir. Şimdi, hikmetin öncüsü bu filozoflara geçiyoruz.

1.3.1.b. Pythagoras

Fatma Âliye Hanım filozofun M.Ö.608 bir rivayete göre 572 yılında geldiğini yazmıştır. Pythagoras’ın doğumu ya da yaşadığı yıllar hakkında kaynaklarda çeşitli tarihler verilmiştir ki bunun sebebi de filozofun yazılı bir eser bırakmaması ve ölümünden kısa süre sonra efsaneleşmiş birisi olarak doğru ya da yanlış bir sürü rivayetin ortaya çıkması olabilir. Yazar filozofun Mısır’da bir süre bulunduğunu ve

45 Yedi Hakîm’in kimler olduğunu kesik olarak bilememekle birlikte kaynaklarda: Lindos’lu Kleobulos,

Atina’lı Solon, Lacedemoine’li C’hilon, Mitylene’li Pittagos, Milet’li Thales, Priene’li Bias, Corinthe’li Periandre olarak geçer. Bkz Demir, Necati, a.g.m, s, 399

46 Fahri, Macit, a.g.e, s.20; ayrıca bkz Erdem, Hüsamettin, a.g.e., s.78

47 Arkhe: İlk ilke, yönetici neden, Antik Yunan felsefesinde, her şeyin kendisinden varlığa geldiği ilk töz,

maddi neden yada ilkeye verilen ad. Tüm şeylerin varlık kaynağı. Bkz Vural, Mehmet, İslam Felsefesi

(24)

13

İtalya’ya gittikten sonra bir okul kurduğunu yazmıştır. Ancak yazarın okul dediği kurumun tarikat merkezi-okul karışımı bir yer olduğunu, Pythagoras’ın filozofluğunun yanında dini bir cemaatın kurucusu olduğunu da kaynaklardan öğreniyoruz.48 Verilen bilgilere göre, Pythagoras ve öğrencileri az yerler ve et yemezlerdi. Öğrencilerini çile ile terbiye ettikten sonra seçerdi. Yazar filozofun tenasühe inanmasını ve et yememesini felsefesini Hint’ten almış olmasına bağlamaktadır.49 Yazar ayrıca ‘açlık ve riyazet bu adamın sinirlerine dokunmuş olmalı ki, böyle sayıklamış’ diyerek bir anlamda tenâsühe inanmasına ve et yememesine olumsuz bakışını yansıtmaktadır. Filozofun hikemî ilimler ve fenlerde pek çok keşifleri vardır. O’na göre her şeyin esası sayılardır. Sayıların esası da, “birlik” veya “monad” yani atomdur. Birlik iyilik, çokluk kötülüktür. Yazar şunu da söyler: O zamana kadar hakîmler hakîm unvanı alagelmişken, Pythagoras içine sindirerek “filozof” unvanını almıştır. Yazarın bu şekilde ifade etmesinin birkaç nedeni olabilir: Pythagoras’ın a) Filozof kavramını kullanan ilk filozof olması, b) Hakîm sıfatını sadece Tanrı’ya yakıştırması, c) Felsefede ve bilimde yeni yaklaşımları ortaya koyması, çığır açmış olması olarak sıralayabiliriz.50

1.3.1.c. Empedokles

Fatma Âliye Hanım, filozofun doğum yılı hakkında bilgi vermemiştir. Yazarımız Empedokles’in asrında büyük ün kazandığından, O’nun dört unsuru bulmuş olduğundan, ancak bunların basit olduğuna inanmadığından ve hayatın esasının sıcaklık olduğuna inandığından bahsetmiştir.51 Eklememiz gereken nokta, Empedokles’ten önce toprak haricindeki diğer üç unsur filozoflar tarafından dillendirilmiştir. Burada Empodekles’i farklı kılan şey şudur: Önceden tek tek ele alınmış unsurları Empedokles birleştirmiş ve bu unsurlara bir dördüncüsü olan ‘toprak’ unsurunu eklemiştir. Yani hem unsurları dörde çıkarmış hem de bu dört unsuru birden ‘arkhe’ olarak almıştır.52 Yazar ayrıca filozofun kendini 444 yılında Sicilya’da bir yanardağa çıktığı esnada ya kendini

48 Taylan, Necip, a.g.e. s.56; ayrıca bkz. Vorlander, Karl, İlkçağ Yunan Felsefesi Tarihi, s 49, Russell,

Bertrand, Batı Felsefesi Tarihi, Ç: Erol Esençay, İlya Yayınları, İzmir, Eylül, 2001, c. 1, s. 65

49 Âliye, a.g.e., s. 86

50 Erdem, a.g.e., s.18 ve s. 95-101

51Âliye, a.g.e, s.86-87

(25)

14

atarak ya da bu yanardağın içine düşerek öldüğünü anlatmaktadır ki bu konuda da kaynaklarda çelişik ifadeler yer almaktadır.

1.3.1.d. Sokrates

Fatma Âliye Sokrates’in doğumunu M.Ö. 480 olarak vermektedir ancak bu konuda kaynaklarda çok çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Sokrates yazarın da belirttiği gibi heykeltıraş bir baba ve ebe bir annenin oğludur. O, güzel ahlakı ve cömertliği ile herkes tarafından tanınmıştır. Sofistler ve eski batıl inanç sahipleri onun hasımlarıdır. Burada belirtmemiz gereken Sokrates’in Sofistlerle ayrıldığı noktalar çok olmakla beraber birleştiği noktalar da vardır.53 Âliye Hanım’a göre Sokrates kendini müdafaa etmemiş, hapishaneden kaçırma tekliflerine ise yasaya itaatsizlik olur diye itibar etmeyerek hayran olunacak sabır ve tahammül ile baldıran zehiri içerek M.Ö. 399’da ölmüştür. Yazara göre Sokrates felsefe tarihinde yeni bir dönem açmıştır. Zira Sokrates diğer konulardan ziyade, insan ve insan ahlakından bahsetmiştir. “Bütün bildiğim bir şey bilmediğimdir” sözü Sokrates’e aittir. Allah’ın birliğini, kaderin hak olduğunu ve ruhun ebedi olduğunu yeni delillerle ispatlamıştır. Diyalogları, soru sorma tarzındadır. Filozof bu metoda da “akıllar ebesi” dermiş. O’na göre ruh soyut bir cevherdir.54 En meşhur öğrencisi olarak yazarımız Platon’dan bahsetmektedir ama Xenophon’i zikretmemiştir.55 Şimdi O’nun en meşhur öğrencisi olan Platon’a geçiyoruz.

1.3.1.e. Platon

Fatma Âliye’ye göre Platon Sokrates’in öğrencisidir. Platon, yazarın verdiği bilgiye göre M.Ö. 430 yılında Aigna Ada’sında doğmuştur. Fakat kaynaklarda genel olarak 427 yılı Platon’un doğum yılı olarak kabul edilmektedir.56 Platon Atina’da muteber bir aileye mensup olan Ariston’un oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Anne ve baba tarafından soylu idi. Asıl ismi Aristokles olmasına rağmen omuzlarının geniş olmasından dolayı ‘Platon’ olarak ünlenmiştir. İlimleri ve fenleri özellikle de geometriyi

53 Sokrates’in Sofistlerle birleştiği noktalar; Felsefelerinin insan merkezli olması ve tartışma yöntemleri,

bkz, İslam Felsefesinin Serüveni, Filiz, Şahin, Delta Yayınları, İstanbul, 1996, s.75

54 Âliye, a.g.e, s. 88

55 Russell, a.g.e., s, 125

(26)

15

öğrendi. Önceleri şiirle de meşgul olan filozof daha sonraları tümden felsefeye yönelmiştir. Yirmili yaşlarda Sokrates’e öğrenci olmuş ve bu öğrenciliği on yıl sürmüştür. İtalya’ya, Mısır’a, Afrika’ya yolculukları olmuştur. Dion adlı fazıla kimseye intisab etmiştir. Bir nedenden dolayı Denys tarafından köle gibi satılan Platon’u Kyrene filozoflarından Anniceris satın alıp azat etmiştir. Atina’da pek çok öğrenciye sahip olan ‘Akademi’ adında okulunu kurmuştur. Bu okula devam eden meşhur öğrenciler erkeklerden: Aristoteles, Speusippos, Xenokrates, İsokrates, bayanlardan ise Lastheneia ve Axiothea’dır.57 Platon ilmi ile o kadar meşhur olmuştur ki birçok hükümet kendileri için yasa yapsın diye ona müracaat etmişlerdir. Ancak filozof yaşamı boyunca politikadan uzak durmaya çalışmıştır. Ömrünün sonuna kadar bekâr yaşamış olan filozof, güzellerin cemaline sadece ruhani olarak hayran kalmıştır. ’Platonik aşk’ darbımeseli de işte bize buradan kalmıştır. Yazarımız, Platon’un pek çok eser bıraktığını belirtmiş ayrıca onun bütün âlemde şöhret bulmasını ise Sokrates’in Sofistler ile yaptığı tartışmaları çok güzel bir biçimde kaleme almasına bağlamıştır. Platon seksen iki yaşında ölmüştür.58

Fatma Âliye’ye göre Platon İşrâkiyyûn’un reisidir. Platon’a göre bu görünüşler âleminin üstünde bir idealar âlemi vardır. Ve mâhiyetler, o âlemde mevcuttur. Gerçek varlık onlardır. Zihin bilgimiz, zayıf yansımalardan başka bir şey değildir. Birçok bireyler bir kavrama ortaklaşa katılmazlarsa, bir hakîkat oluşturamazlar. İdealar âleminin soyut ideaları ise, yüksek bir kabiliyetle idrak edilirse anlaşılır. Anlama ve hatırlama da eski bir hayatın hatıraları olması gerekir.59

Platon’a göre ruh kendi kendine hareket eden bir kuvvettir. Cisim yok olur, ruh bâkî’dir. Ve ruhun bahtiyarlığı ve bedbahtlığı, bilgisine ve ameline göredir. Ebedi saadete layık olmayan ruhların tekrar bedensel hayata geri döneceğine inanarak sadece insanlar için geçerli olan bir tenasüh inancı ortaya koymuştur.60

57 Âliye, a.g.e, s. 89

58 Âliye, a.g.e, s. 89

59 Âliye, a.g.e, s. 90

(27)

16

Yazara göre Platon’un öğretisinin aslını tam olarak bilmek güçtür. Çünkü filozofun iki türlü öğretisinin olduğunu söyler. Biri herkesi kuşatan, diğeri seçkinlere özel olan öğretidir. Yazar burada ‘bize kalan herkesi kuşatan öğretisi olması gerekir’ diyor.61 Yani yazarın ifadesinden seçkinlere özel olan öğretinin bize ulaşmadığını anlayabiliriz. Ayrıca yazar filozofun anlayış ve kavrayışının çok yüksek olduğunu belirtir.

1.3.1.f. Aristoteles

Âliye Hanım, Aristoteles’in hayatını okuyucusuna kısaca şu şekilde vermektedir: Aristo M.Ö. 384 yılında Makedonya’nın Stageria şehrinde doğmuştur. Babası Nicomak, Makedonya Kralı 3. Amyntas’ın dostu ve özel doktorudur. Aristoteles 368’de Atina’ya gelip yirmi yıl Platon’un derslerine devam ederek öğrencisi olmuştur. Filozofun Platon’a öğrenciliği genel olarak yazarında belirttiği gibi yirmi yıl kabul ediliyorsa da sekiz yıl olduğu rivayetlerini de belirtmeliyiz.62 Aristo, Platon’un 348’de vefatından sonra Atina’yı terk etmiştir. Bunun sebebi olarak yazar onu hocasının yerine geçirmedikleri için olduğunun söylendiğini belirtmiştir. Filozof, Mysia’da Aterneus hükümdarı Hermenias’ın yanına gitmiş ve onun kız kardeşi Pythias’la evlenmiştir. Yazar kız kardeşi olduğunu yazmaktadır ancak yeğeni olduğu rivayetleri de vardır.63 Aristo sonra Lesbos Adası’nda Mytilene şehrine gitmiştir. Sene 343’te Philip tarafından oğlu Büyük İskender’in eğitim ve öğretimiyle görevlendirilmiştir. O, öğrencisi Büyük İskender ile gitmiş, İskender’in servet ve fetihlerinden kendi tabiat bilgisi tarihinin ilerlemesi açısından istifâde etmiştir. 331’de Atina’ya gelerek şehrin yakınlarında adına ’lise’ denen gezinti yerini kurdu. Ayaküstü eğitim-öğretim yapıldığı için okula yürüme ve hareket okulu anlamına Yunanca ‘peripatetique’ denilmiştir. Oradan çıkan filozoflara ise ‘meşşâiyyûn’ denilmiştir. Bu yüzden Aristoteles Meşsâiyyûn’un reisidir ve birçok ilmin kâşifidir. İskender’in ölümünden sonra 323’te O’nu çekemeyenler ve İskender’in hasımlarınca dinsizlikle itham edildiğini görünce beklemeden Atina’dan ayrılmıştır. Bunun sebebini de Platon’da olduğu gibi yeni bir cinayete sebebiyet vermemek olarak

61 Âliye, a.g.e., s. 90

62 Durant, Will, Felsefenin Öyküsü, İz Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.71

(28)

17

açıklamıştır. Euboea Adası’nda Chalcis’e yerleşmeye gitmiştir ve 322 yılında 62 yaşında iken vefat etmiştir. Aristoteles’e “felsefenin emîri” adı verilmiştir. Yazar burada bir açıklamaya girmemişse de aşağıdaki anlatımlarından yazarın, Aristo’ya neden ‘felsefenin emiri’ adının verildiği düşüncesinde olduğu görülecektir. Eserleri çeşitli ilim ve fenleri toplamı olmakla birlikte onların en meşhurlarından biri, mantıksal meseleleri içeren “Organon” adlı kitabıdır. Mantık ilminin kurucusu odur. Yazara göre sonraki gelen hakîmlerin en bilgini Aristoteles’tir.64 İlk muallimdir. Çünkü; fesefi ilimlerde mükemmel şöhrete o sahip olmuş ve Yunan hikmetinin şanı onda kalmıştır. İslam dünyasında da ret ve kabul konusunda Aristoteles hedef kabul edilmiştir. Aristo’nun felsefenin emiri oluşunu daha açık ifade edecek olursak, Aristo’nun günümüzde hâlâ ‘felsefenin emiri’ olarak kabul edilmesinin sebebini kurduğu kavramların sağlam, açık ve tutarlı olmaları aynı zamanda bugünkü bilimsel kavramlarımızın, terimlerimizin birçoğunun O’nun formüllerinden çıkmış olmasına bağlayabiliriz.65

Buraya aldıklarımız Âliye Hanım’ın, hikmetin beş öncüsü diyerek öne çıkardığı filozoflardır. Yazar başka bazı filozoflardan da bahsetmektedir. O, filozofları buraya almadık, çünkü; yazar onları hem yukarıda ki filozoflardan daha kısa ele almış hem de yukarıda örneği verildiği şekilde ele almıştır. Bu sebeplerden dolayı biz burada öne çıkardığı filozofları aldık.

Fatma Âliye, 312 yılında Konstantiniyye’de doğmuş, öğrenim için İskenderiye ve Atina’ya gitmiş, Atina’da Syrianus adlı filozoftan öğrenimini tamamlamış, Proclus66 adlı Neo-Platonist, matematikte mâhir filozoftan bahseder. Devamında yazar, bu filozofun Platon’un öğretisini esas almakla beraber Pythagoras’ın ve Orphe67 (Orpheus)’un öğretilerini de karıştırdığından bahseder. Orphe’nin öğretisini vehim ürünü, mitolojimin masalları olarak niteler. Ve Proclus’u en budala bir adamın bile

64 Âliye, a.g.e, s. 91

65 Filiz, a.g.e, s. 81

66 Pagan ve Politeist Yeni Eflatunculuğun en önemli temsilcilerinden biri. Aristo’yu Yeni-Eflatunculukla

yorumlamaya çalışmıştır. Bkz. Bayrakdar, a.g.e, s.33

67 Orphe: M.Ö. 6. Yy’da Yunanistan’da yayılmaya başlamış bir dinin kurucusu, efsanevi şarkıcı. Orphik

dininde: Ruh göçüne, doğuşların dönüşümlü(periyodik) olduğuna, bedenden ayrılan bir ruhun insan ve hayvan bedenlerine girdiğine inanılır. Ayrıca Orphikler: disiplinli, perhizli bir hayat sürerler, et yemezler, zevklerden uzak dururlardı. Bkz, Gökberk, a.g.e., s.29, ayrıca bkz. Bolay, Felsefe

(29)

18

itibar etmeyeceği, Orphe’nin öğretisine itibar ettiği için sapıklıkta seleflerini geçmiş olmakla itham eder. Ayrıca yazar, Proclus’un sembolik terimler ve tefsir ile putperestliğin ihyasına çalıştığını, sihirbazlıkta mahareti olduğunu, selefleri gibi İşrâkî hikmete daldığını, riyâzeti akıl yürütmeden üstün tuttuğunu yazar. Yukarıda bahsettiği sebeplerden dolayı yazar, kendi ifadesiyle ‘filozofların buralara kadar düşmesi’nin sonucu olarak da, Atina ve İskenderiye’de felsefenin tükenişe geçtiğinden ve ondan sonra Avrupa’da hakîmlerden isim bırakacak zatların arkasının kesildiğinden bahseder. Fatma Âliye Avrupa’da felsefenin bitişinin sebebi olarak filozofların artık akıldan ziyade riyazete, mitolojiye, sihire ve işrâkî hikmete düşmüş olmalarını görmektedir. Devamında “Cenab-ı Hakk, İslam milletini ortaya çıkararak âlemi nurlara gark eylemekle ilimler ile fenler İslam diyarında ışık saçar oldu” der.68 Yukarıdan da anlaşılacağı üzere Fatma Âliye felsefenin İslam Dünyası’na geçişini felsefe açısından bir şans olarak görmektedir. Bir nevi felsefe bayrağını Avrupa’dan alarak yükselişini devam ettirenin İslam Dünyası olduğunu düşünmektedir.

Fatma Âliye Hanım felsefenin İslam Dünyası’na girişini Mansur’un, hikmete meraklanıp Rum Kayseri’nden hikemî kitaplar istemesiyle başlatır. Yazar daha sonra Me’mun’un kendisinin de ilim ehli olması nedeniyle Yunan ilimlerinden anlam çıkarılması ve tercüme faaliyetlerine ağırlık vererek ilimleri bütünüyle getirtmiş olduğundan, müslümanların da bu ilimlere rağbet ederek dikkatle çalışmaya başladıklarından bahseder. Yazarımız felsefenin İslam dünyasına girişini Halife Mansur’un hikmete merak edip Rum Kayseri’nden felsefî kitaplar istemesiyle başlatır ve teferruata girmez. Bakıldığında yazarın bu sebebinde haklılık payı da vardır. Ancak tarihin ve İslam düşünce dünyası’nın seyrini değiştirmiş böyle şumullü bir cereyanın sadece bir kişinin merakıyla ortaya çıkmış olması zor bir ihtimaldir. Zaten bu konu incelendikçe işin sadece bir sebebe bağlı olmadığı da görülecektir. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki Mansur zamanına gelinceye kadar İslam toprakları felsefî düşünceden tamamen habersiz değildi. Hz. Muhammed’in vefatından sonra halifeler dönemindeki ve Emeviler dönemindeki gerçekleştirilen fetihlerle beraber Müslümanlar

(30)

19

buralarda bulunan kültürlerle ve dolayısıyla felsefeyle tanışmışlardır.69 Bu tanışma ilk başlarda şifâhi bir şekilde gerçekleşmiş70 daha sonraları Mansur döneminde hızla devam etmiş, ondan sonra Me’mun ve Harun Reşid zamanında sistemli bir tercüme faaliyetiyle, İslam düşüncesi felsefeyle yoğun bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır.71 Değinilmesi gereken diğer bir nokta da şudur. Felsefenin bizzat devlet eliyle tercüme edilerek topluma sokulmak istenmesi sadece halifelerin ilim ve felsefeye olan merakı mıdır? yoksa işin içinde başka sebepler de var mıdır? Cabiri’nin bu soruya cevabı ise üzerinde düşünülmeye değerdir. Câbirî konuyu ele alırken Me’mun’un gördüğü bir rüyaya atıfta bulunarak düşüncelerini dile getirir. Me’mun, rüyasında Aristo’yu görür ve bu rüyanın sonucunda devletin bütün imkânlarını seferber ederek eski ilimlerin tercüme edilmesine çabalar. Câbirî Me’mun’u böylesine büyük bir çabanın içerisine sokan sebebin, rüyasında gördüğü Aristo’nun söyledikleri değil, Abbasiler’e muhalefet eden Maniheist gnostisizm ve Şiî irfancılığıyla mücadele etmek için olduğunu düşünmektedir.72 Görüldüğü üzere felsefenin Müslüman coğrafyasına girişinin birçok sebebi vardır. Nitekim yazarımızın belirttiği sebep ve bunun dışındaki sebepler sonucunda İslam coğrafyası felsefeyle tanışmış ve çok değerli mümessilleri ortaya çıkmıştır. Yazara göre en meşhurları ise aşağıda ismi geçenlerdir.

1.3.2. İslam Filozofları

Fatma Âliye’ye göre İslam hakîmlerinin meşhurları dört kişidir. Doğu’dan gelenler Ebu Nasr Fârâbî, Ebû Alî Sîna ve Endülüs’ten gelenler İbn-i Bacce (Ebû Bekr bin Sâ’ig, Kadı Ebû’l-Velîd bin Rüşd’dür.73 Şimdi yazarın ‘İslam hakîmlerinin meşhurları dört kişidir’ diyerek ön plana çıkarttığı bu filozofları ele alıyoruz.

69 Taylan, a.g.e. s. 131

70 Bayrakdar, a.g.e. s. 30

71 Fahri, a.g.e. s. 30-31

72 Geniş bilgi için bkz. Muhammed Abid el-Cabiri, Arap İslam Aklının Oluşumu, Kitabevi, İstanbul,

Aralık 2001, s. 251-265

(31)

20

1.3.2.a. Kindî

Yazara göre hikemi ilimlerin İslam Dünyasında revaç bulmasından sonra Kindî, ilk yüzyılın hakîmlerindendir. O, aslında Kinda melikleri soyundandır. Kindî, Basra ve Bağdat’ta ilimleri öğrenmiş, çağında Yunan, Fars ve Hint felsefelerinde derinleşmiş ve meşhur olmuştur. İki yüz küsür kadar eser tercüme ve telif etmiştir. Meşhur İslam filozoflarından Ahmed bin Muhammed bin Mervan bin et-Tayyib es-Serahsî öğrencisidir. Ayrıca tıp ve matematik ilimlerinde mahir olan Kusta bin Luka’da öğrencilerindendir. Luka, pek çok Yunanca kitaba vâkıf olmuş ve onları Arapça’ya tercüme etmiştir.74 Yazar, filozof hakkında bize bu bilgileri vermektedir. İslam diyarının

ilk ve en önemli filozofu kabul edilen Kindi’nin felsefesinden ve görüşlerinden hiç bahsetmemiştir.

1.3.2.b. Fârâbî

Yazara göre Fârâbî Türk’tür. Farab beldesinde doğmuştur. Türkçe’yi, Arapça’yı ve diğer dillerden bilirdi. Yazarımız burada diğer dillerden bilirdi ifadesini kullanmıştır fakat böyle bir ifade kullanmasının sebebi filozofun bu konuda ne kadar yetkin olduğunu anlatmak için olmalıdır. Filozofun kesin olarak bildiği dillerin ise Türkçe yanında Arapça ve Farsça olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz.75 Filozof, Matta Bin Yunus’tan ve Yuhanna bin Haylan’dan ders almıştır. Aristoteles’in kitaplarına hâkimdir. Ayrıca mûsikî ilimlerini de iyi bir şekilde öğrenmiştir. Kitaplarının çoğunu Bağdat’ta yazmıştır. Dımeşk’e ve Mısır’a seyahatleri olmuştur. Daha sonra Dımeşk’e tekrar dönmüştür. Burada Dımeşk Melik’i Seyfü’d-devle bin Hamedani’nin ihsanına mazhar olmuştur. Türkler’in kılık ve kıyafetini giymiş ve bunu hiç değiştirmemiştir. Yalnızlığı seven, kanaatkâr biridir. Seyfü’d-devle’nin kendisine bağladığı günlük dört dirhemle geçimini sağlamıştır. Ve vefatına kadar Şam’da kalmıştır. Seksen yaşında hicrî 339 yılında vefat etmiştir. Babü’s-Sağir’in dışına defnedilmiştir.76 İkinci muallim olarak bilinir (Muallim-i Sâni). Yazarımız burada da görüldüğü üzere Fârâbî’nin sadece hayat hikâyesini anlatmakla yetinmiştir.

74 Âliye, a.g.e, s. 100

75 Bayrakdar, a.g.e., s. 174 ayrıca bkz. Filiz, a.g.e., s.164, Taylan a.g.e., s.164

(32)

21

1.3.2.c. İbn Sînâ

Fatma Âliye İbn Sînâ’ya biraz daha fazla yer ayırarak filozof hakkında şunları kaydetmiştir: İbn Sînâ Ebu Ali el-Hüseyin Abdullah hicrî 370 yılında Buhara yakınlarında Afşana‘da doğmuştur. Babası aslında Belh’li olup, sonradan Afşana’da yerleşmiştir. Babası kendi fikrinde olanlarla daima filozofça ve dindarca sohbetler edermiş. Genç İbn Sînâ okulda iyiymiş. On yaşında Ku’an’ı pek güzel okumuş ve hatmetmiştir. İlimlerde de iyi bir durumda bulunuyormuş. Dinî ilimleri öğrendikten sonra, İsa bin Yahya adlı hristiyan tabipten tıp öğrenmiş ve on altı veya on yedi yaşındayken meşhur bir tabip olmuştur. Buhara emiri Nuh bin Mansur’u tedavi etmesinden dolayı emirin yanında itibar kazanmasına ve birçok esere kavuşmasına yol açmıştır. Emirin yanında bulunduğu sürede de iki kitap yazmıştır. Samanoğlu hânedanının düşmesiyle bu hazinelerden ayrı kalmıştır. Yirmi iki yaşında Buhara’dan ayrılarak Harizm’in payıtahtı olan Cürcaniye’ye gitmiş ama orada fazla kalmamıştır. Orada en meşhur öğrencilerinden olan Ebu Ubeyd el-Cürcani ile ve Muhammed Şirazi ile tanışmış, Muhammed Şirazi’nin ona tahsis ettiği evde kalarak hem bu evde genel dersler vermiş hem de Kânûn adlı eserini burada yazmaya başlamıştır.77 Cürcan’dan Rey’e çağrılmış ve otuz dört yaşında Mecdü’d-devle’nin hizmetine girmiştir. Sonra Mecdü’d-devle’nin biraderi Şemsü’d-devle’nin mide iltihabı rahatsızlığından dolayı Hamedan’a çağrılmıştır. İbn Sînâ onu iyi edip mükâfât olarak vezir yapılmıştır. Yaptığı vezirlik O’nu ilmi çalışmalardan alıkoymamış, bu süre içerisinde Kânûn’un birinci bölümünü tamamlamış, Şifâ adlı esere başlamış ve tıp ve felsefe dersleri vermeye de devam etmiştir. Yeni hükümdar olan Tâcü’d-devle onu vezir olarak düşünmüşse de İbn Sînâ kabul etmeyip Şifâ adlı eserini yazmak için dostlarından birinin evine çekilmiştir. İbn Sînâ bu uzlette de rahat edememiştir. O zaman Tacü’d-devle’nin hasımlarından olan İsfehan valisi Alaü’üd-devle İbn-i Kâkeviyye ile ilişkileri var diye şüphelenildiğinden bir kaleye hapsedilmiştir. Ve eğer Alaü’üd-devle Hemedan’ı ele geçirmese daha çok zaman orda hapis kalacaktı. Bundan sonra filozof salıverilmiştir. Ancak yinede burada oturmaya güvenemeyip, rahip kıyafeti giyerek yanında sadık bir öğrencisi ve birkaç köleyle beraber İsfehan’a kaçmıştır. Burada güzel bir kabul ve hürmet görmüştür. Şeyh

(33)

22

Abdullahü’s-Seydî’nin evine yerleştirilmiştir. Yeni hâmisi Alâü’üd-devle’nin her seferinde ona eşlik etmiştir. İsfehan, Muhammed Gaznevî’nin oğlu Sultan Mes’ud tarafından ele geçirilince Alâü’d-devle Hemedan’a kaçarken İbn Sînâ’da son kez onun yanında sefere katılmıştır. Bu zamanlarda filozof hasta imiş. Alâü’d-devle Kâkeviyye’nin hazineleri ele geçirildiği esnada İbn Sînâ’nın kitaplarına da el konularak Gazne kütüphanesine gönderilmiştir. Ona göre ömrünün ürünü olan kitaplara el konulması en büyük felaket olmuştur çünkü; bunların içinde henüz yayınlanmamış eserleri de var idi. Filozofun aşırı meşguliyetleri ve uğradığı diğer şeylerin yorgunluğu ve kitaplarına el konulmuş olması var olan mide iltihabı hastalığını iyice şiddetlendirmiştir. Vefatının yaklaştığını gördüğünde, nedâmet göstererek pek çok sadaka dağıtmış, ibadet ve dindarlığa koyulmuştur. Elli sekiz yaşlarında iken ramazan ayında 428 yılında Hemedan’da vefat etmiştir.78 İbn Sînâ tıp ilminden Kânun’u yazmıştır. Şifâ adlı eserin sahibidir. Yazar, Fransızların İbni Sînâ için Araplar’ın hem Hippokrates’i, hem de Aristoteles’idir79 dediklerinden bahsederek kendi fikrini de ortaya koymaktadır. İbn Sînâ’nın Kânun adlı eseri, yüzlerce yıl Asya’dan ziyâde Avrupa’da öğretimin temeli olmuştur. “Üçüncü muallim” unvanı verilmiştir. Yetmiş kadar risale ve kitap yazmıştır. Yazar bir rivayete göre de yüz olduğunu belirtir. Ancak kaynaklarda filozofun eserlerinin sayısı hakkında iki yüz yemiş altı olduğu80 ve üç yüze yaklaştığı81 bilgileri de vardır.

1.3.2.d. İbn Bâcce

Fatma Âliye, filozof hakkında şu bilgileri vermektedir: Asıl adı Ebû Bekir bin el-Sa’ig’tir. İbn Bâcce diye tanınır. Kurtuba’da doğmuştur. Hem hakîm, hem ediptir. Sultan Ebû Bekr İbn Yahya bin Tafşin O’nu kendine vezir yapmıştır. Kendisini çekemeyen tabiplerin zehirlemeleri sonucu hicrî 533 yılında vefat etmiştir.82

78 Âliye, a.g.e, s. 105 79 Âliye, a.g.e., s. 105 80 Fahri, a.g.e., s. 158 81 Taylan, a.g.e., s. 203 82 Âliye, a.g.e, s. 105

(34)

23

1.3.2.e. İbn Rüşd

Yazar filozof hakkında da şunları kaydetmiştir: İbn Rüşd, hicrî 520 yılında Kurtuba’da doğmuştur. Babası ve ataları gibi orada kadılık yapmıştır. En meşhur âlimlerden dersler almıştır. O, zamanın meşhur âlimleri olan İbn Tufeyl ve meşhur tabip Avenzar (İbn Zühr) hocaları arasındadır İbn Tufeyl baştabip emiri olduğundan İbn Rüşd’ü de ikbale erdirmiştir. İbn Rüşd, İbn Tufeyl’den sonra baştabip emiri olmuştur. Ancak sonra çekemeyenler O’nu emire kötü olarak bildirmişler İbn Rüşd o halde fazla kalmaksızın, emir onu yanına çağırmışsa da, İbn Rüşd bu sonraki lütuftan çok istifade edemeden 595 yılında Merakeş’te vefat etmiştir.83 Değişik ilimlerde yetmiş kadar eseri

vardır. Avrupalılar kendisine şârih ismini de vermişlerdir. Aristoteles’in şârihlerinden biri olan Alexandria Aphrodisias’a İbn Rüşd’ün muhalefet etmesinden dolayı Aristo mektebi ikiye ayrılmıştır. Birine Alexandrist, diğerine Averroist, yani İbn Rüşd taraftarı denilmiştir. Aristoteles’in bütün eserlerini şerh etmiştir. Avrupa’ya hikemî ilimler, İbni Rüşd’ün eserleriyle girdiğinden Avrupa’da şöhreti çok büyüktür. Aristoteles’i Avrupa’ya İbn Rüşd tanıtmış olduğundan çok zaman Avrupalılar onun mucidi İbn Rüşd sanmışlardır. Averroizm, Avrupa’ya İspanya’dan giden bu ekol Avrupa’nın her tarafında çok hızlı bir şekilde iyi kabul görmüş ve yayılmıştır. Papa Hristiyanlığı imha etmekte olan bu ekol taraftarlarıyla uğraşıp İbn Rüşd’ün Avrupa’ya girmiş olan kitaplarını yaktırmıştır. Ancak bu ekolü ortadan kaldırmaya muktedir olamadığı için Averroizm Avupa’da devam etmiştir. Fatma Âliye Hanım New York Üniversitesi profesörlerinden Draper’in görüşlerini de okuyucularına aktarır: Draper, ‘İbn Rüşd’ün ruh hakkındaki öğretisi için Avrupa’da bu öğretinin mucidinin İbn Rüşd olarak tanınmış ise de Araplar İbn Rüşd’den çok önce Aristo’nun eserlerini dillerine tercüme ettiklerinden bu konuda yanılmazlar. İbn Rüşd Aristoteles öğretisini almış ve onun üzerine pek çok eserler yazarak parlatmıştır. Ve Averroizm bugün hala insanların büyük bir kısmı tarafından hakikat olarak kabul ediliyor’ demiştir. Yazar’a göre o güne kadar gelen hakîmlerin içinde fikrini en serbest yazan İbni Rüşd’dür.84 İbn Rüşd kendisini dinsizlikle itham edenleri reddetmiş olduğunu yazmıştır. Yazar burada Draper’in

83 Âliye, a.g.e, s. 106

(35)

24

görüşlerini aktararak İbn Rüşd hakkındaki kendi düşüncelerini de desteklemiştir. Draper’in eserinin adı zikredilmemiştir fakat İbn Rüşd’ün biyografisi için kaynak olarak yeni Grand Ansiklopedi’nin kullanıldığı açıkça belirtilmiştir.85

Buraya aldığımız İslam filozofları da yazarın öne çıkardığı filozoflardır. Fatma Âliye Hanım’ın ele alışını kısaca aktarmaya çalıştık. Yazar diğer bazı filozofları da eserinde almıştır ancak biz buraya almadık çünkü onlardan da burada ele aldığımız filozoflardan bahsettiği şekilde kısa ve öz olarak bahsetmektedir.

Yazarın İslam filozofları ve mütekellimîn hakkında okuyucularına bir de uyarısı vardır. Yazar şu satırlarla bunu yapar: “Mütekellimîn denildi mi, bunların hepsi hakkında iyi düşünenler de olabileceği ihtimali üzerine, bunların ne olduğunu anlatmak için kısaca söz etmek lazım gelir. Malumdur ki, bu türlü şeyleri bizler ya Arapça’dan yâhut Batı dillerinden öğreniyoruz. Aslında Batılıların hakikate hizmet edenleri ve salt ilimleri yazmak için çalışanları tarafından böyle şeylere dair yazılan eserler doğru olarak yazılıyor ise de, bazen hakîkate uzak olarak yazılan eserlere de tesâdüf olunduğu malumdur. Bu yüzden, öyle yanlış yazılmışlarını görüp de doğrularını görmeyenlerin yanılmaması için, bu konudaki ayrıntılı bilgiyi lazım görürüz. Özellikle bir İslam feylosofu işitmekle hemen saygıdeğer olduğu kanısına kapılıvermek ve isminin İslam ismi olmasından onun kutsal ve mübârek bir şey bulunduğunu sanmanın ne büyük günah olacağı izaha ihtiyaç göstermez”86 diyerek Mütekellimîn ve İslam filozofu adı altında adının anlamına uygun düşmeyen fiil ve düşünceleri bulunan kişilerin olabileceğini ve bunlara karşı dikkatli olunmasını istemektedir. Ayrıca yazarın özellikle vurguladığı Batılıların bazılarının hakîkate uygun olmayan yazdıklarını eleştirmesi, bu konu da uyarıda bulunması, okuyucuya ayrıntılı bilgi vermek istemesi de önem arzetmektedir. Yazar bu konularda yanlış bilgilerin olduğuna dikkat çekmiş ve doğru bilgiye verdiği değeri göstermiştir. Buraya kadar yazarın felsefe nedir? felsefenin kaynağı neresidir? gibi sorulara cevabını ve bazı filozofların hayatı ve görüşlerine ilişkin daha çok felsefe tarihini ilgilendiren görüşlerine yer verdik. Buradan itibaren

85 Âliye, a.g.e., s. 107

(36)

25

felsefenin konularından ruh nedir? cisim nedir? vb. konularına ait görüş ve eleştirilerine yer vereceğiz.

1.4. Ruh

Ruh, felsefenin ana meselelerinden biridir. Varlık problemi içinde yer alır. Felsefenin önemli ve en eski problemlerindendir. Antik Yunan düşüncesinde Thales’ten Sokrates’e gelinceye kadar ruhtan söz edilmiş, ruhun Tanrı yerine konulduğu bile olmuştur. Sokrates ile, asıl olarak Platon ile ruh anlayışı mâhiyet değiştirmiştir.87 Ruha

kendinden öncekilere nazaran daha açık bir mana veren Platon’dur.88 Çağımıza

gelinceye kadar ruh hakkında çok değişik tanımlar yapılmış, ruhun mahiyeti konusunda birbirinden çok farklı kanaat sahibi düşünürler ortaya çıkmıştır.

Ruh konusunda bu kısa bilgileri verdikten sonra yazarımızın ruh anlayışına geçiyoruz. Aliye Hanım, Tetkîk-i Ecsâm adlı eserine “İnsan ‘ben’ dediği vakit o benlikten yani ruhundan ve benim dediği vakit ruhunun tasarruf ve tedbir eylediği cisimden bahsetmiş oluyor”89 cümlesiyle başlar. Yani kendisine göre ruhun ne olduğunu tanımlamakla başlar. Yazara göre ruh kendini yine kendiyle tanıyor. Çünkü: insan ‘ben’ dediği vakit kendisinden o kadar emindir ki, kendisi bilfiil buna hükmetmeye muktedirdir. Onun için başkalarının ne söylediğine, hükmüne ihtiyacı kalmaz. İhtiyacı kalmazdan maksat insan, ruhunun varlığını anlamak için dolaylı çalışmalara gerek duymaz zira bunu kesin olarak bilmektedir.

Fatma Âliye Hanım, “insanın “ben benim” dediği halde, “Ruh nedir? Nerededir?” sorularının cevabı için başvurmadıkları yer kalmaz”, diyerek bu araştırmaya hayret etmektedir. Zaten ondan sonraki düşüncelerine bakılacak olursa bu “ruh nedir?” sorusu beyhûde bir sorudur. Çünkü şimdiye kadar yapılmış bütün çalışmalar ve yazılmış bütün eserler buna net bir karşılık verememişlerdir. Zaten “avucunda bulunan bir şeyi kaybettim zannıyla ötede beride aramak insanlarda pek çok

87 Erdem, Hüsamettin, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, Hü-er Yayınları, Konya 1999,

s.101

88 Bolay, Süleyman Hayri, Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, Nobel Yayın Dağıtım,

Ankara, Nisan 2008, s. 113

89 Fatma, Âliye, Tedkik-i Ecsam, Sadeleştirenler, Ali Utku, Arzu Ekinci, Çizgi Kitabevi, Konya, Aralık

(37)

26

kereler vaki olan şeydir. Bu halde kaybettim sandığı bir şey kendi avucunda bulunursa onu avucunu kapamış olduğu halde aramakla bir mahalde bulabilmek mümkün olabilir mi ki, insan da kendi varlığına yine kendi hükmeylemiş olduğu halde “Acaba ruh var mı yahut ruh nedir, nerededir?” gibi şeyler ile uğraşmakla bir şey bulabilsin” der.90 Yazar burada insanın kendisinin bizatihi farkında olduğu şeyin (ruhun) hala meçhul bir şeymiş gibi çaba içerine girilmesinin anlamsızlığına vurgu yapmaktadır.

Yazar’a göre ruhun tanınması ilm-i yakînidir. Zira can dışımızdaki eşyayı tanımak için cisme, hislerin yardımına muhtaçken, yaratıcısını ve kendisini tanımak için vasıtaya ihtiyaç duymaz.91 Yani yazar, kendi dışımızda olan şeyleri tanımak için cisme

ve duyularımıza ihtiyacımız varken kendimizi ve yaratıcımızı tanımak için bunlara ihtiyacımız olmadığını belirterek belki de ruhun varlığının anlaşılmasının, eşyanın varlığını anlamaktan daha basit olduğunu anlatmaya çalışmaktadır.

Fatma Âliye Maddiyyûn’un ruhu inkâr etmesine karşı çıkar, bir şeyin hakîkatinin bilinememesiyle inkârının gerekmediğini söyleyerek elektriği örnek verir. “Elektriğin hakikatinin henüz bilinememesine karşın eseriyle varlığına ikna oluyoruz” der. Diğer bir örnek olarak da kafamızı örnek verir. Kafamızın hacmine göre içinde gizli ya da yüklü olan şeylerin ne kadar devasa olduğundan yola çıkarak ruh konusunu anlatmaya çalışır.92 Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere yazar, ruhun mâhiyetinin kesin olarak anlaşılamamasının onun yokluğuna yorulamayacağını, nasıl bazı şeylerin varlığını eserlerinden anlıyorsak, ruhun varlığını da eserlerinden anladığımızı yani, ruhun var olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Ruh konusu böyledir, peki cisim konusunda kesin bilgilere sahip miyiz? Şimdi bu sorunun cevabını arayalım.

90 Âliye, a.g.e, s.23

91 Âliye, a.g.e, s. 63

(38)

27

1.5. Cisim

Fatma Âliye, “Cisim nedir?” sorusunun cevabı için fizik kitaplarını açtığında “Cisim hissolunan şeydir” tanımını gördüğünü93 söyler ve şunu ekler: “Cisim hakkında malumatın bu derecesinde kalınacak olsa iş hiç müşkilâta varmaz” der. Devamında: “Lâkin onun arkasından uzunluk, genişlik ve derinlik olarak uzayıp gitme ve iki cismin yekdiğerine nüfuz ile bir mahalli işgal edememeleri, cismin duyularından bulunduğu ve cismin bölünebilir olduğu görülüp, bunların ne olduğu anlaşılmak istenildikçe ise feylasofların girip de bir daha içinden çıkamadıkları konulara dalınmış olur ve araştırdıkça karanlığa girer”94 diyerek konunun zorluğunu ortaya koymaya çalışır.

Yazar birçok cisim tanımı içerisinden ilk olarak en basit cisim tanımını vererek tartışmanın bu boyutta kalsa fazla uzamayacağını ifade etmektedir. Ama tartışma ilkçağlardan günümüze kadar gelmiştir ve yazar bunun sebebi olarak cismin tanımının bu boyutta kalmayıp uzamasına işin içine cismin en, boy ve derinliğinin de girmesini görmektedir. Aşağıda görüleceği üzere Âliye, çeşitli zümrelerin cisim hakkındaki değerlendirmelerini vererek bu konunun ne kadar çetrefil bir konu olduğunu göstermeye çalışır.

Hukemâya göre cisim iki manaya gelir:

a) Cism-i Tabii: Gördüğümüz, dokunup hissettiğimiz şeydir. Yani doğal cisimler.

b) Cism-i Talimi: Küp, üçgen, kare gibi matematik ilminde bahsedilen cisimlerdir.

Eski hakîmler, doğal cismi “üç boyuta sahip olan tözdür” diye tanımlamışlardır. Mûtezîle cismi “uzunluk, genişlik ve derinliği olan şeydir” diye

93 Âliye, a.g.e, s. 26, ayrca bkz. Karaçorlu, Nimet, Fatma Âliye ve Tetkîk-i Ecsâm İsimli Eseri ve Batı

Düşüncesi Tenkidi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Elazığ 2009

94 Sururi, Ahmet, Babasının Kızı Fatma Âliye Hanım ve Tetkîk-i Ecsâm Adlı Eseri, Kutadgubilig

Referanslar

Benzer Belgeler

Dinin felsefeden ya da felsefenin dinden çıktığına dair tartışma felsefe tarihinde tartışılan bir konu olup din-felsefe münasebetini de belirler.. Genellikle dinden söz

Tanrı hangi özelliğe (mahiyete) sahip olursa olsun, bu niteliğe mutlak anlamda sahiptir ve bu niteliğin zıddına sahip değildir. O diğer şeylere ait özelliklerin de

Düşünen ve sorgulayan insan, bir kültür ortamı içinde yer aldığı için doğal olarak felsefe de bir kültürel ortamla ilgilidir.. Felsefenin içinde yer aldığı kültürle

CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan, nükleer santrallerin, ucuz enerji yatırımı değil tam tersine en pahalı enerji yatırımlarından biri olduğunu, bin megavatlık bir

TBMM Genel Kurulu'nda hafta içi kabul edilen Nükleer Yasası'na göre, yabancılar da dahil nükleer santral kurmak isteyen tüm giri şimcilere devlet eliyle büyük

vadilere sahiptir ki, burada yapılan tarım üzerine ilk parlak Yunan kent devletleri filizlenmiştir.. Ancak burada da coğrafya değil, toplumsal çevre

kullan ımında doğru teknoloji kullanmamız ve uygulamalarda bulunmamız, çarpık şehirleşme yani belli yerlerde yo ğunlaştırdığımız aşırı nüfus ve sanayi ile

olarak, o gün için yeni sayılabilecek görüntüle- me yöntemleri ile yapılan klinik araştırmalar, MV ile ne kadar yüksek tidal volüm verilirse verilsin kollabe olmuş akciğer