• Sonuç bulunamadı

2. ESERLERİ

2.2. a Mûtezile

Aliye Hanım’a göre, Hasan Basri’nin öğrencilerinden Vâsıl bin Atâ’nın mezhebidir. Mûtezîle denmesinin sebebi ise Hasan Basri’nin meclisine bir adam gelip “Ey imam! Zamanımız da Havâric zuhur etti ki, büyük günah işleyenleri tekfir ediyorlar. Diğer bir cemaat yani Mürcie de çıktı ki küfür ile ibadetin faydası olmadığı gibi, iman ile günahın da zararı yoktur diyor. Biz nasıl inanalım?” diye sorunca Hasan Basri cevap vermek üzere düşünürken Vâsıl bin Atâ; “Ben büyük günah sahibine mutlak mü’minde demem mutlak kâfir de demem” diyerek meclisten ayrılıp cemaate, “Büyük günah sahibi mü’min de değildir ve menzile beyne’l-menzileteyn, yani küfür ile iman arasında vasıta vardır” diyerek ders vermeye başlamıştır. Mûtezile mezhebi böyle ortaya çıkmıştır.146 Yazar, Mûtezîle Mezhebi’ne bu ismin veriliş sebeplerinin ayrıntısına girmeden, genel kabul görmüş olan sebebi zikrederek Mûtezile Mezhebi’nin doğuşunu da aynı paragrafta vermiştir.

143 Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi Giriş, Damla Yayınevi, İstanbul, s 46

144 İbn-i Haldun’un Kelam tanımı: Kelam İlmi, aklî delillerle imani akîdeleri savunmayı ve îtikadî

konularda selefin ve Ehl-i sünnetin yolundan sapan bid’atçıları reddetmeyi kapsayan ilimdir. Bkz. Gölcük- Toprak, a.g.e. s.22

145 Fatma Âliye, a.g.e., s. 113

42

Yazar Mûtezile’ye Kaderiyye’de denildiğinden bahsederken onlara verilen diğer isimlerin üzerinde durmamıştır. Bunun sebebi, Mûtezile Mezhebi’nin kendilerine verilen diğer isimleri147 kabul etmemiş olmaları ya da en meşhur isimlerinin yukarıda bahsi geçen iki ismin olması olabilir. Âliye’ye göre Vâsıl bin Atâ döneminde îtizâlî usül ve kurallar henüz belirsizdi. Usül ve kurallarını belirleyip sistemleştiren Ebu’l Huzeyl (Allâf)dir.148 Mûtezile tabakasının altıncı tabakasında zikredilen Allâf, yazarın da belirttiği gibi mezhebi tam bir aklî- îtikadî sistem haline getiren kişidir.149

Yazara göre Mûtezile, kendi mezheplerini akli deliller ile doğrulamak için felsefe usülünü kelamî kurallar ile karıştırıp bir araya getirmiştir.150 Aliye’nin bu tesbiti

ilk Mûtezile alimlerinden itibaren devamedegelen doğru bir tespit olarak karşımızda durmaktadır. Onlar felsefe usülünü kullanmışlardır. Bunun sebebini ise yazar kendi mezheplerini doğrulamak olarak almıştır. Bu sebep İslam Düşünce dairesinde kendi savundukları görüşlerin üstünlüğüne katkı sağlamak için kullanılmıştır. Bunun yanında göz ardı edilmemesi gereken önemli bir sebepleri de İslam’a bazı filozoflardan ve diğer hasımlardan gelen saldırılara yine onların metoduyla başka bir tâbirle onların silahıyla karşı koyabilmek içindir.151

Mûtezile’ye göre Cenab-ı Hakk kullarına kudret ve ihtiyar verip ihtiyarî fiillerini kendilerine bırakmıştır. Kul kendi başına ve bağımsızdır. Allah Teâlâ dilese de kulun kudreti irâdesi uyarınca bizzat etken olur.152 Yazar burada ‘kabahatlerin yaratılmasını Cenab-ı Hakk’a isnattan kaçınıp ifrat yoluna girmekle başlıca ilâhî vasıf olan yaratıcılıkta insanları O’na ortak ederek yaratıcının birden çok olduğuna inanmak yanlışlığına düşmüşlerdir’153 der. Ancak yazarın söylediği gibi insanın fiilleri konusunda Mûtezile sadece bunu savunmuş olsaydı itham edildikleri yaratıcının birden çok olduğuna inanmaları kabul edilebilirdi. Burada altı çizilmesi gereken nokta onlar

147 Mutezîle Mezhebine verilen diğer isimler: Cehmiyye, Muattıla. Bkz. Topaloğlu, a.g.e. s. 156

148 Âliye, a.g.e., s. 115

149 Gölcük, Şerafettin, Kelam Tarihi, Kitap Dünyası, İstanbul, Ekim, 2000, s. 69

150 Âliye, a.g.e., s. 120

151 Topaloğlu, a.g.e. s.157, ayrıca bkz. Muhammed Ebu Zehra, a.g.e. s.141, Gölcük-Toprak, a.g.e s. 45

152 Âliye, a.g.e., s. 144

43

kulların fiillerinde özgür olduklarını ve fiilleri insanın gerçekleştirdiğini savunurken Allah’ı(cc) âcizlikten tenzih etmeyi ihmal etmeyerek ‘insanın yaratıcılığı, Allah’ın insan için yarattığı ve insana sağladığı bir güçle olmaktadır’154 demişlerdir. Bir başka husus ise tarihî bir vâkıayı değerlendirirken dönemin şartları içerisinde değerlendirmenin sıhhat açısından en uygun yöntem olduğu da unutulmamalıdır. Bu bağlamda Mûtezile’nin, o günün sosyal, siyâsî ve fikrî ortamında değerlendirilmesi gerekmektedir.155

Ayrıca Mûtezile’ye göre Kıdem Allah’ın başlıca vasfıdır. Kıdemde O’na bir zat yahut bir sıfat katılamaz, diyerek zât üzere eklenen Allah’ın kadîm sıfatlarını olumsuzlamışlardır. Ve Cenab-ı Hakk’ın kelamı sonradan yaratılmıştır. Cenab-ı Hakk ahirette görülemez. İyilik ve kötülük aklîdir. Tövbe sahibine sevap ve büyük günah sahibine azap zorunludur gibi görüşlerinin olduğundan bahseden yazar, 156daha sonra Mûtezile’nin yirmi fırkaya ayrıldıklarını ekleyerek aşağıdaki şekilde konuyu detaylandırmaktadır.

Fatma Âliye Hanım’a göre Vâsıl bin Atâ’ya mensup olanlar “Vâsıliyye” fırkasıdır. Vâsıliyye felsefî kitapları inceledikten sonra filozofların izinden yürüyerek bütün ilâhî sıfatları Cenab-ı Hakk’ın Âlim ve Kâdir olmasına indirgemişlerdir. Kulların fiillerini onlara isnat etmişler ve şerlerin, kabahatlerin Allah’a yakıştırılması imkânsızdır demişlerdir. Ayrıca menzile beyne’l-menzileteyn’i ispat etmişlerdir.

Cübbâiyye’ye göre büyük günah işleyen mü’min de değildir, kâfir de değildir. Eğer tövbesiz ölürse ebedî cehennemlik olur ve Cenab-ı Hakk bir cisimde halk ettiği kelam ile mütekellimdir derler. Evliyaların kerametlerini inkâr ederler.

154 Muhammed Ebu Zehra, a.g.e.. s.138

155 Emeviler döneminden beri saltanatçı iktidar zihniyeti, istikrarı devam ettirme adına her şeyin Allah’ın

taktiri ile meydana geldiğini ve olaylara insanın hiçbir dahlinin olmadığını savunan Cebriyye ideolojisini savunuyor ve şiddet ve baskıya dayalı bir yönetim uyguluyordu. İnsanın özgürlüğüne dayalı olgular bunun sonucunda ortaya çıkmıştır. Bkz. Mehmet, Azimli, İslam’ın Özgürlükçü

Yorumu Mûtezîle’nin İktidarla İmtihanı, Marife, Yıl 3, sayı 3, Kış 2003, s.380, ayrıca bkz. Turan,

Ahmet, İslam Mezhepleri Tarihi, Samsun 2000, s.126

44

Ebû Haşim’de Mûtezile imamlarındandır. Mevcut ile ma’dum arasında vasıta olan hâli ilk olarak ispat eden odur157.

Ebû Huzeyl el-Allâf’a mensup olan “Huzeyliyye” fırkası da, Allah’ın taktirlerinin sonsuz olduğuna ve cennet ve cehennem ehlinin hareketleri son bularak daimî bir sükût haline geleceğini savunmuşlardır.

Fatma Âliye Hanım Nazzamiyye fırkasının imamı İbrahim bin Seyyâr en- Nazzam için ‘Kaderiyye’nin şeytanlarından olan’ ibaresini kullanmaktadır. Nazzamiyye, Cenab-ı Hakk’ın dünyada kullarına iyiliği olmayan fiili işlemesi ve ahirette mükâfat ve eziyeti arttırıp azaltması konusunda ihtilaf etmiştir.158

İbni Hâit’in fırkası “Hâitiyye”de, âlemin yaratıcısı konusunda ihtilaf etmiştir. Yazarın âlemin yaratıcısı konusunda ihtilaf etmiştir dediği husus biri kadim diğeri hadis olan iki ilah kabul etmeleri olmalıdır. Mesih’i hadis ilah olarak kabul etmektedirler.159

Câhiz’e mensup olan “Câhiziyye”, natüralizme meylederek cisimler ayırt edici özellikleri olan çeşitli tabiatlara sahiptir, fikrini savunmuşlardır. Ve cevherleri madde hükmünde tutup, onlar kalıcıdır ve araz değişir diye inanmışlardır. Aliye tarafından konu özet olarak verildiği için maddelerin kalıcılığı konusunda bir açıklamaya girilmemiştir. Kastedilen Câhız’ın, yaratıldıktan sonra cisimlerin yok olmasının imkânsızlığına dair görüşü olmalıdır.160

Yazara göre diğer bazı Mûtezilî fırkalar, kafir ve müşrikler cennet ve cehenneme girmeyip, hayvanlar gibi toprak olur demişlerdir.161 Bazıları da tenâsüh’e inanmak gibi küfrü zorunlu kılan mezheplere kapılmışlardır.162 Yazar mezhep ismi

157 Âliye, a.g.e., s. 110

158 Âliye, a.g.e., s. 111

159 Harputi, Abdullatif, Kelam Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, sad. Muammer Esen, Ankara, 2005,

Ayrıca bkz. Bağdadi, a.g.e. s.213

160 Bağdadi, a.g.e., s.128, ayrıca bkz. Harputî, a.g.e. s.47

161 Sözü edilen fırka: Sümamiyye, bkz. Harput’i, a.g.e. s46

45

vermemiştir. Mûtezile içinde bu görüşte olan fırka Harputî’de sadece Habitiyye163 olarak alınırken Bağdadi’de Habitiyye’nin yanında Himariyye164 olarak geçmektedir

Âliye’ye göre Ehli Sünnet fırkalarının çoğu tartışmaları Mûtezîle ile olmuştur. Çünkü, yukarıda açıklandığı üzere sapık fırkanın sözleri şeriata ve akla aykırı olarak, mezhebin batıllığı açıktır. Ehli Sünnet’in çoğu tartışmalarının Mûtezile ile olması gayet doğaldır çünkü yazarın kendisinin de belirttiği gibi İmam Eş’arî önceleri bir Mûtezilî iken sonra onlardan ayrılarak onlarla mücadele etmek için ortaya çıkmıştır.165 Âliye’ye göre bazı Mûtezile fırkalarının makul olmayan ve hezeyan dolu sözleri vardır. Ancak Mûtezile içinde ulemadan önde gelen adamlar olup kuvvetli aklî deliller ortaya koyanlar olduğundan bahsederek yazar onların da hakkını teslim etmiştir.

Ayrıca yazara göre, Mûtezile’nin delilleri Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat tarafından şu şekilde çürütülmüştür; övgü ve yergi, sevap ve günah bağımsız olmaksızın îcada uygun gelmez, onlarda kulun kazanması yeterlidir ve ihtiyarî fiiller kulların fiilleridir. Bu gibi fiillerin kullara isnat olunmasıyla onların yaratması lazım gelmez.166

2.2.b. Şîa

Şia, kaynaklarda çok çeşitli isimlendirme ve sınıflandırmaların olduğu bir alandır. Fatma Âliye bunların yirmi iki fırkaya ayrıldıklarını ve kadîm Şiîlerin usulünün Gulat, Zeydiyye ve İmamiyye olarak üç fırka olduğunu yazar. Gulat’ın da kendi arasında birçok fırkalara bölündüğünü aktarır. Bunları da mensup oldukları şahısları ekleyerek Sebeiyye, Kâmiliyye, Beyaniyye, Cenâhiyye, Hattabiyye, Gurabiyye, Mufavvıza ve diğer bazı fırkalar167 olarak vermektedir.

163 Harputî, a.g.e. s.45

164 Bağdadî, a.g.e. s.215

165 Muhammed Ebu Zehra, a.g.e. s.178

166 Âliye, a.g.e., s. 138

167 Yazar burada diğer bazı fırkalar diyerek isimlerini vermemiştir. Yazarın yaptığı sınıflamaya uygun

olarak Harputi’de bir sınıflama görüyoruz. Orada bu fırkalar şöyle verilmektedir: Gulat-ı Şia; Sebeiyye, Kamiliyye, Beyaniyye, Muğiriyye, Cenahiyye, Mansuriyye, Hatttabiyye, Gurabiyye, Zemmiyye, Hişamiyye, Zurariyye, Yunusiyye, Şeytaniyye, Rizamiyye, Mufavvıza, Bedaiyye, Nusayriyye, İshakiyye, İsmailiyye. Bkz. Harputî, a.g.e. s. 50-58

46

Yazar İsmâiliyye fırkasına çeşitli isimler verildiğini söyleyerek bunların ayrıntısını da şöyle vermektedir: “Bâtıniyye” denmesinin sebebi olarak Kitap’ın zâhirini terkedip bâtınıyla amel etmelerini gösterir. Karamita olarak adlandırılmalarının sebebi ise ilk defa bu mezhebe davet çalışmalarını ‘Karmat’ adında bir şahsın yapmış olmasını gösterir. Azerbaycan’da onlardan bir tâifenin Bâbek-i Hurrami’ye tâbî olarak ayaklandıklarından Bâbekiyye, Bâbek zamanında kırmızı giydiklerinden Muhammere denildiğini yazmaktadır. “Seb’iyye” denmesinin sebibi olarak da, “şeriatı bildirenler yedidir; Âdem, Nuh, İbrahim, Mûsa, Îsa, Muhammed ve yedincisi Mehdî’dir” inancında olmalarını gösterir.168 Fatma Âliye, Şia konusunda bu bilgilere yer verirken Onların

inanç konularındaki görüşlerine yer vermeyerek Havâric Fırkası hakkındaki düşüncelerine geçmektedir.

2.2.c. Havâric

Yazara göre Havâric’de birçok fırkalara ayrılmıştır. Tahkim fırkası Sıffın Savaşı ardından hakemlerin atanması ve onların kararları üzerine Hz. Ali aleyhinde bulunan on iki bin kişidir. Çoğu sahabeyi ve büyük günah işleyenleri tekfir etmişlerdir.

Yazara göre Ezârika fırkası Hz. Ali’yi tahkim meselesinden dolayı Hz. Ali’nin aleyhinde sözler söylemişlerdir. Bunlar nice sahabe ve büyük günah işleyenleri tekfir etmişlerdir. Sırf zina eden recm olunmaz dermişler169, Sufriyye fırkası ise recmin hükümsüzleştirilmesi konusunda Ezârika’ya muhalefet etmişlerdir. Aliye ayrıca Abdullah bin İbad’a mensup olan İbadiyye fırkasının bazı görüşlerini vermektedir. Onların, kıble ehlinden bize muhalif olanlar kafirdir, ancak müşrik değildirler; ülkeleri İslam ülkesidir fakat ordugahları İslam ülkesi değildir; büyük günah işleyen muvahhiddir ancak mümin değildir, çünkü amel imandan bir cüzdür ve büyük günah işleyen nimete küfür etmiştir; kâfir millet değildir görüşünde olduklarını yazmaktadır. Ayarıca bunların Hz Ali’nin ve çoğu sahabenin aleyhinde bulunmuş olduklarına da yer verir. Bunların dört fırkaya ayrıldıklarını ve bu dört fırkadan Yezidiyye fırkası’nın

168 Âliye, a.g.e., s. 111

47

büyük günah da küçük günah da şirktir şeklinde inandıklarını aktarır.170 Yine yazar Havâric’ten Acâride fırkasının da kendi içinde birçok alt fırkalara ayrıldığından, bunlardan Meymuniyye fırkası’nın kaderi inkâr ederek ‘Allah Teala hayrı irade eder, şerri ve günahları irade etmez’ dediklerinden ve bazılarının ‘kulların fiileri Allah’ın yaratmasıdır’ dediklerinden, bazılarının ise hadis kudreti olumsuzlayarak cebre inandıklarından bahseder. Bütün bunları vermesinin sebebi de bu fırkanın da kendi içinde çok çeşitli dallarının olduğunu anlatmak olabilir. Bunlardan sonra yazar büyük İslam fırkalarının dördüncüsü olarak Mürcie fırkası’nı ele alır.

2.2.d. Mürcie

Mürcie fırkası hakkındaki bilgiler yazar tarafından şu şekilde verilmiştir. Mürcie ameli geri bırakıp mü’mine günahın zararı yoktur derler. Beş fırkaya ayrılmışlardır.171 Bazıları kulların fiilleri hakkında Kaderiyye ile uyumlu hareket etmişler, bazıları iman Allah’ı bilmek ve O’na alçak gönüllülükle kalben muhabbet etmektir. Bu sıfatlar her kimde bulunursa mü’mindir, artık ibadetleri terk etmek ve günah işlemek ona zarar vermez. İblis Allah’ı bilirdi ancak kibri nedeniyle kâfir oldu demişler172, bazıları da Allah’a cisim isnat etmişlerdir.173

2.2.e. Neccâriyye

Fatma Âliye’ye göre Neccâriyye’de üç174 fırkaya ayrılmışlardır. Bunlar kulların fiilleri hakkında Ehl-i Sünnet’e, vücûdî sıfatı inkârda, kelamın yaratılmışlığında ve Allah’ın kıyamet günü mü’minler tarafından görülmesinin olumsuzlanmasında Mûtezile’ye uyumlu hareket etmişlerdir.

170 Âliye, a.g.e., s. 112

171 Yazar beş fırkaya ayrıldıklarını söylerken altı fırka oldukları rivayetleri vardır. Bağdadi bu beş fırkayı

şu şekilde vermiştir: Yunusiyye, Ğassaniyye, Tumeniyye, Sevbaniyye, Merisiyye. Yukarıda ismi geçenlere ilave olarak Ubeydiyye fırkası da zikrolunmaktadır. Bkz. Turan, a.g.e. s.135. Ayrıca bkz. Harputî, a.g.e. s.75-76

172 Burada kastedilen fırka Yunusiyye olmalıdır. Bkz. Harputî, a.g.e. s.75

173 Âliye, a.g.e., s. 113

174 Yazar bu üç fırkanın ismini vermemiştir. Bu fırkalar: Burğusiyye, Za’feraniyye, Müstedreke’dir.

48

Neccâriyye, Eş’ârîler gibi ılımlı cebre inanarak, kul için fiilinde etki etmeksizin kazanmayı ispat etmişlerdir.175 Yazar ılımlı cebre inanan bu fırkadan sonra salt cebre inanan Cebriyye fırkası’nı tanıtmaktadır.

2.2.f. Cebriyye

Aliye Hanım Cebriyye konusunda şunları söylemektedir. Cebriyye, Cehm bin Safvan Tirmizî’nin176 ashabıdır. Cebriyye salt cebre inanır. Onlara göre kulda asla kudret yoktur. Kul kendi fiillerinde cansız varlıklar gibidir. İnsan bütün hareketlerinde ve davranışlarında çaresiz ve mecburdur. Cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girdikten sonra cennet ve cehennem yok olup, Allah’tan başka mevcut kalmaz, mü’minler kıyamet günü Allah’ı göremezler, kelam yaratılmıştır, inancındadırlar. Yazar burada bahsetmemiştir ancak bazı kaynaklarda rastladığımız şu ayrıntıyı vermekte yarar görüyoruz. Bahsedilen kaynaklarda Cebriyye’nin kendi arasında ikiye ayrıldığından sözedilerek bunların isimlerinin Mütevassıta ve Mahda177 ya da Halis ve Mütevassıt178 olduğu belirtilmiştir. Mahda- Halis olarak isimlendirilenler Cehm bin Safvan’a mensup olup insana hiçbir irade hürriyeti tanımayanlardır. Asıl Cebriyye olarak bilinenler de bu zümredir. Mütevassıta olanlara gelince, onlar kulda bir kudret kabul ederlerse de bu kudretin fiilin üzerinde bir etkisinin olmadığını savunanlardır.

Fatma Âliye Hanım yukarıda ki bilgileri verdikten sonra Cebriyye’nin insandan bütün bütün ihtiyarı almakla onu cansız varlıklar derecesine indirdiğini, kulun fiillerinde asla dahil olmadığı taktirde de teklifin saçma olacağını, övgü ve yergi, sevap ve cezaya yer kalmayacağını belirterek itiraz eder.179

175 Âliye, a.g.e., s. 113

176 Kaynaklarda genel olarak Cehm bin Safvan olarak geçmektedir. Fatma Âliye kullandığı şekilde ise

Harputî’nin kullandığını görüyoruz. Bkz. Harputi, a.g.e. s.77. Bağdadî’nin Mezhepler arasındaki Farklar isimli kitabında da Cehm bin Safvan olarak geçmektedir ancak Ethem Ruhi Fığlalı düştüğü dipnotta Ebu Mihraz Cehm b. Safvan er-Rasibi olarak kaydetmiştir.

177 Harputî, ag.e. s.77

178 Turan, a.g.e. s.136

49

2.2.g. Müşebbihe

Sapık fırkalar halkasının sonuncusu Müşebbihe’nin Fatma Âliye tarafından benimsenmeyen görüşleri ise şöyledir. Müşebbihe, Allah’ı yaratılmışlara teşbih ve hadiseler ile temsil ederler. Onlar da aralarında ihtilaf etmişlerdir. Gulat-ı Şia müşebbihesi, tecessüme, Allah’ın hareketine, intikaline ve cisimlere hulûlüne inanırlar. Haşviyye Müşebbihesi ise, Allah Teâlâ cisimdir ancak diğer cisimler gibi bir cisim değildir derler. Cenab-ı Hakk arşın üzerindedir diyen meşhur Ebû Abdullah bin Muhammed bin Kiram’a180 mensup olan Mütekellimîn de müsebbihedendir.181 Yazar’ın

verdiği bilgilere göre Müşebbihe tek tip bir düşünce yapısına sahip değildir, aralarında farklar vardır. Hatta bazı kaynaklarda Mücessime kendi alt dalları olan müstakil bir mezhep olarak kaydedilmiştir.182 Burada yazarın Müşebbihe ile Mücessime mezheplerini tek bir başlık altında ele almış olmasının çeşitli sebepleri olabilir. Bunlardan birincisi kendisinin İslami Fırkaları sekiz ana mezhebe ayırması olabilir. Dolayısıyla adı geçen bu iki mezhebi tek başlık altında toplama zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. İkinci sebep ise tecsim ile teşbih birbirine yakın konular olduğu için en azından mezhepler tarihi açısından bu şekilde değerlendirmiş olabilir. Üçüncü sebep olarak da bu konuda incelediği ve önemsediği kaynakların taksimine uymuş olabileceğini söyleyebiliriz.

Fatma Âliye’ye göre yukarıda adı anılan fırkalar, hep cehennem ehli sapık fırkalardır. Ama kurtulmuş olan fırka peygamberimiz ve ashabının bulunduğu hal üzere olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat fırkası olup, onların mezhebi o sapık fırkalardan ve bid’atlerinden uzaktır.183 Ehl-i Sünnet’in düşünceleri de aşağıdaki şekildedir.

180 Ebu Abdillah Muhammed b.Kerram es-Sicistanî: Kerramiyye Mezhebi’nin kurucusu. Mezhebe Allah

cisimdir görüşlerinden dolayı Mücessime ismi de verimektedir. Azabü’l-kabr en önemli eseridir. 869 tarihinde ölmüştür. Bkz. Bağdadi, a.g.e. s. 160-161, ayrıca bkz. Turan, a.g.e. s. 137-138

181 Âliye, a.g.e., s. 113

182 Bkz. Bağdadî, a.g.e. s.160, ayrıca bkz. Turan, a.g.e. s. 137

50

2.3. Ehl-i Sünnet

Yazar, Ashab-ı kiram, selef ve ehl-i sünneti aynı yol üzerinde görmektedir. Ve Ehl-i Sünnet’in görüşlerini genel olarak şöyle aktarmaktadır. Âlem hâdistir, Bârî Te’âlâ mevcuttur. Ondan başka yaratıcı yoktur. O Kadîmdir, ilim, kudret ve diğer celâl sıfatı ile vasıflıdır. Eşi ve benzeri yoktur, bir şeye hulûl etmez, hâdis şeyler onun zatıyla kaim olmaz. Mekandan, yönden, bir tarafa hareket ve intikalden, bilgisizlikten, yalandan, noksan sıfatlardan münezzehtir. Âhirette mü’mine görünür. Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Ganî’dir, bir şeye muhtaç değildir, üzerine bir şey zorunlu değildir. Sevap kazanmış kılarsa inayetiyle, azap ederse adaletiyledir. Onun fiili için bir garez yoktur. Ondan başka hakim yoktur, işlediği ya da hükmeylediği şeyde haksızlık ve zulümle vasfolunmaz. Parça parça değildir. Onun için sınır ve nihâyet yoktur. Yarattıklarını çoğaltıp azaltabilir. Cismani mead haktır. Ceza, hesap, sırat ve mizan haktır. Cennet ve cehennem halihazırda yaratılmış durumdadır. Cennet ehli cennette, cehennem ehli cehennemde sürekli kalırlar. Müminlerin affı caizdir. Şefaat te haktır. Kıble ehli tekfir olunmaz. Fatma Âliye’ye göre Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebi budur.184

Âliye’ye göre Selef ve İmam Şafi’î ve diğer fakihler Kelam ilmiyle uğraşmayı yasaklamışlar ve reddetmişlerdir.185 Hele Mûtezie’nin kendi mezhebini doğrulamak için kelamî meseleler ile felsefî kuralları karıştırdıklarından ve Ehl-i Sünnet olan mütekellimînde onlara cevap vermek üzere hikemî tartışmalara giriştiklerinden dolayı fakihler biraz daha Mütekellimînden nefret etmiş ve uzak durmuşlardır. Muhaddisîn de genellikle Mütekellimînden nefret ederlerdi.186 Bundan da anlaşılacağı üzere Ehl-i Sünnet, Mûtezile felsefî kurallarla tartıştıkları için felsefeye girmişlerdir. Onlara aynıyla cevap verebilmek için bunu yapmışlardır.

184 Âliye, a.g.e., s. 114

185 Rasulullah ile ashabın akaid de takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen selefiyyedir.Tabiin,

mezhep imamları ve büyük fukaha, muhaddisler selefiyyedir. Selefiyyenin şiarı îtikad sahasında akla rol vermemek ve müteşabihâtın te’viline girişmemektir. Onları olduğu gibi kabul etmektir. Bkz. Topaloğlu, a.g.e. s. 106. Bu zümrelerin ilk başta Kelam’a mesafeli durmalarının sebebi budur.

186 Âliye, a.g.e., s. 117. Burada şu hususu dile getirmek faydalı olabilir. Yukarda kelamın selefiyye

tarafından ilk zamanlar kabul görmemesinin sebebi öncelikle onların kelamî konulara olan mesafeli yaklaşımlarıdır. Bu kabul görmeyişin diğer bir sebebi de selefiyyeye yapılan baskı ve işkenceler olabilir. Bkz. Muhammed Ebu Zehra, a.g.e. s. 169

51

Yazara göre ilk başta fakihler bu gibi hikemî tartışma konularını red ve inkâr etmişlerse de hak mezhebe yardım için bazı hikemî ilimlerin öğrenilmesine gereklilik görülmüş ve sonraları mantık ilminin öğrenilmesi işin zorunluluklarından kabul edilmiştir. Mütekellimîn kendi aralarında aklî ve naklî deliller ile tartıştıkları sırada, bir taraftan da hakîmler ile tartışmaya koyuldular. Bu yüzden sonraki Mütekellimînin

Benzer Belgeler