• Sonuç bulunamadı

Şehrin komiği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şehrin komiği"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HESAPLAŞMA

“ Şehrin Komiği,,

Burhan ARPAD

Sanırım geçen yıl, TRT'nin radyo yayınlarında genç bir yapımcı tiyatro konulu programı sunarken «Komik-i- şehir» dedikten sonra bir açıklama yapmıştı: «Bu şeh­ rin komiği» diye! Bunu neden gerekil gördüğünü bile­ meyeceğim ama. TRT adına ben utandım. Tûrkceyi ya­ kın geçmişin mirasıyla bilebilenler, «Komik-i-şehîr» de­ yiminin «ünlü komik» anlamına OsmanlIca bir yakıştır­ ma olduğunu, «Şehir» sözünün «Kent» değil, «Ünlü» de­ mek olduğunu bilirler. Sözü yakın geçmişten ve tiyatro­ dan açmışken, TRT'nin eski ses ve sahne sanatçıları ko­ nusunda yaptığı dizi üzerinde bir kaç örnekle duraca­ ğım. Mütareke yıllarında sahneye çıkan ilk Müslüman - Türk kadını bilinen Afife’yle başlıyor dizi. Afife o günle­ rin baskısıyla bunalıp eroine alışıyor ve uykusunda ka­ rabasanlarla uyanıyor. Afife’yl çığlık çığlığa yataktan fırlatan karabasan do şu: Zincire vurulmuş bir kadın ön­ ce kırbaçlanıyor sonra kızgın demirle dağlanıyor. Kara­ basanlar ve her çeşit ruh tedirginlikleri yaşanılan çev­ reyle bağlantılıdır. Türk toplumunun uzak yakın geçmi­ şinde zincire vurulup kızgın demirle dağlanma diye bir olgu bilmiyoruz. Robert College çıkışlı yapımcı, Holly­ wood özentisi bir davranışla, ya da Hlnd melodramların­ dan esinlenerek «olamaz» ı olur yapmak İstemiş. Sessiz sinemanın ünlü kadın oyuncusu Polo Negri'nln «Namus Lekesi» filminde de bir Raca, AvrupalI bir serüven ka­ dınını kızgın demirle dağlıyarak öç alır görmüştüm. Di­ zide sunulan öteki sanatçılarımızı eskiden tanımayanlar, yapımcının «Yeşil Cam» anlayışlı sunuşuyla görünce: «iyi olmuş böylelerfnin unutulması!» diyecektir. Sözgelişi, Darülbedâyl-in en değerli sanatçılarından Kemal Küçük, o diziye göre, veremli âşık bir Rum garson Birkaç oyun­ da gördüğüm Kemal Küçük şahne Türkçesi yanıyla da başarılıydı. Kantocuların en ünlüsü Peruz hanım da. o yapımcıya göre, parayı verenin yatağına giriveren ve müşterileri kuyrukta bekliyen bir kaldırım yosmosı Ce­ mal Sahlr ise, «Operet kıralı» değil, zavallı £ir kambur.

Bu konulan ve böyle kişileri beyaz perdeye getirme­ nin iki yolu vardır. Titizlikle derlenecek belgeler, bilgiy­ le değerlendirilip aralarında bağlantı kurulur, ses ve mü­ zik öğeleri de sinema sanatı dozunda verilir Vo da. o sanatçının hayat hikâyesi, belgeleri zorlamadan senar­ yoya aktarılmasını başarabilen bir sinema ustasınca ko­ nulu film yapılır. Bizim TRT'nin çarpık dizisi ne o. ne de bul

Sevimli tanışım Holdün Taner bir süredir pazarlan eski günleri ve yakınlık kurduğu kişileri anlatıyor. Fakat işlerinin çokluğundan, ya da yaşının bizlerden biraz genç olmasından, azbucuk yakından izlediğim İstanbul Tiyatro olaylarında önemli yanılgılara düşüyor. Sözgelişi, 1915 yılı Dlreklerarası’nda Genç Cemal Sahir’e Felek Si­ neması antresinde «Hlnd Rüyası» filminin fotoğraflarını seyrettirdikten sonra Feyzlye kıraathanesi bitişiğinde bir lostra salonuna sokuyor. 1915'de oysa Felek sineması yoktu. Feyzlye kıraathanesi ve Felek sineması diye iki ayrı yapı yoktu. Feyzlye kıraathanesi yıllar geçtikçe ve günün gereksinmelere göre küçük onarımlarla biçim de­ ğiştirerek mütareke yıllarında önce Emperyal, sonra Gü­ neş. sonra Felek sineması adını almıştır. Sözü edilen fil­ min adı «Hind Rüyası» değil, «Hind Mezarudır. Alman re- |isör Joe May'ın 1921-22’de çevirdiği bir film 1915’de Tür­ kiye’de gösterilemez. Rejisörün eşi Mla May’ın oynadığı «Hlnd Mezarı»’nı ben mütareke yıllarında Felek sinema­ sında seyrettim. Taner, Sahir Opereti’nin kuruluş ve ge­ lişme yıllarını anlatırken. Cardaş Fürstin'de de yanılıyor. Cardaş Fürstin Sahir tiyatrosunda 28 Mart 1922'de ilk defo oynanmıştır Oysa, topluluk yine orada Meçhul ad­ lı bir adapte eserle 1921’de kuruluş temsilini vermiştir. Cardaş’ın ilk temsillerinde başrollerde Nuart ve Şeref değil (Silva ve Boni olarak) Efraz ve Mahmut İbrahim vardır Özel arşivimde bulunan Cardaş İlk gece progra­ mında böyle yazılı Sahir Opereti’nin son başarısı diye­ bileceğimiz 12 aralık 1927 gecesi. Fransız Tiyatrosu’nda (şimdi Ses sineması) Taner’in yazdığı gibi «Cardaş» de­ ğil Kontes «Marlça»nin Türkçe İlk oynanışı sunulmuştur. Ayrıntılı bilgi «Direklerorası» kitabımın 61 - 66 sayfala­ rında yardır Taner, bir radyo konuşmasında Muhsin Er- tuğrul ve arkadaşlarının Ferah sezonu repertuvarındo Fırtına'yı da sayıyor. Oysa. Fırtına ilk olarak 1952 ekim ayında Tepebaşı tiyatrosunda Max Meinecke’nln re­ lisiyle sunulmuştur Sevimli tanışım, Muhsin'in o yıl oy­ nadığı Cehennem, İhtilâl gibi ndantelerln adını «Fırtına» diye hatırlamış olmalı! Konuşmalarında ve yazılarında Şehzadebaşı yerine nedense hep Saraçhanebaşı diyor. Vezneciler, Kuyucu Muratpaşa Türbesl’nden başlıyor ve Şehzade camlı avlu duvarı bitiminde son bulan semtin Şehzadebaşı olduğunu her İstanbullu bilir.

TRT'yle başlıvan vozıyı yine TRT’yle bitiriyorum. Devlet Tiyatrosu’nun orta yaşlı sonatcılan arasında ede­ biyata yakınlık duyanlardan Kerim Afşar, bir süre önce Sait Faik İçin yaptığı anmo programını «Toprağı Bol olsun!» diye bitirmişti Bundan ne cıkor diyenlere bir di­ yeceğim yok Küçük ayrıntıların bütünü oluşturduğunu ve kültür dünyası ülkelerinde küçük, ya da büyük yanlış di­ ye ayrım yapılmadığını belirlemekle yetineceğim.

Referanslar

Benzer Belgeler

Afyonkarahisar'~n kuzeydo~usunda ve Emirda~'~n do~usunda bulunan Büyük Güller Höyük, ~nli Höyük, Cinli Höyük ve Kömürcü Höyük yerle~meleri Konya sm~nna çok yak~n olan

Bu çalışmada belirlenen değerler (dikey sapmanın en yüksek mutlak değeri 4°, ortanca değeri kadınlarda 2° ve erkeklerde 2,5°) sağlıklı Türk genç erişkinler için

bir sen görüyordun bahçe içindeki evin balkonundan İstanbul’un üstüne dökülüşünü sarı bir gül gibi güneşin,. çiçek tozu parmaklarının ucunda bir yaprak

5.Alt Problem: Özel eğitim okullarında çalıĢan, alan değiĢikliği yoluyla özel eğitim öğretmenliğine geçen sınıf öğretmenlerinin tükenmiĢlik düzeyi ve yaĢam

«Hayatımızda bütün faaliyetimiz, memleket işle­ rinde keyfî, müstebitçe hareket edenlere karşı mü­ cadele ile geçmiştir» diyen Atatürk, en kutsal

Kenize Paris'te ikinci Dünya Savaşı yıllarında başlayıp Hindistan'a, Pakistan'a ve Mısır'a uzanan bir hayatı, kendi hayatını anlatıyordu. Annesini İkinci Dünya Savaşı

Vaktile, benim de kalem yar­ dımımla milliyetçi “Turan,, gazete­ sini çıkarmış olan Zekeriya Beyin Türk ordusunu, Türk milliyetper­ verlerini ve Türk

Ney ve nısfiyeyi, mest olduğu demlerde; gelişi güzel, fakat bir bahçeden rastgele toplanan çiçekler gi­ bi, hoş çalar ve ayık olduğu zamanlarda ise; değil