• Sonuç bulunamadı

Selami Sedes'in konferansı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Selami Sedes'in konferansı"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

>

t

T Ü R K T I Y A T R O / Ü

0 <Ç fl (M O) IE K ö İL IE R :

Bir Müsabaka . . .

Bir adam yaratmâk .

Z ah ir Sıtkı |

S elâm i S e d e s ’ in konferansı

Bir adam yaratmak .

. . T evziat

Sözün kısası .

. .

• •

i-1 J

S ü r t ü k ...

Per Günt...

• •

ft

10

Kuruş

(2)

c ild in iz i s e rtle ş tirip ç a tla tır

M uhafaza etm ek için yüz ve e lle ri­ nizi sabah ve akşam m untazam an ve sokağa çıkm adan evel iyice

KREM NIVEA

*

ile uvunuz. T e n i­ niz yum uşak ve ■sıhhatli kalır. K Ö M Ü R S O B A L A R I

5 R T İ E

D E

VERESİYE

G A LA TA

BONMARŞESI

KARAKÖY No. 5

EN BÜYÜK 6İYİM EVİ

Mevsim sonu münasibetile büyük

T E N Z İ L Â T L I Satış.

(3)

T Ü R K T İ Y A T R O S U

T İ Y A T R O M E V S İ M İ N D E H E R O N B E Ş G Ü N D E B İ R Ç I K A R

Sahibi : Şehir T iyatrosu Şubat 1938

Yaz. İ. Müdürü: Neyire Ertuğrul | Sen e: 9 No. 86 Çevirme evi: T e p e b a ş ,Tiyatrosu

B i r

M ü s a b a k a

' — 1 —

Bizde belediye tiyatrolarının gayesi şu cümlelerle tesbit edilebilir :

“Halkın tiyatro kültürünü yükseltmek, millî ve beynelmilel tiyatro şaheserlerini ta­ nıtmak, tiyatro sevgisini yaymak, halkı eğ­ lendirmek, bu suretle güzel sanatlara karşı sevgi uyandırmak ve memlekette seyirci ta­ bakasını genişletmek.,,

Bu gayeye varmak maksadıyla, ekonomi bakımından, tiyatroyu her keseye uygun ola­ cak derecede ucuzlatmak lâzımdı. O da ya­ pıldı ve halk ta tiyatroya akınlarıyla buna mukabelede gecikmedi. Yalnız bir çok taraftan bir takım itirazlara yol açacak hadiselerle karşılaştık.

2

-Meselâ bir seyircimiz dedi ki :

" Dün akşam tiyatrodaydım, karımın ya­ nma, üstü başı yağ kokan bir kasap veya pastırmacı çırağı düşmüştü, koltukta yanında- kini iz’âç edercesine bir tarafa yaslanarak oturan bu adam, ilk defa tiyatroya geldiği

için, bir türlü rahat edemiyor, etrafındakileri de rahatsız ediyordu. Elhasıl öyle bir temsil seyrettik ki burnumuzdan geldi, geldiğimize geleceğimize pişman olduk. ”

Seyircimizin hakkı vardır. Bunun önüne geçmek için tedbir arayınca şunlar hatıra geliyor :

Kontrol memurunun yanına burnu kuv­ vetli, av köpeği gibi hassas bir adamı koku rakibi olarak koymak lâzım. Şüpheli seyircile­ ri bir koku muayenesinden geçirsin, kokanları içeri sokmasın, ayrıca bir de kapı önünde “tecrübe koltuğu,, bulundurmalı, tiyatroya ilk gelenleri bu dar koltuk üzerinde oturtarak kısa bir stajdan geçirmeli, doğru oturmayı öğretmeli, ondan sonra içeriye salıvermeli.

Fakat bunlar için bütün bir murakabe heyetine, bir imtihan salonuna, bir muayene koridoruna ihtiyaç var, ne yazık ki kadromuz­ da da bunlar yok.

3

(4)

“ Siz ; tiyatroya hiç gelmiyenlerî alıştırır­ ken, gelmeye alışanları da tiyatrodan soğut­ maya başladınız.. Çünkü bu tiyatroya yeni gelenlerle bir arada tiyatro seyretmek bir azap oluyor, ağlanacak yerde gülüyorlar, gülünecek yerde ağlıyorlar.”

Bu seyircimizin de hakkı var. Buna karşı tedbir de şöyle olabilir :

Sahnenin iki yanma beyaz levhalar yap­ tırılır, biri gülmeye, diğeri ağlamaya işaret olarak kullanılır, icabında meselâ birine “piyesin burasında gülünüz” veya ötekine “piyesin burası hazindir, arzu buyurulduğu takidrde müteessir olabilirsiniz” yahutta “yanı­ nızda mendil varsa şimdi ağlamakta bir mah­ zur yoktur” gibi yazılar ışıkla aksettirilebilir. Şaka bir tarafa, bunun önüne nasıl geçi­ lir diye düşünmek çok acı. Çünkü bu iş sahi­ den işaretle halledilir mes’elelerden değil. Bir piyesin neresinde bağıra bağıra gülünür, neresinde hıçkıra hıçkıra ağlanır, bunu öğret­ mek te, anlatmak ta güç. Her şeyin acemisi olacağını insan tahmin eder de tiyatro seyir­ cisinin acemisi olacağını hatırından bile ge­ çirmez.

— 4 —

Dram Tiyatrosunun kapısındaki kontrol memurumuz,. bir temsil sonunda tiyatrodan çıkan iki kişinin şöyle bir konuşmasına şahit olmuş, bize anlattı :

“ Küçük Rızanın dayısı Selim geçen gün bu oyunu görmüş, içinde papazlar varmış, kadı manastıra geliyormuş, kavga ediyorlar­ mış, gülmeden katılmış. Bugün o papazlar filan çıkmadı, sonra o kadar çok gülmedik de.„

Bilmem tahmin ettiniz mi . . arkadaşı komedi tiyatrosunda “Aynaroz kadısı”nı gör­ müş, onlara methetmiş, onlar da dram kıs­ mında “Per Günt”e gelmişler, Per güntü Aynaroz kadısı diye seyretmişler, yalnız pek o kadar gülmemişler. Buna ne buyurulur ?

Böyle gülmek ümidile Dram tiyatrosuna, ağlamak hülyasıyla komedi tiyatrosuna girip yanılanlara karşı aceba kapıda bir tellâl mı bağırtmak ?

— 5

-Tiyatroyu temizliyenlerden biri şöyle dedi :

“ Geçen senelerde, yâni tiyatro hatlarının bu kadar ucuzlamadığı yıllarda, temsilden sonra ortalığı süpürdüğümüz zaman çukulata yaldızları, bonbon kutuları, portakal kabuğu süprüntünün ekseriyetini teşkil ederdi. Şimdi bu sene süprüntünün çoğunu fındık, fıstık, kabak çekirdeği, ceviz, kestane kabukları kü­ mesi tutuyor. Bazan öyle oluyor ki bir koltu­ ğun önündeki kabuk, yalnız kabuk, mübalağa olmasın ama, 500 gram ağırlık çeker.,,

Bunun önüne geçmek için tedbir alın di­ yeceksiniz değil mi ?

Bu tedbiri biz on senedir bulmadık. Buna mani olmak için bir çare teklif etmek üzere seyirciler arasında bir müsabaka açmalı. En kısa zamanda en makul usulle tiyatrolarımız­ dan fındık, fıstık, kabak çekirdeğini kaldırmak çaresini teklif edene mükâfat olarak on gece­ lik temsil abonesile on kilo kabak çekirdeği hediye vermeli.

Perdeci

VOLPONE

Yazan : Ben Johnson

T ü rkçesi: Bedrettin Tuncel

ŞEYTAN

Yazan : Molnar Ferenç

Türkçesi : Seniha Göknil

OTHELLO

Yazan : W. Shakespeare

(5)

T irk Tiyatrosu 5

ı m n

K

o

n

f

e

r

a

n

s

ı

Selâmı İzzet Sedes 20-1-038 perşembe günü saat 17.30 da Eminönü Halkevinde değerli bir konferans vermiş, tiyatromuzun nasıl ve ne saf­ halar geçirdikten sonra bugünkü olgun haline geldiğini muvaffakiyetle anlatmıştır.

Değerli muharrir sözüne şöyle başlıyor:

Be n kendi hesabım a, tiyatrom uzdan söz açı­ lınca, çok uzak değil, biraz uzak çağlara gidem i­ yorum . Çünkü yol bulam ıyorum .

Allah rah m et eylesin, Küçük K em al’in bir iki m akalesile, Refik A hm ed’in «Yakın çağlarda T ürk Tiyatrosu» eserleri olmasaydı, elli sene evvelki İstan bu l tiy a tro ların d a da dolaşm am çok güç olacaktı. O yazılar sayesinde kolayca dolaştım ve şu neticeye vardım .

Y arım asır evvelki evvelki tiy atrom u z­ dan uzun boylu konuşm ak değmez. Mecid padişah zam anında erm eni ailelerin yalı - larda, m eketblerdeki oyunlarını; erm eni ak­ tö rlerin erm enice tem sillerini T ürk tiy atro su ­ nun başlangıcı saym akta m azurum ; ancak Me- cid'in İsta n b u l’da tiy atro m erakını u yandırdığı­ nı kabul ediyorum ; nasıl ki, bu güzel m eraka kapılan «hademei hassai şahane» m uzikaları tiy atro oynam ağa başlam ışlar. Demek T ürk ler de tiy atro san’atm a heveslenm işler. Acaba on- tiyatro oynam ağa başlam ışlar. Dem ek (T ürkler de) tiyatro san’atm a heveslenm işler. Acaba on­ ların bu hevesleri alkışlanm ış mı? B una evet diye cevab verm enin büyük faydası yok, çünkü Aziz padişah devrinde T ü rk leri sahneden kov­ m uşlar; sadrâzam Âli paşanın him m eti ile bir ferm an çıkmış, sahnede suflörle oyun oynam ak im tiyazı Agob V artovyan efendiye verilm iş. Ti­ yatro bahislerinde göklere çıkarılan Güllü Agob -A ktris Gül hanım ın kocası- Güllü, Aziz padi­ şahın ferm an verdiği Agob V artovyandır.

Bundan sonra Namık Kemal’in o zamanki ermeni aktörlerinin şiveleri için söylediği sözle­ ri tekrarlıyarak bu oyunlarda fevkalâdelik

bu-lunmadmığı ileri sürüyor ve tiyatronun sadece bir eğlence olmadığını tebarüz ettiriyor.

Bundan sonra Mmakya.na geçiyor, o devir­ lerde batıdaki tiyatro cereyanlarını anlatıp pek az örnek aldığımızı söylüyor ve kendi kendine soruyor: Tiyatronun bugünkü m efhum unu kav-

rıyabilmek için ne yaptık!

Sonra kendi kendine cevab veriyor:

«Ertuğrul M uhsin’in gelm esini bekledik.»

Değerli muharrir sözüne şöyle devam edi­

yor;

— B unun için elli sene evvelki tiyatro d an kısaca şöyle bahsedeceğiz: 1869 da N am ık K e­ mal, Ekrem , Ebüzziya Tevfik, Şem seddin Sami b ir T ürk tiyatrosu kurm ak istediler. Padişah r a ­ h at bırakm adı T iyatro b ir tü rlü Türkleşem edi, gelişmedi, erm eniler elinde, B atının ortaçağ ti­ y atro ların a çok benzer bir şekilde tâ M eşruti­ yete kadar sürün dü durdu.

T ürk tiyatro su ancak M eşrutiyetten sonra kendine bir saha buldu, bu saha o zam an tem iz­ lendi, tem el kazıldı, ve ancak C um huriyette a tıl­ dı. T ürk san’a tk â rla r M eşrutiyette sahneyi be­ nim sediler fakat sahne T ürk kadın san’atk ârı benim siyem edi. Nasıl kadınsız hayat, tam hayat sayılmazsa, kadınsız sahne de sahne sayılm az... 1876 da sahneye çıkıp kendini gösteren ilk T ürk erkeği A hm ed Fehim le 1920 de sahnede görü­ nen ilk Türk kadını A fifenin adını saygıyla an- dikten sonra T ürk tiyatrosuna C um huriyette kavuştuğum uzu söyliyeceğim.

Baha: Tiyatrom uz kaç yaşında? Diye sora­ cak olursanız hiç çekinm eden: Otuz yaşındadır! cevabını veririm ; am m a bu cevab hiç d üşünm e­ den verdiğim cevab olur. D üşünecek olursam: Bizde tiy atro 1914 de başladı, derim .

Evvelâ düşünm eden verdiğim cevab ü stü n ­ de durayım . T ürk tiyatrosu M eşrutiyetle bera­ ber başladı. Bay Muazzez, bugün Şehzadebaşın- daki Millî Sinem anın bulunduğu yerde,

(6)

ama-tü rlerden m ürekkeb bir kum panya yaptı. Adım «Sahnei heves» koydu. Bu hevesliler arasında san’a tk â r B üyük Behzadla Naşid vardı. Temsil ettik leri ilk eser, bugün hâlâ halk sahnelerinde tem sil edilm ekte olan «Beyimin tiy atro y a m e­ rakı» dır. Bu ilk tem silin ü stü n d en tam otuz se­ ne geçti. Hiç düşünm eden tiyatrom uz otuz ya­ şındadır dem ekte haklıyım değil mi?.. Amma te k ra r edeyim , d üşünürsem T ürk tiy atro su nu gene 1914 de başlatırım ... Çünki:

1908 de tem sil edilen «Beyimin tiyatroya m erakı» A hm ed M idhat efendinin him ayesinde, «Beykoz ittihad ve teavün» cem iyeti m enfaatine oynandı. Bu kom edi o gün bugü nd ü r belki bin te k ra r edilm iştir. H er halde içimizde görenler vardır: Evin beyi tiyatroya m eraklıdır, yazdığı eseri, ev halkına, kız kardeşine, aşçıya, bahçı­ vana, arabacıya, hizm etçiye prova e ttirir. Ti­

y atronun T sini bilm iyen bu kadın erkek ne ya­ pacaklarını, ne söyliyecelilerini şaşırırlar.

Perde kapan ır kapanm az Ahm ed M ithat efendi sahneye koşuyor, Sakalı titriy e titriy e Bay Ressam Muazzeze çıkışıyor:

«A oğlum, beni rezil ettiniz!.. Hiç insan ro­ lünü ezberlem eden, prova etm eden sahneye çı­ k a r mı?.. Yerin dibine geçtim!..»

M ithat efendiye izahat verm işler, iüna e t­ m işler, M ithat efendi de perde önüne gelerek halka bu yolda konferans verm iş, işin iç yüzü­ nü anlatm ış. Halk ta bundan sonra kom ediye - gülm üş...

Şimdi düşünecek olursak T ürk tiy atro su ­ nun 1914 de başladığına k a ra r veririz. Fakat bir an düşünm iyelim de, otuz sene evvelden biraz daha konuşalım . «Sahnei heves» in öm rü uzun sürm edi, dağıldı. B üyük Behzad «Sanayii Nefise

(7)

Türk Tiyatrosu 7

T iyatro Heyeti» ni kurdu. B ir tek tem sil v erd i­ ler, Behzad’m sahneyi döşemek için evinden ge­ tirdiği eşyalar da tiyatroda reh in kaldı. Bu a ra ­ da toplanan b ir heyet, Tepebaşı yazlık tiy a tro ­ sunda, bugünkü Asrı Sinem ada Nam ık K em al’in «Vatan» piyesini tem sil e tti ve Raşid Rıza ilk defa sahneye çıktı. M uvahhid, Şadi, M üfid Ra- tib ve daha bir kaç arkadaşı da Şehzadebaşm da F erah tiy atrosun un karşısındaki binada «Nasıl oldu'» isimli b ir kom edi oynadılar. B üyük Beh- zad Romaya elektrik tahsiline gitti, iki sene sonra geldi, «M ürebbîi hissiyat» tiyatro su n u kurdu. Bir ta ra fta Fehim efendi, bir ta ra fta H ü­ seyin Kâmi, bir ta ra fta B urhaneddin, bir ta ra f­ ta am atörler, m an tar gibi tiy atro k um panyaları bitiyor, sabun köpüğü gibi dağılıp gidiyorlardı. O zam anlar gerek İsta n b u l’da, gerek taşrad a ti­ yatro değil, bir tiy atro hercüm erci vardı.

Bu kargaşalığı ayıklayıp- sıraya koym ağa kalkarsam gece yarısını buluruz. B unu yapam ı- yacağım. Ancak tiy atro tarihim izin kaydetm e­ den geçemiyeceği küçük bir hâdiseyi sövliyece- ğim: 1909 da aktör B urhaneddinin idaresindeki «Şark D ram Kum panyası» ağustosun 2 inci gü­ nü Erenköyünde «Şarlok Holmes» piyesini oynı- yacaktı. Eserde «Bob» adlı b ir şahıs var. Bu ro­ lü Büyük Behzad’a verm işler. O gün B ehzad’m işi var, role çıkam ıyacak. Çok genç, çok m ahcub, ince uzun boylu, sarışın b ir ahbabı var: R olü­ mü sen oyna diyor. M ahcub genç ık m ıkdan son­ ra teklifi kabul ediyor ve o gün m atinede Bob rolünü oynuyor. Bu sarışın, ince uzun boylu, m ahcub genç E rtu ğ ru l M uhsin’di.

Bu hâdiseyi k ay d ettikten sonra, 1908 de îs- tanbulda b ir Millî Tiyatro tesisini düşünenlerin m üsbet hiç b ir şey yapm adıklarını anlatm adan geçeceğim, Dopanm a Cem iyeti reisi Ziya Beyin topladığı Osmanlı Donanm a Cem iyeti T iyatro­ sunun da M m akyanm b ir isttihalesinden başka bir şey olmadığını söyleyip 1914 de k a ra r kıla­ cağım.

1914 beni düşündüren tarih tir. Şimdi soru­ nuz: «Tiyatromuz kaç yaşında?» deyiniz Bu se­ fer birdenbire çekinm eden cevab verm em ; dü­ şünürüm , düşündükten sonra da 23 yaşında, de­ rim.

1914 de operatör Cemil Paşaya, m em lekette b ir tiy atro yapm anın zaruretini kabul e ttird i­ ler ve bir tiy atro yapılm asına k a ra r verildi. Bu

k a ra ra iştirak e ttirile n bü tü n m ünevverler, baş­ ta Cemil Paşa olmak üzere, ellerini şakaklarına dayadılar ve düşündüler:'

— Tiyatro elzem dir, bir T ürk tiyatrosu k u r­ m amız şa rttır, kuracağız. İyi amm a tiy atro n e­ dir, ne dem ektir?

Evet, b irib irlerin e sordular: — Tiyatro nedir?

Ye birib irlerin in yüzüne bakakaldılar.

Selâmı Sedes bundan sonra tiyatro müte­ hassısı olarak getirilen Antuan’m getirilmesine aid kıymetli bir vesika vererek devam ediyor:

Bu sıralarda E rtu ğ ru l M uhsin b ir kaç arka- daşile Fransız m u h arrirle rin d e n B rieu x ’nün «rSi- mon» B ernstein «La Griffe» eserlerini tem sil sil ediyordu.

A ntoine bir gece «La Griffe» in tem silini seyretti. Tem silden sonra M uhsin’i buldu:

— Kaç yaşındasm ız? Dedi.

M uhsin ku laklarına kadar kızardı: — Y irm i yaşındayım .

A ntuan M uhsin’in iki elini sıktı:

— Bu eser, benim için, ben oynıyayım diye yazılm ıştı. M üellif eserini bana okudu, ben de alıp dolaba attım , senelerce orada kaldı. K en­ dim i ne bu rol kad ar çirkin, ne de bu rol kadar ih tiy ar buluyordum : B unun iç in ‘senelerce oy­ nam adım . C esaretine, fedakârlığına, san’atine hayranım , sen benden san’atkârsm , tebrik ede­ rim, dedi.

Bu görüşm enin ertesi günü E rtu ğ ru l M uh­ sin -A ntoine’a değil, bizim idarecilere göre genç olduğu için- yeni ku ru lm ak ta olan T ürk tiy a t­ rosuna komedi, trajedi, m akyaj ve fiziyonomi m uallim m uavini tayin edildi.

Çok geçmeden, 4 ağustos tarih li gazeteler­ de, D arülbedayi derslerinin tasnifi ve m ektebin küşadı geri b ırakılm ıştır diye ilânlar ç ık tı..

Um um î harb patlam ış, A ntoine m em leketi­ ne dönm üştü, kalm ış olsaydı D arülbedayi evve­ lâ alm an m u h arrirle rin d e n M ayer F ö rsterin «Es­ ki Heidelberg» eserini sahneye koyacaktı.

A ntoine g ittikten b ir sene sonra yeniden kuru lan D arülbedayi 20 kânunusani 1916 da «Çürük Temel» adlı adapte bir eserle perdesini açtı... Bu yeni teşekkülde M uhsin uzun m üddet duram adı. «Memaliki m üttehidenin kâffesinde sanayii nefiseden ıııadud olan tiyatro sanatını

(8)

Z Z 0

TEPEBAŞI TİYATROSUNDA «

şaat 20,30 da

Bir Adam Yaratmak

DRAM 3 PERDE

Yazan ; Necip Fazıl Kısakürek

t

Husrev

.

.

.

.

.

Muhsin Ertuğrul

Nevzat

.

.

.

.

İ. Galip Arcan

Şeref

.

.

.

.

.

Mahmiıt Morali

Hükümet doktoru .

Emin Belli

Mansur

.

.

.

.

.

Talât Artemel

Turgut

.

.

.

.

Sami Ayanoğlu

Osman

.

.

.

.

.

Zihni Rona

Ulviye

.

.

.

.

Neyire N . Ertuğrul

Zeyneb

.

.

.

.

Cahide Artemel

Selmâ

.

.

.

.

.

Nevin Akkaya

Dram Tiyatrosunda Pazartesi akşamları tem sil yoktur. Pazar günleri saat 15,30 Matine

D , --- — - - - - - --- --- ---□

güzellik

R

eçetesi

(9)

Türk Tiyatrosu 9

D

M

KOMEDİ

TİYATROSUNDA

Saat 20,30 da

Kısası

KOMEDİ 4 PERDE

Yazan : Von SCHÖNTHAN

Türkçesi : S MORAY

O YNIYANLAR :

Osman Bikes Ağlar.

Hazim

K ö r m ü k c ü

Aşır Okutur .

.

.

.

Vasfi R. Zodu

Muhteşem Kalhas

Sait Küknar

Doktor Nuri .

.

.

.

Muammer R . Karaca

Yakup

...

Reşit A . Gürzap

Şahamet .

.

.

.

.

Reşit baran

İ f a k a t ...

Necla Onrân

Leylâ

.

.

.

.

.

Şevkiye May

Fecire

.

.

.

.

.

Halide Pişkin

Süheylâ .

.

.

.

.

Perihan

Komedi Tiyatrosunda Salı akşamları temsil yoktur. Pazar günleri saat 15,30 da Matine

O T E L - L O K A N T A - B İ R A H A N E

NOVOTNİ

Yunan opereti

Artistlerinden

tenor

BAKEA

ve Berlin Muganniye

AGNES BREE

ve sevimli tenor

YUNKA

Beyoğlunun en kibar

muhitidir.

DAİRE, T E P E -B A Ş I

Bay KEMAL orkestrası

iştirakile her akşam

en modern şarkılarını

okuyorlar.

Taze Bira . emsalsiz

yem ekler ve dikkatli

(10)

(*) için» k urulan D arülbedayi F ransızcadan tu h af tu h af eserler o ynark en o 1916 da M ayer F ö rsterin «Eski H aydelberg» ni îbsenin «Hort- için k u ru lan D arülbedayi, Fransızcadan alınm ış tu h af tu h a f eserler oynarken o 1916 da M ayr F österin «Eski Haydelberg» nı İlişenin «Hort­ laklar» mı temsil ediyordu.

D arülbedayiin istikrarsızlığını anlatm ak ta hayli güç ve havli uzun sürecek bir iştir. A n lat­ m akta fayda da voktur: D ağıldılar, birleştiler, toplandılar, ayrıldılar. Bu istikrarsızlık 1926 ya k ad ar sürüp gitti.

Bu on sene içinde D arülbedayi ne yaptı? G üllü A gob’dan sonra M ınakyan, M m akyan- dan sonra Donanm a Cem iyeti ne yaptıysa, D a­ rülbedayi ve onun istihaleleri Yeni sahne, Millî sahne, T ürk tiy atro su ayni şeyi y aptılar. Esaslı b ir varlık gösterem ediler. Ancak D arülbedayi -o da son zam anlarda- sahnem izi erm eni şive­ sinden k u rta rır gibi oldu. Eliza B inem eciyan -sahnede- T ürk şivesini yadırgatm am ağa baş­ ladı; dekorda da, m akaralı p erd eler y erine pa­ nolar çakıldı. A ntoine İsta n b u l’da tiy atro h azır­ lığı yaptığı sıralarda, k apıların tah ta d an y ap ıl­ m ası lâzım geldiğini söylem işti; bun u ta tb ik e tti­ ler ve A ntoine’in P a ris’te halkı güldürdüğü k a­ d ar bizi de güld ürdü ler: Bez dekorların ortasına çakılan tah ta kapı açılıp kapanınca, bezler kaba­ rıyor, dalgalanıyor, F ran sad a olduğu gibi biz­ de de halk gülüyordu.

Sahnem izden bezi tam am ile kaldıran, kontrplâğı getiren, plâstik dekor k u ran E rtuğ- ru l M uhsin’dir.

1921 sonuna kadar, D arülbedayiden ayrı- lanlarla D arülbedayi firm ası altında top lanan ­ lar, Şadi, Raşid Rıza, Behzad, M uvahhid ancak ve ancak taklidli oyunlar, hep Fransızcadan adapte edilm iş kom edi oynadılar. Tiyatrom uz

(*) Şehremini Cemil Paşanın encümene yazdığı tezkereden.

tam on sene halka k u ru ekm ek yedirdi ve sını­ fında döndü döndü alfabe okudu.

N ihayet öyle bir hal geldi ki, Nam ık K e­ m al’in G üllü efendi için söylediklerini biz tek ­ rara başladık: «Yabancı diyardan gelen, değil S a ra b e rn a i âyarı san’atk ârları, üçüncü derece aktörlele a k tristle ri işitm ek için göz kulak ke- Sarah B ernard âyarı san’atk ârları, 3 ncü derece olamaz» [*] demeğe başladık.

«Hissei Şayia» dan sonra Şadi’ye yüksek komedi payesini veren «İki böcek bir çiçek gibi kom edilere, Elizanm varlığile R aşid’in adını dil­ lere destan eden «Rakibe» gibi piyeslere artık hasrettik. Reşad N u ri’nin «Eski Rüya» sı «Taş parçası» gibi d ram lar arada b ir sahnem izi can­ lan d ırır gibi oluyor, sonra gene sönüyor, kaybo­ luyor, tiy atrod an eser kalm ıyordu. Ram azan ay­ larınd a bir iki teşekkül peyda oluyor, bayram ertesi bu teşekküllerin yerinde yeller esiyordu. Eski sofular ram azana: On bir aym b ir sultanı derler. Yeni sofular: On b ir aym sultanı çift­ leşti: B iri ram azan, biri de tiy atro dediler... O r­ tada, 1914 den kalm a bir tahsisat paylaşılıyor, fakat yerine sarfedilm iyordu.

N ihayet 1926 da M uhiddin Ü stündağ B üyük Behzad’ı, G alib’i, M uvahhid’i, Bediayı, Vasfi ile H azım ’ı çağırdı: «Size k ırk ar lira maaş, b ir de tiy atro vereceğim» dedi, ancak b ir şartla: «İçti­ m aî piyesler oynıyacaksımz.»

Bu tek lifi yalnız B üyük Behzad kabul e t­ medi. M uhiddin Ü stündağ’a dedi ki:

— K urm ak istediğiniz tiy atro y u anlıyorum . Böyle b it tiyatro yapabilm em iz için E rtu ğ ru l M uhsin’in vücudu ilk şa rttır. Bu büyük iş onsuz yürüm ez.

M uhsin o zam an R usyada film çeviri­ yordu. 1927 de yirm i üç gün izinle İsta n b u l’a gelmişti. M uhiddin Ü stündağ B üyük Behzad’m

[ * ] Beyoğlu müsamerelerinde Sarabernarı işitmek için göz kulak kesilenler, Güllü Agob’a götürmek mevzuu bahis değildir: Namık Kemal.

K Ö R O G L U

D E S T A N

Yazan ; Ahmet Kutsi Tecer

(11)

Türk Tiyatro*u

söylediğini unutm am ıştı. Ö teki san’a tk â rla r da B ehzad’m doğru söylediğine kan aat g etirm iş­ lerdi. M uhsin İstan bul Şehir T iyatrosunun r e ji­

sörlüğünü kabul etti. ★

M uhsin’in gü ttü ğü gaye şu Oldu: T iyatroyu yerleştirm ek, .yerlileştirm ek, yerli b ir tiy atro kurm ak. Bize lâzım olan buydu. Yerli tiyatro, her tiy atro mevsimi, m evsim devam ettiği m üd­ det h e r gece m untazam an perdesini açan, her gece tem sil veren tiy atro dem ekti.

İşi ele alan M uhsin bir sabah ark adaşlarını topladı:

— Çocuklar dedi, bu haftadan itibaren, a r ­ tık her gece ve cum a günleri de m atinede tem sil vereceğiz.

A rkadaşları h a y re tte n donakaldılar, kimi omuz silkti, kim i dudak büktü, kim i de:

— M uhsin çıldırdı! dediler.

İtiraz etm ekte, böyle şey olamaz dem ekte hakları vardı; onlar tatil günlerine tesadüf eden perşem be gecelerde cum a gündüzleri tem sil verdikleri halde fazla rağb et görm üyorlardı. H aftanın her gecesi tiy atro ya kim gelecekti? Kim gelirdi?

M uhsin: H erkes gelir! Dedi.

H erkesi tiyatroya getirm enin çarelerini düşündü: H alk gecesi, m uallim ve talebe gece­ si, zabitan gecesi y ap tı... H aftada yedi tem sil veren yerli b ir tiyatroya kavuşm uştuk. Rejisör, D arülbedavi sistem inde b ir kaç tem silden sonra «Cehennem» i sahneye koydu. S trin d erg bir bomba tesiri yaptı. «Cehennem» M uhsin’in b u ­ gün de «Baba» diye oynadığı eserdir. Geçen yaz A nkara’da oynandığı zaman tiy atro tehacüm e uğram ış, h a ttâ keöenkleri kırm ışlardı da, bü ­ yüklerim izden biri o zaman:

— Bu m u tlu bir k ü ltü r hâdisesidir. Bir lok­ ma ekmek için fırın lara üşüşenler çok görül­ m üştür amma, bir san’atk ârı dinlem ek için ti­ yatroya hücum görülm em iştir, dedi.

Cehennem den sonra «Hamlet» oynandı. İki

BÜYÜK

Yazan : Romain Rolland

11

h a fta sıra ile tem sil edildi. 1480 lira h asılat y ap ­ tı. On sene evvel için bu çok b ü yü k b ir m u v af­ fakiyetti.

Şimdi, rejisörün nasıl çalıştığını b ir fıkra ile anlatayım :

Bir sabah saat sekiz buçukta, Şehir em ini M uhiddin bey tiy a tro y a uğradı. Sahnede, b ir m erdivene çıkmış, elektrik lâm b aların ın te n e ­ kelerini yaldızlıyan m avi am ele göm lekli b ir adam dan başka kim seler yoktu. M uhiddin Bey:

— Oğlum beylerden kimse yok m u? Dedi. Mavi göm lekli cevab verdi:

— H ayır efendim ... B eyler öğleden sonra provaya gelirler.

— Y a... Sen kim sin? — B en... E rtu ğ ru l M uhsin. — Y a... Hoş geldiniz!

T ürk T iyatrosuna istik ra r veren bu tan ış­ m adan beri geçen on yıl içinde, İstan bu l Şehir T iyatrosunda 100 tane yabancı d illerden te rc ü ­ me eser, 36 tane telif piyes oynandı. O gün E r­ tu ğ ru l M uhsin’in elile boyadığı lâm ba ten ek e­ leri H am let’in elektrikleriydi.

A rtık bizim sahnem izden de ram p, suflör de­ liği kalkm ıştı. A rtık k ontrplâke kapı bez dekora değil, ta h ta d uv arlara çakılıyordu. A rtık realist, n atü ralst, rom antik eserler, kendi ü slû b larm a uygun b ir m izansen üslûbile sahneye konuyor­ du.

Fransada, A lm anyada, A m erikada, İtalya- da, Polonyada, Sovyet Rusyada, İskandinavya'­ da diye beynelm ilel sahnelerden bahsederken 1927-28 denberi... (Türkiyede de) eski tiyatro tarzına cephe alınm ış diyebiliyoruz. 1927 den­ beri, İstanb ul Şehir T iyatrosu rejisörünü n ta- kib ve tatb ik ettiki metod, tiyatro m u zu n adını cihan tiy atro ları arasına soktu.

A tm anın ta: : uş m u h arrirle rin d e n Plas Kaçekis; İstanbul'a gelip gittik ten sonra şunları yazdı: E rtuğrul M uhsin m ütefekkir ve nazik b ir insan. Biz kendisini ne kadar konuşturm ağa ç a ­ lışıyorsak o o kadar kısa cevab veriyor. M

uhak-İH T İL Â L .

(12)

kak ki M uhsin m üsbet b ir iş görüyor... T ü rk ti­ y atrosu ona b ir çok şey borçludur ve borçlu ola­ caktır. O ndaki m eziyetler bizim rejisörlerde yoktur.»

A lm an m u h arrirle rin d e n Doktor D uda da b ir yazısında diyor ki:

«İstanbul Şehir Tiyatrosu, sahneye koyma, reji ve dekor itib arile A vrupa tiy a tro ların a y a ­ kışacak b ir tarz almıştır.»

1927-28 mevsimi, T ürk tiy atro su n u n k u ru l­ duğunu ve pek kısa zam anda inkişaf edeceğini m üjdeliyen güzel m evsim dir.

Perde, M eşhur A lm an m üellifi E rns Otto- nun «Yasin hoca» piyesile açıldı. A rkadan P i­ randello, Ibsen, Molière, A ndrief, Schiller, Mol- n a r geldi.

Ibsen ile M olierë’i biraz biliyorduk, fakat P irandellonun, «Altı şahıs m u h arririn i arıyor» A ndrief’in «Tokat yiyen soytarı» S chiller’in «Hi­ le ve sevgi» Macar, m üellifi M olnarm «Şatoda bir oyun > eserleri bize yabancıydı ve bu eserlerin sahneye konuş üslûbları o zam ana kad ar gör­ mediğimiz, bilm ediğim iz b ir üslûbdu.

1927 den 1937 ye kadar, on sene zarfında re ­ jisörün m etodunu incelem ek için, G raig’in, Op-

pianın, Stanislavskinin, R ein h ard t’m üslûbla- rm ı deşm ek lâzım dır. Bu da ayrı b ir m evzu teş­ kil eder. B unu başka zam ana bırakıp Şehir Ti­ yatrom uzun bize tan ıttığı beynelm ilel şöhret­ leri sayacağım:

Belçikalı G rom m eling, Tolstoi, Çekoslovak­ yalı K ari Çapek, Fransız Legouriadec, Şaşa Git- ri, İngiliz Gals Vorti, A lm an Vilhelm Fonşolst, Fransız M arcel Pagnol, Saint-G eorges de Bou- helier, İtalyan Nikodemi, K arlo Gozi, Alman Suderm an, İtalyan Pavetti, İngiliz Som ster Mogham, Goethe Alm an H auptm an, Eujen O’- Neil, Ben Jonson, M acar Zilahi, Dostoyevski, Balzac, Gogol...

İstanbul Şehir Tiyatrosu, on sene içinde bi­ ze, bizden başka bütün m edenî dünyanın ta n ı­ dığı, tak d ir ettiği, eserlerini te k ra r tek ra r sah­ neye koyduğu otuzdan fazla şöhret tanıttı.

Geçen on senenin çok m ühim telâkki e tti­ ğim beş hâdisesini de kaydedeceğim.

(13)

mev-Türk Tiyatrosu 13

sim inin en anlı, en şanlı gecesi oldu. H am let, göz kam aştırıcı bir m uvaffakiyetle tem sil edil­ di ve bu m uvaffakiyeti istisnasız herkes tastik etti. H am let otuz yedi defa oynandı. 6,600 lira hasılat yaptı.

37 gece dolup dolup boşalan H am leti, tan ı­ dığımız, tanınm ış s a n a tk â rla rım ız değil, yeni yetişenler, 1927 deki H am lette figüranlığa çı­ kanlar, M uhsin’in talebeleri oynadı.

2 — C ürüm ve Cezanın tem sili. Ü st üste 28 gece oynandı. 4,426 lira hasılat yaptı. H er tü rlü asri sahne cihazından m ahrum , h e r tü rlü yok- suzluğun m evcud bulunduğu bizim salaşda, dö­ n e r sahneler için yapılm ış olan C ürüm ve Ceza­ nın 20 tablosu, iki buçuk saatte, dinliyenlere ipin ucunu kaçırtm adan, gözlerin önüne serilen serabı bozmadan, duyulan zevki, heyecanı kes­ m eden tem sil edildi. Bu tiyatrom uz adına ifti­ har edilecek, öğünülecek bir hâdisedir.

28 gece dolup dolup boşalan C ürüm ve Ce­ zayı da M uhsin’in talebeleri başardı.

3 üncü ve 4 üncü hâdise: Y arasa ile Per- güntün temsili. Grig ve Yohan Ş trau s... îlk

tem sil edildikleri gece, bu iki eseri de A vrupa sahnelerinde seyretm iş olanlar, gözlerine in a­ nam ıyorlar: «-Acaba rü y a mı görüyoruz!» diyor­ lardı.

5 incisi: M akbetin tem sili. Bu tem sil de başlı başına bir m izansen m uvaffakiyeti idi. B u­ nu oynıyanlar aksatm adı. B aşaran lar da M uh­ sin ’in talebeleriydi.

1927 de E rtu ğ ru l M uhsin 12 arkadaşile işe başladı. B ugün İstanb u l Ş ehir T iyatrosunun kadrosu 98 kişidir. B unların içinde, en ağır pi­ yeslerin yükünü om uzlarına alıp sendelem eden taşıyan genç s a n a tk â rla rım ız var. E rkekler arasında: Talât, Avni, Sami, N ecdet M ahfi, Mü- fid, Kâni, Reşid B aran...

K adınlar arasında: Cahide, Sem iha, Sami- ye, Feriha, P erihan, Nevin.

On senede on iki san’atk âr y etiştirebilm ek büyük m azhariyettir.

Sözüm bitti. Şimdi: Tiyatrom uz kaç yaşın­ da? Diye sorarsanız, çekinm eden cevab v e re ­ mem; çünkü düşündüm , çok düşündüm . B ütün b u n ları söylerken, gözümün önüne Vedad N e­

(14)

d im ’in «Kör» «Köksüzler» N azım H ik m et’in «U nutulan Adam», M ahm ud Y esar.inm sSüı:- tük» «Hamlet» «Makbet» «Katil» «Kral Lir» «Güneş B atarken» «Cürüm ve Ceza» «Pergünt» «Karamazoflar» «Size Öyle Geliyorsa» eserleri, bu eserlerin aksesuarı, dekorları, ışıkları, sah­

neye konuş ü slû b ları geldi; G üllü Agob’u, Mı- n ak y an ’ı. D onanm a Cem iyeti T iyatrosunu gö­ rü r gibi oldum ve düşündüm , çok düşündüm :

Tiyatrom uz bu sene on b ir yaşm a bastı!..

Selâmı SEDES :>a ■■ ■

E R T U Ğ R U L M U H S İ N ’ i n

Türkçeye çevirdiği

C A S S O N ’ u n

SÖ Z

Söylemek

San’atı

REMZİ K İ T A P E V İ

H A Ş E T

KARON ’ da SATILIR.

F İ D A N A K İ

(15)

Türk Tiyatrosu 15 r-ı” u .

TEPEBAŞI

TİYATROSUNDA

Saat 20,30 da

S Ü R T Ü K

Hayattan üç dilim

Yazan : MAHMUT YESARİ

O YN IYA N LA R :

Evin erkeği

Yaşlı komşu

Genç komşu

Mağaza adamı

Taharri

Yeni bahçıvan

Sabıkalı

Bekçi

Bahçıvan

Sürtük

Genç kadın .

* Hizmetçi kız .

Komşu hizmetçi

Yaşlı kadın

Yeni hizmetçi

Manikürcü

Birinci

R. Kemal Arduman

İbrahim Delideniz

Talât Artemel

Sami Ayanoğlu

Mahmut Morali

Neşet Berküren

Kadri Ögelman

Muhib Arcüman

Zihni Rona

Neyire N. Ertuğrul

Cahide Artemel

Samiye Güvener

Necile Tezcan

Bedia von Ştatzer

Muazzez Arçay

Nevin Akkaya

perdeden sonra 15 dakika istirahrt

(16)

PEF■

D r a m 5 P e r d e

RG

à U N T

Yazan : HENRİK İBSEN Türkçesi : SENİHA BEDRİ GÖKNİL

Müzikler : GRİEG Da nslar : CELAL MARAL

Per Günt T e lât A rtem e l Bir Kadın G üveyin A nası \ K i Muazzez Arçay

Diğer bir Kadın Beşinci Kız ! t < I Saadet Y altak Birinci erk ek Birinci cin \ l ( Suavi Tedü Birinci Kız

İkinci dağ kızı \l Perihan Yanal

Kari .

Demirci Aslak

, i

Sait Köknar

Bir a rk a d a ş .

Üçüncü cin . 1t Mehdi Yeşildeniz

Güvey Baş cin Gözcü 1 i 1 Müfit Kiper G üveyin babası

ikinci cin ii Necdet M. Ayral

ikinci gardian

Dümenci • 1

1

. i

Ahçı .

Cüverte zabiti Reşit Baran

İkinci kız

Birinci dağ kızi ti Melâhat Korhan

Üçüncü kız . Anna

Dördüncü kız Lola

Solvayg Nevin Akkaya

Helga Nevzat O kçuğil

Helganin annesi Naciye Bölükbaşı

Helganın babası Münhani Dördüncü gardigan . Dökmeci 1 l ( : ) Kâni S. Kıbçak İkinci erkek . Tayfa. 1 1 t ) N eşet Berküren

İngrit Cahide Artemel

Y eşilli kadın. Samiye Güvener

Kral .

l

(

Mahmut R . Morali Dördüncü cin

Yolcu Sami Ayanoğîu

Beşinci cin . Hadi Hün

Altıncı cin . Muhip Arcıman

Kanbur Birinci gardiyan . . l 1 ) Ferih Egemen Anitra Bekriffenfeld Dört deli \ Şevkiye May Emin Belli

N eşet Berküren, Hadi Hün

■ i

Suavi Tedü, Mehdi Yeşildeniz

(17)

ŞA F A K ÇAYI

Avrupamn Bey­

nelmilel sergilerinde

fevkalâde

masharı

takdir olup birincili­

ği kazanmıştır.

S O U P L E X - P L A T I N E

o

.

o

8%

¿fi ¿ulurtmiyan

lir tekemmül

harikasıdır

CHI®e3 [ g a f c ö Ö D F .

E S A N S °

L O S Y O N

P U D R A

S A B U N

llÉ $ ®

• T.PİVER İli

^/T lyü d ta f^a /'a li

hancın hırın- ca^ih&Ie/'j/u a rlırır.f

L.T.P

1

VER

parís

PARFÜMÖRİ L . T . R İ V E R İstanbul Şubesi«

^

r

(18)

PHILCO

RADYOSU

ğff

éu 'ía a c ie tí

ifade.4cU Si¿& ..

P H I L C O

• R A D Y O L A R I N I N

TÜRKİYE

U M U M

M ÜM ESSİL LİĞ İ

H E LİO S H V E S IE S Â T I y

İ S T A N B U L - G A L A T A -V OY V OD A C A D . 12^-1 2 6 -1 2 8 ♦ tel H E L IO S • T E L E F O N '. M t 6 l 6

REKLÂM BASIM EVİ — İstanbul Ankara Caddesi No. 80

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Esas itibarile iddiasız ve alelade bir ikametgâh olmak- la beraber bu bina kullanış, taksimat, rahatlık ve mimarî şekillendiriş

Bu sayede cephe mih- verinin sağında olan kat merdiveni üst katta mihver üzerine gelmekte ve apartımanları iki müsavi parçaya

Mektebin plânı L şeklinde olup esas kısımda bir antre, kat merdiveni ve arkada toplantı ve spor salonu vardır.. Diğer kola,

Çünkü aksi tesir- lerin bu tarzda hesabında döşemenin kenarlarının istinadlandırma tarzları (Dört kenarın serbest veya mütedahil, iki kenarın serbest, diğer ikisinin

Son zamanlara kadar yapılan ve hiçbir karakteri olmıyan binalar yerine; yeni evlerimize, esasen eskiden pek bariz bir surette mevcut olan mimarî karakterimizi vermek için yapı- lan

îzmirde; yazın ufki bir halde yağan yağmurların pen- cerelerden içeri nüfuz etmemeleri için bu saç kepenklerin ya- pılmasını bir mecburiyet addediyorlarsa da bilhassa yazın,

Burada dört tane yatak odası, bir banyo, ayrıca hizmetçiler için servis merdiveni vardır.. Binanın etrafı kâmilen

Yeni yapılacak şehirlerin plânları çok daha esaslı olmalı, bü- tün halkın refahını gözönünde tutup işe oradan başlamalı ve hayatın, iktisadî yaşayışın, yapı