ATATURK’e dair
hâtıralar
...■ " " *■... - — — I > ♦ < ■ — — — — ... .. ...
€iKanunun
tellerine
cenkleşir gibi vuruyor! „
Artaki Candan anlatıyor:
Bir telefon — Acele Ankara’ya gidiş — Y ap
raksız ağaçlar — Atatürk’ün huzurunda — Bir
titreme — Rumeli türküleri — Tıbbiyeden ka
nuniliğe — Maceradan maceraya — Dağlarda
geceleme — Bakırköyünde bir gün — İpekli
mendillerde altınlar — Hastalık...
Yazan: Cemaieddin Bildik
Artaki Candan ile konuşurken... Hastanın baş ucundaki Zehra Bitir, ayak ucundaki de refikasıdır
Kanunî Artaki Candan’ın, sa nat hayatının 50 nci yıldönümü münasebetile, jübilesi yapılacağı bir sırada birdenbire hastalanıver mesi bütün meslek arkadaşlarını müteessir etmiş... Şimdi onlar, üçer beşer kişilik guruplar halin de sanatkân Kurtuluştaki evinde ziyaret etmekte; hatırını sorarak bir an evvel iyileşmesini bekle mektedirler.
* ¥ *
Hasta odasın dayım... Aynı za manda bestekâr da olan Artaki, gardrop ile duvar arasına sıkış tırılmış bir karyolada yatıyor. Baş ucunda halk türküleri sanat kârı Zehra Bilir, ayak ucunda da refikası var... Hanende Ağyazar da pencere önündeki divanda oturuyor... Zehra Bilirin: «Her halde hocam Artakinin Atatürk’e ait hâtıralarım dinlemeğe geldi niz» diyerek karşılaması ile ziya- |retlmin sebebini anlatma külfe
tinden kurtulmuş olmam bana geniş bir nefes aldırdı ise de has- ; tayı yormanın sırası olmadığını
j
düşünerek:— İyileşsin de öyle geleyim... diyecek oldum.
Sözümü yarıda kesen sanatkâr, yavaş yavaş doğruldu, üstündeki yorgam hafifçe aralıyarak yatak tan kalkarken:
«— Sakın ha! dedi. Gitmeyin... Atatürk hakkmdaki konuşmadan ben kuvvet alırım. O büyük ada mın adı bana enerji verir...»
Polis Müdürlüğünden
bir telefon
Sanatkâr, bu gibi hâtıraları yazmanın tarihe hizmet olduğu nu işaret ettikten sonra anlatma ğa başladı:
«— Sadi Işılay ile Nobar, Ata türk’ün sofrasında beş yüz defa bulunmuşlar ise ben beş defa bu- lunmuşumdur. Fakat onlara nis petle bu derece az bulunuşumun bende unutulmaz bir iz ve hâtıra bıraktığı da muhakkaktır. Şimdi Yalova kaymakamı bulunan ve 0 zamanki Maarif Vekili merhum Necati beyin biraderi olan Hüsnü Uğural — ki bundan aşağı yukarı 22 sene evvel — İstanbul Polis Müdürü muavini idi. Bir gün bir telefon...
— Artaki sen misin?
— Evet efendim bendenizim... Kiminle konuşuyorum efendim?
— Burası Polis Müdürlüğü, ben muavin Hüsnü...
— Buyurunuz efendim, emri niz?
— Hanende Ağyazarı, Bimeni, İİbrahlml, ve daha bazı arkadaş
larım, bu arada udî İbrahim! de bulunuz, kendilerine haber veri niz. Siz de dahil olduğunuz halde bu akşamki trenle Ankaraya gi der misiniz?
Böyle alelacele Ankaraya çağ mamızın sebebini anlamak için sordum:
— Peki niçin Ankaraya gidi yoruz?
— Gazi Paşa istiyorlar.
Atatürk’ün Türk musikisine karşı son derece bağlı olduğunu daha binbaşılık zamanından be ri bilirim. Halâskânn karşısında bir imtihan geçireceğimiz muhak kaktı. Hüsnü beye cevap verdim:
— Hay hay efendim, dedim. Bulmağa gayret ederim. Akşam saat 6 da da Haydarpaşada bu lunuruz.
Ağacı kuru otel
İstanbul kazan Artaki kepçe, altında otomobil fini fırıl dön müş... Arkadaşlanm bulmuş, va-1 pura atlayıp Haydarpaşaya geç- ; mişler... Artaki sözlerine şöyle i devam ediyor:
— O teiâşla arkadaş toplama esnasında sırsıklam terlemişim... Vapurda — ne kadar olsa serde gençlik te var — güverteye çık tım. Orada kendimi üşüttüğü mün, ancak Atatürk’ün huzu- | randa farkına vardım. Uzatmıya- ' İmi, Ankarada bizi ahşap, bir ote- 1 le götürdüler. Hiç unutmam bah
çesinde bir dut ağacı vardı ve yapraksızdı. Bu mevsimde ağacın yapraksız olamıyacağını söyledi ğim zaman otelci: «Ne yapalım? Burası Ankara., ağaçlan böyle .yapraksız olur. Yeşile hasretiz
amma ne çare...» demişti. Fakat Atatürk’ün sayesinde kuru Anka ra şimdi yeşil yurt haline geldi, o da başka...»
— Aranızda kadın okuyucu yok muydu?...
— O vakit kadın okuyucu ne rede... Hep erkek hanendeler vardı.»
Otelde akşama kadar istirahat ettiklerini söyliyen Artaki, akşa ma doğru iki otomobil ile Ata türk’ün oturduğu eve götürül düklerini anlatırken heyecan du yuyordu. Bu heyecanın farkına vardığımızı gören sanatkâr:
<— Heyecan duymamaklığıma İmkân var mı? dedi. Atatürk’ün ismi geçtikçe ben hep böyle olu rum. Eşi emsali bulunmaz bir dâ hi idi vesselâm...»
Cenkleşir gibi...
Artaki bir sigara yaktı. Hasta olmasına rağmen sigara yakması nazarı dikkatimi celbetmiş, dok torun sigaraya izin vermesini hayretle karşıladığımı söylemiş tim.
«— Yooook! dedi. Hayret et meyiniz... Doktor da son günleri mi yaşadığımın farkında olacak ki içmemde mahzur görmüyor... Ne ise, biz sıhhî durumumu ge çelim de mevzuumuza devam edelim. Akşam otomobillerle Ata türk’ün oturduğu eve götürül dük. Evet orası bir ev idi, çünkü daha o zaman Çankaya köşkü falan yapılmamıştı. Genişçe bir salonda Atatürk’ün huzuruna çı karıldık. Hepimiz birer birer elini öptükten sonra kenara çekildik. Salih Bozok ile Kılıçali bey de Atanın yanında idiler. Oturduk bir fasıl yaptık, bir kaç şarkı oku duk... Halâskânn karşısında öyle bir coşmuş, öyle bir kanun çalı yordum ki Atatürk’ün:
«— Allah Allah harbde düş manla cenkleşir gibi vuruyor tellere» dediğini duydum. Ne za man elime kanunu alsam Ata türk’ün bu sözünü hatırlanm... Evet, harbde cenkleşir gibi vuru yordum tellere... Hayatımda bu derece coşkunlukla iki defa ka nun çalmışımdır. Biri Atatürk’ün huzurunda, diğeri de bir aşk ma ceramda... Hattâ o aşk maceram da hızımı alamamış, elime geçen bıçakla telleri ikiye
ayırıvermlş-tim. Kanun bir tarafa... Ben bil tarafa...
Şarkılara devam ediyorduk. Kürdili hicazgâra geçtik,
Hûniya sen benimdin, niye dön dün sözünden, Kâfir aldattın beni, anlıyorum
gözünden. Kâfi değü mi acep, çektiklerim
» elinden,
Çapkın aldattın beni, anlıyorum gözünden•
şarkısını okuyor ve çalıyorduk. Bu, Atatürk’ün beğendiği şarkı lardan biridir. Bestesi kendimin olduğu için söylemiyorum. Ata türk bestesi ve güftesi iyi olan her şarkıyı beğenirdi. Hele Ru meli şarkılarına bayılırdı. Gazel okunduğu zaman, güfteyi beğen mezse onu hemen kestirir ve gençliğinde dinleyip de beğendi ği gazellerden birinin güftesini hemen bir kâğıda yazarak uza tır, onun okunmasını isterdi. Şu nu da ilâve etmek isterim ki Ru meli şarkıları hakikaten g^zel şarkılardır ve ekserisi Hicaz ma kamında olan o şarkılarda bam başka bir güzellik vardır. O gün Atatürk’ün huzurunda şarkı oku yup çalmağa devam ederken bir aralık titremeğe başladım. Belli etmemeğe çalıştığım bu halimin ilk farkına varan Atatürk oldu. İşte, vapurda terli terli güverte ye çıkarak üşümemin acısı.m ey dana çıkmağa başlamıştı. Beni hemen otele yolladı, her gün sıh hatim hakkında sık sık malûmat verilmesini de yanındakilere em retti. Dört gün sonra iyileştim. Atanın huzuruna çıkarıldım. Fa kat Atatürk o gün bana kanun çaldırmadı. Yanma oturttu. Ta vuk suyu, elma kompostosu gibi hafif yiyecekler getirterek:
«— İyice kesbi âfivet et de ka nunu sonra dinleyelim.» dedi.
Bundan sonra müteaddit de falar Atatürk’ün huzuruna çı karıldım ve kanun çaldım.»
Tıbbiyeden kanuniliğe
Artaki Candan’ın, sanat haya tının 50 nci yılı İçinde bulundu ğunu öğrenince, bu hayattan
24 O cak 1948
Atatürk’e dair hâtıralar
( Bas tarafı 5 inci sahifedei
memnun olup olmadığını sor maktan kendimi alamadım.
<— Hem de, dedi, son derece memnunum... Çünkü musikiye karşı bende sonsuz bir aşk vardı. Tıbbiyeye devam ediyordum. 18- 19 yaşında îdim. Bir gün mekte bi terkettim ve kanun koltukta sonu ne olacağı belli olmıyan bir maceraya atıldım. Midilliye git tim, otel parası olmadığından dağlarda, ceketi başımın altında yastık yaparak yattım. 10 paralık tuzlu balığı iki gün ekmeğime katık ettim ve nihayet Selâniğe giderek udî Ahmetten ders al mak suretile sanatımı ilerletme ğe muvaffak oldum.»
Artaki, 50 nci yıldönümünün başlangıç tarihini mesleğinden ilk para aldığı gün olarak kabul etmekte ve hayatının pek entere san bulduğu bu sahnesini şöyle anlatmaktadır:
«— 18 yaşındayım. Devir, Sul tan Hamit devri... Bir arkadaşın
isim günü münasebetile saz ça- j lan Tıbbiyeliler Bakırköy de top- j lanmşıtık. Çalıp eğlendiğimiz j evin önünden Pertev paşanın ba- j bası Mustafa paşa geçmiş. B izi; dinlemiş. Yaverini göndererek «kim bunlar?» diye sordurmuş. Sözcü olarak yaverin karşısına i beni çıkardılar. Paşa; «yarın, cü- i lûsu hümayun var. Bizim konak-1 tâki ziyafete de buyurun» dedi, j Paşanın o köşkü Bakırköyde hâlâ | durur ve gittikçe görürüm. Ertesi | günü o köşkte çaldık eğlendik- j Beş arkadaştık. Paşa, sabaha | karşı dağıldığımız sırada ipekli; mendiller içinde hepimize beşer ; altm lira verdi. İşte kanun çala- i
rak ilk para alışım o oldu. Tıbbi- yeden ayrılmam ve bu sanat ha yatına dört el ile sanlarak mace radan maceraya atlamam böyle; başlar...»
Ben hastanın yanından ayrılır-; ken doktor içeriye giriyor, ziyare- j tine gelen bir gurup ta salonda; bekliyordu.
Cemaleddin BİLDİK
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi