• Sonuç bulunamadı

Zekeriya Sertel'in Azerbeycan anıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Zekeriya Sertel'in Azerbeycan anıları"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Z-lM iLidïA Slî-UlïI-ii’iù

AZERBAYCAN

ANILARI

Y IL D IZ S E R T E L

Bu yazılarımın hedefi, tarihin ve

coğrafyanın bize komşu yaptığı

sosyalist âlemi, gördüğüm^

tanıdığım, bildiğim ve düşündüğüm

gibi tanıtm aktır

SUIİIIS

Babamın, "Rus Biçimi Sosyalizm, Oldu­

ğu Gibi” başlıklı yapıtı genel olarak Sovyet-

le r’de, Asya cumhuriyetlerinde ve özel olarak da Azerbaycan da “ sosyalizm " uygu­ lamasının canlı b ir hikâyesidir. Babam, annem (Sabiha Sertel) ve ben Baku 'de 6 yıl­ dan fazla yaşadık. Bu nedenle, yapıt biraz d a . babamın Azerbaycan anıları niteliğindedir.

Babam, bu kitabı, biz Sovyetler B irliğ im i terk edip, Paris ‘e yerleştikten sonra 1970 yıl­ larında yazdı. O zaman, Sovyetler B irliğ i'n in gerçek durumu yeterince bilinm iyordu. Aze­ r i dostlarımız büyük b ir baskı altında yaşı­ yorlardı. “Bu yapıt sırası gelince basılsın.

Azeri dostlarımızı zor duruma düşürmeye­ lim" dem işti o vakit, babam.

Eski harflerle 6 defterden oluşan yapıtı, ablam Sevim, Paris'e ge ld iğ i sırada, baba­ mın kâğıtlarını karıştırırken bulduk. “Bu

yapıtı yayınlamanın sırası geldi" kanaatine

vardık. Ne yazık ki, babamın ne ",Perest- roika'dan, ne de “ Glasnost 'tan haberi olmadı. Azeri halkının hürriyetine ve bağım­ sızlığına kavuştuğunu göremedi. Yapıtında göreceğiniz gibi, bütün bunlar onun çok bü­ yük b ir özlemiydi.

Babam, akıcı ve açık üslubu, usta gaze­ teciliği ile kaleme aldığı bu yapıtta; Bakü'de İlk izlenim leri, Sovyet Asyası'nda sanat.

Azerbaycan'da yaşam ve sosyal sorunlar, terör-katliam, işlenen hatalar, aydınların çi­ lesi, beyin yıkama metotları, sanayileşme vs. g ib i değişik sorunları “olduğu gibi" ele alıyor. Bütün yapıtlarında olduğu gibi, burda da “namuslu gazeteciliğinden" vazgeçmi­ yor. Kendisi önsözünde şöyle diyor;

“Ben peşin yargılarla hareket etmiş de­ ğilim. Çünkü ben, ne komünistim, ne de komünizm düşmanı. Ben, liberal düşünceli, tarafsız bir gazeteciyim. Olayları bir fotoğraf makinesi gibi yakalamaya çalışacağım. Ne bir bağnaz komünist gibi her şeyi pembe, ne de bir antl-Sovyet gibi, gözüme kara gözlük­ ler takıp, her şeyi kara görmeye ve kara göstermeye çalışacağım. Belki bu yazılar İki tarafın da hoşuna gitmeyecektir. Gerçek, her vakit acıdır. Fakat realiteye gözlerimizi ka­ pamak, kendimizi aldatmaktan başka bir sonuç vermez."

İşte babam, gerçekten de buydu. Öyle olduğu için de 9 köyden kovuldu T ürk okuyu­ cusunun bu yapıtı zevk ve ilg iyle izleyeceği­ n i sanıyorum. Üç yüz sayfalık bu kitap, 60 sayfalık yazı dizisinden sonra kitap olarak basılacak. Yazı dizisini hazırlarken, “Ardım­

daki Yıllar"(M illiyet Yayın A.Ş. 1990) başlıklı

yapıtım la tokuşmaları önlemek için, bazı so­ runlara değinmedim.

y.s.

İki tarafın da hoşuna

gitmeyecek yazılar

• B e n ne komünistim, ne de ko­

münizm düşmanı. Ben, liberal

düşünceli, tarafsız bir gazeteci­

yim. Ne bir bağnaz komünist

gibi her şeyi pembe, ne de bir

anti-Sovyet gibi kara gösterme­

ye uğraşacağım

Î

EKERİYA S ertel, yapıtını şu sö zle rle ta kd im ediyor:

“ Bu yazıların hedef) sansasyon ticareti yapmak değildir. Böyle bir şey ne benim huyuma uyar, ne de şimdiye kadarki meslek hayatıma yakışır. Ben gazeteci­ lik hayatımda hiçbir zaman ödün vermedim ve sansasyon ticaretine yanaşmadım.

Bu yazılarımın hedefi, tarihin ve coğraf­ yanın bize komşu yaptığı sosyalist Alemi gördüğüm, tanıdığım, bildiğim ve düşündü­ ğüm gibi tanıtmaktır. Bunda fayda görüyo­ rum. Mesleğimin bir cilvesi olarak tanımak olanağına kavuştuğum sosyalist Alemi Türk milletine tanıtmanın benim için tarihi bir görev olduğuna inanıyorum.”

Yazar, bundan sonra, “sınırlarımızın

ötesinde doğan yeni Alemle" Türkiye ara ­

sında irtibatın yokluğunu, haberleşm enin, seyahatlerin zo rluğunu, kısacası iki halkın b irb irin i tanım ak olanağını bulam adığını anlatıyor ve S ovyetler B irliğ i’n i tanım anın önem i üzerinde d u ru yo r ve şöyle diyor:

“ Ben, talihin bir cilvesi olarak bütün sosyalist ülkelerde yıllarca dolaştım. Her birinde aylarca, yıllarca kaldım. Sosyaliz­ min gerçekleşmesinde uğranılan güçlükle­ ri yakından gördüm. Halkların sevincine, kaderine, yaşantısına katıldım. Sosyalist memleketlerin hayatını içinden görmek olanağına kavuştum. t v - iy'A *.*.r-s - ç . -r-,uy- * -t* ,, ~ -~ * r* ..-J lt --- 7 • - -A-*# /,' Ç. » r-A^TJ 1 ■'/*' y Sf /* . aM* nf-U 4 -, r „ ■ " W ’—A tÇjAvy. ~ '• . . V j i '.. . . / , ' 'r* '

X T

J'

- v* A*» A- •_ J '

Z eke riya S e rte l’in eski h a rfle rle yazılan ve 6 defterden oluşan yapıtından b ir sayfa.

ler. Bugünkü havaalanı henüz y a p ılm a m ış­ tı. E şyalarım ı a lıp b ir ta ksiye atladım , v e r e lin i Bakü.

Z e k e riy a S ertel, in d iğ i o te ld e g ö rdüğü m is a firp e rv e rliğ i, kahvaltı sofra sın d a kon­ yak içen ko lh o z (kolektif çiftlik ) b a şkanları- nı, b u n la rın nasıl b ire r köyağası olduklarını, lokantada kadınların yokluğunu, kaç göçün ne b o yu tla ra ulaştığını anlattıktan sonra, A z e rb a ycan lIla rın “Türk sevgisi” konusu­ na geçiyor:

TÜRK SEVGİSİ

Z eke riya Sertel, A ze rb a ycan 'd a n P a ris ’e g e ld iğ i ilk g ü n le rd e (1969)

Aynı zamanda ben peşin yargılarla ha­ reket etmiş değilim. Çünkü ben, ne komü­ nistim, ne de komünizm düşmanı. Ben, liberal düşünceli, tarafsız bir gazeteciyim. Olayları bir fotoğraf makinesi gibi yakala­ maya çalışacağım. Ne bir bağnaz komünist gibi her şeyi pembe, ne de bir anti-Sovyet gibi gözlerime kara gözlükler takıp, her şe­ yi kara görmeye ve kara göstermeye uğraşacağım. Belki bu yazılar iki tarafın da hoşuna gitmeyecektir. Gerçek, her vakit acıdır. Fakat, realiteye gözlerimizi kapa­

mak, kendimizi aldatmaktan başka bir sonuç verm ez."

İLK İZLENİMLER

Z eke riya Sertel, 1952’de yurdundan ay­ rıldıktan sonra, b ir süre d e ğ iş ik Batı A vrupa ü lke le rin d e kaldığını, ye rle ş tiğ i Viyana şeh­ rin de ağır hastalanınca, tedavi için B akü'ye g ittiğ in i anlatıyor: “Arkadaşlar Bakü’yü sa­

lık verdiler. Gideceğim yerin hem deniz kenarı, hem de İklimi kurak bir yer olması gerekiyordu.”

Bu, S o vyetler B irliğ i’ne ikinci g e lişim d i. 1954 so n larında M oskova Barış K o n s e y i­ nin d a ve tlisi o larak da Sovyetler B ir liğ in i gezm iştim . O va kit b ir so sya list m em leketi ilk defa görüyordum . M isa fir o la ra k g e ld i­

ğim bu m em lekette, ne g ö s te rd ile rs e onu gördüm ve ta b ii h iç b ir şey gö rm e d im . Her bakım dan yabancı ve yeni b ir ülkeyi, kuşba­ kışı b ir gezi ile 45 günde tanım ak im kânsız­ dı. Fakat kim i g ö rd ü k le rim bende iyi etki yaptı ve o va kit b unları kaydetm ekten ken­ d im i alam am ıştım .

Şim diki g e liş im bam başka ş a rtla r altın ­ da o lu yordu. D avetli d e ğ ild im , m is a fir o la ra k gelm em iştim ... S ovyet ha lklarını da­ ha derin d e n anlayıp, tanım ak im kânına kavuşuyordum . Hele Bakü b ir T ürk ş e h riy ­ di. B urada benim d ilim ko nuşuluyordu. Yarı ya rıya m em leketim e g id iy o rm u ş g ib i s e vi­ niyordum . B ir gece uzun ve yorucu hava yo lculuğundan sonra, sabah şafak sö ke r­ ken B akü'ye vardık. Uçak d ü z e ltilm iş b ir düze indi. Tam an la m ıyla b ir havaalanı yok­ tu. E şyalarım ızı hem en orada açıkta v e rd

i-“Otelde bir süre bizi ziyaret eden olma­ dı. Kimse geldiğimden haberli değildi. Ben de hasta olduğum için şehirde dolaşamı- yordum. Fakat otelde ve lokantada benim Türk olduğumu öğrenenler sevgilerini gös­ termekten geri kalmıyorlardı.

Çok defa yemeği ödemek istediğim za­ man, garson 'Ö d e n m iş tir e fe nd im ' deyip benden para almıyordu. Ya masamda bulu­ nanlar, ya yan masalardan benim Türk olduğumu öğrenenler, benim haberim ol­ madan hesabımı gördürüyorlardı.

Şehire taksi ile inerdim. Yolda şoför ko­ nuşmamdan Türk olduğumu öğrenince sevgi dolu gözlerle bakar, Türkiye hakkın­ da benden bir şeyler öğrenmek isterdi. Sonra da varacağımız yere ulaşıp da para vermek istediğim zaman, adeta utanarak

'M is a firim s in iz efendim , biz m isa fird e n pa­ ra a lm a y ız ’ derlerdi.

Bu, çok sık tekrarlanıyordu. Benden bi­ raz sonra Bakü'ye gelen karım-kızım bu hali görünce:

-Sen bedava yaşam anın yo lu n u bul­ m uşsun, diye benimle alay etm işlerdi.”

(2)

28 EKİM 1991

NEREYE GİDERSENİZ

GİDİNİZ, KİM OLURSANIZ

OLUNUZ POLİSİN

GÖLGESİNDEN KURTULMAK

İMKÂNSIZDI. SOVYETLER’DE

KİMSENİN KİMSEYE GÜVENİ

YOKTU

Z L i i L i d v A s r ı a n ı / i ! !

AZERBAYCAN!

ANILARI

Y IL D IZ S E R T E L

PoKs burada da peşimizde

B

İR gün hepimizi heyecanlan­dıran bir sahneyle karşılaştık. Taksi ile eve dönüyorduk. Yol­ da aramızda konuşuyorduk. Şoför, bir tazı gibi kulaklarını dikm iş dikkatle bizi dinliyor, fakat sesini çıkarmıyordu. Araba kapının önünde durun­ ca şoför:

-“F erdi” diye yüksek sesle Tevflk Fik­

ret'in oğlu için yazdığı Ferdâ şiirin i okumaya başladı. Şaşırdık, heyecanlandık.

-“Biliriz efendim" dedi. “Bizim kuşak Türle edebiyatını İyi bilir. Hepimiz Fikret'i, Rıza Tevflk’!, Reşat Nuri’yi tanırız, şiirlerini ezbere biliriz, feter misiniz size Fikret'in 'Sis' şiirini veyahut Rıza Tevflk’ln 'Fikret’in kabrini ziya­

ret' şiirlerini okuyayım.”

Bizde uyandırdığı şaşkınlıktan sevinçli şoför yoluna devam etti. Bakü'de kadın veya erkek kiminle tanışsak, hepsi Fikret’i, Rıza Tevfik’i, bazıları Hâmit'i ve Reşat Nuri'yi tanı­ yorlardı. Ve her ziyafette mutlaka bize ezbere bildikleri Türk şiirle rini okurlardı.

İnkılabın ilk yıllarında B a kü ye ve Azer­ baycan'a Türkiye’den bir takım öğretmenler gelmiş. Bunlar arasında edebiyat öğretmeni İsmail Hikmet varmış. Bu değerli öğretmenin yetiştirdiği Azeri Türk gençleri, Türk edebiya­ tını öğrenm işlerdir. Yeni çağ gençleri ataları­ nın Türk ş iirle rini okumalarını hayretle dinlerdik.

Türk sevgisinin b ir nedeni daha vardı. Birinci Cihan H arbi’nden sonra Ermeniler, Azerbaycan üzerine saldırarak Türklerl yok etmeye kalkışmışlardı. O vakit Halil Paşa ko­ mutanlığındaki Türk kıtaları Azerbaycan'a yetişerek Azerbaycan Türklerini katliamdan kurtarmıştı. O zamanın Azeri Türkleri bunu minnetle anıyorlardı.

Ne var ki Azeri Türkleri bu sevgilerini gizlemek zorunda kalıyor ve bunun acısını çe­ kiyorlardı. (İleride bu konu üzerinde ayrıntılı bilgi vereceğim.)

DAVETLER

Aradan bir süre geçip de şehrin aydınları ile tanıştıkça ziyafetler başladı. Azerbaycan'­ da ziyafet önemli b ir iştir, ö y le sofralar kurulu­ yor ki, ancak saraylarda görülebilir. Masanın üstü zengin ve birbirinden nefis yemek ve içki­ lerle doludur. Hele Azeri pilavı, yemesine doyum olmayan b ir nefisedir.

Ama bu ziyafetlerde bizi en çok şaşırtan, bu fazla ikramdan çok rastladığımız insanlar­ dı.

Evsahibi, hazır olanları tanıştırırdı:

-“Kanıtı Necla doktor, kızım Filiz üniver­ sitede okuyor, oğlum Cengiz mühendis, kardeşim Ahmet doktor, kız kardeşim Zülflye konservatuvar öğrencisi...” filan filan...

Ailenin bütün üyeleri şu ya da bu şekilde yüksek tahsil yapmış kim selerdir. Ama bu, bü­ tün evlerde idi. (“Eğitim” konusunda bunu ayrıntılarıyla anlatacağım ") Bu rastgele bir şey değildi. Eğitim, Azerbaycan’da bile bu ha­ le gelmişti.

BİR UYARI

Bir gün, b ir kundura boyacısına kundura­ larımı boyattınyordum. Boyacı konuşmamdan Azeri olmadığımı anlamıştı. Ama ne olduğu­ mu kesti rem ¡yordu. Kuşkulu bakışlarla beni b ir süzdü. Sonra:

-“Efendi” dedi, “Siz Türk müsünüz?”

-"E vet."

-‘Türkiye’den mİ geldiniz?"

-“ Evet."

-“Misafir olarak mı geldiniz, yoksa bura­ da kalmak niyetinde misiniz?"

-Herhalde bir süre kalacağım.

Bu cevabıma şaşırdı, hiç tereddüt etme­ den:

-“Enayi İmişsiniz" dedi.

Gülerek - Niye, dedim.

“ Burası bir kuyudur. İçine düşen bir da­ ha çıkamaz. Güzelim Türkiye bırakılır da buraya gelinir mİ?”

Zekerıya Sertel (soldan İkinci), 1955 yılında Taşkent şehrinde dostları ile birlikte

Boyacının bu uyarmasını sık sık hatırlar, üzülürüm. Bu kuyuya düşmüştüm. Çıkmak ko­ lay olmayacaktı, ozam an bütün kapılar kapalı İdi. Dış memleketlere seyahat yasaktı. Ama biz Sovyet tebaası değildik. Kapılar bizim için tamamlyle kapanmış sayılamazdı."

Gün geçtikçe insanları, Azerbaycan’ı ve giderek S o vye tle rB irliğ l’ni tanımaya başlıyor­ dum. Yeni b ir dünyaya gelmiştim. Benim için her şey yeni ve başka idi. G ördüklerim içinde İyi şeylerirt yanında bir çok da sinirletici kötü şeyler vardı. Havada baskı, sıkıntı, üzüntü se­ ziliyordu. Gün geçtikçe AzerbaycanlI oluyor­ duk. Onlar gibi yaşıyorduk. Onlar gibi duyuyorduk. Ve tabii bir çok şeyler öğreniyor­ duk.

Şimdi artık hikâyemizin bu kısmına gire­ biliriz.

PEŞİME ADAM KOYDULAR

Her geçen gün ziyaretçiler artıyordu. Geldiğimiz artık işitilm işti. Aydınlar, yazarlar, şairler, üniversite çevrelerine bağlananlar bi­ rer ikişer ziyaretim ize geliyorlardı.

Bunlardan bir tanesi bana adeta musal­ lat olmuştu. Adı Yusuf Şirvan’dı. Üniversitede Türk edebiyatı üstüne ders veriyordu. Bu şap­

kalı, uzun paltolu, asık suratlı, Katolik papazı­ na benzeyen bir adamdı. Haftada en az b ir iki gün ziyaretim e gelmese olmazdı. Kabasaba, konuşması can sıkıcı, hayli cahil bir kişi idi. Dikkat ettim. Konuşurken göz göze gelmekten kaçıyordu. Demek içi rahat değildi.

Onu yanımda gören eş dost, beni uyar­ mak ihtiyacını duyuyorlardı.

-“Aman, dikkat edin, diyorlardı. Bu ada­ mın yanında açık konuşmayın. Tehlikeli bir adamdır. Canınızı yakabilir.”

Bu uyarıyı yapanlar çok oldu. Sonra öğ­ rendim ki Yusuf Şirvan, M illi Empiyet’in adamıdır. Benim de yanıma vazife ile gelm ek­ tedir. Bu, Sovyetler B irliğ i’nde normal b ir şeydi. Nereye giderseniz gidiniz. Kim olursa­ nız olunuz emniyetin gölgesinden kurtulm ak imkânsızdı. Sovyetler'de kimsenin kimseye, hele devletin veya emniyetin hiç kimseye gü­ veni yoktur. Herkes b irib irin in kontrol hafiye- sidir. Derler ki, Sovyetler'de her üç kişiden biri emniyetin adamıdır. Evinizde, işinizde, her yerde emniyetin adamı sizinle beraberdir. Onun için dikkatli olacaksınız, önünüze gele­ ne açılmayacaksınız. Uluorta konuşmayacak­ sınız. Yani, polis devletinde yaşadığınızı unutmayacaksınız. Oysa biz, memleketten, polis baskısından rahatsız olduğumuz için çık­ mıştık. Polis burada da bizi bulmuştu.

TARİH MÜZESİNDE

Yıl 1962. Zekeriya Sertel, 6 yıldan fazla yaşadığı Azerbaycan'ın Baku kentinde.

Bir gün Yusuf Şirvan, Tarih Müzesi ni gezmemizi teklif etti. Kalktık, gittik. Eski petrol krallarının evlerinden b irin i müze yapmışlar. Burada özellikle Azerbaycan tarihini canlan­ dırıyorlar.

Müzenin rehberi, genç kız önümüze ta­ kıldı. Dünyanın doğuşundan, ilk insanların hayatından başladı. Tarihin sırrını anlatan odaları birer birer geçtik. Nihayet Azerbaycan tarihine geldik. Kafkas ve özellikle Azerbay­ can tarihinde büyük harplerin ve büyük sefer­ lerin sonucu dost, kardeş askerleri de gelmiş, çiğnemiş geçmiş. Timurlenk gelmiş, çiğneyip geçmiş. Türk askerleri gelip izlerini bırakmış geçmiş. Iran orduları gelmiş, çiğnemiş geç­ miş. Onları Arap orduları izlemiş. Arkasından OsmanlIlar gelip bir süre yerleşmiş. Bütün bu aşamalar geçtikten sonra rehberimiz Asiye Hanım elindeki sopa ile b ir tabloyu göstere­ rek:

-“Sonunda 150 yıl önce Ruslarla birleş­ miş, kurtulmuşuz.”

Ben ansızın:

•“Etendim?” dedim.

Kız şaşkınlıkla bana baktı:

-“Kızım” dedim. “İki halk arasında bir birleşme olur. Ruslar gelmiş sizi İstila etmiş­ ler, sizi sömürmüşler. Buna birleşme denir mİ?'

Yusuf Şirvan, kıpkırmızı kesilm işti. Ya­ nındaki AzerbaycanlI genç:

-“Aydındır” dedi.

Ve yürüdük. Gerçekten durum aydındı. Tarih M üzesi'nde bile Rus işgali b ir birleşm e olarak gösteriliyordu. Tarihi böylece bozmak zorunda kalıyorlardı. Şu var ki, bir-iki yıl sonra bundan daha acıklı b ir sahneye tanık oldum. Azerbaycan Komünist Partisi, Rus işgalinin 150’inci yıldönümü, m illi bayram gibi kutladı. Bir hafta, bu şerefe düğün bayram edildi. Bir m illetin esarete düştüğü günü böyle kutladığı­ nı ilk defa görüyordum. Azerbaycan Komünist Partisi’nin b ir m illeti bu kadar alçaltm aya hak­ kı yoktu. Moskova da bu dalkavukluğu, Bakü’- de bu tip oportünizm in yayılmasına izin vererek mükâfatlandırdı.

İLK TBİAVİ

Hastalığım, halsizliğim yüzünden ilk günlerde dolaşamıyordum. Sahil boyundaki parka kadar iniyor, deniz kenarında b ir sıraya oturup dinleniyordum . Iki-üç gün on ra b ir has­ taneye götürdüler beni. Baş doktora çıktık. Viyana'dan hastalığıma ait kâğıtlarımı da ge­ tirm iştim . Başhekim beni nezaketle dinledik­ ten sonra elimdeki kâğıtları alıp inceledi ve sonra iç hastalıkları doktoruna gönderdi. Bu klinikte bütün hastalıklar için ayrı b ir doktor vardı. İç hastalıkları doktoru kâğıtlarımı oku­ du. Benden izahat aldı. Sonra beni terapi şubesine gönderdi. Burada, doktor ilk tedavi olarak fizik tedaviye lüzum gösterdi. Çünkü ar­ tık rom atizm a e lle rim i, kollarımı, bacaklarımı kötürüm leştirm işti. Terapi bölümünde, doktor, term al tedavi sistem ini gözden geçirdi. Sonra beni asistanına devretti. Ve orada ellerim e, ayak parm aklarım a “naftalan” denilen katra­ na benzer bir ilaç sürdüler ve yatırdılar. On beş dakika sonra katranı sildiler. Ve on beş gün bu tedaviye devam edileceğini söyleye­ rek beni bıraktılar.

Bu naftalan denilen ilaç, Azerbaycan’ın bir bölgesinde yerden çıkan tabii b ir kayadır.

Hatta bu kayanın etrafında hastaneler fi­ lan yapmışlar. Birçok hastalar orada tedavi görürler, ö z e llikle romatizmalı hastalıklara karşı yeterlidir. Nitekim on beş gün sonra elle­ rim ve ayaklarım çözüldü. İlk günler otelden sahile kadar güçlükle inerken, bulvarı b ir baş­ tan b ir başa dolaşmaya başladım.

Bu tedavi için benden beş para almadı­ lar. İlk defa bedava tedavi görüyordum . Vi- yana'da bu işi yaptırsaydım, dünyanın parasını vermek zorunda kalacaktım.

Bu vesile ile bu kliniğe yazılmış oldum. Orada dosyam açıldı.

• A z e r b a y c a n K o m ü n is t Pa rtisi,

Rus işgalinin 1 5 0 . y ıld ö n ü m ü -

n ü m illi b a y r a m g ib i k u tla d ı.

B ir m ille tin e s a re te d ü ş tü ğ ü

g ü n ü b ö y le k u tla d ığ ın ı İlk d e fa {

g ö r ü y o r d u m

(3)

29 EKİM 1991

AZERBAYCAN

ANILARI

Y IL D IZ S E R T E L

STALIN DÖNEMİNDE TÜR K ­

ÇE KİTAP OKUYAN AYDIN­

LAR SİBİRYA’Y A SÜRÜLDÜ,

HAPSE ATILDI, H A TTA

ÖLDÜRÜLDÜ

YAZIT,AP = =

Alm a Ata Havaalanı'nda Sertel'i karşılayanlar arasında m erinos cinsi koyunu ıslah ederek yeni b ir tür üreten ve bu nedenle nişan ve ödüller alan Naile Hanım da var.

Azerbaycan sömürgeydi

•S o v y e tle r Birliği'ndeki cum huri­

yetlerde aydınların hepsi birer

kukla durum una düşürüldü. Bu

kuklaları oynatan iplerin ucu ko­

m ünist genel sekreterlerin elin­

deydi

• B a k ü d e s tâ lin 'in e m irle r in i

y e r in e g e t ir e n B a g lr o f a d ın d a

b ir c e lla t v a r d ı. D l k t a t ö t il r lü k

İç in d e b ir d i k t a t ö r l ü k k u r m u ş ­

t u

S

AHİL boyunca bir aşağı bir yu­karı dolaşıp dururken gözüme top top insanların bir araya gelerek ve ağaçlar altında do­ mino oynadıkları dikkatimi çekti. Bakü sıcak bir şehir, yaz kış deniz kenarındaki bankta insan vardır. Hele emekliler hemen de her gün oradadırlar. Aralarında do­ mino oynayarak vakit geçirirler. Başka bir kö­ şede tavla meraklıları, takır tukur tavla oy­ nuyorlar.

Bunlar çalıştıkları işe göre bir emekli ma­ aşına bağlanmış insanlardır. Hayatları em­ niyet altındadır. İşleri güçleri yoktur. Buraya gelip güzel hava alıyor, hem eğleniyorlar.

Sovyetler’de yirm i m ilyon emekli vardır. Her çalışan 60 yaşından sonra emekliye ayrı­ lır. İşte aldığı maaş oranında bir emekli maaşı alır. Şimdi köylülere de emekli maaşı bağla­ maya başladılar.

Ellerine geçen para azdır. Ama, ne de ol­ sa ihtiyar köylü için yine de bir destektir.

ŞAİR MİLLET

Bir gün Azeri edebiyat müzesini gezmeye gittik. O vakit Müze Müdürü olan AzerbaycanlI Bilgin Hamit Araslı’yı tanıdım. Hamit Araslı Türkiye'de tanınan bir alim dir. Türk edebiyatı­ nı iyi bilir. Ve Türk edip ve şairlerini yakından tanır.

Müzeyi gezdik. Azerbaycan Türkler'i şiire meraklıdır. Büyük şairlerine büyük saygılıdır­ lar. Parklarda ve bellibaşlı meydanlarda şair­ lerinin heykelleri dikilidir. Müzede büyük şair­ lerinin hayatı ve eserleri, fotoğrafları gösterili­ yor. Fuzuli’yl, Nef'i’yi ve daha birçok Azeri Türk şairlerini tanımak benim için çok faydalı oldu. Çünkü Azerbaycan aydınlarıyla konu­ şurken konu en çok bu şairlerdir. Azeri Türk­ le r'i onlardan söz açm ayabilir ve gitgide bü­ tün Türk şairlerini kendi şairleri arasına koy­ maya çalışırlar. Şimdi Nesimi üzerinde çalışı­ yorlar. Onu da kendi şairleri arasında sayıyor­ lar. Ve onun adına 971'de festival hazırlıyor­ lar.

Radyolar, televizyon, gazeteler hemen de her gün Azeri Türk şairlerinden birinin hayatı­ nı anlatır. Şiirlerinden parçalar okunur. Sık sık bunlar adına festivaller yapılır. Böylece geç­ mişteki ve bugünkü şairlerini halka tanıtırlar. Bu sayede köylere kadar bütün Azeri halkı bü­ yük şairlerini tanır ve onların şiirlerinden bazı­ larını ezbere bilir. Ben Azeri dostlarıma hep derim:

-“Siz şairlerinize saygıda, biz saygısızlık­ ta aşın davranıyoruz.”

R K İ VE YENİ AZERBAYCAN

Eski Azerbaycan, Çarlık Im paratorluğu'- nun bir vilayetiym iş. Burası vali tarafından yö­ netilirm iş. Şimdi Rus valisinin eski konağı fi­ larmoni binasıdır. Büyük bahçesi de duvarları yıkılarak küçük b ir Paris haline getirilm iştir.

Çarlık Rusya'sı köy im paratorluğudur. Vi­ layetlerinde yaşayan halkları sömürmekten başka bir şey de yapmamışlardı. Bu, Çarlık döneminde Azerbaycan geri bırakılmış, azge­ lişm iş bir Asya ülkesi olarak kalmıştı. Yol yok­ tu. mektep yoktu, hastane yoktu, hatta doktor yoktu. Bakü trenlerini işleten bir-iki petrol kralının dışında halk fakirdi. Köylü bizim Orta Anadolu veya Doğu halklarının hayatını yaşı­ yordu.

İnkılaptan sonra bütün bunlar değişti. Köylere kadar elektrik verilmiş, yollar yapıl­ mış, okullar açılmış, hastaneler yapılmış, köy­ ler az çok refaha ermiş, m illetin yüzü gülmüş, yaşamın seviyesi yükselmiş. Azerbaycan halkı ilk kez b ir Asya ülkesi olmaktan kurtulma yoluna girm iş, kültür alanında da hayli adım­ lar atmış, tiyatrosu gelişm iş, operası ilerle­ miş, edebiyatı zenginleşmiş, resim ve heykel sanatı da gelişm e yoluna girmiş. Yobazların halk üzerindeki nüfuzu kırılmış, sözün kısası Azerbaycan geçen yarım yüzyıl içinde kültür­ den ekonomiye, sanata hayli ileri adımlar atmış.

Dışarıdan baktığınız zaman görülen man­ zara budur. Azerbaycan’a gelip de bir kaç gün içinde kuş bakışı baktığınız zaman göreceği­ niz manzara budur. Fakat içinde yaşadıkça in­ sanlarını, memleketi tanıdıkça, halkın günlük hayatına karışıp onlar gibi ve onlarla birlikte yaşayınca insan da değişiyor. Bu aldatıcı par­ lak manzaranın arkasındaki faciayı göre­ miyorsunuz. Gerçekle gösteri arasındaki şaşırtıcı uçurumu görüveriyorsunuz. Bütün dıştan gördüğünüz şeylerin birer kabuktan başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz.

Şimdi size bu dramın acıklı safhalarını bi­ rer birer açalım.

AZERBAYCAN VE ÖTEKİ

CUMHURİYETLER BİRER

SÖMÜRGEBİR

Sosyalizmin temel ilkelerinden biri şudur:

“İnsan insanı, millet millet) sömürmemelidlr.”

Sovyetler Birliği bir sosyalist memleket oldu­

ğunu iddia ettiği ve sosyalizm i yeryüzünde ilk kuran memleket sayıldığı için emperyalizm e karşıdır. Asya, Afrika, Güney Am erika'da em­ peryalistlerin sömürdüğü ve sömürmekte ol­ duğu halkların kurtuluş savaşlarına yardım et­ meyi ve onların bağımsızlık davasını benim­ seyip savunmayı kendine ödev bilm eli. İnkıla­ bın ilk yıllarında daha kendisi yardıma muhtaç durumda iken bile, emperyalizm e karşı kurtu­ luş savaşı veren Türkiye'ye yardım etmiş de­ ğil m idir? Bugün dünyanın her tarafında em­ peryalizme karşı bağımsızları vasıta yapan bütün m illetler arkalarını Sovyetler B irliğ i’ne dayamakta, ondan yardım görmektedir. (Bu satırlar 1971'de yazılmıştır.)

Öteki sömürge ve yarı söm ürge halkların bağımsızlığı için savaşan ve emperyalizme düşman olan Sovyetler Birliği kendi siperleri içinde yaşayan m illetlere karşı nasıl davranı­ yor, onlara bağımsızlık hakkı tanıyor mu? On­ lara bağımsızlık savaşlarında yardım ediyor mu?

Biliyoruz ki Sovyetler Birliği, Çarlık Rus İm paratorluğunu miras olarak aldı. Bu impa­ ratorluğun içinde çeşitli m illetler var. Sosya­ lizm ilkelerine dayanarak devletlerin bağımsızlığını tanıması gerekirdi. Fakat böyle b ir hareket o zaman im paratorluğu dağıtıp pa­ ramparça edebilirdi. O vakit Lenin m illetler meselesini çözmek için bir takım ilkeler orta­ ya atmak zorunda kaldı, bu Türk bağımsızlığı tanınmayacaktı. Fakat bunlar b ir tür cum huri­ yetler halinde kurulacaklardı. Her cumhuriye­ tin kendine mahsus anayasası, hükümeti, par­ lamentosu olacaktı. Sovyetler Birliği bunların ekonomik, kültürel kalkınmalarına yardım edecekti. Ortak komünizm davası içinde hepsi kaynayıp gidecekti. Böylece bu.mil,liyet prob­ lemi çözülmüş olacaktı.

Böylece Sovyetler Birliği nde ^ c u m h u r i­ yet kuruldu. Ayrıca üç tane de muhtar idareler yaratıldı. Her cumhuriyete ayrı b ir anayasa yapıldı. Her birinin cumhurbaşkanı, hükümeti, bakanları, parlamentosu meydana geldi. Cum huriyetlerin her birinde resmi dil anadil­ leri olacaktı.

Kâğıt üzerinde m illetler meselesi çözül­ müştü. Gelgelelim uygulamada iş büsbütün

başka b ir biçim e girdi. Bütün hükümet meka­ nizması bir pazarlamadan ileriye gidemedi. Cumhurbaşkanı, bakanlar, parlam ento ve öte­ ki siyasi ve sosyal m ünevverler hepsi birer kukla durum una düşürüldü. Cumhuriyeti yö­ neten bunlar değildi. Gerçek yönetici cumhu­ riyetlerdeki Komünist Genel S e k re te rle ri idi. Bütün hükümet mekanizmasını bu parti sekre­ te rle ri çevirirdi. Kuklaları oynatan ipin ucu on­ ların ellerinde idi. Bu parti sekreterlerini de o cum huriyetin halkı veya p a rtilileri değil Mos­ kova seçerdi. Böylece cum huriyetler merkeze bağlanmış oluyordu. Ve bütün direktifler Mos­ kova'dan veriliyordu. M ahalli partiler ve on­ ların genel sekreterleri Moskova'daki Ko­ m ünist Parti'nln genel sekreterinin kendi dü­ şüncelerinin uygulanmasına memur kim­ selerdi. Bu sekreterliklere merkeze bağlı ve sadık uşaklar, merkezin e m irlerini noktası noktasına yerine getirecek uşaklar seçilirdi. Bu, bir tür heyetler idaresi idi. Heyetin işgal ettiği m em leketler halklarını, o m em leketler­ deki faşist teşkilat yolu ile yönetirdi. Bunlara

“Guvizning” adı verilm işti. Ancak sadık uşak­

lar bulamadığı yerlere kendi adamlarını gön­ derirdi. Bunlara da G ulatır denirdi. Sovyetler B irliğ i’ndeki cum huriyetlerden komünist par­ tile ri birer “Guvizning” rolünü üzerlerine alm ışlardı. Bu kurallar içinde cumhuriyette kendi kendini idareden, hele bağımsızlıktan söz açmak gülünçtü. Stalin döneminde bu sis­ tem daha da sertleştirildi. Guvizning rolünde­ ki sekreterler Stâlin’in birer uşağı durumuna düştüler. Artık her şey Stâlin'in em rine bağlı idi.

STÂLİN'İN CELLAUI

Bakü’de S talin’in e m irle rin i yerine getiren Bagırof adında bir cellat vardı. Diktatörlük içinde b ir diktatörlük kurmuştu. Astığı astık, kestiği kestikti. Azerbaycan'da Çarlık rejim i geri gelmişti. Derken 937 katliamı başlar. Memleketin her tarafında korkunç bir terör ha­ vası esmektedir. Her tarafta sehpalar kurul­ muştur. Kafileler halinde Sibirya'ya sürgünler başlamıştır. G eceleri hangi saatte kapının ça­ lınıp iki süngülü eşliğinde hapse atılacağı belli değildir. Evlerde matem havası vardır. Uyku­ la r kesilm iştir... ö lü m şehirlerde kol gezmek­ tedir... Herkes cezasını beklemektedir. Her gün birtakım insanların ortadan kayboldukları görülm ektedir.

İşte o katliam yılında o vakit 3 milyon nüfu­ su olan Azerbaycan’da 30 bin aydının canı yanmıştır. Ne kadar yazar, sanatçı, öğretmen, doktor, profesör, mühendis, aktör ve sözün kı­ sası kalbur üstünde kalmış ne kadar aydın varsa birer birer toplanıp hapse atılıyor, sürü­ lüyor veya öldürülüyor. O vakit öldürülenler arasında hâlâ saygı, sevgi ile anılanlar var­ dır... Bunların arasında Azerbaycan yazarı Hüseyin Cavid, 28 yaşında şa ir Şafak vardır. Biz o günleri görenlerden, Sibirya'ya gidip 20 yıl sonra dönerek trajedilerini kendi ağızların­ dan dinledik. Bunlara atfedilen en büyük suç Türk olm aları, Türkçe kitaplar okumaları. Tür­ kiye ile m ektuplaşmaları filan gibi incir çekir­ deği doldurm az şeyler. O vakit herkes evinde bulunan Türkçe kitapları yakmış, kütüphane­ lerdeki Türkçe kitaplar yok edilm iştir. Heyetle’- rin m eydanlara doldurarak kitap yakmasına karşılık, burada halk kendi elleriyle kendi ki­ taplarını yakmışlardır. Amaç Azerbaycan’da m illiyetçiliği öldürm ektir. O zaman öldürülen, sürülen aydınlar arasında Türkiye'den gelmiş Türk komünistleri de vardır.

(4)

30 EKİM 1991

Ruslar baskı ve korkutm a ile Türk

kökenlilerin Türkiye ile olan bağ­

larını koparm ak istediler. Bu am aç­

la bu m illetlere önce Rus alfabesini

kabul ettirdiler

t7it YAZILAR—

Zekeriya Sertel 1955 yılında Kafkasya da arkadaşları ile birlikte.

S ib irya 'ya sürülen

T ü rk kom ünistleri

Sovyetler Birliği nde, Stalin döneminde Sibirya ya sürülen Türk komünistlerinin acı hikâyesini ben, "Ardımdaki Yıllar" başlıklı yapıtımda anlatmıştım. Bu hikâye, yapıtın çok kısa bir özeti olan ve Milliyet gazetesin­ de yayınlanan yazı dizisinde de yer almıştı. Babam, Aftan Hikmet, Salih Hacıoğlu'nun karısı Sabiha gibi eski Komünist Partisibin kurucularının başına gelenleri benden biraz farklı anlatıyor. Herhalde ya onun ya benim aklımda bazı şeyler biraz farklı kalmış. Ne var ki aramızdaki farklar ayrıntılardadır, önemli olan, namuslu Türk komünistlerinin yıllarca işkence görmüş olmalarıdır.

Yazar, yalnız Türk komünistlerinin de­ ğil, Sovyetler Birliği’nde, "Türk milliyetçisi" olduğu düşünülen bütün halkların gazaba uğradığını anlatmaktadır.

Y.S.

B

ÜTÜN Yarattı Sulan Denize Akardı"

Azerbaycan'ın tanınmış yazar ve romancısı, Mehdi Hüseyin, ölümünden önce, "Bütün Ye­

raltı Suları Denize Akardı"

adında bir kitap yazmıştı. Bu kitabın konusu, o zamanın zulmüne uğrayan bir kadının hikâyesidir. Bu hikâyede anlatılan olay gerçektir ve içindeki insanlar, o kuşaktan arta kalanlar tarafından tanınmaktadır. Mehdi Hüseyin, kendisine başından geçenleri anla­ tan b ir Azarbycanlı Türk kadının verdiği not­ lardan faydalanarak bu kitabı yazmıştır.

Hikâyenin kahramanı olan kadın, Bakü’de bir laboratuvarda çalışmaktadır. Harp içinde kocası Alman cephesinde esir düşer. Sonra kurtarılır. Bu defa Alm anlara. casusluk mak­ sadıyla, bilerek teslim olduğu iddia e d ilir ve Sibirya'ya sürülür. Oradan karısına gönderdi­ ği mektupta başından geçenleri anlatır. Hak­ sızlığa kurban gittiğini söyler ve artık kendini ölmüş bildiği için karısına “İstersen evlenebi­

lirsin” der. Kadın şaşırır. İki felaketin ortasın­

da ne yapacağını bilemez. B ir yandan ko­ casını kaybetmiştir. B ir yandan da hıyanetle suçlanan bir adamın karısı olarak yaşamak zorundadır. Ne yapsın? Bu haberi, bulunduğu dairenin am irine bildirm eli mi bildirm em eli mi? Bildirse işinden atılacak. Bildirm ese bir hıyaneti saklamakla suçlanacak. Günlerce ka­ rarsızlık içinde çırpınır durur, orada iki çocuğu vardır. Bu faciayı onlara da duyurmak iste­ mez. Sonunda am irine gider, durumu anlatır. İki gün sonra kadının işine son verirler. Otur­ duğu evden atılır. Çocuklarıyla birlikte bir evin izbe katında bir odaya sığınır. Günlerce göz­ yaşları içinde çıkacak b ir yol arar. Tanıdıklar, hısım akraba onunla temaslarını kesmişler­ dir. Elinde avucundakini de sarfetm iştir. İlerisi karanlıktır. Kimseye yanaşıp derdini döke­ mez.

Bir gün yolda kocasının yakın b ir dostu ile karşılaşır. Kocasının böyle bir hıyanetine inanmadığını söyler ve kadına yardıma baş­ lar. Çok geçmez o adamı da işinden çıkarırlar. Ve her ikisi de Sibirya'ya sürülürler.

KIRIM TÜRKLERİNİN

BAŞINA GELENLER

Ya Kırım Türklerinin başına gelenler... Kı­ rım'da yaşayan bir milyon Türk, yalnız 12 saat bir hazırlıktan sonra yurtlarından edilm işler­ dir. Bunlara akşam, ertesi sabah sürülecekle­ ri için hazırlanmaları b ildirilm iş ve kendilerine

• O yıllarda Azerbaycan Türkleri m illiyetlerini saklıyor, Moskova'yı ü rk ü t­

memek için kendilerine Türk dem ekten çekiniyorlardı

• R u s l a r T ü r k ç e y e r in e A z e r b a y c a n c a s ö z ü n ü b u ld u la r . Y e n i k u ­

ş a k R usça ö ğ r e n d i. G e n ç le r R usça k o n u ş m a k la ö v ü n ü y o r la r d ı

yalnız 12 saat mühlet verilm işti. Ertesi sabah erkenden çoluk çocukları, kadınları, gençleri, ihtiyarları ile b ir milyon Türk evlerinden, bark­ larından sökülerek süngüler altında trenlere hayvan vagonlarına yüklenmiş, Kazakistan çöllerine atılmışlardı. Bunların çoğu iklim ine alışmadıkları için, sonsuz çöllerde harap ol­ muş, ancak bir kısmı etrafındaki köylere sığı­ narak canlarını kurtarabilmişlerdi. O gün bu­ gün Kırım'da b ir tek Türk yaşar. O da harpte Sovyetler hesabına kahramanlık gösteren Ah­ met Han adında biridir. Sürülen Türklerin ço­ cuklarına Kırım'a dönmek izni verilmeyecek­ tir... Bunlar son yıllarda Moskova'ya 500 kişilik heyetler göndererek memleketlerine dönmek için izin istemişler, fakat bütün kapıları yüzle­ rine kapanmış bulmakla kalmamış, polis ta­ rafından toplanarak tekrar geldikleri yere geri gönderilm işlerdi. Nihayet geçen yaz Mosko­ va'ya gelen 500 Kırım Türk’ünün baskısı altında dünya efkârını aldatmak için bunların m emleketlerine dönebilecekleri hakkında bir karar çıkartılmıştır. Böylece bu mutsuz insan­ ların feryadına cevap verm iş görünmek iste­ m işlerdir. Fakat kararın çıktığı gün Kırım'daki teşkilata, bunların Kırım'a sokulmamaları için em ir verilm iştir... Moskova'daki karardan se­ vinerek evlerini aramaya giden Kırımlılara Kırım'da oteller kapılarını kapamış, polis de bunları alıp Kırım'dan dışarı çıkarmıştır. Öz­ bekistan'da, Türkistan'da aynı trajedi tekrar­ lanmıştır.

Özbekistan'da yarım milyon insan, evle­ rinden alınarak sürülmüş veya öldürülmüştü. Moskova'da karşılaştığım bir Türkmen yazarı: -Şimdi soyunsam, vücudumda süngü ve bıçak yarası olmayan b ir yer göremezsiniz, demişti. Çektiğimiz ıstıraba, karşılaştığımız işkenceye katlanmak mümkün değildir.

BİZİMLE GÖRÜŞMEYE

KORKUYORLARDI

işte Stalin’in m illiyet problemini çözmek için bulduğu yol bu idi. Bu terör Sovyetler’de yaşayan Türk halklarını sindirmem iş, ürküt­ memiş. O günden beri kendilerini ölümden kurtarmış olanları, şimdi hepsi içlerine göm­ m üşlerdir. Korku ve endişe içinde yaşamakta­ dırlar.

Bu korku iledir ki, bize karşı son derece sevgi ve saygı gösterildiği halde, evimize gel­ mek cesaretini gösteren bizim le ahbablığı ilerletm ek isteyen pek azdı. Devamlı olarak te­ mastan kaçıyorlardı. İçlerinden biri, umumi b ir yerde, sokakta karşılaştığımız zaman bizi görmezlikten gelmeyi, konuşmaktan kaçın­ mayı yeğ bulanlar çoktu. 1937 trajedisinin izle­ ri silinm em işti. Her ev bu acıyı duymuştu. Ki­ m inin oğlu, kiminin anası-babası, kiminin yakın akrabası bu akıbete uğramıştı. Hepsinin içinde 937’nin acısı vardı. Ancak baş başa kal­ dığımız zaman açılıp dertlerini anlatabiliyor­ lardı.

Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin m illetle­ re getirdiği bu idi. işe Türk olduklarını inkârla başladılar. Türklüğü inkâr edince toplumların- da yaşayan halka bir ad bulmak gerekir.

Yazar, Azerbaycan’da "Milli Sorun" üzerinde bir hayli duruyor. Çünkü bu, gerek kendisi için, gerekse beraber yaşadığımız Azeri dostlarımız için bir yaraydı. Rus baskı­ sı altında ezilmenin, dillerinden, kültürlerin­ den edilmenin, Ruslaşbrılmanın ıstırabı içinde yaşıyorlardı. Sovyetler Birliği'nde bu­ günkü milli patlamaları anlamak için, cumhuriyetlerde Rus egemenliğinin niteliği­ ni, bu baskıya karşı halktan gelen tepkileri yakından bilmekte fayda olduğu kanısında­ yım. Bu nedenle, babamın bu konudaki yazılarını, hemen de olduğu gibi

aktarıyo-rum'

Yıldız SERTEL

KENDİNE BİR AD

ARAYAN MİLLET

Azerbaycan Türkleri, şimdiye kadar şu veya bu miletin ve devletin egemenliği altında kalmış, bir türlü belli b ir sınır içinde bir devlet kurmak, b ir millet olmak imkânını bulamamış­ tır. Devlet olmayınca da m illetin var olmasına imkân yoktur. Onun için kendilerine bir ad bul­ makta zorlukla karşılaşıyorlar.

B ir sure Azeri olduklarını iddia ettiler. Aradılar taradılar. Tarihte bir Azeri m illeti bu­ lamadılar. Bunun üzerine “ateşe tapan’Mara kadar gittiler. Bakü etrafında petrol bulunduğu için yerden.ateşler çıkarmış. Orada oturan halklar bu ateşe taparlarmış. Bunlara “Od'a

tapanlar" diyorlar ve Azerbaycan Türklerinin

bu Od’a tapanların torunları olduğu tezini or­ taya atanlar oldu. Bu münasebetle akademi­ den b ir profesörle yaptığım konuşmayı hatırlı­ yorum. O da Azerbaycan Türklerine Türk ol­ madıklarını iknaya çalışanlardandı. Ona göre ateşe tapan kelim esine benzer bir ad taşıyan birtakım insanlar yaşamış bu topraklarda. Azerbaycan halkının ise adı O dlarm ış, Azer­ baycan sözcüğü de oradan geliyormuş.

-Peki dedim. Bu varlığını iddia ettiğiniz İn­ sanlar bir toplum halinde tarihte görünüyorlar mı?

-Pek belli değil.

-Bıraktıkları bir medeniyet eseri var mı? Bir mabed, bir ad, bir taş, bir sanat eseri olan.

-Yok, dedi.

-E böyle bir milletin varlığı İddia edilebilir

mİ?

-Canım uzun etmeyin, dedi. Biz Türk'üz ama Türk olduğumuzu söyleyemiyoruz.

M illet Türk olm ayınca konuştukları dil de Türkçe olamaz.

RUS DİLİ EGEMBU DİLDİ

Ruslar bu baskı ve korkutma ile bilmeye­ rek bu m illetleri Islamlaştırmaya kalkm ışlar­ dır. İlk yaptıkları şey Türkiye ile olan bütün bağlarını koparmaktır. Bu maksatla bu m illet­ lere önce Rus alfabesini kabul ettirm işlerdir. Böyle çözümle onların tarihlerini, köklerini iz­ lem elerine İmkân bırakmamışlardır. Sonra­ dan bunları adım adım Ruslaştırmaya baş­ lamışlardır.

Azerbaycan b ir T ürk ülkesidir. Beş milyon nüfustan üçte ikisi Türk'tür. Konuştukları dil, bizim doğu illerinde konuşulan Türkçedir. Ba­ zı kelim eleri yerlerini değiştirerek kullanma- salar anlaşmak zor değildir. Mesela inmek ye­ rine düşmek kelim esini kullanırlar. Tramvay­ dan, otobüsten inelim demezler, düşelim der­ ler.

Yağmur yerine yağış, uyku yerine yatmak, rüya yeri ne uyku sözcüklerini kullanırlar. Ama d il aynı dildir. Grameri, senteksi aynıdır. Ama Azerbaycan Türkleri, m illiyetlerini inkâra kalktıklarını unutmaya çalışıyorlar. Moskova'­ yı ürkütmemek için kendilerine Türk demek­ ten çekiniyorlar. Çünkü Moskova, m illiyetçilik­ le suçlanmalarına yol açabilir. Bu ise Mosko­ va'nın gündeminde günahların en büyüğüdür. O halde bu millete b ir ad aramak lazımdır. Şimdi (1971) Azerbaycan, Komünist Partisi ve kimi alim ler, Azerbaycan Türklerini bağlaya­ bilecekleri b ir tarih, b ir m illet, b ir medeniyet arıyorlar. Buna da b ir ad aram ışlar ve Azer­ baycanca sözcüğünü bulmuşlar.

-Yahu, dedim. Azerbaycanca dil olamaz. Dil bir milletin malıdır. Bir memleketin dili ol­ maz. “ Rusyaca” , “Fransaca", “Türklyece” diye bir dil yoktur. Azerbaycan da bir ülkedir. Azerbaycanca dil olamaz.

-Evet olamaz ama, bizde oluyor, derlerdi. Hatta iki yıl önce Bakü'de, bir Sovyet ülke­ sinde yaşayan Türk halkları d illeri konferansı yapılmıştı. Burada bile Azerbaycan Türkçesi Azerbaycan im lasıyla konuşuldu. Daha fenası AzerbaycanlIlar Türkçeyi unutmaya çalışıyor­ lar. Çocukları ile evde Rusça konuşuyorlar. Çocuk Türk'tür ama dil olarak Rusça öğreni­ yor. Çocuklar çocuk yuvalarında, gittikleri mekteplerde Rusça öğreniyorlar. Yeni kuşak içindeTürkçe konuşanlar elle gösterilecek ka­ dar azdır. Gençler, özellikle genç kızlar Rusça konuşmaya bayılıyorlar. Bunu bir kültür üs­ tünlüğü sayıyor, Rusça konuşmakla övünü­ yorlar.

Çocuğa anadillerini öğretmemenin sakın­ calarını anlatmaya çalıştığım dostlarım;

-Ne yapalım, derlerdi. Yine de iyi Rusça bilmeyenin ilerisi karanlıktır. Nasıl olsa ço­ cuklarımız yüksek tahsillerini Rusça yapacak­ lardır. Mesleklerinde daha ilerlemek İster İse­ ler Moskova'ya gitmek zorundadırlar. İyisi mi Türkçeyi küçükten iyi öğrenmesini de doğru buluyoruz.

-R u s la r da bu eğilim den faydalanarak Azerbaycan Türklerini Ruslaştırmaya çalışı­ yorlar.

-Belki haklısınız ama şunu unutmayın, bir milletin varlığı dili ile ayakta durur. Dilini kay­ beden topluluk, milli benliğini de kaybeder. Siz Rusça konuşan bir Türk topluluğu olamaz­ sınız. Eninde sonunda Rus olur çıkarsınız.

Ne yapalım der gibi teslim iyetle yüzüme bakarak susarlardı.

-O halde niye şiir yazmaya, kitap basma­ ya hevesleniyorsunuz?

Torunlarınız sizi okuyamayacak. B ir Özbek şairiyle tanışmıştım. Yanında iki delikanlı oğlu vardı. O nlarla Rusça konuşu­ yordu. Çünkü oğlanlar kendi d ille rin i b ilm i­

yorlardı.

-Şiirlerinizi kimler İçin yazıyorsunuz de­ dim. Kendi çocuklarınız bile sizi okumuyor, anlayamadıktan sonra.

Başını utanarak önüne eğmişti.

Türk halklarının yaşadığı cum huriyetler­ de Rusça günden güne yerli dilin yerini alıyor. Bu, Rusların izledikleri metodik Ruslaştırma siyasetine bağlıdır.

(5)

31 EKİM 1991

DİZİ YAZIIAKZZ

Stalin döneminde

Azerbaycan, Türkmenistan

ve Özbekistan’daki

Türklerin, Türkiye ile her

türlü bağları kesilmişti

AZERBAYCAN

ANILARI

Turkçeyi unutturma politikası

#Rus okulunda okuyup yetisen bir Azeri, bir Türkmen, bir Özbek kendi

dilini, kendi tarihini, kendi edebiyatını bilmez

e

B ir T ü r k m illiy e tç i ta n ın ır s a is in d e n o lu r . Bile b ile g ö z ö n ü n d e m il­

le tin in in k â r e d ild iğ in e t a n ık o lu r d a ses ç ık a ra m a z

R

USLAR, halklara dinlerini, m illiyetlerini unutturmak için birçok yolabaşvururlar: 1- Bu memleketlere, Rus gençleri, özellikle Rus kadını gönderirler. Bu kadınlar yerli erkeklerle evlenirler. Doğan çocuklar artık Rus'tur. Bakü’de şimdiden azın­ lığa düşmüşlerdir. Baku'nun 1.5 milyon nüfu­ su vardır. Bunun üçte biri Türk'tür, öteki ikisi Ermeni ve Rus. Yalnız taşra ve köyler bu Rus- yalaşmaya karşı direnmekte devam ediyorlar. Türk cumhuriyetlerinde bulunan Ruslar asla yerli dili kullanmazlar. Etüdik bir yolda inatla ve ısrarla Rusça konuşurlar. Böylece Azer­ baycan, Türkistan, Özbekistan ve Kazakis­ tan'da da üstün dil Rusçadır. Zaten anayasa­ larında resmi dilin yerli dil olacağı yazılı ise de gerçekte gazetelerinde kullanılan dil Rusça- dır. Bu da Rusçanın yayılmasına ve Türkçenin ihmal edilmesine sebep olur.

Yerli halktan biri, bir Rus'la Türkçe konuş­ maya kalkarsa onu m illiyetçi olarak suçlar. Türkler böyle bir suç altında kalmamak için Rusça konuşmayı yeğ görürler. Bir gün kom­ şumuz ve dostumuz Rus kadını bana şikâyet etti.

-Şu Azeri Türkler! çok milliyetçi, dedi.

-Neden, dedim.

-Hep Azeri Türkçesl konuşuyorlar. Ben Azeri Türkçe*! bilmiyorum. Benimle bile Türk­ çe konuşmaya kalkarlar.

Evet, bu kadın b ir Azerbaycan Türk'ü ile evlidir. 12 yıldan beri Azerbaycan'dadır. Fakat yerli dili öğrenmemekte ısrar etmiş. Onun bu hareketi m illiyetçilik olm uyor da, kendi dilini kullandığı için Azeri Türk’ü suçlu oluveriyor. Güzel zihniyet...

2- Azerbaycan'da Rus okulları çoğalıyor.

Türk okulları azalıyor. Ülkede ilk ve ortaokul­ ların yalnız yüzde onu Türk okuludur. Geri ka­ lanı Rus okuludur. Rus okulunda Türkçe hafta­ da bir saat öğretilir. Azeri tarih ve edebiyatı öğretilmez. Rus okullarında okuyan Türk ço­ cukları kendi dillerini, kendi tarih ve edebiyat­ larını öğrenemezler. Ama Rusçaları mükem­ meldir.

Bundan başka çocuk yuvalarında öğren­ ciler Rus ve burada yalnız Rusça konuşulur. Çocuklar evlerinde olmazsa Rusçayı burada öğrenirler.

3- Stalin döneminde Azerbaycan, Türk­

menistan ve Özbekistan’daki Türklerin, Türki­ ye İle her türlü bağlan kesilmiştir. Dillerine uygun olmadığı halde bu memleketlerde Rus harfleri kabul edilmiştir. Biz onlann yaşayışla­ rını okuyamayız. Onlar bizimkileri sökerler. Zaten bu memleketlerde Türkiye’den kitap, dergi ve gazete getirtmek yasaktır.

Bir gün Bakü’de deniz kenarında oturu­ yordum. Yanıma bir İhtiyar geldi. Beraberinde 6-7 yaşlannda torunu vardı. Torunu İle Rusça konuşuyordu.

Şöyle bir yüzüne baktım, anladı. - Bağışla efendi, dedi. Bizim torun mek­ tepte Rusça konuşuyor. Eve gelince, bizimle . de Rusça konuşmakta ısrar ediyor. Türkçe ce­ vap versen kızıyor. Bizlerl de Rusça konuş­ maya zorluyor.

- Siz nerelisiniz? dedim.

- Taşralıyım, dedi. Şimdiye kadar biz bu Rus damgasına karşı geliyorduk. Ama şimdi oğullarımız ve torunlarımız bizi bu yola sürük­ lüyorlar. Başımız dertte.

Sonra, kendisini çağıran torununa döndü, durdu ve Rusça cevap verdi.

Zekeriya Sertel, bundan sonra, Sovyetler Birliği'ndeki Türk cumhuriyetlerinde, teknik sözcükleri, edebi, felsefi terim leri öğretecek lugatlar bulunmadığını, bu terim lerin Rusça- dan alındığını anlatıyor. "Daha şimdiden Aze­

ri Türkçesinln %40'ı Rusça”dır diyor ve ilave

ediyor:

“Benim görüşüme göre, yüz yıla varmaz bu memleketlerde Ruslaşma hedefine vara­ cak."

Adı Rusça olan Türkler onu daima çok ra­ hatsız etmişti r. Daha Çarlık döneminde başla­ yan “ o f ' ekleme âdetinin devam ettiğini, son zamanlarda bazı yazar ve ediplerin bundan kurtulmaya çalıştıklarını, Ahmedof, Mehme- dof gibi adları bırakarak; Mirza İbrahim, Sü­ leyman Rüstem, Mehdi Hüseyin gibi Türk ad­ ları kullandıklarını, ancak halkın bu örneği iz­ lemediğini anlatıyor.

Rusların, Azerbaycan'da tanıdığı bazı Türklere Rusça ad taktıklarını anlattıktan son­ ra şu örneği veriyor:

Bizim avluda konuşan çocuklar Rusça ko­ nuşurlardı ve birbirlerini Rus adlarıyla çağırır­ lardı. Evde de aralarında Rusça konuşurlardı. Komşulardan birinin Ali adında bir oğlu vardı. Beni görünce koşar:

-Zekeriya Bey Marki Test? (Pul var mı?)

diye sorardı. ( + )

Ben de Türkçe söylemedikçe, pul vermi- yeceğimi söylerdim. Mahzun mahzun yüzüme bakar uzaklaşırdı. Derken yukarda, balkon­ dan annesinin sesi duyulurdu:

- Alek, İdi suda (gel buraya).

Annesi Türk'tü ve çocuğun adı A li’ydi. An­ nesi ona Alek, Rus adını takmıştı.

Azerbaycan'da kırsal kesimde yaşayan Türkler, kendi d ille rin i kullanmakta şehirde oturanlara* 1958)daha karar ly<l' la r' Zekeriya Sertel'e hem karpuz ikram ettiler, hem bunları söylediler. (Yıl:

RUS MEKTEPLERİ

Rusların kullanmakta olduğu, Ruslaştır­ ma metotlarından biri de okuldur. Küçük cum­ huriyetler kendi dillerinde okul açabilirler... Ama, küçük cum huriyetlerin açtıkları okullar yerli halkın ihtiyacını karşılamıyor... Okulu bi­ tirdikten sonra yükselmek, ilerlemek imkânlarından yoksun kalıyorlar. İlerleyebil­ mek için Rusça bilmek, Moskova’da yüksek okullarda tahsil görmek gerekiyor. Bu neden­ le bütün aileler çocuklarına daha küçük yaştan Rusça öğretiyorlar, okul çağı gelince çocuğu Rus okuluna veriyorlar.

Ruslar, öteki halkları Ruslaştırmak işinde de bu durumdan yararlanıyorlar. Küçük cum­ huriyetlerde bol bol Rus okulu açıyorlar, örn e ­ ğin Bakü’de iki yüz ilkokuldan, yalnız 17’sl Azeri okuludur. Geri kalanı Rus okuludur, ö te ­ ki cum huriyetlerde de durum budur.

Çocuklara Rusça öğretmenin yollarından biri de, çocuk yuvalarıdır. Sovyetler'de 3-6 yaş arasındaki çocuklar mutlaka çocuk yuvalarına giderler. Orada kadınlar çalıştığı için, çocukla­ rı, çocuk yuvalarına vermek zorunluğu vardır. İşe giden kadın, sabah erkenden çocuğunu ana yuvasına bırakır. Akşam, işten dönüşte alır. Çocuk, bütün gününü çocuk yuvasında geçirir. Burada eğitmen kadınlar Rus’tur. Ço­ cuklar kendi aralarında Rusça konuşurlar. Böylece, çocuk daha bu yaşında Rus okulları­ na hazırlanı r. Ve ilkokula gitmek çağı gelince, aile ister istemez, Rus okulunu seçer çocuğa.

MİLLİYETÇİLİK YASAK

Sovyetler'de en büyük suç, m illiyetçi ol­ maktır. Bu hak yalnız Ruslara tanınmıştır. Dünya komünizmi, m illiyeti eritir. Komünist olan milliyetçi olamaz. Onun için m illi davala­ rınızı ancak komünizm perdesi altında yürüte­ bilirsiniz. Doğrudan doğruya milliyetçi

ola-— î »

Zekeriya Sertel bu fotoğrafı 20 Haziran 1958 günü Kislovask kentinde çektirmiş...

mazsınız. Ruslar bunu Sovyet halklarını Rus­ laştırmak için bir araç olarak kullanırlar. Bü­ tün cum huriyetlerde yalnız Rusça konuşul­ masını isterler. Tarih kitaplarında Rus halkla­ rını göklere çıkarırlar. Ama, küçük cumhuri­ yetlerdeki Rus okullarında o memleket halkının tarihi, edebiyatı ve dili öğrenilmez. Rus okulunda okuyup, yetişen bir Azeri, bir Türkmen, bir Özbek kendi dilini, kendi tarihini, kendi edebiyatını bilmez. Bir Azeri, b ir Türk­ men veya Özbek, kendi topraklarında yabancı bir okulda kendi tarih ve edebiyatının okutul- mamakta olmasına itiraz edemez. Varlığının inkâr edilmesinden şikâyet edemez. Bile bile gözü önünde m illetinin inkâr edildiğine tanık olur da ses çıkaramaz. Çünkü sesini çıkarırsa hemen m illiyetçi olmakla suçlanır ve ondan sonra artık akıbeti belli olur. Kendisine hiçbir ceza verilmez. Ama işinden olur, milliyetçi ta­ nınınca çevresinde kimse kalmaz. B ir tür ken­ di yurdunda sürgün hayatı yaşamaya mahkûm olur. Onun için hiç kimse milliyetçi olmak veya görünmek istemez.

Bakü’de m illiyetçi olarak tanınmış b ir şair vardı. Herkes ondan kaçar, m eclisinde bulun­ mamaya çalışır, halk tarafından çok sevildiği halde, dostu bile onunia b ir arada görünmek­ ten sakınırlardı. Bir gün evime beni ziyarete geldi. Ertesi gün dostlar beni uyardılar:

- O şair, m illiyetçi biridir, sokmayın onu evinize?

- Neden, ne olur? dedim.

- Milliyetçilerle düşüp kalkıyor diye jurnal edilirsiniz. En azından rahatınız kaçar.

Oysa ben eve geçtikten sonra b ir aydınlar uğrağı haline getirm eyi düşündüm. Benim İs­ tanbul’daki evim böyle idi. Sofram bütün dost­ lara açıktı. Her ay başında gününe göre, sanat işleri, siyasi, sosyal ve ekonomik b ir sorun tar­ tışılırdı. Bakü'de de bunu yapmayı düşündüm.

Dostlarım kulağımı çektiler.

-Sakın! Evinde gizli toplantılar yapılıyor diye jurnal edilirsin. Hem sen, hem misafirle­ rin güme gider. Zaten kimse böyle bir toplantı­ ya katılmaya cesaret edemez. Beyhude kendi­ nizi üzmeyin.

Bütün bu uyarılar bizde kuşku uyandırdı. Evime dost diye gelenlerden şüphe etmeye başladım. G elenler gerçekten dost mu idiler, yoksa ağzımı arayıp hakkımda jurnal mı ver­ mek için geliyorlardı? Ne fena şey insanlara inanmamak. İnsanları sevememek. Herkes­ ten kuşkulanmak... •

Hatta bir ara:

- Evde konuştuklarınıza dikkat edin. Evi­ nizde gizil dinleme aracı bulunmadığından emin olamazsınız.

- İyi ama, ben kendi evimde ailem le ser­ bestçe konuşamazsarfı, nerede konuşabili­ rim? Biz düşündüğümüzü olduğu gibi söyle­ meye alışmış insanlarız.

- Uyarı bizden, derlerdi. Dinleyip dinleme­ mek sizden.

Değil yalnız Azerbaycan'da veya öteki sosyalist cumhuriyetlerde, Moskova'da bile dikkatli olmak zorundasınız. Nâzım Hikmet’in yanında yaşayan, yanında çalışan şoför ve hizmetçinin, kendisi ile sıkı dostluk kuran kim­ selerin birer polis ajanı olduğu söyleniyordu. Ve Nâzım Hikmet bunun böyle olduğunu bili­ yordu.

Moskova’da, Bakü'de dostlarımız bizi hep uyarırlardı. Oteldeki odanızda asla yüksek sesle konuşmayınız. Sovyet işleri üstüne fikir söylemeyiniz. Odanızda mutlaka gizli dinleme aracı vardır.

Sovyetler’de bütün vatandaşlar, hele ay­ dınlar hep bu korku içinde, hep bu sinir bozan baskı içinde yaşarlar. Stalin döneminden hat­

ta Çarlık devrinden kalma bu kötü güvensizlik, bu baskı, bu terör hiç değişmeden sürüp git­ mektedir. Çünkü rejim in, daha doğrusu parti­ nin vatandaşa güveni yoktur. Hatta partinin kendi üyelerine güveni yoktur. Onun İçin her­ kes birbirinin hafiyesi, birbirinin kontrolörü­ dür.

TÜRKM EN YAZARI

Bir sayfiye evinde, bir kez bir Türkmen ya­ zarı ile tanıştık. Türkçe konuşuyordu. İlk gün selamlaşm akla yetindi. Sonra bizden uzaklaş­ tı. Ancak tenha gezintilerde yanımıza sokulur, bizim le ahbaplık ederdi. Konuşmasına dikkat ediyordu. Hiç Türkmenistan’dan, Türkmenle- rin durumundan söz etmezdi. Hep sözü tarih ve edebiyat üstüne götürüyordu. Bizim le dost­ luk kurmaktan kaçındı.

Nihayet sayfiye evinden ayrılacağımız gü­ nün gecesi odamıza geldi. Biraz ahbaplıktan sonra açıldı:

- Sizlerle dost olmayı, sık sık konuşmayı çok isterdim. Ama cesaret edemedim. Bizim İçin bir Türkle konuşmanın ne büyük bir zevk, ama ne büyük bir suç olduğunu düşünemezsi­ niz. Ben bu yüzden Sibiryalara sürüldüm. Şimdi soyunsam vücudumda süngü ve bıçak yarası olmayan bir santimlik yer bulamazsı­ nız. Biz korku İçinde, dehşet İçinde yaşıyoruz.

Sonra kalktı, beni ve merhum eşim Sa- biha'yı öptü.

TAŞKENT'TE DEPREMİ

HALKTAN GİZLİYORLAR

- Beni anlıyorsunuz ve bağışlıyorsunuz değil mİ?

1967'de Taşkent'te büyük bir deprem ol­ du. Yer yerinden oynadı. Evler tuzbuz oldu. Yüzlerce insan öldü. Ama Sovyetler’de gaze­ teler böyle haberleri yazmazlar, radyolar ver­ mezler. Kulaktan kulağa işiterek öğrenirsiniz. Evsiz barksız kalan partili aileleri Sovyetler B irliği nde çeşitli yerlere gönderdiler. Bunlar­ dan b ir grup Özbek'e Karadeniz'de Koktayel denilen yerde rastladık. Taşkent'ten yeni gel­ m işlerdi. Yanlarına yaklaştık. İlgi ile ve sem­ pati göstererek sorduk:

- Taşkent depreminde çok ev yıkıldı mı? Ürkek ve hayret dolu gözlerle yüzümüze baktılar. Acaba onları söyletmek mi istiyor­ duk? diye kuşku ile bizi süzdüler. Sonra:

- Ne depremi? dediler.

- Canım Taşkent’te büyük bir deprem ol­ madı mı? Evler yıkılmadı mı?

- Yoo... Böyle bir şey yok, dediler.

Ve yürüyüp gittiler.

O vakit pes dedik. Terörün bu kadarına da pes doğrusu. Özbekler, Moskova tarafından resmen b ildirilm ediği için, Taşkent'te depre­ mi inkâr etmek zorunluğunu duymuşlardı. İşte Sovyetler B irliğ in d e , Türklerin yaşadığı küçük cum huriyetlerde halk böyle b ir korku ve dehşet içinde yaşıyor. Kendinden, gölgesin­ den korkuyor. Nasıl korkmasın? Daha bir ku­ şak önce ya babası, ya kardeşi, ya oğlu, ya hısım akrabasından biri bu yüzden çöllere, Si­ birya’lara sürülmüş, öldürülmüş, hapislere atılmıştır.

( + ) Diziyi hazırlayanın notu: Bakü’ye yabancı ülkelerden mektup gelm ediği için, bize Türki­ ye, Avrupa ve Am erika’dan gelen mektupların pulları çok kıymetliydi, pul toplayanlar için.

Referanslar

Benzer Belgeler

ma bayrakları vardır; o geceki oyunu bildi­ ren ağırbaşlı iki, ya da üç afiş asılıdır. Fakat daha güneş batarken ikinci balkon doluvermiş- tir. Birinci

derd-i aşk-ı ey melek, Sende yok mu fcalb-i vicdan söy­. le Allah

a) Bu gümrük beyannamesi dahilde işleme izin belgesi/dahilde işleme izni ihracat taahhüdünün kapatılmasında kullanılamaz. b) İhracat taahhüdünün kapatılmasında

Bir m›knat›sa, manyetik özelli¤ini veren, atomlardan oluflan bölgeciklerin her birinin manyetik alan›n›n do¤rultusudur.. Bir pusula

Sa¤da tümörün bulundu¤u k›rm›z› bölge ›fl›nlama dozunun %90’n›n› kapsarken, solda fotonlarla ›fl›nlamada ayn› doz.. çok daha büyük bir bölgeye

Bundan başka Sular idaresi, Anadolu yakası için ikinci bir isale şebekesi tesis etmeğe ka­ rar vermiştir.. On kilometre u- zunluğunda bulunacak olan bu ikinci

Orta Asya’dan Küçük Asya’ya uzanan bu medeniyet, Anıtsal yapılarda mimarî düzen olarak; taşta ve ağaçta motif olarak, çeşitli medeniyetlerin beşiği

Şişirilmiş karakter tipler, durmadan bir takım fıkralar, içiçe uzun uzun öyküler anlatmak Kemal Tahir’in romanlarında sık sık rastlanan bir