• Sonuç bulunamadı

Ortadoğu ve şiilik:Yeni ortadoğu jeopolitiğinde Şia etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ortadoğu ve şiilik:Yeni ortadoğu jeopolitiğinde Şia etkisi"

Copied!
100
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

ORTADOĞU ve ŞİİLİK:

Yeni Ortadoğu Jeopolitiğinde Şia Etkisi

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Doç. Dr. Birol AKGÜN

Hazırlayan

Ali ÖZBİLGEÇ

(2)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ ………. 1

I. BÖLÜM: ORTADOĞU ………. 3

1.1. Ortadoğu Kavramının Tanımı ve Coğrafi Sınırları ……… 3

1.2. Ortadoğu Etnik ve Dini Yapısı ………..……… 4

1.3. Ortadoğu’nun Jeopolitik Özellikleri ……….. 7

1.4. Ortadoğu Tarihi ………. 9

1.4.1. I. Dünya Savaşı Öncesi Dönem ……….……… 9

1.4.2. I. Dünya Savaşı Sonrası Dönem ………….…………... 11

a. İran ……… 12 b. Irak ……… 12 c. Lübnan ve Suriye ……….. 12 d. Bahreyn ………. 13 e. Diğer Devletler ……….. 13 1.4.3. Körfez Savaşları ……….……….. 14

1.4.3.1. Birinci Körfez Savaşı .………... 15

1.4.3.2. İkinci Körfez Savaşı …….………. 16

1.4.4. Arap – İsrail Çatışması ………..……… 18

1.5. Ortadoğu’da Sosyal, Politik ve Ekonomik Sorunlar ……….... 20

II. BÖLÜM: ŞİA FAKTÖRÜ ………. 24

2.1. Tanımı ve Doğuşu ……… 24

2.2. Bölge Ülkelerin Şii Nüfusu ve İdari Yapıları ……….. 26

2.2.1. Irak ……… 26 2.2.2. İran ……… 30 2.2.3. Suriye ……… 33 2.2.4. Filistin ………... 34 2.2.5. Lübnan ………... 35 2.2.6. Kuveyt ……… 35 2.2.7. Suudi Arabistan ………. 35 2.2.8. Diğer Ülkeler ………. 36

2.3. Yapay Sınırlar ve Şiiler ……… 36

(3)

III. BÖLÜM: ORTADOĞU ve Şİİ ETKİSİ ………. 40

3.1. Irak ………. 43

3.1.1. Etnik Yapı ………... 43

3.1.2. 1920’lerde Irak ……… 44

3.1.3. Saddam Dönemi ve Sonrası Irak ………. 45

3.1.4. Geleneksel Şii Siyasi İdeolojisi ……….. 46

3.1.5. İşgal Sonrası Iraklı Şiiler ……… 48

3.1.5.1. Sadr Grubu ………..………. 48

3.1.5.2. Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi ………... 49

3.1.5.3. Ayetullah Ali El Sistani Grubu ……… 50

3.1.5.4. Dava Grubu ……….. 50

3.1.5.5. Irak Ulusal Kongresi ……… 51

3.1.6 Politik Bir Güç Olarak Şia ………... 51

3.1.7. Sunni İslam ve Şia İslam arasındaki Farklar …………... 54

3.1.8. Irak’ın Geleceği ………... 57

3.2. İran ……….. 60

3.2.1. İran İslam Devrimi ………... 61

3.2.2. Ortadoğu’da Yeni Ekonomik ve Siyasi Gücün Adı İran... 64

3.2.3. İran Şia’sı ve Irak Şiileri Üzerine Etkisi ………... 66

3.2.4 Yeni Hedef İran ………. 67

3.3. Lübnan ………. 69

3.3.1. Etnik Yapı ………. 69

3.3.2. Problemli Komşu İsrail ………. 70

3.3.3. Lübnan’da Şia Faktörü ……….. 73

3.3.4. Lübnan’da Hizbullah’ın Artan Rolü ……….. 74

IV. BÖLÜM: XXI. YÜZYIL’DA ORTADOĞU SORUNU ……… 78

4.1. Ortadoğu’yu Bekleyen Tehlikeler ………. 78

4.2. ABD’nin Ortadoğu Politikası ……… 79

4.2.1. Petrol Politikası ……….. 81

(4)

4.2.3. Genişletilmiş Ortadoğu Politikası (GOP) ………. 83

4.2.4. Arap Politikası ……….. 85

4.2.5. Şia Politikası ………. 86

SONUÇ ……….. 89

(5)

GİRİŞ

Tarih boyunca Ortadoğu coğrafi yapısı, jeopolitik özelliği ve yer altı zenginlikleri ile tüm dünyanın ilgisini çeken bir bölgedir. Özellikle son dönemde bölgedeki gelişmeler bölgeyi daima sıcak bir gündem maddesi olarak ele almamıza neden olmaktadır. Onun için Ortadoğu ve bölge halkının doğru analiz edilmesi ve bu yönde teoriler üretilmesi şarttır. Araştırma konusu Ortadoğu olduğunda ve özellikle de dinsel faktörler incelendiğinde neredeyse sınırsız sayıda faktörün etkisinden söz etmek mümkündür. Bunların tek tek ortaya konulması ve çok çeşitli ve sınırsız sayıda faktörün değerlendirilip Ortadoğu ve dinsel bir kol olan Şiilik kapsamında incelenmesi yakın dönem Uluslararası Politikası açısından önemli verilere ulaşmamızı sağlayacaktır.

Ortadoğu bölgesi güvenliği tehdit eden birbirinden farklı risk faktörleri açısından oldukça kırılgan ve çelişkili bir bölge görünümü arz etmektedir. Bu risk faktörlerini oluşturan, bu faktörlere ivme kazandıran ve Orta Doğu devletlerinin ulusal güvenliklerini tehdit edici seviyeye yükselten iç ve dış olmak üzere pek çok unsur sıralanabilir. Orta Doğu devletlerinin bu güne dek maruz kaldığı sorunlar incelendiğinde özellikle dahili etkenler ve dinamiklerin güvenlik kavramına ilişkin kırılganlık ve çelişki üzerinde harici unsurlara kıyasla daha etkin olduğu tespit edilebilecektir. Bu düşünce doğrultusunda Bölge devletlerin değişken demografik yapıları bu çelişkiyi doğrulamaktadır. İslam dininin merkezi olarak kabul edilen Orta Doğu ülkeleri mezhep olarak da farklılıklar göstermektedir. Şii nüfus bölge devletlerinin hemen hemen tamamında görülmektedir. Özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin Orta Doğu ile ilgili son dönemdeki dış politikası ve güvenlik anlayışı bölgedeki Sunni ve Şii nüfusu yakından ilgilendirmektedir.

Şiilik ve Şii nüfus bölgede Sünnilik ve Sünni nüfus ile birlikte hem nüfus üzerinde, hem de bölgenin dünya politikası üzerinde etkili olmasını sağlayan en önemli faktördür. Gelişen konjektürde Şiilik üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda varılan nokta, Şiilerin yeni yüzyılda ve yeni Ortadoğu üzerinde önemli bir yapıcı rol üstleneceğini ortaya çıkarmaktadır.

20. yüzyılda Şiilerin bölgedeki etkileri daha çok ikinci planda kalmış ve yönetimde herhangi bir söz erkine sahip olamamışlardır. Ama Irak’ın Saddam ve Baas’ın baskıcı rejiminden kurtarılarak sözde demokratikleştirilmesini müteakip Irak’ın geçici yönetiminde ve meclisinde söz sahibi olmaya başlamaları Ortadoğu’da Şia faktörünün siyasi yükselişini başlatmıştır.

(6)

Yukarıda bahsedildiği üzere; geleneksel Ortadoğu siyasetinin aksine Şiilerin yakın dönemde oynayacakları rol hem bölgeyi hem de dünyayı yakından ilgilendirmektedir. Şiilerin ezilmişliği ve iktidarda söz sahibi olamayışlarının getirdiği zayıflık hedefledikleri güce henüz ulaşamadıklarını gösterebilir. Hâlbuki tarihleri ve yaşam tarzları incelendiğinde birbirlerine olan bağlılıkları ve tarih boyunca bölgede ayrılmadan bir arada yaşamaları onların önemli bir güç olabileceklerinin göstergesidir.

Özellikle Irak işgalinden Şii uyanışı ya da Şii Hilali kavramları ile çokça tartışılan mezhep çatışması, Şii-Sünni rekabeti, bu gerilimin tarihi sebepleri, Irak’taki yansıması ve İslam dünyasının geleceğinde mezhep çatışmalarının nasıl belirleyici olacağı Ortadoğu ve İslam ülkelerinin yeni sorunlarıdır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Yeni Ortadoğu Stratejisi incelendiğinde Şiilere özgü stratejiler geliştirildiği düşünülebilir. Çünkü güçlü olan Batı gözünü dikmiş Doğuya iştahla bakmaktadır. Bölge Çin, Japonya ve Rusya gibi ekonomik gelişim içersindeki dev ülkelere yakın olmasının yanı sıra petrol rezervleri ile dünyanın en zengin yeraltı kaynaklarını oluşturmaktadır. Bahse konu olan Doğu’nun bölgede söz sahibi olması ne Batı’yı ne de Birleşik Devletleri memnun eden bir sonuç doğurur. Aksine İslam’ın kendi içinde çatışması ABD’ye yol gösterecektir. Bu derin kırılma dinsel anlamda birliğin yerini sömürgecilik ve din içi çatışmanın alacağını göstermektedir.

Ortadoğu üzerine günümüze kadar yapılan çalışmalar hem dinsel, hem de ekonomik açıdan bölgenin sürekli bir işgal ve kargaşa içinde olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda “Yeni Ortadoğu Jeopolitiğinde Şia Etkisi” isimli bu çalışmada Şia faktörünün İslami İnanışın önemli bir kolu olduğu, Şiilerin yeni kurulmaya çalışılan Ortadoğu Düzeninde zannedildiğinden güçlü etkiler yapacağı, politikalar oluşturulurken Şiilerin pek çok özelliği dikkate alınmadan oluşturulacak politikaların istenilen başarıyı ve gelişmeyi sağlayamayacağı ortaya konulmaya çalışılacaktır.

(7)

1- ORTADOĞU

1.1. Ortadoğu Kavramının Tanımı ve Coğrafi Sınırları:

Başlığında “Ortadoğu” kavramı bulunan çalışmaların birkaçına bakıldığında fark edilecek ilk özelliğin bu kavramın kapsamının her bir çalışmaya göre genişleyip daralması ve farklı oluşudur. Ortadoğu ile ilgili bütün çalışmalar öncelikle kavramın içeriğinin belirlenmesi ve kapsamına nerelerin alındığının gösterilmesiyle başlamaktadır.1

‘Ortadoğu’ kavramı 17. yüzyılda telaffuz edilmeye başlanmıştır. Ancak bölgenin sınırlarının belirlenmesi ‘Ortadoğu’ kavramının telaffuz edilmeye başlanması kadar kolay olmamıştır. Coğrafi bir kavram olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemde Avrupalı coğrafyacılar tarafından ortaya atılmıştır. Özellikle İngilizlerin dünya üzerindeki kontrol ve egemenlikleriyle ilgili olarak, Avrupa’dan Asya’nın doğusuna kadar olan coğrafyayı, belirli bölümlere ayırmak suretiyle, bölgesel olarak tanımlama ihtiyacından doğmuştur. Bu deyimler, coğrafi ve siyasi bazı kolaylıklar sağlayabiliyordu. Bu bölümlemede Avrupa esas olmak üzere, doğuya doğru bazı coğrafi uzaklıklar esas alınmıştır. Bunlardan biri Fırat ve Dicle nehirlerinin vadilerinden (veya İran’ın batı sınırı) geçen hat, ikincisi de İngiliz İmparatorluğunun zenginlik kaynağı Hindistan’ın doğu kıyılarından (Seylan – Burma) geçen hattı.2

Bu konuda etkin olan Avrupalı coğrafyacılar, Fırat ve Dicle nehir vadilerinin belirlediği hattın batısında kalan toprakları “Yakındoğu”, bu hat ile Seylan – Burma hattı arasında kalan toprakları “Ortadoğu”, bu hattın daha doğusundaki coğrafi alanları da “Uzakdoğu” olarak kabul ediyorlardı. Bu ayırıma göre eski Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde bulunan Balkanlar, Anadolu, Arabistan ve Mısır ile bu ülkelerin bitişiğinde yer alan sahalar “Yakındoğu” içersinde yer alıyor; İran, Afganistan ve Hindistan toprakları “Ortadoğu” bölgesinde bulunuyor; Çin – Hindi, Çin ve Japonya gibi Doğu Asya ülkeleri de “Uzakdoğu” bölgesi olarak kabul ediliyordu.3 Bu coğrafi karışıklığa rağmen Ortadoğu bölgesi; aralarında Türkiye ve Mısır’ın da bulunduğu Doğu Akdeniz’deki devletlerce kuşatılmış, Arap yarımadası ve İran’ı da içine alan bölge olarak kabul edilmektedir.4

Siyasi sınırlarıyla kuzeyde Türkiye, doğuda İran, güneyde Arabistan Yarımadası ve Sudan ile batıda Mısır Birleşik Arap Cumhuriyeti topraklarının uzandığı alan mantıki bir

1 Davut Dursun, Ortadoğu Neresi, İnsan Yayınları, Ocak 1995, İstanbul, s:1232 2 Ekrem Memiş, Kaynayan Kazan Ortadoğu, Çizgi Kitabevi, Konya, Eylül 2002, s:6 3 Memiş, s. 7

(8)

tespit olabilir. Bu alanda yer alan belli başlı devletler; Mısır Birleşik Arap Cumhuriyeti, Suudi Arabistan Krallığı, Lübnan Cumhuriyeti, Maskat – Umman Emirliği, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt Emirliği, Sudan Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.5 Ortadoğu; Mısır, Yemen, Uman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Türkiye, İran ve Afganistan’ı kapsamakta olup toplam 8.012.779 km² bir alan işgal etmektedir. Alan itibariyle en büyük ülke 2.240.000 km² ile Suudi Arabistan, ardından 1.648.000 km² ile İran ve sonra 997.738 km² ile Mısır gelmektedir. En küçükleri ise 10.432 km² ile Lübnan, 11437 km² ile Katar, 17.818 km² ile Kuveyt’tir.6

1.2. Ortadoğu Etnik ve Dini Yapısı

Ortadoğu’nun temel gerçekleri arasında büyük bir dinsel çeşitlilik tablosu bulunmaktadır. Bölgede Müslümanlar %92’lik bir çoğunluğu oluşturuyorlar. Ancak bu topluluğun hepsinin İslam anlayışı aynı değildir. Sünnilerin oranı yaklaşık üçte iki, Şiilerin ise üçte birdir. Şiilerin üçte ikisi İran’da yaşarken Irak nüfusunun yarısını, Lübnan nüfusunun üçte birini, Bahreyn ve eski Kuzey Yemen nüfusunun %60’ını Şiiler oluşturmaktadır. Şii çoğunluğun yaşadığı İran, Irak, Lübnan ve Körfez ülkelerinin Şiileri On İki İmama inanırlarken, Yemen’dekiler Şiilikle Sünnilik arasında ara bir yol olan Zeydiliğe bağlıdırlar.7

Bölge Müslümanları mezheplerine ve inanış çeşitliliklerine göre çeşitlilik sergilerler. Temel bölünme Hazreti Muhammed ten sonra halifelik konusunda yaşanan anlaşmazlıktan kaynaklanmaktadır. Şiiler Peygamberin damadı Ali (4. Halife), oğlu Hüseyin ve onların soyundan gelenlerin halife olacağı inancındadırlar. Sünni Müslümanlar bölgenin genelinde çoğunluğu oluştururken Şiiler Irak ve Bahreyn gibi bazı ülkelerde çoğunluğu oluştururlar.8

Bu coğrafya; içinde barındırdığı dini ve etnik çeşitliliği ile zengin petrol rezervleri ile sınırlı su kaynakları ile, kontrolsüz silahlanma, ekonomik sorunlar, olgunlaşmamış politik kültür ve otoriter liderler gibi bölgeye has özellikleri ve yabancı güçlerin etkisi ile, bölgenin yer aldığı coğrafya gibi dış faktörlerden dolayı siyasal, sosyal ve ekonomik çözümler üretmenin ve uygulamanın her dönem oldukça zor olduğu güç bir coğrafyadır. Bölge toplumları ve devletleri, siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri nitelikteki kargaşa, çatışma ve savaş ortamlarını bizzat ve en derinden yaşamıştır ve halen yaşamaktadır.

5 Memiş, s. 8 6 Dursun, s:1250

7 Suat Parlak, Ortadoğu Vaat Edilmiş Topraklar, Bibliotek Yayınları, Aralık 1997, Cağaloğul-İstanbul, s.67 8 Angel M.Rabasa, The Muslim World After 9/11, Rand Corporation, 2004. Santa Monica USA, s.72

(9)

Bu türden çatışma ve savaş ortamlarının kesif varlığı Ortadoğu toplumlarında daimi bir endişe, güvensizlik ve kontrol edilemeyen süreklilik taşıyan bir savunma güdüsü yaratırken, bölge devletleri bazında ise ciddi güvenlik kaygıları oluşturmaktadır. Ortadoğu genelinde bu güvenlik kaygılarını yaratan ya da dolaylı yollardan bu kaygıların gelişmesini teşvik eden pek çok iç ve dış faktörün bulunduğu açıktır. Ancak, tarihsel süreç incelendiğinde bölgeye özgü dahili risk faktörlerinin güvenlik kaygılarının artmasında ve güvenlik algılamalarının oluşmasında dış faktörlere kıyasla daha etkili olduğu görülmektedir. Ortadoğu’daki dini çeşitlilik bölgedeki tüm karmaşa ve savaş ortamlarının doğmasında ve ivme kazanmasında belki de en genel geçer özellik taşımaktadır.9

Ortadoğu’da problem alanı olarak görülen sorunların temelinde Osmanlı Devleti’nin tasfiyesinin tamamlanmış olması gerçeği yatıyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan galip ayrılan sömürgeci devletler, dini, etnik ve mezhep unsurlarıyla birlikte Ortadoğu’yu bir bütün olarak gören Osmanlı’dan farklı mütalaa etmiş; kendi ulusal çıkarlarına uygun olarak bölgeyi siyasi, ekonomik ve kültürel olarak parçalara ayırma siyaseti gütmüşlerdi. Bu siyaset doğrultusunda, suni sınırlarla birbirinden ayrılmış yeni devletler kurulmuş; yine bu siyasete uygun yöneticiler tercih edilmişti. Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar boyunca bölgede oluşturmaya çalıştığı jeo-ekonomik, jeopolitik jeokültürel entegrasyon, tatbik edilen çok sinsi bir siyasetle tamamen dağıtılmıştı. İşte bugünkü parçalanmışlık Osmanlı’nın ardından bir türlü doldurulamayan söz konusu boşluğun bir sonucudur.10 David Fromkin’in Barışa Son Veren Barış: Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? Adlı kitabının hemen başlangıcında, ilginç bir alıntı vardır. Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren anlaşmalar üzerine yorum yapan ve Allenby’nin Filistin Seferi’ne katılmış bir subay olan Archibald Wavell’e ait sözleri aktaran bu alıntı, kitabın başlığına da ilham verecek kadar çarpıcıdır: “Savaşa son veren savaştan sonra, Paris’te bir barışa son veren barış yapmada başarılı olmuş görünüyorlar…”.11

Osmanlıların doğu eyaletlerinin ülke içi sınırları, yani Musul ve Bağdat eyaletleri arasındaki eski sınır, tarih boyunca uluslararası ilişkilerde çok büyük bir önem taşımıştır. Osmanlı döneminde Irak’taki Şiilerin büyük kısmı Bağdat eyaletinde yaşıyordu. Basra ile Bağdat arasındaki sınır genellikle zannedilenden çok daha güneyden geçmekteydi. Bunun sonucunda günümüzde Irak’ın Şii bölgeleri sayılan yerlerin büyük kısmı kaderlerini tarihsel

9 Gamze Güngörmüş Kona, Ortadoğu’da Güvenlik Algılaması ve Dahili Risk Faktörlerinin Etkisi, Akdeniz Ünv. İ.İ.B.F Dergisi (8), 2004, s. 114

10 Kerim Balcı, Kimin Savaşı, Zaman Kitap, 2. Baskı, İstanbul, Nisan 2003, s: 268

11 David Fromkin, Barışa Son Veren Barış: Modern Orta Doğu Nasıl Yaratıldı”, Necdet Pamir, Irak Hem

(10)

olarak Basra’dan çok Bağdat’a bağlamış, kendileri için Bağdat’ı “merkez” sayma eğiliminde olmuşlardı.12

Ortadoğu’da yaşayan halklar esas itibariyle etnik bakımdan üç ana gruba ayrılmıştır: Sami Gruplar (Araplar, İbraniler), Hint Avrupa grubundan olanlar (Farisiler, Ermeniler, Kürtler ve Afganlar) ve Turanî grubu (Türkler). Sayısal olarak Araplar çoğunluğu temsil ederlerken, Farisiler ve Türkler de önemli oranlara sahiptirler. Bölgenin güneyinde Araplar, güneydoğu’da Farisiler ve Afganiler, kuzeydoğu’da Türkler yaşamaktadırlar. Bu büyük grupların yanında Ermeniler, Çerkesler, Nesturiler, Asurlular, Keldaniler, Rumlar gibi nispeti küçük değerde olan gruplara da rastlanmaktadır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtler ise en büyük azınlık grubunu oluşturmaktadır.13

Ortadoğu, İslamiyet’in doğuşu ve zaman içinde bu dine bağlanan insanların sürekli çoğalmasıyla bir Müslümanlık diyarı olmuştur. İslamiyet’in dışında İsrail’de Musevilik, Lübnan’da Hıristiyanlık yaygındır. Şiilik, İran’da resmi mezheptir. Bu nedenle, Sünni ve Şii çatışmaları tarihsel süreç içinde büyük sorunlar yarattığı gibi, günümüzde de kanlı bir biçimde bir sürtüşme devam etmektedir. Bu husus, dinine bağlı topluluklar arasında istismar edilecek niteliktedir. Bu istismar, halk kitlelerinin cehaletinden ve kolayca tahrik edilmeye elverişli olmasından ileri gelmektedir.14 Özellikle Irak’ın işgalinden sonra bu durum su yüzüne çıkmıştır.

Ortadoğu’nun etnik bakımdan bir mozaik sunmasına karşın onu bir kültür bölgesi haline getiren başlıca unsur dini ve siyasi alandaki İslamiyet’in tartışılmaz hâkimiyetidir. Müslüman cemaat içersinde Sünniler çoğunluğa sahip olup Şiilerin nispeti %20 civarında seyretmektedir. Sünniler içinde Arapların çoğu Şafi, Türkler Hanefi, Körfez ülkelerinde Hanbelîler, Suudi Arabistan’da ise Vahabilik öndedir. Şiiler İran, Irak ve Lübnan’la bazı Körfez ülkelerinde toplanmışlardır. Irak’ın çoğu Şii ise de yıllarca iktidar Sünnilerde kalmıştır. Suriye’de ise tam tersi bir durum vardır. Şiiler kendi içinde İbn Aşeriler, Zeydiler, İsmaililer, Dürzîler ve Aleviler’e bölünmüş durumdadırlar. Hariciler, Karmatiler, Yezidiler’le İbadiler gibi daha marjinal gruplar da çeşitli bölgelerde yaşamaktadırlar. Hıristiyanlar ise Mısır, Lübnan, Suriye, İsrail, Türkiye, Ürdün ve Irak’ta yaşamakta olup özellikle ekonomik ve fikri hareketlerde etkilidirler.15

12 Mazin Hasan, Osmanlı Eyalet Sınırları, Şii Federalizmi ve Irak’taki Enerji Anlaşmazlığı, Kasım 2006 13 Dursun, s. 19

14 Mehmet Kocaoğlu, Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2002, s. 220 15 Dursun, s. 20

(11)

1.3. Ortadoğu’nun Jeopolitik Özellikleri

Tarih boyunca büyük medeniyetlere ve önemli olaylara sahne olan Ortadoğu, kıtalar arası durumu ve coğrafi konumu ile dikkatleri üzerinde toplamaktadır. Coğrafya ve Jeopolitik otoritelerin “Dünya Adası” olarak nitelendirdikleri Asya – Avrupa ve Afrika’dan oluşan ve zaman zaman “Eski Dünya olarak da anılan bu kıtalar topluluğu, birbirleriyle Ortadoğu’da kesişirler. Avrupa kıtası, Anadolu Yarımadası üzerinden Ortadoğu’ya uzanır. Mezopotamya üzerinden gelen yollar, Doğu Akdeniz’e ve Sina Yarımadası üzerinden Mısır’a ve Afrika kıtasına ulaşır. Bundan başka, Doğu Akdeniz kıyılarındaki belli başlı yolların Anadolu ve Irak – İran üzerinden Asya kıtası içerine doğru uzanan durumları Ortadoğu’nun değerini daha da artırır.

Bölgenin tarihsel geçmişine bakarsak; kavimlerin Balkanlar üzerinden Anadolu’yu kullandıkları, imparatorlukların Anadolu ve Doğu Akdeniz’i merkez gibi kullanarak Afrika ve Asya’da güçlerinin en üst noktalarına ulaştıklarını ve son dönemde de Müslüman Türklerin bölgenin köprü konumunu çok iyi kullandıklarını görüyoruz.

Petrol bölgenin en önemli özelliğidir. Doğal kaynak zenginliği bakımından dünyanın en yüksek ham petrol rezervlerine sahip bölgesidir. Enerjiye olan talebin hiç bitmeyeceği düşünülürse bölgenin petrol kaynaklarına olan talep her zaman için bölgeyi göz önünde tutacaktır. Dünya ekonomisine yön veren ülkelerin petrole olan bağımlılıkları bu bölgeye olan ilgilerini hep üst seviyede tutmalarına neden olacaktır.

DÜNYA HAM PETROL REZERVİ

(Milyar Varil)

Ülkeler 1983 Sonu 1993 Sonu 2002 Sonu 2003 Sonu %

İran 55,3 92,9 130,7 133,2 %11,4 Irak 65,0 100,0 115,0 115,0 %10,0 Kuveyt 67,0 96,5 96,5 99,0 %8,5 Umman 3,5 5,0 5,7 5,6 %0,5 Katar 3,3 3,1 15,2 15,2 %1,3 S.Arabistan 168,8 261,4 262,8 262,7 %22,9 BAE 32,3 98,1 97,8 97,8 %8,5 Suriye 1,5 3,0 2,3 2,3 %0,2 Yemen - 0,1 0,7 0,7 %0,1 Diğerleri 0,2 0,1 0,1 0,1 Toplam 396,9 660,1 726,8 726,6 %63,3

Grafik 1: Dünya Ham Petrol Rezervi

(12)

Dünyanın toplam petrol rezervinin %65’ini elinde bulunduran Ortadoğu sırf bu özelliğinden dolayı bile dünyanın görmezden gelemeyeceği bir bölgedir. Yüksek kalitesi ve üretim maliyetinin düşüklüğü, petrole bağımlılığı devam eden bütün devletlerin dikkatlerini bölgeye çekmektedir. Bölge sanayileşmemiş olmasına rağmen petrol açısından merkez konumundadır.16

Diğer önemli bir husus da bölgenin ticari olarak bir köprü ve geçiş noktası olmasıdır. Sanayileşmiş Avrupa’nın endüstri ürünlerinin gerek bölge ekonomisine gerekse Uzakdoğu piyasasına sunmakta merkez konumundadır. Bu ticaretin ters yönde geliştiği ve özellikle son dönemde güçlenen Uzakdoğu Sanayisi’nin Batı’ya açılma kapısı olarak bu bölgeyi kullanması Ortadoğu’nun ticaret yollarının kesiştiği nokta olma kriterini hala devam ettirdiği anlamına gelmektedir.

Bu merkezi durumunun yanında önemli Su Yollarını oluşturan denizler de Ortadoğu’da yer alır. Üç kıta arasında yer alan denizler ulaşım açısından stratejik konumu güçlendirir. Anadolu Yarımadası’nı çevreleyen Karadeniz, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz gibi sular, Cebeli Tarık Boğazı üzerinden Atlas Okyanusu’na bağlanırlar. Yine aynı denizlerin Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusu ile bağlantısı vardır. Hint Okyanusu aynı zamanda Arap Denizi ve Basra Körfezi aracılığı ile Ortadoğu’nun merkezi kesimindeki ülkelerle bağlantı sağlar. Hazar Denizi bir iç deniz durumunda olmakla beraber, İran yaylasını kuzeydeki Rusya sanayi bölgesiyle birleştirir.17 Akdeniz’in tarih boyunca okyanuslara açılma kapısı olması önemini hem askeri hem de ticari boyuta taşımaktadır. Karadeniz ise Batı Balkan Devletleri’nin, Rusya, Ukrayna gibi ülkelerin boğazlar üzerinden Akdeniz’e dolayısıyla Okyanuslara açılan kapısıdır.

Dünyanın en eski bölgesel ve global medeniyetleri yine bu bölgede doğmuştur. Müslümanlık ve Yahudiliğin yanı sıra Hıristiyanlık doğumundan bir zaman sonra Avrupa’ya intikal edip burada Batı medeniyetinin tesisinde önemli rol oynarken İslamiyet bölgedeki hâkim rolünü sürdürmüş, bölge dışına mesela Afrika, orta, güney ve güneydoğu Asya’ya yayılmış olsa da Ortadoğu her zaman için merkezi rolünün korumuş ve bu bölgelerle

16 Halis Çevik, Kadim Toprakların Trajedisi, Uluslar arası Politikada Ortadoğu, Nüve Kültür Merkezi, Konya, 2005, s. 16

(13)

ilişkilerini sürdürmüştür. İslam dininin en önemli mekanları hala Ortadoğu’da olup tüm Müminlerin kalbi buraya dönüktür.18

Dünya tarihinde her zaman için önemli bir stratejik öneme haiz olan boğazlar ve kanallar belki de Ortadoğu’nun en önemli değerleridir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Kızıldeniz’de Babül – Mendep Boğazı, Basra Körfezi çıkışındaki Hürmüz Boğazı ile Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştiren Süveyş Kanalı, dünyanın belli başlı suyollarını kontrolleri altında tutmaktadır.19 Bu kanal hem stratejik önemi ile hem de okyanusların arasında çok hassas bir bağlantı noktasıdır. Hem zaman hem ekonomik yönden gemilerin ulaşımında Süveyş Kanalını diğer kanallardan ayırmaktadır.

1.4. Ortadoğu Tarihi

1.4.1 I. Dünya Savaşı Öncesi Dönem

Ortadoğu sadece bugün değil tarihin her döneminde politik, stratejik, kültürel, ekonomik ve genel dengeler açısından dünyanın en önemli bölgesi olarak insanlığın gelişmesinde aktif rol oynamıştır. Bu bölgenin temel özelliklerine baktığımızda insanlığın tarihteki tecrübesinde, medeniyetlerin tesisinde en büyük katkıyı sağlayan bir bölge olarak sivrilmiş olduğu dikkat çeker.

İnsanlık tarihinde en etkin coğrafi ve kültürel bölgeler arasında Ortadoğu’nun baş sırada yer aldığı söylenebilir. Belki sanayi devrimiyle başlayan dönemde bu etki Batı dünyasına kaymıştır, ama ondan önceki dönemlerde ve 19. yüzyılda bölgede petrolün bulunmasından sonra Ortadoğu’nun etkisinin giderek arttığı açıktır. Tarihte dünya egemenliğine yönelen her devlet öncelikle bu bölgede hakimiyet tesis etmeye gayret etmiştir. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, modern çağda İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere ve Fransa ardından Sovyetler Birliği bu bölgede etkin bir rol oynamaya ve hakimiyet alanlarını genişletmeye yönelmişlerdir. Bu devletlerin dünya hakimiyet politikaları bölgede tesis ettikleri egemenlikle orantılı olmuştur.20

Dünyada insanların ilk olarak yerleşik hayata geçtikleri büyük su kaynakları kenarındaki bölgeler olan Nil ve Mezopotamya havzaları bu bölgededir. Ortadoğu’nun dünya tarihindeki önemi sahip olduğu coğrafi özellikleri ile paralel bir seyir sergilemekteydi. Bu

18 Müslümanlarca kutsal sayılan Mekke, Medine, Kudüs, el-Halil, Meşhed, Kum, Necef, Kerbela ve Bağdat gibi şehir merkezleri Ortadoğu’dadır. Kur’an da adları anılan peygamberlerin yaşadıkları beldeler, geriye bıraktıkları hatıralar, mücadelelerini yürüttükler şehirler Ortadoğu’da bulunmaktadır.

19 Memiş, s. 11 20 Dursun, s: 1241

(14)

bölgede medeniyetlerin ilk tohumlarının atıldığı kavimlerin yerleşim merkezleri oluyordu. Bölgedeki medeniyetlere bir göz atacak olursak; MÖ. 3500- 2500 yılları arasında Sümerler, MÖ. 2350’de Akkadlar, Gutiler ve Amurrular Mezopotamya merkezli devletler oluşturmuşlardı.

Ortadoğu’nun bir diğer önemli köşesini oluşturan Anadolu topraklarda, jeopolitik konumu dolayısıyla, tarihin en eski devirlerinden itibaren doğudan ve batıdan gelen pek çok kavmin istilasına uğramıştır. Birçok kavmin asırlarca bir arada yaşadığı Anadolu toprakları, değişik kökenli birçok medeniyete de beşiklik etmiştir.21

Hititlerin Anadolu’ya hâkim oldukları dönemde, bütün Eski Önasya dünyasının gözü, Kuzey Suriye topraklarında idi. Çünkü o devrin bütün ticaret yolları Kuzey Suriye’de düğümleniyordu. Başka bir tabirle Kuzey Suriye, o zamanki dünyanın borsası durumundaydı. İşte bu yüzdendir ki; başta Hitit devleti olmak üzere, Mezopotamya’daki Asur ve Babil, Mısır’da Firavunların yönettiği Mısır devleti ile Mitannilerin gözü de bu topraklarda idi. Mısır ve Hitit devletleri arasında Kadeş Barış Antlaşması ile bölge kısa bir dönemde de olsa rahat bir nefes almış oluyordu.

Dönemin önemli olayları Asur’un yıkılışından, Pers – Yunan harplerine kadar devam etmiştir. MÖ. 336 yılına kadar devam eden rekabet İskender’in tarih sahnesine çıkmasıyla son buluyordu. Anadolu, Doğu Akdeniz, Mısır, Mezopotamya, İran ve Türkistan’ı egemenliği altına almayı başaran bu imparator homojen bir devlet oluşturmayı askeri kuvvet kullanarak sağlamaya girişince başarısız oldu.

Dünyanın en büyük imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu, aşırı genişlemenin ve Doğu–Batı kültür farkının bir neticesi olarak MS.395 yılında ikiye ayrılınca, Ortadoğu’nun batı kesimi Bizans İmparatorluğu’nun (Doğu Roma) payına düştü. Bizans İmparatorluğu, 7. yüzyılda yaygınlaşan İslamiyet ve bunun ortaya çıkardığı Arap İmparatorluğu ile uzun süreli bir mücadeleye girdi. Ortadoğu’da İslamiyet’in doğuşu ve gelişerek çevreye yayılması doğal olarak bölgedeki eski durumu da hızla değiştirdi.22

Türklerin Ortadoğu’ya göçleri ve kurdukları Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar Devleti ve bir uç beyliği olarak kurulan Osmanlıların büyük bir imparatorluğa dönüşmesi Ortadoğu’da Türk hâkimiyetinin yerleşmesine neden olmuştu.

21 Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 4. Baskı, Konya, 2002, s. 6 22 Ekrem Memiş, Kaynayan Kazan Ortadoğu, Çizgi Kitabevi, Konya, Eylül 2002, s. 27

(15)

Osmanlıların Doğu Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan ticaret yolları üzerindeki hâkimiyeti ekonomik zenginliğinin en önemli nedeni olmuştu. Bu zenginliğin kaynağının Ortadoğu olduğunun bilincine varan Avrupalıların Ortadoğu ile ilgili planları; Batı’daki ilerlemeye karşın Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme çağına girmesi ile su yüzüne çıkmaya başlıyordu. Bu devletlerin başını Fransa, İngiltere ve Rusya çekiyordu.

Osmanlı İmparatorluğunun parçaları olan Arap ülkelerine ilk göz koyan yabancı devlet Fransa olmuştur. Napolyon’un Mısır seferi ve sonu herkesçe bilinmektedir. XIX. yüzyıldaki bu başlangıç daha sonra İngiltere’nin Mısıra yerleşmesine yol açmıştı. İngiltere ancak I. Dünya Savaşının başında 18 -19 Aralık 1914’te Mısır üzerine bir himaye idaresi kurmuştur.23

Temelde ticaret yollarından pay koparmak amacıyla duraklama dönemindeki bir İmparatorluğun yanında yer alan bu üç devletin asıl amacı Ortadoğu üzerinde söz sahibi olabilmekten geçiyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda İngiltere’nin Ortadoğu’da sağlamca yerleşmesinde onun becerikli siyaseti yanında, bölgedeki Arapların bu devletle işbirliği yapmasının da etkisi olmuştur. Ortadoğu’yu savunan Osmanlı orduları bir yandan İngilizlere karşı savaşırken, öte yandan İngiltere’nin kışkırttığı Arapları da göz önünde tutmak zorunluluğunu duymuştu. Ancak, Birinci Dünya Savaşı sonuçlandığı zaman, Araplar bağımsızlık yerine, İngiliz ve Fransız egemenliğini tanıdılar. Ortadoğu’nun bugünkü sorunları sırasında önde gelen Arap – İsrail anlaşmazlığının tohumları Osmanlı yönetimi sırasında değil, İngiltere’nin Doğu Akdeniz’de yerleşmesinden sonra atılmış oldu.24

Savaş sonrası dönemde Anadolu Yarımadası’nda İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgalleri görülürken, Arapların yaşadığı bölgelerde İngiliz ve Fransız, İran bölgesinde ise yine İngiliz ve Rus işgali görülüyordu. Yani iki dünya savaşı arasındaki dönemde Ortadoğu’da Avrupa hegemonyası sürekli bir şekil almış oluyordu.

1.4.2 I. Dünya Savaşı Sonrası Dönem

Savaş sonrası dönemde Anadolu Yarımadası’nda İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgalleri görülürken, Arapların yaşadığı bölgelerde İngiliz ve Fransız, İran bölgesinde ise yine İngiliz ve Rus işgali görülüyordu. Yani iki dünya savaşı arasındaki dönemde Ortadoğu’da Avrupa hegemonyası sürekli bir şekil almış oluyordu. Ülkelerin durumlarını teker teker incelediğimizde;

23 Yılmaz Altuğ, Ortadoğu Sorunları, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1970, s: 23 24 Memiş, s. 33

(16)

a. İran: İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’nın İran ile Yüksek Ticaret hacmi,

demiryolu ve sanayi faaliyetleri Nazi yönetiminin İran ile ilgili bir yerleşme alanı elde etme planının ip uçlarını oluşturuyordu. Bu plan İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin çıkarlarına ve güvenliklerine zarar vermeye başlayınca bu devletler tedbir alma gereğini duydular. Tarihi “Tahran Konferansı” ile bölgede çıkarlarını kovalamaya başlayacak olan bir gücün daha ortaya çıktığını belgeliyordu: Amerika Birleşik Devletleri. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batılıların İran’ı boşaltmakla beraber, Sovyetler Birliği’nin İran üzerindeki etkisini Azerbaycan’ın bağımsızlığını desteklemek suretiyle sürdürdüğünü görüyoruz. Petrollerinin millileştirilmesi ile İngiliz çıkarları ülke üzerinden bir nebze atılıyordu. ABD’nin Bağdat Paktı ile İran’a yakınlaşmasının meyveleri olan silahlanma ve ekonomik işbirliği Radikal İslam Devrimi ile son buluyordu.

b. Irak: Basra, Bağdat ve Musul 1920’de İngiliz mandası altında ortak bir yönetim

altında bir araya getirilince, Basra’daki Şiiler de dahil, bu ülkenin petrol bölgelerinde yaşayanlar Irak’taki yeni milliyetçilik ruhunu ve üniter devlet modelini kolayca benimsediler. 1930’larda Basra’da petrol arama çalışmaları başladığında Irak’ta güçlü bir üniter devlet geleneği bulunmaktaydı ve petrol genelde -özellikle ister Şii ister Sünni olsunlar Arapların yaşadığı bölgelerde- ulusun tümüne ait bir kaynak olarak sayılmaktaydı.

İngiliz mandasından 1932 yılında kurtulması Irak’ta değişen iktidarların Alman nüfuzuna yakınlaşmasına neden oldu. İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere işgali yine Anglo-Irak petrol çıkarlarının bir neticesi idi. Kâsım rejiminin Baasçılar tarafından darbeyle devrilmesi ile ülkenin Sosyalist bir iktidar ile yönetilmeye başlaması sonucunu doğurduğunu görüyoruz.

c. Lübnan ve Suriye: San Remo paylaşım anlaşması doğrultunda Suriye ve Lübnan’ı

merkezi Beyrut’ta bulunan bir yüksek komiser aracılığıyla yöneten Fransa’nın yönetim biçimi halkın hükümete ve bürokrasiye katılımını teşvik edici bir nitelikte değildi. Tüm üst düzey yönetim kademelerine Fransızlar yerleştirilmişti.

Dolayısıyla Fransızların 1946’da tamamen çekilmesine kadar parlamenter bir sistem yerleştirilmeye çalışılmışsa da yerel anlamda halkın katılımından yoksun olduğundan, bunun meşruiyeti de söz konusu değildi. Fransa, geçici bir manda yönetimi oluşturmak yerine kalıcı bir egemenlik kurmak amacıyla hareket ettiği için “böl ve yönet” yöntemine başvurarak

(17)

Suriye ve Lübnan’daki ulusal birliği sağlamak ve güçlendirmek yerine etnik, dini ve mezhepsel farklılıkları olabildiğince derinleştirmeye çalıştı.25

d. Bahreyn: Toplam 35 adadan oluşan ve yaklaşık 670.000 nüfusuyla bir takımada

ülkesi olan Bahreyn, Körfez’in en küçük emirliği olarak 16. yüzyılda Portekiz’in, 17. ve 18. yüzyıllarda ise İran’ın hakimiyeti altında kalmıştır. Bahreyn bölgenin önemli bir ticaret ve bankacılık merkezi niteliğinde olan ve çok canlı bir sermaye piyasasına sahip bir Körfez ülkesidir.

Ülkede oldukça hızlı artan Şii nüfusun oranı 1980’li yılların başına kadar %55 iken 2000’li yılların başında %70’i bulmuştur. Bahreyn halkı bölgede en politize olmuş topluluklardan birisidir. 1950’lerin ortalarından 1970’lere kadar etkin olarak sol hareketler yerini, 1979 devrimiyle beraber İran’dan destek gören Şii ayaklanmalarına bırakmıştır.26

e. Diğer Devletler: Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun

parçalanması ile asil vatanlarında ölüm – kalım mücadelesi başlatan Türklerin bölge üzerinde yeniden başlangıç yapan bir devlet rolüne büründüğünü görüyoruz. İkinci Dünya Savaşına kadar kendini toplayıp yeni rejimin olumlu etkileri ile kalkınmaya çalışan bu genç ülke; siyasi bir başarı ile İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalarak bölgedeki Avrupa hegemonyasından kurtulmuştur. Belki de bu savaşa katılmayarak bölgede önemli bir güç olma özelliğini artırarak sürdürmüştür.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da – özellikle Arap ülkelerinde – önemli siyasal değişiklikler oldu ve daha önce İngiltere ve Fransa’nın ağırlığını koyduğu bölgelerde bu güçler silinmeye başladı. Fransızlar 1922 yılında, Milletler Cemiyeti’nin kararıyla Suriye ve Lübnan’da manda yönetimi kurmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa Almanya’ya yenilince, onun Ortadoğu’daki gücü de sarsıldı. 1941 yılı 19 Eylül’ünde Suriye’deki Fransız komiseri General Catroux (Katru) Suriye’nin bağımsızlığını ilan etmişti. Bu bağımsızlık, 1946 yılında Suriye’deki Fransız kuvvetlerinin çekilmesiyle kesinlik kazanmıştı. Lübnan’daki Fransız yönetimi ise, 1945 yılında İngilizlerle Fransızlar arasında yapılan anlaşmadan sonra sona erdi. Bu devletler kuvvetlerini çekerek, idareyi yerli yönetime bıraktılar.

Sömürge devletler olmaktan sıkılan bu devletlerin Batıya özellikle İngiltere ve Fransa’ya karşı sırt döndükleri dönemde; İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin favori komünist rejim rüyasına ilgi duydukları görüldü. Batıya ve kapitalist politikalarına karşı bir

25 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa Yayınları, Ağustos-2005, İstanbul, s:159

(18)

tepki daha doğrusu bir kin oluşmaya başladı. Özellikle Arap – İsrail savaşlarından sonrası dönemde politikalarını Batı karşıtı bir yöne çevirmelerine yol açtı. Bölge hakimiyeti konusunda Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği rekabeti yaşanmakta idi. Son dönemde ibre Amerika Birleşik Devletleri’ne dönmüştür.27

1980’lerin ortalarından beri uluslararası sistemde yaşanan radikal değişikliklere rağmen, Ortadoğu, büyük güçler için önemli bir bölge olmaya devam etmiştir. Soğuk Savaş sırasında bu bölge, kurulan ittifaklar, stratejik iletişim ve petrol ihracatı açısından bir ilgi odağıydı. Soğuk Savaşın bitmesiyle, Ortadoğu, petrol üretimi ve ihracı konusunda global bir merkez olma özelliğini devam ettirmektedir. Buna ek olarak, aşırı “İslami” oluşum, bölge içindeki ve Avrupa’ya yönelik büyük işgücü göçü ve bölgedeki çekişmelerin uluslar arası sistemdeki lider güçlerin çıkarlarına ve güvenliğine karşı olmasından kaynaklanan potansiyel tehdit, dış güçlerin Ortadoğu’ya duydukları ilginin devam etmesine neden olmaktadır. Soğuk Savaş süresince Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği ısrarlı bir biçimde bölgesel müttefikler bulmak ve bölgesel ittifaklar kurmak için çalışmışlardır. Bir süper güç oyunu olan ‘sıfır toplamlı diplomasi’ sonlanmış olsa da, ittifak kurma arayışları devam etmektedir.28

Yukarıda verilen özet bilgilerden sonra Ortadoğu’nun siyasi yapısı konusunda şu sonuçlara varılabilir: Ortadoğu ülkelerinin siyasi yapıları ciddi bir çeşitlilik arz etmekte ve temelde cumhuriyet rejimleri ile monarşik rejimler şeklinde bir ayrıma tabi tutulabilmektedir. Monarşik sistemlerin bir kısmı anayasal monarşi olup nispeten sınırlı ve anayasaya dayalı, temsili kurumların bulunduğu halkın belli ölçüler içerisinde siyasal sürece katılabildikleri sistemlerken geleneksel monarşi olarak ifade edilebilecek olan ve belli ailelerin iktidarı ellerinde tutup yönetime hakim bulundukları ülkelerde halkın siyasi sürece katılımını mümkün kılan kurumlar ve süreçler bulunmamakta, iktidarlar anayasa yoluyla değil daha çok geleneksel yapı ve kurumlarla sınırlanmaktadır. Modern siyasi sistemlerin en belirgin niteliğini oluşturan temsil olgusu ya hiç bulunmamakta veya çok sınırlı bir çerçevede ve çoğu yerde de danışma işlevini yerine getirecek şekilde varlığını sürdürmektedir.29

1.4.3. Körfez Savaşları

Kuveyt’in Irak tarafından işgali ile başlayıp, 11 Eylül saldırılarının faturasının kesildiği diğer ülke olan Irak’ın Batı tarafından işgal edilmesi; Körfez Savaşlarının neden ve sonuç ilişkisidir. Bölgede daha fazla petrol ve daha baskın bir siyaset isteyen ülkelerin

27 Ekrem Memiş, Kaynayan Kazan Ortadoğu, Çizgi Kitabevi, Konya, Eylül 2002, s. 37

28 Ahmed Youssef Ahmad, Ortadoğu’da Çatışan İttifaklar, Ortadoğu Politikaları ve Güvenlik, Derleyen: Augustus Richard Norton, Çeviren: Ceylan Tokluoğlu, Büke Yayınları, Taksim – İstanbul, Mayıs 2000, s: 30 29 Dursun, s:271

(19)

yaşadıkları ve halklarına yaşattıkları savaşların bölge ülkelerine etkisine baktığımızda; istikrarsızlık ve güvensizliğin hâkim olduğu bir yönetim olduğunu görüyoruz. Yeterli hammadde ve iş gücü olmasına rağmen bombalar ve işgal neticesinde oluşan yetersiz alt yapı ve halkın güvensizliği bölgeyi kaosa itmek için yeterliydi. Mezhep çatışmaları ve yüz binlerce insanın doğup büyüdükleri yerleri terk etmek zorunda kalmaları kısa süren savaşların uzun soluklu olmayan zaferlerinin bir yansımasıydı.

1.4.3.1. Birinci Körfez Savaşı: 1991 Körfez krizi, 2 Ağustos 1990 günü Irak askeri

birliklerinin, Kuveyt sınırını geçerek, bu ülkeyi işgal etmesiyle başladı. I. Körfez Savaşının görünen nedeni olarak Saddam; 8 yıl süren İran – Irak savaşı sırasında, Kuveyt yönetiminin, Irak’ın aleyhine olacak şekilde, kuzeye doğru topraklarını genişlettiğini iddia ediyordu. Savaş sırasında iç ve bölgesel sorunlarla karşı karşıya olan bir Irak Hükümeti vardı. Bu boşluktan faydalanan Kuveyt yönetimi de, Al – Mitlaa sınır noktasından 70 km kuzeye kadar olan sınır bölgesini işgal etmiş ve yeni sınır boyunca, askeri birlikler, petrol rafinerileri ve kontrol noktaları oluşturmuşlardı.30

Saddam’ın Amman’da gerçekleşen Arap Zirvesi sırasında üzerinde durduğu iki nokta vardı. Körfez bölgesindeki Amerikan deniz kuvvetleri varlığı ve Kuveyt’in petrol kotasını aşarak petrol fiyatlarını düşürdüğü iddialarıydı. Bunlar krizin açık sebepleri idi. Diğer taraftan, bu görünen iddiaların yanında, Irak yönetiminin içine sindiremediği başka meseleler de mevcuttu. Öncelikle Irak yönetimi, I.Dünya Savaşı’na kadar kendi idaresi altında bulunan Kuveyt’in bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesini içine sindirememişti. Bu nedenle Irak yönetimi, her fırsatta Kuveyt’in tarihsel açıdan kendi vilayeti olduğunu ima eden sözler sarf ediyordu.

Coğrafi açıdan, Kuveyt sınırları, Irak’ın Körfez’e veya diğer bir ifadeyle sıcak denizlere inmesini engelliyordu. Irak’ın zamanla kendisine rakip olmasını istemeyen İngiltere, 17 ila 18 km uzunluğunda ve büyük bir kısmı bataklık olan bir sahil şeridini Irak’a bırakmıştı. Irak’a kalan bataklık bölgeden ağır gemilerin denize inmesi mümkün değildi. Ayrıca Irak, Kuveyt yönetimi’nden Bubiyan ve Warba adalarının kendisine kiralanmasını istemişti. Çünkü Irak’ın Körfez’de tek çıkış noktası olan Um Kasr limanının giriş ve çıkışlarını bu iki ada kontrol ediyordu.

Bir başka mesele ise, Irak’ın Kuveyt’e ve diğer Arap ülkelerine olan 60 ila 80 milyar dolar tutarındaki borçlarıydı. Sadece Kuveyt’e 15 milyar dolar civarında borcu bulunuyordu.

(20)

Savaş sonrasında, Saddam, savaş sırasında maddi açıdan kendisini destekleyen Kuveyt yönetiminden, savaş zamanı borçlarını silmesini istedi. Çünkü Saddam’a göre Irak, bu ülkeyi, İran rejiminden korumak için de savaşmıştı. Fakat Kuveyt yönetimi, bu iddiayı ve Saddam’ın isteğini kabul etmedi. Kuveyt’i işgal eden Irak, bu ülkenin petrol zenginliği ele geçirerek, kendi petrol rezervleriyle birlikte, dünya petrol rezervlerinin %20’sini kontrol altına alabilirdi. Böylece Irak hem dünya petrol fiyatlarını ayarlayan, hem de Ortadoğu’da sözü geçen ülkelerden birisi olabilirdi.

Tüm diplomatik görüşmelerin olumsuz sonuçlanması neticesinde Çin’in çekimser; Fransa, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin desteğini alan Amerikan yönetimi, “askeri güç kullanımı dâhil tüm gerekli yollara başvurma yetkisi” tanıyan 678 sayılı kararı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden geçirdi. Irak’ın 15 Ocak günü gece yarısına kadar geri adım atmaması üzerine, kod adı Çöl Fırtınası olan Kuveyt’i kurtarma harekâtı başladı.31

Bölge içindeki çekişmelerin oluşmasında rol oynayan dış güçler, petrol konusundaki politikaları doğrultusunda birçok kez aktif olarak çatışmalara katılmışlardır. Bunların en bilineni 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgali sonucu gerçekleşen Körfez Savaşı’dır. Bu savaşın altında yatan temel neden: Kuveyt’in petrolünü ABD’nin, Irak’a kaptırmak istememesinden başka bir şey değildir. ABD, Ortadoğu’da hiç kimsenin hâkim duruma gelmesine ve Ortadoğu petrollerinin dost olmayan ellerde bulunmasına izin veremezdi.

Irak’a karşı düzenlenen I. Körfez Savaşı neticesinde Irak fiili olarak üçe bölünmüş, Saddam yönetimi 36. paralel ve 32. paralel arasına sıkışıp kalmıştır. Fakat Saddam’ın iktidarda kalmaya devam etmesi özellikle ABD yönetimini rahatsız etmeye devam etmiş ve 11 Eylül saldırıları sonrası oluşan yeni hava ile beraber Saddam yönetimini sona erdirmeye ve Irak’ı silahsızlandırmaya yönelik yeni bir savaşı başlatmıştır.32 BM Güvenlik konseyi uçuşa yasak bölge uygulaması ile Kuzey Irak’ta oluşturduğu güvenli bölgede Kürtleri Saddam ordularına karşı korumuştur. Bu bağlamda Irak Savaşı daha bir önem kazanmaktadır. Çünkü Irak Savaşı kendi içinde bir savaş değil, ABD’nin tek taraflı olarak Ortadoğu’yu ve sonra da dünyayı yapılandırma projesinin ilk adımıdır.33

1.4.3.2. İkinci Körfez Savaşı: Son olarak 11 Eylül saldırıları ve bu saldırıların radikal

İslami bir örgüt olan El Kaide tarafından yapıldığının öne sürülmesi, bu olayın Ortadoğu bölgesindeki yansımalarını gündeme getirmiştir. Usame Bin Ladin isminin öne çıktığı bu

31 Ergil, s:51

32 İdris Bal, Ortadoğu’da Savaş, ABD ve Türkiye, Stradigma, Nisan – 2003 s:2 33 Çelik, s:213

(21)

süreçte başta Suudi Arabistan, Irak, İran ve diğer Ortadoğu devletleri, ABD ve Batı tarafından, terörizme karşı takınılan tutum çerçevesinde büyüteç altına alınmıştır. Ortadoğu bölgesindeki yönetimler olayın şokunu atlattıktan hemen sonra gelişmelerin global ve bölgesel politikalar üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğinin hesaplarını yapmaya başladılar. Gerçekten saldırı insanlığın bugüne kadar gördüğünden çok farklı ve şok ediciydi, ancak bu gelişme dönemsel bir kırılma idi ve en büyük etkiyi bölgede gösterecekti. Ortadoğu alt sisteminde halen var olan sorunların hemen hemen tamamı gerek olayın “faili” gerekse “mağduru” ile yakından ilgiliydi.34 11 Eylül’ün faturası kesilmiş ve İkinci Körfez Savaşı patlak vermişti.

Kısaca “asimetrik tehdit” olarak adlandırılan ve uluslararası sistemde terörist gruplar gibi küçük aktörlerin büyük güçlere ağır kayıplar verdirmesini ifade eden yeni tehlikeyle mücadele edebilmek için, dünyanın tek hegemonik gücü olan ABD dahi güvenlik politikalarında köklü değişikliklere gitmiştir. ABD’nin yeni tehdit algılamalarında terör ilk sıraya yerleşirken, teröre destek veren ülkeler de “şer ekseni” (axis of evil) olarak nitelenerek bunlarla acımasızca mücadele edileceği vurgulanmıştır. Bu amaçla kısaca Bush doktrini denilen ve potansiyel tehditleri aktif hale gelmeden yok etmeyi amaçlayan “önleyici saldırı” konsepti ABD’nin ulusal güvenlik strateji belgelerine de girmiştir.35

Ayrıca bu eylem sonucu bölge devletlerinin tavırlarında da, özellikle aşırı İslami gruplara ve akımlara karşı, değişimler olmuştur. Amerika’nın baskılarıyla ve dünya genelindeki tepki doğrultusunda aşırı İslami hareketlerin bölge içindeki kanıları kesilmeye başlandı. Yemen ve Pakistan kontrol dışı olan binlerce dini okulu denetim altına aldı. Tüm bu girişimlere rağmen yönetimler halkın tepkisinden çekindikleri için Amerika’ya yakın görünmek de istemiyorlardı, örneğin “Suudi Arabistan ülkesindeki üsleri ABD’nin Afganistan savaşında kullanmasına izin vermiş, fakat bunu halka açıklamamıştı.36

Amerika Ortadoğu’yu gözlerinde kesinlikle riske edilmeyecek ve devamlı kontrol altında tutulması gereken bir “petrol kuyusu” olarak görmektedir. Amerika 11 Eylül olayları sonrasında devam eden dengesiz ortamda Irak’a yaptığı harekât ile petrolün önemini bir kez daha vurgulamış oldu. Amerikalı yetkililer açıkça ortaya koymasalar da Irak operasyonuna

34 Stratejik Analiz Dergisi, ABD’deki Terör Saldırılarının Bölgesel Yansımaları, Cilt 2, sayı 18, Asam Yayınları, Ankara, 2001, s: 23

35 Birol Akgün, 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Tablet Kitabevi, Birinci Basım, Konya, Kasım 2006, s: 12

(22)

girişirken, en önemli motivasyonları savaş sonrası kontrolleri altına girecek olan petrol alanlarıydı.

Görüldüğü gibi pratikte de bölgedeki yansımalar gecikmedi. Ortadoğu bölgesinde oluşan bu hava içinde aşırı İslami örgütler toplumun iyice derinlerine kaydılar, eskiden ortada yapılan her şey gizli hale geldi, bu durumun iyi mi yoksa kötü mü olduğunun tek belirleyicisi “zaman” olacaktır. Bölgede yansımalarının yanı sıra dünyada, özellikle Batı’da yaşayan Müslümanlara etkileri büyük olan 11 Eylül eylemi, bu insanlar tarafından kınanmaya ve İslamiyet’in barışçıl yanları vurgulanmaya başlandı.

Arapların savaştan sonra Amerika’ya karşı düşmanlığı iyice artmıştır. Uzun dönemdir Amerika ve arkasında Amerika’nın olduğu düşünülen Müslüman toplumlar arasında Somali, Filistin çatışmaları gibi değişik çatışmalar Müslüman toplumlar arasında ABD düşmanlığının artmasına neden olmuştu. 11 Eylül sonrası ABD’nin söylemlerinde terörizmi bahane ederek Müslüman bir devlete karşı böyle bir savaşa girmesi, bu toplumlarda ABD düşmanlığını artıran bir etki yaratmıştır.37

Sonuç olarak aşırılık ve İslam, Orta Asya ve Kafkasya’da olduğu gibi Ortadoğu bölgesinde de güvenlik algılamalarını önemli ölçüde belirlemektedir. Ortadoğu geride kalan 1400 yılık tarihi içinde diğer tüm bölgelerden daha fazla olaya tanıklık etmiş, özellikle İslamiyet’in geleneksel ve tarihsel olgularını yaşamıştır. Tarih içinde gelişimi süren Ortadoğu bölgesi İslami yaşamda da kendine özgü bir yapıya sahiptir.38 Ortadoğu bölgesine Orta Asya ve Kafkasya ile karşılaştırmalı olarak baktığımızda öne çıkan en önemli fark, Ortadoğu’nun yoğun tarihsel derinliği içinde dinlerin ve mezheplerin daha fazla çatışmaları ve özellikle din bazlı terörizmin daha yaygın olmasıdır.

1.4.4. Arap – İsrail Çatışması

Ortadoğu bölgesine has olan bir diğer iç faktör de aşırı İslami hareketlere direkt ve açık motivasyon oluşturan Arap-İsrail çatışmasıdır. İsrail gibi bir devletin bölgede varlığı yalnız devletleri değil toplumları da rahatsız etmekte, böylece tepki seviyesi hep yükseklerde seyretmektedir. Artan çatışmalar ve Filistin sorunu gibi akut sorunlar bazı İslami grupları teröre teşvik etmekte, onlar da bu etkilerini her geçen gün artırmaktadırlar.

Batı’ya karşı olan tepkiyi beş ana başlıkta toplayabiliriz • Haçlı Seferlerinin halen süren etkisi

37 Çelik, s:231

(23)

• İslam medeniyetinin efsanevi geçmişinin, günümüzde Batı karşısındaki durumu,

• Amerikan hegemonyası ve eski Batı koloniyalizmi

• Batılıların Ortadoğu ve üçüncü dünyada hep kendi çıkarları doğrultusundaki baskıcı yönetimleri desteklemiş olmaları ve Batı kültürünün tüketim toplumu mantığı

• Batı desteğiyle bir Yahudi devletinin kurulması fikri;39

Bölgede İsrail gibi bir devletin olması silahlanma yarışında önemli bir rol oynamaktadır. İsrail devleti geçmişte olduğu gibi günümüz itibariyle de bölgede silahlanmanın mihenk taşlarından biri durumundadır.40 Arap-İsrail çatışmaları, Filistin sorunu, terörist eylemler, Arap devletlerinin tutumları ve batılı devletlerin özellikle Amerika’nın desteği İsrail devletinin silahlanmayı kendisi için bir çıkar yol olarak seçmesine neden olmuştur. Terörist örgütler karşısında konvansiyonel silahların yanı sıra gizli servis ve istihbarat gibi unsurlarını da güçlü tutan İsrail bölgede güçlü ve kabiliyeti yüksek askeri güce sahiptir. İsrail’in elinde bulunan bu silah gücü, diğer bölge devletlerinin tehdit algılamalarını devamlı tetikte tutmalarına neden olmaktadır. İsrail’i bu duruma İngiltere, Fransa ve Amerika gibi ülkelerin desteği getirmiştir. Tehdit ve riskin artması, bölgedeki diğer devletleri endişelendirmiş, İsrail’in nükleer silah teknolojisine sahip olması onu yenilmez bir güç gibi göstermiştir.

Arap ülkelerinden gelebilecek geniş ölçekli bir saldırının caydırılması, İsrail’de askeri doktrininin ana amacını oluşturmaktadır. Erken uyarı, saldırının hızlı bir karşı saldırıyla yanıtlanarak savaşın İsrail topraklarından düşman ülkeye aktarılması ve düşman güçlerinin kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde bir kesinlikle yenilgiye uğratılması diğer ayakları oluşturmaktadır.41

Süper güçlerin rolleri değişmiş olsa da, bu devletlerin İsrail’in güvenliği konusundaki derin kaygıları aynı şekilde devam etmektedir. Süper güçlerin Ortadoğu ile bu düzeyde ilgilenmelerinin nedeni, Arap dünyası karşısındaki ortak çıkarlarıdır. İsrail’in güvenliğine yönelik bu ilginin bir başka nedeni de, Yahudi cemaatlerinin bu devletlerin iç siyasetlerinde oynadıkları roldür. İsrail’in güvenliğine odaklaşmak, Süper güçlerin ilişkilerini karmaşık bir

39 Haifaa A. Jawad, The Middle East in the New World Order, İkinci Baskı, MacMillanPress Ltd., London, 1997, s: 150

40 Kocaoğlu, s: 209

(24)

hale getirmiştir. Bu gelişme, özellikle Arap devletlerinin İsrail’i bölgesel güvensizliğin temel kaynağı olarak algılamaya başlamalarından sonra ortaya çıkmıştır.42

Batılı kaynaklara göre, Ortadoğu’da nükleer silahlara sahip olmaya istekli diğer ülkelerin başında Suriye, Irak, Libya, Cezayir ve İran’ın geldiği bilinmektedir. İran’daki rejimin kimyasal silahlara sahip olduğu ve nükleer silahlara sahip olmaya çalıştığı iddia edilmektedir.43 Ayrıca İran’ın son zamanlarda bu tip silahları sağlayabilecek Rusya ve Çin gibi devletlerle temasta olması da bu iddiayı destekler niteliktedir.

Ortadoğu’daki devletler devamlı bir kısır döngü içersinde karşılıklı planlamalar ve tehdit hesaplamaları sonucunda her geçen gün daha fazla silahlanmaktadırlar. Bu sürecin kitle imha silahlarını da için elması çevreleyen bölgeler için de bir tehdit oluşturmaktadır.

1.5. Ortadoğu’da Sosyal, Politik ve Ekonomik Sorunlar

Günümüzde Ortadoğu bölgesi çoğu insan için öncelikle zengin petrol kaynaklarıyla özdeşleşmiş durumdadır. Petrolün bölge içindeki varlığı, Ortadoğu hakkında yapılacak her türlü gözlemde göz önünde bulundurulması gereken en önemli faktörlerden biridir. Petrol gerçeğinin yanı sıra bölgenin ekonomik durumu da, güvenlik algılamalarında belirleyici bir rol oynamaktadır. Petrol ve ekonomik yapı, bölgenin ülkeler bazındaki güvenlik algılamalarına yansımalarda bulunur, hatta bazı durumlarda en temel belirleyici rolü üstlenir.

Ortadoğu petrolleri, Batılı devletlerin önderliği ile keşfedilip ortaya çıkarılabilmiştir. Başka bir anlatımla, Ortadoğu’nun dünya ölçüsünde önem kazanmasının önde gelen sebeplerinden biri ve hattı birincisi petroldür, denilebilir. Ortadoğu petrol rezervleri yönünden dünyanın en zengin bölgesidir. Yapılan araştırmalar, Ortadoğu petrol rezervlerinin yaklaşık 40 milyar ton olduğunu ortaya koymuştur. Bu rakam dünya petrol rezervlerinin %60’ını teşkil etmektedir. Şu anda dünyadaki diğer rezervlere göz atılacak olursa, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun %15, ABD’nin %12, Afrika ülkelerinin %10 ve Venezuela’nın da %3 olduğu görülür.44

Petrol kaynaklarının verimliliği Ortadoğu bölgesinin zaman içinde gelişim çizgisinde en etkili faktör haline gelmiştir.45 Bölge içi çekişmelere, sosyal, ekonomik, politik ve askeri yapıların şekillenmesine, dış güçlerin bölgeye olan ilgisine ve genel istikrarsızlık ortamına bakıldığında petrolün önemi ortaya çıkmaktadır. Özellikle bölge dışı güçler uzun zamandan

42 Ahmed, s: 30 43 Kocaoğlu, s: 213 44 Memiş, s: 60

(25)

beri Ortadoğu’da petrol kozunu elde etmek için aktif şekilde var olmuşlardır. Bölgenin istikrarsız yapısının ve kırılgan yönetimlerin oluşmasında petrolün bu çekiciliği etkendir. Öyle ki petrol uluslararası politikanın moderne dönemdeki iki önemli çatışma alanı olan jeopolitik ve ekonomi-politiğin kesişim alanında son derece belirleyici bir rol oynamaya başlamıştır. Daha önce çorak ve önemsiz alanlar olarak görülen coğrafi alanlar petrolün bulunmasından sonra klasik jeopolitik yaklaşımları dönüştüren merkezi bir jeostratejik önem kazanmışlardır. Bu yeni jeostratejik önem, petrolün ekonomi-politik güç rekabeti içindeki rolünün olağanüstü bir tırmanış göstermesi ile birlikte uluslararası ilişkiler arenasının temel parametrelerinden birisi olmuştur.46

Endüstri devi ülkelerin bölge ile ilgilenmelerinin temel sebebini, petrol cevabı ortaya koyar. Bölgedeki ülkeler sanayileşmelerini tamamlamadıklarından halen bu ülkelere bağımlıdırlar. Genel olarak tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik yapıya sahiptirler. Toprak sahiplerinin geniş alanlarda hüküm sürmesi gelirin adil dağılımında eşitsizliğe neden olmaktadır.47

1970 ve 1980’lerden itibaren başarısız ekonomiler, zengin ve yoksul arasındaki farkın her geçen gün artması, beraberinde gelen gelir dağılımındaki eşitsizlikler, şehirlere artan göçler, hızlı nüfus artışı, işsizlik ve istihdam sorunları, petrol kaynaklarının kullanımının verdiği rahatlıkla elit tabakanın farklı ekonomik yatırımlara yönelmemesi, diğer bir anlamda karlarını yatırıma dönüştürüp ekonomik canlılık sağlamamaları, kültürel ve sosyo-ekonomik yapının uzun yıllardır baskı altında bulunması; gibi unsurlar temel sosyo-sosyo-ekonomik sorunlar arasında sayılabilir.48

Bölgede tarih boyunca ortaya çıkmış olan üç semavi din, insanlar arasında kardeşlik ve barışı amaçlamakla beraber, çeşitli nedenlerle ayrılıkları da körüklemiştir. Örneğin Hıristiyanlıktaki Katolik, Protestan ve Ortodoks ayırımı; Müslümanlıktaki Sünnilik, Şiilik vb. ayrılıklar gibi. Bu mezhep ayrılıkları, yine bu mezheplere bağlı insan toplulukları arasında zaman zaman çatışmalara neden olabildiği gibi, Ortadoğu’daki kutsal yerlere sahip olma ihtiraslarını da kamçılamaktadır. Bu konularda belli başlı birçok örnekler sayılabilir: Yahudiler, tarihi karanlıklar içinde kendi eski tarihlerine dayanarak Kudüs’ün kendilerine ait olduğunu iddia ederek, bu şehre sahip olmayı bir ülkü olarak sürdürürler. Buna karşılık Müslüman Filistinliler ve Araplar da İslamiyet’e ait Hz. Ömer Camii’ni tanık göstererek,

46 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik – Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s:333

47 Memiş, s: 61 48 Jawad, s: 151

(26)

Kudüs’ün Arap–Müslüman şehri olduğunu savunurlar. Irak’ta Şiilerce kutsal sayılan makamlar vardır. Bu ziyaret yerleri, Müslüman fakat değişik mezhep mensuplarının elindedir.49

Ortadoğu bölgesi genelinde hâkim olan politik yapı da İslam kaynaklı terörün önemli etkenlerinden biri durumundadır. Arap devletlerine baktığımızda temel sorun bu devletlerin Batılı yöneticilerden, emperyalistlerden kurtulduktan sonra “devlet” olma özelliklerini geliştirememeleridir. Bundan kast edilen, bölge genelinde halen koloniyal dönemin izlerini taşıyan elit yönetimlerin demokratik unsurlardan uzak yönetim tarzlarıdır. Demokratik organların, temsil mantığının ve politik kültürün var olmaması, bunların yerine otoriter, totaliter veya diğer demokrasi dışı baskıcı yönetimlerin var oluşu bölge genelinde politik anlamdaki boşlukları bazı aşırı İslami grupların doldurmasına yol açmıştır. Diğer bir deyişle, siyasal İslam, yönetici grupların oluşturamadıkları etkinliğin sonucunda gelişen bir oluşumdur.

Ortadoğu devletlerinde bu politik bozukluklar halkların baskı altında ezilmesi ve siyaseten temsil edilme mantığına uzak olması gibi nedenlerle daha da artmakta ve kaçınılmaz olarak kronikleşmeye başlamaktadır. Bunların yanı sıra, Ortadoğu’daki devletlerin rejimleri farklıdır. Bu farklılık Ortadoğu’nun uzun süre istikrara kavuşamamasında önemli ve sürekli bir rol oynamaktadır. Mutlak monarşiler, şeyhlikler, emirlikler, militarist ağırlıklı rejimler bölge ülkelerinin genel rejim özellikleridir. Çeşitli ülkelerdeki radikal akımların tutucu rejimlere karşı harekete geçmesine, Şiilik ve Sünnilik gibi mezhep kavgalarının da eklenmesiyle Ortadoğu’da uyuşmazlıklar iyice artmaktadır. Bu artışta, dış ideolojik tahrikleri ve emperyalist güçlerin kışkırtıcı tutumlarını göz ardı edemeyiz.50

Görüldüğü gibi politik yapının önemi aşırı İslami hareketler ve din bazlı çatışmalarda kritiktir. Politik kültürün oluşmayışının kökeni koloniyel dönem sonrasında hiçbir politik hak sunulmamış olmasına dayanmaktadır. Bu nedenle halk; her zamanki gibi eski aşiret, ağa veya kabile temelli bağlılıklarını sürdürmüş, ilerleyen safhalarda yeni arayışlar içine girmiş, artan tepkileri sonucunda bazı aşırı İslami grupları çıkış yolu olarak görmüştür.51

Mısır, Türkiye ve İran ve İsrail gibi çok partili demokratik sistemlere sahip ülkelerin yanında tek partili otoriter/totaliter rejimli Irak, Suriye gibi ülkeler de vardır. Diğer taraftan monarşiler (Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri) ve meşruti monarşiler (Ürdün) bölgenin

49 Memiş, s: 58 50 Kocaoğlu, s: 221 51 Kona, s: 5

(27)

siyasi coğrafyasında yerini almaktadır. Çok partili demokratik ülkeler de dâhil olmak üzere tüm Ortadoğu ülkelerinin siyasal yapısında halkın siyasal katılımı çok sınırlı durumdadır. Yöneticilerle halk arasında büyük bir kopukluk gözlenmektedir. Yöneticiler halktan çok Batı’nın etkisi altındadır. 52

(28)

2- ŞİA

2.1. Tanımı ve Doğuşu

Şia, Arap dilinde, genel olarak “taraftar, yardımcı, fırka, bölük” anlamında kullanılır. Kur’an’da da bu anlamlarda kullanılmıştır. Terim olarak Şia, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ali b. Talib ve Ehl-i Beytini halifelik için en layık kimseler olarak gören ve onları meşru halifeler kabul eden; Ali’den sonraki halifelerin de mutlaka onun soyundan gelmesi gerektiğine inanan toplulukların ortak adı olmuştur.53 Başka bir tanımla Hz. Muhammed’den sonra Hz. Ali’nin “nass ve tayinle” halife olduğuna inanan, “imamet”in kıyamete kadar onun soyundan gelen imamlardan olacağını ileri süren ve bu imamların masum olduklarını ileri süren toplulukların ortak adına Şiilik denmektedir.54

Şiaya göre Hz. Ali, Hz. Muhammed’ten sonra insanların en üstünüdür. Onun imamlık ve halifeliği Allah ve Resulü tarafından farz kılınmıştır. Başta Ali olmak üzere çocukları da imamete en yakın insanlardır. Tarihi olaylar göstermektedir ki, Şiilik en erken Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinden sonra siyasi bir temayül olarak kamuoyu oluşturmak açısından müsait bir zemine kavuşmaya başlamıştır. Bu acı olay Ali ve oğullarının haklarını aramak ve intikamlarını almak amacıyla girişilen bir takım siyasi olayların nirengi noktası olmuştur. Çünkü Hz. Hüseyin’in şehit edildiği 680 yıllarına gelene kadar, İslam dünyasında yaşayan Müslümanlar, Hariciler dışında ne Sünni ne de Şii idiler; onlar sadece Müslümanlardı. Hariciler Müslümanlar arasında katı bir saf İslam savunusu ile radikal İslam ya da militan İslam’ın savunucusu konumunda oldular. Haricilere∗ göre, Müslüman’ın imama uyması doğru olandı, ancak imam yoldan çıkarsa cemaatin ondan ayrılması gerekirdi.

Hariciler cahil çöl Araplarıdır. Öğrendikleri birtakım ayet ve hadislerin sadece günlük konuşma lisanındaki anlamını – o da Arap oldukları için anlarlar… Hiçbir bilgileri olmadığı gibi, yaşadıkları hayat şartları onları dar kafalı hale getirmiştir.55

Bütün Müslümanlar Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna inanırken Şia’nın bazı kolları Hz. Ali’nin tanrı olduğuna hatta tanrıdan daha yüksekte olduğuna inanmaktadır.56

53 Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, İlmi Neşriyat, İstanbul, 1994, s: 27 54 Şahin, s:40

Haricilerin büyük çoğunluğunu badiye (çöl) Araplarının teşkil etmesi, aralarında şehirde yaşamış olanların yok denecek kadar az bulunması fevkalade önemlidir. Asırlarca çölün sert ve sade şartlarında göçebe olarak yaşamış olan bedeviler, İslamın kentleşme, medeniyetleşme sürecinde ortaya çıkan yeni ihtiyaçları, kurumları, Kur’an ve hadislerin fıkıf gibi, din felsefesi gibi, sosyal bilimler gibi bilgilerle anlaşılabilecek derinlikli manalarını bilmiyorlardı. Şehir hayatının zengin karmaşıklığını, devlet kurumunun işlevlerini anlayamamışlar, bunları “İslamdan uzaklaşma” sanmışlar ve çöl hayatının şiddetini, yine çöl hayatının basitliği içinde sınırlandırdıkları bir din anlayışı uğruna harekete geçirmişlerdir

Şekil

Grafik 1: Ortadoğu Ülkeleri Şii-Sunni Nüfus Dağılımı
Grafik 2: Ortadoğu’da Cepheleşme
Grafik 3: Irak Petrol Sahaları

Referanslar

Benzer Belgeler

Grilled Lebanese Bread filled with minced lamb mixed with onion, tomato and pine seeds served with lemon wedges. Limon dilimi ile servis edilen soğan, domates ve çam fıstığı

Fakat hem Covid-19 pandemisi hem de Rusya-Ukrayna Savaşı sebebiyle ülke içindeki stokları muhafaza etmek ve iç piyasada fiyatları aşağıda tutmak için

· Irak Başbakanı Nuri El Maliki; içişleri bakanlığı bünyesinde; istihbarat ve güvenlik alanlarında eşgüdüm sağlamak amacıyla yeni bir araştırma birimi

Bu bağlamda, “Arap Baharı” sonrası Suudi Arabistan- Mısır ilişkilerinden yola çıkarak Mısır ile ilgili sorunların büyük yükünü Suudi Arabistan’ın

Şii ideolojik faktörü ile ilgili olarak, Irak’ın güç ya- pısı ve siyaseti içersindeki siyasi ve güvenlik ge- lişmeleri, Arap dünyasında ilk defa bir Şii hükü-

Arap devletlerin öne sürdüğü en temel koşul İsrail’in (sahip olduğunu resmen kabul etmese de, olmadığı yönünde güvence de vermediği) nükleer silahlarını ortadan

30 Nisan: ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ABD’nin arabuluculuk yaptığı İsrail ve Filistin arasındaki dolaylı görüşmelerin başlayacağını söyledi.. 30

Son bölümün üçüncü başlığı “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Türkiye”’dir. Bu kısımda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi analiz edilerek Türkiye’nin bu projedeki