+
________________________________
C U M A R T E S İ 28 Ş U B A T 1998
S A Y F A 24
K A LA B A LIK LA R
Günde 300 kişilik bir kalabalığı ağırlayan, yaklaşık 1.5 milyon materyali
barındıran Milli Kütüphane'de, en çok okunan kitapların ve insan davranışlarının
haritasını çıkarmak istedim. Gittiğimde okuma salonları yarı yarıya ama kantin
tümüyle doluydu.
Kantin muhabbetine göre
bu kısa bir teneffüstü
K
itap, sürekli yayın, afiş, harita, nota, ses kaydı gibi yaklaşık 1.5 milyon m ateryali barındıran Milli K ütüphane’de (MK) en çok oku nan kitaplan öğrenmek istedim. Dünya nın bütün ülkelerinde olduğu gibi bizde de b ir a ra ştırm a k ü tü p h a n e si olan M K'da araştırm acıların hangi konular üzerinde yoğunlaştığını merak ediyor dum. Böyle bir liste iyi bir ipucu olacaktı. Ne yazık ki MK'nın Üstesi, araştırmacılı ğın milli hasletlerimiz arasında olmadığı nı gösteriyordu:Ramazan Abay’m Muhasebe, Nuri Tortop’un Halkla ilişkiler. Emel Doğma- racı’nın Türkiye’de Kadın Haklan, Ham- za Eroğlu’nun Türk İnkılap tarihi, Enver Ziya K aral’ın Osm anlı Tarihi, R obert Resnick'in Fiziğin Temelleri, Şerif Mar din'in Türkiye’de Din ve Siyaset, Aziz Köklü’nün Makro iktisat, Bülent Berkar- da’nm AIDS Nedir. Histoloji ve Anatomi Atlası.
* Bunlar ana ya da yardımcı ders ki- taplanydı. Demek ki ziyaretçilerin çoğu ders çalışmaya gelen üniversite öğrenci leriydi. MK idaresi, acı gerçeği doğruladı: Yüzde 5’i araştırm a, yüzde 95’i ders çalış maya geliyordu.
A raştırm acıların çoğu doktora ve do çentliğe hazırlanıyor du. istatistikler onla rın da doçent olduk tan sonra kütüphane den ayaklarını kestik lerin i söylüyordu. P ro fe sö rle r hem en hemen hiç uğramıyor du. Lisans öğrencile rine gelince, özellikle sınav dönem lerinde büyük bir yığılma oluyor, içeri girm ek için kapıda uzun kuyruklar oluşturuyorlardı. Girenlerin tüm ünün de ders çalıştığını söylemek mümkün değildi. “Kafetarya müdavimle ri” yüzünden bir grup dışarıda kalıyordu.
MRftE
AKMAN
Milletin kütüphanesi
* Benim gittiğim gün kapıda kuyruk yoktu. Okuma salonları yan yanya ama kantin tümüyle doluydu. Kantin muhab betine takılanlara göre bu, kısa bir tenef füstü, birazdan derslerinin başına döne ceklerdi. idareye göre ise onların asıl amacı yeni arkadaşlıklar kurmaktı.
* MK’ya girebilm ek için öğrenci, devlet memuru ya da araştırmacı olmak gerekiyordu. Aksi takdirde içeri giriş kar tı verilmiyor, bu da zaman zaman sert tartışmalara yol açıyordu:
“MK, milletin kütüphanesi demek. Ben de bu milletin bir ferdiyim. Girmek en doğal hakkım.”
“Siz aynı zamanda halksınız. Neden halk kütüphanesine gitmiyorsunuz?”
Milli Kütüphane'ye, gelenlerin yüzde 95'i ders çalışmak için geliyor.
* Konuştuğum öğrenciler, halk kü tüphanelerin çok sıkıcı ve koşullarının sağlıksız olduğunu söylediler. Oysa MK ortamı insanın içini açıyordu. Bir bölümü okullarım bitirmişler, şimdi iş smavlarma hazırlanıyorlardı. Çalışmak için kütüpha neye gelmelerinin nedeni burada daha kolay disipline olmalanndandı. Öğrenim leri henüz sürenler ise üniversitelerde ders geçmek için kitapları satır satır ez berlemek gerektiğini, kimsenin onlardan araştırma beklemediğini, kütüphanelerin sessiz ortamının ezber için idea olduğu nu söylüyordu.
'Hiç kitap yok'
* Günde ortalama 300 kişilik bir ka labalığı ağırlayan MK’da insan davranış larının bir haritasını çıkarmak istedim. Kendi gözlemlerime okurların ve kütüp hane çalışanlarının gözlemlerini katarak oluşturduğum haritayı zihninizin duvar larına asıyorum:
* Kitapların adı, yazan, basım tarihi ve yeri gibi bilgileri içeren kartlann kon duğu çekmecelerde, aradığı kitabın kay dını bulunca, o bilgileri fişlere geçireceği ne, kartı tümüyle çekip kopartanlar var dı. Demek ki o kitabı kendinden başkası nın okumasını istemiyorlar, ya da “resto randa masa rezerve ediliyor da kütüpha nede neden kitap rezerve edilmesin” di ye düşünüyorlardı.
* Memur, kendisinden bir kitap iste yen okuru katalog kutusuna yönlendirdi. Adam kutuyu açtı, kartları karıştırdı son ra büyük bir hayal kırıklığı içinde banko ya dönüp, “Orada hiç kitap yok” dedi. Düşündü: O daracık kutulara bir kitabın girmeyeceğini bilmiyorlar mıydı? Yoksa memur onunla dalga mı geçiyordu?
* Kitap istek fişi yazımındaki dikkat
sizlikler bir yana, bir de bilgisayar kor kakları vardı. Ü rkek ürkek etraflarına bakınıyorlar, tuşlara basmaya çekiniyor lardı. Ekrandaki açıklamaları okumak akıllarına gelmiyordu.
'Salonda üşüyoruz'
* Kitaptan sayfa koparanlar: Tabii fo tokopi çektirmek çok zor iş, ne yapsın adam? ö te yandan Telif Hakları Yasası gereği bir kitabın tümünün fotokopisinin çektirilmesi yasak. Ne mi yapıyorlar? Ki tabın önce yarısını, 10 dakika bekleyip sonra öteki yarısını çektiriyorlar.
* Gazeteden resim kesenler. Eskiden Tan Gazetesi’nin “kadınları” revaçtaydı. Şimdi Tan’ı aratmayacak resimleri he men her gazeteden bulabiliyorlar. Cebin de çıplak kupürlerle yakalananların en sonuncusu bir ilkokul öğretmeniydi. Ba zıları da ansiklopedilerin Atatürk mad delerini kesiyordu. Aşkolsun! Atatürk
çülüğün bu kadarı olur!
* Kitap çalanlar. Suç aletleri de pal tolarıyla çantalan.
Son olarak anatomi atlası bir tıp öğ rencisinin pardösüsüne sarılmış olarak bulundu. Bir başka öğrenci kapıdan çı karken yakalanmamak için “ödünç aldı ğı” kitapları pencereden aşağı attı. Ama o kapıdan çıkana kadar, bahçıvan pek de biçilecek çimene benzetemediği kitapları yukarıya getirdi. Oysa dünyanın hiçbir yerinde kütüphaneye pardösü ve bont çantayla girilmeyeceğini o zamana kadar öğrenmedilerse, giriş kartları ve diğer pa noları okuyarak bu eksiklerini giderebi lirlerdi.
“Paltoyla almıyorsunuz ama üşüyoruz salonda.”
“Salon 22 derece. Çok normal. Hare ketsiz olduğunuz için üşüyorsunuz”
35 bin kitap...
* Hırsızlığı önlemek için en çok kul lanılanlardan başlamak üzere kitaplara manyetik bantlar yapıştırma işlemi başla mıştı. 35 bin kitap, çalınamaz hale gel mişti. ODTÜ Kütüphanesi’nden çaldığı kitapla MK’ya gelme gafletinde bulunan öğrencinin böyle bir yararı olmuştu.
* Kızlarla delikanlar bazen kendileri ni kütüphanede değil de parkta ya da gondolda zannediyorlardı. Tamam, aşk zaman ve mekan tanımıyordu ama kız ar kadaşını önce kucağına sonra sırtına alıp gezdirenler, diğer okurlarda konsantras yon bozukluğu yaratıyordu. Çiftlerden bazıları zaman olarak geceyi, mekan ola rak karanlık koridorlar ya da arka sıralan seçiyorlardı ama hararetli öpüşmeleri gö revli memurları şaşırtıyordu. Laf söyle meye de gelmiyordu:
“Ne yani. Nişanlımı öpemez miyim? Gerici misiniz nesiniz!”
* Okuma salonunun sessizliğini ba zen de yaramaz cep telefonlan bozuyor du. Hay Allah, yine kapamayı unutmuş lardı. Eh çaldığına göre açılacaktı.
Açılın-Kütüphaneden ayrılırken, depoda bekleyen binlerce yıllık el yazması 1 milyon kitaba el salladım.
ca konuşmamazlık yapmak olmazdı. Sü kunetin ırzına bir kez geçildikten sonra bir yandan konuşm a sürdürebilir, bir yandan da koşarak salondan çıkabilirler di. Aynı anda, ayak seslerinin ders çalı şanların beyninde davul çaldığını tabii ki duyamazlardı.
Kantin pahalı...
* Bazıları için kantin pahalı geliyor du. Evden yemek getirip kantinde yeme izni yoktu. K ütüphane koridorlarının öğlen saatlerinde ekmek arası köfte ve lahmacun kokması kaçınılmazdı.
* MK’nın çok zengin el yazması na dir kitap kolleksiyonu var ve her geçen gün yeni alımlarla daha da zenginleşi yor. Kitabın değerine göre bazen mil yarlık alımlar yapılıyor. Eline iki satır eski yazı geçenler, zengin olma hayalle riyle buraya koşuyor, inceleme komis yonu, getirilen belgenin para etmediği sonucuna varınca öfkeleniyorlar. Bazı “etkili” kişileri araya sokarak, “bir de siz in c e len irsen iz” diyorlar. O nların zengin olma düşlerini kıran o kağıt par çalarında herhangi bir dua yazılı olabili yor. ö t e yandan Osmanlıca kaynaklar üzerinde tarih araştırm aları yapanları, bazı kütü p h an e m üdavim leri “Kuran okuyor” sanıyor.
* MK’ya hiç gelmeseler bile özel ilgi lerini buradan esirgemeyenler de var. Evinin pencereleri MK’ya bakan bir ha nım, binanın dış cephesinin rengini be ğenmediğini, özellikle geceleri çok kötü durduğunu, bu durumun canını sıktığını söylüyor ve “ya ışıklandırın ya da pembe ye boyayın” isteğinde bulunuyor. Bir baş kası telefonla müdürü arıyor ve gazete deki hediyeli bulmacayı çözerken takıldı ğı bir kelimenin bir zahmet onun için araştırılmasını istiyor. Kelime bulunuyor, binanın ışıklandırılmasına karar veriliyor.
* Ben m erkezciler: H afta sonları d e p o d a n k ita p çıkm ıyor. A m a bazı okurlar kütüphanenin düzeninin kendi çalışma tempolarına göre ayarlanmasını istiyorlar. En son bir doktor, Pazar günü depolan açtırmakta direndi. “Ben iste diğim an kitap çıkmalı” diyordu. Pazar tesi işi vardı gelemezdi.
* Bu grubun bir başka türü de, dışa rıya kitap verilmemesini kınıyor, kitabın istediği anda çıkmasını istiyor, beklemeye dayanamıyordu. Ama günde 2000 kitap lık sirkülasyona yetişecek personel yoktu. Bir defada üç kitap verilebiliyor, beş ki tap isteklerine cevap verilemeyince ban koları tekmeleyenler çıkıyordu. “Ben
bu-'AM A
KİTAP YO K'
Memur, kendisinden bir kitap isteyen okuru katalog kutusuna yönlendirdi. Adam kutuyu açtı, kartları karıştırdı sonra büyük bir hayal kırıklığı içinde dönüp, "Orada hiç kitap yok" dedi.raya 759 kitap bağışladım. Nasıl çıkar mazsınız istediğim kitapları” diye bağırı yordu adam.
* 170 kişilik kadronun ancak 20’si kütüphanecilik mezunuydu. 8 yıllık me murlar 50 milyon lira alıyordu. Odacı nın da maaşı buydu. Bilgisayar vardı ama bilgisayarcı yoktu. En az 10 uzma nın işini 4 bilgisayar mezunu yapmaya çalışıyordu. Verilen ücret çok düşük ol duğundan kimse MK’da çalışmak iste miyordu. Buraya bir “sürgün yeri” ola rak gönderilenler de vardı. Bu adamlar parm aklarını kıpırdatmıyordu. O nlara iş yaptırılamadığı gibi işten de atılamı- yordu. En fazla verilebilecek ceza ma aşlarının sekizde birini kesmekti.
Basılan her kitabın bir nüshasının bu k u ru m a g ö n d erilm esin i ö n g ö ren Derleme Kanunu 1934 tarihliydi. Ka nuna m uhalefetin cezası ise 50 bin li raydı. Bu yüzden gelmesi gereken ki taplarda yüzde 20 kaçak oluyordu.
MK’nın aynı zamanda Türkiye için son derece önemli olan makaleler bibli yografyası ve benzeri pek çok değerli çalışm alar yaptığını devlet unutm uşa benziyordu.
350 bin kişi...
* N eyse ki o gün k ü tü p h a n e d e Londra üniversitesi öğretim üyelerin den Michael Rogers gibi İznik çinilerini araştıran tarihçiler, Atıf Kahraman gibi emekli yüzbaşı ve spor tarihi yazarları,
Kamil Şahin gibi araştırmacı yazarlar, A tik A slan gibi b aşk an lık sistem ini araştıran sosyologlar, Naci özg en gibi sanat dergilerine tutkun emekli doktor lar, Ferhat özcan gibi yazar olmak iste yen bu yüzden beyni ve gönlüne birikim yaptıran gençler, B etül B aşaran gibi Osmanlı tarihine gönlünü kaptıran Bil- kentliler de vardı. H er biri dış zamanı unutm uş, başlarını göm dükleri kitap larda kendi özel zamanlarına dalmıştı.
* Geçen yıl MK’ya 350 bin kişi gel di. Çoğunun amacı ders çalışmak da ol sa iyi ki gelmişlerdi. Yoksa kütüphane çok yalnız kalacaktı. Yalnızlık, bir dev letin milli kütüphanesine hiç yakışma yacaktı. Ayrılırken, o binlerce yıllık el yazması eserleri düşünüyordum . Deri sayfalarında hayvanın tüyleri bile du ran, her santim etrekaresine göz nuru işlemelerin döküldüğü o sevgili kitapla rı hayalimde okşadım. Ve her biri biner metrakarelik 24 depodaki 1 milyon ki taba el salladım.
FOTOĞRAFLAR: MUSTAFA PEKCAN
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi