T a n er’i
Y en id en
OKTAY
O k u rken ...
AKBAL
Geçen gün Mehmed Kemal'le konuşuyorduk. Otuz yıl önce yayınlandığında büyük gürültü ko paran bir şiir kitabının yeni baskısını okumuş, be ğenmemiş. Oysa o günlerde bu kitap nasıl da İlgi uyandırmıştı! ‘O günlerin öykülerini okurken bu gün de hoşlanıyorum, beğeniyorum, çoğu kez şiir lerde öyle olmuyor' dedi. Haldun Taner’in yeni basımları yapılan öykülerini örnek olarak göster di. Eskimemişler, tazeliklerini sürdürmüşler. Otuz yıl önce de ilgiyle okunuyorlardı, bugün de okunu yorlar.
Kimi şiirler, kimi öyküler öyledir. Belirli bir güncellik değeri ağır basar; siyasal tutumların katkısı da vardır. Yüreklilik, atılganlık, kimi ko nuları işlemekte öncülük, bir yazan, bir şairi o günlerin etkin sanatçısı yapar. Sonra geçip gider bunlar, şiir, öykü, roman sanatsal açıdan çırılçıp lak kalıverir, okudunuz mu yeniden, ‘a bu muydu o beğendiğim yazılar, şiirler’ dersiniz.
Haldun Taner’in tükenmiş, satışta bulunmaz olmuş öyküleri Bilgi Yayınları’nda çıkıyor. ‘Yaşa sın Demokrasi’, T u ş’, ‘Şişhaneye Yağmur Yağı yordu’ ile ‘Ayışığında’ , ‘Çalışkur’ iki cilt halinde basıldı, öteki kitaplar da bunlan izleyecek, kısa bir süre sonra Haldun Taner'in ‘Bütün öyküleri’ yazmsever okurların kitaplıklarında yerini ala cak... ‘Bütün’ şiirleri, öyküleri, denemeleri topla yan kitaplar hem tutuluyor, hem aranıyor, hem de değerli bir belge olarak geleceğe kalıyor. Taner gi bi yazınımızın sevilen, ünlü bir yazarının ‘Tüm Yapıtlan'nın belirli bir yayınevinde çıkması ger çekten sevindiricidir.
Taner’in bu kitaplarını yeni baştan oku dum. Pek çok öyküyü ‘eskimemiş’ buldum. Aradan geçen otuz yıl içinde belki de daha da değerlen miş, tad ve anlam kazanmışlar.. ‘Allegro Ma Non Tropho’, ‘Konçinalar’, ‘Kızıl Saçlı Amazon’, ‘Eller’ gibi öykülerini örnek göstermek isterim. Taner ‘kendine özgü’ bir öykücüdür. Klasik denilebilecek öykü türüne yatkın, ama kendine vergi ‘humour’ gücünden yararlanarak apayrı bir kişilikle yazın dünyamızda yerini almış bir sanatçı...
İkinci kitabı, Tuş’ (1951) yayınlandığında ‘Yeditepe’de düşüncelerimi belirtmiş, ‘özgün’ bir öy kücü ile karşılaştığımızı belirtmiştim. ‘Şişhaneye Yağmur Yağıyordu’ (1953) konusunda ‘Vatan’da çıkan yazım ise yanlış tepkiler yarattı. Bu yazıda, Haldun Taner’in magazin öykücülüğü ile ‘sanat’ öykücülüğü arasında tehlikeli bir yol tutturduğu nu belirtmiştim. Büyük yığınların beğenisine uy manın, çabuk alkış toplamanın aldatıcılığı üzerin de durmuştum. İyiniyetli bir uyarıydı bu, ‘iyi’ bir öykücünün 'sanat' çizgisinde başarı kazanması is teğinin sonucuydu, ama yanlış anlayanlar oldu.
Sonra Taner tiyatro alanına geçti, çok beğe nilen, çok tutulan oyunlar yazdı, ardından da Ka bare Tiyatrosu türünün öncülüğünü yaptı, hem yazar, hem yönetici olarak... Kurduğu tiyatro bu gün de yaşamakta, Kabare oyunları halk tarafın dan tutulan bir tiyatro türü... Güncel konuları işleyen, ince bir humour'la gerçekçi yaklaşımların, saptamaların kendini duyurduğu bir tür... Ne var ki bunları seyreder, güler, etkilenir, sonra unu tursunuz. Oysa sanatsal değer taşıyan öyküler ara dan otuz-kırk yıl geçmesine karşın gücünü korur, yaşamasını sürdürür. Kuşaktan kuşağa kalır. 1953’ te ‘Şişhane...’ kitabındaki öyküler üzerinde yaz dığım yazıda belirtmek istediğim de buydu.
Son ‘Milliyet Sanat Dergisi’nde Haldun Taner’ le Zeynep Oral’ın bir konuşmasını okudum. Ken disi ve sanatı hakkında ilginç düşünceler belirtmiş. Taner, öykücülüğe, daha doğrusu yazarlığa genç lik çağının son yıllarına doğru başlamıştır. îlk kitabını otuz altı yaşında yayınlamıştır. Bundan bir şey çıkmaz, yaşla sanatın pek bir ilgisi yoktur; adam vardır on beşinde başlar, bir şey olamaz, adam vardır altmışında bir roman yazar, yazma mal olur. Tam tersi de olasıdır. Ne var ki, Taner’ de yanlış bir izlenim oluşmuş; diyor ki: ‘ ...Küçük bir edebiyatçı zümresi, çoğu yazı yazmaya 15 ya şında başlamış olmanın ve Beyoğlu’ nun dumanlı kahvelerinde sayısız tartışmalara girişip mesleğin kahrını çekmiş olmanın kuruntusuyla, edebiyata sonradan giren bu yeni yazara ilk başta pek dost ça davranmadılar. Sanatta da tapu ve kadastro idaresinde olduğu gibi kıdemi ön planda tutuyor lardı.’ Bu noktada Taner’in yanıldığını söylemek isterim, ben de çok genç yaşta yazın dünyasma girmiş olanlardanım, ama hiçbir zaman 36 yaşın da ilk kitabım çıkardığı için Taner’i ya da onun gibi bir başka yazarı küçümsemiş değilim. Kitabın dan 1953’de övgüyle söz edişim bunun kanıtıdır. Aradan geçen otuz yıldan sonra Taner’in öy külerini bir kez daha, aynı tadı duyarak okurken bütün bunları anımsadım.