5 AĞUSTOS 1995 CUMARTESİ
CUMARTESİ YAZILARI
ATAOLBEHRAMOGLU
Nâzım'ın Mezarı
Nâzım Hikmet yaşamı boyunca tartışılan bir insan
oldu. Şiiri, ideolojisi, özel yaşamı tartışıldı. Bu tartış malar şimdi de sürüyor. (Şiirinin büyüklüğü konusun da herkesçe görüş birliğine varılmış gibi. Fakat ben bu şiirin herkesçe anlaşılmış olduğundan kuşkulu yum.) Ölümünden sonra tartışmalara bir yenisi ek lendi: Mezarının yeri. Nâzım’ı sevenler mezarının ken di ülkesinde olması gerektiğini söylüyor. Ülkenin bu günkü kanşık ve güvenilmez ortamında bu mezarın Türkiye’ye taşınmasının doğru olmayacağını haklı olarak söyleyenler var. Sağcı kesimden de çeşitli ve farklı görüşler ileri sürülmekte...
★ ★ ★
Bütün insan toplumlarında, bütün kültürlerde me zarlar, ölümden sonra da yaşamda kalma arzusunun anlatımıdır. Mısır piramitlerinden Orta Asya kurgan larına, ölünün yakılarak küllerinin bir nehre savruldu ğu geleneklere kadar, bütün bu ölüm sonrası uygu lamalarda, farklı biçimlerde de olsa, ölümden sonra yaşamda kalma arzusunun (ya da inancının) anlatı mı vardır... Artık yaşamayan bir insandan geriye ka lan fiziksel kalıntının ne olacağının, bu kişi insanlığın yetiştirdiği büyük bir değer ya da genel olarak top- lumca önem verilen bir kimseyse, toplumsal, siyasal anlamlar taşıması da doğaldır. Nâzım Hikmet için söz konusu olan budur.
★★★
Gördüğüm mezarlar içinde beni en çok etkileyen ya da tek etkileyen, romantik Fransız yazarı Chate-
aubriand’ın, doğduğu kent Saint-Malo’da, Manş
Denizi’nde, kıyıya çok yakın bir deniz mağarasında ki mezarı olmuştu... Mezarın kendisini görmedim; fa kat mağaraya çarpan dalgalar, romantik bir ruha uy gundu... Kıyıda, mezar-mağaranın tam karşısında bir de anıtı vardı Chateaubriand’ın... Ve çok yıllar önce, bir otobüsle Anadolu bozkırını geçerken, yan yana oturan iki köylü delikanlısından birinin söylediği tür künün (o zamanlar teyp ya da televizyon yoktu oto büslerde, “walk-men” de henüz icat edilmemişti; in sanlar türkü ya da şarkı söylerlerdi) sözleri aklımdan hiç çıkmadı:
Eğer benim vâdem erken gelirse Açık koyun mezarımın üstünü...
★★★
Arapça kökenli “mezar” sözcüğü, yine Arapça “zi
yaret” sözcüğüyle türdeştir. Yunus’un şiirlerinde de
geçen Türkçe “sin” (çukur, oyuk) ya da günümüzde Türkçe karşılık olarak önerilen “göm üt" sözcükleri nin böyle bir anlamla ilgisi yok. Olması da belki zo runlu değil. (İngilizce “grave", kazmak anlamındaki
“grafan"dan geliyormuş... Bu konuda, başka birçok
konuda olduğu gibi, dillerde ve yüzyıllarda kökenbi- limsel bir gezinti ilginç sonuçlar verirdi. Çünkü böy- lece, değişik zamanlarda değişik insan toplulukları nın çeşitli kavramlara ve olgulara yaklaşımlarını se zinleyebiliriz...)
Bir taş parçasında, toprak bir tümsekte, bir mozo le ya da bir sarayda, bir zamanlar canlılığına doku nulmuş ya da hayal edilmiş bir insanı aramak boşu nadır. Bu kavramlar gelecekte de tartışılacak; “me
zar” kavramı ve olgusu da bütün kavramlar ve olgu
lar gibi anlam ve biçim değiştirecek, ölüm ve sonra sının bugün algıladığımız “manevi" anlamı köklü de ğişimlere uğrayabilecektir. Bunun örneklerini (organ bağışı vb.) bugünden görmekteyiz...
★★★
Nâzım Hikmet “ Vasiyet” adlı şiirinde, Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmek istediğini, üstüne de bir çınar ağacı dikilirse “taş maş” da istemediğini söylüyor... Bu sözler, bu istek yeterince açık... Fakat diriye de ölüye de pek fazla saygısı olmayan bir or tamda, Nâzım Hikmet’in mezarı konusunda tartışma ve polemikler, insanca anlamlarından giderek boşal tılmakta, güncel siyasetin kıskacına girmiş görün mektedir.
★★★
Halk insanlarının mezar ziyaretlerinde dinsel-ma- nevi anlamlar kadar, bu dünyaya dönük anlamlar, bu dünyadaki yaşamı zenginleştirici anlamlar ve amaç lar da vardır. Aynı şeyi aydınlarımız için söyleyebilir miyiz? Bir deneme yapalım: Sağdaki aydınlanmızdan kaç tanesi, sözgelimi Mehmet Akif’in mezarının ye rini biliyor ve bu mezarı sadece "ideolojik" amaçlar la değil insanca duygularla da ziyaret etmiştir? Aynı soruyu, birçok şairimizin, yazarımızın, düşünce ya da siyaset insanımızın (kimileri çoktan kaybolmuş) me zarlarıyla ilgili olarak, sağda olmayan aydınlarımıza da yöneltebiliriz... (Sözgelimi, Reşat Nuri Günte- kin ’in ya da Ömer Seyfettin’in mezarlarının nerede olduğunu bilenimiz var mı?) Kendimize bu sorulan sorabildiğimiz ve yanıtlarını verebildiğimiz bir top lumsal düzeye gelindiğinde, Nâzım Hikmet’in “ Vas/yef”inin yerine getirilmesi güç olmayacaktır...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi