• Sonuç bulunamadı

Fikret Muallanın ölümünün onuncu yılında

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fikret Muallanın ölümünün onuncu yılında"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

< \

%>■% M

TT-

^ $ '1 2 3 $

DÜŞÜNFNLERİN DÜŞÜNCELERİ

i

Fikret Muallâ'küçük yaşta sakat kalmanın, Ispan­

yol nezlesinden ölen annesinin kendi yüzünden

öldüğünü sanmanın bunalımı ve öteki aile sorun­

larının birikimi ile başladığı hayat kavgasından,

yenik çıkmış bir kişiydi. Bir yanardağa benzeyen

ruhu zaman zaman lâv püskürür, sonra sönerek

sükûnete kavuşurdu. O, aç kaldığı günler bile tok

gibi fırça kullanmıştır. Paris'in Almanlar tarafın­

dan işgal edildiği yıllarda hiç kâğıt bulamayınca

gecenin karanlığından yararlanarak yırttığı duvar

afişlerinin temiz kalmış bölümlerine yaptığı kü­

çük küçük guaşları, yediği yemekler karşılığında

lokantalara para gibi verdiği de olmuştur. Muallâ,

bir anlamda Türk Van Gogh’u idi, Paris’teki ünlü

sanat eleştirmenleri ise Muallâ'yı Toulouse Laut-

rec’e benzetirler. Ne var ki, o hiç bir zaman hiç bir

ressamı taklit etmedi. Kendi çığırını, kendi yarattı.

Çizgi ile boyayı ayırdı. Gözalıcı renklerle şakacı,

güldürücü, düşündürücü tipleri yaşattı. Konu ola­

rak hep insanları, daha çok Parislileri seçti. Ku­

marhaneler, gazinolar, meyhaneler, sokaktakiler,

kısacası Paris’in biraz da aşağı tabakası olanca

renkliliği ile yapıtlarına yansıdı. Muallâ en olgun

çağını, 29 yılını Paris'te geçirmiştir. Sağlığında

yurda getirilemeyen Muallâ’nın ancak öldükten

sonra değerinin anlaşılması acı ve ders vericidir.

9

Fikret Muallamn ölümünün

R

ESİM dâhisi Picasso, güzel bir tablosunu,

O’na hediye etmişti, Fikret Muallâ da, bir

tablosunu Picasso’ya satabilecek kadar

kendisini kabul ettirmiş bir ressamdı. Renklere

renk katan bu usta ressam, dünyada meşhur ola­

cağım bilmeden, şöhretinin zerresini tatmadan,

Alp dağlarının tenha bir

onuncu yılın d a ..

yıl önce

1967’de)

köyünde, on

(19 temmuz

ölmüştü.

Türk ressam ı Fikret M uallâ, bu gün , ça ğ d a ş dünya sanatının büyük isimlerinden biri sayılıyor.

Usta fırçasının yarattığı tipler ve tatlı renklerle Pa­ r is'i büyüleyen Fikret Muallâ, öldükten sonra, sa­ nat dünyasının duvarlarına adı çivilenen ünlü bir ressam oldu.

E fsan eleşm eye b a ş la ­ yan - ileride dalıa da efsa­ neleşecek olan - Muallâ'nın ucılı bir yaşamı var. Fakat hikâyesi bu sütunlara sığ­ maz İl).

ölümünün her yıldönü­ münde, onunla yıllar süren yazışmalarımızın, sohbetle­ rimizin anıları gözlerimin önünden bir sinema şeridi gibi kayar. Arşivimdeki mektuplarına, fotoğrafları­ na, dokümanlarına ve çalış­ ma odamı süsleyen tablola­ rına baktıkça, onun bitkin mimikti çehresini görür, ha­ yattan küskün isyankâr hıçkırıklarını duyar gibi olurum.

YANARDAĞ GİBİ...

H ırçın, saati saatine değil, saniyesi saniyesine uymayan bu sanatçıya, bir zamanlar, çevresinin dudak bükerek verdiği sevimsiz bir ad vardı: Deli ressam! O. gerçekten bir deli miydi? Yoksa bu kavramın çok ötesinde, coşkulu ve ateşli bir zekânın sahibi miydi? Zaman zaman, ona cinnetin tok m ağın ı çaldırtan iç bunalımının nedenlerine, derinliğine inilmiş miydi? Fikret Muallâ alın yazısı olarak küçük yaşta sakat kalmanın, İspanyol nezle­ sinden ölen annesinin kendi yüzünden öldüğünü sanma­ nın bunalımı, öteki aile so­ runlarının birik im i ile ba şladığı katı h ayat kavgasından yenik çıkmış bir kişiydi. Bunda, talihsiz­ liğ i yan ında, serüven- severliğinin de rolü vardır. Bu açıdan da hayat lo­ komotifini temelli raylara oturtamamıştı.

Bir yanardağa benzeyen iç dünyası zaman zaman lâv püskürür, sonra sönerek sükûnete kavuşurdu. Ara- sıra karakolların, hapisha­ nelerin, akıl hastanelerinin konuğu olu şu , bu y a ­ nardağın alev sa çtığ ı dönemlere rastlar. Sükûne­ te erişmesi ya hıçkırıklarla saatlerce ağlayarak ya da fırçasından tuallere a k ­ tardığı boyalara içindeki alevi karıştırmak suretiyle olurdu...

Gençliğinde, İstanbul'un ünlü akıl ve ruh hastalıkları profesörü Dr. Mazhar O s­ man ile, Fransa'daki tanın­ mış otoriteler Fikret Muallâ'nın çok yönlü kor­ kunç feveranları üzerinde durmuşlar, onun,- idaresi

‘ Y A Z A N :

Taha TO R O S

[ Y a z a r ]

ra ağladığı görülürdü.

POLİS KORKUSU.

güç, lâkin bir "sanatçı” olduğunda birleşmişlerdir. Bunalımlarında sanatının, sanatında da bunalımları­ nın büyük payı bulunduğu­ nu belirterek, resim sana­ tında özlediği çalışma düze­ yine girm esiy le, huzura kavuşacağını savunmuşlar­ dır.

T a ş k ı n l ı ğ ı n a , b o l küfürlerine karşın Muallâ,

yeri.ıe göre şair, edip, hatta değme mizah yazarlarına taş çıkartan nükteleri ve çe­ lebi hâli ile hem sel suyunun coşkunluğuna, hem göl su­ yunun durgunluğuna ben­ zerdi. Aynı dakikalar içeri­ sinde çelişkili tutumlarına rastlan ırdı. Bir dakika öncesi kahkahayla güler­ ken, bir dakika sonra - geçmişe ait acı bir olayı a- nımsayarak - hıçku-a

hıçkı-Fırtınalı, patlamalı bir yaşantı içerisinde yarının­ dan korkan, içi kuşkularla dolu bir kişiydi. Polis ve ca­ sus fobisi onu. ürkek bir in­ san y a p m ıştı. Bâzan kavgacı, hatta dostlarını bile kıran dengesiz sözleri olurdu. Farkına varır var­ maz, yalvnıarak özür diler, hastalığına bağışlanmasını isterdi. Dostları onun bu hallerini • genellikle idare ederler - hoşgörüyle karşı­ larlardı.

Baş düşmanı polislerdi! Üniformalı bir polis görün­ ce ya üstüne atılır ya bir boş şişe fırlatarak kaçardı. Bunan nedenleri vardı. İstanbul’dayken polisten,' Paris’teyken hem polisten, hem otel, lokanta ve kahve garsonlarından az dayak yem em işti! Bu açıdan polislere karşı antipatiği, ölümüne kadar, bilinçalnn- da, kapanmayan bir yara olarak sürüp gitti.

renklerle şakacı, güldürücü, düşündürücü tipleri y a ­ şattı. Konu olarak hep insanları, daha çok Pa- ris’tekileri seçti. Kumarha­ neler, gazinolar, meyhane­ ler, sokaktakiler, kısaca Paris'in biraz da aşağı ta­ bakası, olanca renkliliğiyle yapıtlarına yansıdı. Bunlar arasında, bir kadeh şarap k a r ş ı l ı ğ ı n d a y a p ı p garşpnLara verdiklerine bugün değer biçmek pek güç...

DEĞER BİLMEK

RESİMDEN HİG

VAZGEÇMEDİ

Muallâ, yaşamı boyunca, iki şeyi sevdi ve gözleri ka- panıncaya kadar bunları sürdürdü: İçmek ve resim yapmak!

Ne para, ne unvan hiç bir şeyde gözü yoktu. Kendisi­ ni m ethetm e veya

methettirme hastalığına tu- . ı - — zır;_____ ,____ tutmadan, şöhretten uzak. - )ül Fikret Muallâ n iç âleminin dünyasında ya- '

şadı. Tasarruf bilmezdi. Sabahleyin eline bin lira verseniz, akşama tek lira­ sını bulamazdınız!

Tablolarını yok pahasına satar, günlük rızkını çıka­ rırsa, yeterli görürdü. Fa­ kat, hergün resim yapardı. A ç kaldığı günler çok olmuş, fakat tok gibi fırça k u l l a n mı ş t ı r . P a r i s ’ in Almanlar tarafından işgali yıllarında kâğıt bulamayın­ ca, duvarlardaki afişleri, gecenin karanlığından faydalanarak, gizlice yırtar, temiz kalmış bölümlerini makasla keserek, küçük küçük yaptığı guaşları, ye­ diği yemekler karşılığında, lokantalara para yerine ve­ rirdi.

Yersiz kaldığı gecelerini parklarda, metrolarda y a­ tarak geçirmiştir. Fakat, hiç bir zaman fırçayı elin­ den bırakmamış, içindeki

sanat , ateşi sa yesin d e, I. ! ■ ■ . içindeyken■ varolma Ve direnme gucunu u_**ı rı_ı. y i t i r me mi şt i r. E ğ e r

Muallâ'da böylesine bir sa­ nat tutkusu olm asa yd ı, 1947 yılında siroza ya­ kalandığı zaman, 20 hafta­ lık bile ömrü kalmadığını söy ley en dok torla rı y a ­ lanlayarak daha 20 yd yaşayamazdı!

ONUN İNSANLARI.

Fikret Muallâ, Türk Van Gogh'u idi. Paris'teki ünlü s a n a t e l e ş t i r i c i l e r i , M u a l l â ’ y ı T o u l o u s e Lautrec’e benzetirler. Ne var ki, Fikret Muallâ, hiç bir zaman, hiç bir ressamı taklit etmedi. Kendine özgü çığırın ı kendisi y arattı. Fırçasının boy ay la u y u ­ munda, usta parmakları büyük rol oynadı. Çizgi ile b o y a y ı ayırdı. G özalıcı

Fikret Muallâ, daha çok Parislilerin ressamı oldu. Fin olgun çağını, 29 yılını orada geçirdi. Bu bakımdan Türk tiplerine ve Türk esprisine yönelik eserleri pek azdır. B iz, Fikret M u a l l â ’ yı T ü r k i y e ’ ye döndürüp kazanamadık. Ama o, gurbet ellerde fırça­ sıyla Türklüğünü doruğa çıkardı.

S a ğ l ı ğ ı n d a y u r d a getirilemeyen Muallâ, an­ cak ölümünden sonra düşü­ nüldü. Kemikleri Türki­ ye’ye getirildi. Eserleri ile ünü orada kaldı.

Sağlığında değerini bile­ mediğimizi gurbette el eline muhtaç bıraktığımızı, ölün­ ce ve üne kavuşunca ha­ tırlayabilmek, sanatsever Türk toplumu için, ne ka­ dar acıdır.

Bu tipten sanatçıları öldükten sonra değil, ya­ şarken değerlendirmeli ve bu yeteneğimizi güçlendir- meliviz.

ın ya­ şam öyküsü şöyle özetlene­ bilir:

İsta n b u l'u n so y lg bir ailesinden geliyor. Babası ile iki dedesi -Cumhuriyet devrinde tarihe karışan- Osmanlı borçlarının bir tür mu h a s e b e s i n i y a p a n Düyun-u Umumiye'de ça­ lışmış aydın kişilerdi. Fik­ ret Muallâ, bu müessesenin personel müdürü Ekrem (Saygı) ile Nûber hanımın 1903’te doğan çocuklarıydı. Bazı yayınlarda Fikret M uallâ'n ın doğum unun

1904, hatta 1905 olarak gösterilmesi hatalıdır. Aile­ de kız özlemi ağır bastığın­ dan. ona, biraz da kadın adına benzeyen Muallâ adı­ nı koydular. Hatta 5 yaşma kadar, saçlarını kestirme­ den, bir kız çocuğu gibi bü­ yüttüler.

Fikret Muallâ, Galatasa­ ray L isesi'n d e okurken futbolda ayağını kırarak sakat kaldı. Bunun ezikliği annesini kay­ betti. Onda ilk sinir krizleri bu yıllarda başladı. Mütarekenin kara günlerin­ de - m ühendislik tahsili için - İsviçre'ye gittiğinde 16-17 yaşlarındaydı. İsviç­ re’de bir yıl kaldıktan sonra Almanya’ya geçti. Berlin Güzel Sanatlar Akademi- si’nde 6 yıl süren eğitimini pekiyi dereceyle bitirdi. Avrupa’daki tahsili sırasın­ da Mısır Hidivinden, Mısır prens ve prenseslerinden burs aldı, yardım gördü. Kısa bir süre, Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki h ocası - ünlü tarihî tablolar ressam ı P rof. A r ta r K a m p f’ m a sis­ tanı oldu . '1927 yılının

başında, sanat ufkunu ge­ nişletmek amacıyla Ber­ lin’den Paris'e gitti. Bu yı­ lın sonunda ve 1928 başla­ rında G alatasaray Lise- si'nde resim öğretmenliği yaptı. Bir ihtilaf yüzünden istifa etti. Daha sonra Ayvalık'ta resim öğretmen­ liği yaptıysa da geçimsizliği nedeniyle buradan da ayrıl­ dı. Çok nazik bir insan olan babası Ekrem beyle, üzücü kavgaları oldu. Müşahade altına alındı. Son olayı, Beyoğlu’ndaki bir meyha­ nede yaptığı konuşmadır. Yakın bir arkadaşının ihba­ rı üzerine tutuklandı. Ünlü asabiye doktoru Prof. Maz­ har O sm a n ’ ın olaya elkoymasıyla hapishaneden kurtuldu. Bakırköy Akıl H astanesinde Neyzen Tevfik'in odasında uzun süre yattı. 1938 yılı sonun­ da -babasının ölümüyle mi­ ras olarak kalan evi sutıp- "ver elini Paris” diyerek, yurttan ayrıldı. Ayrılış o ayrılış oldu! 29 yıl yaşadığı F'ransa'da öldü. 4 yıl önce, kemikleri Türkiye'ye geti­ r i l d i . K a r a c a a h m e t mezarlığına gömüldü.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

baktığımızda, çoğunun gezegen benzeri uydulara sahip olduğunu görüyoruz. Bu uydulara ‘gezegen benzeri’ denilmesinin sebebi, sahip oldukları manyetik alan ve

Böylece, fas~las~z dört veya be~~ sefer yapm~~, efrat ve gemi bak~m~ndan hayli zayiata duçar olmu~~ olan bu büyük donanma, mühim mesafeler katettikten sonra Basraya dönen Piri

Renk ve çizgi soyutlamasına dayanan resimleri, peyzaj ağırlıklı olup görünümün plastik değerlerini,esnek bir yorum paralelinde yansıtmaya yöneliktir. Türk

ABD’de bilimsel çal›flmalara finansman sa¤layan Ulusal Bilim Vakf› (NSF), 2015 y›l›na kadar nanoteknoloji alan›- na 1 trilyon dolar destek sa¤layacak.. Nanoteknoloji,

Man- dihulanın korunduğu durumlarda glossektomi ile birlikte boyun disseksiyonu sonrası intra oral sütür dehisansı ve fistül sık karşılaşılan bir komplikasyondur..

Lenfosit inhibisyon te sit pozitifliği, doku antikorlarının tesibti, sistemik oto immün hastalıkların varlığında sensörinöral işitme ka- yıplarının

Çalışmada, labo- ratuvarımızda izole edilen S.pneumoniae suşlarının çeşitli antibiyotiklere karşı direnç oranlarının belirlen- mesi amaçlanmıştır.. GEREÇ

H alk ın gözü