y A H Y A.K E M Â L 'e
flüt-İzmir hatıraları
Yazan: Kemal B İ L B A Ş A R
Genç şairlerde bir deyiş
hususiyeti var..
Y
a hra Kemal yeni şâirle, rı anlatmağa şöyle başla dı:— Yeni şâirlerin pek çapa riyle tanıştım. Orhan Veli'yi. Bedri Rahmi Eyu'ooğlu’nu. Çele bi';::. Gençlerde gördüğüm b.r şey var. Yeni ve hayreti çeke cek şeyler söylemek gayreti 1- çindeler. Orhan Veli. (Yazık ol du Süleyman efendiye) (Anlım daki bıçak yarası senin yüzün den' gibi hayret verici mısralar yazdı. Nurullah Ataç bunların beş yüz sene sonra da okunaca. gını söylüyor. Evet, bu manzu melerde bir hoşluk olduğunu teslim ederim. Hani. 3 - 4 yaşın da çocuklar vardır. Çıtır-pıtır konuşurlar, ne hoş şeydir. Zev kine varmak için kulağınızı ağzı- na doğru eğer, iki büklüm olur sunuz. Ama insaf edin. Geıecek nesiller 500 yıl müddetçe hep bö-:le iki büklüm mü dursun lar?
Güıuştük. O devam etti: — İnsaflı olmak lâzımsa genç lerde bir deyiş hususiyeti var. O kadar. Meselâ Orhan Veli'nin b.r tercümesini okudum. Vesi kalı yarimin çeşnisi de, dey şl de yoktu onda. Demekki o .nur., zumelerın bir deyiş hususiyetleri var.
iste size bir örnek
TKsmacet kameta!
Çelebi ömür adam. Mesnevi tercümeleri emsalsiz doğrusu. Fakat şiir yazdığı zathan tıesıp oluyor. Neden? 'Beni ama s ı b.r tek kiş: iç:n yazıyorum) c.- yor hazret. Bunun kadar ac.ı p b:r söz söylenmiş midir? Şiirle rini Acem diiıyie yazacağından bahsetti. Acaip deg.l mi? Bir şi ir :rc!e Kamape: Kameta) ibare sini kullanmış. Mânasını sormuş lar (bunu bilmeyen var mı?) de- m.ş. Bunun ..adar aca:p söz o- lur mu?
Efer.d m. gençlerin başı iki kayaya çarptı. Bunlardan bır'Si D viet şâiri ve nâsiri olmak he- vc dir. Devlete yaranmak sanat iç::ı öldürücü bir şeydir. Diğer kaya modadır. Moda daima lana yeni, daha yeni yazmak endişe si doğurur. Bu endişe insanı ga rabete kadar götürür. Bürün gene sanatkârların bilmesi Uzım gelen şey şudur: hayretimizi çeken şeyler tekerrür ettikçe ar tık onlara hayret etmeyiz. Çeş niyi ön plânda tutmak lâzım. Çeşni, hususiyetini her zaman muhafaza eder. Daima yeni Ka lır.
Burada Nedim'den bir beyit
okudu. Sonra Pol Valeriden Fransızca mısralar söyledi.
Bir gençlik hevesi...
— İnsan bunları okurken: (Yahu ben bunları bir yerde görmüştüm galiba. Ama nerdo?ı diye sorar kendi - kendine. İşte yeni budur: Nerede gördüğümü zü asla hatırlayamayacağımız, fakat bildiğimizi sandığımız şey- Bu çeşni eski bir çeşni Üzerinde
yapılan aşıdır. Bir şâir çıkar, o çeşniyi 2000 yıl sonra 6ize tek rar tattırabilir. (Naili'den bir beyit okudu) Buna eski diyebi lir misiniz? Eski ve yeni yok tur. Pier Loti'nin akademi azası olduğu zaman söylediği çok dik. kate şayan bir nutuk vardır, bu nutukta bütün yen: nesillere ör nek olabilecek bir hamharek.it çizilmiştir. Pier Loti şöyle diyor: «Edebiyat bir gençlik hevesinin Bu heves devam ettiği müddetçe
o kadar
edebiyat yapılır. ondan sonra hiç kimseye bakmadan yazmaya bakın. Pena da deseler yazın, iyi de deseler yazın.»
Şiirde aruz kullanmak iâ. zrmdır demefn. Fakat şâirler mutlaka aruz denemeleri yap malıdır. İdman nasıl adeleye b:r
genişleme İmkânı verirse aruz da şâirin lisanına böyle bir eles. t ficiye t kazandırır. Yalnız her şeyi aruzdan beklememek şart
tabii.
Gâlatânın getirdiği
Nesrimize gelince:
Nesrimizde ifade sadeliğini hatalı olarak şuna-buna atfeder ler. Bence biz Usan sadeliğini herşeyden evvel tercümeye ûaıç- luyuz. Eğer tercüme eserimde t yabancı dildeki sadeliği muha faza etmek mecburiyeti olmasay dı. Türkçe de dalla uzun zaman sadcleşemiyecek. muharirlerlmız tasannusuz yazı yazmaktan da ha pek çok zaman kurtulama yacaklardı. Nasıl kİ Avrupa'üı- ğımızı da Beyoglu’na medyunuz, dur. Bizde Avrupalılaşmak Tan. zimattan sonra başlamış değil dir. Bana sorarsanız 1453'e kadar çıkar. İstanbul'u zaptettiğimiz gün BizanslIlarla beraber Gaia- tada frenkler te6İim oluyordu. Kılıç kuvvetiyle aldığımız sur içindeki İstanbul OsmanlIlar me deniyetınln kudreti karşısında ya vaş - yavaş eridi. Padişah kendisi ne saray için bir yer buldu. Te peleri camilerimiz işgal etti. Bizanslılık adım, adım yerini Os manlılığa terkettl. Halbuki Ca. lalada teslim olan frenkler rous- llhlttıne bir hulûl yolu buldular.
Freııkllklerlni muhafaza etmek-. le kalmadılar. Galata gemledi i Beyoğlu oldu. Orada yaşayışı ile. düşünü İle. orospuları ile 1 hakiki bir frenkıstan vardı. Fır
sat buldukça Müslüman erkek leri öbür tarafa geçerlerdi
: İkinci Sellfrı ‘ ve Ut. 'M urat .
devirlerinde Müslümanların Ga- | lataya geçmeleri yasak edilmiş. '
tir. Bakının bir mısraı) Alaîran- I
gaiık ve garp kültürü bu gidiş J - gelişlerle İstanbul'a girin!} ve ■ en sonunda Osmanlılığı yere ser- I m iş tir.
Loş ve tozlu bir ıtır
kokusu...
Üstad. geç vakit aramızdan ayrıldı. Hepimizin üzerinde şah siyetinin tesiri altında ezilmiş bir yorgunluk vardı. Onun cil dinden ve elbisesinden çıkan hususi bir kokusu var kİ yamru da bulunduğunuz birkaç saat İçinde üzerinize siniyor, ondan ayrıldıktan sonra bu kokuyu duyuyorsunuz. Şaşkınlığımda, hayranlığımıza güler gl'ol müte- hesslm. aramızdan ayrıldığı as keri kıraathanenin bu köşesin de ıtır kokusuna benzer bir ko ku duyuluyordu. Tarih sayfala rından süzülmüş loş ve tozlu bir ıtır kokusu.
Hikâyeyi burada bitirince üs tat hepimize bunun hangi jaıır- dan olabileceğin;- sordu. Üstadın, bu tecalıülüne harsı, sualine mut la.ta cevap.verilmesi icap ettiğin den dolayı herkes bir şey soy lcdi.
İrfan:
— Biyografi Romans. Deyince üstad: — Evet öyle dedi.
Yahya Kemal Bey atlı sözlerine Söyle devam etti
— Şimdi size bir de Kont anlatayım —dedi—
Üstad. hikâyesini anlatırken benim kafamda şu düşünceler soru işareti gibi kıvrılıyordu. Ha kikaten üstad bunları yazmış- mıydı. yoksa söylerken mi ya ralıyordu? Onun anlatma kud retiyle Tarih bilgisi bende bu kuşkuyu uyandırıyordu.
«... Vak'a Ahmed-i Salis dev rinden 40 yıl sonra geçmekte, ciir. Bir cenaze alayı... Öyle bir cenaze alayı ki, o zamana dek m.ijll menendi görülmemiş. Vü- zera. Ülenıa, İlâhi okuyan ha- iızlar ve son derece kalabauk bir ha k topluluğu... Cenaze alayına iştirak eden Beiıiç efendi ile Ves- saf efendi kuyruğun gerıs.ııde görüşüyordu.
— Hiç böyle muhteşem oeıı«- ze mera-imi görmedim doğrusu. Damat Mehmet Pu.şa ne müba rek zatmış
Vessaf efendi soruyor: — Biz neden katıldık cenaze aıayına? Kendisini tanıyor mu sunuz? E. :ı. komşu olduğum ı- çiıı cenazeye iştirak etlim. Ya
> '7^
Behiç efendi zamanın zureîa- bindandır.
Hem cie çok iyi tanırım haz ret ı. —der.—
Vessaf efendi Mehmet Paga nın kim olduğunu öğrenmek me rakiyle Alay dönüşünde yorgun luk almak üzere Behiç efendi yi konağına davet eder. Behıç elendi Damat Mehmet Pa-şa hak kında bildiklerini tjöyle anla tır 1
Cellat
başının evi!
Ben medreseden çıktığım da bana meyil olan müderrisler den bin taşraya gitmem İçin oe nl bir kapıya sağlık verdi. Za manın cellât başısımn evine gö türdü. Muazzam bir konak. Oda. lar. Halayıklar. Gene oda;ar... Gene halayıklar. Ağanın huzu runa girdik. Cellât başı elini öp türdü. «Oğlumu okutacaksın.» dedi. «Eti senin kemiği ben:m. Hizmetini unutmam.» Bir hiz metkâr beni içeri götürdü. Ta. lebemı getirdiler. Lalasının ya
Í A H Y A.K EMÁL’e Oûfl
İzmir
hatıraları
Yazan: Kemal B i L B A Ş A R
"Böylece ne
gözden
diiştii,
ne de
bir
iftiraya uğradı,,
YAHYA KEMAL
nında 15 yaşlarında eben.ıeka bir çocuk Onların arkasında t-ı kavuşturmuş halayıklar. Lala cellât, başı mahdumunun çok nazlı büyütüldüğünden bahset ti. Tekdir edilmemesini »ağlık verdi. Çocuğu karşıma aidim Hemen emsıleden derse o a-, la dini. Çocuk birden bir ağlama dır tutturdu. Lalası telâşla ço cuğu kucakladığı gibi içeri gö türdü. Halayıklar ve lala bana hiddetle bakıyorlardı. Dişimi süi tim. Ertesi güııü takrar derse gittim. Aynı hal tekerrür etti. Cellât başıyı öfkelendirmek-..uı korktum. Müderrisime gittim. «Aman Hocam.» dedim. Ahvali keyfiyet böyle iken böyle, —di ye— anlattım. «Ben bu İşın ııak. kından gelemiyeccğlm» dedim.
Müderris, gülümsiyerek başı nı salladı:
— A efendim —dedi— Ben seni oraya cellât başının oğlunu okutup adam edesin diye gön dermedim ki. Yetişmiş yetişme miş ne olacak. Onun istikbali
müemmendir. Ben seni yetiştir mek İstiyorum.
Bana, cellât başının oğluna siyeri nebeviden. Kısası Enbiya dan hikâyeler anlatmamı tavsi ye etti.
— O kadar bilgi ona çoktur bile.
Devresi gün konakta çocuğu karşıma aldım. Lala, zenci ha layıklar çepçevre ayakta şek ■- şlyorlardı. Siyeri nebeviden b.r hikâye anlatmaya başladım. Ço- c :% sözlerini belertmiş dinliyor
du. Zencilerin ağzı bir karış a- çı.ını.şiı. O günkü dersten her kes hoşnut kalmıştı. Lala bava konağa hergüıı devanı mecbu riyetinde olmadığımı söyledi.
Cellât başının oğlu İ9 yaşma gelince kellendi, tellendi. Mehip bir adam oldu. Lâkin ağzı var dili yoktu. Mükâfaten hünkârın hemşiresiyle evlendirildi. A ta beye Vali tâyin olundu. Fakat. Damadı Şelıriyari taşraya gönde, riür mi? Onun yerine mütesel limler gönderildi. Derken Gtrıde silsile çıktı. Gitme hazırlıkları
aylarca sürdü. Mütesellimler ora nın vergilerini de toplayıp gön. derdiler. Bu defa Beylerbeyi rüt besiyle Ezurunıa silsile çıktı. Artık Erzuruma gitmesi lâzımdı Fakat, patlayan Rus haro; buna mâni oldu. Beylerbeyinin Üskü- dara geçmesi iâzımgeldi. Çadır lar kuruldu. Yemekler yenildi Benim merak etliğim şey şuydu: Cellâtzade Mehmet Faşa ata na sıl binecekti... Ona da lüzum kalmadı Damat Paşanın Asker lik meşakkatini çekmesine gö nülleri razı olmadığı içlıı hün kâr onu Kubbe altı Vezirliğine tâyin etmişti. Çünkü kuobe altı vezirleri harbe gitmezlerdi. Bun dan sonraki hayatında hiçoir de ğişiklikle karşılaşmadı. Yed: ve içti. Oburluğu yüzünden mide rahatsızlığına tutuldu. Bu yüz den irtlhal etti.
Ne gözden düştü,
ne de...
Onu herkes sevmiştir. Hiç kim. ee ondan kendisine bir zarar ge leceğini akima getirmiyordu. Kubbe altında yapılan toplantı larda ağzından bir tek lâf çık mamıştı ki. birinin hatırını kır sın veya i6tlrkabını badi olsun. Böylece ne gözden düştü, ne de bir iftiraya uğradı. Rahat yaşa dı .rahat öldü.
Vessaf efendi:
— Varlığı ile yokluğu müsavi idi desenize..
Behiç efendi güldü.
— Aman böyle olduğu daha iyi. Hüleiayı Raşideyn devrinde Ömerül Faruk doğru, âdil bu- im sandı. Fakat, dünyayı kana bo
yadı. uevıet adamlarının .vıenmat Paşa gibisi iyidir. Ne kendiier-ne ziyanı, ne bize zararı olur.
Suriye gezisi
Üstad hikâyesini bitirdikten sonra Suriye'ye yaptığı seyahat ten bahsetti
— Beyrut. Akdenizdeki bütün şehirlerin en güzeli. Bu şenırie. ı rin hepsini gezdim, gördüm. Na- i polik'yi, hele Nis’i avucumun içi gibi bilirim. Hiçbiri Beyriıtla gü_ | zellik yarışma giremez. Baaibek i harabelerine de uğradım. Akılla- I ra hayret verecek yapılarmış I bunlar. Ne muazzam, ne taun j sütunlar, ne ihtişamlı kemerler, j Bana öyle geliyor ki Romaiılar eski medeniyetleri unutturmak için böyle muazzam ve muhte şem eserler meydana getirdiler.
Surlyede herşey Osmanlılığı hatırlatıyor. Peçeli kadınlar, leş li erkekler, minareli camiler.. Sa nıyorsun ki hükümetin kapısın dan OsmanlI valisi çıkıverecek. Camiler, sadece camiler başlı - başına orayı Türk yapmıya kâ fi geliyor. Maaiıaza oradaki ca miler bizimkilerle kıyas salıul etmez. Bizimkilerde güzellik, zarafet bir İstanbul hanımının zarafeti gibidir. Halkı Türk sev gisiyle dolu. Gayet iyi hatırla- ] rım. Kaç defa selaret otomoyı- l lımizdeki bayrağı öpenler ol- I muştur. Bir Müslüman:
— Ben camiye Türkiyeyi ha- ; tırlamak için gidiyorum. - dedi, j Oradaki camilerde Cuma gün. j leri müthiş cemaat toplanıyor. | Gülüyor, söylüyor, münakaşa e- dıyor ve yemek yiyorlar.
Şama giderken Zahleye uğra- i dik. Aman buranın rakısu ne I berrak, ne kokulu şey. Dünyanın hiçbir içkisi bu kadar keyif ve- , rici değildir.
Mısır'a da gittim. Coğrafyanın anlattığı Mısır mevcut değildir yeryüzünde. Sadece çöl arasında akan bir nehir vardır. Mısır neye benzer bilir misiniz. Pekmeze as tırılmış bir baston ve üzerinde
üşüşmüş 17 milyon sinek. Haki katen de böyledir. Mısırdaki fei- lâh nev'i - beşerden değildir san ki. Vücudu yoktur. Beyaz t.ir çulun altında kara bir kamış tır. Ve Nil kenarına serilmiştir. Mehmet Ali orasını bizden ne kadar ucuz ve kolay almıştır.
Bir arkadaş:
— Yeni şâirlerimizi nasıl bu luyorsunuz üstad? —diye sor du—
Y'ahya Kemal bey hoş bir şey anlatmıya hazırlanır gibi dudak, larını yaladı:
_ üçüncü yazı.
Perşembe günü
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi