• Sonuç bulunamadı

CENNETTE AÞKHAYATIMIN AMACI NE?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "CENNETTE AÞKHAYATIMIN AMACI NE?"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

OCAK 2018

Sayý: 589 Fiyat: 10 TL

CENNETTE AÞK

HAYATIMIN AMACI NE?

UZAYLILARLA ÝLGÝLÝ AÇIKLAMA

(2)

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Cilt: 50 Sayý: 589 Ocak 2018

ÝÇÝNDEKÝLER

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme ve Okur/Abone Ýliþkileri:

0535 4554223 - 0549 7220248 Yönetim Yeri:

Hayri Eðmezoðlu Sk. Ýkizler Ap.

No: 8 D: 32 Erenköy/Ýst.

Baský:

Hedef Dijital Baský Taksim Cad. No: 19/A

Taksim/Ýstanbul Fiyatý: 10TL Yýllýk Abone: 120TL

Yurt Dýþý: 140 TL

Cennette Aþk ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Seviyeli Dinsel

Tartýþmalar ... 10

Ahmet Kayserilioðlu

Rol Modelimle

Karþýlaþma ...15

Güngör Özyiðit

Psikoloji ve Ýnsanýn Kendini

Gerçekleþtirmesi - 2 ... 25

Nihal Gürsoy

Medvedev’den Uzaylýlarla

Ýlgili Açýklama ...30

Çev: Aylin Er

Hayatýmýn Amacý Ne?

.

... 32

Esra Günaydýn

Resmin Daha Büyüðü

Bilincin Doðasý

.

... 34

Çev: Nelda Ýnan

Enerjinin Durumu ... 39

(Canlý Kryon Celsesi)

Dergimizin internet sitesini

www.sevgidunyasidergisi.com, www.dostluk.org adreslerinden ziyaret edebilirsiniz

(3)

1

Sevgili Dostlar

Yeni yýllardan, yeni yaþlardan, yeni baþlangýçlardan bir þeyler ummak, beklemek, dilekleri bunun üzerine kurmak alýþageldiðimiz bir durum.

“Yeni yýl barýþ ve mutluluk getirsin... Yeni yaþýn saðlýk, bolluk getirsin...” vs.

Hayýr dilemek, hayrý istemek, dua etmek en olumlu yaklaþýmlardan biri kuþkusuz ve buna ihtiyacýmýz var üstelik; ama hayattan, evrenden, adýna ne derseniz tüm beklentilerimizi zamanýnda attýðýmýz adýmlarla, yaptýðýmýz seçimlerle ancak bizim hazýrladýðýmýz gerçeðini hep hatýrlayarak. Aksi halde günler bir þey getirmezler, kendi rutinleri içinde gelir ve geçerler. Bunu gençlik yýllarýnda anlamayýz çoðunlukla. Bazý farkýndalýðý yüksek ruhlar çok genç dahi olsalar

“Ömür geçiyor, bir þey yapamýyorum” diye telâþ ve üzüntü duyabilirler. Eðer bu toplumun onlara biçtiði rolü oynayamamaktan, bir an önce para kazanmaya, evlenip barklanýp çoluk çocuða karýþmaya baþlayamamaktan kaynaklanan bir üzüntü ise, bunlara sahip olmak için geçirilen yýllar bitince ne olacaktýr?

Sivil toplum kuruluþlarýnda, çeþitli sosyal aktivitelerde yer almak da bir süre oyalayabilir insaný. Ama yaþ ilerledikçe yýllarýn bir þey getirmediði, aslýnda götürdüðü söylenilmeye baþlanýr, heyecanlar azalýr, yeni giriþimlerde bulunma isteði kurur. Oysa esas iþ bizim içimizdedir. Ýçimizde kâinatlar, evrenler vardýr.

Düþüncelerimizle yýldýzlar arasý seyahatler yapabilir, en çok arzu ettiðimiz þeye, mucizelere eriþebiliriz. “Doðru düþünmek, gerçek bir ibadettir” sözüne önem verirsek Bizi Sevgisinden Vareden’e tüm yönlerimizle açýk hâle gelmek için çalýþabiliriz. Bunun için bilgi toplar, sessizleþir, düþünür düþünürüz. O zaman gönlümüzün istekleri, beklentileri de deðiþmeye baþlayacaðýndan, dualarýmýz da deðiþim geçirir. Kendi gönlümüze tapýnmayýz yalnýzca, asýl O’na ibadet etmenin tadýna varabiliriz. Bu þekilde yaþamayý seçen kiþi, her güne “Beni Sevgisinden Vareden bugün benim için neler hazýrlamýþ acaba?” diye baþlar. Yoluna açýk ya da gizli konulmuþ paketleri, seçenekleri, hayýrlarý görmeye çalýþýr. Bu amaçla geçtiði yollarý incelemesi, seçenekleri farketmesi, dikkatini vermesi, onlarý açmasý gerektiðini, yoksa ayný görmeyenler gibi yürümüþ olacaðýný, onlarýn da geçip gideceðini bilir. Bu þekilde yaþayan bir insan yaþý kaç olursa olsun gençtir;

ona yýllar, yaþlar deðil, günler verir heyecanýný; yeni baþlangýçlara, maceralara her zaman hazýrdýr. Ýçindeki yol sürprizlerle dolu, ýþýklý ve güvenli bir yoldur.

Yolun sonunda kendisini bekleyeni de bilir.

En Derin Sevgilerimizle

SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Cennette Aþk

Dr. Refet Kayserilioðlu

Bazý arkadaþlarla

"Cennette Aþk" isimli öðretici ve düþündürücü bir film seyrettik. Filmin basit konusu içinde çok doðru bilgiler veriliyor.

Bu filmi yapanlar, mutlaka spiritüalizmayý iyi bilen, ahiret (spatyom) hayatý hakkýnda,

yol gösterici varlýklar hakkýnda ve orada

insanlarýn düþünceleriyle

maddeye þekil vermesi

hakkýnda, çok þeyleri

biliyorlar. Bu gerçekleri

belirtebilmek için de

hiçbir masraftan

kaçýnmamýþlar.

(5)

3 onuyu kýsaca

özetleyeceðim.

Çünkü filmin konusunu bilirseniz filmdeki ayrýntýlara daha iyi dikkat edecek ve verilen bilgileri daha iyi göre- ceksiniz. "Bir delikanlý bulunduðu þehirde iþ bulamýyor. Ýþ bulmak için Kaliforniya'ya doðru arabasýyla yola çýkýyor.

Yolda bir arabanýn göle düþtüðünü, batmakta olduðunu görüyor. Arabada iki çocukla anneleri var.

Delikanlý herkesten önce elbiseleriyle göle atlayýp önce çocuklarý, ikinci seferde de anneyi kurtarý- yor. Fakat bu arada kendisi boðuluyor."

"Ýkinci sahnede, kendisini cennette çýrýlçýplak buluyor.

Önceden ölmüþ halasý onun öldüðünü, þimdi cennette olduðunu söylüyor.

Delikanlý “Ben ölmedim, ben boðulmadým, ben çok iyi yüzme bilirim” diyor.

Bu bilgi çok doðru.

Gerçekten ani ölümlerde kiþi, bir süre öldüðüne inanamýyor. Hâlâ dünyada yaþadýðýný sanýyor. Ýnsanlar genellikle ölüm deyince, yok olacaklarýný sanýyorlar.

Hâlbuki dünya bedenini býrakan kiþi, yaþamakta, düþünmekte ve her þeyi

bilmekte devam ettiðini görüyor. Yok olmadýðýný, yaþamakta olduðunu anlý- yor. Yardýmcý ve koruyucu varlýklar, bazen de daha önceden spatyoma (ahrete) geçmiþ akrabalarý onun yeni ortama uyum saðlamasýna yardýmcý oluyorlar.

"Filmde de önce halasý, sonra güzelce bir kadýn rehber ona yardýmcý oluyor.

Kadýn rehberin her þeyi bildiðini görünce delikanlý þaþýrýyor: "Sen Allah mýsýn?" diye soruyor. Kadýn gülüyor: "Yoo hayýr" diyor.

"Peki, Allah var mý?" diye soruyor delikanlý. Kadýn:

"Elbette" diyor ve ekliyor:

"O'nun düzeni çok mükem- mel." Delikanlý kadýnýn sýcak ilgisinden çok hoþlanýyor. Ve ona âþýk oluyor. Kadýn diyor ki:

"Buradaki maddeler düþüncelerle þekillenir. Sen ne düþünürsen, o hemen karþýnda oluþur. Kiminle buluþmak istersen onu kuvvetle düþünmen yeter- lidir. "Delikanlý da sýk sýk kýzý düþünüyor. Her düþünüþünde de onu karþýsýnda buluyor."

Bu bilgi de doðru.

Gerçekten bütün dünyada asýrlardýr, ruhlardan alýnan bilgiler, ahiret hayatýnda

düþüncelerin o ortamýn maddesine etkili olduðunu gösteriyor. Düþüncelerini iyi kullanmasýný ve tam konsantre olabilmesini beceren yükselmiþ bedensiz varlýklarýn düþünceleriyle, daha büyük iþler yaptýk- larýný öðretiyor. 140 yýldýr (1850'den beri) bilimsel metodlarla ve medyumlar aracýlýðýyla alýnan bilgiler de ayný gerçekleri doðru- luyor. Dünyanýn her tarafýn- da, birbirinden habersiz yapýlan binlerce celsede alý- nan sonuçlar hep birbirinin aynýdýr.

Buna benzer durumu rüyalardan da biliyoruz.

Rüyada kiþi tahayyüllerle þekillenen bir hayat içinde yaþar. Tahayyülü (imaji- nasyonu) ya günlük olaylar- dan etkilenir, ya þuuraltýnda (bilinçaltý) yer etmiþ olay ve bilgilerin etkisi olur, ya da haberci rüyalarda olduðu gibi yardýmcý bir varlýðýn göndereceði imajlar (hay- aller) etkilidir. Ýmajý gön- deren varlýk koruyucu iyi bir varlýk olduðu gibi, geri ve kötü bir varlýk da ola- bilir. Yahut doðrudan vesvese veren olabilir.

Onun için eskiler rüyalarý, þeytanî rüyalar ve rahmanî rüyalar diye ayýrýrlardý.

Aslýnda insan zihni

K

(6)

uyanýkken de imaj veya haber alabilir. Ama bunun baþkasýndan geldiðini fark edemez, kendi düþünce ve tahayyülleri sanýr. Bu yolla vesvese veren (Þeytan) kolayca ayartýcý fikir ve hayalleri ilham eder insan- lara. Yardýmcý varlýklar ve melekler de iyi, hayýrlý fikir ve hayalleri gönderirler.

Meselâ insan bazen kaza olacak yere doðru giderken, içinden bir ses ona: "Hayýr oraya gitme!." diye uyarýr.

Bu sese kulak veren kiþi de büyük bir felâketten korun- duðunu görür.

Þimdi tekrar filme döne- lim. "Kýz delikanlýya düþünce ve tahayyüllerini kullanmayý öðretmeye baþlýyor. "Þimdi" diyor

"Dünyadaki evinizi düþün."

Evini düþünür düþünmez karþýsýnda evleri beliriyor.

Evin boyasýný beðenmiyor.

"Ýstersen kýrmýzýya boyan- sýn" diyor. Hemen ev kýr- mýzý oluyor. Turuncu olsun diyor, turuncu oluyor. Sonra kenarlarý beyaz, ortalarý sarý olsun diyor, anýnda öyle oluyor. Sonra nerede olmak isterse, hemen kendini orada bulacaðýný öðretiyor.

Düþünce ve tahayyüllerine hâkim olarak kullanmaya alýþtýkça, bu iþ çok hoþuna gidiyor delikanlýnýn.

Sonra kýza olan sevgisini düþünmeye baþlýyor. Kýz anýnda düþüncelerini alýp cevap veriyor. “Ben de seni seviyorum.” Öpmek iste- diðini düþünüyor, kýzýn da anýnda bu düþüncesini aldýðýný görüyor. Artýk düþüncelerle konuþmaya baþlýyorlar. Kýza diyor ki:

"Seni çok seviyorum, senin- le evlenmek istiyorum." O cevap veriyor: "Zaten biz evliyiz. Birbirini bu kadar çok sevenler burada evli sayýlýrlar." Orada herkes herkesin düþüncesini aldýðý için, kimsenin kimseden gizlisi, saklýsý kalmýyor.

Yalan söylemek imkânsýz.

Bir de film, ahiret haya- týnýn boþ oturulan bir yer olmadýðýný gösteriyor.

Kimisi resim yapýyor, kimisi müzikle uðraþýyor, bahçeyle uðraþanlar veya baþka iþler yapanlar var.

Sonra hâmi (koruyucu) bir varlýk beliriyor. Delikanlýyý ürkütmemek için sigara içen bir genç adam þeklinde görünüyor. "Burada sigara içen bir tek seni gördüm"

diyor delikanlý ona. Bir süre böyle geçiyor. Fakat bir gün kýzýn dünyaya gitme izni çýkýyor. Kýz ona vedâ edi- yor. Delikanlý çok üzülüyor, ayrýlmak istemiyor. Ama bir süre sonra onu bulamýyor.

O rehber varlýktan onun Dünyaya indiðini öðreniyor.

Ben de onun yanýna gitmek istiyorum diye yalvarýyor.

Rehber varlýk bu arada ona tekrar Dünyaya gitmenin izne baðlý olduðunu, bazý kiþilerin 100 sene, 200 sene izin beklediðini, bazýlarýnýn da bir saat sonra tekrar dünyaya döndüðünü söylüyor."

Bu bilgi de doðru.

Aldýðýmýz bilgilerden de, insanlarýn olgunlaþabilmek, üstün insan olabilmek için Dünyaya tekrar tekrar geldiklerini biliyoruz.

Dünya hayatý, insanlar için sýkýntýlý da olsa, zor da olsa bir lütuf, Yaradan'ýn insana sevgisinden dolayý verdiði bir büyük hediyedir. Ama önemli olan, onu iyi kulla- nabilmekte, gereken veya beklenen sonuçlarý ala- bilmektir.

"Delikanlý dünyaya tekrar gitmek, sevgilisine kavuþ- mak için yalvarýyor. Rehber varlýk diyor ki: "Sana gitme izni vereceðim. Ama onu 25 yaþýna kadar bulabilirsen çok mutlu olacaksýnýz. 30 yaþýna kadar bulabilirsen yine mutlu olacaksýnýz, ama o evlenmiþ olacak. O yaþý da geçirirsen, onu hiç bula- mayacaksýn ve çok mutsuz

(7)

olacaksýnýz. Bu þartlarda gitmeye razý mýsýn?"

Delikanlý hiç düþünmeden

"razýyým" diyor."

Burada bizim bilgileri- mize uymayan bir kýsým var. Rehber varlýk yalnýz baþýna bir insanýn dünyaya gitmesine karar veremez.

Kimin, hangi ülkenin, hangi þehrine ve hangi aileye ineceðini planlayan bir

"Yüce Kurul" vardýr. O Yüce varlýklar da karar- larýný daima Yaradan'ýn onayýna sunarlar. Öyle tek bir rehberin izniyle Dün- yaya gelinmez ve dünyadan gidilmez. Yüce Yönetici Kurul'dan, "Kuran" da bahseder ve ona:"Melei- Âlâ" (Yüce Meclis) der. O kurulun üyeleri yüksek görevli meleklerdir; ya da meleklik seviyesine yük- selmiþ insanlardýr.

"Filmin bundan sonraki sahneleri Dünya'da geçiyor.

Önce kýzý gösteriyor. Ýyi bir ailenin güzel bir kýzý, boyu- na delikanlýyý sayýklýyor.

"Ben Mike'ý (Mayk) iste- rim” diyor. Aile anlamýyor

"Mike kim, kýzým?" diye soruyorlar. "O benim arkadaþým" diyor.

Bebeklerinin birisine Mike adýný takýyor. Sonra kýz büyüyor. Ýyi bir yüksek

okulu baþarýyla bitiriyor.

Bir reklâm ajansýna giriyor.

Orada kýsa zamanda baþarýya ulaþýyor, mevkii yükseliyor. Bu arada ayný müessesede çalýþan bir delikanlý ile evleniyor.

Fakat hiç mutlu olamýyor.

Çünkü aklý hep Mike'da.

Ama onu nerede bulacaðýný da bilemiyor. Ahiret haya- týný hatýrlamýyor. Sadece sevdiði delikanlýyý hatýrlý- yor. Sonra Mike isimli bir kitap yazýyor. Kitabý çok sükse yapýyor. Bir süre sonra kocasý diyor ki: "Ben sana ayak uyduramýyorum.

Sen ne istiyorsan anýnda baþarýyorsun. Benden çok üstünsün. Beni seviyorsun, ama devamlý bir baþkasýný bekliyorsun. Benimle mutlu deðilsin. Dostça ayrýlalým, ben de seninle mutlu deði- lim." Öylece ayrýlýyorlar.

Sonra delikanlýnýn haya- týný gösteriyor. O, fakir bir ailede dünyaya geliyor.

Babasý ya ölüyor, ya býrakýp gidiyor. 5-6 yaþýna gelince evde bulunan bir eski piyanoda bir melodi çýkar- maya çalýþýyor. Annesinin beraber yaþadýðý adam, çocuðun gürültüsünden rahatsýz oluyor. Çocuðu, annesi kapýnýn önüne koyu- veriyor: "Amca seni istemiyor" diyor. Sonra

çocuk yarý evde, yarý sokaklarda yetiþiyor ve büyüyor. 20 yaþlarý esnasýn- da önceki hayatýndaki anne ve babasýna rastlýyor.

Eski annesi: "Benim oðluma çok benziyorsun:

O senin yaþýnda aramýzdan ayrýldý" diyor. Delikanlýyý þehirlerarasý bir yolda oto- stopla arabalarýna alýyorlar.

Kadýn gözünü, oðluna ben- zettiði delikanlýdan

ayýramýyor. Bir ara aðlýyor.

Onunla yolda bir dükkâna gidiyorlar. Orada çok sevdiði bir trompet görüyor.

Gözlerini ondan ayýramýyor.

Anne onu merakla izliyor.

Sonra o trompeti alýp ona hediye ediyor. Bu, delikan- lýnýn müziðe baþlamasý için bir teþvik oluyor. Bu arada hep hippi kýyafetinde dolaþýyor."

Bunlar da doðru. Ýnsanda geçmiþ hayatýnýn hatýralarý, bazen kýsmen, bulanýk olarak, bazen de net olarak hatýrlanýr. Daha önce gör- müþ gibi, daha önceden biliyormuþ gibi duygular belirir. Buna týpta (Deja-vue

= dejavü) önceden görme, denir. Eski anne ve babasýy- la olan çekim, bunun örneði olarak ilginç. Bazen hiç tanýmadýðýmýz kiþiye karþý garip bir ilgi ve sempati duyarýz. Onu çok iyi taný-

5

(8)

yormuþ ve biliyormuþ gibi, gidip hemen konuþuvermek isteriz. Ýþte bunlar da çoðu zaman geçmiþ hayattan kalan sevgi ve sempatilerin izleridir. Kim kimin

annesiydi, babasýydý, oðluy- du, kýzýydý?!... Kim kimin sevgilisi, karýsý veya kocasýydý. Ayný teknede yoðrulan hamur gibiyiz.

Bazen A,B,C þahýslarýyla eþlik ediyoruz, bazen D,E,F þahýslarýyla. Ama önemli olan, gerçek sevgi, gönülden sevgi. O sevgi insanlarý birbirine çekiyor, dünyada da, ahirette de.

Gerçek olmayan sevgi elbette çekmez.

"Yaþý 25'e geldiði zaman delikanlý cennetteki sevgilisiyle ayný þehirde, ayný caddede oluyorlar.

Tam karþýlaþacaklar, birbir- lerini tanýyacaklar

sanýlýrken, birbirlerini fark etmeden gidiyorlar. Tenha bir yolda dolaþýrken ahiret- teki rehber varlýk yol kenarýnda bir taþa oturmuþ olarak beliriyor. Çocuðu azarlýyor: "Nedir bu kýyafetin, bu serseri halin?"

diyor. "Öbür tarafta verdiðin sözü unuttun. 25 yaþý geçirdin, onu hâlâ bulamadýn. O seni bu halde görse zaten beðenmez.

Aklýný baþýna al! Doðruya

gel, sanatla uðraþ!." v.s.

gibi tavsiyelerde bulunup kayboluyor. Delikanlý þaþkýn "Hayal mi gördüm, rüya mý gördüm?" diye soruyor kendi kendine.

Ama bu uyarý etkili oluyor.

Bu uyarýyla cennetteki sevgilisiyle beraber

geçirdikleri güzel anlar imaj (hayal) halinde gözünde belirmeye baþlýyor. Kýzý net olarak hatýrlýyor artýk ve onu þuurlu olarak aramaya baþlýyor.

Bu arada müzikte baþarýlý oluyor. Hele bir bestesi onu üne kavuþturuyor. O beste cennette duyduðu bir melo- di. Melodinin ilk kýsmýný hatýrlýyor, notaya alýyor, arkasýný hatýrlayamýyor.

Günlerce uðraþarak melo- dinin tamamýný yakalýyor.

Burada gerçek bestekâr- larýn çektiði zahmeti de bir nebze olsun göstermiþ olu- yor. Üne kavuþunca TV'de kendisiyle röportajlar yapýlýyor. Fakat Amerika'da birçok kanal olduðu için bu röportajdan kadýnýn haberi olmuyor.

Delikanlý 30 yaþýna geldiði zaman rehber ona tekrar görünüyor. Artýk çok az bir vaktinin kaldýðýný, yoksa onu bir daha bula- mayacaðýný söylüyor. Bir

yandan hem kadýnýn içine, hem de delikanlýnýn içine ilhamlar vererek, onlarý ayný yere doðru sevk ediyor. Filmin son sahnesi çok etkileyici. Ayný cad- dede delikanlý önde, kadýn arkada yürüyor.

Ýkisinin de içinden bir ses

"O burada, çok yakýnýnda, dikkatle bakarsan göre- ceksin!.." diyor. Ýkisi de etrafýna bakýnýyor, aranýyor.

Bir ara delikanlý olduðu yerde duruyor. Kadýn etrafý- na bakýnarak, onun sesini duyuyor gibi dinleyerek, onun arkasýna kadar geli- yor. Kalabalýðýn ortasýnda delikanlý yavaþ yavaþ arkasýna dönüyor. Göz göze gelince ikisi de birbirini tanýyorlar. Ve ikisi de artýk düþünceleriyle konuþmaya baþlýyorlar.

Gözler birbirinden ayrýl- madan, sevgi, sevinç, özlem, þaþkýnlýkla karýþýk duygularla aralarýnda düþünce konuþmalarý geçiyor: "Benim aradýðým sensin. Benim de özlediðim sensin. Seni çok seviyorum.

Sensiz hayatýn hiçbir anlamý yok benim için...."

Bu tarz konuþmalarý göz- leriyle ve gönülleriyle yapýyorlar. Sonra dayana- mayýp sarýlýyorlar, yer- lerinde dönerek sarýl- malarýný sürdürüyorlar."

(9)

ÖTE ÂLEMDE VERÝLEN SÖZLER BURADA

UNUTULUYOR

Ýnsanlar dünyaya gelirken yönetici varlýklar, geçire- ceði hayat hakkýnda kýsaca bilgi verip hangi eksiklerini gidermesinin beklendiðini belirtiyorlar. Bu direktifler onun ruhunca benimseniyor ve söz verilip, söz alýnýyor.

Fakat dünya bedenine girince bunlarýn unutulacaðý belirtilip, iç sesine kulak vermesi tembihleniyor.

Ýnsan dünyada çeþitli olay- larýn, çeþitli kiþilerin ve çeþitli fikir ve inanç akým- larýnýn etkisinde kalarak istenmeyen yönlere gide- biliyor. Þüphesiz Dünyaya geliþimiz, gidiþimiz, hangi ülkeye ve hangi aileye ineceðimiz bizim elimizde deðil. Yani üç yönümüzle Yaradan'a ve O'nun emrindeki yöneticilere tâbiyiz. Ama bir yönümüz, akýl ve irade yönümüz O'nun emriyle serbest býrakýlmýþ durumda. O yönümüze kimse müdahale etmiyor, karýþmýyor. Ýþte o serbest yönümüzü bu haya- týmýzdaki ve bundan önceki hayatýmýzdaki tecrübe ve bilgilerimizle biz geliþtiri- yoruz. Onun için aklýmýz en kýymetli varlýðýmýz, onu

kimseye teslim etmemeli, daima aklýmýzýn dizginleri- ni kendi elimizde tutma- lýyýz. Aklýmýzý da daima tecrübelerimizle doðru- ladýðýmýz doðru yaþam bil- gilerine uydurmaya çalýþ- malýyýz. Akýl ve ruh, hiçbir yerde ayrýlmayan ve bir- birini tamamlayan iki yönümüz.

Ama Dünyada insanlarýn birçoðu kendi tecrübelerine önem vermiyorlar.

Baþkalarýnýn doðru diye reklâm ettiði fikirleri ve bil- gileri tartýþmasýz ve dene- mesiz kabul edip, uygula- maya geçiyorlar.

Uygulamalarý esnasýnda gördükleri birçok yanlýþlarý, eksikleri, kötülükleri hep bir mazeret bularak geçiþtiriyorlar, göz yumu- yorlar. Neticede en büyük belâya da çarpýlýyorlar, belki de dünya hayatýný kaybediyorlar. Halbuki Dünyaya gelirken ne sözler vermiþlerdi, neler yapacak- lardý?! Bütün ümitler sönüyor. Gönül için "Saflýðý zorlanmýþsa çok, tecrübe- den akla gideni ezer" den- miþti Bizim Celselerimizde.

Gönlün zorlanmasý, çeþitli akýmlarýn, telkinlerin, rek- lâmlarýn, moda olan inançlarýn etkisiyle oluyor.

Aklý geliþtirecek, doðrularý

gösterecek tecrübe

sonuçlarý, akla gidemiyor o zaman.

Bunun en yakýn örneði, bir takým anarþik olaylara ve anarþik gruplara katýlýp en kötü iþleri yapan iyi ailelerin, iyi gönüllü çocuk- larýdýr. Bir küçük sineðe bile merhamet eden, onu bile incitmekten çekinen, iyi yürekli delikanlýlar, dava uðruna diyerek, hýrsýzlýk, katillik, iþkence ve zulüm yapabiliyorlar. Onlar bu davranýþlarýndan zaman zaman vicdan azabý çeki- yorlardýr. Hele gerçekleri görünce piþmanlýklarý çok büyük olacaktýr. Onlara bu tutum ve davranýþlarýnýn yanlýþlýðý apaçýk gösteril- meli, öðretilmeli, büyük azaplardan korunmalýdýrlar.

Eskiden beri doðru diye savunulan çok yanlýþ bir söz vardýr: "Davanýn kutsal- lýðý vasýtalarý meþru (doðru) kýlar" derler. Yani dava veya din uðruna adam öldürmek meþrudur, deyip katillik yapanlar suçlu deðil midir? Bu yanlýþ sözün arkasýna, bazen kendini ileri, devrimci ve idealist sayan kiþiler sýðýnýyor, bazen tutucu ve baðnaz (fanatik) dindarlar sýðýnýyor, bazen de yarar saðlamayý her þeyin üstünde gören

7

(10)

çýkarcý, pragmatik (faydacý) politikacýlar veya ticaret erbabý sýðýnýyor. Dava ne kadar kutsal, gaye ne kadar üstün olursa olsun, ona götüren yollar ve vasýtalar kötü ve pis ise, sonuç da kötülüðe ve pisliðe bulaþmýþ olur. Bir iyinin içinde yüzde bir kötülük varsa o iþ kötüdür. Bir litre suyun içinde bir gram zehir varsa, o su zehirli sudur.

Din uðruna veya kendile- rine göre kutsal gördükleri dava uðruna adam öldüren- ler de kötü birer katildirler.

Onlar insanlarýn da, Yaradan'ýn da lânetlediði insandýrlar. Çünkü yaptýk- larý iþ en kötü iþtir.

Dünyaya gelirken verdiði sözleri ve daha önceden ulaþtýðý tekâmül (yükselme) seviyesini unutup

çevrelerinin etkisiyle böyle yanlýþ yollara sapanlar, hesap verme günü gelince çok þaþýrmakta, çok yan- maktadýrlar. Böyle bir yangýna düþmemek için, vicdanýn sesine kulak ver- mek, onu susturmaya çalýþ- mamak gerekir.

Ýnsana madem ki akýl verilmiþtir, öyleyse her zaman aklýný kullanarak uyanýk olmasý, yanlýþ yol- lara sapmamasý, bilgi ve

tecrübelerini sürekli artýr- masý, doðru yaþam bilgileri- ni kendine rehber edinmesi gerekir. Edindiði bu bilgi- leri de gönlüne benimsetip davranýþlarýna indirmesi, onlara uygun hareket etmesi zorunludur. Biz bu dergide doðru yaþam bilgilerini sizlere sürekli tanýtmaya çalýþýyoruz. Dünya haya- týnýn baþarýyla sonuçlan- masý, bu söylediðimiz þart- lara uyarak, aklý ve gönlü (ruhu) doðru yolda geliþtirmekle olur ancak.

Yukarýda özetlediðimiz filmde delikanlý, dünyadaki hippi akýmýnýn etkisinde kalarak serseri bir hayata dalmýþtý. Rehber varlýðýn yardýmý ve uyarýsý olmasa, belki böyle yanlýþ yollarda heder olup gidecekti.

Aslýnda her insana sürekli yardým ediliyor; rüyalarla, gönle verilen ilhamlarla, baþýna acý, sýkýntýlý olaylarý getirerek, doðru bilgi ve tecrübe imkânlarýný önle- rine çýkartarak. Ama bazýsý bu yardýmlardan ve uyarýlardan ders almasýný biliyor, bazýsý en doðrusunu kendisinin bildiði düþünce- siyle, gururla nice fýrsatlarý kaçýrýyor. Bir aile tanýyo- rum, bir dostlarý hediye olarak Sevgi Dünyasý'na abone ediyor onlarý. Haným

ilk günden itibaren dergileri dikkatle okuyup kendini ele aldý ve çok deðiþti, çok yükseldi. Kocasý ise, býrak bu saçmalýklarý diyerek bir kere bile oradaki bilgilere eðilmedi, tarafsýzca oku- madý ve çok geri kaldý. Ve karýsýnýn birçok kereler uyarmasý, onunla tartýþmasý sonuçsuz kaldý. O kendisini her þeyi bilen, yeni ve üstün bilgilere ihtiyacý olmayan, çok ileri birisi gibi görüyor- du. Karýsýyla alay ederek ona üstünlüðünü kanýt- ladýðýný sanýyordu. Ýþte bilgi edinme imkâný ikisinin önüne de ayný anda çýk- mýþtý. Birisi o imkâný deðerlendirdi, diðeri ise boþa harcadý, gururu gözünü kör etti.

DÜNYAYA

GÖREVLÝ GELENLER Dünyaya insanlarýn kurtu- luþu, yükselmesi ve mutlu- luðu için belirli görevleri alarak gelenlere yardýmlar, uyarýlar ve hattâ karýþmalar daha çok olmaktadýr. Onlar belirtilen görevlerini en iyi yapabilmeleri için en uygun ortamlara gönderiliyorlar.

Onlarýn gerekli kiþilerle buluþmalarý ve görevine uygun en güzel eðitimi almalarý saðlanýyor.

(11)

Evleneceði kiþi, çocuklarý, görev arkadaþlarý hepsi önceden belirleniyor. Hepsi birbirini bulabilecek þekilde Dünyaya indiriliyorlar.

Görevini baþarýyla yapýp dönenler, Yüce Huzur'a baþlarý dik olarak gidiyor- lar. Görevini ihmal eden veya istenilenden az yapan- larýn yüzleri yerde oluyor, azaplarý büyük oluyor.

Herkese dünya yolculuðu- nun hesabý sorulur. Ama görev alanlara ve O'nunla ahit yapanlara, ayrýca bilgi verilenlere, diðer insanlar- dan farklý olarak yetiþti- rilenlere, iki kere hesap sorulur. Bir kendi hayatý için, bir de görevi için.

Son peygamber, o gül- yüzlü Hz. Muhammed, öyle özel emek verilenler- den, özel bilgilendirilip, yetiþtirilenlerdendi. Onun etrafýna ona kuvvet olacak, destek olacak hayýrlý görevliler verilmiþti. Ve o gülyüzlü, görevinin sonlarý- na doðru vedâ haccýnda Müslümanlara dönerek:

"Sizlere Allah'tan gelenleri tam bildirdim mi?

Görevimi size karþý tam yaptým mý?" diye sormuþtu.

Ýnsanlar bir aðýzdan:

"Yaptýn ya Muhammed"

demiþlerdi. Gülyüzlü göz- lerini gökyüzüne çevirip:

"Þahitsin Yarabbi!."

demiþti. Çünkü o, yolcu- luðundan hesap sorula- caðýný biliyordu. O Yaradan'ýn huzuruna alný açýk, yüzü ak ve gönlü rahat gitmek istiyordu.

Günümüzde görev alan ve alacak olanlarýn iþi çok daha zordur. Çünkü bugün insanlarýn çoðu ne ahiret hayatýndan ne dünya hayatýnýn gayesinden ne tekrar dünyaya gelindiðin- den haberdar!.. Birçoðu Yaradan'a da inanmýyor.

O'nun buyruklarýný kabul etmiyor. Her þeyi

dünyadan, her þeyi madde- den ibaret sayýyorlar. Ölüm- le her þeyin biteceðini sanýyorlar. Onun için ahiret hayatý hakkýnda hiçbir þey duymak istemiyorlar.

Ölümden sonra yaþayan kendi ruhlarýný bile hayalet veya hortlak gibi düþünü- yorlar. Bu sebepten dört elle dünya hayatýna, kendi menfaatlerine, kendi iyi yaþamalarýna ve kazançlarý- na sarýlýyorlar. Dine baðlý olanlarýn, Yaradan'ýn buyruklarýna uyduklarýný sananlarýn çoðunluðu da, özü kaybetmiþ ve þekle baðlanmýþ durumdalar.

Ýyi insan, üstün, bilgili, arýnmýþ insan, herkesi seven insan olmaya asla çaba har-

camýyorlar. Ýbadetini yapýn- ca her þeyi yaptýklarýný sanýyorlar.

Ýþte bugün bunu kendine görev edinenler bu iki kay- bolmuþ, yanlýþ yolda giden zümreye de kucak açmak, sevgi, sabýr ve hoþgörü zýrhlarýný kuþanýp onlarý doðru yola, yükselme, arýn- ma ve mutlu olma yoluna çekmek zorundadýrlar.

Bugünün görevlilerinin iþi çok zor, ama mükâfatlarý ve mutluluklarý da o derece büyüktür. Onlar elbette daha büyük güçlerle ve bil- gilerle donanmak zorun- dadýrlar. Hiç þüphesiz aralarýnda tam bir birliðe ulaþmak, insanlarý da bir- liðe ulaþtýrmak için býk- madan, usanmadan çaba harcamak zorundadýrlar.

Hayatlarýnýn sonunda, dünya hayatlarýndan ve görevlerinden soru sorulun- ca baþlarýnýn dik olmasý için, kendilerini yükseltmiþ ve görevlerini tam yapmýþ olmalarý gerekiyor. Böyle yüce bir görev, kendini silmekle, nefsini yenmekle, O'nun buyruklarýna tam uymakla baþarýlabilir.

Dileyen herkes, gönülden dileyen herkes, insanlarý doðruya, hayra çekmede ve yükseltmede görevli olabilir.

9

(12)

Gülyüzlülerden Ýbretler: 50

Seviyeli Dinsel Tartýþmalar

Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

KOCA BEBEKLER

Yýllar önce yaptýðýmýz turistik bir gezide, gün boyu otobüste birlikte olduðumuz, yeni tanýþtýðýmýz orta yaþlý bir avukat, herkesin beðenisini kazan- mýþtý. Zekâsý, hazýrcevaplýðý, kültürü, bil- gisi, þakalarýyla çabucak gönüllere

girmesini ne de güzel becerivermiþti.

Fakat o ne?!. Birlikteliðimizin ikinci gününde, gezi programýndaki ufak bir deðiþiklik, avukat dostumuzun hoþuna gitmemiþ, nasýl da küplere binmiþti, gör- menizi isterdim. O aklý baþýnda, hoþsoh- bet, olgun kiþilik gitmiþ yerine elinden oyuncaðý alýnmýþ, sözden, halden anlamaz

(13)

11 þýmarýk bir çocuk gelmiþti. Üstelik kim-

senin kusuru bulunmayan, hepimizin yaþadýðý ufacýk bir aksilik yüzünden!..

Anlattýðým, ender rastlanan bir olay deðil. Benzerleri, dünyamýzda, çevremiz- de sürekli yineleniyor. Uzaða gitmeye gerek yok. Her ülkede milletin oylarýyla Meclise gönderilen, delikanlýlýk çaðlarýný çoktan geride býrakmýþ milletvekilleri, sudan sebeplerle nasýl da birbirine giriyor, yaka paça yumruklaþýyorlar. Neredeyse her toplantýda görüyoruz, alýþtýk bile.

Okulsa okul, eðitimse eðitim, görgüyse görgü, hiçbir eksikleri yok görünüyor.

Ama sonuç ortada iþte...

Yüzyýllarýn birikimiyle, alýþa alýþa bugünlere geldiðimizden, eksiðin farkýn- da deðiliz. "Ýnsan budur, benliðine, guru- runa, çýkarýna azýcýk dokunsan, kýzar köpürür, lâfýn altýnda kalmaz, misliyle iade eder, canýna okur keyfini bozanýn.

Yaratýlýþýmýz, týynetimiz bu..."

Yunus'larýn, Mevlâna'larýn torunlarý bizler de böyle düþünür olduk artýk.

Evet, Batý'nýn çilesini çekerek, düþünüp taþýnarak, yüzyýllarýn emeðiyle birik- tirdiði, bilgiyi, tekniði, demokrasiyi lâik- liði, pek çok sosyal kurumlan hazýr bul- duk, onlardan aldýk. Ýyi de yaptýk. Ama beraberinde, bugün Batý'yý da dipsiz ku- yularýn, karanlýk bunalýmlarýna hapset- miþ, materyalist hayat görüþünü alýp benimsemek zorunda deðildik. Batý'lý ay- dýnlar yüzyýllar süren kilise baskýsýna, engizisyona saðduyuyla, akýlla alay eden skolastik mantýða kutsal kitaba ve dine insan eliyle sokulmuþ yapay doktrinlere karþý savaþtýlar. Baþlangýçtaki bu karþý koymayý yürekten onaylamamak, alkýþla-

mamak ne mümkün?!. Ne var ki, aþýrý gidilmemeli, kurunun yanýnda yaþ da yan- mamalýydý. Ýnsana Yaradaný’ný, ruhsal özünü, varediliþ amacýný, sorumluluk- larýný, öte âlemi unutturmamalý, onu bir et-kemik yýðýný düzeyine indirmemeliydi.

Öyle ki, kimi yerde, ölünce yakýlýp külleri etrafa savrulan, hiç'den gelip hiç'e giden, amaçsýz, sahipsiz bir insan imajýna hiç varýlmamalýydý. Böyle inkârcý, nihilist bir hayat görüþüne sahip olan insan, niçin Yunus'larýn, Mevlâna'larýn gönlü arýtma tecrübelerine kalkýþsýn? Niçin gururunu, benliðini alt etmek için kendi kendisiyle cenge girsin?! Aklýný, nefsine art çýkmak için, çýkarlarýný sonuna kadar gözetmek için kullanmak varken, niçin gönlünün temizlenmesi için kullansýn?!. Ýnsanlar böyle nesilden nesile, kendi özlerini, dünyaya esas geliþ amaçlarýný unutup geliþigüzel yaþamaya koyulunca, alýþýyo- ruz, "insan budur, hayat budur" diyoruz.

Öyleyse "Koca Bebekler" gibi her gün sergilediðimiz çocukluklar için kim kime kýzacak, kim kime hesap soracak?

GERÇEÐÝN SAVUNUCULARI Oysaki düþünen aydýnlarla, dogmatik kilisenin savaþýnýn kýzýþtýðý o muhteþem 17. yüzyýl Avrupa'sýnda, doðrular kabul ediliyor, sadece yanlýþlarla savaþýlýyordu.

Allah'ýn varlýðý, Hz Ýsa'nýn peygamberliði, ruhun ebediliði, öte âlemde çekileceðimiz hesap, bunlarýn tartýþýldýðý yoktu. Galile, Tyco Brahe, Kepler, Robert Boyle, Newton... hepsi de inançlý kimselerdi.

Ancak Aristo'nun dinselleþtirilip dogma haline getirilmesine Papalarýn, Kilise Babalarýnýn yanýlmazlýðýna Kutsal Kitaplardaki bozulmaya yanlýþ yorumlar- la, skolastik mantýklarla, yalanýn, doðru

(14)

diye tezgâhlanmasýna karþýydýlar. Bu uðurda amansýz bir karþý koyma mücade- lesi verdiler, ömür harcadýlar. Tepkileri doðruydu ve gerçek uðrunaydý. Ne var ki sonraki yüzyýllarda bu haklý tepki, bir inat, bir baðnazlýk haline getirilip bilim ve din hasým iki güç olarak karþý karþýya getirilince, 17. yüzyýlýn haklý direniþine gölge düþürüldü. Bunda kilisenin özeleþtiri yapmamasýnýn, yalan ve yan- lýþlarýný düzeltmemesinin payý büyük.

Ama suç sadece kilisede deðil. Sonraki yüzyýllarda bilimin arkasýna sýðýnýp, din- sel olan ne varsa, doðrusuna, yanlýþýna bakmadan hepsini inkâr etmek bir inat, bir düþmanlýk haline getirilince, ortalýðý bir kör dövüþüdür kapladý, insan gitgide Varedici’sini ve kendisini tanýmaktan bu kadar uzaklaþtýrýlýnca bir "Bunalým Çaðý"

yaþýyor olmamýz gayet doðal...

Dediðimiz gibi, 17. yüzyýl Avrupasý'nda Kiliseye karþý koyuþlar bir inat ve düþ- manlýk baðnazlýðýyla deðil, gerçekler, doðrular adýna yapýlýyordu. Ünlü filozof Spinoza, (1632-1677) Kutsal Kitabýn bozulmuþ veya sonradan eklenmiþ bölümleri üzerinde akýllý, bilgili eleþtiri- ler yöneltiyordu. Bilgiliydi, Kutsal Kitabý da, Musevilerin þeriat ve inanýþlarýný ihti- va eden ikinci kitaplarý Talmud'u da derinliðine incelemiþti. Akýllýydý, his- leriyle deðil, bir matematik problemi çözer gibi konulara eðiliyordu. "Tractus Theologico Politicus" isimli eserinde Kutsal Kitap metinlerini ve Museviliðin katý kurallarýný (nas) eleþtiriyordu.

Mucizeler konusunda aynen þunlarý yazýyordu: "Kutsal Kitapta gerçekten oldu denenler ancak doða kanunlarýna uyarak gerçekleþebilir. Eðer bunlar arasýnda doðaya aykýrý olanlar varsa, bun-

lar sonradan saygýsýz adamlar tarafýndan eklenmiþtir. Çünkü doðaya aykýrý olan her þey, akla da aykýrýdýr ve akla aykýrý olan þeyler de abestir, kabul edilemez"

Spinoza, Musa'nýn ilk 5 kitabýnýn Musa tarafýndan yazýlmadýðýný, sonradan bir- biriyle çeliþen ilâveler yapýldýðýný ve böylece Tevrat'ýn bir yeri bir yerini tut- maz hale geldiðini de sözlerine ekliyordu.

Tabii, sinagoglar, kiliseler Spinoza'nýn þiddetle karþýsýna çýktýlar. Aradan 200 yýl- dan fazla geçti, nefretleri dinmedi.

1888'de Amsterdam'da Spinoza'nýn heykeli ancak polis korumasý altýnda diki- lebildi. Din kurumlarý bu eleþtirilere serinkanlýlýkla eðilebilseler, en baþta kendileri kazançlý çýkacaktý. Örneðin Tevrat'ýn Yeþu kitabý 10. Bölümünde Allah'ýn Gibeon'da Güneþ ve Ay'ý tam bir gün yerinde sabit tutup hareketlerinin durdurulduðu âyetlerini ele alalým.

Doðaya ve gerçeklere aykýrý bu âyetlerin doðruluðu üzerinde inatla ýsrar edip dur- mak; akýllý, bilgili insanlarý sadece dinden soðutmaya yarýyordu. Üstelik kilise bu âyetlerden "Dünya sabittir, dönmez"

sonucunu çýkardýðýndan bilimsel gerçek- lerle çatýþmaya girildi. "Yanlýþ baþýndan düzeltilmeliydi” diyoruz ama, günümüzde bile Kutsal Kitaptaki bozul- malar açýkça itiraf edilmediðine göre, geçmiþtekilere ne söylenebilir ki?..

Spinoza'nýn açtýðý yoldan giden bu defa Richard Simon isimli bir rahipti. Kutsal Kitap eleþtirisini metodik hale getirmiþti.

Artýk dil bilimi, gramer ve tarihsel veriler ýþýðýnda Kutsal Metinler ele alýnýyor, gerçeklikleri tartýþýlýyordu. Ve sonunda þu soruyu yöneltiyordu: "Kutsal Kitaba, bizlere, ilk biçimiyle deðiþikliðe uðra- madan gelmiþ bir Tanrý sözü gözüyle

(15)

13 bakabilir miyiz?" Cevabýný kendisi veri-

yordu: "Hayýr" peþ peþe onu bu sonuca götüren kanýtlarýný sýralýyordu ama kim okur kim dinler?!. Onlarýn cevabý sadece saldýrý üzerine saldýrý, kitabýn yasaklanýp, yok edilmesi. Ama olan olmuþ, ok yaydan çýkýp hedefini bulmuþtur.

17. yüzyýlýn seviyeli dinsel tartýþ- malarýnýn bir örneðini John Locke (1632- 1704) ile Lord Shaftesbury (1671-1713) arasýnda görürüz. Bu, Locke'u himayesine alan esas Lord'un torunudur ve Locke tarafýndan yetiþtirilmiþtir. Coþkulu, idea- list, þair ruhlu, eski Yunan ve Roma uygarlýðýný derinlemesine incelemiþ bir Lord. Oysaki Locke, öyle deðil. Hayatýn içinden gelmiþ, coþkudan ziyade realizm peþinde ve dolayýsýyla oldukça kuru. Her ikisi de Hristiyanlýðý baðýmsýz bir zihinle, eleþtirisel bir gözle incelemiþler.

Yaradan'ýn varlýðý, yaþamýn amacý konusunda farklý sonuçlara varmýþ deðiller. Ancak Locke, coþkulu davranýþlarý küçümser, Lord ise aksine yüceltir. Coþku ve sevinç olmadan insan zihninin yüce þeyler yaratamayacaðý, ya da balýna zehir katacaðý düþüncesindedir.

Ýnsan gönlünün Yaratýcýsýna doðru en saf

atýlýmý, bu sevinç ve coþkuyla olur.

Neþeli, mutlu, iyimser karaktere sahip olan kiþiler soylu, yüce, seven bir Tanrý imajýna ulaþýrlar. Aksine, mutsuz, karam- sar, hýrçýn insanlar da kin ve öç Tanrýsýna.

Özetle, sen nasýlsan hayalindeki Tanrý da öyle. Bugün en ufak yanlýþlarýnda insan- larý cehennemin dibine gönderiveren din adamlarýný görse, Lord hiç þaþýrmaz,

"Kalbin neyse Tanrýn da o" der geçerdi herhalde. Lord Shaftesbury sadece Locke'u deðil, hayata coþkusuz, heyecan- sýz, kuru yaklaþým içindeki diðer soðukkanlý Ýngilizleri, Hobbes'çularý, Yaradancýlarý (Deist) da eleþtirmekten çekinmez. Onlarý dinin esas özünü anla-

John Locke Lord Shaftesbury

(16)

mamakla ve hattâ dine derinden düþman tavýr takýnmakla suçlar. Lord'un sevgiyi, coþkuyu ve sevgili coþkunun doðurduðu, akýldaki neþeyi dile getirmesi ne güzel. Ve görüldüðü gibi araya Kilise adamlarý, dogmalar girmeden, düþünürler arasýnda- ki insan ruhunun incelikleri konusunda tartýþmalar ne kadar seviyeli ve yararlý.

Keþke gelecek yüzyýllarda da böyle ola- bilseydi.

Locke "Ýnsan doðuþtan hiçbir þey getirmez, boþ bir levha gibi doðar, her þeyi sonradan öðrenir" der. Lord, buna temelden karþý çýkar, "Her insanýn ruhun- da erdemli olma yönünde doðal bir eðilim vardýr" görüþündedir. Böylece bilmeyerek ve adýný koymayarak, geçmiþ hayat- larýmýzdaki birikimlerimizin özüyle doð- duðumuz ve belli bir seviyeden yeni ha- yata baþladýðýmýz sezgisine vardýðý görülür. Ýnsanlarda, erdemli olmaya doðru doðal bir eðilimin varlýðý düþüncesi, bir baþka yönden de doðrudur. Bizlerin olgunlaþan, geliþen "Eren-Ruh"umuzun yaný sýra tekâmüle ihtiyacý olmayan ve içimizden sürekli doðrulan fýsýldayan, erdemli olmaya yönelten bir "Öz- Ruh"umuz da vardýr. Lord bu kavrama 300 yýl öncesinden yaklaþmýþ. Berrak bir zihin, coþkulu bir gönülle birleþince, ne sýrlar, sýr olmaktan çýkýp insanýn önüne seriliveriyor.

BU TOLAND DA KÝM OLUYOR?!..

17. yüzyýlýn sonuna gelmiþken bir sevimli kiþilikten bahsetmeden geçe- meyeceðim: John Toland (1670- 1722)

"Açýk sözlü, serbest düþünceli ve iyi bir bilgin" diye çaðdaþlarýnca övülen bu Ýrlandalý filozof, kilise tarafýndan dinin

nasýl karmakarýþýk hâle getirildiðini herkese anlatmayý kendine görev bilmiþti.

Ömrü boyunca bununla uðraþtý.

"Christianity not Mysterious"

(Hýristiyanlýk Esrarlý Deðildir) kitabýnda bu düþüncesini açýkça ortaya koydu. Tüm eserleri dinsel eleþtiriye ayrýlmýþ deðil, felsefî kitaplarý da var. En önemlisi:

"Serena'ya Mektuplar" Türkçemize de çevrilmiþ olan bu kitaptaki ilk üç mektup, Prusya Kraliçesi Sophie

Charlotte'a yazdýðý mektuplar. Filozof Leibniz'le çok yoðun sohbetlerini bildiðimiz kraliçenin, ilgi yelpazesinin nerelere kadar uzandýðýný hayranlýkla görmekteyiz. Kraliçeleri bile içine alan seviyeli tartýþmalarýyla, ne olaðanüstü bir dönem, 17. yüzyýl!..

Ortada, kilise ve din adamlarýnýn, türlü hüner ve çýkarla, aslýndan saptýrdýklarý bir din vardý. Toland'ýn karþý çýktýðý buydu, yoksa dinin aslý deðil. Ýsa'nýn mesajýnýn soysuzlaþtýrýldýðýný, esrarlara büründürüldüðünü sadece yazýlarýyla deðil yüz yüze konuþmalarýyla da halka anlatýyordu. Kahve kahve dolaþýyor, herkesle konuþuyor, Ýsa'nýn açýk seçik ahlâk yasalarýyla, þu yapýlanlarýn birbirine hiç uymadýðýný, coþkuyla dile getirmekten çekinmiyordu. Katoliklerin de, Protestanlar'ýn da dinin bozulmasýnda pay sahibi olduklarýný söylüyordu. Bu suçla- malar karþýsýnda tabii, papazlar boþ dur- madýlar. Kiliselerde Toland'ýn aleyhine þiddetli bir kampanya açtýlar. O kadar çok suçlama vaazlarýnda bulunmuþlardý ki, sonunda kilise cemaatinin sofularý: "Ýsa efendimizden ziyade Toland adlý birinden bahsediliyor" diyerek kiliseye gitmemeye baþlamýþlardý...

(17)

15

ýl 1960. Yaðmurlu bir sonbahar gecesi, "Metapsiþik Cemiyeti Baþkaný Dr.Refet

Kayserilioðlu'nun bir konferan- sýný dinlemek üzere, Sýraserviler'deki Cemiyet lokalindeyim. Merakla Dr.

Bey'le karþýlaþmayý bekliyorum. Derken kapý çalýnýyor ve içeri uzun boylu, kýr

saçlý, kalýn kaþlý, iri gözlü karizmatik biri giriyor. Göz göze geliyoruz. Ýçimden

"Ýþte adam gibi bir adam!" diye bir düþünce geçiyor. Þöyle de bir

duygu:"Benim bütün hayatým bu adamla birlikte geçecek." Ýlk bakýþta bu, pek olasý görünmüyordu. Ben o zaman lise son sýnýf öðrencisiyim. O ise doktor ve

Y

Rol Modelimle Karþýlaþma

Güngör Özyiðit, Psikolog

Vali Pilatus, Kudüs'te Hz. Ýsa ile ilk karþýlaþtýðýnda dilinden þu iki sözcük dökülür: "Ýþte insan!"

Yaþ Yetmiþ Beþ Yolun Neresi Eder? - 2

(18)

bir cemiyetin baþkaný. Kendisinin

çýkardýðý "Ruh ve Madde" isimli dergide- ki yazýlarýný okuyabilirim. Bir de arada bir verdiði konferanslarý dinleyebilirim.

Ne var ki, kader aðlarýný öylesine ördü ki, ömrümün 44 yýlý, Dr. Bey'le beraber geçti, hem de en yakýnýnda olarak.

3B FORMÜLÜ

Ýnsanýn iyiye doðru evrilmesi, yük- selmesi için, bilginin yanýsýra, hayatýna örnek aldýðý, benzemeye ve o kiþinin taþýdýðý deðerlerle bezenmeye çalýþtýðý rol modellerinin olmasý gerekir. Açýlýmý beðenme, benzeme ve bezenme olan 3B formülü ile insan, örnek aldýðý kiþiyle özdeþleþerek gitgide ona, yani beðendiði kiþiye benzer ve sonuna ayný deðerlerle bezenir. Buna bilmek, bulmak ve olmak da diyebiliriz. Bu rol modeller tarihsel kiþilikler de olabildiði gibi, daha etkili olarak yaþayan insanlar da olabilir. Be- nim Dr. Bey'den önceki tarihsel model- lerim, filozoflardan Sokrates ve Spinoza, gülyüzlülerden Hz. Ýsa ve Hz. Muham- med, gönülerlerinden Mevlâna ve Yunus Emre ve elbet ki Cumhuriyetimiz'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'tü.

Gülyüzlülerin inancý ve tanrýsal misyonu, filozoflarýn bilgeliði, gönül erlerinin insancýl duygularý ve Atatürk'ün giriþimci, devrimci, kararlý ve cesur kiþi- liði Dr. Bey'de toplanmýþtý sanki. Bu çok yönlü kiþiliði beni büyülemiþti. Ve haya- týmýn rol modeli olarak, ömrümün her evresinde gözümün önündeydi. Hep ona benzemeye, ondaki deðerlerle bezen- meye, özünü özümle bir edip, onun izinde yürümeye çalýþtým. Ona çok þey borçluyum. Ve bu borcu ancak, onun

gösterdiði yolda giderek ondan öðrendik- lerimi, insan kardeþlerime öðreterek ödeyebilirim. Öyle de yapýyorum zaten.

RUH SEANSINA KATILMAM Dr. Bey'le karþýlaþtýktan sonra, Salý toplantýlarýný iple çekiyorum.

Konferanslarý hiç kaçýrmýyorum. Ve Dr.

Bedri Ruhselman'ýn "Allah", "Ruhlar Arasýnda", "Ruh ve Kâinat",

"Mukadderat ve Îcabat", ve

"Medyumluk" kitaplarýný yutarcasýna okuyorum. O arada Mevlâna'ya ve Türk Tasavvufuna merak salýyorum. Bir yýlda Mevlâna'nýn bütün eserlerini okuyorum.

Özellikle Mesnevi'den ve FihiMafih'ten çok yararlanýyorum. Ve bir ruh seansýna katýlmayý çok arzu ediyorum. O sýrada Dr. Bey'in, rahmetli Oktay Gürsoy'la yaptýðý celseler devam ediyor. Oraya katýlmak istediðimi söylemekten çekini- yorum. Çünkü katýlanlarýn yaþ ortalamasý 35-40. Ben ise 18 yaþýndayým. Ne var ki, insan bir þeyi çok gönülden isterse, o mutlaka gerçekleþiyor. Bir Salý gecesi toplantýsýnda Dr. Bey, ortaya bir soru atýyor: "Madde âlemiyle ilk defa irtibat kuran bir ruhun bilinci var mýdýr?"

Kimseden bir ses yok, çýt çýkmýyor. Ben parmak kaldýrarak þunu söylüyorum:

"Yaptýðý tecrübeler oranýnda bir bilinci vardýr." Dr. Bey bana "Siz toplantýdan sonra biraz kalýr mýsýnýz?" diyor. Meðer ruh seansýnda bilgi veren "Yusuf" isimli bedensiz varlýk da bu mealde bir þey söylemiþ. Böylece Dr. Bey, eðer istersem bu ruh seanslarýna katýlabileceðimi söylüyor. "Memnuniyetle" diyorum ve sevinçten uçuyorum. Öylece hipnoza, ekminezi deneyimine ve ruhla konuþ- maya doðrudan tanýk oluyorum.

(19)

17 ÜNÝVERSÝTE YILLARI

Kabataþ Lisesini bitiriyorum. Okumak ve bir meslek edinmek istiyorum. Babam polis emeklisi. Ýki de ablam var. Babam üniversite öðrenimim için destek ola- mayacaðýný söylüyor. Bende ise çocuk- luktan beri, hiç kimseye, aileye bile yük olmama takýntýsý var. Mevlâna'nýn

"Yaþarken, kendini cenaze gibi taþýtan kimselerden olmayýn" sözünden çok etkilenmiþim. Ortaokuldayken, ilkokul öðrencilerine, lisedeyken ortaokul öðren- cilerine ders vererek harçlýðýmý çýkarý- yordum. Þimdi de iþ bulup, hem çalýþýp, hem de okuyacaðým. Þehir Hatlarý Vapur Ýþletmesi'nde giþe memuru olarak iþe baþlýyorum. Sabahlarý okula gidiyor, öðleden sonra iþ alýyor. Gece 12'ye kadar çalýþýyorum. Ayrýca Dünya Sevgi Birliði Derneði'nin üyesi olarak gece toplan- týlarýna katýlmaya çalýþýyorum. O nedenle Cumartesi, Pazar günleri sabah 6'dan gece 12'ye kadar nöbet tutuyorum. Altý yýl bu tempoyu sürdürüyorum.

Ayrýlýrken, þirkette biriken paramý alýp, bir süre de öyle idare ediyorum.

Çalýþtýðým sýrada Dernek'ten þimdi rah- metli olan bir arkadaþ, iki deðil, üç karpuzu koltuðuma sýkýþtýrdýðýmý görüp, vaktiyle biriktirdiði yüklüce bir parayý bana vermeyi teklif ediyor. Teþekkür ediyorum ve "Zor da olsa bu yükü taþýyabiliyorum, zorda olan bir baþkasý bundan yararlansýn" diyerek parayý almýyorum. Ve o genç yaþlarda kolaya kaçmayýp, zoru baþarma kararlýðýndan dolayý kendimi kutluyorum. Þimdinin gençlerini düþünüyorum da, böyle bir teklife balýklama atlarlardý. Ve benim reddediþim onlara alýkça bir davranýþ gibi gelirdi.

Ýþ hayatýmýn, baþka deyiþle hayat oku- lunun, geliþmemde çok olumlu katkýlarý oldu. Öncelikle disiplini, vaktinde iþe gidip gelmeyi, hesap alýp vermeyi öðrendim. Hesabý teslim alýyor, benimle yer deðiþtiren memura, satýlan biletlerin hesabýný veriyor, kasayý kuruþu kuruþuna teslim ediyordum. O zamanlar kartla geçiþ sistemi olmadýðýndan, iskelelerde giþelerde bilet kesilirdi. Biletler de her biri ayrý renklerde ve fiyatta. 1. mevki, 2.

mevki, öðrenci ve subay olarak çok çeþitliydi. Bilet almaya gelen, genellikle

"3 bilet" diyor. Siz soruyorsunuz:

"Nereye, kaçýncý mevki?" Bu böyle akþa- ma kadar devam ediyor. Giþe memurlarý kýzýyor, baðýrýyor, azarlýyor. Ben bu durumu ruhsal eðitimim için, sabrýmý, hoþgörümü geliþtirmek adýna bir avantaj olarak gördüm. Ve bu çetrefil gibi görü- nen hâli, kiþisel geliþimim için akýllýca kullandým.

Ýþ hayatýmýn bir faydasý da, dýþa dönük, hareketli bir yaþamý olan beni bir yere, iskeleye baðlamasýydý. 9 saat, bazen 18 saat ayný yerde kalmak durumundaydým.

Ve olabilecek en güzel þeyi yaptým:

Sürekli okudum.O kadar ki, her gün nerdeyse klâsiklerden bir kitap bitirdim.

Hem doðu klâsiklerini, hem batý klâsik- lerini dengeli bir þekilde okuyordum.

Arada arkadaþlar uðradýklarýnda, onlarla sohbet edip tartýþýyorduk. O dönemde bizler okumaya günde bir dakika deðil, 5-6 saat ayýrabiliyorduk. Bütün bunlarýn yanýnda insanýn ihtiyaçlarýný, emeði ile kazandýðý para ile gidermesi insana onur- lu bir duruþ ve özgüven kazandýrýyordu.

Üniversite hayatýma gelince, "geçmi- þin, geleceðin öðretmeni" olduðunu,

(20)

geçmiþi bilmeden bugünü doðru deðer- lendiremeyeceðimizi ve yarýný kurama- yacaðýmýzý düþündüðümden tarih oku- maya karar verdim. Fakat üniversitede okuduðum tarihte beklediðimi bula- madým. Yýllar sonra Toynbee'nin iki cilt- lik "Tarih Bilinci" kitabýnda aradýðýmý buldum. Uygarlýklarýn yükseliþ ve çöküþ dinamiklerini zevkle okuyup öðrendim.

O arada kendimi daha derinden tanýdýkça, psikolog olarak insanlara daha iyi hizmet edeceðimi düþünerek tekrar üniversite sýnavlarýna girdim ve en yük- sek puaný alan ilk on kiþi içinde, onuncu olarak psikolojiyi kazandým. Önce para- psikolojiyi ve felsefeyi ve dinleri öðren- miþtim. Þimdi sýra psikolojiye gelmiþti.

Genel psikolojide Prof. Sabri Esat Siyavuþgil, sosyal psikolojide Prof.

Mümtaz Turhan ve Psikiyatride Ord.

Prof. Ýhsan Þükrü Aksel gibi çok deðerli hocalarým oldu. Onlardan da çok þeyler

öðrendim. Hepsi de düþünce tarihinde iz býrakmýþ insanlardý. Ýyi bir psikolog olmak için gereken birikimi kazanmak için elimden geleni yaptým. Prof.

Mümtaz Turhan'dan en yüksek notu alarak üniversiteyi baþarýyla bitirdim.

Üniversiteyi bitirirken, arkadaþlarýma, küçük bir soruþturma yaparak iki soru sordum: 1. Kuran'ýn Türkçesini okudunuz mu? 2. Atatürk'ün Nutuk kitabýný okudunuz mu? Aldýðým cevaplardan hiçbirinin okumadýðýný öðrendim ve üzüldüm. Geçenlerde bir üniversitenin yerleþkesinde, kýzlý

erkekli gençler çimenlere uzanmýþ olarak kitap okuduklarýný bir televizyon

kanalýnda izledim. Hepsinin okuduðu kitap aynýydý: Atatürk'ün Nutku. Çok sevindim. Deðerli dostum Yaþar Nuri Bey de Kuran'ýn Türkçesinin okunmasý konusunda büyük gayret gösterdi.

Rahmetli, konuþmalarýmýzda hep "Biz iki Mustafa'nýn kýymetini bilemedik: Biri Muhammed Mustafa, diðeri Mustafa Kemal"

derdi. Gençlerin Kuran'a ve Nutuk'a ilgilerinin artmasý ve okuyanlarýn çoðalmasý, içimizdeki umudu yeþertmemiz için iki güzel iþaret.

SEKRETERLÝK ve YAZARLIK

Üniversiteye

giderken bir yandan da Dr. Bey'in ve "Ruh Dünyasý" dergisinin

(21)

19 sekreterliðini yapýyorum. Dergiye yazýlar

da yazýyorum. Beþ yýl bütün günüm Dr.

Bey'le beraber geçiyor. Can kardeþim Özcan'la hemen her gece toplantýda buluþuyoruz. Birbirimize doyamýyoruz.

Günde 6-7 kez de telefonda konuþu- yoruz. Özcan'ýn çok verimli olduðu bir dönem. Öðle üzeri bir telefon açýyor:

"Güngörcüðüm bir þiir yazdým, dinler misin?" diyor "Hemen" diyorum ve yazýyorum:

Sevdi kardeþ gönlüm seni Ýnsanoðlu deðil misin?

Sevgisinden Varedilmiþ Hakkýn kulu deðil misin?

Doðru yolu bulalým gel Vermek için alalým gel Gel secdede kalalým gel Gönlü duru deðil misin?

Bu böyle haftalarca devam ediyor.

Adeta Yunus dirilmiþ de þiirler okuyor sanki. Öyle güzel, içi anlam dolu, arý, duru bir dil. Dr. Bey muayene odasýndan dýþarý çýktýðýnda, yazýya geçirdiðim bu þiirleri veriyorum. Ýçeri giriyor. Ýki saat sonra çýkýp: "O þiiri besteledim, dinle bak" diyor. Böylece Özcan'ýn þiirini, Dr.

Bey'in bestesinden kendi sesiyle dinliyo- rum. Ve hafta sonlarý, Cumartesileri, Nesrin-Ziya Bayatlýlar'ýn evindeki toplantýya gidiyorum. Önce doðru yaþa- ma bilgilerini, son yarým saat de Dr.

Bey'in þarký ve ilâhilerini oradakilerine de öðretiyor, birlikte söylüyoruz.

Bir keresinde katýlanlarý saydýk, tam 74 kiþiydi. Akþam 20.00'de baþlayan sohbet, arada çay molasý ve ikramlar. Son yarým saat müzik. Saat gece bir olmuþ, "iyi geceler" diyoruz. Kimse yerinden kýmýl-

damýyor. Bayatlý ailesi, her ikisi de çalýþtýklarý halde, her Cumartesi o kadar kiþiyi misafir edip, ikramlarda bulunu- yorlar. Allah onlardan da razý olsun.

ÞÝFACILIK DENEYÝMÝM

Þifacýlýðý okuduðum kitaplardan teorik olarak biliyorum. Ama öyle bir deneyim yaþamamýþým. 60'lý yýllarýn sonu gibi.

Dernekteki güngörmüþ yaman bir haným- la, Vedia hanýmla sýk sýk görüþüyoruz.

Bir gün yine Tünel'deki evine uðradýðým- da, yanýnda çalýþan Ýfakat isimli hanýmýn önceki gece bir rüya gördüðünü ve migreninin benim verdiðim þifa ile geçtiðini söylüyor. "Benim öyle bir deneyimim yok" diyorum. Vedia haným býrakýr mý, diretiyor: "Rüyasýnda beni deðil, seni görmüþ. Þifayý sende bulmuþ.

Bir dene bence" diyor. Bunun üzerine Ýfakat haným'la Vedia hanýmýn antika eþyalarla dolu karanlýk, loþ salonuna giriyoruz. Onu bir koltuða oturtuyorum.

Sað elimi baþýna koyuyorum. Gözlerimi kapýyor ve Yaradan’dan þifa diliyorum.

Birdenbire öyle bir cereyan geçiyor ki içimden, þaþýrýyorum. Elektriðe tutulmuþ gibiyim. O akým bitene kadar bekliyo- rum. Azala azala bitiyor. Elimi çekiyo- rum. Ýfakat haným, gözlerini açýyor ve

"Allah sizden razý olsun, hiç geçmeyen aðrým tamamen geçti" diyor. Doðal olarak böyle bir hayra vasýta olduðum için seviniyor ve þükrediyorum. Daha sonralarý da gerektiðinde bu ilâhi de- neyimi yineledim. Burada önemli olan þifanýn yalnýz Tanrý'dan olduðunu bilmek ve bunun karþýlýðýnda maddi bir karþýlýk beklememek. Hz. Musa'nýn yaþadýðý bir þifa olayý "Bizim Celselerimiz"de þöyle dile getirilir:

(22)

"Hani bir zaman bir gülyüzlü vardý ya, O'nun emrinden çýk- mayan. Bazý günlerde hiç ummadýðý zamanda ve hiç ummadýðý yerde vücudunda aðrýlar hissederdi. Bu zaman zaman çoðalýr ve onu üzerdi. Bir gün Sizi Sevgisinden

VaretmiþOlan'a yakardý:

"Rabbim ben bu aðrýlardan nasýl kurtulacaðým?" diye, "Çünkü beni önlüyor, bana engel oluyor- lar." Rabbiniz ona þüphesiz, þöyle söyledi: "Hemen yüz adým ardýndaki aðaca git, onun yapraklarýndan topla, kaynat ve suyunu iç, iyileþeceksin."

Söylenilene uydu, ki hep uyardý, istenileni yaptý ve iyileþti.

"Bir zaman sonra yeniden ayný aðrýlar baþlayýverdi birden. Hani öðrenmiþti ya kolayýný. Ayný aðaca gitti, ayný yapraklardan topladý, kaynattý ve suyunu içti.

Ama iyileþmedi.

"Yine belli bir günde, iste- nildiði anda Rabbine vardýðýnda:

"Ayný þeyi yaptým, iyileþemedim"

dedi. Rabbiniz ona dedi ki: "O zaman onu size biz söylemiþtik, þimdi siz yaptýnýz."

Bütün sorun dýþ sebeplere takýlmamak.

Her hayrý ve þifayý yaratýlandan deðil, Yaradan'dan bilmek.

DORUK DENEYÝMLER

Yine 60'lý yýllarýn sonu. Rüyamda gökyüzünün yüksek bir yerinde,

yemyeþil cennet gibi bir yerde, dernekten rahatýna biraz düþkün bir arkadaþla, etrafýmýzdaki güzellikleri seyrederek ve sohbet ederek yürüyoruz. Yol bir yerde bitiyor. Aþaðýya bakýyoruz. Yýldýzlar güneþler, dünyalar. Her biri boþlukta hareket halinde. Mavili-yeþilli gezegen olarak dünyayý görüyoruz. Ve ben soh- betin bitiminde arkadaþýma dünyada sýkýntýda olan insanlarý bulunduðumuz yere çýkarmak, bu güzellikleri onlarla paylaþmak için dünyaya inmemiz gerek- tiðini söylüyorum. Arkadaþ "Burada çok huzurlu ve mutluyuz. Ne gerek var Dünyaya inmeye" diyor ama sonunda onu ikna ediyorum. Ýkimiz birden kendimizi boþluða býrakýveriyoruz.

Derken bir müzik baþlýyor ki, evrenin her zerresi sanki þarký söylüyor. O müzi- ðin titreþimi ile paraþüt gibi iniyoruz. O kadar güzel bir müziði hayatýmda duy- madým. O müziðin titreþimi ile her zer- rem haz içinde yüzüyor ve o müzik katýlýyor, onun bir parçasý oluyor. Damla sanki okyanusta eriyor ve okyanus olu- yor. O müzik ve haz hem devam etsin istiyorum, hem de kalbim dayanamýyor, duracak gibi olduðundan bitsin istiyo- rum. Müzikle dünyaya iniyoruz. Sabaha karþý kalbim küt küt atarak uyanýyorum.

Doðuda mistiklerin batýda azizlerin yaþadýklarý vecd (kendinden geçme) ve istiðrak (O'nda yokoluþ) hali. Ýþte aþk

(23)

21 hali varlýkla yokluðu birleþtiren o kýyýda

yaþanýr. Vecd ve istiðrakla kendinden geçen, yokluða sýçrayan yolcu, dönüþünde kendini yeniden varlýkta bulur. Aþk denizine her atlayýþýnda damla kendini kaybeder, denize karýþýr. Kýyýya çýktýðýnda yeniden damla olur ve denizi özler. Bu sürekli gidiþ geliþler, varlýkla yokluðun bu esrarengiz alýþveriþi ruhta þiddetli sarsýntýlara yol açar. Ýþte gönül erleri vecd ve istiðrak kanatlarýyla yük- selerek yaþadýklarý aþký, sonradan bütün hayatlarýna yayarak, aþký bir yaþam biçi- mi haline getirmiþlerdir.

Maslow'un "Doruk deneyimler" olarak nitelediði, William James'in "Okyanussal deneyimler" dediði yaþadýðým bu deneyi- min ve benzerlerinin en güzel yorumu Kryon'ýn Lizbon Celsesi-2'de karþýlýðýný buluyor: "Hiç perdenin diðer tarafýnda durumun nasýl olduðunu merak ettiniz mi? Sevgili dostlar, aslýnda þu anda bulunduðunuz yerin perdenin diðer tarafý olduðunun farkýnda mýsýnýz? Sizler bura- da olmadýðýnýzda, yuvada olursunuz.

Sanki bir parçanýz yaratýcýnýn kendisi ile birleþmiþ gibidir ve sizler müziði duyarsýnýz. Diðer tarafta her zaman müzik vardýr ama bu düþündüðünüz gibi bir müzik deðildir. Sanki yýldýzlar bir- leþip koro halinde þarký söylüyor, sanki ýþýk bir ezgi terennüm ediyor ve bunlarýn hepsi de muhteþem bir ses tonuyla olu- yor gibidir. Onu defalarca duyuyor olsanýz da, bu yuvanýn müziðidir. Orada sadece sevgi vardýr ve havsalanýza sýð- mayacak bir gerçeklikte olursunuz."

Ýþte yaþadýðým tam da buydu. Yine bir gece rüyamda Dünyanýn geleceðini

görüyorum. Her yer çok güzel ve temiz.

Ýnsanlarýn yüzleri pýrýl pýrýl, saygýlý bir sevgi her yaný sarmýþ. Ýnsanlar iþinde gücünde, her þey uyum içinde.

Gökyüzündeki düzen yeryüzüne

inmiþ gibi. "Bu nasýl oldu" diye içimden soruyorum. "Yukarý bak" diyor bir ses.

Bakýyorum. Dünyanýn üzerinde bütün gülyüzlüler beyazlara bürünmüþ ve halka olmuþ halde. Secde ediyorlar. O anda yine ayný titreþim yakalýyor beni. Ben buna "Tanrýya teðet geçen anlar" diyo- rum. Aslýnda Yaradan her zaman bizimle de, biz nerdeyiz?!

EVLÝLÝK VE MÜZÝK

1970'de ilk eþimle tanýþýyoruz, anlaþý- yoruz ve 1971 Nisan'ýnda evleniyoruz.

O sýrada "Sevgi Dünyasý" dergisinin yazý iþleri müdürü ve yazarýyým. Orada da Dr.

Bey'le birlikteyiz. Evlenince ek bir gelir olarak öðretmenliðe baþlýyorum. Hemen her akþam Dernek toplantýlarý var. Ve yoðun müzik çalýþmalarý. Haftada iki gün 8-10 saat, konser zamanlarý ise 30 saat.

Önce aðýr klâsik parçalarý kulaktan geçiyoruz. III. Selim'in, Itri'nin,

Abdülkadir Meragi'nin, Dede Efendi'nin þarkýlarýný geçiyoruz. Sonra konservatuar gibi "Solfej de Solfej" kitabýndan nota çalýþýyoruz. Þarkýlarý usûl vurarak çalýþýyoruz, yani meþkediyoruz. Hocamýz konservatuarýn en titiz hocalarýndan Ýsmail Hakký Özkan. Ayný zamanda bestekâr ve Münir Nurettin Selçuk'a kon- serlerinde piyano ile eþlik ediyor. Bizi tanýyan herkesin bildiði "Bahar Kýzlarý"

onun eseri. Daha sonralarý eski Ýstanbul þarkýlarýný Ýsviçreli Elmar Voight yöneti- minde sahneye koyuyoruz. Yani þarkýlarý

(24)

7 çift olarak, eski Ýstanbul hanýmlarý ve beylerinin kýyafetiyle hem söylüyor hem oynuyoruz. Benim partnerim de eþim. Efes'te uluslararasý festivalde, en iyi ekip seçiliyoruz. Þan sinemasýnda, Açýk Hava Tiyatrosunda baþarýlý konser- ler veriyor, elde edilen geliri yardým kuruluþlarýna hibe ediyoruz. Öylece yoðun müzik çalýþmalarýnda, müziðin asil naðmeleriyle içimiz yýkanýyor.

Hem birbirimizi daha iyi tanýyor ve törpülüyoruz hem de birlikte bir iþ baþarmanýn sevincini paylaþýyoruz.

Yapýlan hibe ve iyilik de iþin cabasý.

Baþarýlý bir konser sonrasý, baþarýmýzý kutlamak için müzik grubu olarak Bebek'te bir gece kulübüne gidiyoruz.

Garson sipariþ alýyor ve herkese ne içe- ceðini soruyor. Biz þarap dedik. Garson sordu: "Doluca mý olsun?" Eþim hemen atýldý: "E biraz dolu olsun tabii."

Yýllar böyle sevinçle, coþkuyla akýp gidiyor. O arada askerlik baþýmýn üstünde demoklesin kýlýcý gibi duruyor.

Kaçak durumdayým. Diðer yandan her günüm ve gecem dolu. Derginin bütün yükü üzerimde. Kadim dostum Ahmet Kayserilioðlu ile ders gruplarýný yöneti- yoruz. Ayný zamanda müzik grubun- dayým. Çok da mutluyum. 1.5 yýl bu ortamdan uzaklaþmak saçma geliyor.

Yedek subaylýk hakkýmý kaybetmek riskini de göze alarak sabýrla bekliyorum.

Ayrýca kendimi vatana ve millete hizmet eden, gerçek bir asker, gönüleri olarak da görüyorum. Üç de kitap yazmýþým:

"Gönül Erleri", "Ýnsanda Buluþalým",

"Ya Birlik Ya Barbarlýk".. Daha ne?!

Derken, 3,5 aylýk kýsa dönem askerlik yasasý çýkýyor. Hemen baþvuruyorum.

Ve 34 yaþýnda askerliðimi Ýzmir

Bornova'da yedek subay olarak yapýyo- rum. Dergi yazýlarýný önceden hazýrlýyo- rum. O sýrada Sarý Basýn kartým da var.

Hava Yollarý biletleri yarý fiyatýna. Cuma Ýzmir'den Ýstanbul'a, eve geliyorum.

Pazar akþamý yine uçakla Ýzmir'e gidip, birliðe katýlýyorum.

BARIÞCIL BOÞANMA

Eþimle birlikteliðimiz on küsur yýl güzel bir þekilde gidiyor. Ama her güzel þey gibi bu da bitiyor. Aramýzdaki karý- koca olarak alýþveriþin bittiðini ikimiz de hissediyoruz. Ve dost kalarak ayrýlmaya karar veriyoruz. O dönemde gönül baðým olan bir haným hayatýma giriyor.

Dernekten þimdi rahmetli olan bir haným da, arkamdan "Güngör Bey bir yandan sevginin sözcülüðünü yaparken, bir yan-

(25)

dan da ne haltlar iþliyor" gibi lâflar edi- yor. Sözünü ettiðim kiþi, sevdiðim, dürüst, dobra bir hanýmdý. Telefon edip

"Beni kýnayan sözler ediyormuþsunuz, doðru mu?" diye sordum. "Evet, doðru"

dedi. Bunun üzerine muayenehaneye konuþmaya çaðýrdým. Geldi. Kendisine sordum: "Biz yýllar önce eþimle tanýþtýk.

Birbirimizi beðendik. Konuþup anlaþarak evlenmeye karar verdik. Ayrýca bütün tanýdýklarý dolaþýp, onlardan onay almak gereðini duymadýk. Sizce onaylarýný almalý mýydýk?" "Hayýr, ne münasebet"

dedi. Devam ettim: "Peki ayný þekilde iki özgür birey olarak konuþup anlaþarak boþanma kararý alamaz mýyýz?"

"Alýrsýnýz elbette" dedi. Yine sordum:

"Siz hiç benim eþim hakkýnda kötü bir söz ettiðimi iþittiniz mi? Ya da eþimin benim hakkýmda karalayýcý bir söz söylediðini duydunuz mu?" "Tam tersine sizi hep övüyor" dedi. O zaman bu, doðru yaþama bilgileri ve sevgi prensibi açýsýndan, boþanma durumunda olan çiftler için güzel bir örnek deðil mi?"

"Evet öyle görünüyor" dedi. Daha önce arkamdan ettiði lâflar için özür diledi.

Öylece Sokratik bir diyalogla sorunu çözmüþ olduk.

ÖÐRETMENLÝK MESLEÐÝ Bence eðitim ve öðretimin en önemli iþlevi, insanýn kendiliðindenliðini koruyabilmesini ve özgün kiþiliðini ortaya koymasýný saðlayacaðý özgürlük ortamýný yaratmaktýr. Öðretmek, bilgi yýðýnlarýný kafalara doldurarak insanlarý tepe sersemine çevirmek deðil, kiþinin kendi benzersizliðini, biricikliðini anla- masýna yardýmcý olup, yapýcý ve yaratýcý

özünü nasýl geliþtireceðini, sonra da bunu baþkalarýyla nasýl paylaþacaðýný göster- mektir.

Öðretmeyi ders sýkýcýlýðýndan ve kürsü konuþmasý kuruluðundan kurtarýp, herkesin katýldýðý bir merak konusu haline getirmeyi hep düþünmüþümdür.

Beþ yýllýk öðretmenlik yaþamýmda bunu kendimce kanýtlamaya çalýþtým.

1970'de Paþakapýsý Lisesinde Türkçe dersi veriyorum. Karþýmda öðrenmeye hiç istekli görünmeyen, ergenlik çaðýnýn bunalýmýnda, kendileri sýnýfta, akýllarý kimbilir nerede 60 kiþilik bir sýnýf. Bense mesleðe yeni baþlamýþ, toy bir öðretmen.

Ýki önemli silâh var elimde: Ýnsanlara olan sevgime güveniyorum, bir. Onlara ulaþmanýn, meraklarýný uyandýrýp, bilgiyi bu genç gönüllere sevdirmenin bir yolu ve yöntemi olduðuna inanýyorum, iki.

Sýnýfý kýz ve erkekler olarak ikiye ayýrýp, dersi soru-cevap haline getirerek, bilgi yarýþmasý þekline soktum. Bir kýzlara, bir erkeklere soruyor, sonucu tahtada artý ve eksi olarak puanlýyorum.

Ýlk aþamada istediðim gerçekleþmiþti.

Sorularla ilgi ve merak uyandýrmýþ, dolayýsýyla öðrenmeyi zevkli bir hale getirmiþtim. Öðrenciler pasif bir dinleyi- ci olmaktan çýkmýþ, aktif bir katýlýmcý ve yarýþmacý olmuþlardý. Ne var ki, yarýþma havasýnýn heyecaný içinde gençler çýðlýk- lar atýyor, baðýrýp çaðýrýyorlardý. Ve ders- ler oldukça gürültülü bir halde geçiyor- du. Ne yapýp edip, söz konusu durumu düzeltecek bir yol bulmalýydým. Ve bir çare buldum: Yarýþma iki dereceli ola-

23

(26)

caktý. Bilgi yarýþmasýnýn yanýnda, olgun- luk yarýþmasý da yer alacaktý. Yani heye- canlarý kontrol edip edememe sýnavý. Bu þekilde bilgi yarýþmasýnda kazananlar, olgunlukta da kazanmak için heyecan- larýný dizginliyor, öylece gürültü sorunu çözülmüþ oluyordu.

Böylece bilgilenmenin yanýsýra, heye- canlarý denetim altýna alma bilgeliði de ek bir eðitim oluþturuyordu. Sonuçta sýnýfta kalan olmadý hiç. Çünkü herkes bilinmesi gerekenleri öðrendi.

Beþ yýllýk öðretmenlik deneyimimde, Paþakapýsý Lisesi dýþýnda Fener Rum Lisesi, Getronogan Ermeni Lisesi ve Baðlarbaþý Yüksek Ýslâm Enstitüsünde güzel ve yararlý yýllar geçirdim. Türk gençlerine, Rum ve Ermeni gençlerine, gerici ve ilerici diye etiketlenenlere hizmet ettim. Ve her seferinde karþýmda Türk, Rum, Ermeni, ilerici, gerici deðil, eðer güzel öðretilirse öðrenmeye hazýr, özleri bir ve tertemiz insanlar gördüm ve hepsine gönül verdim.

Þimdi ne zaman bir yerde, bir zamanlar beraber olduðum bu güzel insanlardan biriyle karþýlaþsam, içimde o günlerin ve öðrenme yolundaki o kutsal iþbirliðinin tadýný duyarým.

LÜTUF ANLARI

"Tanrý ile Sohbet"in yazarý Neale Donald Walsch, son kitabý "Lütuf Anlarý"nda þöyle diyor: "Lütuf anlarý, Tanrý'nýn yaþamýmýza çok gerçek, çok doðrudan ve çok görünür bir þekilde müdahale ettiði zamanlardýr."

Yýllar önce bir akþam Feneryolu'nda Pizza Konak'ta tek baþýma yemeðimi yiyorum. Küçük bir yaþam sýnavýyla karþý karþýyayým. Sorunu içimde çözüm- lemeye çalýþýyorum. Yemekten sonra hasta bir arkadaþýmý bir çiçek götürerek ziyaret etmeyi, ona moral vermeyi düþünüyorum. Diðer yandan caným fena halde meyve salatasý istiyor.

Cebimde ise o akþam için ölçülü bir para var. Ya çiçek alýp hasta arkadaþa gide- ceðim. Ya da meyve salatasý yiyeceðim.

Ýkisinden birini seçeceðim. Az biraz mücadeleden sonra hasta ziyaretini daha insancýl buluyorum ve meyve salatasýn- dan vazgeçiyorum. Doðru ve sencil bir karar vermekten dolayý içim rahat.

Pizzamý bitirdim, hesabý istedim.

Kalkmak üzereyim. Tam o sýrada garson bir meyve salatasý getirdi ve önüme koydu. Þaþýrdým ve böyle bir sipariþ ver- mediðimi söyledim. Garson nazik bir þekilde "O, müessesemizin ikramý efendim" dedi.

Bence bu Tanrýnýn bir ikramý idi.

Çünkü daha önce de burada çok kere yemek yemiþtim ve hemen hiç birinde böyle "çaylar þirketten" hesabý bir ikram- la karþýlaþmamýþtým.

Yaþamý zenginleþtiren ve insaný Tanrýya yakýn kýlan bu tür olaylar hemen herkesin yaþamýnda olup durmakta. Ama biz, bazýlarýný fark ediyor, çoðunu da anlamadan geçiyoruz. Her þeyi kendi idrakimizin dar kalýplarý içinde görmek istediðimizden, günlük yaþamdaki olaðanüstülükleri çoðu kez kaçýrýyoruz.

Gelecek Yazý: Bir Ömrün Özeti

(27)

Psikoloji ve Ýnsanýn Kendini Gerçekleþtirmesi - 2

Nihâl Gürsoy

25

aslow, insanýn kendini gerçekleþtirme ihtiyacýný da kapsayan bir ihtiyaçlar hiyerarþisiyle insan doðasýna yaklaþmýþ ve aþaðýdaki sýralamayý yapmýþtýr.

Maslow’a göre insanýn motive olmasýný saðlayan güdüleri hiyerarþik bir yapýya

sahiptir. Bu güdüler alt düzeyden baþlar. Ýnsanlar öncelikle temel ihtiyaçlarýný karþýlamaya güdülen- miþlerdir. Temel ihtiyaçlarýný karþýlayan birey, kendisinde varolan potansiyeli açýða çýkarmaya ve ger- çekleþtirmeye yönelecektir.

M

Geçen bölümde insanýn kendini gerçekleþtirmesi kavramýný

psikoloji bilimi açýsýndan incelemiþ ve Abraham Maslow’un

Hümanistik Psikoloji içinde kavramý en iyi iþleyen, sistematik bir

biçimde araþtýrarak açýklayan kiþi olduðundan söz etmiþtik.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu sınav adayların ritmi algılayabilme ve verilen ritmi uygulayabilme becerilerini ölçmek amacıyla yapılacaktır. Adaylar tek tek sınava alınacaktır. Adaylardan,

Hacı Settar da öldükten sonra bu sabah Abid Hoca'nın yaptığı gibi halkı kışkırtmalarının önünde hiçbir engel kalmıyordu.... Ama öte yandan yıllardır bu bölgede

Odamız, meslektaşlarımızın araştırma makalelerini Jeoloji Mühendisliği Dergisi ve Türkiye Jeoloji Bülten’i gibi süreli yayınlarıyla meslek camiamıza

Jeoloji ve yerbilimleri ile yakın ilişkili diğer bilim dallarına ait ilginç bilgileri ve araştırmaları okuyucuya sunan popüler bir dergimiz olan Mavi Gezegen de yayın

0HUNH] EDQNDVÕ ED÷ÕPVÕ]OÕ÷Õ WP HNRQRPLOHU LoLQ ELU JHUHNOLOLNWLU $QFDN EX WP PHUNH]. EDQNDODUÕ LoLQ JHQHO JHoHUOL KHU KXNXN G]HQLQH X\DQ ³NDOÕS´

Keşap Belediyesi olarak yaptığımız tüm çalışmalarda engelli vatandaşlarımızın hayatlarını, sosyal haklarını kolaylaştıracak projelerle onları mutlu etmek bizim

Gözlerini kırparsa gördüklerinin değişeceğinden ya da daha önce de olduğu gibi yok olacağından korktuğu için, ne gözlerini ne de başını kıpırdattı. Ama

Bir temmuz sabah ında yine Ören’de Rutkay Aziz’le birlikte, Çamlık’taki Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği kamp ına gitmiş, kızlı erkekli öğrencilerle sohbet