• Sonuç bulunamadı

Logoterapi yönelimli sağaltım programının konuşma bozukluklarından kekemelik üzerindeki etkisi vaka çalışması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Logoterapi yönelimli sağaltım programının konuşma bozukluklarından kekemelik üzerindeki etkisi vaka çalışması"

Copied!
160
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SAKARYA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

LOGOTERAPĐ YÖNELĐMLĐ SAĞALTIM PROGRAMININ

KONUŞMA BOZUKLUKLARINDAN KEKEMELĐK

ÜZERĐNDEKĐ ETKĐSĐ VAKA ÇALIŞMASI

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

Betül BAYRAKTAR

Enstitü Anabilim Dalı : Eğitim Bilimleri

Enstitü Bilim Dalı : Eğitimde Psikolojik Hizmetler

Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ

TEMMUZ-2010

(2)
(3)

BEYAN BEYAN BEYAN BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu, kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını beyan ederim.

Betül BAYRAKTAR Betül BAYRAKTAR Betül BAYRAKTAR Betül BAYRAKTAR

08 08 08

08.0.0.0.07777.2010.2010.2010 .2010

(4)

ÖNSÖZ

“Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programının Konuşma Bozukluklarından Kekemelik Üzerindeki Etkisi Vaka Çalışması” kekemeliğin sağaltımında ortaya atılan yeni ve etkili bir yaklaşım olması nedeniyle üzerinde çalışılmaya değer bulunmuştur.

Akademik yaşantımda ve bu çalışmanın hazırlanmasında desteğini ve yardımlarını esirgemeyen, bilgi hazinesini öğrencileriyle paylaşmaktan mutluluk duyan çok kıymetli danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ’a en içten teşekkürlerimi sunarım.

Ayrıca, bu günlere ulaşmamda emeklerini veren, her türlü fedakarlığı yapan aileme, yaşamımda her zaman en büyük destekçilerimden biri olan dedem Raif BAYRAKTAR’a, varlığıyla bana güç veren Murat DÜŞÜNCELĐ’ye, tüm zor zamanlarımda her an desteğini hissettiğim Tuğba Seda ÇOLAK’a, değerli hocam Yrd. Doç. Murat ĐSKENDER’e ve bu süreçte yanımda olan yakınlarıma bana verdikleri desteklerden dolayı teşekkür ederim. Bu noktaya gelmemde bana ışık gösteren tüm hocalarıma da katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunarım.

Betül BAYRAKTAR 08 Temmuz 2010

(5)

i

ĐÇĐNDEKĐLER

KISALTMALAR... iv

TABLO LĐSTESĐ... v

ŞEKĐL LĐSTESĐ... vi

ÖZET... vii

SUMMARY... viii

GĐRĐŞ... 1

BÖLÜM 1: KURAMSAL ÇERÇEVE... 5

1.1.Konuşma Bozuklukları... 5

1.1.1. Sözel Anlatım Bozukluğu... 6

1.1.2. Karışık Dili Algılama-Sözel Anlatım Bozukluğu... 6

1.1.3. Fonolojik Bozukluk... 7

1.1.4. Kekemelik... 8

1.1.4.1. Tanısal özellikler... 8

1.1.4.2. Gidiş... 10

1.1.4.3. Tanılanması... 11

1.1.4.4. Ayırıcı Tanı... 12

1.1.4.5. Eşlik Eden Özellikler ve Bozukluklar... 12

1.1.4.6. Kekemeliğin Yaygınlığı... 13

1.1.4.7. Kekemeliğin Nedenleri... 13

1.1.4.8. Kekemelik Türleri... 17

1.1.4.9. Kekemeliğin Sağaltımı... 19

1.2. Logoterapi... 24

1.2.2. Temel Kavramlar... 25

1.2.2.1. Yaşamın Anlamı... 25

1.2.2.2. Sevginin Anlamı ... 26

1.2.2.3. Acının Anlamı... 26

1.2.2.4. Anlam Đstemi... 28

1.2.2.5. Kendini Aşkınlık... 28

1.2.2.6. Kendinden Uzaklaşma... 29

1.2.2.7. Sokratik Diyalog... 30

(6)

ii

1.2.2.8. Varoluşsal Boşluk... 30

1.2.2.9. Varoluşsal Engelleme... 31

1.2.2.10. Noöjenik Nevrozlar... 32

1.2.2.11. Özgürlük... 32

1.2.2.12. Sorumluluk... 34

1.2.2.13. Beklentisel Kaygı... 34

1.2.2.14. Aşırı Niyet... 35

1.2.2.15. Aşırı Düşünme... 35

1.2.3. Đnsan Doğasına Bakış... 35

1.2.4. Logoterapinin Temel Đlkeleri... 37

1.2.5. Teröpatik Süreç... 38

1.2.6. Teröpatik Teknikler... 39

1.2.6.1. Paradoksik Niyet ... 39

1.2.6.2. Düşünce Odağını Değiştirme... 41

1.2.6.3. Tutumların Biçimlendirilmesi... 42

1.2.7. Terapistin Rolü ... 42

1.2.8. Danışanın Rolü... 44

1.2.9. Diğer Kuramlarla Karşılaştırma... 44

1.2.9.1.Varoluşçu Psikoloji ve Logoterapi... 44

1.2.9.2. Humanistik Psikoloji ve Logoterapi... 45

1.2.9.3. Psikanalitik Yaklaşım ve Logoterapi... 45

1.2.9.4. Bireysel Psikoloji ve Logoterapi... 45

1.2.9.5. Bilişsel- Davranışçı Yaklaşım ve Logoterapi... 46

1.2.9.6. Davranışçı Yaklaşım ve Logoterapi... 46

BÖLÜM 2:YAPILAN ARAŞTIRMALAR VE ĐLGĐLĐ LĐTERATÜR... 48

2.1. Kekemelik ile Đlgili Yapılan Araştırmalar... 48

2.2. Logoterapi ile Đlgili Yapılan Araştırmalar... 55

BÖLÜM 3:YÖNTEM... 60

3.1. Araştırma Modeli... 60

3.2. Verileri Toplama Araçları... 62

3.3. Verilerin Analizi... 62

(7)

iii

3.4. Đşlem Yolu... 63

BÖLÜM 4: BULGULAR... 64

SONUÇ VE TARTIŞMA... 88

KAYNAKÇA... 92

EKLER... 105

ÖZGEÇMĐŞ... 148

(8)

iv

KISALTMALAR

KSE : Kısa Semptom Envanteri

DSM : The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders ASHA : American Speech-Language-Hearing Association

GULCI : Gradual Increase in Length and Complexity of Utterance RCTO : Response-Contingent Time-Out From Speaking

(9)

v

TABLO LĐSTESĐ

Tablo 1 : Psikolojik Danışma Oturumlarına Đlişkin Amaçlar... 63 Tablo 2: Đşlem Öncesinde ve Sonrasında Bayan R’nin Kekemeliğine Eşlik Eden Motor Davranışları Belirleme Formu... 86

(10)

vi

ŞEKĐL LĐSTESĐ

Şekil 1: Acıya Logoteröpatik Yaklaşım... 27 Şekil 2: Kader Alanı ve Kişisel Özgürlük Alanı... 33 Şekil 3: Hiper Niyet- Hiper Düşünce... 35 Şekil 4: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Somatizasyona Đlişkin Belirtiler... 77 Şekil 5: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Obsesif Kompulsif Bozukluğa Đlişkin Belirtiler... 78 Şekil 6: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Kişilerarası Duyarlığa Đlişkin

Belirtiler... 79 Şekil 7: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Depresyona Đlişkin

Belirtiler... 80 Şekil 8: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Anksiyete Bozukluğuna Đlişkin Belirtiler... 81 Şekil 9: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Hostiliteye Đlişkin Belirtiler... 82 Şekil 10: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Fobik Anksiyeteye Đlişkin Belirtiler... 83 Şekil 11: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Paranoid Düşünceye Đlişkin Belirtiler... 84 Şekil 12: Đşlem Öncesi ve Sonrası Bayan R’de Psikotizme Đlişkin Belirtiler... 85 Şekil 13: Đşlem Öncesinde ve Sonrasında Bayan R’nin Takılma Sayısı... 87

(11)

vii

SAÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tez Özeti Tezin Başlığı: Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programının Konuşma Bozukluklarından Kekemelik Üzerindeki Etkisi Vaka Çalışması

Tezin Yazarı: Betül Bayraktar Danışman: Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ Kabul Tarihi: 08.07.2010 Sayfa Sayısı: viii (ön kısım) + 104 (tez) + 44 (ekler)

Anabilimdalı: Eğitim Bilimleri Bilimdalı: Eğitimde Psikolojik Hizmetler

Bu çalışmada Logoterapi yönelimli sağaltım programının konuşma bozukluklarından kekemelik üzerindeki etkisini test etmek amaçlanmıştır. Ayrıca Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programının kekeme bireylerin düşünce odağını değiştirmede, kekeme bireylerde görülen psikolojik belirtileri azaltmada, kekeme bireylerin konuşmalarına eşlik eden davranışları ortadan kaldırmada ve kekeme bireylerin takılma sayılarını düşürmede etkili olup olmadığı incelenmiştir.

Araştırma vaka çalışması kapsamında üç aşamada gerçekleştirilmiştir. Bu aşamalar;

tanılama, psikolojik danışma ve değerlendirmedir. Birinci aşamada kekemelik sorunu yaşayan ve bu süreçte gönüllü olarak yardım almayı kabul eden bireyin düşünce, duygu, inanış, deneyim, davranış ve sorunu derinlemesine analiz edilmiştir. Đkinci aşamada logoterapi yönelimli sağaltım programının konuşma bozukluklarından kekemelik üzerindeki etkisini test etmek için psikolojik danışma uygulaması gerçekleştirilmiştir. Her oturum bir saat olarak planlanmış, her bir oturumda o oturumun amacı, bir önceki oturumun özeti, amaca yönelik uygulama, davranışsal gözlemler ve yapılan oturumun özetlemesine yer verilmiştir. Üçüncü aşamada logoterapi yönelimli sağaltım programının konuşma bozukluklarından kekemelik üzerindeki etkisini test etmek için uygulanan sağaltım programının kalıcılığını sağlamak için değerlendirme çalışması yapılmıştır. Bu bağlamda hem bireye ait özellikler, hem de logoterapi yönelimli sağaltım programının etkililiği derinlemesine incelenmiştir. Çalışmada verilerin toplanması için davranışsal gözlemlere yer verilmiş, Gözlem ve Öykü Alma Formu, Kısa Semptom Envanteri, Kekemeliğe Eşlik Eden Motor Davranışları Belirleme Formu, Düşünce, Duygu, Davranış Belirleme Formu, Kekeleme Durumuna Yönelik Düşünce Belirleme Formu kullanılmıştır.

Araştırma nitel araştırma kapsamında değerlendirildiği için hiçbir istatistiksel analize tabi tutulmadan ifade edilmiştir.

Araştırma sonucunda elde edilen bulgular şu şekilde ifade edilebilir;

1. Logoterapi Yönelimli Psikoterapi Programı konuşma bozukluklarından kekemeliğin sağaltımında etkindir.

2. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin düşünce odağını değiştirmede etkindir.

3. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekemeliğe eşlik eden psikolojik belirtilerin giderilmesinde işlevseldir.

4. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin konuşmalarına eşlik eden motor davranışlarının kaldırılmasında etkindir.

5. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin takılma sayılarını düşürmede etkindir.

Anahtar kelimeler: Kekemelik, Logoterapi, Paradoksik Niyet, Düşünce Odağını Değiştirme

(12)

viii

Sakarya University Insitute of Social Sciences Abstract of Master’s Thesis Title of The Thesis: The Effect of Logotherapy Oriented Treatment Program on

Stuttering Which is One of the Speech Disorders A Case Study

Author: Betül Bayraktar Supervisor: Assist. Prof. Dr. Mustafa KOÇ

Date: 8 July 2010 Nu. of pages: viii(pre text) +104 (main body) + 44 (appendices)

Department: Educational Sciences Subfield: Psychological Services in Education In this study it is aimed to examine the effect of Logotherapy oriented treatment program on stuttering which is one of the speech disorders. Besides it is investigated that Logotherapy oriented treatment program is effective or not on the dereflection of the stutterer, on the reduction of the psychological symptoms which are seen on stutterers, on the removal of the behaviors which go along with the speech of stutterers and on the reduction of the score of faltering.

The study was carried out on three stages within the context of case study. These stages were; identification, psychological counseling and evaluation. In the first stage the thought, emotion, belief, experience, behavior and problem of the stutterer who has accepted to receive help voluntarily was analyzed in great detail. In the second stage it was carried out psychological counseling application to test the effect of Logotherapy oriented treatment program on stuttering which is one of the speech disorders. Every session was planed as one hour and all sessions include the aim of the current session, the summary of the last session, the application trough the aim of the session, behavioral observations and the summary of the current session. In the third stage it had been done evaluation study to provide permanence of the program which was practiced to effect of Logotherapy on the treatment of stuttering which is one of the speech disorders.

In this connection the characteristics of the individual and also the effect of Logotherapy oriented treatment program had been investigated in great detail. In the study the behavioral observations, form of observation and receiving story, the form of determining motor behaviors which goes along with the speech of stutterers, the form of determining thought, emotion and behavior, the form of determining thought indented to stuttering had been used to collect the data. This study has been expressed without any statistical analysis because it is evaluated in the context of qualitative researches.

The findings as a result of this study can be express like these;

1. Logotherapy oriented psychotherapy program is effective on treatment of stuttering.

2. Logotherapy oriented treatment program is effective on dereflection of stutterers.

3. Logotherapy oriented treatment program is operative on the reduction of the psychological symptoms which is seen on stutterers.

4. Logotherapy oriented treatment program is effective on the removal of the behaviors which go along with the speech of stutterers.

5. Logotherapy oriented treatment program is effective on the reduction of the score of faltering.

Keywords: Stuttering, Logotherapy, Paradoxical Intention, Dereflection

(13)

1

GĐRĐŞ

Çocukluk döneminde sık görülen problemler arasında yer alan kekemelik çocuğun ruhsal gelişimini ve sosyalleşmesini olumsuz yönde etkilemektedir (Ünalan ve diğ., 2002:15). Kekemeliğe bağlı kaygı, kaçınma davranışları ve kendine güvende azalma nedeni ile toplumsal işlevsellik bozulabilir. Kekemelik meslek seçimini ve meslekteki gelişmeyi sınırlayabilir (Karacan, 2000:19). Kekemeliğin sosyal işlevlerde bozukluğa yol açması nedeniyle yaygın olarak kaygı başlar. Kaygı da kekemeliği artırır (Semerci, 2010).

Kekemeliğin tedavisine dair olan bugünkü teorilerin çoğu şarkı söyletmek, aksanda ve telaffuzda değişikler yapmak, tempo tutmak, başkalarının söylediklerini tekrarlamak, okumak, saymak, şiir ezberleyip söylemek gibi etkinlikler etrafında toplanmaktadır.

Bunlar ise kekemenin dikkatini kendisinden başka yere çekmek için kullanılan vasıtalardır (Cole ve Morgan, 1985). Solunum tekniğine başvurulup konuşma alıştırmalarından yararlanılarak da kekemelik ortadan kaldırılabilir. Ancak kekemeliğin yok edilmesiyle kekemeliğin temelindeki korku nevrozu giderilmiş sayılmaz. Nevrozu ele veren belirti çoğunlukla kılık değiştirir (Zulliger, 1998:134).

Kekeme birey bir konuşma korkusu geliştirmiştir. Konuşurken “şimdi yine kekeleyeceğim endişesi” içinde olur ve bu endişe onu yine kekeletir. Böylece birey bir kısır döngü içine düşmüş olabilir (Enç ve diğ., 1987). Bu bağlamda kekemelik yaşayan bireylerin tipik ifadeleri; “Düşüncelerimi sıralamaya çalışıyorum, ama daha çok karışıyorlar”, “Sesim titriyor ve bunu saklamaya çalışıyorum”, “Söylediğim şeye konsantre olmaya çalışıyorum ama olamıyorum”, “Kalbim daha hızlı atıyor, ellerim terliyor, daha hızlı konuşuyorum”, “Konuşma yaparken heyecanlanmama konusunda kendimi telkin ediyorum, ancak sadece konuşmaya başlayana kadar, sonra her şey kötü gidiyor.” şeklindedir (Delvey, 1980). Bu ifadelerde de görüldüğü gibi konuşma anksiyetesinde de beklentisel kaygıya dayalı bir kısır döngü durumu mevcut olmakla birlikte bu kısır döngüyü kırmak için Logoterapinin kekemeliğin sağaltımında etkili bir yaklaşım olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.

(14)

2

Belirli durumlardan korkma kalıp davranışı (yükseklik, açık alan vs.), korkulan duruma yaklaştığında bile kişiyi endişelendirir. Böylelikle beklentisel kaygı oluşur. Bu, korkulan durumdan kaçma ile sonuçlanabilir. Paradoksik niyet bu korku döngüsünü, danışanların kendi davranışlarına espri ile kendilerinden bir adım uzakta bakmalarını ve sonra korkulan durumla mizahi abartma yoluyla yüzleşmelerini sağlayarak kırar.

Danışanlar şimdiye kadar onları korkutan şeyler (kekeleme, kızarma gibi) olmasına niyetlidir. Niyet ve korku birbirlerini dengeler. Eğer biri gerçekten bir şey yapmaya niyetlenirse, aynı zamanda ondan korkmaz. Abartılı olma ihtiyacında olan korkunun sonucudur (Barnes, 2005). Örneğin kişinin kendisini uyumaya zorlaması uykusunu kaçırır, kekemenin düzgün konuşma çabası daha fazla kekelemesine yol açar (Budak, 2003: 96). Bu çalışma da Logoterapi yönelimli sağaltım programının konuşma bozukluklarından kekemelik üzerindeki etkisini test etmeyi amaçlamaktadır.

Problem Cümlesi

Logoterapi yönelimli sağaltım programı konuşma bozukluklarından kekemelik üzerinde etkili midir?

Alt Problemler

1. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin düşünce odağını değiştirmede etkin midir?

2. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerde görülen psikolojik belirtileri azaltmada etkin midir?

3. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin konuşmalarına eşlik eden davranışları ortadan kaldırmada etkin midir?

4. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin takılma sayılarını düşürmede etkin midir?

Denenceler

Ana denence: Logoterapi yönelimli sağaltım programı konuşma bozukluklarından kekemelik üzerinde etkindir.

(15)

3

1. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin düşünce odağını değiştirmede etkindir.

2. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerde görülen psikolojik belirtileri azaltmada etkindir.

3. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin konuşmalarına eşlik eden davranışları ortadan kaldırmada etkindir.

4. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı kekeme bireylerin takılma sayılarını düşürmede etkindir.

Araştırmanın Önemi

Kekeme bireyin yaşantısı, kekeleme durumu devam ettiği müddetçe zor bir hale gelmektedir. Kekemelik insan yaşantısını olumsuz etkileyen bir problem olmakla birlikte, kekeme bireylerin sosyal yaşantının gerekliliklerini yerine getirmekte güçlük yaşadıkları bir gerçektir. Bu bağlamda kekemeliğin sağaltımına yönelik bilişsel veya davranışçı birçok yaklaşım geliştirilmiş, kekemeliğin sağaltımında etkili yöntemler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu çalışma logoterapinin kekemeliğin sağaltımında var olan yaklaşımlar arasına eklenebileceğini ortaya koyması açısından önemlidir.

Logoterapi genellikle uyku bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, fobiler vb.

bozuklukların tedavisinde ağırlıklı olarak kullanılmaktadır. Türkiye’de özellikle kekemeliğin sağaltımında kullanılan bir yöntem değildir. Bu çalışma, sistematik bir şekilde Logoterapinin kekemeliğin sağaltımındaki etkisini test etmesi yanında, bu

alanda Türkiye’de ilk çalışma olması açısından da önemlidir.

Bu çalışmanın hazırlanmasının öğretmenlere, kekemeliğin sağaltımına yönelik çalışan resmi ve özel kurumlara, psikoloji alanında bireylere destek sağlayan psikolojik danışmanlar ve psikologlara benzer vakalarda yol gösterici olması niteliğiyle yararlı olacağı düşünülmüştür.

(16)

4 Sınırlılıklar

1. Logoterapi Yönelimli Sağaltım Programı, 2. 13 oturum,

3. Bir danışan ile sınırlı tutulmuştur.

Tanımlar

Kekemelik: Anormal duraksamalarla, tekrarlanan seslerle veya hecelerle, harflerin uzatılmasıyla, ya da takılıp kalmayla tanımlanan bir konuşma ritim bozukluğudur.

Bazen bu bozukluğa, konuşma çabası sırasında ortaya çıkan kafa sallama, tekme savurma gibi motor tikleri de eşlik eder. Hafif türleri genellikle kendiliğinden düzelir, ancak kronik vakalarda iletişimin gerektiği durumlarda, ya da heyecan, öfke, korku, vb.

gibi duygu yoğunluklarında kekemelik iyice belirginleşir (Budak, 2003: 436).

Logoterapi: Viktor Frankl’ın geliştirdiği anlam merkezli, varoluşçu yönelimli bir psikoterapi okuludur. Frankl’a göre insandaki temel güdüleyici güç, yaşamını anlamlı kılma veya bir anlam bulma çabasıdır. Bu çabası başarısızlıkla sonuçlanan kişide varoluşsal boşluk ortaya çıkar ve kişi kendini, yaşamını yalnız, anlamsız ve boşuna hisseder. Dolayısıyla psikoterapinin amacı kişinin kendine özgü bir amaç, yaşamasını sağlayacak, bu varoluşsal boşluğu dolduracak bir anlam bulmasıdır (Budak, 2003: 487).

Paradoksik Niyet: Aşırı niyeti ortadan kaldırmak için geliştirilen bir tekniktir ve nevrozların tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır (Frankl, 1999: 96). Kısa süreli ancak kalıcı düzelmeler yaratan bir tedavi aracıdır (Frankl, 2007: 119). Bu teknik kişinin fobi, anksiyete, obsesif dürtüler gibi kişiyi psikojenik nevrozlara iten kötü döngüyü kırması için gerekli insan kapasitesi üzerine inşa edilmiştir (Wong, 2002; Frankl, 1967f).

Beklentisel Kaygı: Beklentisel kaygı durumunun tipik özelliği, tam olarak hastanın korktuğu şeye yol açmasıdır. Örneğin bir odaya girip kalabalıkla karşılaştığı zaman kızarmaktan korkan birey, gerçekte bu tür koşullar altında kızarmaya daha yatkın olacaktır (Frankl, 2007 :115). Eğer birey bir başarısızlığı önceden tahmin ederse, korkuyla dolar ve kendini gerçekleştiren kehanet içinde, muhtemelen başarısız olur (Barnes, 2005).

(17)

5

BÖLÜM 1: KURAMSAL ÇERÇEVE

1.1.Konuşma Bozuklukları

Đletişim iletilmek istenen materyalin, ilgili herkes tarafından tamamen anlaşılabilmesi amacıyla bilgi, kanaat ya da düşüncenin, yazı, konuşma ve görsel araçlarla veya bunların bir arada kullanımıyla iletilmesi, alınması veya değiştirilmesi olarak tanımlanır (Sillars, 1995:1). Đletişim, insan yaşamının her evresinde ve her ortamda önemli bir yer tutmaktadır. Đnsanın toplumsal bir varlık olarak gelişmesi, akademik, mesleki, sosyal çevrelerde işlev görebilmesi için gerekli, temel öğelerdendir (Konrot, 2005: 209).

Dil, çevreye uyma çabasının ayrılmaz bir parçasıdır (Cole ve Morgan, 1985:334).

Konuşma bireyin kendini ifade etmesini, çevre ile iletişim kurmasını sağlamakta ve bu alanda yaşanan bozukluklar başta iletişim olmak üzere kişinin bireysel ve sosyal yaşantısını olumsuz etkilemektedir. Dil gelişiminin ve bu alanda yaşanan zorluklara ilişkin öykünün alınması, belirti ve bulguların saptanması çocuk ve ergen ruhsal değerlendirmesinin önemli bir parçasıdır (Karacan, 2000).

Dil ve konuşma bozuklukları, çocukluk çağında en çok karşılaşılan sorunlardan biri olup, dil ve konuşma gelişimi tipik (normal) olmayan çocuklar olarak tanımlanmaktadır. Dil ve konuşmada yetersizlik, sözel iletişimde farklı düzey ve biçimlerde ortaya çıkan aksaklıklar ve düzensizlikler nedeniyle dili kullanma, konuşmayı öğrenme ve iletişimdeki güçlükler, bireyin eğitim performansını ve sosyal uyumunu olumsuz yönde etkilemektedir (Çiyiltepe, 2005:158).

Dil süreci, konuşma eyleminde bulunacak kişinin alıcı dili kadar, dünya algısı, psikolojik dinamikleri, diğer bilişsel süreçleri, konuşma ve duyma organlarının sağlıklı olup olmadığı gibi dinamiklerden etkilenmektedir. Konuşma en yaygın iletişim formu olduğu halde aynı zamanda en karmaşık olanıdır (Turan, 2009:103).

Đletişim bozuklukları DSM-IV'de ilk kez çocukluk döneminde tanısı konan bozukluklar arasında yer almakta; kekemelik, sözel anlatım bozukluğu, karışık dili algılama-sözel anlatım bozukluğu ve fonolojik bozukluğu kapsamaktadır. Bu bozukluklar şu şekilde açıklanabilir;

(18)

6 1.1.1.Sözel Anlatım Bozukluğu

Sözel anlatım bozukluğu olan çocuklarda sözcük sayısında sınırlılık, yeni sözcüklerin kazanılmasında güçlük, sözcük bulma ya da kullanma hataları, kısa cümleler ya da cümle çeşitliliğinde sınırlılık, alışılmadık sözcükler kullanma, dilbilgisi ve sözel anlatımın gelişiminde yavaşlık dikkati çeker. Bozukluğun özellikleri bozukluğun şiddetine ve çocuğun yaşına bağlı olarak değişir. Anlatım dilinin geri olmasına karşın anlama dili normal gelişim sınırları içindedir. Edinsel ve gelişimsel olmak üzere iki tipi vardır. Edinsel tipte nörolojik ya da başka bir tıbbi duruma bağlı sözel anlatım bozukluğunun gelişmesi söz konusu iken gelişimsel tip, nörolojik ya da başka bir tıbbi sorun olmaksızın çocuğun geç konuştuğu durumları ifade eder. Sözel anlatım bozukluğu çocukların %3-5'inde görülmekte olup edinsel tipe daha az rastlanır.

Gelişimsel tip sözel anlatım bozukluğu genellikle 3 yaşlarında tanı alırken edinsel tip herhangi bir yaşta ve ani olarak başlayabilir. Aile öyküsünde konuşma ve öğrenme bozukluğu olanlarda gelişimsel tip sözel anlatım bozukluğunun ortaya çıkma olasılığı daha yüksektir (Karacan, 2000; DSM-IV-TR, 2007).

1.1.2. Karışık Dili Algılama-Sözel Anlatım Bozukluğu

Bu bozuklukta sözel anlatım bozukluğunun belirtilerinin yanı sıra dili algılamada da bozukluk (örn. sözcükleri, cümleleri ya da özgül birtakım sözcükleri anlamakta güçlük) vardır. Hafif olgularda yalnızca özel bazı sözcüklerin (örn. yerle ilgili terimler) ya da durumların (örn. karmaşık şart cümleleri) anlaşılmasında güçlükler vardır. Daha şiddetli olgularda birden çok yetersizlikler, basit sözcükleri ya da basit cümleleri anlamama ve işitmenin çeşitli alanlarında bozukluklar (örn. seslerin ayırt edilmesi seslerin ve sembollerin arasındaki uyum, bunların saklanması, hatırlanması ve dizilimi) görülebilir. Dili algılamadaki bozukluk anlatım bozukluğuna göre daha az dikkat çeker ancak dikkatli bir değerlendirme ile ortaya çıkabilir. Çocuk kendine söylenenleri yanlış bir şekilde yapabilir ya da hiç yapmayabilir. Sorulan sorulara uygunsuz yanıtlar verebilir ve karşılıklı konuşmayı sürdürmede genellikle zorlanır.

Konuşulduğunda bazen duymuyor, karıştırıyor ya da konuşulanlara dikkat etmiyor izlenimi verebilir (Karacan, 2000; DSM-IV-TR, 2007).

(19)

7

Bu bozukluk da edinsel ya da gelişimsel olabilir. Gelişimsel tip sıklıkla 4 yaşından önce saptanabilir. Gelişimsel tip erkeklerde daha sıktır ve okul çağı çocuklarının

%3'ünde görülebilmektedir. Nörolojik hasara bağlı olarak gelişen edinsel tip herhangi bir yaşta görülebilir. Landau-Kleffner sendromuna bağlı olan edinsel tip (edinsel epileptik afazi) genellikle 3-9 yaşları arasında ortaya çıkar. (Karacan, 2000: DSM-IV- TR, 2007).

1.1.3. Fonolojik Bozukluk

Fonolojik bozukluğun temel özelliği kişinin yaşına, lehçesine ve gelişim dönemine uygun olarak konuşmasında beklenen düzgünlüğün ve ses uyumunun olmamasıdır.

Bu çocuklar çıkartmaları beklenen konuşma seslerini çıkartamazlar. Sesin uyumsuz çıkması ve kullanımı, yanlış vurgulama ve seçmeler ya da düzenlemelerdeki bozukluklar şeklinde olabilir (örneğin "k" sesi yerine "t" sesinin kullanılması).

Sondaki sessiz harflerin söylenmemesi gibi bazı atlamalar yapılabilir. Konuşma sesleri çıkarma ile ilgili zorluklar okul başarısını, mesleki başarıyı ya da toplumsal iletişimi engeller (Karacan, 2000; DSM-IV-TR, 2007).

Fonolojik bozukluk kişinin gelişimsel olarak çıkartılması beklenen konuşma seslerini çıkaramamasıdır. Bazen bir sesin yerine başka bir ses söyleme şeklinde de olur (Semerci, 2010). Fonolojik bozukluğa sahip bireyler bazı sesleri hiç kullanmadıkları gibi bazı kullandıklarını da hatalı olarak kullanırlar; böylece dillerinin anlaşılabilirliği düşük olur (Ege, 2006:7).

Okul öncesi dönemde nedeni bilinmeyen fonolojik bozuklukların oranı %2.5'tir.

Erkeklerde kızlara göre daha sık görülür. Bozukluğun görülme sıklığı ve şiddeti yaşa bağlı olarak da farklılık göstermektedir. Genellikle 4 yaşlarında belirginleşir. Okul öncesi dönemde sıklığı %3-5 iken okul çağı çocuklarında %2 oranındadır. 6-7 yaşındakilerin yaklaşık %2-3'ünde orta dereceden ağır dereceye kadar olan fonolojik bozukluk vardır, oysa hafif derecedeki sıklık daha yüksektir. 17 yaşından sonra ise bu oran %0.5'e düşer (Karacan, 2000: DSM-IV-TR, 2007).

(20)

8 1.1.4. Kekemelik

1.1.4.1. Tanısal özellikler

Kekemelik konuşmanın doğal akışının bir biçimde kesintiye uğramasıdır (Konrot, 2005). Kekemeliğin temel özelliği, bireyin konuşmasını gerek akıcılık, gerekse zamanlama yönünden yaşına uygun olmayan biçimde bozuk olmasıdır. Bu bozukluk seslerin ve hecelerin sık sık yinelemeleri ve uzatmaları ile belirlidir. Konuşma akıcılığındaki bozulma okuldaki ya da mesleki başarıyı ya da toplumsal iletişimi bozar.

Konuşma ile ilgili motor ya da duyusal bir bozukluk varsa, konuşma zorlukları genellikle bu soruna eşlik edenlerden çok daha fazladır (DSM-IV-TR, 2007).

ASHA’ya göre (2004), her bireyin takılma yaşadığı zamanlar olur, ancak kekeme bireyin normal bir bireyden farkı bu takılmanın çeşidi ve miktarında açığa çıkar (Akt.Williams, 2004). Van Riper’e göre (1974), kekemelik bireyin duygusal ve sosyal gelişiminde bir etkiye sahip olması nedeniyle bireyi güçsüz kılan bir konuşma bozukluğudur (Akt. Staples, 2008).

Kekemelik konuşurken kişinin konuşmaya başlayamama, irkilme, duraklama, belli sesleri uzatma, tekrar etme, bunların yanında bir takım el kol, yüz ve vücut hareketleriyle konuşmanın beklentiden sapma göstermesi biçiminde ortaya çıkar (Özsoy ve diğ.1998; Konrot, 2005). Tekrar ve uzatma tüm kekemelerde ortak olan tek davranıştır (Sheehan, 1974).

Kekemelik, ses, hece, sözcük ya da tümce biçimindeki konuşma parçalarının kimisini, özellikle b,d,g,k,p,t gibi damak seslerini çıkarmada görülen bir söyleyiş aksaklığıdır.

Bu aksaklık, ya bu harflerden biri ile başlayan hece ya da sözcükleri dosdoğru söylemeyip baş harflerini zorunlu olarak ve güçlükle yinelemek ya da bu harfler karşısında duraklayıp kalma biçiminde belirmektedir (Bakırcıoğlu, 2002:126). Ses ya da hece yinelemeleri ya da uzatılması, sözcüklerin parçalanması, duyulabilir ya da sessiz bloklar, dolambaçlı yoldan konuşma ve sözcükleri aşırı fiziksel gerginlikle söyleme ile belirli, konuşmanın gerek akıcılık, gerekse zamanlama açısından yaşa uygun olmayan biçimde bozuk olmasıdır (Şenol, 2006). Bozukluğun şiddeti kişinin içinde bulunduğu duruma göre değişir (Saygılı, 2005).

(21)

9

Swan (1993) kekemeliğin sadece bir konuşma engeli olmadığını belirtmiştir.

Kekemelik sosyal yaşantı içerisinde de kendini gösteren bir engeldir. Toplum, sözel iletişime önem verir ve üyelerinin rahat, akıcı konuşmalarını bekler. Kekeme olmak, kişiye farklı bir sosyal ve ekonomik dezavantaj yükler. Kekemelik bir iletişim bozukluğu olmasına rağmen, soruna eşlik eden duygusal bir yönü vardır. Kekemeliğin doğal yapısı, bireyin duygusal düzenini bozabilir. Kekemeler konuşmalarının ne zaman akıcı olacağından veya kekemeliğin ne zaman ortaya çıkacağından emin değillerdir.

Kekeleyen kişiler, özellikle çocuklar, hayal kırıklığı, utanma ve kızgınlık hissedebilirler. Bu olumsuz duyguların, bireyin benlik imajı üzerinde zararlı etkileri de olabilir (Akt. Cenkseven, 2000). Kekemelik bireyi işlevsel ve duygusal düzeyde etkileyen gelişimsel bir problem olmakla birlikte insanın iç yapısını, özgüvenini, hayata bakışını, kendine saygısını ve diğer insanlarla etkileşimini etkileyen çok önemli bir olaydır (Haley, 2009; Bengisu, 2007).

Göktay ve Kasatura (1970), kekemeliği konuşmaktan çekinen bir kişinin konuşmadan önce gösterdiği kasılma olarak tanımlamıştır (Akt. Enç ve diğ., 1987). Bu doğrultuda Özsoy (1971), kekemeliği kişinin tekrar kekeleme endişesi ile konuşma sesi, hece, sözcük ya da deyimlerinde irkilme, duraklama, uzatma, patlama, tekrarlar ve bazen bunların yanında, birtakım el, kol, yüz ve vücut hareketleri gibi belirtilerle konuşmasının ritim ve akıcılığında meydana getirdiği bozukluk olarak tanımlamıştır.

Bozukluğun yaygınlık ve şiddeti durumdan duruma değişir ve psikolojik stresin yoğun olduğu hallederde (örn. okulda ödev sunumu, bir iş görüşmesi) artar. Şarkı söyleme, şiir okuma, fısıldayarak konuşma cansız şeyler ya da evcil hayvanlarla konuşma sırasında kekeleme yaşamayan bireyler bulunmaktadır (DSM-IV-TR, 2007; Karacan, 2000;

Saygılı, 2005; Yörükoğlu, 1989). Bu da bireyleri hastalıklarını ilerde yenebilecekleri konusunda umutlandırır (Zulliger, 1998:136). Kimi çocuk okulda ve büyüklerinin yanında, kimi çocuk yalnız gergin ve tedirgin olduğu anlarda, kimisi telefonda daha tutuk konuşur. Kendi başına düzgün konuşan çocuk, başkalarının yanında takılmadan konuşamaz. Hepsi, hipnoz altında çok akıcı konuşturulabilirler (Yörükoğlu, 1989:311).

(22)

10 1.1.4.2. Gidiş

Dil ve konuşma gelişimi sırasında her yüz çocuktan dördünde erken dönem kekemelik belirtisi görülmektedir (Bengisu, 2007:32). Çocuğun yaşantıları arttıkça iletmek istediği düşüceler fazlalaşır ve karmaşıklaşır. Çocuğun konuşma kapasitesi çevresinin ondan beklentilerini karşılayamazsa çocuğun konuşma akıcılığında bozulma görülür (Özyürek, ?). Yerinde duramayan bir çocuk çevresinde olup biten her şeyde bir yavaşlık görür. Konuşma da ona göre yavaştır. Dolayısıyla hem çabuk, hem dinleyenlerin kendisini anlayabileceği gibi açık seçik konuşmak ister. Konuşurken iki ayrı güç karşı karşıya gelir içinde, bu yüzden kekeler (Zulliger, 1998: 29).

Kekemelik, yedi yaşından önce ortaya çıkan bir konuşma bozukluğudur. Genellikle 3-5 yaşları arasında başlar. Ancak nadiren de olsa ergenlik döneminde de ortaya çıkabilir.

Belli bir yaşa dek düzgün ve akıcı konuşan çocuk, yavaş yavaş ya da birden tutulur.

Önceleri belli sözlerde, daha sonra her sözcükte takılır. Đlk heceleri çıkarmakta güçlük çeker, sözü uzatır. Sıkılır, bunalır, kızarır, el kol veya baş oynatarak konuşmaya uğraşır.

Kimi çocuk belli sözlerde, kimi çocuk ilk sözcükte takılır. Đlk sözcüğü çıkarırsa arkasını getirebilir (Yörükoğlu, 1989; Bengisu, 2007.).

Başlangıç yaşı genellikle 2-7 yaşlar arasında olup olguların %98'inde başlangıç 10 yaş öncesindedir. Düşünce hızının konuşma hızını geçtiği 2-3 yaşlarındaki konuşma akıcılığındaki bozulma fizyolojik ya da geçici kekemelik olarak adlandırılır ve anlatım dilinin gelişimi ile kendiliğinden ortadan kalkar (Karacan, 2000:19).

Genellikle 2-6 yaşları arasında ortaya çıkan kekemelik tekrarlar, duraklamalar ve ses uzatmalarıyla konuşmanın ritminin aksaması biçiminde kendini gösterir. Ancak bu belirtileri her gösteren çocuk kekeme değildir. Dil gelişiminin hızlı olduğu okulöncesi dönemde sözcük ve hece tekrarları, duraklamalar pek çok çocuğun normal olarak gösterdiği davranışlardır. Bu davranışlar normal ölçüleri aşar veya nitelik olarak farklılık gösterirlerse kekemelik tanısı konabilir. Ancak pek çok bu tanıyı almış çocuk kendiliğinden veya uygun önlemlerle bu sorunu aşmaktadır. Kalıcı olan kekemeliğin yaş ilerledikçe şiddeti artabilir (Ege, 2006:8).

Üç yaş civarında başlayan kekemelik genellikle geçicidir ve hiçbir iz bırakmadan geçebilir, ancak bazı hastalarda bu sürekli bir kekemeliğin başlangıcı olmaktadır.

(23)

11

Genellikle 2-7 yaşları arasında başlar, 3-4 yaşlarında doruğa ulaşır. 3-5 yaşları arasında beyin gelişimi hızlanmakta ve çocuk daha hızlı düşünmektedir (Şenol, 2006). Ancak çocuğun dilbilgisel gelişimi ile üretim kapasitesi aynı değildir (Bengisu, 2007:32).

Kekemeler üzerinde yapılan geriye dönük çalışmalarda, başlangıcın tipik olarak 2-7 yaşlar (başlangıcı 5 yaş dolaylarında toplanır) arasında olduğu bildirilmiştir. Olguların

% 98’inde başlangıç 10 yaşından öncedir (DSM-IV-TR, 2007). Genellikle erken dönem çocukluk evresinde başlar. Đfade edici dil gelişiminde cümle kurma aşamalarına rastlayan 2,5-3 yaşları ile 5 yaşları arasındaki çocukların % 4’ünde gözlenir. Đleriki yaşlardaki oran % 1 civarındadır (Konrot, 2005).

Başlangıcı genelde sessizdir, aylar içinde dönemler halinde ortaya çıkan, dikkat edilmeyen konuşma akımı bozuklukları kalıcı bir sorun haline gelir. Çocuk genel olarak kekelemenin farkında değildir. Bozukluk ilerledikçe alevlenen ve yatışan bir gidiş izler.

Konuşma akıcılığındaki bozukluklar daha da sıklaşır ve en anlamlı sözcükte ve cümlede bile kekeleme ortaya çıkar. Çocuk farkına vardığında konuşma akıcılığındaki bozukluluktan kurtulmak için düzenekler geliştirir ve duygusal tepkiler oluşur (DSM- IV-TR, 2007). Kekemeler, konuşmaktan çekinmekte, her an kekeleme korkusu yaşamaktadırlar. Çekingenlik, kıskançlık, güvensizlik, ruhsal ve toplumsal uyumsuzluk, bu çocuğun belirgin davranışlarındandır (Bakırcıoğlu, 2002:127).

1.1.4.3. Tanılanması

Kekemeliği ilk fark eden çocuğun anne-babasıdır. Çok yaygın olarak korku vb.

travmatik bir olay ile ilişkilendirme eğilimi vardır. Tam olarak sorgulandığında, ne zaman, nasıl ve neden başladığına ilişkin kesin bir bilgi verilemez. Aile başlangıçta geçer umuduyla önemsemeyebilir, fakat endişelenmeye başladığında ilk başvuracağı kişiler genellikle çocuk doktoru, KBB uzmanı, psikiyatrist, çocuk psikiyatrisi, psikolog vb. dir. Dil ve konuşma terapisti, kekemelik şikâyetiyle kliniğe başvuran çocuğun ailesinden genel bilgiler aldıktan sonra, çocuğun konuşmasını değerlendirir ve gerçekten kekemelik davranışları gösterip göstermediğine karar verir. Tanılama sırasında konuşma hızına, biçimine, takılmalara, ses-hece-sözcük tekrarlarının olup olmadığına, bloklara, ses uzatmalarına dikkat eder. Kekelemenin şiddetini ölçer. Buna

(24)

12

göre, benimsediği yaklaşım doğrultusunda bir terapi planı önerir ve ailenin kabul etmesi durumunda terapi uygulanır (Konrot, 2005).

Terapi planına dâhil edilecek çocuğun bir vak’a tarihçesi çıkarılması gerekir. Bu noktada kekemeliğin gelişim seyri, muhtemel nedenleri, devam ettirici ve ağırlaştırıcı şartları, devamını sağlayan şimdiki çevre şartları, terapiye yardımcı olabilecek diğer şartları da ortaya çıkaracak cinsten bilgilerin toplanmasını gerektirir (Özsoy, 1971).

1.1.4.4. Ayırıcı Tanı

Đşitme bozukluğu ya da diğer bir duygusal bozukluğu olan ya da konuşmayla ilgili- motor bozukluğu olan bireylerde konuşma bozukluğu olabilmektedir. Bu durumlarda konuşma bozuklukları genellikle bunlara eşlik edenlerden çok daha fazla ise ek olarak kekeleme tanısı konulmaktadır. Kekeleme küçük çocuklarda sıklıkla ortaya çıkan konuşmanın akıcılığındaki olağan aksaklıklardan ayırt edilmelidir. Bunlar tüm sözcüğün ya da cümlenin tekrarlanması (örn. “dondurma istiyorum, istiyorum”), tamamlanmış cümleler, ünlemlemeler, tamamlanamayan ara vermeler ve ek bilgi (parantez) vurgulamalarını içerir. Çocuk büyüdükçe zorluğun ve karmaşıklığında artış olursa kekeme tanısı konmalıdır (DSM-IV-TR, 2007).

1.1.4.5. Eşlik Eden Özellikler ve Bozukluklar

Başlangıçta kişi kekemeliğini sorun olarak algılamayabilir, ancak farkına vardığında daha sonra gelişebilecek sorunların korkusunu yaşar. Konuşmacı dilbilgisi kuralları ile (örn. konuşma oranını değiştirerek, telefonlar ya da toplum içinde konuşmaktan kaçınarak ya da bazı sözcük ve sesleri engelleyerek) kekelemeyi engellemeye çalışır.

Kekelemeye motor davranışlar (örn. göz kırpma, tikler, dudak ve yüz hareketleri, kafa hareketleri, nefes alma davranışları ve yumruk sıkma) eşlik edebilir. Gerginlik ya da kaygının kekelemeyi artırdığı gözlenmiştir. Đlişkili kaygı, engelleme ve düşük kendine güvenden dolayı toplumsal işlevsellik bozulabilmektedir. Kekeleme meslek seçimini ve meslekteki gelişmeyi sınırlayabilmektedir. Fonolojik Bozukluk ve Sözel Anlatım Bozukluğu kekeme olan bireylerde normal topluma göre yüksek sıklıktadır (DSM-IV- TR, 2007). Genellikle bir kekeme konuşurken yüzündeki değişikler, bir kramp durumunda bulunduğunu gösterir. Bu yüzdendir ki, kekelemeye bünyesel bir temel üzerinde gelişen krampa bağlı bir dışavurum nevrozu denmiş, tonlandırmanın patolojik

(25)

13

kesintilerle bozulduğunu, solunumda da yine patolojik bir durumla karşılaşıldığı ileri sürülmüştür (Zulliger, 1998: 134).

Çoğu kez sözcüklerin söylenmesindeki zorluklar nedeniyle kekemeliğe, çeşitli yüz ifadeleri, tekrarlayan beden hareketleri (ayağı yere vurma, kolunu sallama vb.) eşlik edebilir (Semerci, 2010). Kekemeliğin ortaya çıkışı hiç kuşkusuz çocuğun toplumsal uyumunu aksatır. Birey her an tutulacağı korkusu içendedir. Bu kısır döngüye giren bireyin, kendisini kurtarması kolay olmaz. Çekingenlik, utangaçlık, güvensizlik gibi ek belirtiler gelişir. Bu durum çocuğun arkadaş ilişkilerini ve okul başarısını önemli ölçüde etkiler (Yörükoğlu, 1989).

1.1.4.6. Kekemeliğin Yaygınlığı

Genel nüfuz ya da okul çağı nüfus içinde kekemelik oranları bilinmemektedir. Oranlar toplum ve kültüre göre değişmektedir. Hiç kekelemeyen bireylerden oluşan ve dillerinde kekeme sözcüğü olmayan toplumlar vardır (Özsoy ve diğ. 1998:93).

Örneğin; Kızılderililerin dillerinde bu anlama gelen bir söz olmamakla birlikte kekemeliğe de rastlanmamaktadır. Çünkü onlar konuşmadan çok eyleme önem vermektedirler (Yörükoğlu,1989).

Bozukluğun yaygınlık ve şiddeti durumdan duruma değişir (Karacan, 2000:18).

Kekemelik konuşma özürleri arasında oran olarak az olmakla beraber etki bakımından çok önemli yer tutan bir özür türüdür (Özsoy ve diğ., 1998: 93). Kekelemenin ergenlik çağı öncesinde görülme sıklığı %1’dir ve ergenlikte %0.8’e düşer (DSM-IV-TR, 2007).

Kekemeliğin sıklığının yaklaşık %3, yaygınlığının ise yaklaşık %1 olduğu, kız/erkek oranının ise yaklaşık 1/4 olduğu bildirilmektedir (Karacan, 2000). Kekemeliğe erkeklerde daha çok rastlanır (Saygılı, 2005; Konrot, 2005; Maviş, 2008). Yaş büyüdükçe oran erkeklerin aleyhinde artar. Çünkü kızlar daha spontan bir iyileşme gösterir (Bengisu, 2007:32; DSM-IV-TR, 2007).

1.1.4.7. Kekemeliğin Nedenleri

Eker (1992), kekemeliğin nedenleri konusundaki çeşitli görüşler arasında birlik ve beraberlik olmadığını ifade eder. Kekemeliği yapısal bir problem olarak kabul edenler, bir kişilik bozukluğu olduğunu ileri sürenler, direniş belirtisi olarak açıklayanlar vardır.

(26)

14

Bu değişik görüşlere rağmen, kekemelik temelde üç nedene bağlanmaktadır (Akt.

Madanoğlu, 2005). Bunlar;

A. Organik Nedenler: Bu görüştekilere göre, kekemelik serebral dominansın olmamasından kaynaklanmaktadır. Serebral hemisfer konuşmayı kontrol eder (sol hemisfer). Eger hemisferlerden biri, bu rolü almazsa ya da hemisferler arasında bir rol değişimi olursa, kişi kekeler.

B. Nörofizyolojik Nedenler: Bu görüştekilere göre, sinirsel iletideki zorlanma koordinasyonu bozar, kararsızlık yaratır ve konuşmanın kassal aktivitesinde tekrarlara yol açar.

C. Psikolojik Nedenler: Psikolojik teoriler, kekemeliği ya duygusal faktörlere ya da gelişim sırasındaki öğrenmelere bağlamaktadır.

Çeşitli varsayımlar olmasına karşın bozukluğun oluş nedeni bilinmemektedir.

Psikojenik, organik, genetik ya da çevresel birçok etkenli bir bozukluk olduğu kabul edilmektedir. Kaygı, korku ve zorlu yaşam olaylarının kekemeliğe neden olduğuna ilişkin kanıt olmamasına karşın bu tür yaşantıların konuşma bozukluğu belirtilerini artırdığı görülmektedir. Kekemeliğe ilişkin çeşitli öğrenme modelleri de ileri sürülmüştür. Çevresel ya da duygusal etkenlerin başlattığı bir uyarı-pekiştirme durumu ya da erken çocukluk döneminde normal olarak kabul edilen konuşma akıcılığındaki bozuklukların, aile tarafından kekemelik olarak ele alınması üzerine gelişen öğrenilmiş bir ikincil yanıt olduğu belirtilmektedir. Aileler düzgün konuşması için çocuğa baskı yapmakta ve çocuğun kendi konuşmasına dikkat etmesine yol açmaktadırlar (Şenol, 2006).

Kekemeliğe yatkınlığı olan çocuklarda ani korku ya da korkutmaların kekemeliğin ortaya çıkmasında tetiği çeken etkenler olabileceği üzerinde durulmaktadır (Karacan, 2000:19). Genellikle ani korkuların neden olduğu düşünülmekle birlikte, korku ve korkutmalar yatkınlığı olan çocuklarda neden olmaktan çok, tetiği çekici mekanizmalardır (Semerci, 2010). Yapılan araştırmalar da kekelemeye başlayan çocukların korkak yapıları olduğunu ve genellikle kekeleme durumunun belirgin bir korkutucu olayı izlediğini göstermektedir (Saygılı, 2005). Zulliger de (1998), kekelemenin genellikle bir korku yaşantısının sonucunda doğduğunu belirtmektedir.

(27)

15

Kekemelik sorunu ile başvuran çocukların önemli bir bölümünde kekemeliğe ya da konuşma bozukluğuna ilişkin bir aile öyküsü bulunmaktadır (Konrot, 2005).

Kekeleyenlerin yüzde 40-60’ının ailesinde ya kekeleyen ya da kekelemiş ve iyileşmiş birisi bulunur (Bengisu, 2007:32). Aile ve ikiz çalışmaları kekelemenin etyolojisinde güçlü bir genetik faktörün olduğunu ortaya koymuştur. Fonolojik bozukluk, sözel anlatım bozukluğunun gelişimsel tipi ve bunlara ilişkin aile öyküsü kekeleme ortaya çıkma olasılığını artırır. Birinci derece kan bağı olan akrabalar için kekelemenin ortaya çıkma riski genel topluma göre 2-3 kat daha fazladır (DSM-IV-TR, 2007). Bu durum bozukluğun nedenlerini açıklamada kalıtımın etkisi olacağını göstermiştir. Ancak kalıtımdan daha çok çocuğun kekeme anne babayla yapacağı özdeşim de etkili olmaktadır (Şenol, 2006). Ailesinde kekemelik olan çocuklarda daha sık görülme nedeni genetik yatkınlık kadar aynı zamanda bir öğrenme davranışının sonucu da olabilmektedir (Semerci, 2010).

Zulliger (1998), kekemeliğin kalıtsal yoldan geçebileceğine inanmanın yanlış olduğunu ifade etmiştir. Yörükoğlu da (1989), kekemelik bedensel bir bozukluğa bağlı olsaydı, belli sürelerde sürekli takılma olması gerekeceğini savunmuştur. Kimi kekemenin ana dilini konuşurken tutulup, öğrendiği bir yabancı dilde akıcı konuşması da bunun bir kanıtıdır.

Ailesel yatkınlık, ateşli hastalıklar da nedenler arasında yer almakla birlikte kekemelik daha çok ruhsal nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Örseleyici yaşantılar, önde gelen nedenlerdendir. Yetişkinlerin “Sokağa atarım.” gibi yaşamsal gözdağı içeren sözlerinden, sünnetçiden, anne baba kavgasından, evde yalnız bırakılmaktan, babanın şiddetinden, dayak yemekten, ağzına biber sürüleceğinden, polisten, dilenciden…

korkmak, kekemeliğe neden olabilmektedir. Bu tür davranışların çocuklarda yarattığı duraksama ve iç çatışmaları dile yansımaktadır (Bakırcıoğlu, 2002:127). Sözel iletişim konuşmacıdan, dinleyiciden ve konuşma ortamından etkilenir. Dinleyiciler kekeleyen kişiyi dinlememe, sözünü tamamlama, kesme girişiminde bulunabilirler (Williams, 2002).

Kekemeliğin karmaşıklığı ve değişim içerisinde olması kekemeliğin nedenlerini açıklamaya yönelik farklı kuramların oluşmasına uygun zemin hazırlamaktadır. Ancak bu kuramların hiçbirinin kekemeliği tek bir nedene bağlayamadığı görülmektedir.

(28)

16

Temel tartışma kekemeliğin nedeninin psikolojik ya da fizyolojik olduğuna ilişkin tartışmadır. Kekemeliği psikolojik etkenlerle açıklayan yaklaşımlar öğrenme ve kişilik kuramlarını temel almışlardır. Kekemeliği fizyolojik nedenlere bağlayan kuramcılar ise, kekemeliğin genetik yönünü, kekeme bireylerin kekemeliğe yatkınlıklarını vurgulamaktadırlar. Son yıllarda kekemeliğin fizyolojik bir bozukluk olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Kekemeliğin genetik bir yatkınlık olduğu konusunda veriler vardır.

Ancak kekemeliğin gelişiminde ve sürmesinde öğrenme ve çevresel etmenler önemli rol oynar. Konuşma, konuşulan ortam, kiminle konuşulduğu, konuşulan kişinin sözel ve sözel olmayan tepkileri ve duygusal etmenler gibi değişkenlerden etkilenir (Cenkseven, 2000).

Kekemelik, iletişim bozulmasıdır, ancak bu bozulma dinleyici açısından oluşmuştur.

Üç yaşında ortaya çıkan ve iz bırakmadan kaybolan kekemelik özgül bir durumdur.

Burada erişkinlerin tutumu önemlidir, çocuğun konuşmasındaki takılmaya dikkat çekilmediğinde takılma kendiliğinden kaybolur. Çocuğun konuşmasına dikkat eden ve ondan daha iyi konuşma bekleyen erişkin, çocukta kırılgan bir dil yapılanması olduğu için kalıcı kekelemenin ortaya çıkmasına yol açabilmektedir. Tiklerde olduğu gibi kekeleme karşısında kaygıları artan erişkinlerin karşısında çocuğun iletişimi bozulur (Şenol, 2006).

Kekeme çocukların ailelerinde, ana babaların aşırı titiz ve kuralcı olduğu gözlemlenmiştir. Bu anne babaların çocuklarından beklentileri çok yüksektir.

Konuşmasına aşırı önem verirler, sık sık eleştirirler. Ana baba tutumları önemli ölçüde yanlış değilse, çocukta korkaklık, güvensizlik gibi ek belirtiler yoksa kekemeliğin geçme olasılığı daha yüksektir (Yörükoğlu, 1989). Yanlış anne baba tutumlarıyla yetiştirilen çocuk ağzını açar açmaz düzeltileceğini, kusur bulunacağını bekler ve çocuk buna artık o kadar alışır ki kimse onu düzeltmese bile kendi kusurunu bulmaya kalkar (Cole ve. Morgan, 1985).

Ana babanın sabırsız ve üzgün görünüşleri, kekeleyecek diye tetikte beklemeleri, çocuğun iç gerginliğini arttırabilir. Kimi ailelerse çocuğu hiç üzmemeye çalışır, her dediğini yaparlar. Ancak bu olumlu sonuç vermez. Çocuk tüm denetimin üzerinden kalktığını görünce daha tedirgin olur, daha çok istekte bulunur. Anne babalar da bir süre sonra buna katlanamamaya başlarlar, sabrı tükenen anne babaların ise arada

(29)

17

patlaması daha ürkütücüdür (Yörükoğlu, 1989). Davranış standartlarında rekabetin ve cezanın yüksek olduğu toplumlarda kekemelik daha fazla olmakla birlikte çocuk yetiştirme adetlerinin daha toleranslı olduğu toplumlarda ise kekemelik az görülmektedir (Bengisu, 2007:32).

Psikolojik muayeneden geçirilen tüm kekemelerde, erken çocukluktaki gelişimin oral (ağızsal) ve anal (makatsal) döneminden kaynaklanan bir bozuklukla karşılaşılır Kekeme, erken çocukluk döneminde kalan davranış biçimlerini alarak, hastalığın bir belirtisi olan kekemeliği ortaya çıkarır (Zulliger, 1998:139).

1.1.4.8. Kekemelik Türleri

Kekemelik çeşitli açılardan sınıflandırılmaktadır. Cole ve Morgan (1985) kekemeliği ikiye ayırmaktadır. Bunlardan bir tanesinde tek bir harf ya çabuk çabuk tekrarlanır ya da uzatılır. Diğerinde ise ağız açılır, çene kemikleri çalışır, fakat ses çıkmaz. Şenol, (2006), tanım olarak üç tür kekemelikten söz etmektedir; (1) Kronik kekemelik, spazmodik olarak harf ya da hece yinelenir, (2) Tonik kekemelik, sesin kesilmesidir, (3) Diğer kekemelikler: Palialik (söylenecek kelime ile ilişkisi olamayan harf tekrarı) ve atonik kekemeliktir (ses çıkarmanın aniden kesilmesi).

Bu sınıflandırmanın yanında kekemelik çeşitli kaynaklarda birinci ve ikinci tip kekemelik olmak üzere iki tipte incelemiştir;

Birinci tip kekemelik

2-4 yaş civarı ortaya çıkan ve yapı bozukluğuyla ilgisi olmayan kekemeliktir. Bazı harfleri telaffuz etmek veya tekrarlamak zorluğundan ibarettir. Sebebi, çocuklardaki düşünce hızının konuşma hızını geçmesindendir. Yetersiz kelime dağarcığı yüzünden düşünce ifade edilememekte, bu yüzden konuşma bozukluğu ortaya çıkmaktadır. Bu tip kekemelik geçicidir (Saygılı, 2005). Çocuk bu durumun farkında değil, konuşmaktan çekinmiyorsa bu birinci tip kekemeliğe girer (Özsoy, 1971). Kekemelik bireyin kişiliği halini aldığında kişinin benlik algısı da bu durumdan olumsuz etkilemeye başlar (http://www.veilsofstuttering.com/speech.html, 2009).

Birinci tip kekemelikte görülen özür sadece konuşmanın kendisindedir. Konuşana pek geçmemiştir. Konuşma sırasında kararsızlık, tutulma, yineleme veya uzatma şeklinde

(30)

18

akıcılıkla ilgili bozukluklar görülür. Bazen patlama ve konuşmaya başlayamama halleri de görülebilir. Çocuk çoğunlukla kekemeliğin farkında değildir. Zaten birinci kekemeliği ikinci tip kekemelikten ayırt eden en önemli ölçütlerden birisi de bu farkında olmama halidir (Enç ve diğ., 1987).

Kekemeliklerin çoğu geçicidir. Đki üç yaşları arasında belirlenen kekemeliklerin büyük çoğunluğu kısa sürede düzelip, tümden geçebilirler. Ancak ağır kekemeliklerin iyileşme oranı yüzde elli oranında kalmaktadır (Yörükoğlu, 1989).

Đkinci tip kekemelik

Đkinci tip kekemelik ise ya birinci tip kekemeliğin kronikleşmesi sonucunda ortaya çıkar ya da aniden 6-7 yaşlarında da belirebilir. Temelinde aile içi ilişkilere bağlı olarak çocuğun sıkıntı duyması, güvensiz olması yatabilir. Özellikle okul çağının eşiğinde bu sıkıntı, onun hayatını yeniden organize etmeye ve kimliğini ifade etmeye zorlar (Saygılı, 2005).

Đkincil kekemelikte konuşmanın kendisi ile beraber konuşanda konuşmaya eşlik eden jest, mimik ve vücut hareketlerinde de bir takım görüntüler ortaya çıkar. Bu tür kekemelikte uzatma gibi belirtiler görülür. Bunlara ek olarak burun deliklerini açıp kapama, dudaklarını büzme, çarpıtılma, gözlerini kırpıştırma, ellerini germe, boyun kaslarını germe, ayaklarını tepikleme ve buna benzer bir takım vücut hareketleri ile de dikkati çeker. Ayrıca birey, kekelediğinin farkındadır (Enç ve diğ., 1987). Ne söyleyeceğinden çok nasıl söyleyeceğine dikkat eder hale gelmiştir. Bu devrede artık kekeme, konuşmaya başlarsa nerede kekeleyeceğini düşünen, kekelememek için kendini zorlayan ve konuşma sırasında yeri geldiğinde kekelemekten kurtulamayan bir konuşmacı haline gelmiştir (Özsoy, 1971).

Kekelemesi kronikleşmiş bir kimse erken yaşta başlayan bu kusurun uyandırdığı korku ve utangaçlığı kapatmak için uğraşır. Kekemelerde korku yaratan şey onu duyanların, dinleyenlerin kendisine karşı almış oldukları tavır ve davranışlar olmaktadır. Bundan dolayı, kekeleme sosyal bir başarısızlığın bir semptomu haline gelir (Cole ve Morgan, 1985).

(31)

19 1.1.4.9. Kekemeliğin Sağaltımı

Araştırmalar tahminen kekemeliğin % 20-80 arasında değişen oranlarında bir bölümün iyileştiğini ileri sürmektedir. Kekelemesi olan bazı bireyler tipik olarak 16 yaşından önce kendiliğinden düzelmektedir (DSM-IV-TR, 2007). Kekelemelerin yaklaşık

%80'inde düzelme gözlenir ve bunun %60'ı kendiliğinden olur. Düzelme oranı kızlarda daha yüksektir (Karacan, 2000:19). Kekemelik davranışı gösteren çocukların %75- 80’inin kendiliğinden iyileşeceğini belirten araştırmalar da vardır. Kekelemeye başlayan bir çocuğun kronik bir kekeme haline gelerek ileri yaşlarda da kekelemeye devam etme riski % 20-25’dir. Özellikle ergenlerde ve yetişkinlerde, yani ‘kronik’

kekemelerde iyileşme şansı oldukça düşüktür. Uygun bir terapi ile sorunlarını tümden aşabilenler olduğu gibi, önemli ölçüde gelişme gösterenler de olabilir. Ancak alana yönelik literatür, sorunun erken dönemde ele alınması halinde daha başarılı sonuçlar elde edilebileceğini göstermektedir (Konrot, 2005).

Sağaltım için, kekemelik ortaya çıkar çıkmaz, çocuk ruh hekimine başvurmak, en doğru davranıştır. Đlaç sağaltımından da olumlu sonuçlar alınmaktadır (Bakırcıoğlu, 2002:127). Çocuğun ruhsal sorunların tümden incelenmesi, ana baba tutumlarının gözden geçmesini sağlayabilir. Örseleyici yaşantılar geçiren çocuklarda yatıştırıcı ilaçlar yarar sağlayabilir (Yörükoğlu, 1989).

Birinci tip kekemeliği ikinci tip kekemelikten ve çocuğun konuşma gelişim devresinde geçirmekte olduğu tutulma devresinden ayırt etmek oldukça güçtür. Birinci tip kekemelik olduğu anlaşıldıktan sonra yapılacak çalışmalar iki ayrı şekilde düşünülür.

Bunlardan biri sağaltım önlemlerinin anne babaya yönelik olanıdır. Böylece sağaltımdaki iki amaç dikkate alınmış olur. Amaçlardan biri çocuğun engelini ortadan kaldırmaktır. Đkinci amaç, çocuğu konuşmasının akılcığının anormal olduğunu hissettirmemektir. Ana babaya ve çevredeki diğer yetişkinlere verilecek bilgilerin bir kısmı konuşma gelişimi süresinde çevredekilerin tutumları ve diğer koşulların çocuğun konuşmasını nasıl etkilediği hakkında olmalıdır. Sağaltım çalışmalarından bir kısmı çocuğa yönelik olabilir. Bunlar daha çok çocuğun dikkatini konuşması üzerinden başka tarafa çekmek, kekemeliğe eşlik eden bazı belirli konuşma özürleri var ise onların düzeltilmesi, çocuğun kişiliğini güçlendirmek gibi etkinlikleri kapsar. Bunlar bireysel

(32)

20

ve doğrudan sağaltım yöntemleri ile yapılabileceği gibi oyunla sağaltım yöntemleri ile de yapılabilir (Enç ve diğ., 1987:158).

Đkinci tip kekeme, probleminden kurtulmak için yardım aradığında aklındaki şey kekemeliğin belirtilerinden kurtulmaktır. Belirtilerden arındırma iki ayrı şekilde yapılmaktadır. Bunlardan biri kekemeye kekelemeden konuşmasını öğretmek, diğeri kekemeliği kendisinin ve çevresindekilerin hoşgörü düzeyine indirmektir. Birinci yolda çalışmalar bireye konuşmayı adım adım eklemlenmelere dikkat ederek ve hızını artırarak konuşmayı öğretmeye yönelik yöntemle yapılır. Đkincisi için ise solunum alıştırmaları, konuşma hızını azaltma, söyleneni tekrar, kasıtlı yanlış gibi yöntemler kullanılır (Enç ve diğ., 1987:159). Kronik kekemeliğin engellenebilmesi için erken tanılama önemlidir. Kekemelik müdahale edilmeden kalıcı hale gelirse, hayat boyu iletişim becerilerini, olumlu tutum ve duygu geliştirmeyi önemli ölçüde etkilemektedir (Maviş, 2008:307).

Đkincil kekemelerin sağaltımında ruhsal sağaltım bir başka yaklaşımdır. Kekemeliğin nedeni bir kişisel uyum güçlüğü olmasa bile problem sonradan bir uyum problemi haline dönüşmektedir. Ruhsal sağaltımda kullanılan yöntemler sağaltıma göre değişmektedir. Bireysel ve grup sağaltım yöntemlerini kullananlar olduğu gibi güdümlü (direktive), güdümsüz (nondirektive) türden yöntemler de kullanılmaktadır (Enç ve diğ., 1987:160).

Son zamanlarda kekemelik terapileri planlanırken, üç temel yaş grubu göz önüne alınmaktadır. Buna göre, 2-8/9 yaş arasındaki kekemeler bir grup; 10-15 yaş arasındakiler bir grup; 15 yaş ve üstü ise bir diğer grubu oluştururlar. Bu gruplaşmada temel öge, bireylerin yaşla bağlantılı kişilik özellikleridir. Kekemelik terapisi kliniğe, kişinin bireysel özelliklerine ve tutumlarına göre farklılıklar göstermektedir (Konrot, 2005).

Kekemelik terapisinde değişik yaklaşımlar ve yöntemler bulunmaktadır. Bir grup terapist erken dönem kekemelikte çocuğun kendisinden çok ailesini yönlendirmeyi tercih eder ve çocuğa farklı konuştuğunun hissettirilmemesi gerektiğini savunur. Kimi klinikler kekemelik terapisinde çocuğun çevresini kontrol altına almayı tercih eder ve dolaylı yoldan sorunu çözmeyi hedefler. Bazı klinikler ise teknik öğretme programları

(33)

21

düzenler. Bu tip programlar, yavaşlatılmış, uzatılmış konuşma, nefes teknikleri vb.

çevresini kontrol altına almayı tercih eder ve dolaylı yoldan sorunu çözmeyi hedefler.

Son dönemde ortaya çıkan bir yaklaşımda ise edimsel koşullandırma ilkesine dayalı davranışçı bir yaklaşımla terapinin çocuğun annesi ya da her gün sürekli birlikte olduğu birisi tarafından yürütülmesi sağlanmaktandır. Bazı kliniklerde cihaz destekli terapiler de uygulanmaktadır. Bir yaklaşım da bilgisayar yazılımı aracılığıyla kekeme bireyin kendi kendisine terapi uygulamasını hedeflemektedir (Konrot, 2005).

En sık kullanılan tedavi yaklaşımları davranış modifikasyonu, nefes egzersizleri ve konuşma terapisidir. Geleneksel tedavide alışılmış stereotipik davranış örüntülerinin değiştirilmesi, öğrenilmiş tepki ve gerginliğin azaltılması üzerine odaklanılır. Blokların analizi ve modifikasyonu yapılır, azaltılması ya da tamamen ortadan kaldırılmasına çalışılır. Daha yeni terapi tekniklerinde konuşma akıcılığının yeniden düzenlenmesine odaklanılmaktadır, ses, hece ve sözcüklerin arasında düzgün geçişler, hız ayarlanması ile konuşmanın yeniden düzenlenmesi yapılır (Karacan, 2000:19).

1.2. Logoterapi

Frankl, anlam eksikliğinin en büyük varoluşsal stres olduğu sonucuna varmış (Yalom, 2001: 659) ve varoluşsal boşluğu çağımızın sorunu olarak görmüştür. Depresyon, saldırganlık, madde bağımlılığı ve intihar gibi olguların altında varoluşsal boşluk yatmakta olup, emekli bireylerde ve yaşlılık dönemi krizlerinde de bu durum gözlenmektedir (Karahan ve Sardoğan, 2004: 145).

Günümüz psikiyatri uygulamasındaki temel eksiklik insanın anlam arayışına denk düşen hizmetler sunmamasıdır (Alper ve diğ., 2001: 355-356). Anlamsızlık zihinsel hastalıkların nedeni olabilir (Barnes, 2005). Frankl’a göre yaşamında artık anlam göremeyen bir kişi hastalanır, çünkü insan anlam yokluğunda var olamaz (Güleç, 2003:131).

Viktor Emil Frankl II. Dünya Savaşından sonra üç yıl Nazi Toplama Kamplarında yaşamış bir tıp doktorudur. Esir kamplarında kaldığı sıralarda annesi, babası, erkek kardeşi, eşi ve çocuklarını kaybetmiştir. Bu kamplarda korkunç deneyimlerini, yapıcı yönde kullanmayı başararak, yaşama karşı sevgisini ve bağlılığını yitirmeyen Frankl üç

(34)

22

yıl süren bu acılarla dolu dönemde Logoterapinin düşünsel zeminini oluşturmuştur (Altıntaş ve Gültekin, 2005; Corey, 2005).

Varoluşsal yönelimli Frankl Logoterapi (Logos: “anlam”) sözcüğünü 1920’lerde ilk kez kullanmıştır. Daha sonra “varoluşsal analiz” terimini eşanlamlı olarak kullanmıştır;

fakat diğer varoluşçu yaklaşımlarla (özellikle, Budwig Biswanger’inkiyle) karışmasını engellemek için Frankl, son yıllarda kendi yaklaşımından kuramsal ya da teröpatik bağlamda, “logoterapi” olarak söz etmiştir (Yalom, 2001: 693). Frankliyan Psikoloji psikoterapinin 3. Viyana Okulu olarak adlandırılır. Bu anlayıştaki ilk okul o dönemde insanın tıp dünyasında yeni bir kavram olan insan psişesini, önemli bir insan boyutunu ortaya atan Freud tarafından bulunan psikanalizdir. Freud özellikle tatmin olma isteğinin nevrozlara, histeriye ve fiziksel hastalıklara neden olabilecek olan bilinçaltına atıldığı durumlarda bazı fizyolojik rahatsızlıkların psikolojik boyutlardan kaynaklandığını keşfetmiştir. Freud’un yakın iş arkadaşlarından biri Freud’un psikolojik bastırmanın neden olduğu hastalıklar önermesine katılan Alfred Adler’dir.

Ancak Adler nevroza ve hastalığa yalnızca bastırılmış haz isteği değil de, aynı zamanda bastırılmış üstünlük isteğinin de neden olabileceğini iddia etmektedir. Bu anlamda ikinci okul olarak Adler’in bireysel psikolojisi olmuştur. Nitekim Frankl da anlam bulma isteğini diğer iki okuldan da daha üst düzeye yerleştirmiştir (Rice, 2005). Frankl Freud’un görüşlerinin aksine insanların cinsel olarak değil, varoluşsal olarak engellendiklerini, Adler’in aksine ise insanların aşağılık değil, daha çok varoluşsal boşluk olarak adlandırdığı anlamsızlık ve boşluk duyguları hissettiklerini ifade etmiştir (Kalmar, 1982).

Logoterapi’nin II. Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında ortaya çıktığı varsayımı yaygın bir yaklaşım olmakla birlikte yanlış bir varsayımdır. Dr. Frankl temel düşüncelerini 1920-30’lar sırasında bir öğrenci ve sonra asistan doktor ve Viyana’nın önde gelen akıl hastanesi Steinhof’da personelken geliştirmiştir. Frankl ilk olarak varoluşsal analiz diye adlandırdığı temel kavramlarını ve daha sonra Logoterapinin 50 yıl sonra deneysel olarak test edilen ve onaylanan şu anki kavram ve metotlarını geliştirmiştir (Fabry, 2005). Frankl çocukluğundan bu yana hayatın anlamıyla ilgilenmiş, kariyerinde de anlamın psikopatoloji ve terapideki yerine odaklanmıştır.

(35)

23

Frankl, gerek toplama kamplarında geçirdiği yıllar gerekse çalışma yaşantısı boyunca logoterapiyi test etme imkanı bulmuştur (Rice, 2005; Yalom,2001).

Frankl insanların karşılaştıkları her şeye anlam vermek zorunda ve yükümlülüğünde olduklarını, bunu yapamadıklarında ortaya çıkan anlam vakumunun ruhsal rahatsızlıklara yol açtığını öne sürmüştür. Bu anlayış çerçevesinde hayatı anlamlandırmaya çalışan “Anlam Tedavisi” adını verdiği psikoterapi ekolünü kurmuştur (Göka, 2008: 17).

Frankl’a göre insandaki temel güdüleyici güç, yaşamını anlamlı kılma veya bir anlam bulma çabasıdır. Bu çabası başarısızlıkla sonuçlanan kişide varoluşsal boşluk ortaya çıkar ve kişi kendini, yaşamını yalnız, anlamsız ve boşuna hisseder. Dolayısıyla psikoterapinin amacı kişinin kendine özgü bir amaç, yaşamasını sağlayacak, bu varoluşsal boşluğu dolduracak bir anlam bulmasıdır. Üçüncü Viyana Okulu (ilk ikisi Freud ve Adler’di) olarak adlandırılan ve psikiyatriyi yeniden insanlaştırma iddiasında olan Frankl’ın yaklaşımı psikodimanik, davranışçı ve varoluşçu yaklaşımların bir karışımıdır (Budak, 2003: 487).

Çağdaş sorunlara çağdaş çözümler sunarak psikolojik donanımın "anlam" ekseninde yeniden yapılandırılması gerektiğini savunan Logoterapi (Bahadır, 2000), varoluşsal psikoloji alanında psikoteröpatik bir teknik olarak nitelendirilen ilk ve tek okuldur (Frankl, 1967a). Logoterapi bir felsefe olmaktan çok aynı zamanda hem bir kişilik teorisi hem de terapi modelidir (Marshall, 2009). Logoterapi üç temel üzerine kuruludur: (1)Seçme özgürlüğü (2) Anlam istemi ve (3) Hayatın anlamı (Frankl, 1967a).

Logoterapi varlığımız hakkında herşey ve mümkün olan en yüksek seviyede nasıl yaşanacağına dair bir analiz, daha çok bir varoluşsal analizdir (Rice, 2005). Frankl insanların yaşamak için uğruna yaşayabilecekleri bir şeylere ihtiyacı olduğunu fark etmiştir (Fabry, 2005). Logoterapinin amacı bireye hayatındaki anlamı ve amacı bulmasına ve kendini aşma doğrultusunda olumlu bir biçimde hareket etmesine yardım etmektir (Starck, 1985).

Bireysel psikolojinin çocuğu ve psikanalizin torunu olarak nitelendirilen Logoterapi hasta tedavisinin bir metodu olarak düşünülmüştür (Fabry, 2005). Psikanalizle

Referanslar

Benzer Belgeler

Kır-ili Kazâsı’na tâbi‘ Çavuş nâm karye sâkinlerinden Bâyezîd bin Mahmûd ve el-Hâc Himmet bin Kalfel ve Mehmed bin Ferahşâd ve ‘Alî bin Burhân ve Nesîmî

Koşum sonuçları ile alt sınırlar arasındaki en büyük farkın %46 olduğu ve bu problem örnekleri için, sezgisel algoritmanın matematiksel model ile aynı ve optimal çözümü

Bu çalışma, bağlanma temelli bir oyun terapisi olan Theraplay’in grup formunun savaş ve göç deneyimleri olan Suriyeli sığınmacı çocukların duygusal problemler

A rating of 1 indicates strong performance by management and the board of directors and strong risk management practices relative to the institution’s size,

H3.c: Social Entrepreneurs’ high In-Group Collectivism level, negatively predicts Business Elements in Perceived Social Enterprise

As clearly understood, the Institute of Yunus Emre is an official institution that serves for Turkish Foreign Policy in the context of Turkish public diplomacy

Dünya Bankasına (2015) göre erken çocukluk gelişimi yaklaşımı çocuğun öğrenme ve gelişme kapasitesini yükselten, çocuğun okul yaşamına ve toplumsal

Also, Kessides (2004) states that every element in the reforms cannot be “panacea".. Cambridge University Press. Improving electricity efficiency in Turkey by addressing