• Sonuç bulunamadı

Ruhi Su 'Sultan Suyu'nu akıtırken

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ruhi Su 'Sultan Suyu'nu akıtırken"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A Ş K E N T G Ü N L E R İ Müşerref Hekimoğlu

»

4

-

5

*

Ruhi Su ‘Sultan

S

abahattin Eyuboğlu unutamadığım bir

aydın kişi. Önu tanımaktan, sofrasın­ da oturmaktan mutluluk duyarım her zaman. Dost sesi kulağımda çınlar, aydınlığa ulaşırım anılarımda. Ne güzel türküler söyler­ dik bir araya gelince. Ne güzel bir araya gelir­ dik o türkülerle. Ruhi Su’yu çok severdi Eyu­ boğlu. elbet Aşık Veysel’i de. Aşıkla da ya km dostluğu var. Bir gün soruyor Veysel'e: "Ruhi Su ile aranızdaki fark nedir?”

Aşık Veysel bir halk ozanının sadeliğiyle ya­ nıtlıyor soruyu: “Ben kır çiçeğiyim. Ruhi Su, kültür çiçeği” diyor. Sabahattin Bcy'in göz­ leri nasıl parlıyor kimbilir!

1950 yılında bir bahar akşamı. Ruhi Su, Devlet Operası’nda henüz. Fidelio’da söylü­ yor, aryalarını hayran dinliyor başkentliler. Ama türkülerini de çok seviyorlar. O nisan ak­ şamı Halkevi’ııde Aşık Veysel'in konseri var. Başkentin göbeğinde kocaman bir kır çi­ çeği açıyor türkülerle. Dağların, taşların, ka­ ra toprakların sesi duyuluyor. Kalabalık çoş-

kııyla. sevgiyle selamlıyor Aşık Veysel'i

Dinleyiciler arasında Ruhi Su da var. Konser sona ererken sesler yükseliyor. Ruhi Su'yu da dinlemek.istiyor başkentliler, tempo tutu­ yor, sahneye çağırıyorlar durmadan. RırtırSu çok duygulanıyor ama Aşık Veysel’in kon­ serinden sonra tiirkii söyleme yi doğru bulmu­ yor. Ancak kalabalık bastırıyor. Veysel desev- ğiyle sazını uzatıyor. Ruhi Sıı coşuyor, baş­ lıyor söylemeye, önce bir Pir Sultan, bir daha, bir daha, derken Anadolumıızun hiç solma­ yan çiçeklerinin kokusuyla yeniden diriliyor başkentliler. Aşık Veysel Ruhi Su'ya kültür çiçeği adını o gece verdi belki de. O konseri dinleyenlerden biri deSıdıkaSu.Ozaman Ru­ hi ile evli değil henüz. Birbirlerine sevgiyle, saygıyla bakıyorlar, giizcl bir çarpıntıyla.. Konserin coşkusu ikisini de çok mutlandırı- yor. Ruhi Su radyodan uzaklaştırılmanın hüznünü unutuyor, Sevinçle dolaşıyor Çanka­ ya tepelerinde. Güneş doğarken sevdiği kızın kapısını çalıyor, bir kucak dolusu bahar çiçe­ ğini uzatıyor Sıdıka'ya .1950 yılında güneş doğarken birgcnçkızın kapısını çalmak kolay değil, ama sevginin dürtüsüne dayanmak da zor. Şafak konuğunu herkes hoşgörüyle karşı­ lıyor. türkülerin coşkusunu paylaşarak evlen­ me kararı kutlanıyor. Ancak o karar hayli geç uygulanıyor. Araya soruşturmalar, yargılan­ malar. Sansaryan hanları. Harbiyc'de geçen tutukluluk dönemleri giriyor. O dönemi de güzel aşıyorlar. Sevgilerini, inançlarını hiç yi­ tirmeden. hiç bir onur yarası almadan, acı fa­ turalara karşın hiç ödün vermeden...

Okurlarım bilir, Sıdıka Su ile bir geleneği­ miz var. Ören‘e gelince Ruhi Su ile buluşu­ yoruz bir gün. 20 eylüle doğru bir yolculuğa çı­ kıyoruz türkülerle, yeni uzun çaları dinliyor, geçmişten geleceğe uzanıyoruz. Beni çok duy-' gulandırıyor bu buluşma. Sevgiyle, saygıyla dinliyorum Ruhi Su'yu. Kimi zaman da tep­ kiyle. TRT'de adını duymuyoruz hâlâ, bu ne sonsuz yasak böyle! Burhaniye Festivalinde Ruhi Su'yu anma gecesi de var, ama festival haberlerinde Ruhi Su'dan söz edilmiyor. Halkın sevgisi, bilgisi ambargoyu deliyor el­ bet. Radyoda ya da TRT'de Ruhi Su'nun adını geçirmeyenler, bir türküsünü yayımla- mayanlar yabancı ülkelerdeki yayınları

bili-akıtırken

Ruhi Su’ nun dost evlerinde söylediği türkülerden derlenmiş ‘

manya’ nın Köln ve Duisburg kentlerinde ‘Ruhi Su Gösterileri’ düzenlenecek.

arada,

Al-yoflar mı acaba? ABD'de bir kuruluş Yunus

Emre ve Pir Suitan’dan bir seçmeyi önümüz­

deki günlerde compact-disk, olarak yayımlı­

yor. Federal Almanya’da Köln ve Duis-

burg'da da Ruhi Su gösterilefb düzenleni­ yor. Sıdıka Su da “Sultan Suyu”nu yayımlıyor 20 eylülde. Pir Sultan’ın öykülerinden olu­ şuyor yeni uzun çalar. Ruhi Su'nun dost ev­ lerinde söylediği türküleri derlemiş Sıdıka Su. Kaseti dinlerken gülümsüyor, bunu Sabahat­ tin Eyuboğlu çok severdi, bunu MübeccelKı-

ray, bunu Vedat Türkali diyor, kimbilir neler

anımsıyor. Ben de “Gelin canlar bir olalım” di­ ye coştuğumuz yılları anımsıyorum. !960’lı yıllarda bir akşam Ankara'da büyükelçiler toplantısı var. Dışişleri yıldızları Çağlayangil ile dış politika sorunlarını görüşüyorlar. Top­ lantıdan sonra bir dost evinde buluştuk. Kimi elçiler uzun süre bir araya gelmemişler, o bu­ luşmayı güzel kutladılar. Anılar ve şarkılarla. Fransızca şarkılar, aşk şarkıları, caz şarkıları.

derken türküler başladı. Mahmut Dikerdem ile ben de Pir Sultaıı'ı söyledik, “Gelin can­ lar bir olalım." Kimi hiç bilmiyordu, ama Pir Sultan'ın soluğunu çok derinden hissetti herkes. T tP ’l iler de çok coşkuyla söylerdi Pir Sultan’ı. Behice Boran da iyi bir türkücüy­ dü. Ama başta Pir Sultan, Alevi türkülerinin öncüsü Ruhi Su ülkemizde. O söylemeseydi bu türküler böylesine sevilir, yaygınlaşır mıy­ dı bilmem? Aşık Veysel’in kültür çiçeği dedi­ ği Ruhi Su, başta Pir Sultan, halkın sesini, ezil­ mişliğini, direnişini, özlemini duyuran tüm ozanlarla özleşiyor, bütünleşiyor. Çok merak ediyorum, 1991 yılı Yunus Emre yılı olarak kutlanırken. Ruhi Su anılmayacak mı? O gü­ zel uzun çalarıyla Yunus Emre’ye güzel bir boyut katan sanatçımız yine unutulacak mı acaba?

Sultan Suyu'nu dinlerken belleğimizdeki anılarda çağladı giderek. O türküleri dinledi­ ğimiz dost evlerini, dost sofralarını andık.

Sonra Dostlar Tiyatrosu’nu. O tiyatroda bir konserin coşkusuyla çarptı kalbimiz. Sultan Suyu bir sevda türküsüyle sona eriyor, "Dilber

muhabbetten niçin kaçarsın”, diye soruyor Pir

Sultan, "Böyle midir ilinizin töresi, efendim,

efendim, benim efendim, benim her derdime derman efendim!”

İnsanım her derdine derman hissettiği bir sevgilisi olması ne güzel şey değil mi? Sıdıka Su da çok seviyor bu türküyü. Ben de düşünü­ yorum, türkülerde buluşan bir erkek bir ka­ dın, o türkülerin özünü, özlemini hissediyor­ lar yüreklerinde, el ele veriyorlar, omuz omu­ za, yaşam savaşına direniyorlar. Hangi koşul­ larda. nasıl dayanıyorlar, onurlu bir yaşam öyküsü bu. Bir gün romanını yazmak gerekir. Ben Sıdıka Su'yu da yazacağım bir gün. Bahri Kuş’un çay sofrasında bir söyleşide yakaladım kimi olayları, bir mozaiği oluştu­ ran taşlar gibi. O taşları yerine koyunca Sıdı- ka Su'nun öyküsü oluşuyor. İlginç bir rast­ lantı Şekibe Çelenk, Sıdaka Su ve Bahriye

Soysal aynı lisede okumuşlar. Bursa Kız Lise- si’ndc. Ayrı dönemlerde, ama ortak anıları

var. Bursa Hapishanesi’nde bir ozanı da deği­ şik izlemlerle anımsıyorlar. Bursa Hapishane­ si yeşil ağaçlar arasında o zaman, kapıya yak­ laşınca güzel bir baş görünüyor içerden, giizcl bırerkek, güzel bir ozan. Kimi zaman da Mu­

radiye’de bir kahvede oturuyor o ozan, yanın­

da bir jandarma, ozan Bursa ovasını seyredi­ yor. Öva yemyeşil o zaman. Sıdıka Su o ozanla konuşuyor birkaç kez. Liseyi bitirince üniversiteye gidip hukuk öğrenimi yapacağını söylüyor. Ozan hukuktan vazgeçip felsefe öğ­ renimi yapmasını öneriyor. “Dil Tarih Fa kiril c-

si'ne git, orada iyi hocalar var” diyor. Sıdıka Su

ona kulak veriyor. Ankara'ya geliyor, o iyi hocalarla aydınlanıyor. Onlardan biri de Be­ hice Boran. Önce hocası, sonra çok yakın dos­ tu oluyor.

Anılarımız çakışıyor birden. Balaban geli­ yor söyleşimize. Biz Ankara'dan boya yolla­ mıştık ona. Sıdıka Su, ilk kez Nâzım Hik-

met’ten duyuyor. Bursa Hapishanesi'ııdc

bir delikanlı, resme ilgisi ve yeteneği var. Nâ­ zım Hikmet de ilgileniyor, fırçasını, boyaları­ nı ona veriyor, hapishanede bir ressam boyve- riyor. Balaban ı Hayat Dergisi’nde çalışır­ ken tanıdım. Yapı Kredi Bankası'nın açtığı uluslararası resim yarışmasında o da ödül al­ dı. Ben de bir ropörtaj yaptım. Bursa'nın

Seç Köyü’nden bir delikanlı, galiba kan dava­

sından hapse giriyor ve de Nazım Hikmete rastlıyor, resim sevgisi, yeteneği gelişiyor, bir ressam kazanıyor ülkemiz. O ilk konuşma­ mızda neredeyse resmini yapmıştı Nâzım Hik- met’in. Sırtında renkli kareli el dokuması (biliyorsunuz Nâzım cezaevinde dokumacılık da yapıyor) gömleğiyle uzun boylu bir adam, gözleri Bursa ovası mı, İznik körfezi mi karar vermek güç, yüzünde nilüferler açıyor konu­ şurken. Onca yıl hapis, ama ışığını, çiçeğini yi­ tirmeyen bir kişi Nâzım Hikmet. Ruhi Su da ne güzel söyler şii ileri ni: “Yaşamak bir ağaç gi­

bi tek ve hür -Ve bir orman gibi kardeşcesine- Bu hasret bizim- Bizim dostlar bizim..” derken

özlemimiz tazelenir birden. Geleneksel buluş­ mamızda o şiiri de dinledik güneş batarken. Ozanını yitirdik, söyleyeni yitirdik, ama o hasret bizim hâlâ...

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye Sivas’tan Ankara’ya kar yağışı altında üstü açık, üç hurda oto­ mobille giderler ve AnkaralIlar onlara görkemli bir

Beykoz, Hereke, Bakırköy fabrikaları gibi Fesaneyi de faaliyet çenberi içine alan Sanayi ve Maadin Bankasının meşkûr himmeti ve şirketin idare he­ yetinin

change in cases diagnosed as having LC is macrocytosis (6) and it is determined in a study performed by Maruyama et all that macrocytosis is the most

Lateral medüller sendromun seyri sırasında %12-36 oranında görülebilen bir semptom olan hıçkırık, diafragmanın ve eksternal (inspiratuar) interkostal kasların

Thus, existence of association between development to be of nephrotic syndrome and hypersensitivity can be considered, because it is reported that minimal change nephrotic

Kişiliğinin bütün olgunluğuna rağmen büyük şair ha­ yatı ve gerçekleri tam anlamı ile kavrayamamış; olayların aldığı bi­ çimler karşısında ya

Çünkü aynı yazı­ da, «Ahmet Vefik Paşa’nın dilini o zaman bizlere öğret­ mek söz konusu olduğunda Edebi Heyet’tekl, zamanın bü­ yük edipleri de

[r]