• Sonuç bulunamadı

EVLĐ BĐREYLERDE OLUMLU YANILSAMA: ĐLĐŞKĐ BAĞLANIMI ĐLE NEDENSEL VE SORUMLULUK YÜKLEMELERĐ ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐLER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "EVLĐ BĐREYLERDE OLUMLU YANILSAMA: ĐLĐŞKĐ BAĞLANIMI ĐLE NEDENSEL VE SORUMLULUK YÜKLEMELERĐ ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐLER"

Copied!
146
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ PSĐKOLOJĐ (SOSYAL PSĐKOLOJĐ)

ANABĐLĐM DALI

EVLĐ BĐREYLERDE OLUMLU YANILSAMA: ĐLĐŞKĐ BAĞLANIMI ĐLE NEDENSEL VE SORUMLULUK YÜKLEMELERĐ

ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐLER

Yüksek Lisans Tezi

Özge AKBALIK DOĞAN

Ankara- 2010

(2)

T.C.

ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ PSĐKOLOJĐ (SOSYAL PSĐKOLOJĐ)

ANABĐLĐM DALI

EVLĐ BĐREYLERDE OLUMLU YANILSAMA: ĐLĐŞKĐ BAĞLANIMI ĐLE NEDENSEL VE SORUMLULUK YÜKLEMELERĐ

ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐLER

Yüksek Lisans Tezi

Özge AKBALIK DOĞAN

Tez Danışmanı

Yrd. Doç. Ayda BÜYÜKŞAHĐN SUNAL

(3)
(4)
(5)

ĐÇĐNDEKĐLER

1. BÖLÜM

GĐRĐŞ………...1

1.1. Yakın Đlişkilerde Olumlu Yanılsama (Positive Illusions) Kuramı………….4

1.1.1. Evliliklerde Olumlu Yanılsamalar………12

1.1.2. Olumlu Yanılsamalarla Đlgili Yapılan Çalışmalar………..15

1.2. Yükleme Kuramı………..19

1.2.1. Evlilik Đlişkilerindeki Nedensel ve Sorumluluk Yüklemeleri…….23

1.2.2. Yüklemeler Ve Olumlu Yanılsamalar……….27

1.3. Đlişki Bağlanımı……….29

1.3.1. Đlişki Bağlanımı Ve Olumlu Yanılsamalar………..34

1.4. Araştırmanın Amacı……….37

1.5. Araştırmanın Denenceleri………...39

2. BÖLÜM YÖNTEM………..42

2.1. Katılımcılar………42

2.2. Veri Toplama Araçları……….43

2.2.1. Demografik Bilgi Formu………...43

2.2.2. Olumlu Çarpıtma Ölçeği………..44

2.2.3. Đlişki Đstikrarı Ölçeği………..45

2.2.4. Đlişkide Yükleme Ölçeği………...45

2.3.Đşlem………..46

(6)

3. BÖLÜM

BULGULAR……….………47 3.1. Katılımcıların OÇÖ, ĐĐÖ ve ĐYÖ ile Đlişkisel Değişkenlerden Aldıkları

Puanlara Đlişkin Bulgular ………47 3.1.1. Olumlu Yanılsama Ölçeğinden Alınan Puanlar

ile Đlgili Bulgular...50 3.1.2. Đlişki Đstikrarı Ölçeğinden Alınan Puanlarla Đlgili Bulgular………53 3.1.3. Đlişkide Yükleme Ölçeğinden Alınan Puanlara

Đlişkin Bulgular………...55 3.1.4. Đlişkisel Değişkenlerle Đlgili Bulgular………...59 3.2. Olumlu Yanılsama Düzeylerine Göre Oluşturulan Grupların ĐĐÖ ve ĐYÖ ile Đlişkisel Değişkenlerden Aldıkları Puanlar Açısından Karşılaştırılması………62 3.3. Değişkenler Arasındaki Korelasyonlar……….65

3.3.1. Olumlu Yanılsamalar ve Bazı Değişkenler Arasındaki Korelasyonlar………65 3.4. Regresyon Analizi Sonuçları………..66 3.4.1. Olumlu Yanılsama Toplam Puanı Đçin Yapılan Regresyon Analizi Sonuçları………...………67 3.4.2. Evlilik Doyumu Puanını Yordayan Değişkenler Đçin Yapılan Regresyon Analizi Sonuçları……… 69 3.4.3. Đdealleştirilmiş Çarpıtma Puanını Yordayan Değişkenler Đçin Yapılan Regresyon Analizi Sonuçları………...71

(7)

3.4.4. Evliliğe Đlişkin Đdealler Puanını Yordayan Değişkenler Đçin Yapılan Regresyon Analizi Sonuçları………...74

4. BÖLÜM

TARTIŞMA………...77 4.1. Demografik Değişkenlere Đlişkin Bulguların Tartışılması………...77 4.1.1. Olumlu Yanılsama Ölçeğinden Alınan Puanların Demografik Değişkenler Açısından Tartışılması……….78 4.1.2. Đlişki Đstikrarı Ölçeğinden Alınan Puanların Demografik Değişkenler Açısından Tartışılması……….83 4.1.3. Đlişkide Yükleme Ölçeğinden Alınan Puanların Demografik Değişkenler Açısından Tartışılması………..84 4.1.4. Đlişkisel Değişkenlerden Alınan Puanların Demografik Değişkenler Açısından Tartışılması………..87 4.2. Olumlu Yanılsama Düzeylerine Göre Oluşturulan Grupların Ölçeklerden Aldıkları Puanların Tartışılması………...88 4.2.1. Olumlu Yanılsama Düzeylerine Göre Oluşturulan Grupların Đlişki Đstikrarı Ölçeğinden Aldıkları Puanların Tartışılması………..89 4.2.2. Olumlu Yanılsama Düzeylerine Göre Oluşturulan Grupların Đlişkide Yükleme Ölçeğinden Aldıkları Puanların Tartışılması………..91 4.2.3. Olumlu Yanılsama Düzeylerine Göre Oluşturulan Grupların Đlişkisel Değişkenlerden Aldıkları Puanların Tartışılması………..93 4.3. Olumlu Yanılsamaları Yordamak Amacıyla Tüm Katılımcılar Đçin Yapılan

Regresyon Analizlerine Đlişkin Sonuçların Tartışılması………..94

(8)

4.3.1. Olumlu Yanılsama Toplam Puanı ve Tüm Alt Boyutlar Đçin

Yapılan Regresyon Analizi Sonuçlarının Tartışılması………95

GENEL TARTIŞMA………..102

ÖNERĐLER VE ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI………...104

ÖZET………...106

SUMMARY……….107

KAYNAKÇA………...109

EKLER………129

EK-1………..………...129

EK-2……….130

EK-3……….131

EK-4……….132

EK-5……….134

ÇĐZELGELER Çizelge 1. Tüm Değişkenlere Uygulanan MANOVA Sonuçlarından Elde Edilen ANOVA’lar Đçin F Değerleri………49

Çizelge 2. Katılımcıların Olumlu Yanılsama Ölçeğinden ve Ölçeğin Alt Boyutlarından Aldıkları Puanlara Đlişkin Ortalamalar………..50

Çizelge 3. Katılımcıların Đlişki Đstikrarı Ölçeğinden ve Ölçeğin Alt Boyutlarından Aldıkları Puanlara Đlişkin Ortalamalar………..54

Çizelge 4. Katılımcıların Đlişkide Yükleme Ölçeğinden ve Ölçeğin Alt Boyutlarından Aldıkları Puanlara Đlişkin Ortalamalar………..56

(9)

Çizelge 5. Katılımcıların Đlişkisel Değişkenlerden Aldıkları Puanlara Đlişkin Ortalamalar………...60 Çizelge 6. Olumlu Yanılsama Ölçeğinden Yüksek ve Düşük Puan Alan Grupların Đlişki Đstikrarı ile Yükleme Ölçeklerinden ve Đlişkisel Değişkenlerden Aldıkları Puanlar Açısından Karşılaştırılması……….63 Çizelge 7. Olumlu Yanılsama Toplam Puanlarını Yordayan Değişkenler…..68 Çizelge 8. Evlilik Doyumu Puanlarını Yordayan Değişkenler………...70 Çizelge 9. Đdealleştirilmiş Çarpıtma Puanlarını Yordayan Değişkenler……..72 Çizelge 10. Evlilik Đdealleri Puanlarını Yordayan Değişkenler………..75

(10)

1. BÖLÜM

GĐRĐŞ

“..bu sonsuz, bu bahar tadı, bu sarhoşluk Senden değilse düşteyim demektir

Uyanmam öyleyse, gerçekten öyleyse..” Đ.D

Evlilik, yaşamın en önemli aşamalarından biridir. Bireyler, eş seçerken ve evlenirken birçok açıdan doyum alacaklarına inanırlar. Ayrıca, evlenirken eşlerinin, en mükemmel seçim olduğuna inanma eğilimindedirler. Bu düşünce de, evlilik gibi alınması çok zor bir kararın temelini oluşturur. Evlilik kararlarında, “mutlu olma” ve yaşamın geri kalanını “idealindeki eş”le birlikte paylaşma duygusu yatar. Bu inançla evlenen bireyler, eşleriyle ilgili bazı sıkıntılı ya da olumsuz durumlarla karşılaştıklarında, bu durumları önemsememe yoluna gidebilirler. Bazen de eşlerinin sıradan davranışlarını, olduğundan daha önemli ya da erdemli kabul edebilirler. Bu şekilde, zihinlerinde evlenirken idealleştirdikleri eş imajını korumuş olurlar. Burada olumlu yanılsama (positive illusion) kavramı ortaya çıkmaktadır. Bireyler, olumlu yanılsamalarla, evliliklerine ve eşlerine ilişkin gerçekçi olmayan olumlu değerlendirmeler yaparlar.

(11)

Bireylerin, yakın ilişki yaşadıkları partnerlerini idealleştirilmiş imgelerle ve gerçekte olduklarından daha olumlu görme eğilimi son yıllarda pek çok araştırmaya konu olmuştur. Olumlu yanılsama olarak adlandırılan bu eğilim, bireyin partnerini, partnerin kendi kendini değerlendirdiğinden daha olumlu değerlendirmesi olarak tanımlanabilir (Murray, 1999). Bu kapsamda, Gagne ve Lydon (2004), bireylerin, ilişkileriyle ilgili değerlendirmelerinin doğru olmaktan çok yanlı ve olumlu olduğunu ileri sürmektedirler. Alanyazında;

olumlu yanılsama, idealleştirme, olumlu çarpıtma gibi yakın anlamları içeren kelimeler olarak kullanılan bu kavram, bu çalışmada da kimi zaman birbirinin yerine kullanılacaktır.

Olumlu yanılsama kuramı, bireylerin ilişki gelişimi süresince partnerlerine ilişkin idealleştirilmiş imajlar oluşturduklarını öne sürer. Bazı araştırmacılar, ilişki istikrarı ve doyumu için bireylerin partnerlerini idealleştirmelerinin olumlu yanlarını vurgularken (Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b), bazıları da ilişkilerde doyum ve istikrarın partnerin olumlu ve olumsuz özelliklerini ancak daha gerçekçi bir bakışla görerek sağlanacağını belirtirler (Brehm, 1992). Ayrıca, partneri idealleştirilmiş imgelerle görmenin ve partnerin kusurlarını göz ardı etmenin ilişki ilerledikçe bireyde daha büyük hayal kırıklıklarına yol açacağını da öne sürmüşlerdir (Swann, Hixon ve De La Ronde, 1992). Bu görüşlere rağmen, son yıllarda artmaya devam eden bulgular, partnere ilişkin idealleştirilmiş imgeler oluşturmanın yakın ilişkilerde doyum ve istikrarın artmasıyla oldukça ilişkili olduğunu göstermektedir (Fowers, Lyon ve Montel, 1996; Miller,

(12)

Caughlin ve Huston, 2003; Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b). Bu çalışmanın temel amacı da, evlilik ilişkilerindeki önemi üzerinde durulan olumlu yanılsamaların ilişkiler için olası yapıcı etkilerinin belirlenmesidir.

Bu amaçla, evlilik ilişkilerindeki olumlu yanılsamalar ile ilişkili olduğu düşünülen Rusbult’un (1980) yatırım modeli değişkenlerinin (ilişki istikrarı, yatırım, seçeneklerin niteliği ve ilişki bağlanımı), yüklemelerin ve ilişkisel değişkenlerin olumlu yanılsamaları ne derece yordadığının belirlenmesi, çalışmanın bir diğer amacıdır. Ayrıca, olumlu yanılsama düzeylerine göre oluşturulan grupların, yukarıda sözü edilen değişkenler açısından karşılaştırılması, çalışmanın bir diğer amacıdır.

Çalışmanın bu bölümünde, sözü edilen değişkenlere ilişkin araştırmalar ve kuramsal yaklaşımlar aktarılacaktır. Đlk olarak, evlilik ilişkilerindeki olumlu yanılsamalara ilişkin kuramsal açıklamalar yapılarak, konu ile ilgili araştırmalar özetlenecektir. Daha sonra, yatırım modeli kapsamında ilişki bağlanımı aktarılacak ve bağlanımın olumlu yanılsamalarla ilişkisi üzerinde durulacaktır. Ayrıca, çalışmanın bir diğer değişkeni olan yüklemeler konusuna ve araştırma sonuçlarına değinilecek ve evliliklerdeki olumlu yanılsamalarla olan ilişkisi aktarılacak ve son olarak da çalışmanın amacı belirtilecektir.

(13)

1.1. Yakın Đlişkilerde Olumlu Yanılsama (Positive Illusion) Kuramı

‘Olumlu yanılsama’ kuramı ilk olarak Taylor (1983) tarafından sağlık konusunda yapılan çalışmalarda kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalarda, özellikle benliğe ilişkin, benliği yücelten olumlu yanılsamalar vurgulanmıştır.

Taylor ve Brown (1988, 1994), olumlu yanılsamanın bireylerin zihinsel sağlıkları ve genel iyilik halleri için olumlu işlevleri olabileceğini belirtmektedirler. Ayrıca, Taylor ve Brown (1988) olumlu yanılsamanın zihinsel sağlıkla ilişkili olabilecek, mutluluk, işyerinde yaratıcılık ya da başka insanları önemsemek gibi yeteneklerle de ilişkili olduğunu vurgulamışlardır ve bununla ilgili araştırma sonuçlarına ulaşmak da mümkündür (Bruckbauer ve Ward, 1993; Kitchens, 2003; Myers ve Diener, 1995; Taylor, Kemeny, Reed, Bower ve Gruenewald, 2000; Taylor ve Armor, 1996).

Alanyazın incelendiğinde, benliğe ilişkin olumlu yanılsamalar ve zihinsel sağlıkla ilgili Taylor ve Brown’un (1988) görüşünden farklı açıklamaların olduğunu görmek mümkündür. Örneğin, Jahoda (1958) gerçeklik ve zihin sağlığı arasındaki ilişkiyi açıklarken, gerçekliğin, zihinsel sağlık için önemli bir belirleyici olduğunu öne sürmüştür. Yine Jourard ve Ladsman (1980), gerçekliğin abartılmadan, var olduğu şekliyle algılanmasının zihin sağlığı için öneminden bahsetmişlerdir. Zihinsel olarak sağlıklı olmanın, gerçeği çarpıtmadan ve abartmadan algılamayla ilişkili olduğunu vurgulayan görüşler olsa da; araştırmacılar, olumlu yanılsamanın

(14)

zihinsel olarak sağlıklı normal bireylerde var olan bilişler olduğunu (Taylor ve Brown, 1994) ve ‘‘yaygın, sürekli ve sistematik olduğunu’’ belirtmişlerdir (Taylor ve Brown, 1988; s. 194). Taylor ve Brown (1988), yanılsama olarak tanımladıkları üç tür abartılı benlik algısı belirtmişlerdir. Bunlar, kendini aşırı olumlu değerlendirme (overly positive self-evaluations), gerçekçi olmayan iyimserlik (unrealistic optimism) ve abartılmış kontrol algılarıdır (exaggerated perceptions of control). Kendini aşırı olumlu değerlendirme, bireylerin kendilerinin olumlu yönlerine daha fazla odaklanmalarıyla ilişkilidir. Diğer bir yanılsama ögesi olan gerçekçi olmayan iyimserlik, bireylerin kendilerini değerlendirirken gerçekçi olmayan bir biçimde olumlu değerlendirmeleridir.

Sonuncu unsur olan abartılı kontrol algıları ise, bireylerin olaylar üzerinde daha fazla kontrole sahip olduklarını düşünmeleri ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, insanların çoğu, benlikleriyle ilgili gerçekçi olmayan iyimser görüşlere ve geleceklerinin başka insanlarınkinden daha iyi olacağı konusunda iyimser bir inanca sahiptir ve çevrelerini kontrol edebilme yetenekleri konusunda abartılmış inançlar besler. Özellikle benlikle ilgili gerçekçi olmayan iyimserlik, bir yandan insanların kendilerini daha iyi hissetmesini sağlarken, bir yandan da daha olumlu sosyal ilişkilerle ve sağlıkla ilgili sorunlarla daha olumlu başaçıkmayla ilişkilendirilmiştir (Taylor ve Brown, 1994). Taylor ve Brown (1988), bireylerin, olumlu yanılsamaları sergilerken, farklı bilişsel stratejiler kullandıklarını öne sürmüşlerdir. Örneğin, bireyler sosyal ve bilişsel süzgeçler kullanarak, benlikleriyle ilgili bilgileri abartılı bir biçimde olumlu algılayıp olumsuz bilgileri de eleyerek, benliklerini tehdit etmeyecek bir duruma getirirler. Ek olarak, bireyler kendileri ve başka insanlar arasında

(15)

karşılaştırma yaparken, onların başarılarını daha az takdir ederler ve başarısızlıkları için onları daha fazla suçlarlar. Olumlu yanılsamaları sürdürmek için kullandıkları bilişsel stratejilerle, benliklerini tanımlayıcı daha olumlu kişilik özellikleri kullanırken, başka insanlara daha olumsuz kişilik özellikleri yüklemek eğiliminde olurlar (Brown, 1986).

Çalışmaları çoğunlukla benliğe ve zihinsel sağlığa ilişkin olumlu yanılsamalar üzerinde yoğunlaşsa da, Taylor ve Brown (1988) olumlu yanılsamanın yakın ilişkiler konusunda da ele alınabileceğini belirtmişlerdir.

Olumlu yanılsama kuramına göre, yakın ilişkilerde bireyler partnerlerini ve ilişkilerini olumlu algılamak eğilimindedirler. Olumlu yanılsama konusunda evli çiftlerle (Fowers, Fışıloğlu ve Procacci, 2008; Fowers, Lyon ve Montel, 1996; Miller, 2004), flört eden bireylerle (Murray, Holmes ve Griffin, 1996b), en iyi arkadaşlar, yakın aile üyeleri ve romantik partnerlerle (Endo, Heine ve Lehman, 2000) yapılan çalışmalar mevcuttur. Yapılan çalışmalar, olumlu yanılsama ve idealleştirme sürecinin ilişki doyumu, ilişki istikrarı, aşk ve güven ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır.

Yakın ilişkilerde olumlu yanılsama konusuyla ilgili alanyazın incelendiğinde, özellikle Murray’ın çalışmaları dikkat çekicidir. Murray (1994) yanılsamayı, bireyin partnerinde gördüğü bazı olumlu özellikler olarak tanımlamıştır. Belirli bir düzeye kadar, idealleştirmelerin flört ilişkisi ve evliliklerde ilişki doyumunun tamamlayıcı bir ögesi olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, ilişkilerle ilgili olumlu yanılsamaları; partnerin kusurlarını olumlu

(16)

özelliklere dönüştürmek, partneri onun kendini değerlendirdiğinden daha olumlu değerlendirmek ve başka ilişkilerin başına gelebilecek olası olumsuzlukların kendi ilişkilerinin başına gelmeyeceğine inanmak olarak da tanımlamak mümkündür. Bunların bir sonucu olarak ilişkilerini ve partnerlerini idealleştiren bireyler, ilişkilerinin geleceğine ilişkin daha az kaygı duyarlar ve bu da onların ilişkilerine daha çok güvenmelerini sağlayabilir.

Araştırmacılar (Murray ve Holmes, 1997), Taylor ve Brown’un (1988) yanılsamalarla ilgili tanımladıkları üç öge olan, benliğe ilişkin gerçekçi olmayan olumlu değerlendirmeler, gerçekçi olmayan iyimserlik ve abartılmış kontrol algılarını yakın ilişkiler bağlamında değerlendirmişlerdir.

Araştırmacıların görüşleri şöyle özetlenebilir: idealleştirilmiş benlik görüşleri partnere ilişkin idealleştirilmiş imgelere yansır; abartılmış kişisel kontrol algısı abartılmış partner kontrolü algısına yansır ve son olarak, bireyin benliğine ilişkin gerçekçi olmayan iyimserlik algısı, ilişkisi ile ilgili gerçekçi olmayan iyimserlik algısına yansır (Murray ve Holmes, 1997). Murray’a (1994) göre, bireyin kendine ilişkin benlik imgesi ve partnere ilişkin şemaları, yanılsamaların temelini oluşturur ve bireyin kendisiyle ilgili imgeleri ne kadar olumluysa, partnerine ilişkin izlenimleri de o derece idealleşir. Bu noktada da, mutluluk ve doyumun bireyin kendisini ve çevresini katı bir gerçeklikle değil, ancak daha olumlu bir bakış açısı içinde görmekle bağlantılı olabileceği belirtilmektedir (Murray ve Holmes, 1997).

(17)

Bu bilgiler doğrultusunda, araştırmacılar yanılsamalarla ilgili olabilecek bazı varsayımlar öne sürmüşlerdir. Đnsanlar romantik ilişkilerinin ilk dönemlerinde partnerlerine karşı yoğun sevgi ve aşk duygusu hissederler.

Partnerlerinin olumlu özellikleri ve erdemleri üzerine odaklanan bireyler, ilişkilerinin başarılı olacağı ve devam edeceğine dair inançlar beslerler (Holmes ve Boon, 1990). Aşık olan ve ilişkisinden doyum alan bireyler partnerlerinin erdemlerini abartmak eğilimindedir ve kimi zaman da onların kusurlarını görmede tıpkı ‘kör bir göz’ gibi olurlar (Murray, Holmes ve Griffin, 1996b; s. 1155). Çünkü insanlar birlikte oldukları partnerin gerçekten doğru insan olduğuna inanmaya ihtiyaç duyarlar. Özellikle ilişki ilerledikçe ve karşılıklı bağımlılık arttıkça, partnerle ilgili olumsuz özellikler ve kusurlar ortaya çıkmaya başlar (Braiker ve Kelly, 1979). Sprecher ve Felmlee’ye (1993) göre, evli çiftler ilişkilerine yüksek düzeyde duygusal yatırım yapmaktadırlar ve bu yatırımlar da ilişkilerinde olası çatışma durumlarını arttırabilir. Özellikle ilişkide çocukların oluşu ve evli bireylerin algıladıkları seçenek partnerin yoksunluğu gibi durumlar, bireylerin ilişkiyi bitirme ve yeni bir eş bulmasını zorlaştırmaktadır. Murray’a (1994) göre böyle bir durumda, ilişkiyi bitirmeye yönelik karar almak zorlaştıkça, bireyler partnerlerinin sadece çok önemli ve büyük hatalarını fark edebilirler. Bu durum da, insanların birlikte oldukları kişinin gerçekten doğru insan olduğuna ilişkin inancını zedeleyebilir (Murray, 1999). Ancak daha önce de belirtildiği gibi, evli bireyler ilişkilerine daha fazla yatırım yapmaktadırlar (Murray, 1994). Böyle bir ikilem içinde kalan bireyler, eşlerine ilişkin olumlu imgelerini ve şemalarını

(18)

devam ettirmek için onların kusurlarını, bir şekilde farklı yollarla açıklamak isteğine girebilirler (Brickman, 1987; Holmes ve Rempel, 1989).

Araştırmalar, insanların bu ikilemi gidermek için bazı bilişsel yollar kullandıklarını göstermektedir. Örneğin Murray ve Holmes (1997), bireylerin partnerlerinin olumlu özelliklerini ve erdemlerini abartmak, olumsuz özelliklerini ve kusurlarını da önemsizleştirmek eğiliminde olduğunu öne sürmüştür. Brickman da (1987), buna benzer bir görüşle, bireylerin, partnerlerinin erdemlerini ve olumlu yönlerini abartarak onların kusurlarını makul kılmaya çalıştıklarını vurgulamaktadır. Böylelikle, bu bilişsel stratejiler bireylerin ilişkilerine ve partnerlerine olan inançlarını ve güvenlerini kaybetmemelerini sağlayabilir.

Partnerlerin olumlu özelliklerini ve erdemlerini vurgulamanın, olumsuz özelliklerini ve kusurlarını da önemsizleştirmenin ilişkilerde güven ve doyumu sağlaması açısından önemi üzerinde durulsa da, tüm hataları kolaylıkla kabul edilebilir bir biçeme getirmenin zor olduğu düşünülebilir. Araştırmacılar, böyle durumlarda bireylerin ‘’Evet, ama…’’ biçeminde bazı yapılar oluşturduklarını öne sürmektedirler (Murray 1999; Murray ve Holmes, 1999). Bu görüşe göre, bireyler partnerlerinin belirli kusurlarını onaylamak ya da bunların önemini azaltmak için ‘Evet, ama…’ gibi tutarlı algılar geliştirirler. Murray ve Holmes (1999), bu denenceyi doğrulamak için boylamsal bir çalışma yapmışlardır.

Çalışmada, bireylerden partnerlerinin en büyük kusurlarıyla ilgili birer kısa öykü yazmaları istenmiştir. Bireylerin, ilişkileri ve partnerleriyle ilgili yazdıkları

(19)

kısa öykülerden çıkan sonuçlar, araştırmacıların denencelerini destekler niteliktedir. Buna göre, bireyler partnerlerinin olumlu özelliklerini yüceltirken, onların kusurlarını ya ‘Evet, ama…’ ile başlayan cümlelerle çürütürler ya da bu kusurları ilişki için olumlu bir özelliğe dönüştürürler. Örneğin, partnerinin inatçılığını onun sağlam inançlara sahip olmasıyla açıklamışlardır. Benzer biçimde, partneri kıskanç olan bir birey, onun bu özelliğini, partnerinin ona olan sevgisinin bir göstergesi olduğu şeklinde yorumlamıştır. Bir başka birey de, partnerinin anlatımsız ve ifadesiz tavırlarını, ‘onu suçlamıyorum, çünkü o olayları zihninde farklı biçimde çözüyor’ (Murray ve Holmes, 1999; s.28) gibi açıklamalarla önemsizleştirmiştir. Ayrıca yine araştırma sonuçlarına göre, bazı bireyler partnerlerinin olumlu özelliklerinin önemini abartmaktadırlar.

Örneğin, partnerinin destekleyici tavırlarını vurgulayan bir birey, ‘partnerinin sevgisinden hiçbir zaman şüphe duymayacağını, çünkü onun kendisini her zaman çok iyi hissettirdiğini’ (Murray ve Holmes, 1999; s.27) ifade etmiştir.

Araştırmacılar bu sonuçlara dayanarak, partnerinin olumlu özelliklerini yücelten ya da onlara özel anlamlar ve değerler yükleyen bireylerin ilişkilerinde daha fazla iyilik ve olumlu yanılsama bildirdiklerini ve partnere ait olumlu özelliklerin önemini arttırmanın ilişki istikrarını da yordadığını belirtmişlerdir (Murray ve Holmes, 1999).

Evliliklerdeki olumlu yanılsamalar konusuna getirilen bir başka açıklama da (Scheer, 2006), bilişsel çelişki kuramına dayanmaktadır. Bilişsel çelişki, bireylerin tutumlarına ters düşen bir davranışta bulunduklarında, yaşamaları olası olan sıkıntı verici ve istenmeyen bir durum olarak

(20)

tanımlanabilir (Festinger, 1957). Böyle durumlarda, bireyler genellikle tutumlarını değiştirerek bu çelişkiyi azaltmaya çalışırlar. Araştırmacılar bilişsel çelişkinin evliliklerde de yaşanma olasılığını belirtmişlerdir. Özellikle, evlilikler muhtemelen bir seçim sonucu yapıldığı ve davranışsal olarak da bir bağlılık gerektirdiği için, yaşanacak olumsuzluklar karşısında bireylerin ilişkilerine olan inançlarında bir çelişki yaşamaları olasıdır. Örneğin, ‘ben, evliyim’ ve

‘mutsuzum ve evlendiğim için pişmanım’ diyen bir birey evliliği ile ilgili büyük bir çelişki yaşayacaktır (Fowers ve Pomerantz,1992; akt. Scheer, 2006).

Bilişsel çelişki kuramına göre, birey böyle bir durumda yaşadığı çelişkiyi azaltmak için, ya evliliğini bitirecektir, ya da evliliğine ilişkin tutumlarını değiştirecektir. Evlilik söz konusu olduğunda da, çoğu zaman, tutumları değiştirmek davranışı değiştirmekten daha kolaydır. Bireylerin evliliklerine yaptıkları yatırımlar arttıkça, boşanma kararını almaları zorlaşabilir. Çiftler, evliliklerindeki sorunları görmezden gelerek ya da bunların önemini azaltarak, evliliklerine ilişkin tutumlarını değiştirebilirler. Böylece, daha az bilişsel çelişki yaşayabilirler. Özellikle bazı araştırmacılar (Gagne ve Lydon, 2004; Murray, 1999; Murray, Holmes, Aloni, Pinkus, Derrick ve Leder, 2009), insanların, partnerlerinin hatalarını örtmek için onları idealleştirdiklerini ortaya koymaktadırlar. Özetlemek gerekirse, bireylerin ilişkilerindeki kusurları görmezden gelmeye çalışıp, olumlu yönler üzerinde odaklanmaları, ilişkileri için gerçekçi olmayan inançlar geliştirmelerine neden olur, ki bu da olumlu yanılsamaların en önemli özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır (Scheer, 2006).

(21)

Buraya kadar aktarılanları özetlemek gerekirse, partnerlerin birbirlerini ve ilişkilerini olumlu bir bakışla görmeleri, doyum veren ve sürekli ilişkilerin belirgin bir özelliğidir (Murray, 1999; Murray ve Holmes, 1996). Özellikle ilişkilerin ilk dönemlerindeki idealleştirme süreci, ilişki ilerledikçe doyumun, aşkın ve güvenin artmasını ve çatışmaların azalmasını yordayabilir (Murray ve Holmes, 1997).

1.1.1. Evliliklerde Olumlu Yanılsamalar

Alanyazın incelendiğinde evlilik ilişkilerinde olumlu yanılsama ile ilgili yapılan çalışmalara rastlamak mümkündür (Fowers, Fışıloğlu ve Procacci, 2008; Fowers, Lyon ve Montel, 1996; Fowers ve arkadaşları, 2001; Miller, 2004; Miller, Niehuis ve Huston, 2006; Murray ve Holmes, 1997). Fowers ve Pomerantz (1992), evlilikle ilgili gerçekçi olmayan olumlu inançları evliliğe ilişkin olumlu yanılsamalar (positive marital illusions) olarak tanımlamışlardır (akt. Fowers, Lyon ve Montel, 1996).

Fowers, Lyon ve Montel’e (1996) göre, evliliğe ilişkin olumlu yanılsamaların dört belirgin özelliği vardır (akt. Scheer, 2002). Birincisi, ilk olarak Fowers ve Applegate (1995) tarafından kullanılmış olan idealleştirilmiş çarpıtma (idealistic distortion) kavramıdır. Yazarlar idealleştirilmiş çarpıtmayı, bireyin eşi ve evliliği ile ilgili sahip olduğu gerçekçi olmayan görüşleri tanımlamak üzere kullanmışlardır. Fowers, Applegate, Olson ve Pomerantz’ın (1994) oldukça büyük bir örneklem grubuyla yaptıkları çalışma

(22)

sonucuna göre, evli bireylerde evlilik doyumu ve idealleştirilmiş çarpıtma arasında yüksek düzeyde bir ilişki bulunmuştur.

Bir diğer özellik de, evliliğe ilişkin idealleştirmeler (marital idealization) olarak tanımlanmıştır. Buna göre, evli bireyler eşlerinin başka insanlardan daha iyi olduğuna inanmak eğilimindedirler. Eşin idealleştirilmesi de, evliliklerdeki olumlu yanılsamanın bir göstergesidir. Özellikle, olumlu yanılsama ile ilgili alanyazın incelendiğinde, bireylerin partnerleriyle ilgili algılarının ortalama bir partnere ilişkin algılarla karşılaştırıldığı çalışmaları görmek mümkündür (Endo, Heine ve Lehman, 2000; Murray ve Holmes, 1997; Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b).

Bu çalışmalarda da, bireylerin kendi partnerlerinin özelliklerini ortalama bir partnerin özelliklerinden daha olumlu değerlendirdikleri vurgulanmaktadır.

Araştırma sonuçlarına göre, kendi partnerini idealleştiren, partnerini ortalama bir partnerden daha olumlu değerlendiren bireylerin uzun süreli ve doyum veren ilişkiler yaşamaları daha olasıdır.

Fowers, Lyon ve Montel’in (1996) evliliğe ait olumlu yanılsamalarla ilgili belirttikleri bir başka özellik de evliliğe ilişkin yüklemelerdir (marital attributions). Evliliğe ilişkin yüklemelerde, bireyler evliliklerine ve eşlerine olumlu özellikler yüklemek eğilimindedir. Özellikle, ilişkilerinden doyum alan çiftler, ilişkilerindeki olumlu olaylar için eşlerini övmek; olumsuz olaylar söz konusu olduğunda ise, kendilerini partnerlerinden daha fazla suçlamak eğilimindedirler (Fincham ve Bradbury, 1989; Fincham, Beach ve Baucom,

(23)

1987). Araştırmacılar (Fincham ve Bradbury, 1989; Fincham, Beach ve Baucom, 1987), bireylerin, eşlerini başka insanlardan daha olumlu görme eğilimlerini, partner odaklı yükleme yanlılığı (partner- centric attribution bias) olarak tanımlamaktadırlar. Tıpkı evli çiftlerin eşlerini idealleştirmelerinde olduğu gibi, eşe olumlu özellikler yüklemek de evliliklerdeki olumlu yanılsamanın bir örneği olarak belirtilebilir.

Fowers, Lyon ve Montel’in (1996) evliliğe ait olumlu yanılsamalarla ilgili belirttikleri son özellik ise, evliliğin geleceğiyle ilgili tahminlerdir (predictions of the future of the marriage). Buna göre, bireyler evliliklerinin boşanma ile sonuçlanma ihtimalinin düşük olacağına dair tahminlerde bulunmak eğilimindedirler ve boşanmaya ilişkin inançlar da, evliliklerdeki olumlu yanılsamaların en belirgin özelliğidir (Fowers, Lyon ve Montel, 1996;

Fowers, Lyon, Montel ve Shaked, 2001; Heaton ve Albrecht, 1991). Örneğin, Fowers, Lyon ve Montel’in (1996), 110 evli bireyle yaptıkları çalışma sonucuna göre, katılımcılar evliliklerinin boşanma ile sonuçlanacağına sadece % 10 ihtimal vermişlerdir. Yine bu çalışmada, tüm katılımcıların yarısı, boşanma olasılıklarının hiç olmadığını belirtmiştir. Dahası, Heaton ve Albrecht (1991), 8000 evli bireyle yaptıkları çalışma sonucunda, katılımcıların

%75’inin gelecekte boşanma ihtimallerinin çok düşük olduğunu belirttiklerini vurgulamıştır. Olumlu yanılsamaların, bireylerin partnerlerini ve ilişkilerini daha olumlu algılama eğilimi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, çiftlerin boşanma ihtimallerini bu derece düşük görmeleri de anlaşılır bir sonuç olarak

(24)

değerlendirilebilir. Partnerine ve ilişkisinin geleceğine dair inancı yüksek olan bir birey, boşanma ihtimalini de oldukça düşük görecektir.

Buraya kadar aktarılanları özetlemek gerekirse, evliliklerde olumlu yanılsamaların dört belirgin özelliğinden bahsedilebilir (Fowers, Lyon ve Montel, 1996). Bunlar, olumlu çarpıtma olarak adlandırılan, eşini ve evliliğini gerçekçi olmayan olumlu ifadelerle tanımlama eğilimi; evliliğe ilişkin idealleştirme olarak tanımlanan bireyin eşini başka insanlardan daha olumlu görme eğilimi; evliliğe ilişkin gerçekçi olmayan yüklemeler ve son olarak da, bireyin evliliğinin geleceği ile ilgili gerçekçi olmayan olumlu tahminleri olarak özetlenebilir.

1.1.2. Olumlu Yanılsamalarla Đlgili Yapılan Çalışmalar

Alanyazın incelendiğinde, araştırmanın değişkenleri olan olumlu yanılsama, ilişki istikrarı ve yüklemeler konusunu kapsayan, Türkiye’de yapılmış bir çalışmaya rastlanmamıştır. Ülkemizde olumlu yanılsamalar ile yapılmış tek çalışma, Fowers, Fışıloğlu ve Procacci (2008) tarafından yapılmış olan Türk ve Amerikalı evli örneklem grubunu kapsayan, kültürler arası bir çalışmadır. Daha önce de belirtildiği gibi, ülkemizde ilgili değişkenler kullanılarak yapılmış Türkçe bir araştırmaya rastlanmadığından, bu çalışmanın, önemli olabileceği düşünülmektedir.

(25)

Türk ve Amerikalı evli bireylerin karşılaştırıldığı kültürlerarası bir çalışmada (Fowers, Fışıloğlu ve Procacci, 2008), Amerikalı evli bireyler, akraba evliliği olan Türkler ve akraba evliliği olmayan Türkler, olumlu yanılsama düzeyleri açısından karşılaştırılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, üç grup da, kendini, eşlerini ve ilişkilerini benzer şekilde daha olumlu değerlendirmişlerdir. Araştırmacılara göre, bu sonuç da, Taylor ve Brown’un olumlu yanılsamalarla ilgili öne sürdükleri görüşlerle tutarlıdır. Ayrıca, benliğe ilişkin olumlu değerlendirmeler yapma konusunda kültürel bir fark bulunmazken, başkalarına ilişkin olumlu değerlendirmelerde kültürel fark bulunmuştur. Buna göre, akraba evliliği yapan Türk örnekleminin başkalarına ilişkin değerlendirmeleri, kendilerine ilişkin değerlendirmelerden farklı değildir.

Olumlu yanılsama konusunda kültürlerarası yapılan benzer çalışmalar da, Endo, Heine ve Lehman (2000) ile Brown ve Kaboyashi (2002) tarafından yapılmıştır. Her iki çalışma da, Japon ve Kuzey Amerikalı (Avrupalı Amerikalı ve Asyalı Amerikalı) örneklem grubuyla yürütülmüştür. Araştırma bulguları, benzer sonuçlar göstermektedir. Buna göre, Kuzey Amerikalılar romantik ilişkilerini Japonlara göre daha çok gerçekçi olmayan olumlu ifadelerle tanımlamışlardır. Ayrıca, Endo, Heine ve Lehman’ın (2000) çalışmasında, Japonların ilişki partnerlerini kendilerinden daha olumlu görme eğilimleri, diğer iki kültürden daha yüksek bulunmuştur.

Fowers, Lyon ve Montel (1996), bir çalışmalarında, evliliğe ilişkin olumlu yanılsamaların; Taylor ve Brown’un (1988) belirttiği gibi, benlikle ilgili

(26)

iyimser olumlu yanılsamaların doğal bir sonucu olup olmadığını araştırmışlardır. Sonuçlara göre, olumlu yanılsamanın benliğe ilişkin iyimser değerlendirmelerle bir ilişkisi bulunmamıştır. Araştırmacılara göre, olumlu yanılsama, iyimserlik ya da kötümserliğin bir sonucu değil, bireyin evlilik doyumuyla ilişkilidir. Bununla birlikte, farklı bir çalışmada Srivastava, McGonical, Richards, Butler ve Gross (2006), yakın ilişkilerde iyimserlik konusunu araştırmışlardır. Araştırma sonuçları, ilişkideki iyimserliğin yani bir ilişkiden olumlu sonuçlar beklemenin, ilişkiden alınan doyumu büyük ölçüde etkilediğini göstermiştir. Hem iyimser bireyler hem de onların eşleri ilişkilerinden daha fazla doyum aldıklarını ve çatışma anında daha yapıcı olduklarını belirtmişlerdir.

Alanyazın incelendiğinde, özellikle Murray’ın (Murray ve Holmes, 1997; Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b) olumlu yanılsama üzerine yapmış olduğu çok sayıda çalışması karşımıza çıkmaktadır. Hem flört eden çiftlerle hem de evlilerle yaptıkları pek çok çalışmada, olumlu yanılsamanın daha fazla ilişki doyumu, ilişki istikrarı, aşk ve güven sağladığını belirtmişlerdir. Ayrıca, birbirini idealleştiren ve daha olumlu gören çiftlerin daha az çatışma ve kuşku yaşadıklarını da ortaya koymuşlardır (Murray, Holmes ve Griffin, 1996b).

Olumlu yanılsama ile ilgili yaptıkları farklı iki çalışmada, araştırmacılar partnerin fiziksel çekiciliği ile ilgili olumlu yanılsamalar ve ilişki kalitesini incelenmişledir (Barelds ve Dijkstra 2009; Dijkstra ve Barelds, 2008).

(27)

Araştırmacılar, olumlu yanılsamanın bir sonucu olarak, partnerin kendi kendini değerlendirmesiyle karşılaştırıldığında, bireyin partnerini fiziksel olarak daha çekici bulduğunu belirtmişlerdir. Sözü edilen bu çalışmaların sonuçlarına göre; kendi çekiciliklerini değerlendirmeleriyle karşılaştırıldığında, bireyler eşlerini fiziksel olarak (hem yüze hem de bedene ilişkin çekicilik) daha çekici bulmaktadırlar. Aynı zamanda, çiftlerin ilişki kalitelerinin de değerlendirildiği araştırmada, partnerinin fiziksel çekiciliği ile ilgili daha fazla olumlu yanılsamalara sahip olan bireylerin, ilişki kaliteleri ve ilişki uyumlarının da daha yüksek olduğu belirtilmiştir. Ayrıca partnerinin fiziksel çekiciliği konusunda olumlu yanılsamalara sahip olan bireylerin, ilişkilerinde yaşadıkları sorunların çözümünde daha yapıcı davrandıkları belirtilmiştir.

Kaplar (2006) çalışmasında; özgeci beyaz yalanlar söylemeye ilişkin tutumlar, olumlu yanılsamalar ve ilişki doyumu arasındaki ilişkiyi incelemiştir.

Çalışmada özgeci beyaz yalanlar; görece küçük ve önemsiz konularla ilgili olarak, bir başkasını korumak için söylenen bir tür beyaz yalan olarak tanımlanmıştır. Çalışma sonuçları, özgeci beyaz yalanlar söylemeye yönelik olumlu tutumları, ilişki doyumunun ve olumlu yanılsamaların olumsuz yönde yordadığını göstermiştir.

Buraya kadar özetlenen çalışmalarda görüldüğü gibi, olumlu yanılsamalar konusunda yapılan çalışmalar oldukça çeşitlidir. Özellikle yükleme kuramının, olumlu yanılsamalar konusu ile oldukça ilişkili olduğu

(28)

düşünülmektedir. Bundan sonraki bölümde, yükleme kuramı, özellikle evlilik ilişkilerinde yapılan yüklemeler açısından ele alınacaktır.

1.2. Yükleme Kuramı

Alanyazında oldukça geniş bir yer tutan yükleme kuramı, özellikle sosyal psikoloji alanında en etkin kuramsal yaklaşımlardan biridir. Yakın ilişkiler bağlamında yapılan yükleme çalışmaları da, yükleme araştırmalarının büyük bir bölümünü oluşturur. Bu çalışmada da, yükleme kuramı yakın ilişkiler kapsamında ele alınacaktır.

Bireyler, çevrelerinde yaşanan olayların ve insan davranışlarının nedenlerini arama eğilimindedirler. Yükleme kuramı, genel olarak, bireylerin davranışların nedenlerine ilişkin olarak sordukları sorularla ilgilenir. Başka bir ifadeyle, insanların, davranışlara ilişkin açıklamaları nasıl yaptığı ve ‘neden’

diye başlayan soruları nasıl cevapladıkları, yükleme kuramının temel ilgi alanını oluşturur (Tutarel- Kışlak, 1995). Ayrıca yükleme kuramı, kendi içinde yüklemelerle ilgili birden çok kuramsal yaklaşımı barındırır.

Yükleme kuramı ile ilgili ilk çalışmalar, Heider’ın (1958), sağduyu psikolojisi adını verdiği çalışmalarla başlamıştır. Heider’e göre, insanlarda iki temel güdü vardır. Bunlar, dünya hakkında tutarlı ve dengeli bir görüş oluşturma ve çevre üzerinde kontrol sağlamaktır. Bunları sağlamanın en temel yolu da, bireylerin nasıl davranacaklarını öngörmektir. Bu sayede,

(29)

insanların olası durumlarda nasıl davranacaklarını öngörebilir ve çevremizi kontrol edilebilir olarak algılayabiliriz. Diğer taraftan, tahmin edilemeyen ya da olumsuz bir durumla karşılaştığımızda nedensel yüklemeleri daha fazla yapmak eğilimindeyizdir; çünkü böyle durumlar daha büyük bir öngörü gereksinimi yaratır (Wong ve Weiner, 1981). Heider (1958), insanların davranışları için nedensel çıkarsamalar yapmanın sadece psikologlara özgü olmadığını, her insanın başkalarının davranışlarını açıklamak için nedensel çıkarsamalar yaptıklarını belirterek, sağduyu psikolojisi görüşünü ortaya koymaktadır.

Heider’e göre, insanlar nedensel çıkarsamalar yaparken, bunları iki ayrı nedenden birine bağlayabilirler. Bunlar, içsel nedenler ve dışsal nedenlerdir. Đçsel nedenler; kişilik özellikleri, güdüler, tutumlar, ruh hali, yetenek ve çaba gibi bireye ait özelliklerden oluşurken, dışsal nedenler ise;

gelenekler, şans, kader, çevre ya da başka insanlar gibi, bireyin dışında gerçekleşen etmenlerden oluşmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, sağduyu psikolojisine göre, insanlar bir olayın nedenlerine ilişkin çıkarsamalar yaparken, ya içsel nedenlere ya da dışsal nedenlere yükleme yapmaktadırlar.

Bunun dışında, Heider (1958), insanların bir olayı ya da davranışı açıklarken, nedensellik kadar sorumluluk algılarına da önem verdiklerini belirtmiştir. Buna göre, insanlar olayları açıklarken sadece ‘neden’ sorusunun cevabıyla değil, olaydan kimin sorumlu olduğuyla da ilgilenirler. Heider’e göre, bireyin belirli bir davranışı yapmasındaki niyet önemlidir. Diğer bir ifadeyle, bir davranışın

(30)

kasıtlı mı yoksa kasıtsız olarak mı yapıldığı, bir insanın bir başkasının davranışı açıklarken kullandığı önemli bir bilgidir.

Yükleme kuramı ile ilgili çalışmalar yapan bir diğer kuramcı da Kelley’dir (1967). Kelley, Heider’in sağduyu psikolojisini temel alarak Küp Kuramı’nı geliştirmiştir. Heider (1958) kuramında, insanların, davranışların nedenlerini açıklamaya yönelik olarak içsel ya da dışsal yüklemeler yaptıklarını belirtmiştir; ancak hangi durumlarda içsel, hangi durumlarda dışsal yüklemeler yaptıklarını belirtmemiştir. Kelley (1976) kuramında, bir davranışı içsel ya da dışsal nedenlerle açıklarken, bunu üç temel bilgiye dayandırdığımızı ileri sürmüştür. Bu bilgiler; fikir birliği (consensus), tutarlılık (consistency) ve belirginliktir (distinctiveness). Fikir birliği, kişi boyutu ile ilgili olup, belirli bir durumda başka insanların da aynı tür tepkileri verip vermediğini ortaya koymaktadır. Tutarlılık, zaman ve durumla ilgili bilgidir ve kişinin bir uyarıcıya başka zaman ve durumlarda da tutarlı olarak aynı tür tepkiler verip vermemesini ifade etmektedir. Son olarak, belirginlik, nesne boyutu ile ilişkilidir ve kişinin farklı uyarıcı ya da nesnelere karşı da aynı tür tepkiler verip vermemesini anlatmak için kullanılır. Sonuç olarak, bireyler bu üç bilgiden yararlanarak, belirli davranışları ve durumları açıklarken, içsel ya da dışsal etmenlere yüklemeler yaparlar.

Jones ve Davis (1965) de, uygun çıkarsamalar kuramı ile yüklemeler konusunda çalışmalar yapmışlardır. Uygun çıkarsamalar kuramı, insanların bir davranışın nedenlerini nasıl açıkladıkları ile ilgili bir kuramdır. Jones ve

(31)

Davis’e göre, başka insanların davranışları onların kişisel özelliklerinin bir sonucudur. Kuram, insanların, başkalarının davranışları ve kişilik özellikleri arasında bir uygunluk çıkarımı yapmak eğilimde olduklarını ileri sürer. Temel sorun, hangi durumlarda davranışın, o kişinin gerçek niyetinden kaynakladığına karar vermektir. Kurama göre, davranışa ilişkin çıkarsamalar yapmak için ilk etmen, o davranışın toplumsal onaylanabilirlik derecesidir.

Eğer davranışın toplumsal onaylanabilirlik derecesi düşük ise, davranışı kişinin istikrarlı kişilik özelliklerine yükleyebiliriz. Bunun nedeni, dışsal güçlere rağmen, eğer kişi o davranışı yapmışsa, büyük olasılıkla bu davranış onun içsel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Davranışlarla ilgili çıkarsamalar yapmak için kullanılan bir başka dayanak da, davranışın kişinin özgür iradesi ile seçilip seçilmediğidir. Kişinin kendi iradesiyle seçilen bir davranışın içsel özelliklere yüklenme olasılığı yüksek olur.

Yükleme kuramı ile ilgili çalışmalar yapan bir diğer isim de Weiner’dir.

Weiner’in yükleme kuramı başarı ve başarısızlık üzerine kurulmuştur. Weiner ve arkadaşlarına göre (1972), insanların başarı ya da başarısızlığı yükledikleri dört önemli öge vardır. Bunlar; yetenek, çaba, işin zorluğu/kolaylığı ve şanstır. Bu ögeler de; istikrarlılık, denetim odağı ve kontrol edilebilirlik olmak üzere üç nedensel boyutta sınıflandırılmıştır. Çaba ve şans, istikrarsız yani değişebilen nedenler olarak tanımlanırken; yetenek ve işin zorluğu/kolaylığı istikrarlı yani değişmez özelliklerdir. Kontrol edilebilirlik boyutu, başarı ve başarısızlığın ne derecede bireyin kendi iradesinde olduğu ile ilgilidir. Denetim odağı boyutu ise, Heider’in kuramında

(32)

olduğu gibi, içsel ya da dışsal nedenlerle ilgilidir. Yani, başarı ve başarısızlığın yetenek ve çaba gibi içsel nedenlere mi; yoksa, şans ya da işin zorluğu/kolaylığı gibi dışsal nedenlere mi yükleneceğini belirtir.

Özetlemek gerekirse, birden çok yükleme kuramı vardır ve yükleme kuramları, insanların hem kendi davranışlarını, hem de başka insanların davranışlarını açıklamada nasıl bir yol izlediklerini açıklayan bir kuramdır.

Daha önce de belirtildiği gibi, yükleme kuramı, kendi içinde yüklemelerle ilgili birden çok kuramsal yaklaşımı barındırır. Bu çalışmada da, yüklemeler evlilik ilişkileri bağlamında incelenecek ve olumlu yanılsamalar ile ilişkisi üzerinde durulacaktır.

1.2.1. Evlilik Đlişkilerindeki Nedensel Yükleme ve Sorumluluk Yüklemeleri

Evlilik ilişkilerindeki yüklemelerle ilgili çalışmalar incelendiğinde, araştırmacıların evliliğin niteliğini, eşlerin ilişkilerinde yaşadıkları olayları açıklayış biçimlerine ve yaptıkları yüklemelere göre değerlendirdikleri görülmektedir (Tutarel- Kışlak, 1999). Çiftlerin evlilik ilişkilerinde, eşlerinin davranışlarına ilişkin yaptıkları yüklemeler; nedensellik ve sorumluluk olmak üzere iki boyutta değerlendirilmektedir (Bradbury ve Fincham, 1992;

Fincham, Beach ve Nelson, 1987;). Nedensellik boyutu, eşin bir olayla ilgili açıklamalarını içerirken, sorumluluk boyutu ise, olayın ya da bir davranışın sorumluluğu ile ilgilidir (Fincham ve Bradbury, 1992). Tutarel- Kışlak (1999),

(33)

ilişkilerde yükleme ölçeğinin geçerlik ve güvenirliğini yaptığı çalışmasında, nedensellik yüklemelerinin; odak, istikrar ve genellik boyutlarından, sorumluluk yüklemelerinin ise; kasıt, güdü ve suçlama boyutlarından oluştuğunu ifade etmektedir.

Alanyazın incelendiğinde, evlilik ilişkilerindeki nedensel ve sorumluluk yüklemelerinin, uyumlu-uyumsuz eş davranışlarıyla (Fincham ve Bradbury, 1988; Holtzwoth- Munroe ve Jacobson, 1985; Tutarel- Kışlak, 1997), evlilikte yaşanan stresle (Bradbury ve Fincham, 1990), doyumla (Fincham ve arkadaşları, 2000; Fincham ve Bradbury, 1989; Günay, 2007) ve cinsiyet farkıyla (Curun, 2006; Tutarel- Kışlak, 1995;) ilişkisinin incelendiği çalışmalara rastlamak mümkündür. Çalışmalardan elde edilen bulguları özetlemek gerekirse; araştırmacılar, evliliklerinde uyumsuzluk yaşayan bireylerin, bu uyumsuzluğun nedenini eşlerinde aradıklarını ve ilişkilerindeki olumsuz olayları değişmez ve kalıcı olarak gördüklerini belirtmişlerdir (Fincham ve Bradbury, 1992; Holtzwoth- Munroe ve Jacobson, 1985). Ayrıca, uyumsuz bireyler, eşlerinin olumlu davranışlarını ise, çevresel etmenlerle açıklamakta ve bu davranışı değişebilir olarak görmektedirler. Başka bir ifadeyle, uyumsuz eşler, eşlerinin olumsuz davranışlarını onların kişilik özellikleriyle açıklarken, olumlu davranışlarını ise çevresel etmenlere yüklemektedirler (Jacobson ve arkadaşları, 1985). Tersine, uyumlu olan bireylerin ise, olumlu eş davranışlarını kalıcı ve genel bir özellik olarak görme eğiliminde oldukları belirtilmektedir (Holtzwoth- Munroe ve Jacobson, 1985).

(34)

Stresli olan ve olmayan çiftlerin evlilik yüklemelerinde, benzer sonuçlar elde edilmiştir. Buna göre, evliliklerinde mutlu olan çiftlerle karşılaştırıldıklarında, stresli olan bireyler, eşlerinin olumsuz davranışlarını evliliklerinin tüm alanı için genellemekte ve ilişkilerinde yaşadıkları olumsuz olayların önemini arttıran nedensel ve sorumluluk yüklemeleri yapmaktadırlar (Bradbury ve Fincham, 1990).

Evlilikten alınan doyum, evlilik ilişkilerindeki yüklemelerle ilişkisi en çok araştırılan değişkenlerden birisidir. Alanyazında karşımıza çıkan pek çok çalışma, yüklemelerin olumlu ya da olumsuz olmasının, ilişkiden alınan doyumla yüksek derecede ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır (Bradbury ve Fincham, 1990; Curun, 2006; Dowd, Means, Pope ve Humphries, 2000;

Fincham ve Bradbury, 1989; Fincham ve arkadaşları, 2000). Bradbury ve Fincham’a (1990) göre, sorunlu evlilik olayları karşısında, eşe ilişkin olumsuz yüklemeler yapıldıkça, bireyin ilişkiden aldığı doyum da düşmektedir. Kısaca, eşler ilişkilerinde yaşadıkları olumsuz olayların sorumluluğunu eşlerinde gördüklerinde ve bunun kasıtlı ve niyetli olarak yapıldığını düşündüklerinde (sorumluluk yüklemeleri); ayrıca bu davranışları değişmez ve genel olarak açıkladıklarında (nedensel yüklemeler), ilişki doyumları düşmektedir.

Ülkemizde yapılan bir çalışmada, Tutarel-Kışlak (1995), cinsiyet, evlilik uyumu, depresyon ile nedensel ve sorumluluk yüklemeleri arasındaki ilişkileri incelemiştir. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, evlilik uyumu ile yüklemeler arasında olumsuz yönde anlamlı bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur.

Eşleriyle uyumsuz olan bireylerin, uyumlu olan bireylerle karşılaştırıldığında

(35)

olumsuz eş davranışlarına daha fazla yükleme yaptıkları gözlenmiştir. Benzer bir sonuçla, depresif olmayanlarla karşılaştırıldığında, depresif bireylerin eşlerinin olumsuz davranışlarına daha fazla yükleme yaptıkları gözlenmiştir.

Araştırma sonuçlarına göre, evlilikteki uyum arttıkça, eşin olumsuz davrandığı durumlarda bile, buna olumlu tepkilerle karşılık verildiği ve sorunun devam ettirilmediği görülmektedir. Cinsiyet değişkeni açısından yapılan değerlendirmelerde, kadınların erkeklerden daha fazla nedensel ve bencil güdüye yüklemelerde bulundukları görülmüştür. Ayrıca, erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların, uyum puanlarının ve depresyon puanlarının yüklemeleri daha fazla etkilediği bulunmuştur.

Günay (2007) evli bireylerle yaptığı çalışmasında, evlilik çatışması, nedensel ve sorumluluk yüklemeleri, doyum ve evliliğe ilişkin değerlendirmeler arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Çalışmanın sonuçları, nedensel ve sorumluluk yüklemelerinin ilişki doyumunu azalttığını ve yüklemeler konusunda kadın ve erkekler arasında anlamlı bir farkın bulunmadığını göstermektedir. Ek olarak, çalışmada evlilik doyumu açısından da cinsiyet farkının bulunmadığı belirtilmiştir.

Buraya kadar aktarılanlardan da görüldüğü gibi, evlilik ilişkilerindeki yüklemeler; doyum, stres, depresyon ve uyum gibi pek çok değişkenle ilişkilidir. Bu çalışmada da, evliliklerdeki nedensel ve sorumluluk yüklemeleri ile olumlu yanılsamalar arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.

Ancak, alanyazın incelendiğinde, araştırmanın temel değişkeni olan olumlu

(36)

yanılsamalar ile nedensel ve sorumluluk yüklemeleri konusunda ülkemizde yapılmış bir çalışmaya rastlanmamaktadır. Bir sonraki bölümde, evlilik ilişkilerindeki yüklemeler ve olumlu yanılsamalar arasındaki ilişki aktarılarak, konu ile ilgili yurtdışında yapılmış çalışmalar özetlenecektir.

1.2.2. Yüklemeler Ve Olumlu Yanılsamalar

Yükleme kuramı, insanların, davranışlara ve olaylara ilişkin nasıl açıklamalar yaptıklarına ve ‘neden’ diye başlayan soruları nasıl cevapladıklarına açıklamalar getirmeye çalışır (Tutarel- Kışlak, 1995).

Özellikle yakın ilişkiler bağlamında, yükleme kuramıyla ilgili birçok çalışmaya rastlamak mümkündür (Bradbury ve Fincham, 1990; Bradbury ve Fincham, 1992; Curun, 2006; Fincham ve Bradbury, 1988; Holtzwoth- Munroe ve Jacobson, 1985; Işınsu- Halat, 2009; Tutarel- Kışlak, 1997). Ek olarak, bu çalışmaların pek çoğu (Bradbury ve Fincham, 1990; Fincham ve Bradbury, 1992, 1993; Karney ve Bradbury, 2000) evlilik doyumu ile yüklemeler arasında oldukça yüksek düzeyde bir ilişkinin bulunduğunu belirtmektedir.

Daha önce de belirtildiği gibi, çalışmanın temel değişkeni olan olumlu yanılsamalar konusunda en çok ele alınan değişkenlerden biri de ilişki doyumudur (Fowers, Lyon ve Montel, 1996; Miller, Caughlin ve Huston, 2003; Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b;

Murray ve Holmes, 1999). Bu nedenle, olumlu yanılsamalar ile yüklemeler konusunun paralellik göstereceği düşünülerek, bu çalışmada bu iki değişken arasındaki ilişki, evlilik ilişkisi kapsamında ele alınacaktır.

(37)

Evlilik ilişkilerindeki olumlu yanılsamalar ile yüklemeler konusunu temel alan çalışmalar oldukça sınırlı sayıdadır. Bu nedenle, Fowers, Lyon ve Montel’in (1996) konu ile ilgili açıklamaları dikkat çekicidir. Yazarlar, evliliğe ilişkin yüklemelerin (marital attributions), olumlu yanılsamaların temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre, olumlu yanılsama düzeyleri yüksek olan bireyler, evliliklerine ve ilişkilerine daha olumlu yüklemeler yapmak eğilimindedirler. Yüklemeler konusunda belirtildiği gibi, araştırmacılar evlilikte yüklemeleri nedensel yüklemeler ve sorumluluk yüklemeleri olarak iki boyutta ele almışlar ve her iki yükleme biçiminin de evlilik doyumunda belirleyici olduğunu vurgulamışlardır (Bradbury ve Fincham, 1990; Fincham, Beach ve Nelson, 1987). Özellikle olumlu yanılsamaların temel sayıltısı olan, eşi olduğundan daha olumlu değerlendirmenin doyumu arttırdığı göz önüne alındığında, bu bireylerin evliliklerine ve eşlerine daha olumlu yüklemeler yapmaları anlaşılabilir bir durumdur. Yüklemeler konusunda belirtildiği gibi, araştırmacılar (Fincham ve Bradbury, 1989; Fincham, Beach ve Baucom, 1987), bireylerin, eşlerini başka insanlardan daha olumlu görme eğilimlerini, partner odaklı yükleme yanlılığı (partner- centric attribution bias) olarak tanımlamaktadırlar. Olumlu yanılsamaların bir sonucu olarak, bu tür bir yükleme yanlılığında, ilişkilerinden doyum alan çiftler, ilişkilerindeki olumlu olaylar için eşlerini sorumlu tutmak eğilimindedirler. Ek olarak, doyum düzeyi yüksek olan bireyler, ilişkilerinde yaşadıkları olumsuz olaylar için, partnerlerinden çok kendilerini suçlamak eğilimindedirler (Fincham ve Bradbury, 1989; Fincham,

(38)

Beach ve Baucom, 1987). Özetlemek gerekirse, eşe ilişkin olumlu yanılsamalar ve idealleştirmelerin bir sonucu olarak, bireyler eşlerine daha olumlu yüklemeler yapmak eğilimindedirler.

1.3. Đlişki Bağlanımı

Yakın ilişkilerde bağlanım konusu ile ilgili alanyazın incelendiğinde, bu kavramla ilgili olarak geliştirilen birden fazla model olduğu görülmektedir (Johnson, 1973; Levinger, 1965; Rusbult, 1980). Bağlanım, ilişkiyi sürdürmeye yönelik bir eğilim ya da istek olarak tanımlanabilir (Rusbult, 1983). Ek olarak, Rusbult (1980), bağlanımın, bireyin bir ilişkide kalma ya da ilişkiyi bitirme kararını da etkileyeceğini öngörmektedir. Bazı araştırmacılara göre bağlanım; devam eden ilişkilerin en belirgin özelliğidir ve neden bazı ilişkiler devam ederken bazılarının sona erdiğini anlamamızı sağlar (Adams ve Jones, 1999). Rusbult (1980, 1983) karşılıklı bağımlılık kuramını (Thibaut ve Kelley, 1959) temel alarak, bağlanımla ilgili en önemli modellerden biri olan Yatırım Modeli’ni geliştirmiştir. Bu çalışmada da, bağlanım konusu Rusbult’un geliştirdiği yatırım modeli bağlamında ele alınacaktır.

Yakın ilişkilerde bağlanımla ilgili en önemli kuramlardan biri olan ve Rusbult (1980) tarafından geliştirilen Yatırım modeli, Thibaut ve Kelley’nin (1959) karşılıklı bağımlılık kuramını temel almaktadır. Karşılıklı bağımlılık kuramı, bireylerin ilişkilerini değerlendirirken kullandıkları iki ölçüt üzerinde durur. Buna göre, bireyler ilişkilerinden aldıkları doyumu değerlendirirken

(39)

karşılaştırma düzeyi (KD) kavramını, ilişki bağlanımları için de seçenekler için karşılaştırma düzeyini (KDseç) ölçüt olarak kullanırlar. Yatırım modelinde de, tıpkı karşılıklı bağımlılık kuramında olduğu gibi, bireyler ilişkilerinden aldıkları doyumu değerlendirirken karşılaştırma düzeyini, ilişkilerini devam ettirip ettirmeyeceklerine ilişkin karar verirken de, seçenekler için karşılaştırma düzeyini kullanırlar. Daha ayrıntılı olarak belirtmek gerekirse, bireyler mevcut ilişkilerini değerlendirirken, daha önce yaşadıkları ilişkiler ya da başka ilişkilere ait gözlemler sonucu, ilişkileri ile ilgili bir standart ya da referans noktası oluştururlar (Sabatelli, 1984; Thibaut ve Kelley, 1959). Mevcut ilişkileri ile ilgili değerlendirmeleri karşılaştırma düzeyinin üzerindeyse, ilişki doyum verici olarak değerlendirilir; ancak elde ettikleri değerlendirme sonuçları karşılaştırma düzeyinin altındaysa, ilişki doyumsuz olarak kabul edilir. Hovardaoğlu’na (1996) göre, karşılaştırma düzeyi, bireyin yaşamındaki yeni bir ilişkiye ya da eşe bağlı olarak genellikle yükselme eğilimi göstermekte ve değişebilmektedir.

Seçenekler için karşılaştırma düzeyi ise, bireyin bir ilişkide kalma ya da ilişkiyi bitirme kararını vermesinde kullandığı standarttır. Birey bu değerlendirmeyi yaparken, mevcut olan ilişkisi dışında, olası başka ilişkileri ve bunlardan elde edilebileceği sonuçları göz önünde bulundurur. Sonuç olarak, bireyler var olan ilişkileri dışındaki seçenekleri düşük olarak algıladıklarında, ilişkilerine olan bağlanımları da artacaktır (Thibaut ve Kelley, 1959).

(40)

Karşılıklı bağımlılık kuramı, mevcut ilişkisinden doyum alan ve seçeneklerin niteliğini olumsuz olarak değerlendiren bireylerin, ilişki bağlanımlarının yüksek olacağını öngörmektedir. Yatırım modeli ise, ilişki bağlanımı için, karşılıklı bağımlılık kuramında yer alan doyum ve seçeneklerin niteliği dışında, bir başka unsuru daha vurgular: yatırım miktarı (Rusbult, 1980). Yatırım miktarı kavramı; ilişki süresince, ilişkiye doğrudan koyulan kaynakların önemini ve büyüklüğünü anlatmaktadır (Büyükşahin ve Hovardaoğlu, 2007). Rusbult (1980,1983) ilişkiye yapılan yatırımların içsel yatırımlar ve dışsal yatırımlar olmak üzere iki türlü olduğunu belirtmiştir. Đçsel yatırımlar; zaman, çaba ve kendini açma gibi içsel öğelerden oluşurken;

dışsal yatırımlar; anılar, maddi yatırımlar, ortak arkadaşlar, etkinlikler ve nesneler gibi dışsal kaynaklarla ilgilidir. Rusbult (1980), ilişkiden alınan doyumun ve seçeneklerin niteliğinin ilişki bağlanımını açıklamakta yetersiz kaldığını belirterek, ilişkiye yapılan yatırımların önemini vurgulamaktadır.

Eğer ilişki bağlanımı, sadece karşılıklı bağımlılık kuramına göre açıklansaydı;

ilişkisinden düşük düzeyde doyum alan ve seçeneklerin niteliğini olumlu değerlendiren bireylerin, mevcut ilişkilerini bitirmeleri beklenirdi. Oysa, ilişkilerine yaptıkları yatırımlardan dolayı (anılar, çocuklar, duygusal çaba), ilişkilerinden düşük düzeyde doyum alsalar da, seçeneklerin niteliğini olumlu değerlendirseler de, ilişkilerini devam ettirebilmektedirler.

Özetlemek gerekirse, yatırımlar, bireylerin ilişkilerine olan bağlanımlarını arttırmaktadır (Rusbult, 1980, 1983; Rusbult ve Buunk,1993;

Rusbult, Martz ve Agnew, 1998). Alanyazın incelendiğinde de, doyumu

(41)

yüksek, seçenekleri zayıf ve ilişki yatırımı fazla olan bireylerin ilişkiye bağlanımlarının yüksek olduğu gözlenmiştir (Agnew, Van Lange, Rusbult ve Langston, 1998; Cox, Wexler, Rusbult ve Gaines, 1997; Rusbult, Zembrodt ve Gunn,1982; Rusbult ve Buunk, 1993).

Yukarıda da belirtildiği gibi, alanyazında incelenen birçok çalışmanın, yatırım modelinin temel sayıltılarını desteklediği gözlenmiştir. Öncelikle ülkemizde yapılan sınırlı sayıdaki çalışmaya bakıldığında, Büyükşahin ve Hovardaoğlu’nun (2007), çalışması dikkat çekicidir. Çalışmada, ilişki bağlanımı bazı ilişkisel değişkenler açısından incelenmiştir. Sonuçlara göre, ilişki doyumunu eşe ve ilişkiye duyulan güven, ilişkinin niteliği olumlu değerlendirme, gelecek zaman yönelimi gibi değişkenler olumlu yönde yordarken, seçeneklerin niteliğini değerlendirmeyi, ilişki bağlanımı, güven duygusu, gelecek zaman yönelimi değişkenlerinin olumsuz yönde yordamaktadır. Đlişki yatırımını ise, ilişkiye bağlılığının, ilişki süresinin ve gelecek zaman yönelimi değişkenlerinin olumlu yönde yordadığı bulunmuştur. Ek olarak aynı çalışmada, ilişki türüne göre yatırım modeli değişkenlerinin incelendiği görülmektedir. Buna göre, sözlü/nişanlı ve evli bireylerle karşılaştırıldığında, flört eden bireylerin doyum düzeylerinin ve ilişki yatırımlarının daha düşük olduğu ve seçenekleri daha olumlu değerlendirdikleri bulunmuştur.

Bilecen (2007) çalışmasında, yakın ilişkilerde stresi ve stresle basa çıkmayı, yatırım modeli bağlamında incelemiştir. Çalışma sonuçlarına göre,

(42)

ilişki doyumunu, ilişkinin niteliğini olumlu değerlendirme, ilişkide güven, ilişkiye bağlılık, ilişkiye odaklanma ve partnerin çekiciliği olumlu yönde;

ilişkiye hiç başlamamış olmayı isteme ve ilişkide yaşanan sorun düzeyi, olumsuz yönde yordamaktadır. Yatırım modelinin bir diğer alt boyutu olan seçeneklerin niteliğini değerlendirmeyi olumlu yönde yordayan değişkenler;

eski duygusal ilişkilerin sayısı, alkol ve ilaç kullanımı, ilişkiye hiç başlamamış olmayı isteme ve kendini desteklemedir. Đlişkiye bağlılık, ilişkiye odaklanma ve dine tutunma değişkenleri ise seçeneklerin niteliğini değerlendirmeyi olumsuz yönde yordamaktadır. Son olarak ilişki yatırımı boyutuna bakıldığında; ilişkiye bağlılık, ilişkinin niteliğini olumlu değerlendirme ve ilişkinin uzun sürmesine ilişkin beklentiler arttıkça, ilişkiye yapılan yatırımların da arttığı görülmektedir.

Ülkemizde yapılan bir başka çalışmada (Işınsu- Halat, 2009), yatırım modeli bağlamında, evli bireylerin nedensel ve sorumluluk yüklemeleri ile yalnızlık arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Yatırım modelinin ilk alt boyutu olan ilişki doyumunu, yükleme toplam ve duygusal yalnızlık değişkenleri olumsuz olarak yordarken, sorumluluk suçlama yüklemesi olumlu olarak yordamaktadır. Doyuma ilişkin bu bulgular, hem kadınlar hem de erkekler için geçerlidir. Bir diğer alt boyut olan seçeneklerin niteliğini değerlendirmeyi, nedensellik yüklemesi toplamı olumlu yönde yordarken, sosyal yalnızlık olumsuz olarak yordamakta ve seçeneklerin niteliğini düşürmektedir.

Çalışmada, son olarak ilişki yatırımını korkulu bağlanma stili olumlu yönde yordarken, sorumluluk güdü yüklemesi olumsuz yönde yordamaktadır.

(43)

Son olarak, yatırım modeli konusunda, cinsiyet açısından yapılan çalışmaları özetlemek gerekirse, çalışmaların çoğunda, erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların ilişkilerine daha fazla yatırım yaptıkları (Fitzpatrick ve Sollie, 1999; Rusbult, Martz ve Agnew, 1998; Sprecher, 1988) seçeneklerin niteliğini daha olumsuz değerlendirdikleri (Büyükşahin, Hasta ve Hovardaoğlu, 2005; Hasta ve Büyükşahin, 2006; Rusbult, Martz ve Agnew, 1998), ilişki bağlanımları (Fitzpatrick ve Sollie, 1999; Rusbult, Martz ve Agnew, 1998) ve ilişki doyumlarının (Rusbult, Martz ve Agnew,1998) daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

Bir sonraki bölümde de, yatırım modeli kapsamında, olumlu yanılsamaları ele alan araştırmalar özetlenmeye çalışılacaktır.

1.3.1. Đlişki Bağlanımı Ve Olumlu Yanılsamalar

Rusbult (1980), ilişki doyumu, seçeneklerin niteliği ve yatırım miktarı olmak üzere yakın ilişkilerde bağlanımı belirleyen üç öge olduğunu belirtmiş ve bu temelde yatırım modelini ileri sürmüştür. Modelin temel sayıltısı, ilişki doyumu ve yatırımı yüksek olan ve seçeneklerin niteliğini olumsuz değerlendirenlerin bireylerin, ilişkilerine bağlanımlarının daha yüksek olacağı şeklindedir. Buradan hareketle, olumlu yanılsamalarla ilgili araştırmalar incelendiğinde (Fowers ve ark., 1994; Murray ve Holmes, 1997; Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b; Sprecher ve

(44)

Felmlee, 1993), idealleştirme ve olumlu yanılsamaların, yatırım modeli değişkenleriyle yakından ilişkili olduğu görülmektedir.

Yatırım modeli değişkenlerinin her aşamasında, olumlu yanılsamaların ilişki bağlanımının artmasıyla, karşılıklı olarak ilişkili olduğu görülmektedir.

Özellikle, artan ilişki doyumu, olumlu yanılsamalarla oldukça ilişkilidir (Murray ve Holmes, 1997; Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b). Hem partnerini idealleştiren, hem de partneri tarafından idealleştirilen bireyler, ilişkilerinden daha fazla doyum almaya eğilimlidirler (Murray, Holmes ve Griffin, 1996a; Murray, Holmes ve Griffin, 1996b).

Yatırım modeli çerçevesinde değerlendirilirse, olumlu yanılsamalar, artan doyum aracılığıyla ilişkideki bağlanımı etkilemektedir.

Aynı zamanda, yatırım modelinin bir diğer boyutu olan seçeneklerin niteliği değerlendirme de olumlu yanılsamalarla yakından ilişkilidir (Johnson ve Rusbult, 1989). Yatırım modeline göre, seçeneklerin niteliğini olumsuz değerlendiren bireyler partnerlerine daha fazla bağlıdırlar. Olumlu yanılsama düzeyi yüksek olan bireyler, partnerlerini idealleştirilmiş imgelerle ve olduklarından daha olumlu bir bakışla değerlendirirler. Bu görüşün bir sonucu olarak, bireyler seçenek partnerleri kendi partnerlerinden daha az çekici gördükleri için, ilişki bağlanımları da yüksek olacaktır (Johnson ve Rusbult, 1989).

(45)

Son olarak, ilişkiye yapılan yatırımlar da olumlu yanılsamaları etkilemektedir. Bilindiği üzere, yatırım miktarı ilişki süresince, ilişkiye doğrudan koyulan kaynakların önemini ve büyüklüğünü ifade etmektedir (Büyükşahin ve Hovardaoğlu, 2007). Sprecher ve Felmlee’ye (1993) göre, özellikle evli çiftler ilişkilerine yüksek düzeyde duygusal yatırım yapmaktadırlar ve bu yatırımlar da ilişkilerinde olası çatışma durumlarını arttırabilir. Özellikle ilişkide çocukların oluşu ve evli bireylerin algıladıkları seçenek partnerin yoksunluğu gibi durumlar, bireylerin ilişkiyi bitirme ve yeni bir eş bulmasını zorlaştırmaktadır. Yatırım modeline göre, ilişkiden alınan doyum ve seçeneklerin niteliği dışında, özellikle yatırımlar bir ilişkinin devam edip etmeyeceğinin belirleyicisidir. Murray’a (1994) göre, ilişkiyi bitirmeye yönelik karar almak zorlaştıkça, olumlu yanılsamaların bir sonucu olarak, bireyler partnerlerinin sadece çok önemli ve büyük hatalarını fark etmeye başlarlar. Böylece, artan yatırımlar sonucu bireyler, ilişkilerini devam ettirmek için, eşlerine ilişkin olumlu ve idealleştirilmiş imgeler geliştirirler. Başka bir ifadeyle belirtmek gerekirse, olumlu yanılsamalar, bireylerin partnerlerine yönelik olumlu şemalarını devam ettirmek için onların kusurlarını, bir şekilde farklı yollarla açıklamak isteğine girebilirler (Brickman, 1987; Holmes ve Rempel, 1989). Bu noktada, Büyükşahin’in (2007) vurguladığı gibi, olumlu yanılsamaları, bir ilişkiyi sürdürmek için kullanılan mekanizma olarak görmek mümkündür.

Görüldüğü gibi, yatırım modeli değişkenleri, yakın ilişkilerdeki olumlu yanılsamalar ile oldukça ilişkilidir. Özetlemek gerekirse, bireylerin olumlu

Referanslar

Benzer Belgeler

Araştırmaya katılan evli bireylerin BEDÖ, EDÖ ve GRCDÖ aldıkları puanlar çocuk sahibi olma durumlarına göre BEDÖ alt boyutlarını oluşturan güvenilebilirlik,

 Eğitimden sonra, katılımcıları kendi yerlerinde ziyaret ederek sorunlarını çözmeye yardım etmek amacıyla izlem yapılması, eğitimde oluşturulan olumlu ortamın

Ancak moleküler seviyede VK değerlendirmesi için DXA en sık kullanılan tekniktir, VK’nin üç kompartmanlı modeli olan yağ kütlesi, yağ dışı kütle ve

Yaptıkları, sergiledikleri, gerçekleĢtirdikleri eylemler ve söylemlerle terör örgütlerinin genel özelliklerini taĢıyan Taliban Hareketi, dini söylem ve iddia üzerine

According to Voltan-Acar (2014), transference in group counseling may be defined as a process in which one of the group members shares his feelings or unfinished business

O yüzden gençlerin şu anda bilinçlendirilmesi ve sosyal sorumluluk sahibi olarak yetiştirilmesi demek gelecekte çok daha duyarlı nesillerin yetişmesi demek olabilir.”.

Söz konusu modelde, örtük narsisizm ile evlilik uyumu arasındaki ilişkiye reddedilme duyarlılığı ve ideal eş ölçütüne göre tanımlanan eşe yönelik olumlu

Eğlence için vasıtaların hazır olduğu böyle bir mevsimde.. sürahinin kulkul etmemesi uygun