• Sonuç bulunamadı

İsmail Gaspıralı nın Şafak Mecmuası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İsmail Gaspıralı nın Şafak Mecmuası"

Copied!
39
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Modern Türklük Araştırmaları Dergisi İsmail Bey Gaspıralı Özel Sayısı

Cilt 11, Sayı 4 (Aralık 2014), ss. 8-46 DOI: 10.1501/MTAD.11.2014.4.43 Telif Hakkı©Ankara Üniversitesi

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

İsmail Gaspıralı’nın Şafak Mecmuası

Yavuz Akpınar

Ege Üniversitesi (İzmir)

ÖZET

Daha önce Tonguç’u ve Şafak’ın iki sayfasını V. Y. Gankeviç’ten elde ettiğimiz metinlerle yayımlamıştık. Şimdi Şafak’ın tam metnini yayımlayarak bu iki mecmuanın içeriğini tahlil edecek, Gaspıralı’nın gazeteciliğe ve yazı hayatına ne gibi hazırlıklarla, hangi şartlarda ve hangi düşüncelerle başladığını anlamaya çalışacağız. Bu metinlerden elde ettiğimiz sonuç şudur: Gaspıralı, gazeteciliğe başlamadan önce Türk ve İslâm dünyasının durumu ve problemleri hakkında epeyce araştırma yapmış, düşünmüş ve işe eğitim problemini halletmekle, Türklük bilincini yaymakla başlamaya ve bu iş için de hurafelerden arındırılmış, eski dinamizmine kavuşturulmuş bir İslâm dini anlayışını topluma telkin ekmeye karar vermiş, hayatı boyunca bu yolda yürümeye devam etmiştir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER

İsmail Gaspıralı, Ceditçilik, Şafak Mecmuası, Tonguç, Rusya Müslümanları-Rusya Türkleri, Türkçülük, Ortak ve edebî Türk dili, Rusya Türklerinde modernleşme, Rusya’da Türk gazeteciliği.

ABSTRACT

Before we have published two pages of “Tonguç” and “Şafak” texts which we have obtained from V. Y. Gankeviç. Now by publishing the whole text of “Şafak” we’ll analyse these two journals’ index and try to identify in which conditions, preparations and thoughts Ismail Gaspirali started his journalism and literary life. This is the conclusion we have came from these texts: Before he started to journalism he investigated, thought quite a lot about the problems and situation of Turkish and Islamic world. Firstly he decided to solve the education

(2)

problem and to spread Turkic consciousness by fixing dynamic islamic thought without superstitions through the society during his whole life.

KEY WORDS

Ismail Gaspirali, Russian Muslims- Russian Turks, Turkish nationalism, common and literary Turkish language, Modernism in Russian Turks, Turkish Journalism in Russia, “Cedidçilik”

1. Giriş

İsmail Gaspıralı’nın 1881’ten itibaren Tonguç ve Şafak’la başlattığı mecmua yayınlarının adedi onu bulunca Rus yönetimi, süreli yayın çıkartma izni bulunmadığı gerekçesiyle yazarı uyarır ve böylece mecmuaların basımına son verilir. İsmail Bey, bu durumu “İfade-i Hâl” (Tercüman, 1883, Sayı: 24) adlı yazısında açıklamıştır (Akpınar 2005: 16-18). Bu mecmualardan -bunlara haftada bir çıkan küçük süreli yayınlar da diyebiliriz- birkaç tanesinin ismi ve içeriği bilinmesine rağmen, Tonguç ve Şafak hariç, diğerleri henüz elde edilememiştir.

Ukraynalı bilim adamı Viktor Yuriyeviç Gankeviç Tonguç ve Şafak’ı Rus arşivlerinde bulmuş, İsmail Bey’in süreli yayın çıkarmak için ne gibi teşebbüslerde bulunduğunu açıklamış, ama mecmuaların metinlerini yayımlamamıştı. Kırım’da kendisiyle yaptığımız bir görüşmedeki teklifimiz üzerine Tonguç ve Şafak’ın metinlerini göndermiş, biz de bunları her ikimizin adıyla açıklamalar ekleyerek yayımlamıştık (Gankeviç-Akpınar 2008). Tonguç tam olmasına rağmen Şafak’ın ancak ilk ve son sayfaları gönderilmişti. V.Yu. Gankeviç’e birkaç kere mektup yazıp diğer sayfaları da göndermesini istedi isek de olumlu bir cevap alamadık ve mecburen Şafak’ı o hâliyle, eksik olarak yayımladık.

Yakın zamanlarda Kırım’daki genç araştırmacı Gülnar Seyitvaniyeva, herhâlde Akmescit’teki Devlet Arşivi’nden veya Bahçerasay’daki İsmail Gaspıralı Kütüphanesi’nden elde ettiği Şafak mecmuasının tam metninin dijiital kopyalarını bize gönderdi.1 Kırımlı türkolog Dr. Leniyara Selimova da “İsmail Gaspıralınıñ İlk Periyodik Deneyimleri Olaraq ‘Tonğuç’ ve ‘Şafaq’ Neşirleri” adlı bildirisinde2

1 Sayın G. Seyitvaniyeva’ya bu yardımı için içten teşekkürlerimizi alenen açıklamak istiyorum.

Sağ olsun.

genel olarak bu mecmualar üzerinde durmuş, özellikle Şafak’tan Kazan, Kırım ve Nogay Türkçelerine ait parçaları Latin harflerine aktarmıştır. Çalışmamızda bu makaleden de

2 Bu bildiri “Gaspıralı İsmail Bey’in Ölümünün 100. Yılında Dilde Fikirde İşte Birlik’te Neredeyiz?” (15-17 Ekim 2014, İstanbul) adlı uluslararası sempozyuma sunulmuştur. Bildirisini bize verme nezaketini gösterdiği için Dr. Leniyara Selimova Hanım’a da teşekkür ediyoruz.

Bildiri daha önce Kırım Tatarcasıyla yayımlanan Ümüt Kervanı. Genç Kalemler Almanahı’nda (Kırım, 2012, No: 3, s. 36-57) basılmıştır.

(3)

yararlandık.

Sözü edilen makalemizde Tonguç ve Şafak’ın metinlerini yayımlamakla yetinmiş, bu mecmuaların içeriği üzerinde pek durmamış idik. Şimdi Şafak’ın da tam metnini yayımlayarak bu iki mecmuanın içeriğini tahlil edecek, İsmail Bey’in gazeteciliğe ve yazı hayatına ne gibi hazırlıklarla, hangi şartlarda ve hangi düşüncelerle başladığını anlamaya çalışacağız.

2.

Şafak

’ın Şekil Özellikleri ve Metin Neşri

1881’de basılan Tonguç’un şekil özelliklerinden önceki makalemizde söz ettiğimizden burada doğrudan doğruya Şafak’ı ele almak istiyoruz. Şafak, Tonguç’un devamıdır ve sayfa numaraları da Tonguç’tan (1-4’ten) devam etmiştir. Sekiz sayfa olan Şafak’ın üzerindeki sayfa numaraları 5-12’dir. Yayımladığımız metinde sayfa numaraları /.../

iki yatık çizgi arasında gösterilmiştir. Her bir sayfada 3 sütun vardır. Alfabemize aktardığımız metinde, bu sayfa ve sütun numaralarını belirterek okuyucuların her iki metni de karşılaştırarak okumalarına imkân vermek istedik. Şafak’ın orijinal metninde (…) parantez içinde yazılı kelime veya ifadeler yazara aittir. Tarafımızdan metne eklenen harf veya kelimeler köşeli parantez […] içinde gösterilmiştir. Metinde bozuk imlâ ile yazılı kelimelerin doğru biçimi yazılmış, dipnotta da metinde Arap harfli yazılışı gösterilmiştir. Böylece okuyucu imlâ hatalarını, dizgi yanlışlıklarını takip edebilecektir. Şafak’da belki dizgi yanlışları, farklı imlâ anlayışı veya herhangi bir sebeple okuyamadığımız, tashih edemediğimiz yerler de olmuştur. Bunları ileride meslektaşlarımızın çözeceğini ümit ediyoruz.

Şafak’ın ilk sayfasının en üst satırında ‘Mecmua, Numara: 2, Sayfa: 5’ ibaresi görülür. Derginin başlık klişesinde ortada ‘Şafak’ kelimesi bunun sağ ve solunda ise

‘mecmua’ hakkındaki temel bilgiler yazılıdır: Burada mecmuanın sahibi, adresi, basıldığı yer ve tarihi belirtilmiştir. Hicrî-Kamerî ve Jülien takvimler esas alınmıştır.

Sol tarafta bulunan ‘Cüz numarası: 2, birinci cüzü Tonguç idi.’ ifadesi, İsmail Bey’in “süreli yayın” yayımlamadaki tavrını ortaya koyar.

Başlık klişesinin altındaki tek satırda ‘Hayât-ı Tatariyeye elzem ve selâmet ve vatana müteallık her nev’i mevaddan bahsi mutazammın mecmuadır.’ kaydı görülür.

Bu ifadedeki “hayât-ı Tatariye”, şüphesiz Rus sansürünün dikkatini çekmemek için kullanılmıştır; çünkü ileride onun sadece “Tatarlara” değil bütün Rusya Türklerine (veya Müslümanlarına) hitap etmeyi amaçladığı açıkça görülecektir.

İsmail Gaspralı’nın sade bir Türkiye Türkçesi kullandığını, bu tavrını Tercüman gazetesinde de devam ettirdiğini bildiğimizden Şafak’ı eski harflerden aktarırken Türkiye Türkçesinin fonetik özelliklerine uygun okumayı tercih ettik. Bu hususta imlâ tahrifine yol açacak kadar aşırı davranmadık ve mümkün olduğu ölçüde özel işaretler

(4)

kullanmadık. Gerekli gördüğümüz, yerlerde transkripsiyon harflerinden yararlandık veya dipnotlarda bazı problemli kelimeleri, orijinal şekliyle yani Arap harfleriyle yazmayı tercih ettik. Metinde, imlâsı tarafımızdan düzeltilen kelimeleri ise ayrıca gösterdik. Türkiye Türkçesinde bilinmediğini düşündüğümüz kelime ve ifadeleri de yine dipnotlarla açıkladık.

İsmail Gaspıralı’nın tabiî olarak Şafak’ı, el yazısıyla Tiflis’e Ziya matbaasına gönderdiğini; Kırım veya Kazan Tatarcasına ait bazı kelimeleri veya imlâ özelliklerini tam olarak anlayamayan Azerbaycanlı matbaa yöneticilerinin, dizgi sırasında ister istemez imlâ tahrifine, dizgi yanlışlıklarına yol verdiğini; metinlerde, bizce, Tonguç’a nazaran daha fazla görülen imlâ veya dizgi yanlışlarının bu sebebe dayandığını ve muhtemelen İsmail Bey’in de bu metni, tashih etme imkânına sahip olmadığını düşünüyoruz. Bu sebeple de metindeki imlâ problemlerini (belki daha doğru bir tabirle dizgi yanlışlarını) ayrıntılı bir şekilde ele almadık. Arap harfli orijinal metni makalemizin sonuna eklemiş bulunuyoruz. Böylece okuyuculara okunamayan yerleri, tashih edilen kelimeleri karşılaştırma imkânı vermiş bulunuyoruz.

3.

Tonguç

ve

Şafak

’ın Dil Özellikleri ve İsmail Gaspıralı’nın Türklük ve Türk Dili Hakkındaki Fikirleri

Her iki mecmuanın dili sade bir Türkiye Türkçesi olmasına rağmen bunlarda yer yer Kırım ve Kazan Türkçelerinin, hatta bir dereceye kadar Çağatay imlâsının etkisi vardır. Anlatım dilinde belli ölçüde acemilik görülmektedir. Az sayıda da olsa bazı cümleler hatalı ve kuruluş itibarıyla bozuktur. Metne tarafımızdan eklenen dipnotlarda bu konuda gerekli açıklamalar yapılmıştır. İsmail Bey’in gazetecilik ve yazı hayatının başında, ileride nasıl bir dil kullanacağı konusunda ciddî araştırmalar yaptığı ve sade bir Türkiye Türkçesi (Osmanlıca değil!) kullanmaya ve bunu bütün Türk boylarına ortak edebî dil olarak teklif etmeye karar verdiği anlaşılmaktadır.

Nitekim ileride yazdığı “Lisân Meselesi-1” (Tercüman, 4 Noyabr 1905, Sayı: 90) adlı yazısında, Petersburg’ta Tatarların Mişer ağzını gerekli gereksiz birçok Rusça kelimeyle karıştırarak kullanan ve böyle bir dille Nur gazetesini yayımlayan Ahund Ataullah hazreti bu dil anlayışından dolayı tenkit ederken, kendi dil anlayışına nasıl bir araştırma sonucu ulaştığını da açıklar:

Muharrirliğe başlamazdan mukaddem, eski Tatar tilini biz de köp izledik.

Babürname’de, Şecere-i Türkî’de eski, güzel til gördük; lâkin, bunlar da “Türk tili”dir. “Tatar tili” göremedik. Hem “Şecere-i Tatar”ı izledik, köp izledik; ama, taba almadık [bulamadık], hazret.

Şulay bulgaç [böyle olunca], yok yolnı izlemekten [olmayan bir yolu aramaktansa] hayli işlenmiş ve ehl-i irfana malûm olmuş yol ile gidilse yahşırak bulmaz mı iken [daha iyi olmaz mı acaba] dep oylıymız [diye

(5)

düşünüyoruz]. Bu yol İsmail'in3, Mercanî'nin, Feyizhanov'un, Maksudî'nin, Rızaeddin'in, Abdürreşid'in, Tahirî'nin4

“Lisân Meselesi-2” adlı yazısında ise (Tercüman, 7 Noyabr 1905, Sayı: 91) dil konusundaki idealini daha açık bir şekilde anlatır:

ve sairlerin tuttuğu yoldur.

Geçen nüshamızda gazetelerin, hikâyelerin ve Türkî ders kitaplarının dili oldukça sade Türk dili olmak iktiza ettiğini yazmış idik; lâkin, bu nasıl dildir?

Nur gazetesi zannettiği gibi bu dil, Osmanlı dili değildir ve olamaz; çünkü, Osmanlı dilinde Türk sözleri ve Türklük pek az kaldığından bu dil, Anadolu Türklerine dahi anlaşılmaz bir surete girmiştir. Her ne kadar Osmanlı dilini sadeleştirmek, Türkleştirmek efkârı ve teşebbüsleri görülmüş ise de -bilmem neden- belli başlı bir semere vermemiştir. Başlanmış, taşlanmış [vazgeçilmiş, terk edilmiş] bir hâldedir. Binaenaleyh Osmanlı dili, Rusya Türklerinin dili olur hâlde değildir.

Rusya Türkleri için işlenmiş, hazırlanmış umumî bir dil, bugün mevcut değil ise de vücut bulacağına büyük ümitler vardır. İleride meydan alacak [yaygınlık kazanacak] şu dile, biz “orta dil” demek istiyoruz ve 25 seneden beri şu orta dil ile yazmaya çalışıyoruz. Kaşgar'dan Hankirman'a kadar, Sibirya'dan Merv'e ve Konya'ya kadar kullanılan Türk lügati, birdir.

Tonguç’ta “Söz-i Evvel” yazısında da dil konusundaki tavrını açıklamıştır:

İşbu bentler ilk kalemimiz olduğundan cem'ine “Tonguç” dedik. Edebiyatça işlenmiş ise de milletimizin lisanı terbiyeye, kavaide gelecek lisandır. Şöyle ki, eğer üstadını bulup kaleme alınıp işlenir ise şimdikine göre nice dereceler yakışıklı ruşen ve kullanışlı olur. (…) lisân-ı Tatariye’nin işlenmesine ve irelülemesine çalışmak isteriz. Usta ve kalemkâr değil isek5 de vatanımızın yürişüp gelen gençleri, kalem ve fünun erbabı, amel ve gayret sahipleri olurlar, hüsn-i zannile baltalama kalemimizi ele alıp çar [yol, çığır] açmaya niyet eyledik. Böyle oldukça kusurumuza bakılmasın. Çala çala uydururuz, deyilen gibi bizim kalemimiz odun ise de genç vatandaşlarımız odunları kalem edip cümle faydasına çalışırlar ümidindeyiz. Kendimize gelince gösterildiği yolda cüz'i fayda edebilsek6

Burada kullanılan “lisân-ı Tatarî” okuyucuyu aldatmamalı; İsmail Bey çok az da olsa Rus sansürünün baskısı sebebiyle arada bir “Türk dili” anlamında “lisan-ı Tatarî”yi de kullanmıştır. Nitekim Tonguç’ta “Şöyle midir, değil midir?” adlı yazısında

nefsimizce kemal-i mükâfat hesap ederiz.

3 Yazar kendini kastediyor: İsmail Gaspıralı’nın.

4 Sıra ile: Şihabeddin Mercanî, Hüseyn Feyizhan, Ahmet Hadi Maksudî, Rızaeddin bin Fahreddin, Abdurreşid İbrahim, Şakircan Tahirî. Bunların hepsi XIX. yüzyılın sonlarında Türk- Tatar modernleşmesinde önemli rol oynayan din adamı, âlim ve aydın kimselerdir.

5 Metinde "isük"

6 Metinde "edebilsük"

(6)

Rusya’daki Müslümanların ekserisinin “Tatar-Türkî kabilesi”nden ve tek bir dile sahip olduklarını belirterek şöyle der: “Şöyleki tekellümde anlaşabilirler ve cümlesi için bir lisân-ı edebiye kullanması güç değildir. Kazan’da yazılan bir kâğıt Orenburg’ta, Şeki’de Bahçesaray’da okunup anlaşıldığı gibi Bahçesaray’ın kalem ibaresi dahi ol taraflarda lazımınca geçebilir.”

Şafak’ta “Tüccariye” başlıklı bölümde yine “Türk (Tatar) halkları”ndan ve onların dilinden söz eder: “Rusya devletinde bulunan müteferrik Türk (Tatar) halkları tekellüm ettikleri lisan, esasen bir lisan olmakda iken iklim ve diyar tesiri telaffuzlarına değişiklik vermiştir. Lakin bu değişiklik o kadar işkâli mucib olmamıştır.”

Buradaki ifadelerden açık bir şekilde, İsmail Bey’in Tercüman’ı (1883) çıkarmadan önce Türk boylarının tek bir edebî dil kullanması gerektiği kanaatine ulaştığı anlaşılır.

İsmail Bey Türk lehçelerinin birbirinden çok da uzak olmadıklarını göstermek için Şafak’ta “Kazan-Kırım İbarâtı” başlıklı kısımda Kazan ve Kırım lehçelerini karşılaştırır, bunların yakınlığına işaret eder ve Nogayca, nereden aldığını açıklamadığı (muhtemelen bir destandan almış olmalı) manzum bir metin parçası yayımlar. Bu metinde dizgi yanlışlarının çokluğu sebebiyle bazı kelimeleri, ifadeleri tam olarak anlayamadık ve tashih edemedik.

İsmail Bey’in Şafak’ta, değişik muhitlerden metin örneği yayımlamasının sebebi;

kökünün bir olduğunu açıkladığı Türk lehçelerinin birbirinden uzak olmadığını kanıtlamak ve yazı dilinde bunları birleştirmenin mümkün olduğu fikrini savunmak içindir. Tonguç ve Şafak’ta Türk halkları ve Türk dili hakkında söylediklerinden hareket ederek İsmail Bey’in herhâlde Avrupa’da ve Türkiye’de iken, Türk halklarının tarihi, dili ve edebiyatı hakkında epeyce ciddî araştırmalar yaptığını, Türklük konusunda ilmî eserleri takip ederek incelediğini ve çok iyi bir hazırlık yaparak millî

“Türk kimliği oluşturma” işine ilk yayınlarından itibaren giriştiğini söyleyebiliriz.

Şüphesiz ki onu bu sonuca ulaştıran tek bir Türk kimliği oluşturma ideali konusundaki kararlılığıdır. Bu modern idealden hareket ederek “millet” tek olunacaksa onun dili, edebiyatı, kültürü ve dini de tek olmalıdır kanaatine ulaşmıştır.

Günümüzde İsmail Bey’in “ortak edebî Türk dili” görüşünden çok söz ediliyor ama edebiyat, kültür ve hatta din anlayışının da bir olması gerektiği görüşü unutulmuş bulunuyor. O Türk boyları arasında da İslâm milletleri, toplulukları arasında da din (İslâmiyet) anlayışının tek olmasını istiyordu. “Lisân meselesi-1” adlı yazısında (Tercüman, 4 Noyabr 1905 Sayı: 90) şöyle diyor: “Milleti millet eden iki şeydir: Biri tevhid-i din, biri tevhid-i lisandır. Bunların her kaysı olmaz ise yaki bozulur ise millet payesinden, derecesinden tüşer; belki inkıraza yol tutar.”

İsmail Bey’in burada ‘tevhid-i din’den kasdı, Müslümanlar arasındaki İslâm anlayışını birleştirmektir. Ona göre İslâm dini, ilk dönemlerindeki saflığından uzaklaşmış, değişik muhitlerde içine karışan hurafelerle saflığını yitirmiştir. Bundan

(7)

dolayı Gaspıralı muhtelif İslâm toplumlarında farklılaşmış din anlayışını da

“birleştirmeyi” savunuyordu. Dini eski saf hâline, İslâmiyet’in ilk dönemlerindeki temiz hâline (buna İslam’ın temel prensiplerini ve aklı öne çıkartan din anlayışı da diyebiliriz) döndürmek gerektiği kanaatinde idi.

Yeniden dil meselesine dönecek olursak, Tonguç’ta, Şafak’ta hatta Tercüman’ın ilk yıllarında İsmail Bey’in, Türkiye Türkçesini (daha açık bir tabirle sade İstanbul konuşma dilini) kullanma bakımından yer yer, önemli de olmasa, bazı sıkıntılar çektiğini belirtmek gerekir. Çünkü Osmanlı Türkçesinin anlatım dilinden bilinçli olarak uzak durmuş, o dönemde Türkiye’de dahi kullanılmayan sade bir dille yazmaya çalışmış, daha doğrusu bu yolda çığır açan ilk yazarlarımızdan biri olmuştur. Anlatımda açıklığa, anlaşılmaya önem vermiş; kısa cümleler kullanmış;

süslü, gösterişli bir anlatım dilini bilerek tercih etmemiştir. Karşılığı Türkçede bulunan Arapça, Farsça kelimeleri kullanmaktan, bu dillerin kurallarına göre tamlamalar yapmaktan kaçınmıştır. Yine de gazeteciliğinin ilk yıllarında Türkçe kelimeler ile Arapça veya Farsça kelimeleri aynı izafet terkibinde kullandığını görünüz: “suret-i yaşama”, “usul-i geçiniş” gibi.

Türkiye’de böyle sade bir dil kullanma alışkanlığı ancak 20. yüzyıl başlarında

‘Millî Edebiyat Cereyanı’nın etkisiyle yaygınlaşacaktır. Tercüman gazetesi biraz da bu sade dili sayesinde geniş Türk coğrafyasında yayılma, okunma imkânı bulmuştur. Bu bakımdan Tonguç ve Şafak, Tercüman’da kullanılan dilin ilk örnekleri olarak karşımıza çıkar.

3.1. Tonguç ve Şafak’ta İsmail Gaspıralı’nın Dünya Görüşü ve Emelleri İsmail Gaspıralı, Rusya Müslümanlarının (Türklerinin) dünyadan habersiz ve cehalet içinde yaşamasının en büyük problem olduğunu da bu dönemde anlamış bulunmaktadır. Onun Tonguç’taki “Şöyle midir, değil midir?” adlı yazısı dünya görüşünün ve yapmak istediklerinin ana hatlarını açık bir şekilde gösteren program makalesi niteliğindedir. Bu yazıda Rusya “Müslümanlarının” dünyadan habersiz, cehalet içinde bulunduğu, iktisaden çöktüğü ve bir idealden yoksun olduğu çarpıcı bir şekilde anlatılır:

Tahsilde gezerken nice vilâyetleri dolaştık ve Rusya Müslümanlarının suret-i yaşamalarını gördük. Şurası çoḫ teessüf olunur ve yazıklıktır ki beş-on ulemadan ve beş on mekteb-i cedide girmiş zabitândan maadası dünyadan bîhaber olup perişan hâldedirler ve üç-dört yüz seneden beri sanatça, ticaretçe, fünun ve tedris ve usul-i geçinişçe hiçbir türlü ıslahları ve terakkileri görünmüyor. Herkes milleti ecnebi bilip vatanı kervansara görüp boğazı ve nefsi için bildiğine göre çalışır türtüner durar. Vatan ve millet nedir, terakki ve ıslahiyet nedir, medeniyet ve insaniyet fâzılları nedir? Hiç haberleri yok gibidir! Var ise bu hasiyetlerin hasılâtın görür idik. Üstü örtük söylemeyi biz

(8)

bilmeriz. Şöyle ki bizce şimdiki usul yaşamamız üç hareketten ibaret gibidir.

Çolpa çolpa [gelişigüzel] çalışmak, abul kubul aşamak [kaba saba yemek yemek], vakit be vakit yuklamak! Velhasıl yaşamamız insaniyet şanınca değildir. Velâkin fena hâlimiz tasdik olunur ise noksanlarımız aşikâr olsa, ıslahiyet yolları müzâkere olsa millet ilerlemesi için agniyalar ve zadegânlar ve millete muhabbeti olan zatlar yavaş yavaş gayrete gelip milletin her sırada ilerlemesine çalışırlar zannederiz.

Makalesinin devamında bu problemlerin nasıl çözülebileceğini de açıklar: Çeşitli şehirlerde halk, zenginlerin öncülüğünde fen ve hayır cemiyetleri kurmalı, sıbyan mekteplerin ıslahına, medreselerin terakkisine, yeni sanat mekteplerinin ve kütüphanelerin açılmasına, matbaaların kurulmasına ve ders kitaplarının basılmasına çalışmalıdır. Bu işler için Rusya’nın diğer milletlerinin yaptıklarına bakıp örnek almak lazımdır. Çocuklar öncelikle kendi ana dillerinde okuyup yazmayı ve devletin dili olan Rusçayı da öğrenmelidir.

Tonguç ve Şafak’ta yazdıklarına dikkat edilirse İsmail Bey’in Rusya Türklerinin problemlerini tek başına ele almadığı görülür. Onların yanlış dünya ve din anlayışı, eğitimsizliği, dünyanın şartlarından habersizliği gibi kültürel, sosyal, siyasȋ, iktisadȋ ve ilmȋ problemlerini, Türklüğü de içine alan İslamiyet açısından değerlendirir.

Tercüman’daki yazılarında İslâmiyet’i de kuşatan bir insanlık anlayışına sahip olduğunu görürüz. Bu bakış açısı onun hümanizmine işaret eder.

“Şöyle midir, değil midir?” adlı yazısı, İsmail Bey’in hayat boyunca takip edeceği ve ileride daha da olgunlaştıracağı ve ayrıntılı bir şekilde uygulamaya koyacağı temel görüşlerini yansıtır. Başka bir deyişle İsmail Bey, hayatı boyunca fikirlerinde herhangi bir sapma, kırılma olmadan istikrarlı bir şekilde faaliyetlerine devam eder. Bu durum da onun fikrȋ bakımdan ne kadar erken olgunlaştığını gösterir.

Şafak’taki “Arz-i Teşekkür ve İzhar-ı Memnuniyet” yazısından, Tonguç’ta ileri sürdüğü fikirlerin başkaları tarafından da makbul karşılandığını ve onun etrafında isimlerini de açıkladığı aydınlardan, din adamlarından ve tüccarlardan bir grubun toplanmaya başladığını anlıyoruz. Bu durum, İsmail Bey’in başkalarını ikna etmedeki becerisini gösterdiği gibi mevcut kötü durumdan kurtulma fikrinin toplumda bazı aydınlar tarafından da artık benimsenmiş olduğunu ortaya koyar. Toplum, önüne düşüp kendisine yol gösterecek idealist aydınları beklemektedir. İsmail Bey, tam zamanında toplumun nabzını tutmuş, problemlerin nasıl çözülebileceği konusunda mantıklı, müşahhas teklifler ileri sürmüştür.

Gaspıralı bir millet için dinin temel unsurlardan biri olduğunu ve arzu ettiği uyanışın sağlanabilmesi için toplumun dine bağlılığından yararlanmak gerektiğini çok iyi kavramıştır. Şafak’daki “Medeniyet-i İslâmiye” adlı makalesinde, cehalet içindeki Arapların İslam dinini kabul ettikten sonra medenîleşmelerini, bilim ve eğitime önem vermelerini, ahlaklarının düzelmesini, siyasî ve iktisadî güçlerinin

(9)

artmasını Rusya Müslümanlarına örnek olarak gösterir. Avrupalıların medeniyeti, bilim ve teknolojiyi Müslüman Araplardan öğrendiklerini açıkladıktan sonra yapılması gerekenleri sıralar:

Vakıa biz ahali-i İslâm, sanat ve marifette Avrupalılardan geri kalmışıksa da istidat ve kabiliyette onlar ile beraberik. Velakin bu hususta lazım alât bizde yoktur. Yok olsa da evvelki Müslümanlar gibi fen ve sanaat tahsiline çalışabilmerik mi? Frengiler bizden kesp eyledikleri ilim ve maarifi biz gene onlardan öğrenebilmerik mi? Memâlik-i Osmaniye’de ve Mısır’da ve Hindistan’da bu vakte kadar usul-i cedid üzere büyük ve küçük mektepler açmışlar. Onların kâffesi terbiye ve tahsil-i maarife hizmet eder mekteplerdir.

İnşallah o kadar çekmez ki Rusya Müslümanları dahi ulum ve kütüb-i mütedavileden lazım olanlarını öz ana lisanlarına tercüme ve nakletmekle usul-i cedid üzere mektepler küşad edip

Görüldüğü gibi ileride Usul-i Cedid olarak adlandırılacak eğitim projesinin ilk çerçevesini de Şafak’ta çizmiş, muhakkak ki bu projesinde Türkiye’de daha önce uygulamaya konulan ana dilinde yeni tarz eğitim-öğretimden belli ölçüde ilham almıştır. Türkiye’de maarif reformu çerçevesinde yeni ders kitaplarının yazılması veya başka dillerden tercüme edilmesi de onun dikkatinden kaçmamıştır. Nitekim Tercüman’ı çıkardıktan sonra yaptığı ilk iş okuma yazma kursları açmak, Hoca-i Sıbyan adlı alfabe-okuma kitabını yazmak ve iptidaȋ mekteplerde mollaları hocaya, cami içlerindeki basit öğretimi mektebe, büyük tüccarları, sanayicileri, vatan ve millet sever hayır sahiplerine dönüştürmek olmuştur.

lazım olan fünun ve ulumdan behre-yab olacaklar. Bize çatan [ulaşan] malumata göre müteberan ve hamiyetmendan-ı vatan bu hususta lazım tedbirata teşebbüs etmişlerdir.

“Medeniyet-i İslâmiye” makalesinin ardından gelen “İslâm Devletleri” yazısında o dönemde dünyadaki İslam devlet ve topluluklarının içinde bulundukları genel durum tasvir edilir. Bu yazı, eğitim meselesinin önemine işaret eden bir önceki makaleyi tamamladığı gibi dış dünyadan habersiz bulunan Rusya Müslümanlarının kendisine İslâm ülke ve topluluklarını tanıtma amacıyla yazılmıştır. Herhâlde dizgi yanlışlıklarından dolayı bu yazıdaki bazı devlet, topluluk ve şehir isimlerini anlamak mümkün olmamıştır. Ayrıca verilen bazı bilgilerin de yanlış olması haberin kaynağı konusunda bizi şüpheye düşürmektedir: O dönemde “Vahhabi Sultanlığı” devlet olmadığı gibi 16 milyon nüfusa sahip olması da inandırıcı görünmemektedir. Aynı şekilde “Napal”ın 3 milyonluk bir İslâm memleketi olarak gösterilmesi de yanlıştır.

Yanlışlıkların yararlanılan kaynağa bağlı olduğunu tahmin ediyoruz.

Burada Gaspıralı’nın arzu ettiği uyanışı gerçekleştirebilmek için Rusya Müslümanlarına içinde bulundukları karanlığı ve kötü durumu realist bir şekilde anlatma, onları dünyada gelişmiş, ileri gitmiş toplumlarla mukayese ederek gayrete getirme, gelişme ve ilerleme için ikna etme düşüncesi dikkati çeker ki Tercüman’da da aynı tavrını sürdürmüştür.

(10)

Şafak’ın “Tüccariye” başlıklı bölümünde Rusya Müslümanlarının ticaret hayatı hakkında verilen bilgiler, bu ülkede Müslümanlar arasındaki uyanma hareketinde tüccarların nasıl bir rol oynadığı ve oynayacağı hakkında önemli bilgiler verdiği gibi İsmail Bey’in 1881’den önce İdil-Ural bölgesini, Simbir’i dolaşıp Akçurin ailesi fertleriyle tanıştığını ve onların sanayi faaliyetlerini yerinde gözlemlediğini de gösterir.

İsmail Bey’in birçok seyahatinde gittiği yerlerde aydınlarla, din adamları, tüccarlar ve toplumun ileri gelen kişileriyle görüşüp fikir alış verişinde bulunduğunu, onlara kendi fikirleri, faaliyetleri ve yapmak isteği işler hakkında bilgi verdiğini ve onları bu

“uyanma” faaliyetine celp etmek için çalıştığını ve bu işte de büyük ölçüde başarılı olduğunu biliyoruz. Şafak’ın baş kısmında “Arz-ı Teşekkür ve İzhar-ı Memnuniyet”

adlı yazısında bu gibi şahsiyetlerin adlarını da açıklamıştır. “Millete hizmet” eden bu gibi şahsiyetleri Tercüman gazetesinde de zaman zaman açıklamaya, tanıtmaya ve onları onurlandırmaya devam etmiştir.

Hem Tonguç’ta hem de Şafak’ta “Letaif“ başlığı altında küçük, bir iki cümleden ibaret, ibret-âmiz, insanı düşünmeye zorlayan esprili nükteler, fıkralar yazması, İsmail Bey’in “gazete” ve “dergi” hakkındaki anlayışını da yansıtır. Okuyucu haberler, fikrî yazılar yanında bu süreli yayınlarda çok yönlü edebî parçalar da bulmalı (hikâye, hatta ileride roman), eğlenirken de bilgi sahibi olmalı, bazı konular üzerinde düşünmeye sevk edilmelidir. Kısacası topluma, ferde faydalı olma fikri hiçbir zaman ihmal edilmez.

Gaspıralı’nın edebî türlerde fantaziye de önem vereceği Tonguç’taki “Almazistan Seyahatnamesinin Mukaddimesi”nden anlaşılır ama ne yazık ki bu metnin devamı Şafak’ta görülmüyor. Acaba diğer “mecmua”lar (Neşriyat-ı İsmaliye) da var mı idi? Bu küçük metin, Gaspıralı’nın bilinen ilk hikâyesi olarak değerlendirilebilir. Fantazi hikâye türüne Kadınlar Ülkesi, Bela-yı İslam gibi eserlerinde de devam eder. İsmail Bey’in hikâye veya bediî nesir yazarlığının da Tonguç ve Şafak’la başladığını söyleyebiliriz.

Şafak’ın Havadis-i Dahiliye kısmında Türkmenlerden, onların içinde bulunduğu kötü durumdan gerçekçi bir şekilde söz etmesi; kendisine uzak bir coğrafyada yaşayan bu Türk halkını da küçük bir haberle bile olsa “ilgi alanı”na dâhil etmesi, İsmail Bey’in Türklüğü bir bütün hâlinde algıladığının bir başka belirtisi olarak düşünülmelidir.

Tonguç ve Şafak, Gaspıralı’nın yazarlık, gazetecilik yolundaki ilk başarıları arasındadır. Bu mecmualardaki performansı, onun Tercüman’ı çıkardığında yeterli ölçüde tecrübe kazandığını göstermektedir.

Burada Şafak’ın hem Latin harflerine aktarılan metnini hem de orijinalini okuyucuların, araştırmacıların dikkatine sunarken Gaspıralı’nın eserlerini ortaya çıkarma ve yeniden neşretme yolunda bir adım daha attığımızı düşünüyoruz.

(11)

Ş A F A K

Mecmua Numara: 2 Sayfa: 5

Eser-i hame-i İsmail Gasprinski Tavriçeski guberniyasından Bahçesaray'da kaleme alınmıştr.

Fi 25 Mah-ı Ramazan 1298 Fiyatı (Bir tek) 7

ŞAFAK (Yekşenbe)

Cüz' ve Numerosu: 2 Birinci cüzi "Tonguç" idi.

Tiflis'te Ziya-yi Kafkasiye Matbaasında Tab' olunmuştur.

Fi 9 Mah-ı Avgust 1881 Цена 7 коп.8

Hayat-ı Tatariyeye elzem ve selamet ve vatana müteallık her nev'i mevaddan bahsi mutazammın mecmuadır

Münderecatı: “Tonguç” ve erbâb-ı mutalaa, medeniyet-i İslâmiye, İslâm hükümdarları. Ahbar-i Dahiliye: Salonimden ve Saratof’tan haberler. Hamiyet- mendan-ı vatandan Habibullah Bekpulatof ve Salih Bay Mirza Kazan ve Tatar vükelası. Rusya’da İslâm Mecusîleri. Teke Türkmen vükelası. Kazan’da fuzela ve muharrirînden Şeyh ‘Âbidin Efendi Müderris. Kırım’da bir cemiyet-i hayriye.

Ahbar-i Hariciye: Fas ve Trablis-i Garp9

Mütenevvia: Rusya’da Müslüman fabrikleri. (Edebiyat): Kazan ve Kırım ibarâtını tatbik, Nogayca bir manzume-i letayif ve zarayif. Derviş ve gazeteçi. Mektuplara cevap. İlân-ı mahsus.

arazisi, Yunan, Mısır ve Afganistan’dan haberler. Amerika’da matbuat ve neşriyat. Afrika-yı Şimalî ve İtalyanlar ile Fransızlar.

Cennet-mekân Sultan Abdülaziz Han hazretlerinin vak’a-i müellimesinden bir niçe söz.

Bahçesaray 18 Mah-ı Mübarek Arz-ı Teşekkür ve İzhâr-i Memnuniyet

“Tonguç” nam eserimiz cümle faydasına hizmet iter10 işlerden bolduğundan okuyanlar beyninde memnuniyet ve hoşnutluk hâsıl ettiği bizge köp kuvvet ve gayret vermiştir. Noksanımız ne kadar köp bolsa da bu def'a niçe guberniyalardan ve sair yerlerden aldığımız ve işittiğimiz tebrik-nâmeler güç işimizi kolay kıldı. Türkî “ana”11

7 Metinde کﺗ. Bir teklik; bir kuruş.

8 Tsena 7 kop. : Fiyatı 7 kapik.

9 Trablusgarp.

10 Metinde “ ﺮﺘﻳﺍ ”. Eder

11 Orijinal metinde parantez içinde yazılmıştır.

(12)

dilimizce neşriyat ve matbuat köp fayda-mend ve nef’lü olacağını fehm edirik [zira?]12 etraftan köp kişiler bizge yardım /5-2] vaadettiler. Bunların hepsinden Huda razı bolsun. İmam Hayreddin Akibof13, İbrahim Yunusof, İsmail ve Şeyh ‘Attar ‘Apakof,14 Muhammedcan Galleyof,15 Şeyh ‘Âbidin [,] İbrahim ve İsmail Akçurinler, Knyaz Devletkildiyof, Habibullah Bekpulatof, İbrahim Bakânof, [Yasavul?],16 Muhammedcan Bekmahmudof, Sultan Hubî Bükeyhanof hazerâtına hususî ve acizâne izhâr-i teşekkür ve ibraz-i memnuniyet aytırız. Hepsi işimizge bunca hüsnü’l- iltifat ve muamele-i hayriyât-alâmâtta bulunmakları bi-hakkın sezavar-i tahsin ve tehniyet olmuştur. Millet-perest ve maarif-perver ehibba yardımıyla her ne yazar isek muradımız halkga fayda ve balalarga terbiye yolunda kaleme alınmış mevaddan hariç olmayacaktır. Mekâtib-i milliyemizi usul-i cedit üzere getüresi bir vasıta ve vesile, yalnız bu gibi evrak-i havadisin beyne’n-nas kemal-i rağbete kabul ve mütalaa olunmasındadır. Zann-i âcizanemizce bizge ümmid-i nevîd bergen dostlarımızın izhar kıldığları meserret ve şevk ve garâm-ı daimi ve samimi olduğu gibi ele aldığımız /5-3/ maksud-i mahmud-nümudu icrada âcizleri dahi ‘an-samimü’l-kalp ve daimiyet üzere hizmet-i milliyeden hiçbir vechile baş kaçırmayacak; bir de hasbihal-i ifade aytırız ki, cerrahlar bazı yaraları “bal şeker” ve bazı yaraları “kızgın demir” ve acı merhemle def' ve müdâvât ettikleri gibi erbab-i kalem ve muharrirîn dahi bir nev'i

“tabip” ve cerrahtırlar ki erbab-i mütalaanın müptela oldukları maraz ve cerahatlerine göre “fi kulubihum maraz”17 mealince “deva nüshası”18 yazurlar. İmdi eğer sağalmaz yaralarımıza “ahirü’d-deva el-key”19 mazmununca ‘key’ verilürse20 yine şifa niyetiyle mütehammil olmağımızdan sevay21

Cerahatü’s-sinan liha iltiham

bir ilaç mutasavver değildir. Biz [ne] ta'n-ı ağyardan ihtiraz etmeliyiz ne sınan kalemden:

22

Ve ma yultahim23 ma cerahe’l-lisan24

12 Metinde ﺍﺭ ﺰﺑ

13 Metinde ﻑﻮﺒﻴﮐﺎﻋ

14 Metinde ﻒﮐﺎﭙﻋ

15 Metinde ﻑﻮﻳ ﻪﻠﻏ

16 Metinde ﻝﻭﺍ ﺎﺳﺍ

17 “Kalplerindeki hastalık”. Metinde ikinci kelimenin ilk harfi, kaf yerine “fe” dir: ﻢﻬﺑﻮﻠﻓ ﯽﻓ ﺽﺮﻣ .

18 Tedavi muskası; reçete.

19 Son ilaç dağlamadır.

20 Dağlama gerekli görülürse.

21 …den başka.

22 Metinde ﻡﺎﻴﺘﻟﺍ

(13)

MEDENİYET-İ İSLÂMİYE

Araplar şeref-i İslâmla müşerref olmadıkları zaman cehalette perişan-hâl ve vahşi ve nâdan, bedevî bir halk idiler. Ticaret ve servet /6-1/ ve sanat ve selamet ve insaniyet gibi evsaf-ı medeniyetten anlarda bûy ve nişan yok idi. Gazal ve kiyikler25 gibi evsaf-ı beşeriyeden bürehne26 ve ilm ve danişten bî-behre oldukları hâlde açık sahraları deveran ve kuvvetlüleri kuvvetsizlerden müntefi’ olmak27

Gayet karanlu bir geceni takiben tulû’ eden afitab-ı cihan-tab, âlemin her bir tarafına şaşaa-paş olup zalâm ve gıyâmı

vaz’ ve hâletiyle güzeran etmekte idiler.

28 ortadan kaldırdığı gibi nur-ı Muhammedî dahi zuhur edip vadi-i zıllet ve sahra-yı cehalette kalanlara zû’29-bahş-ı tevfik ve hidayet oldu. Araplar hil’at-ı âlem-kıymet İslâm’ı piraye-i ber-dûş kılıp30 mazhar-ı ihsan ve inayet-i Rabb-ı celil oldular. Kanun-ı şer’-i şerif ve nizâm-ı latȋf İslâm’a mutabık harekette bulunup cismaniyet ve ruhaniyetçe ve ahlâk ve nezafetçe31 terakki- perverliğe meylettiler: Karye ve aşiret ve şehirler salıp ruz be ruz sanaat ve ticaretçe ilerülemekte idiler. Arapların esas medeniyet ittihaz olunan32

Bu saadet ve nik-bahtîlik din-i mübin-i İslâm’ın semeridir ki bedevileri âlem-i medeniyet ve insaniyete dâhil kıldı. İslâm ve İslâmiyet bir derya-yı menafi’ gibidir ki gemisi selâmet ve her mevci saadet ve hakaniyet ve kemalât ve asayiştir. İslâmiyet bir sefinedir ki râkib olanları sahil-i necat ve selamete yetirür. Din-i İslâm terakki-perver olduğundandır ki onunla peyrev olanlar uhrevî ve ruhanî saadete nail olacaklarından başka umur-ı dünyevîde dahi terakki-yab olmak yolunu mesdud etmemiştir. Eyyam- ı saadetten bir yüz elli [y]il sonra Araplar ol derece kuvvet ve kudrete malik oldular ki kuvve-i harbiye ve asakirlerine her taraftan bab-ı feth ve zafer-küşade idi. Araplar idi maarif ve servet ve ittifak ve ittihat gibi mevadd-ı hasaneye tez elden alışmağını Garbiyyûn imdi dahi nazar-ı valeh ve hayranla mütalaa etmektedirler.

23 Metinde ﻡﺎﺘﻠﻳ

24 Dizenin tercümesi: Dişin yarası kaynaştırılabilir, dilin sebep olduğu yara iyileştirilemez.

25 Vahşiler, yabaniler.

26 Açık, çıplak. Burada “yoksun” anlamında.

27 Yararlanan, fayda gören, kâr eden.

28 Karanlıkları ve bulutları.

29 Işık.

30 Metinde ﺵﻭﺩﻭﺮﺑ . Pirae-i ber-duş kılıp: Omuzlarının süsü yapıp.

31 Temizlik, paklık.

32 Sayılan, kabul edilen.

(14)

ki kuvve-i ticaretleri servet ve mal [ü] menalı33 her taraftan celp ve kesp etmek yolunu açtı: Cibal-i şâmiha34 ve bihâr-ı muazzama35, Araplarda olan kuvve-i akliye sayesinde onlara hâdim ve hizmetkâr oldu. Kuvve-i sanaiye ve fenn-i felâhiye ve ziraiyede bir dereceye yetmiştiler ki acı meyveleri şirin ve sebze ve reyahînden âri deşt ve beyabanı gül ve reyhan ve eşcar ve enharla tezyin edip bağ ve bağçeye muhavvel etmeğe muktedir olmuştular. Hulasetü’l-kelam derya ve hamûn36 ve kûh ve beyabandan hayat-ı beşeriyeye zarur mevaddı almakta ve onlardan müntefi37

Ol asr ve eyyamda Arapların yedd-i iktidarında olan mamuriyet ve abadî ve bina-yı âliye ve heyakil-i azîme zamanımız Müslümanlarından hiç birine müyesser olmamıştır. O vakte göre Araplar ne derece medeniyet-dost ve maarif-perver olduğunu bundan anlamak olur ki Endülis’te üçüncü halife Abdurrahman hilafeti zamanında devletin hazine ve varidâtı cümle hükümdarlar ve Avrupa’nın varidâtından ziyade addolunurdu. Halifenin mahall-i ikamet ve payitahtı olan Kurtuba şehrinde bir milyondan ziyade ahali iki yüz medrese ve üç yüz hamam, beş yüz cami’-i şerifler var imiş. Mezkûr şehrin bir kütüphanesinde yüz bin ciltten ziyade kitap var idi. Ol zamandan kalma binalar ve saraylar imdiki asr erbab-ı vukufunu dahi taaccüb ve hayrette koymuştur! Nehr-i kebir

olmakta bir vechile âciz kalmamıştılar.

38

Onlar medeniyet-i İslamiyece haiz oldukları terbiye ve kemalde küffarın mağbûtu

suları kenarlarında bağ ve bağçeler ve müteaddit fabrikalar olup her hususta memur ve abadan bir yer iken hâl-i hazırada pâ-mal ve gayr-i ma’mur kalmıştır. Bu gibi idi Bağdat halifesi Harun Er- Reşid asrında tevâifin vaz’ ve hali.

39 olmuştular. Endülüs’te Abdurrahman-ı Salis ve Bağdat’ta Harunü’r-Reşid hilafetleri zamanında milletî ve devletî işler öz niz[a]m ve liyakatinde cari olunduğu gibi tarik-i talim ve tedris bi’l-cümle mekâtib ve medaris usulü üzere tertip ve tesis olunmuştu. Ehl-i ilm ve sahib-i marifet ve erbab-ı kalem ve üdeba makbul-i hâs ve

‘âmm idiler. Her yerde sanat ve fünun ve umurda mahir ve maruf zatlar hayli çoh idiler ve bu sebepten gün be gün kesret ve ziyadet almıştılar. Ol vaktin talim ve terbiye-haneleri dahi çoh idi. İmdiki gibi değil /7-1/40

33 Menal: Nail olunan, sahip olunan, ele geçirilen. Mal ü menal: Varı yoğu, bütün varlığı.

idi: Kurtuba, Bağdat ve Mısır

34 Yüksek dağlar.

35 Büyük denizler.

36 Büyük sahra, düz ova.

37 Yararlanan, intifa’ eden.

38 Nehr-i Kebir: Muhtemelen Ebro nehrine verilen isim olmalı?

39 Gıbta ettiği, imrendiği.

40 Sayfa üzerinde yanlışlıkla (8) yazılıdır.

(15)

medreselerinde on ve on beş müderris olurdu. Bunlardan her biri mahareti ve malumat-ı kâmilesi olduğu fenden tedris eylerdiler. Mezkûr medreselerde ulm-i nakliyeden ma-siva41 ulum-i akliyeden feylesofya ve fenn-i mantık ve ilm-i heyet ve kimya ve tıp ve nebatat ve hayvanat ve riyaziyeden ilm-i hesap ve hendese ve cebir [ve] mukabele,42 tarih ve coğrafya ve gayri tahsil ve tedris olunurdu. Bu medreselerde ikmal-i tahsil eden talebeler mahir olduğu fen ve ilim sayesinde millet ve devlete hizmet edip ve onlardan müntefi’ olurdular.43

Ol vakit İslam’dan olmayan küffar ve sair henüz cehalet ve nadanlıkta kalmıştılar.

Onlardan bazıları Müslüman medreselerine girip ilim ve kemal kesp ederlerdi.44

Lem yebke min Eyyubiha tahlîn

Deryalarda gezmeyi ve büyük köprüler salmağı ve bahçıvanlığı ve bostancılığı ve yer ölçmeyi ve bu kabil nice mühim fünun ve sanayi’i Araplardan öğrenmişler. Saatle vakit ölçmeği ve mizanla yol ölçmesini dahi Avrupalılar, Araplardan talim aldılar.

Bugün Avrupalılar her bir fünun ve ulum ve sanayide âlâ derece kesbi maharet ettiklerinden Müslümanları geride görüp “Müslümanlar nâdan, terbiyesiz ve medeniyet ve marifete gayr-i kabil bir millettir” diyorlar ve bu nazm-ı Arabîni zeban-ı hâl ile terennümsaz olurlar.

Gayri rimad ve hitamu Ken’in /7-2/

Ve gayru vüddin cizal eviddin Ve saliyât kema Yûsufin45

Vakıa biz ahali-i İslam, sanat ve marifette Avrupalılardan geri kalmışıksa da istidat ve kabiliyette onlar ile beraberik. Velakin bu hususta lazım alât bizde yoktur.

Yok olsa da evvelki Müslümanlar gibi fen ve sanaat tahsiline çalışabilmerik mi?46

41 Tanrı’dan başka her şey veya dünya ile ilgili olan şeyler.

Frengiler bizden kesp eyledikleri ilim ve maarifi, biz gene onlardan öğrenebilmerik mi? Memâlik-i Osmaniye’de ve Mısır’da ve Hindistan’da bu vakte kadar usul-i cedid üzere büyük ve küçük mektepler açmışlar. Onların kâffesi terbiye ve tahsil-i maarife hizmet eder mekteplerdir. İnşallah o kadar çekmez ki Rusya Müslümanları dahi ulum ve kütüb-i mütedavileden lazım olanlarını öz ana lisanlarına tercüme ve nakletmekle usul-i cedid üzere mektepler küşad edip lazım olan fünun ve ulumdan behre-yab

42 Cebir muadelesi, denklem.

43 Yararlanırdılar.

44 Metinde “edürlerdi”.

45 Bu Arapça şiir metninde bir hayli dizgi yanlışı vardır. Metni düzelterek çeviren Yrd. Doç. Dr.

Halef Nas’a müteşekkiriz. Ona Eyüp’ten başka bir şey kalmadı/Sadece Kenan’dan küller ve son kaldı./ Sevgi ve dinden daha güzel ne vardır/Belki üçüncü olarak Yusuf vardır.

46 Çalışamaz mıyız?

(16)

olacaklar. Bize çatan47 malumata göre müteberan ve hamiyet-mendan-ı vatan bu hususta lazım tedbirata teşebbüs etmişlerdir.

İSLÂM DEVLETLERİ

Yer yüzünde İslam devletleri halkı bardır. Velakin devleteyn-i aliyeteyn-i Osmanî ve İranîden başkaları gerek umur-ı mâliye ve rah-ı maişet ve idarede ve gerek fünun ve maarif ve edebiyat ve Arabiyyâtda o kadar ileri /7-3/ gitmemişler. Bunların nüfus ve hükûmet ve payitahtları bu cedvelden anlaşılır:48

Nüfus Payıtahtı

Al-i Osman Saltanatı 25 milyon İstanbul İran Devleti (Şahlığı) 6 [milyon] Tahran

Mısır (Valiliği) 6 [milyon] Kahire

Fas (Sultanlığı) 7 [milyon] Fas

Afganistan (Hanlığı) 4 [milyon] Kabil-Herat

Buhara (Hanlığı) 3 [milyon] Buhara

Açin49 (Sultanlığı) 2 [milyon] Açin [Açe]

Vahhabi Sultanlığı 12 [milyon] El-Riyad49F50 Karatekü (?)50F51 Kâfiristan

Hanlığı 1 [milyon] ve yüz

bin Çitral

Merv (Hanlığı) 100 bin Merv

Nepal51F52 (Sultanlığı) 3 milyon Katmandu Uman (Umanengi) (?)52F53 12 milyon (Maskat?)53F54

47 Bizi ulaşan.

48 Tabloda ki bazı devlet ve şehir isimlerini sağlıklı olarak okumak mümkün olmamış ve bunların Arap harfli yazılışı gösterilmiştir.

49 Metinde ﻦﻴﭼﺍ , Açe

50 Metinde ﻥﺎﻬﻳﺭ ﻝﺍ. Suudi Arabistan kastedilse de nüfus yanlış olmalı.

51 Metinde “ ﻮﮑﺗ ﻩﺮﻗ

52 Metinde ﻝﺎﭘﺎﺗ , Nepal’in çok az bir nüfusu Müslümandır. Hangi sebepleyse yanlış bilgi verilmiştir.

53 Metinde ( ﯽﮑﻨﻧﺎﻣﺍ ) ﻥﺎﻣﺍ .

54 Metinde ﺕﺎﮑﻣ. Nerenin kasdedildiği tam olarak anlaşılmadı. Uman/Umman olsa bile belirtilen 12 milyon nüfus imkânsızdır.

(17)

Sadlusravuk (?)54F55Sultanlığı 600 bin Sadlusravuk (?)

Hive (Hanlığı) 600 bin Hive

Cavmadur (?)55F56 (Sultanlığı) 600 bin Bâbkelang (?)56F57 Bâkreme57F58 (Sult.) 16 milyon Buğuman (?)58F59

Bornu (Sult.) 5 milyon Kukava59F60

Zanzibar60F61 (St.) 2 yüz bin Zanzibar

Tunus (Beyliği) 2 milyon Tunus

Havadis-i Dâhiliye

Grodinski vilâyetinde Salonim [Slomin]61F62 şehri bütün bütüne yandığından harap boldu. Bu şehirde niçe yüz hane Müslüman bar idi. Bu cemaatin cami-i şerifi dahi otdan62F63 kurtalmadı ve köp kişiler garip ve afet-zede kaldıklarından Kırım müftüsü hazretlerine63F64 bermek /8-1/ için bizge bir arz-ı hâl ciberdiler64F65 ki cami-i şeriflerini yeniden bina ve saldurmak için Kırım’da din karındaşlarından yardım talep ettiler.

* * *

Nice ay mukaddem Saratof vilayetinde sürgün bolgan Çerkez Muhammed’in curtuna65F66 üç Orus konak bolup ol adamnı balalar birle öltürüp malını mellaş(?)66F67 (tarac) ettiler. Bu işin davası Saratof mahkemesinde “Okrujnoy sudda”67F68 kalıp ol üç Orusnı katorojni Sibir’ge68F69 sürülmeleri ilâm bolundu.

* * *

55 Metinde ﻕﻭﺍﺮﺻﻮﻟﺪﺻ , neresi olduğu anlaşılamadı.

56 Metinde ﺭﻭﺩﺎﻣﻭﺎﺟ , neresi olduğu anlaşılmadı. Acaba “Cava” mı?

57 Metinde ﮏﻧﻼﮑﺑﺎﺑ

58 Metinde ﻪﻣﺮﮐﺎﺑ , neresi olduğu anlaşılamadı.

59 Metinde ﻥﺎﺗﻮﻏﻮﺑ , neresi olduğu anlaşılamadı. Nüfus bilgisi de yanlış olmalı.

60 Metinde ﺎﻫﻭ ﺎﮐﻮﻗ , nüfus o döneme göre fazla görünüyor.

61 Zengibar’ın Avrupa dillerindeki şekli.

62 Slomin şimdiki Beyaz Rusya’nın bir şehri.

63 Ateşten.

64 Metinde ﻪﻠﻳﺮﺗﺮﻀﺣ

65 Gönderdiler ki.

66 Yurduna: Evine.

67 Metinde ﺵﻼﻠﻣ (?)

68 Rusça Окружной суд: Bölge mahkemesi.

69 Katorojni: Kürek cezasına çarptırılmış olarak Sibirya’ya

(18)

Hamdülillah zaman-ı hazırada yaş ve genç Müslümanlardan köpge ve curtga70 faydacı kişiler bola başladı: Kasımhanlı Habibullah Bikbulatof hükûmetten imtiyaz alıp Petersburg’da Müslümanlar için bir cemiyet-i imdadiye (obçestvo71) meydana salmağa bir nizamnâme tasdik eylettirmeğe muvaffak oldu. Bu cemiyetin maksadı72 Petersburg’da İslâmdan biçare kalanlara yardım bermek avdusuna (?)73 bakmak işke güşke salmak74 gibi hayırlı niyetlere encam bermektir. Şundayın75 bir cemiyet-i hayriye köpden köp faydası bolunandın76

* * *

cemiyet-i mezkûre bâni ve mucidi Bekpulatof cemiyet-i hayriyesi yahud “Бек-Пулатовское-общество” namıyla yad olunur.

Niçe vakitlerden beri Moskov’da bir cami-i şerif bolsa da köp eski ve küçük bolup minaresi dahi yok idi. Mezkûr şehir imamı ve hatibi Ağıyef cenapları77 gayret ve cehd etmesi birle [cami’in] yeni üssini bir resm[i] bilan78 üzre büyük meydanlı (havlulu) ve yüksek minareli mübarek bir mescit yasaldı (inşa olundu). Köp yerde bundey79

* * *

cami yoktur. Bu amel-i şerif [ve] niyet-i latifi kuvveden fiile çıkaran Moskovlu Salihbay Mirza hazretlerinin fedakârlığı olmuştur.

Padişahımız Aleksandr Aleksandreviç hazretleri uluğ taht-ı nesliyelerine80 çıkandan beri çok vilayetlerden vükela Petersburg payitahta barıp padişahımızı görmağa nail boldılar. Müslümanlardan Kazan, Buke[y] ordus[u], Kırgız81

* * *

ve Türkmenlerden dahi vükela barıp huzur-i imperatoriye kabul olunup merahim-i hazret-i şehriyarîden şeref-yab oldular.

Kazan, Ufa ve sair vilayetlere (guberniyalardan) Müslümanlar ile aralaş oturğan82

70 Birçoklarına ve yurda.

71 Общество: Cemiyet.

72 Metinde “maksûdu”.

73 Metinde ﻪﻨﺳﻭﺩﻭﺁ (?)

74 İş-güç sahibi etmek.

75 Şundayın: böyle.

76 Olduğundan.

77 Metinde bu kelime “cenabları cenabları” şeklinde iki kere yazılmıştır.

78 Plan

79 Böyle

80 Metinde ﻪﻧﺭﻻﻪﻠﻴﻠﺴﻧﺖﺨﺗ ; Nesline ait tahta.

81 Kazak Türklerinden

82 Karışık olarak oturan (sâkin olan)

(19)

Çuvaş, Mordva83

Bunları nasihat tarıkıyla Orus dinine döndürmeğe her ne kadar devam /8-3/

olunmuş ise de murat hâsıl olmayıp bir hayli mecuslar hiçbir teklifsiz din-i İslâm kabul eylemişlerdir velakin devletimizin nizâm ve kanunu buna yol vermediğinden o mahallerin ulemaları yapmasını bilmez hâlde idiler. Dediğimiz nizamnâne eski vakitten kalma olup şimdiki devletimiz zaman-ı adliyesine uyğunsuz geldiğine binaen Kazan müftüsü devletlü ve saadetlü Tefkilef hazretleri işbu işin vuku ve hâlini Dâhiliye Nezaretine (ministrstvo vnutrennih del)

gibi mecus halkları bardır.

84 anlatıp bu defa Müslüman olğan mecusları İslâm defterlerine (metrika defterine) kaydolunmaklarına hüküm olunadır.

Ve şimdiden gerü Müslümanlığı kabul edecek mecusî bolur ise ruhsat berilmek için yeni kanun neşrini dâhiliye nazırı şura-yı devlet meclisine teklif eylediğini Golos85

* * * gazetesi yazğan.

Yeni fetholunmuş Teke Türkmen kabilesi hanedanından Tıkma Serdar86 ve onun ile birlikte oğlu ve bazı umera-yı Türkmen, devletimiz asitanesine yüz sürmek için Mayıs’ta Petersburg’a gelmiş idiler. Bunlar87 a’lâ hazret-i imparator huzuruna kabul olunup hüsn-i iltifat-ı cihan-derecat-ı padişahîden şeref-yap oldular. Bunlardan cümlesine kadife galatlar88 ve Tıkma Serdar’ga (mayorluk) binbaşılık rütbesi ihsan ve serdar-ı mumaileyh oğlunu “Yajski Korpus”89 nam zadegân90 /9-1/ mektebine alınmasını emreyledi. Şek yoktur Petersburg gibi büyük payitaht saltanatı şö[h]reti91 ve gürültüsü Türkmenleri92 çok taaccübe getirmiştir. Çünkü Türkmenistan medeniyetinden âri bir diyar olup ve Türkmenler ise hâl-i bedeviyette kalıp bugün munda yarın anda göçüp gezer halklardandır. Bunların lisanı Türkî-i Çağatay,93

* * * mezhepleri İmam-ı Azam mezhebindendir.

83 Metinde “ ﺍﻭﻭﺩﺭﻮﻣ ”.

84 Министрерство внутренних дел: (Rusça) İçişleri bakanlığı.

85 Голос (Ses): Petersburg’da çıkan Rusça gazete.

86 1881’de Göktepe’yi Ruslara karşı savunan Türkmen komutanı.

87 Metinde “bunları”

88 Galat: Hıl’at, kaftan.

89 Rusça: Яжский корпус: Yajsk askerî okulu.

90 Soylu, aristokrat.

91 Metinde ﯽﺗﺭﻮﺷ

92 Metinde “Türkmenleriñ”

93 Türkmenler 19. asrın sonlarına kadar Çağatay Türkçesini veya büyük ölçüde bu yazı dilinin etkisinde kalmış bir Türkmenceyi yazı dili olarak kullanmışlardır.

(20)

Asrımız ulema ve meşahir-i üdebasından Şeyh Âbidin müderris efendi hazretleri ulum-i Arabiye’de ve Arabiyyâtta tûl-i yedi olup bir nice telifât ve muharrerâtı meydan-ı intişara koyulduğu mesmu-ı iftiharımız olmağa müderris-i müşa[r]ün- ileyhi94 ve tebrik zımmında kitapların Kırım sahhafatında95 dahi satılmağını96 arzu ederiz.97

* * *

Kırım’da Müslüman mekâtip ve medarisini ıslah yolunda sâ’î olmaktan başka lisanımızca edebiyat ve maarif neşrine hidmet eder Tавр. Мусулманс. Общeство98

* * *

namında bir cemiyet-i hayriye nizamnâmesi tertip olunup ve tasdik olunmak için Petersburg’a gönderilmiştir.

Kazan şehrinde beşinci dairede (çastda)99 eski Kırım mezaristanı bardır. Şimdi şehir meclisi (grodskoy duma)100 ol mezaristan bolğan yerde bina yasalmağa karar verüpmiş. Şehrin Müslümanları bu işten nâ-razı oldukları için mezaristannı hisar birle çevirip /9-2/ ḫorçalap101 ve bu hususta dumaya bir arz-i hâl verecek imişler. Kanunca mezarı yok edip ve yerinde bina koymak bolmaz. Şulay ki arz-i hâl bolsa duma bu işten fâriğ gelir.

HAVADİS-İ HARİCİYYE

Fransa ile İspanya devletleri Fas ve mürebbi102 Arap topraklarını zabt edip taht-ı tasarruflarına almağa dair beyne’d-devleteyn103

* * *

bir mukavele-name-i ittifakiye akd olunduğunu gazeteler yazmakta iseler de bu şâyiât asılsız olup bu işge hergiz İngiliz devleti rıza göstermeyeceğini yine İngiliz gazeteleri yazdılar.

Bazı rivayete nazaran Fransa devletinin Trablis-i garp104

94 Metinde ﯽ ﻴﻬﻟﺍﺎﺸﻣ .

95 Metinde ﻩﺪﻨﺗﺎﺤﻔﺻ ﻢﻴﺘﻗ . Kırım kitapçılarında (?)

96 Metinde ﯽﻨﻨﻘﻤﻠﺗﺎﺻ .

97 Metinde ﺰﻳﺮﺘﻳﺍ .

98 Tavrida Müslüman Cemiyeti

99 Rusça: Част: Parça, hisse. Burada idarî olarak Kazan'ın 5. kısmı kasdediliyor.

100 Rusça: Гродской дума: Şehir meclisi

101 Korcalamak: Himaye etmek, korumak.

102 Metinde ﯽﺑﺮﻣ . Mürebbi: Verimli (?).

103 Metinde ﻦﻴﻴﺘﻟﻭﺪﻟﺍﻦﺑﻴ .

104 Trablusgarp.

(21)

müttefikâtı

(Osmanlı müstemlekâtından) hakkında ittihaz ettiği politika ve tedarikât, İngilizler ile

105 fenaleştirmeğe sebep bolacaktır.106

* * *

Osmanlı devletinden Yunanîlere berilecek arazi ve kasabalar teslim ve tesellüm olunmaktadır ve ol yer ahalisi (Müslimȋnden) hicret etmektedirler.

* * *

Hidiv-i Mısır, bu ahirlerde verdiği umumî bir emir-nâmeye göre bundan böyle o yerlerde yesir ve üserâ satılmayecekdir ve yesir alıp satanlar hapsolacaklar.

* * *

Afganistan’dan gelen haberlere göre emir Abdürrahman birle Herat hükümdarı Eyüp Han cenk ve kavga etmektedirler.

* * *

Amerika devletinde 9995 gazete çıktığını /9-3/ Orus gazetelerinde okuduk.

* * *

Mekke-i mükerreme birle şehr-i Taif arasında bulunan Arap kabileleri baş kaldırmış idiler. Velâkin bu yakınlarda asakir-i Osmaniye köplerini tarumar edip ol diyarı selâmet hâle koyduğunu İslambul “İstanbul”107

* * *

gazetesinde okuduk.

Afrika kıtasının şimalî yalısında108

* * *

Devlet-i Aliye-i Osmaniye’ye tâbi Tunus begi vardır. Onun garbı Fransa devletine geçmiş Cezayir-i şarkî Trablis ve şimalî Akdeniz ve İtalya devletidir. Tunus’un vali paşası sultan tarafından tasdik olu[n]a gelmiştir.

Nice senelerden beri Fransa ve İtalya devletleri mezkûr vilayetten behre-yâb olmak ümidiyle politika-bâzlık ve hile-endûzluk yollu hareketten geri durmuyordular. Bu aralık küçük sebepten nâşi Fransa Tunus’ga asâkir indirip taht-ı tasallutuna getirdi. Osmanlı toprağına hiçbir devlet girememeği beyne’d-düvel meşrut iken bu defa cümle Avrupa devletleri asla kımıldamadıkları hâlde Tunus’u Fransa’ya kaptırdılar. Osmanlılar ise birkaç def’a protest eylediseler de Avrupa devletleri umdeli ve ehemmiyetli bir hareket göstermediler. İtalya devleti birazca ona (i)nandısa da109

105 Metinde ﯽﻧﺁﺎﻘﻔﻨﻣ .

106 Cümle asıl metinde de bozuktur.

107 İstanbul: İstanbul’da çıkan bir gazete.

108 Kuzey kıyısında.

109 Ona güvendi, inandıysa da.

(22)

Bizge göre Fransa’nın Tunus hakkındaki muamelâtı hukuk-i milliye ve kanun- i insaf [ve] hakkan[iy]etten hariç bir harekettir. Bu işte Fransa “yağma buldum yağmaladım” dedikleri gibi bir harekette bulunmuştur. Fransa’nı bu amele râgib edici sebep Prusya olabilir. İrelüde muhtemel bir muharebede Fransızlar İtalyanlar ile hem- dost olup birlikte Prusya üzerine hücum edecekler tevehhümâtını def’ ve ref’ için devleteyn-i müşarü’n-ileyhümanı yekdiğerinden müteneffir ve muarız edici mutasavvur olunursa o da hemin Tunus meselesini olabilirdi ki Prusya’nın hariciye nazırı ve başvekili (ministri) Bismark Tunus’u Fransa pîş-gâhına çekip İtalyanlar ile Fransızların ülfet ve ittifakına seng-i teferruka bıraktı ve Bismark’ın arzusu bu idi ki husule geldi.

lâkin kuvvetli bir devletle muharebeye girişmekte Tunus’un tesahübünü /10-1/ münasip ve muvafık göremedi.

* * *

İslambul’da cennet-mekân sultan Abdülaziz Han hazretlerinin katli hakkında büyük bir mahkeme açılıp Nuri ve Mahmut ve Mithat paşaların katl ve idamı karar verilmiştir. Ekser kişilerinin ve gazetelerin bildiğine göre bu işin teftişi ve muhakemesi muvafık-ı vâkı’a görünmüyor. Güya mezkûr paşalar ale’l-husus Midhat Paşa katlolunursa düvel-i ecnebi kişileri beyninde sû-i /10-2/ tesire sebep olacakmış. Bu meselede onların mukassir oldukları ortaya çıktığıyçün ve suret-i da’va kanunen ispat olunduğundan sonra mezkûr o110 paşaların idamı, nefy (sürgün) olunmağa sultan Abdülhamid Han hazretleri cânibinden karar verilmiştir. Nuri ve Mahmut paşalar sultanga kiyev (damat) idiler. Mithat Paşa uluğ vezir idi. Kemalatı, sadakati, patriyotluğu (vatan dostluğu) cihanga malumdur. Nice vilayetlerde vali bolup, iki defa vezir bolup Mithat Paşa servetli ve bay bolmadı.111 Bu da onun doğru ve sadık bolğanına büyük delildir.

TÜCCARİYE

Simbirski vilayetinde (guberniyasında)112 çuha (sukna-сукна) fabrikalarından köpüsi Müslümanlar elindedir. Bunların hepsi bir silsile bolup “Akçurin”113 yad olunurlar Akçurinlerin elinde yedi sukna fabrikası bolup her birinde binden köp kişi işler ve ötmek aşarlar114. Bu fabrikalar her “yarmakaga”115

110 Metinde ﻥﻭﺍ .

111 Zengin olmadı.

112 Rusça: Губерния: Vilayet.

113 Metinde ﭻﻗﺁ". Akçurin sülalesi: İ. Gaspıralı’nın eşi Zehra Hanım’ın ve Yusuf Akçura’nın da mensup olduğu ünlü sanayici aile. Metinde bu kelime hep “Akçu” şeklinde yanlış yazılmıştır.

Muhtemelen Tiflis’e basılmaya gönderilen metinde bu kelime yanlış anlaşılmıştır.

114 Ekmek yerler. “Geçimlerini temin ederler” manasına.

115 Pazara.

(23)

İbrahim Akçurinlerin fabrikalarını bizzat gördük. İşlerinde terakkiyat ve ıslahat bulduğunu müşahede ettik.

mal verdiğinden mâ’ada devlet hazinesine dahi pek köp sukna berirler. Simbir’in yavukluğunda İsmail ve

* * *

Rusya devletinde bulunan müteferrik Türk (Tatar) halkları tekellüm ettikleri lisân, esasen bir lisan olmakda iken iklim ve diyar tesiri telaffuzlarına degişik/10-3/lik vermiştir. Lakin bu değişiklik o kadar işkâli mucib olmamıştır. Mesela Rusiye’de kâin ve mekânca birbirinden uzak Tatarların tekellüm ettikleri lügât kaleme alındığında görürük ki madde-i aslisini külliyeten değişmiyor. Bu meseleye dair Kazan ve Kırım ibarâtından bir nicesini burada zikr edeceyik:

KAZAN-KIRIM İBARÂTI Kazanca:

Cırla, cırla dip eytesiz. Cıruvcı cigit min tügil,116 Min cırlap kürsetsem küp cıruvcılardın kim tügil.

117

Kırımca:

Yırla, yırla aytasız. Türküci yigit men dügil.

Ben yırlap göstersem çok türkücülerden kem dügil Kazanca:

Cırla diseñ, cırlayım görle diseñ görleyim.118 Sin cankey hakkıçün sanduğaç bulup sa[y]rayım.

119

Kırımca:

Yırla dérseñ yırlayım gürle dérseñ gürleyim, Sen cananıñ hakkıçün bülbül olup sıkırğırayım(?)120 Kazanca:

Koyaş çıkar caltırap kızlar saçın ürgende121 Canım tenim şad ular ay tik yöziñi kürgende

122

116 Türkü söyle diyorsunuz, türküçü genç ben değilim.

117 (yine de) türkü söylesem çok türkücüden aşağı değil(imdir).

118 Türkü söyle desen söyleyeyim, gürle desen gürleyeyim.

119 Sen(in gibi) sevgilinin hatırı için bübül olap şakıyayım.

120 Metinde ﻢﻳﺍﺮﻏﺮﻘﺻ

121 Kızlar saçını ördüğünde güneş parlayarak çıkar

122 Canım, tenim sevinir ay gibi yüzünü gördüğümde.

Referanslar

Benzer Belgeler

Zanaatın sanattan ayrılmasıyla geriye kalan ve birinci önceliği insana haz vermek, onu mutlu etmek, onda estetik duygular uyandırmak olan resim, müzik, tiyatro, edebiyat,

Basın yayın ve kitap yayıncılığı dallarında da verilen ödüllerin edebiyat alanındaki sahipleri hikâye dalında, Aykut Ertuğrul Mümkün Öykülerin En

Türkiye’nin birçok şehrinde sahnele- rini tiyatro ve edebiyat severlere açan Dev- let Tiyatrosu Genel Müdürlüğü, dilimizin ve tiyatro edebiyatımızın gelişmesi

2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım: A.2.2. Metnin türünün ortaya çıkışı ve tarihsel dönem ile ilişkisini belirler. Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi Alan

Levend, edebiyat ve toplum ilişkisiyle ilgili buna yakın düşünceleri ifade ettikten sonra “ancak” diyerek devam eder: “Ancak, toplumu kaynaklardan başlayarak tarihin

Okuduğunuz metinde geçen “Teknik unsurlardan yalıtıldığında ve genel olarak bakıldığında her ikisinin de insan ruhunu kavramaya, onun düşünce, davranış ve duygularına

4. Roman kelimesi, başka birçok Batı kökenli kelime gibi Türk dünyasına Tanzimat’tan sonra girer. Bazıları bu olayın sadece kelime değil, bir edebî tür planında olduğunu

Çalışmamızda, yenidoğan morbidite ve mortalitesinin ayrıca APGAR skorlarının iskemi ile korele olmamasının esas nedenlerinin; doğum için acil sezaryen yönteminin