• Sonuç bulunamadı

Risale-i Nur un haberî sıfatlarla ilgili yorumu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Risale-i Nur un haberî sıfatlarla ilgili yorumu"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Risale-i Nur’un haberî sıfatlarla ilgili yorumu

Tamer Bey: “Allah’ın eli, inmesi, arşa istivası, ruhu, gülmesi ve sevinmesi vs. Bu tarz âyet ve hadislerde geçen sıfatları Risale-i Nur nasıl yorumluyor?”

HABERİ SIFATLARIN ANLAMI

Allah’ın Haberi Sıfatları, Kur’ân’ın ve hadislerin doğrudan haber vermesiyle öğrendiğimiz, gerçek manasını ancak Allah’ın bildiği İlâhî Sıfatlardır.

Böyle sıfatlara, manasını doğru kavramak için doğru tevillere ihtiyaç duyulması dolayısıyla Müteşabih Sıfatlar da denmiştir.

Bediüzzaman’a göre, insanlar Allah’ın bazı sıfatlarının hakikî manasını kavramaktan aciz olduklarından, Kur’ân böyle sıfatları mecazi ifadelerle, yani insanlarca bilinen lafızlarla zihinlere yaklaştırmıştır.1

Haberî sıfatları okurken, gerçek manasını Allah’a bırakmalı, Allah’ı cisimden, şekilden, mekândan ve yönden tenzih etmeli, Allah’ı Allah’ın dışındaki şeylere benzetmekten kaçınmalı, Allah’ın ulviyet ve kutsiyetine uygun düşmeyen, yorumlardan uzak durmalıyız.

Meselâ Kur’ân’da çok geçen, taht kurma ve tahta oturma manasına gelen “İstiva”

sıfatının mahiyeti ve anlamı İmam-ı Mâlik’e (ra) sorulunca, İmam hiç yorum dahi yapmadan demiş ki:

“İstivâ meçhul, keyfiyeti makul değil, buna inanmak vacip, sual sormak ise bid’attir.”2

KUR’ÂN REHBER-İ MUTLAK OLDUĞUNU BÖYLE GÖSTERİYOR

Allah’ın bazı sıfatlarının Kur’ân’da bizim bildiğimiz kavramlarla bildirilmesi Kur’ân’ın rehber-i mutlak olduğunu gösteriyor.

Yoksa Bediüzzaman’a göre, Kur’ân beşere, bir ulû’l-azm olan Hazret-i Mûsâ’nın (as)

(2)

Tûr-i Sînâ’da birkaç dakika ancak dayandığı kelâmullah tarzında hitap etse ve Allah’ın bazı sıfatlarını müteşâbih olarak değil de hakikî manasıyla ifade etseydi, insanların bunu anlamaları mümkün olmazdı.3 Bedîüzzaman, böyle Müteşâbih sıfatlar için Cenâb-ı Hakk’a şekil ve sûret vermekten kaçınılması gerektiğini önemle vurgulamıştır.4

Haberî sıfatlardan bir kısmını kısaca ele alalım:

İstivâ:

İstivâ; yükselmek, istilâ etmek, tahta oturmak, hükümran olmak manaları ile zihne yaklaştırılabilir. Kur’ân’da, “Rahmân arş üzerinde istivâ etmiştir.”5 Âyeti birçok sûrede geçiyor.

Bedîüzzaman Kur’ân’da zikri geçen “İstivâ sıfatı ile, Allah’ın kendi Rubûbiyet mertebesini bir sultanın taht-ı saltanatında durup icrâ-i hükûmet ettiği misalinde ve azametinde, takdim buyurduğunu beyan eder.6 Böylece bir sultandan korkan insanoğlunun, Rabb’inden daha fazla haşyet ve heybet duyması gerektiği vurgulanmak istenmiştir.

Vech:

Vech, yüz demektir. Bu kavramla vecih, sîmâ, zât ve vücud mânâlarını zihmimize yaklaştırıyor. Kur’ân’da bir çok sûrede geçen “Celâl ve ikram sahibi olan Rabb’inin Vech’i bâkîdir.”7 Âyeti, “Vech” sıfatını telâffuz ediyor.

Bedîüzzaman, “Her şey helâk olup gidicidir, ancak O’nun Vech’i müstesnâ”8 âyetinde geçen “Vech” sıfâtını Allah’ın Zâtı, Vücudu, Bekâ’sı, Sermediyeti ve Vahdâniyeti olarak tevil etmiştir.9

Yed:

“Yedullâh= Allah’ın eli”10 demektir. Bu sıfat, kuvvet, kudret ve nimet olarak te’vil edilmiştir. “Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?”11 Bir diğer âyette, “Göğü elimizle biz kurduk.”12 buyuruluyor.

Bediüzzaman bazen “yed-i kudret”13, bazen “dest-i gaybî” lâfızlarıyla bu sıfatı zikrediyor.14

Bedîüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ait bir sıfatı bizim bildiğimiz bir mana ile zihnimize bu kavram ile yaklaştırdığını ifade ediyor.15

(3)

Bu tevillerde de görüldüğü gibi âyet ve hadislerde geçen Allah’ın inişini “rahmet tecellisi” ile ruhunu “irade, emir ve kudret” ile, gülmesini “şefkat” ile tevil edebiliriz.

Dipnotlar:

1) İşârât’ül-İ’câz, S. 22.

2) Beyhakî, El-Esmâ, 408-409.

3) Sözler, s. 170.

4) Muhâkemât, s. 40.

5) Tâhâ Sûresi, 20/5; Bakınız: Bakara Sûresi, 2/29; A’râf Sûresi, 7/54; Yunûs Sûresi, 10/3; Ra’d Sûresi, 13/2; Furkân Sûresi, 25/59; Secde Sûresi, 32/4; Fussilet Sûresi, 41/11; Hadîd Sûresi, 57/4.

6) Sözler, s. 354.

7 ) Rahmân Sûresi, 55/27; Bakınız: Bakara Sûresi, 2/115, 272; Ra’d Sûresi, 13/22;

Rûm Sûresi, 30/38; İnsân Sûresi, 76/9; Leyl Sûresi, 92/20.

8) Kasas Sûresi, 28/88.

9) Sözler, s. 618; Lem’alar, s. 245; Mektûbât, s. 62.

10) Fetih Sûresi, 10.

11) Sâd Sûresi, 38/75; Bakınız: Mâide Sûresi, 5/64; Âl-i İmrân Sûresi, 3/26; Fetih Sûresi, 48/10; Hadîd Sûresi, 57/29; Yâsin Sûresi, 36/83; Mülk Sûresi, 67/1.

12) Zâriyât Sûresi, 51/47. 13) Sözler, s. 283; İşârât’ül-İ’câz, s. 137, 205, 209. 14) Şuâlar, s. 521. 15) İşârât’ül-İ’câz, s. 22.

Peygamberleri teknoloji lideri ilân

(4)

eden kitap: Risale-i Nur

Ordu Aybastı’dan Aşkın Doğan: “Kur’ân’ın bilimsel mu’cizelerine Bediüzzaman’ın bakış açısı nasıldır?”

HAZRET-İ ÂDEME’ (as) İSİMLERİN ÖĞRETİLMESİ

Yirminci Söz ve Yirmi Beşinci Söz Kur’ân’ın bir değil, kırk vecihle mu’cize olduğunu ispat eder.

Yirminci Söz’de iki makam vardır:

Birinci Makam’da Hazret-i Âdem’e (as) isimlerin öğretilmesi mu’cizesi ile Hazret-i Musa’ya (as) verilen birçok mu’cizenin işaret ettiği ilmî gerçeklere dikkat çekilir.

Hazret-i Âdem’e (as) isimlerin öğretilmesi mu’cizesi Allah’ın insanlığın başlangıcında gerçekleştirdiği ilmî bir tasarrufudur. Bu mu’cizeyle Hazret-i Âdem’e ve Âdem (as) soyuna ilim ve irfan öğrenme, fen ve teknik elde etme, san’at yapma ve maarif alanında pek çok yüksek dereceler kazanma yolunun açıldığı ifade edilmiştir.

Hazret-i Musa’nın (as) mu’cizeleri ise adeta yerküreyi konuşturan özelliklere sahiptir. Denizin yarılmasından, asa ile vurulan taşlardan on iki gözlü su fışkırmasına… Katı taşların Allah’ın emri karşısında su cetvelleri oluşundan, ağaçların ipek gibi yumuşak kök ve damarları önünde adeta toprak oluşuna kadar…

Hazret-i Musa’nın (as) Allah’ı görmek isteyişinden Tur Dağı’nın misak almak için Hz.

Musa’nın (as) kavmi üzerinde tutulmasına, nehirlerin dağlardan nasıl kaynadıkları ve asıl kaynaklarının Cennet oluşlarına, taş ve toprak tabakalarının vazifelerine kadar yerle ilgili birçok ilmî mu’cizeye Kur’ân’da yer verilmiştir.

MU’CİZELERDEN TEKNOLOJİYE

Yirmi İkinci Söz’ün İkinci Makamında ise Bediüzzaman, Peygamber Mu’cizelerinden asr-ı hazır bilim, fen ve tekniğine, elektriğe, trene, uçağa, telefon ve telgrafa, radyoya, televizyona, cep telefonuna, internete, tıp dünyasına emsalsiz işaretler çıkarır ki, okuyucusunu şaşırtır. Bu bölümde Risale-i Nur adeta Kur’ân’ı bilim, fen ve teknoloji rehberi ilân ediyor.

Meselâ gemiden açıkça bahseden Yasin Sûresinin 41 ve 42. Âyetleri trene ve diğer

(5)

kara vasıtalarına açıkça işaret ettiği gibi, Nur Sûresinin 35. Âyeti elektriğe açıkça işaret ediyor. Keza Nuh Aleyhisselâm insanoğluna gemiyi hediye etmiş, böylece Kur’ân suyun kaldırma kuvvetine sahip olduğunu bin dört yüz yıl öncesinden bildirmiştir. İdris Aleyhisselâm insanlığa elbise dikme san’atını göstermiş, Yusuf Aleyhisselâm beşere bir zaman ölçme aleti olarak saati öğretmiştir.

PEYGAMBERLER BİRER TEKNOLOJİ LİDERİDİRLER

Bediüzzaman Kur’ân’daki Peygamber Mu’cizelerinden öyle teknolojik mesajlar çıkarır ki, Peygamberleri adeta birer teknoloji ve sanayi lideri ilân eder.

Özetleyecek olursak:

İbrahim Aleyhissselâm ateşe atılıp yanmamak mu’cizesiyle ateşin yakmadığı amyant, alüminyum folyo, demir gibi maddelere ve bu maddelerden gömlek ve zırh gibi sanayi ürünleri yapmaya işaret etmiştir.

Davut Aleyhisselâm demiri yumuşatma, bakırı eritme, demirden alet ve edevat yapma, dağları taşları konuşturma ve kuşlar ile konuşmak mu’cizeleriyle demiri ve muhtelif madenleri bulup çıkarmayı ve işlemeyi, cansız maddeleri konuşturmayı, meselâ fonoğrafı, gramafonu, hoparloyü, teybi, MP3, MP4 ve flaş bellek teknolojilerini, bilgisayarı insanlığa göstermiş ve günümüz medeniyetinin, sanayiinin ve teknolojisinin önünü açmıştır.

Süleyman Aleyhisselâm havada uçmak, Belkıs’ın tahtını bir anda yanına getirmek ve yeryüzünde olup bitenlerden haberdar olmak suretiyle havada uçabilen araçlara, meselâ uçağa, helikoptere, uzay aracına, füzeye, uydulara, insanlı insansız hava araçlarına, ses ve görüntü nakline, radyo ve televizyona, cep telefonuna, kameralara, mobese teknolojisine, internete ve daha ilerisine meselâ madde nakline işaret etmiştir.1

Musa Aleyhisselâm asası ile vurduğu taşlardan on iki gözlü su fışkırtmasıyla farklı sondaj aletleri ile, türlü madenlerin, petrolün, doğalgazın ve her türlü yer altı kaynaklarının ve zenginliklerinin çıkarılıp istifade edilebileceğine işaret etmiştir.

İsa Aleyhisselâm Allah’ın izniyle hastaları iyileştirmesi ve ölüleri diriltmesi mu’cizeleri ile yeryüzünde her derde deva olduğuna, bitkilerden ilâç yapımına, tıp ilmine, tıp ilminin ileri derecede gelişerek ölüme bile geçici bir hayat rengi verecek bir kudrete ulaşabileceğine işaret etmiştir.

Örnekler arttırılabilir. Anlaşılıyor ki Kur’ân asrımız bilim, fen, sanayi ve

(6)

teknolojisinin çok ilerisindedir ve fen ve teknolojinin en ileri hududunu çizip göstermiştir.

Dipnot:

1- Bediüzzaman, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2004, s. 405

Kur’ân âyetlerini az bir bedele neden satamayız?

İzmir-Çamdibi’nden İbrahim Aktaş: “Âyetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın” âyetini nasıl anlamalıyız? Çok menfaate satılabilir mi?”

BEŞER KUR’ÂN’A BAHA BİÇEMEZ

“Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın” manasını işleyen birçok âyet vardır.1 Bu âyetler, Kur’ân’ın az veya çok hiçbir bedel ile ölçülemeyeceğini, Kur’ân’a dünyevî bir baha biçilemeyeceğini, Kur’ân’ın kıymetine hiçbir dünyevî değerin yetişemeyeceğini ifade ediyor.

Bu Kur’ân’ın hakkıdır. Çünkü Kur’ân Allah’ın kelâmıdır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, Kur’ân ism-i azamdan ve her ismin azamlık mertebesinden gelmiştir.2 Allah’ın zatı, kudreti ve sair sıfatları beşerden ne kadar yüksekse, Allah’ın kelâmı da beşer kelâmından o kadar yüksektir ve baha biçilmez derecededir.

“Az bir bedel ile satmayın” emrinden “çok bedele satabilirsiniz” gibi bir mana anlaşılmaz. Kur’ân’a uyun, emrine itaat edin; ama Kur’ân’ı bir menfaat aracı yapmayın gibi bir nehiy anlamak gerekir.

Dünyada beşer olarak Kur’ân’a ne kadar baha biçerseniz biçin, o baha Kur’ân’ın damen-i muallasından çok aşağıda olacaktır. Beşerin ona bedel biçmesine imkân yoktur.

(7)

BİR TEK SEVABA BİLE BAHA BİÇİLMEZ!

Kur’ân’a baha biçilemediği gibi, Kur’ân’a ait hiçbir değere de baha biçilemez. Keza Kur’ân’ın müjdelediği sevap, feyiz ve hasenatın, dünyevî bir ölçme aracı ile ölçülüp tartılması da mümkün değildir. Bir tek sevaba dünyevî hiçbir bedel karşılık gelemez.

Feyiz satılıp alınmaz. Bir tek hasenenin değerine dünya ölçüleriyle güç yetmez.

Kur’ân’ın ifadesiyle “bakıyatü’s-salihattan” olan bir amel için, yani baki değerler taşıyan bir amel için dünya ölçüleri ile bir bedel, bir karşılık takdir edilemez.

Bir tek sevabın, bir tek feyzin, bir tek hasenenin uhrevî karşılığı ise ebedî Cennettir.

“Dünyanın Allah katında bir sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfirler ondan bir yudum su bile içemeyecektiler.”3

Hadisini Bediüzzaman Hazretleri şöyle tefsir ediyor: “Âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedîdir, yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur.”4

Yani herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususî dünyası, beka âleminden bir sinek kanadı kadar “daimî bir feyz-i İlâhî ve bir ihsan-ı İlâhî” ile muvazene edilemez, ölçülemez.

DAHA FAZLA VEREN VAR

Medine’de bir kıtlık senesinde Hazret-i Osman (ra) Şam’dan yüz deve yükü buğday getirmişti. İnsanlar bir miktar buğday satın almak için Hazret-i Osman’ın kapısında toplandılar.

Fakat Hazret-i Osman (ra):

“Size satılık buğdayım yok. Sizden daha çok veren var.” diyor, buğdayı satmaya yanaşmıyordu.

İçlerinden daha yüksek fiyat teklif edenler oldu. Fakat Hazret-i Osman (ra) hiçbir fiyata razı olmuyor, her yüksek teklifi azımsıyor ve:

“Hayır! Daha fazla kâr veren var!” diyordu.

İnsanlar kırgın ve üzgün Hazret-i Ebu Bekir’e (ra) durumu şikâyet ettiler. Hazret-i Ebu Bekir halife idi. Müslümanların şikâyetini dinledi ve:

“O (ra), Resulullah’ın (asm) damadıdır. Cennetle müjdelenmiştir. Siz onu yanlış anlamışsınızdır. Buyurun, beraber gidelim, bakalım ne diyor.” dedi ve Hazret-i

(8)

Osman’a gittiler.

Vardıklarında Hazret-i Ebu Bekir (ra):

“Ya Osman! Bunlara buğday vermemişsin. Nedir mesele?” diye sordu.

Hazret-i Osman (ra):

“Ya Emira’l-Mü’minîn! Bunlar benim malımı çok ucuza kapatmak istiyorlar. Oysa bire yedi yüz kâr veren varken, ben bunlara çok düşük fiyata neden vereyim?” diyor.

Hazret-i Osman’ın (ra) daha sonra yüz deve yükü buğdayı Allah rızası için Medine’nin fakirine fukarasına bedelsiz olarak dağıttığını kaynaklar yazıyorlar.5 Anlaşılıyor ki, dünya bedeli ne kadar küçük ve hakir, ahiret ücreti ne kadar yüksek ve onurludur!

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 43; Al-i İmran Sûresi, 199; Maide Sûresi, 44.

2- Bediüzzaman, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2004, s. 221.

3- Buharî, Tefsir: 18; Müslim, Münafikun: 18; İbni Mâce, Züht: 3; Tirmizî, Züht: 13.

4- Bediüzzaman, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2004, s. 554.

5- Tirmizî, Menâkıb: 19; Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 97.

Risale-i Nur’da kaç âyet tefsir edilmiştir?

Süleyman Kılıç: “Risale-i Nur bir tefsir midir?

Kur’ân’ın tamamının tefsiri değil diyenler var.

Risalelerde kaç âyet tefsir edilmiştir?”

İki Türlü Tefsir Vardır:

Risale-i Nur için Bediüzzaman şöyle diyor: “Bu zamanda en kuvvetli bir tefsir-i

(9)

Kur’ânîdir.”1 “Tefsir iki kısımdır. Biri ibaresini izah eder, biri de hakikatlerini ispat eder. Nurlar bu ikinci kısım tefsirlerin en kuvvetlisi ve en kıymettarı olduğuna, ehl-i dirayet ve dikkat yüz binler şahitler var.”2

Nitekim İslâm tarihinde iki tür tefsir yapılmıştır: Rivayet Tefsiri, Dirayet Tefsiri

Rivayet tefsirinde âyetler genelde ya başka bir âyetle, ya Peygamber Efendimiz’den (asm) rivayet edilen hadis-i şeriflerle ya da sahabelerin sözleriyle baştan sona tefsir edilmiştir.

Dirayet tefsiri ise; Arap dili ve edebiyatına hâkim içtihat sahibi bir âlimin, hadis-i şerifleri ve ilmî gerçekleri de dikkate almak suretiyle kendi içtihadı ile yaptığı tefsirdir.

Bu tasnife göre Risale-i Nur bir dirayet tefsiridir. Kur’ân’ın iman hakikatlerini ihtiva eden âyetlerini tefsir etmiştir.

Risale-i Nur Nasıl Bir Tefsirdir?

Risale-i Nur’da âyetler klâsik tefsirlerdeki gibi, periyodik bir sıra ile tefsir edilmemiş;

Kur’ân’ın en çok ehemmiyet verdiği ve asrımız insanının en çok ihtiyacı bulunan

“iman” konusunu ihtiva eden âyetler bütün delil ve burhanları ile izah ve tefsir edilmiştir. Çünkü asrımızda fenden ve felsefeden gelen inkâr fırtınası Müslüman’ın imanına çok büyük hasar vermiştir. Müslüman bu asırda imanını ve ahretini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Risale-i Nur bu dehşetli hasarı ve imansızlık hastalığını tamir etmek üzere bu asırda Kur’ân’ın bir mu’cizesi olarak zuhur etmiştir.

Dolayısıyla, dinimizin ahkâm ve içtihada mahal kısımlarını önceki asırların büyük ulemasının tefsirlerine ve içtihatlarına bırakan Risale-i Nur, içinde bulunduğumuz dehşetli asırda sadece İslâm’ın ve imanın temel hakikatleri üzerinde yoğunlaşmıştır.

Nasıl Bir Tefsire İhtiyaç Vardır?

Bu asır taklidî imanları yiyip bitiren bir asırdır.

Bu asırda Kur’ân’ın içinden öyle bir tefsir çıkmalıydı ki, hem Kur’ân’ın bütün dâvâsının temeli olan iman hakikatlerini konu alan âyetleri “tahkiki olarak” tefsir etsin… Hem sarsılan taklidî imanları “tahkikî iman” mertebesine çıkarsın… Hem de rivayetlerle ve nakillerle meşgul olmasın; fakat her sözü ve her cümlesi âyet ve hadislerle doğrulansın.

(10)

İşte Risale-i Nur, bu vasıfları kendisinde toplayan emsalsiz bir Kur’ân tefsiridir.

Hakikatleri Peygamber Efendimiz’in (asm) müjdelediği Kur’ân ilmidir. Kur’ân’ın semasından nüzul etmiştir. Kur’ân’ın öz malıdır.

Kur’ân’ın periyodik bir sıra ile baştan sona bütün âyetlerini tefsir etmemiş olması Risale-i Nur için bir eksiklik değildir. Risale-i Nur’ca tefsir edilmeyen âyetlerle ilgili olarak diğer müfessirlerin yaptığı tefsirler yeterlidir. Çünkü esasen üç yüz elli bin tefsir âlem-i İslâm’da mevcuttur. Bütün mesele bu tefsirlerden yüz çevirmemektir.

Bu sebeple Risale-i Nur’un görev tanımı, kendisinden yüz çevrilen ve yüz çevirdiğinizde imanı götüren âyetlerle ilgili olmuştur.

Risalelerdeki Âyet Sayıları:

Risale-i Nur’da tefsir edilen âyetlere gelince… Tekerrür eden âyetleri almamak şartıyla bu âyetlerin dağılımı şöyledir:

Sözler’de 269;

Mektubat’ta 88;

Lem’alar’da 65;

Şuâlar’da 48;

İşaratu’l-İ’caz’da 47;

Mesnevî-i Nuriye’de 49;

Barla Lâhikasında 22;

Kastamonu Lâhikasında 7;

Emirdağ Lâhikasında 6;

Nurun İlk Kapısında 4;

Hutbe-i Şamiye’de 3;

Eski Said Dönemi Eserlerinde 6;

Tarihçe-i Hayatta 4 âyet olmak üzere toplam 620 âyet tefsir edilmiştir.

Bunlar metinleriyle birlikte Risalelere giren âyetlerin sayılarıdır. Bir de, metni yazılmaksızın Risale cümleleri içine mana itibariyle girmiş âyet ve hadisler vardır ki, bunların sayısı binlercedir. Hatta şunu söylemek hiç mübalâğa değildir: Risale-i Nur’un her bir cümlesi ya bir âyetin, ya bir hadisin şerhi, izahı veya tefsiri mahiyetindedir.

GÜNÜN DUÂSI

Ey sınırsız hikmet sahibi! Ey sonsuz ilim Sahibi! Ey nazirsiz irade Sahibi olan Allah’ım! İlmimizi arttır! İmanımızı arttır! İrfanımızı arttır! İz’anımızı arttır!

Kalbimizi Kur’ân’a aç! Bizi salih kullarından eyle! Âmin!

(11)

Dipnotlar:

1- Şualar, s. 354.

2 -Şualar, s. 368.

Kur’ân’da Mehdi’ye işaret var mı?

Bir okuyucumuz : “Kur’ân’da Mehdi’ye işaret var mı”?

Kur’ân’da Mehdî’ye sarih mânâda bir işaret bulunduğunu bilmiyorum. Olduğunu da sanmıyorum. Fakat, yaş-kuru ne varsa herşeyin kıymeti nisbetinde içinde mevcut olduğu Kur’ân-ı Mu’cizü’l–Beyanda, Hazre-i Mehdi hakkında işarî, remzî, cifrî mânâda da olsa, bazı işaret ve beşaretlerin bulunduğunu düşünmek ve kanaat getirmek yanlış olmasa gerektir.

Üstad Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ın “Mehdî ile âlemin zulümatını dağıtacağını vaad etmiştir” dediği Mektûbat isimli eserinin 29. Mektubunda şöyle bir yorumla konuya açıklık getiriyor:

“Cenâb–ı Hak, kemâl–i rahmetinden, şeriat–ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser–i himayet olarak, herbir fesad–ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife–i zîşan veya bir kutb–u âzam veya bir mürşid–i ekmel veyahut bir nev’î mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslâh etmiş, din–i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş.

“Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb–u âzam olarak bir zât–ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl–i beyt–i Nebevîden olacaktır.

“…Kadîr–i Zülcelâl, Mehdî ile âlem–i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir;

vaadini elbette yapacaktır.”

Yine, Birinci Şuâ’da 33 Kur’ân âyetinin cifrî ve ebcedî mânâlarını yorumlayan Üstad

(12)

Bediüzzaman, âhirzaman hadiseleriyle bağlantılı olan bu âyetlerin, müttefikan Hicrî 13. asrın âhirine ve 14. asrın evveline baktığını “ikinci bir ihtar” ile ifade ediyor.

Kur’ân’da bir meşveret örneği

İhsan Bey: “Meşveretin hükmü nedir? Kur’ân’da meşveret örneği var mıdır? Meşveretsiz yaptığımız hizmetlerdeki sorumluluğumuz nedir?”

Meşveret Allah’ın Emridir

Allah meşveret etmekten müstağnidir. Fakat insanı, meleklerle meşveret ettikten sonra yarattı. Allah’ın meşverete ihtiyacı elbette yoktu. Fakat Allah kâinata meyve olarak yaratacağı bu yeni cinsin hayatında, önemli bir karar merkezi olarak meşveretin hâkim olmasını istiyordu. Bunun için de emretmek yerine, ilk örneği bizzat Kendi Zat-ı Uluhiyeti verdi.

Yani meşvereti emretmekten öte, bizzat Kendisi buna örneklik etti, öncülük etti, fiiliyle kılavuzluk etti.

Allah İhtiyacı Olmadığı Halde Meleklerle Meşveret Etti

İlgili âyetler aynen şöyledir: “Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Melekler: “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.”

dediler. Allah da: “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” dedi.” Allah, Âdem’e bütün esmayı öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söylüyorsanız, haydi bana bunların isimlerini söyleyin” dedi.

Melekler: “Seni bütün eksikliklerden tenzih ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen Alim ve Hakim’sin.” dediler.1

Kur’ân Meşvereti Emrediyor

Kur’ân iki âyetiyle meşvereti emrediyor.

(13)

İşte âyetler: “Ve emruhum şûrâ beynehum” “Onların işleri şûrâ iledir.”2 “Ve şâvirhum fi’l-emr” “İş konusunda onlarla müşavere et.”3 Peygamber Efendimiz (asm) kendisine vahiy gelip durduğu halde, hiç ihtiyacı yokken, sırf ümmete örnek olmak için ashabıyla birçok kere meşveret etti. Ve meşveret sonucunda karşı görüşü uygun buldu.

Meselâ Bedir Savaşı’nda ordunun karargâhını meşveret sonucunda belirledi.

Uhud Savaşı’na katılmaya meşveret sonucunda karar verdi. Hendek Savaşı’nın şeklini meşveret sonucuna göre tesbit etti.

Bediüzzaman Meşvereti Tesis Etti

Bediüzzaman geriye bir halife bırakmadı; iman ve Kur’ân hizmetini meşveret temelinde yürütülecek biçimde tesis etti.

Meselâ Bediüzzaman, talebelerinin hizmette münakaşasız meşveret etmelerini emrediyor ve “Kararınızı kabul ederim.” diyor.4 Meşveretin şahs-ı maneviyi temsil ettiğini5 ifade ederek, “Medar-ı niza bir mesele varsa meşveret ediniz.”6 buyuruyor.

“Siz, meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telâşsız, velveleye vermemek lâzım!”7 diye emrediyor. Nakş-ı i’câzı göstermek tarzında bir Kur’ân yazmaya meşveretle karar veriyor.8

Örnekleri arttırmak mümkündür.

Meşveretin Hükmü

İman ve Kur’ân hizmetinde meşveret, şahs-ı manevinin içtihadı hükmündedir.

Malûm, içtihatta isabet eden iki sevap alır; isabet etmeyen içtihat etmesinin karşılığı olarak bir sevap alır. Meşveret eden ise isabet etmese bile, hem içtihat sevabı, hem meşveret sevabı olmak üzere iki sevap alır. İsabet etmesi durumunda ise üç sevap alır. Münferit hareketlerimizde, yani meşveretsiz işlerimizde yanılma riski çok yüksektir.

Buna bağlı olarak mesuliyet de çok yüksektir. Fakat meşverette yanılma riski çok düşüktür.

Mesuliyet ise hiç yoktur! Risale-i Nur Talebesi için Risale-i Nur hizmeti farz-ı ayn bir hizmettir. Çünkü cihaddır.

Risale-i Nur Talebesinin, Risale-i Nur hizmeti için yapacağı meşveret de farz-ı ayn

(14)

hükmündedir.

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi: 30, 31.

2- Şura Sûresi: 38.

3- Al-i İmran Sûresi: 155.

4 – Şuâlar, s. 289, 423.

5 – Kastamonu Lâhikası, s. 95.

6 – Kastamonu Lâhikası, s. 181.

7- Emirdağ Lâhikası, s. 125

8 – Mektubat, s. 394; Barla Lâhikası, s. 166.

Kur’ân münkirlere meydan okuyor

Mine Hanım: “Bakara Suresinin 23 ve 24.

Ayetlerinin kısaca açıklamasını yapar mısınız?”

​KUR’ÂN EDİPLERE MEYDAN OKUYOR

Bahsettiğiniz ayetlerde Kur’ân ediplere, filologlara, filozoflara, münkirlere meydan okuyor. Diyor ki:

“Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’ân) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sure getirin.

Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini yardıma çağırın, eğer sözünüzde samimi iseniz! Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.”1

Çağrı gayet açıktır ve hâlâ geçerlidir:

Ey münkirler! Eğer Kur’ân’ın Allah kelamı olduğuna inanmazsanız, size bir teklifimiz var: Demek istiyorsunuz ki, Kur’ân beşer kelamıdır. Tamam o zaman; madem beşer kelamı diyorsunuz, siz de bir Kur’ân yazabilirsiniz.

(15)

Haydi, yazın; bir suresine olsun benzer bir sure yazın!

Yazın ki, beşer kelamı olduğu tezinizi ispat edin. Neticede siz de beşersiniz!

Ama eğer yazamazsanız ve hâlâ Kur’ân’ın Allah kelamı olduğuna da inanmayacak olursanız, o zaman Cehennem’deki ateşinize hazır olun!

KUR’ÂN HÂLÂ HODRİ MEYDAN DİYOR

Kur’ân kendisinin beşer kelamı olduğu evhamını yıkmak istiyor.

Münkirlere açık kapı bırakmak istemiyor.

Nitekim o gün bu gündür, Kur’ân dostları Kur’ân’ı taklit etmek saikıyla, düşmanları da Kur’ân’a meydan okumak saikıyla cümlelerini Kur’ân’ın cümlelerine benzetmek istemişler; ama hiçbir şekilde hiçbir kimse Kur’ân’ın ayetlerine benzer bir ayet olsun yazabilmiş değil.

Tarih meydandadır!

O agnostik (şüpheci) siteler de samimi iseler eğer bunu teslim ederler.

Eğer teslim etmiyorlarsa, güçleri yetiyorsa çağrı onlara da açıktır!

Kur’ân hâlâ damarlarına dokundurarak diyor ki, hodri meydan!2

Ne kadar agnostik şarkiyatçı, oryantalist, müsteşrik veya Arap edebiyatçısı olsun, varsa toplansınlar ve buyursunlar: Kur’ân’ın hodri meydan dediği meselede Kur’ân’ı mağlup etsinler!

Toplanın, Yardımlaşın, Anlamsız Şeyler Olsun Yapın!

Bediüzzaman’ın dediği gibi, yazdıkları şey anlamlı hakikatler olmasın, anlamsız kıssalardan ibaret olsun, sadece Kur’ân’ın nazmına ve belağatına nazire yapsınlar!3 Bir ümmîden olmasın; âlimleriniz, bilginleriniz toplansın!

Uzun bir sure olmasın; kısa bir sure veya kısa bir ayet olsun!

Haydi yapın; hodri meydan!

Masa başında güzel güzel bunu yapın ki, malınız ve canınız tehlikeye girmesin ve Cehennemden kurtulasınız!

(16)

Bir cümle yazmak bu kadar mı zor?

Bu kısa ve kolay yolu terk edip neden tehlikeli yola giriyorsunuz?

Dünyada savaşmayı, ahirette Cehennemi göze alıyorsunuz?

Ama tarih, Müseylime-i Kezzab’ın deli saçması bir kaç fıkrasından başka buna cesaret edeni ve başarılı olanı kaydetmiyor.

Meşhur Cahız’dan naklen Bediüzzaman diyor ki: “Muaraza-i bilhuruf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.”4

Yani harflerle Kur’ân’a nazire yapmaya güç yetiremediler, kılıçlarla savaşmaya mecbur oldular!

Sahabe (ra) Zaten Peygamber (asm) Sözünü Kur’ân Kelamına Karıştırmamıştır

Peygamber Efendimiz’in (asm) tedbiri farklı bir meseledir ve geçici bir tedbirden ibaret kalmıştır.

Peygamber Efendimiz (asm) hadisler ayetlere karıştırılmasın, ayetlerin nezahetine, ulviyetine ve safiyetine halel gelmesin diye önceleri hadis yazmayı yasaklamış; ama sonradan sahabelerin Kur’ân ayetlerini asla hiçbir söze karıştırmadıkları anlaşılınca, hadis yazmayı da serbest bırakmıştır.

Zaten sahabelerin ne başta, ne de daha sonra Kur’ân ayetlerini, Peygamber sözü de olsa hiçbir beşer sözüne karıştırmadıkları gayet açıktır ve herkes tarafından bilinmektedir.

Dipnotlar:

1 -Bakara Suresi: 23, 24; Benzer ayetler için bakınız: Yunus Suresi: 38; İsra Suresi:

88

2- Sözler, s. 332 3- Mektubat, s. 185 4- Mektubat, s. 185

Referanslar

Benzer Belgeler

Peygamber’in (s.a.s.) , Cibril’den öğrenmeye muhtaç olduğu âyet- ler vardı Zira O, Resûlullah’ın müşahede etmediği ahvali müşahede edi- yordu. Bize göre

Yukarıda zikrettiğimiz anlamlar çerçevesinde Lafza-i Celâl; ‘teabbüd etmek, kulluk etmek, insanın kainatın herc-ü merçliği içinde sığınacağı ve sükûnete ulaşacağı

Toplumun güven ve huzurunu korumak için mü’minler gıyablarında dahi olsa birbirlerinin hak ve hukûkuna riâyet etmeli ve birbirleri hakkında hüsn-ü zann 378

Âdem (s) de bir insan olarak hata etmiş, fakat daha sonra bu hatasından dolayı pişman olmuş, bunun üzerine Yüce Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmuş ve Allah da

Her kabileye mensup şair kendi övünç yönlerini ve atalarının kahramanlıkla- rını sayardı. Şiir ve şairler her kabilenin kurtuluş belgesi, meşru sermayesiydi. Her dilde

Ayette Hz. Mûsâ’ya dokuz tane mucize verildiğinden bahsedildiği halde bu mucizeler hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Çünkü Kur’ân’ın daha önce farklı

Bu kelime Allahın görevlendirdiği bir peygamberin adı olması nedeniyle alem, İbrâniceden (bir görüşe göre Süryâniceden) Arapçaya geçen bir isim olması hasebiyle

278 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette belirsiz durumda olan yani kendisinden neyin kast edildiği anlaşılamayan konu, Şâri tarafından Kur’an’ın başka