• Sonuç bulunamadı

Dr. Öğr. Üyesi Elif Ünal Ondokuz Mayıs Üniversitesi Psikoloji Bölümü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Dr. Öğr. Üyesi Elif Ünal Ondokuz Mayıs Üniversitesi Psikoloji Bölümü"

Copied!
59
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dr. Öğr. Üyesi Elif Ünal Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Psikoloji Bölümü

(2)
(3)

Hümanistik Psikolojinin öncülerinden olan Carl Rogers, 1940lı yıllarda Birey Merkezli Terapi (person/client-centered therapy)’yi bu teori ile ilgili kavramlar üzerinde değerlendirmiştir.

Rogers hem kuram geliştirme hem de uygulamayı şekillendirme açısından bir devrimci olarak değerlendirilebilir.

(4)

İNSAN DOĞASI İYİDİR!

İnsan kendi haline bırakılırsa, kendi

kapasitesi ile yoluna gidecektir ve diğer kuramların varsaydığı hiçbir olumsuz eğilimi (örn., Freud’ın saldırganlık kuramı) ortaya çıkarmayacaktır.

İnsanlar bazen yıkıcı ya da anti sosyal davranışlar gösterebilir, ancak bu

davranışlar çevre ile etkileşimlerinin bir ürünüdür, kişinin psişik yapısından

kaynaklı değildir.

(5)

Bireyi merkeze alan kuramcılara göre, insanların davranışlarını güdüleyen tek şey onların tüm potansiyellerini yapıcı ve olumlu bir şekilde geliştirme eğilimleridir.

İnsan davranışları, doğuştan gelen bir içsel büyüme ve gelişme gereksiniminin sonucu olarak ortaya çıkar.

Her birey kendi içinde gelişme ve daha iyi insan olma kaynağına sahiptir.

İnsanlar, işbirlikçi ilişkiler kurmaya ve gelişmeye eğilimli, bağımlılıktan bağımsızlığa doğru hareket eden, en temel düzeyde bakıldığında güvenilir olan varlıklardır.

Birey, yaşamının ve davranışlarının sorumluluğunu alabilir.

Birey, kendini anlama ve kendi yolunu çizme kapasitesine sahip, yapıcı değişiklikler ortaya koyabilecek, etkili ve üretici yaşam sürdürebilecek yetenektedir.

(6)

Yaşantı Gerçekleştirme Eğilimi

Organizmik Değerlendirme

Süreci Benlik/Kendilik

Kendini

Gerçekleştirme Eğilimi

Olumu Saygı ve Kendine Saygı

İhtiyacı

Değerli Olma

Koşulları

(7)

Yaşantı, bir isim olarak ele alındığında, belli bir anda bireyin içinde olup biten her şeyi ifade etmektedir.

Yaşantı terimi, bir fiil olarak ele alındığında ise kişinin kendi içinde ve etrafında ne olduğu, “o anda olan duyusal veya fizyolojik olaylar” (Rogers, 1959, s. 197), bir

algılama süreci olarak kullanılmaktadır.

İnsanlar gelişebilmek için organizmalarına iyi gelen ve zarar veren yaşantıları ayırt edebilmelidir.

İnsan, sosyal kurallar nedeniyle yaşantılarının özellikle duygu ile ilişkili yönlerini bastırma, inkar etme ve çarpıtma eğilimindedir. Ancak yaşantı ne kadar

çarpıtılmadan veya kesintiye uğramadan yaşanırsa bireyin işlevselliği o kadar artar.

(8)

En temel insani süreç, gerçekleştirme eğilimidir ki bu da “organizmanın varlığını sürdürmesine veya geliştirmesine hizmet etmek üzere tüm kapasitesini geliştirmek üzere sahip olduğu doğal bir eğilimdir”

(Rogers, 1959, s. 196).

Organizmanın varlığını sürdürmesine ya da geliştirmesine hizmet etmek amacıyla, tüm kapasitesini geliştirmek için sahip olduğu doğal kalıtımsal eğilimdir.

Bu süreç, bireyin biyolojik ve psikolojik gelişimini içerir.

Gelişim, özerklik kazanmaya yöneliktir ve üst düzeydeki karmaşıklığa ulaşmaya doğru ilerleyen bir durumdur.

(9)

Rogers’a göre, insanlar sürekli olarak kendi yaşantılarını değerlendirme süreci içindedir; her bir olayı gelişimlerine katkı sağlama ya da gelişimden uzaklaştırma açısından değerlendirirler.

İnsanlar gelişime katkıda bulunan yaşantılara yönelir, gelişimlerini engelleyici yaşantılardan ise uzakta dururlar.

Bu değerlendirme sürecinin temelinde, gerçekleştirme eğilimi yatar.

Organizmaya özgü değerlendirme süreci, içsel referans noktası tarafından tanımlanır.

İçsel referans noktası, duyusal algılamayla derinlerde hissedilen verilerden ve kişinin buna verdiği değer/anlamdan hareketle, kişinin kendisine özgü bakış noktasından dünyayı görme şeklidir.

Bu süreç esnektir, çünkü belirli nesneler bir an olumlu başka bir an olumsuz algılanabilir.

(10)

Gerçekleştirme eğilimi genel olarak ele alındığında; bunun bir yönü de kişinin kendini gerçekleştirmesi şeklindedir ki, bu da kişinin büyüme ve maksimuma ulaşma özelliğini göstermektedir.

Bireylerin kusursuz olma, özerklik geliştirme ve yaşamına anlam katma isteği ile de açıklanabilir.

Bireyler hasta olmak yerine sağlıklı olmayı, başkalarının kendileri için seçim yapması yerine kendi kararlarını vermekte özgür olmayı ve genel olarak bütün organizmanın en iyi şekilde gelişmesini tercih ederler.

İçteki bu büyüme gücü, iyileşme gücü verir.

(11)

İnsanlar, büyüdükçe ve dünyayı tanıdıkça, bu yaşantılarının bir kısmını

“benim/kendim” olarak etiketlerler.

Kişinin “benim/kendimin” olarak algıladığı tüm yaşantıları ve buna atfettiği değerler benlik kavramı olarak ortaya çıkar.

Örneğin sporda iyi olduğunu keşfetmek, benlik kavramının bir parçası haline gelir; spor yapmak değerli bir şey olarak görülüyorsa, bu kişinin olumlu benlik kavramına katkıda bulunur.

İdeal benlik ise kişinin olmak istediği ve sahip olduğunda kendini çok değerli hissedeceği benliktir.

Rogers’a göre, yaşantılar kişinin benlik kavramıyla tutarlı değilse veya olumsuz bir değere sahipse, kişi bunları algılamakta zorlanır.

(12)
(13)

Tüm insanların olumlu saygıyı, kabulü ve onaylanmayı hissetme

gereksinimi vardır ve bu gereksinimler benlik sistemi ile

ilişkilidir.

Rogers, saygı ihtiyacının doğuştan mı geldiği yoksa öğrenildiği mi konusunda pek net değildir, ancak

benliğin içindeki olumlu saygı ihtiyacının bizim için önemli olan

insanlarla yaşadığımız yaşantılar aracılığıyla öğrenildiğini ifade

etmektedir.

(14)

İnsanlar olumlu saygı ihtiyaçları nedeniyle, kendileri için önemli olan insanların sevgisini almak isterler (Rogers, 1959).

Değerli olma koşulları; bir kimse, onun için önemli olan birisi tarafından bazı

yönlerinin olumlu diğer yönlerinin olumsuz olarak değerlendirildiğini algıladığında ortaya çıkar.

Bu sevgi gereksinimi o kadar yoğundur ki, kişi, kendisi için önemli olan insanlar tarafından kabul edilmeyen, sevilmeyen yönlerini veya yaşantılarının bir kısmını inkar eder.

Değerli olma koşulları başlangıçta dışsaldır, yani başkalarının (özellikle anne babaların) verdiği tepkilerdir, çoğunlukla da sosyal normlara dayalıdır (örn., erkekler ağlamaz, kızlar kızmaz).

Değerli olma koşulları, toplumsal kurallara dayandığından, her zaman gerçekleştirme eğilimiyle tutarlı değildirler.

Hatta bazen gerçekleştirme eğilimi ile ters düşerler.

(15)

Sıklıkla insanlar değer koşullarına bağlı olarak bazı davranışlar sergilemek zorunda kalırlar ve zamanla bu koşulları kendi benliklerinin bir parçası haline getirerek içselleştirirler.

Bu içselleştirme nedeniyle, yaşantılarını kendi organizmasına özgü değerlendirmek yerine, içselleştirdikleri değer koşulları ile tutarlı olacak şekilde değerlendirmeye başlarlar.

Örneğin, çocuk kızgınlık yaşadığında ebeveynleri buna olumsuz tepki verirse, gelecekte kızgınlık yaşantısını inkar etme ya da bastırma eğiliminde olacaktır.

Kızgınlık yaşamaya başladığında, kaygılanmaya başlayacak veya kendini “kötü” hissedecektir; algıladığı benliği ile ideal benliği aynı çizgide tutabilmek için belki de kendisini hiç kızmayan biri olarak görmeye başlayacaktır.

Ancak ebeveynleri çocuğun kızgınlık duygularını yargılamadan kabul ederlerse, o zaman çocuk duygusunu reddetmeye ya da çarpıtmaya gerek duymayacaktır.

(16)

Organizmaya özgü değerlendirme süreçlerini kullanan, bütün duygularıyla yüzleşebilen, yaşantılarında

farkındalığın olmasına izin veren kişidir.

Savunmacı değildir, yeni yaşantılara, deneyimlere açıktır. •Yeni ve eski durumlarla yaratıcı şekilde başa çıkar.

Yaşamının sorumluluğunu alır ve kararlarında içsel bir özgürlüğe sahiptir.

Sosyal sorumluluklarının ve başkalarıyla tutarlı ilişkiler geliştirme gereksiniminin farkındadır. Hem

başkalarının hem de kendi gereksinimlerini anlayabilir.

(17)
(18)

SAĞLIKLI BİR KİŞİ

Tutarlıdır; yani kendilik algısı ile yaşadıkları

tutarlıdır.

Yaşantılara açıktır,

değerlendirme odağı içseldir.

Yaşantılarını organizmasının

gereksinimleri doğrultusunda değerlendirir.

Olumlu bir benlik kavramı

vardır ve kendine karşı koşulsuz saygı

duyar.

(19)

SAĞLIKLI BİR KİŞİ

Yaşantılarını çarpıtmadan

algılar.

Yaratıcıdır ve yaşamında risk

alabilir.

Her zaman için ve hangi kültürde olursa olsun, kendi

gereksinimlerini dengeli bir şekilde

karşılayacak şekilde yapıcı bir

yaşam sürdürür.

Duygularını genelde içinden geldiği gibi ifade

eder.

(20)

İşlev bozukluğu, bireyin kendisi ve yaşantısı arasındaki uyumsuzluktan ortaya çıkar.

Bu kişinin benliği koşulludur, bazı yaşantıları da içselleştirdiği değer koşulları ile tutarlı değildir.

Yaşantılarını değer koşullarına göre değerlendirir.

Kişi koşullu benliği ile tutarsız olan bir yaşantısı olursa, bunu silik, belli belirsiz şekilde algılar.

Bu gibi yaşantılar benliği tehdit eder çünkü kişinin başkalarından olumlu saygı (dolayısıyla kendine olumlu saygı duyma) elde etme yeteneğini zora sokar.

Birbiriyle tutarsız bilgiler kaygıya sebep olur, bunun sonucunda savunmaya geçer, yani yaşantıyı ya inkar eder ya da çarpıtarak algılar.

(21)

Bu kişinin davranışları da tutarsızdır çünkü bazen koşullu benlik tarafından bazen de organizmaya özgü

değerlendirme süreci tarafından yönlendirilirler.

Kişi bu durumda çok kırılgan ve kaygılıdır, çünkü kabul edilebilir

durumda olmayan yaşantılarına karşı sürekli savunma halindedir.

Savunmacılık“nevrotik” olarak

tanımlanan insanların temel özelliğidir.

(22)
(23)

Eğer birey çok tutarsızsa (örn., pek çok yaşantısı benliği tarafından kabul edilmiyorsa) ve tutarsız yaşantıları çok güçlü ve ani ise bireyin benlik yapısı hasar görür ve “psikoz”ortaya çıkar

(24)

Rogers nevrotik ve psikotik terimlerini kullanmasına rağmen geleneksel tanı sistemlerini pek kullanmamıştır.

Nevrotik için savunmaya geçici

Psikoz için alt üst olma

Şeklinde bir sınıflandırma yapmıştır.

Patolojilerin ve psikolojik problemlerin temelinde uyumsuzluk ve tutarsızlık yatar.

(25)

SAVUNMALAR

Belirtiler de dahil olmak üzere savunmacı tepkiler, tehdit edici

yaşantıları farkındalıktan uzaklaştırmak için geliştirilmiştir.

Örneğin, öfkelenince sevilmeyeceğini

düşünen insanlar, öfkelerini inkar edebilir ama baş ağrısı çekebilirler. Baş ağrısı da iyi hissettirmez ama çoğu insan hasta birini daha çok sevebilir.

(26)

Anne babadan algılanan koşullu sevgi arttıkça, patolojinin gelişme olasılığı da artar.

Çünkü çocuk olumlu saygı gereksinimini, anne babasıyla olan yaşantılarından karşılamaya çalışır, anne babanın değerlilik koşulları da zamanla içselleştirilir.

Örneğin, başarılı olmak değerli olmanın koşuluysa, bununla tutarlı yaşantılar doğru şekilde hatırlanırken, buna uymayanlar farkındalıktan uzaklaştırılır.

Örn, tatil zamanları da başarıya indirgenir, gezilen yer, müze sayısı vb.

KOŞULLU SEVGİ

(27)
(28)

Terapinin Doğası

Değerlendirme

Terapötik Atmosfer

Danışan ve Psikoterapist Rolleri

Amaçlar

Terapi Süreci

Tutarlılık

Koşulsuz-olumlu Kabul

Empati

Terapötik Sürecin Aşamaları

Terapötik Teknikler

(29)

Birey merkezli psikoterapide terapist tanı amaçlı değerlendirme yapmaz!!!

Terapi, terapistin danışanın nasıl paylaşmak istiyorsa o şekilde ifade ettiği iç dünyasını anlamaya çalışmasıyla başlar.

İlk görüşme, geçmiş yaşam öyküsünü almak, tanı koymak, danışanın tedavi

edilebilir olup olmadığına bakmak veya terapinin ne kadar süreceğini belirlemek için kullanılmaz.

Rogers, değerlendirme yapmanın ve tanı koymanın danışanı nesneye dönüştürdüğünü ve terapisti terapötik ilişkiden uzaklaştırdığını düşünür.

(30)

Psikoterapistin uzman olduğu fikrini reddeder, terapiyi iki insan arasındaki bir etkileşim olarak görür.

Danışan ve terapist eşitlerdir, terapist danışana kendini arayışında eşlik

etmektedir.

Yol gösterici ya da rehber değildir.

Psikoterapistin rolü danışanın kendi

potansiyelini açığa çıkarabileceği ortamı yaratmaktır.

Danışanın rolü ise olduğu gibi olmaktır.

(31)

Amaç problem ne olursa olsun

aynıdır:

(32)

Terapide, bireyin bağımsızlığı ve bütünlüğü hedeflenir.

Amaç, tutarsızlıktan tutarlılığa doğru ilerlemektir.

Terapinin odağında bireyin getirdiği sorunlar değil, bireyin kendisi vardır.

Terapinin hedefi, yalnızca danışanların sorunlarının çözülmesi değil, gelecekte karşılaşacağı sorunlarla daha iyi başa

çıkabilmeleri için gelişmelerine yardımcı olmaktır.

Terapist, danışan için belirli hedefler seçmez;

onun yerine danışanın kendisine hedefler belirleme kapasitesine sahip olmasını sağlar.

Burada amaç, danışanın potansiyelini tam olarak kullanmasını sağlamaktır.

(33)

Terapist, danışanın “bir şeyler yapmasını”

sağlamak için tasarlanmış belirli teknikleri terapide kullanmaz.

Davranışlarıyla birlikte orada var olduğunu danışana hissettirebilmeyi amaçlar.

Terapist, danışanın

kendisinin de algılayacağı şekilde, en üst düzey

uygun koşulu yaratır.

Bu yolla danışanın

içindeki büyüme eğilimini serbest bırakmasını

sağlamayı hedefler.

“Danışanın değişimi için gerekli ve yeterli koşullar” olarak adlandırılan bu ortamın

temelinde danışan ve terapist arasındaki ilişkiye dayanır.

(34)

1. Danışan ile terapist psikolojik temas içinde olmalıdır.

2. Danışan biraz uyumsuzluk (tutarsızlık), kırılganlık ve kaygı yaşayabilmelidir.

Kaygıya duyarlılık, danışanı terapiye başlamaya ve terapiyi sürdürmeye güdüler.

3. Terapist, terapötik ilişki içinde tutarlı, bütünleşmiş bir yapı sergiler.

4. Terapist, danışanı koşulsuz olarak kabul eder ve saygı duyar.

5. Terapist, danışanın içsel referans

kaynağına empatik olarak yaklaşır ve bunu danışana da iletmeye çalışır.

6. Terapistin danışanla iletişimi, empatik

anlayışına ve koşulsuz kabulüne dayalıdır.

(35)

Terapist ve danışan özgün bireyler olduğu için kurdukları ilişki de özgündür, tedavi rehberiyle tayin edilemez.

Terapi ilişkisi eşitlikçidir.

Danışanlar, terapistin kendilerini kabul ederek dinlediğini fark ettikçe, aşamalı olarak kendilerini kabul ederek dinlemeyi öğrenirler.

Terapistin kendilerine olan ilgisini ve değerini fark ettikçe, kendilerindeki değeri anlamaya başlarlar.

(36)

saydamlık ve içtenlik

(tutarlılık),

koşulsuz

olumlu kabul ve saygı

uygun

empatik

anlayıştır.

(37)

Rogers ilk yayınlarını yaptığı yıllardan bu yana ilişki faktörlerinin önemine dikkat çekmiştir.

Kişisel gelişimi kolaylaştırıyor gibi gözüken “belirli bir ilişki tipi” tanımlanmıştır.

Rogers bu ilişkiyi danışmanlıkta, psikoterapide, öğretmede ve hatta uluslararası barışı korumada çok önemli olarak görür.

Bu ilişkin tipinin kişilik gelişimi için gerekli ve yeterli olduğunu öne sürer.

Carl Rogers (1942) terapötik bir ilişki inşa etmenn terapide terapötik özü ve hatta tamamımını oluşturduğuna inanırdı.

Rogers’ın üç temel koşulu:

1. Uyum

2. Koşulsuz olumlu kabul.

3. Doğru empati.

(38)

Terapist, danışmanlık hizmeti almaya gelen bireye karşı mutlaka açık, net ve dürüst olmalıdır.

Açıklık kavramı, terapistin danışmanlık hizmeti almaya gelen kişiye karşı sadece uzmanlık alanı dahilinde değil aynı zamanda bir insan olarak da gayet açık ve net olmasını

kapsamaktadır.

Açıklık ilkesi kapsamında danışmanlık hizmeti almaya gelen birey, terapistine çok daha kolay açılacaktır.

Buna benzer şekilde terapist de danışmanlık hizmeti almaya gelen bireye karşı asla ve kesinlikle rol yapmamalıdır.

Uyumlu görüşmeciler danışanlarıyla olan ilişkilerinde hakiki, özgün ve sakindir.

Uyumluluk spontanlığı ve dürüstlüğü ima eder.

(39)

• Uzman görünüşünün arkasına gizlenmez ya da kibar sosyal maskeler takmaz.

• Bu durum danışana karşı tipik terapist hareket

davranışlarının yansıtılmasından kaçınılması gerektiği anlamına gelmektedir.

Terapist, kendi

davranışlarını gerçek yaşamında olduğu gibi

sürdürmelidir.

• “Böylece mükemmel olmayan bir insanoğlu, mükemmel olmayan diğer bir insanoğluna terapötik yardımda

bulunabilir”.

Burada önemli olan, terapistin danışanı ile olan etkileşimi sırasında her an için duygularının farkında olması ve orada olmasıdır:

(40)

Uyum ya da içtenlik denince aklınıza birkaç soru gelebilir:

İçtenlik onun hakkında gerçekten ne düşündüğümü danışanın yüzüne doğru söyleyebileceğim anlamına mı gelir?

Eğer bir danışanı cinsel olarak çekici bulursam, “uygun” olup bunu ona söylemeli miyim?

Eğer bir danışana dokunacakmışım gibi hissedersem, devam etmeli ve dokunmalı mıyım? Eğer kendimi kısıtlarsam sahici olmaz mıyım?

Ya bir danışanı ya da yaptığı bir şeyi sevmezsem? Eğer bunu ona söylemezsem uygunsuz mu olurum?

Danışanın potansiyel gelişimine gölge düşürecek bir eylemde bulunmak veya bir açıklama yapmak uygunsuzdur.

Amaç kesinlikle terapistin kendi duygularını ifade etmesi veya söylemesi değildir ancak öncelikle danışanı kendisini aldattığı gibi aldatmamalı.

Aşırı şeffaf olmadan da tutarlı ve bütünleşmiş olabilirsiniz, bazen içsel tepkilerin çok fazla ifade edilmesinin bedeli faydalarından ağır basabilir.

(41)

Tutarlılık

Amaç kesinlikle terapistin kendi

duygularını ifade etmesi veya söylemesi değildir ancak öncelikle danışanı

aldatmamasıdır.

Rogers’a göre, görüşmecinin

sunabileceği en önemli nitelik gerçekten tamamen orda olmak ve danışanı

dinlemeye ve ona yardım etmeye kendini adamaktır.

Genellikle, duygularınızı arkadaşlarınızla veya süpervizörlerinizle tartışmak

duygularınızı doğrudan danışanınızla tartışmaktan daha uygundur.

(42)

Her ne kadar uyumluluk spontanlığı akla getirse de, aşağıdaki yönergelere bağlı kalmak iyi klinik yargıdaki

kendiliğindenliğinizi sertleştirir:

Dürtülerinizi inceleyin. Kendinizi sadece danışanın yararı için mi ifade ediyorsunuz?

Söylemek ya da yapmak istediğinizin

terapötik olup olmadığını gözden geçirin.

Danışanınızın sizin ifadenize olumsuz ya da öngörülemez şekilde herhangi bir tepki verme ihtimali var mı?

İçtenlik aklınıza gelen her şeyi söylemeniz anlamına gelmez. Konuşmayı seçtiğinizde, bunu dürüstlükle ve bütünlükle yaptığınız anlamına gelir.

(43)

“…durum, davranış ya da duygular ne olursa olsun koşulsuz kendilik değeri için samimi bir kabul sunmaktır (Rogers, 1961).»

Olumlu kabul; terapistin danışana karşı beslediği olumlu duygular

Koşulsuz kabul; danışanı yargılamadan kabul etmek

Koşulsuz olumlu kabul terimi danışanların yansız bir şekilde kabulünden daha fazlasını belirtmektedir.

Danışanların özgünlüğüne saygı duyma ve eşsiz farklılıklarını kabul etme

Samimiyet, ilgi, saygı içeren ama yargı içermeyen bir yaklaşıma işaret eder.

Danışanlarının kendi şüphelerini, güvensizliklerini ve zayıflıklarını

keşfetmede yeterince güvende hissedebilmeleri için görüşmecilerin, gerek duydukları olumlu ya da şefkatli duygulardan bahsetmektedir.

Araştırmalar, terapistlerin danışanlarına karşı olumlu duygularının olduğu durumlarda terapinin daha etkili olduğunu göstermektedir

(44)

Kimse danışanları onların kendilerini bildiğinden daha iyi bilemez. Bu

nedenle, görüşmeciler olarak bile, biz danışanları yargılamak için iyi bir pozisyonda değiliz.

Danışanlar hakkında eksiksiz bilgi sahibi olmamız mümkün olsaydı bile, danışanların düşüncelerinin, duygularının veya

davranışlarının iyi ya da kötü niteliklerine karar vermek uygunsuz olurdu.

: “Danışanlarıma koşulsuz olumlu kabulü nasıl ifade edebilirim ya da gösterebilirim?”

Danışanlara olumlu duygularınızı doğrudan dokunarak veya “sizden hoşlandım (ya da sizi sevdim)”, “size değer veriyorum”, “sizi

koşulsuz kabul ediyorum” veya “sizi burada yargılamayacağım” tarzında cümleleri

kullanarak ifade etmekten bahsetmiyoruz.

(45)

Danışanlarınıza olumlu ilgi, kabul ve saygıyı dolaylı bir şekilde nasıl ifade edeceksiniz?

randevuları tutarak, onlara nasıl hitap etmenizi istediklerini sorarak ve onlara bu şekilde hitap etmeyi hatırlayarak, duyarlı ve merhametli bir şekilde dinleyerek duygusal yakınlık ve saygı içeren bir ilişki kurarsınız.

danışanlarınıza kendilerini normalde oldukları gibi ifade etme özgürlüğünü vererek saygı ve kabul aktarırsınız.

danışanın hikayesinin özel kısımlarını duyduğunuzu ve hatırladığınızı göstererek saygı aktarırsınız. Bu genellikle başka sözcüklerle açıklamayı, özetlemeyi ve

bazen yorumlamayı içerir.

danışanınızın duygusal ıstırabına ve zihinsel çelişkilerine şefkatle veya empatiyle tepki vererek, ilgi ve kabul ifade etmiş olursunuz.

(46)

Empati, bireyin bir başka bireyin düşüncelerini ve duygularını anlayabilme yeteneğidir.

terapistin danışmanlık hizmeti almaya gelen bireyin problemlerini onun gözünden görebilme yeteneğine sahip olması gerektiği anlamına gelmektedir.

Empatinin ilk yönü, danışanların sözlü ve sözsüz mesajlarını derinlemesine dinleme yeteneğimizi içerir.

Empatinin ikinci boyutu, tepki verme becerisini içerir.

Anladığımızı ifade etmek, danışanları yargılamadan, olduğu gibi kabul ettiğimizi göstermek için tepki veririz.

Bu, empatik tepki verme olarak adlandırılır.

(47)

Danışanlar yüzeydeki ya da gömülmüş duygularını sözel ve sözel olmayan mesajlarla ifade ettikçe onları kabul etme ve yansıtma.

Danışanların duygusal acılarını nasıl düşündüklerini, onlarla başa

çıktıklarını ve onlara karşı nasıl savunduklarını anlama.

Çeşitli dinleme ve katılım tepkileriyle önemli konuları tartışma ve anlamaya çalışmakla ve danışanın bunları nasıl yaşadığıyla ilgili olduğunuzu gösterme.

(48)
(49)

AŞAMA 1

Birey bu aşamada danışmaya kendi isteğiyle gelmemektedir.

Değişmek gibi bir amacı yoktur, çünkü bir sorunu olduğunu düşünmemektedir.

Duygularını, kendisi için nelerin anlamlı olduğunu bilmez ve bunları sahiplenmez.

Samimi ilişkilerden korkar.

Kendini değil, çevresini konuşma

eğilimindedir. •Katı bir benlik yapısına sahiptir.

(50)

AŞAMA 2

Danışanın konuşmaları hala kendisi hakkında değildir,

sorunları hakkında sorumluluk almaz.

Terapist ile danışan arasında temas kurulması ve danışanın kabul edildiğini hissetmesiyle

ikinci aşamaya geçilir.

(51)

AŞAMA 3

Kendi isteği ile terapiye gelenlerin çoğu bu aşamadadır.

Danışan, kendi yaşantı ve duygularını getirir

ancak bunu yaparken kendisini pek içine katmaz, duygularını ve yaşantılarını tamamen yaşamaz.

Duygularının olduğunu anlar ama buna kötü şeyler olarak bakar.

Benliği hala katıdır, benliğini çok belirsiz bir şekilde kabullenir.

Yaşantıları bakımından çelişkileri olduğunu algılar.

(52)

AŞAMA 4

Danışan daha yoğun duygularını ifade etmeye başlar, ancak bu duyguların çoğu geçmiş yaşantılarıyla ilişkilidir.

Kendisi ve yaşantısı arasındaki

tutarsızlığın farkına varmaya ve sorunları ile ilgili sorumluluk almaya başlar.

İçinde bulunulan ana ilişkin duyguları arada sırada kendini gösterir ancak bu ana ilişkin duyguları yaşamak

ürkütücüdür, onları kabullenmede zorlanır.

(53)

AŞAMA 5

Danışanın organizmik akışa göre hareket etme rahatlığı artar.

Duygularını yaşar ve yaşadığı gibi ifade eder ama hala korkuları

vardır. Ortaya çıkan yeni

duygulara bazen çok şaşırabilir.

Kendisinin içsel bir referans

çerçevesinin olduğunu hissetmeye

başlar.

(54)

AŞAMA 6

Rogers bu aşamayı çok ayrıcalıklı ve çoğunlukla çarpıcı bir aşama olarak kabul eder.

Danışan daha önce takılıp kalmış olduğu duygularını “anında ve dolu dolu” yaşar.

Danışan artık duygularını tamamen kabul etmektedir, duygusu kendisinin olmaya başlar. Anı yaşamak denen şey budur.

Bireyin nasıl olması gerektiğine dikkat etmesine ilişkin farkındalığı azalmıştır.

Benlik ve yaşantı arasındaki tutarsızlık bilinçte anlamlandırılır ve böylece tutarlı hale dönüştürülür. Danışan, temelde değer

koşulları nedeniyle reddettiği bir yönünü kendisi olarak yaşar.

Rogers’a göre birey, bir kere bunu yaşadıysa artık bunun geri dönüşü yoktur.

(55)

AŞAMA 7

Kendine güvenmeyi öğrenen danışan, temelde organizmasına özgü olan değerlendirme sürecini yaşamında kullanmaya başlar.

Değer koşulları, kendisinin olanlarla yer

değiştirmiştir. İlişkilerinde içten, rahat, tutarlı ve açıktır.

Her danışan bu aşamaya ulaşamaz.

Rogers, birinci aşamadan 7. aşamaya gelmenin yıllar alacağını, böyle bir değişimin de nadir görüldüğünü söyler.

Danışanlar genelde 2. aşamada gelir, 4. aşamada da ayrılırlar. Danışan ve danışman bu kadarının yeterli olduğu konusunda anlaşabilirler.

(56)
(57)

Birey merkezli terapide yansıtma dışında bir teknik bulunmamaktadır!

Aslında, bizim tipik olarak teknik dediğimiz şeyler (danışana meydan okuma, yorum yapma ve bunun gibi bazı şeyler), bunlar danışanın yaşantısının ne olduğunu bulmasına, böylece de çözüme

ulaşmasını yol açmak için kullanılmamaktadır.

Temel teknik duygu yansıtmasıdır.

Terapinin bu yönü, en önemli zayıflığı olarak görülür.

(58)

ÖZETLE…

Birey Merkezli Terapi insana iyimser bir bakış açısıyla bakar.

Psikoterapistler değerlendirme ve tanılama yapmazlar.

Sadece değişim için uygun atmosferi sağlamak görevleridir.

(59)

Corey, G. (2015). Psikolojik Danışma Kuram ve Uygulamaları. Çev. Tuncay Ergene.

Mentis Yayıncılık, Ankara.

Murdock, N. L. (2009). Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları. Çev. Ed.: Füsun Akkoyun. Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara

Referanslar

Benzer Belgeler

• Her cinsel karşılaşmada ya da neredeyse her cinsel karşılaşmada (yaklaşık %75-100’ünde) cinsel etkinlik sırasında, cinsel organlarda ya da cinsel organların dışında

sınıflarda tekrar Sosyal Bilgiler dersi olarak okutulmaya başlanmıştır (Safran, 2015). Okullardaki Sosyal Bilgiler öğretiminin daha iyi olması noktasında bu dersin

Şiddet deneyimi nedeniyle 1 sığınmaevinde kalan kadınlara yönelik yapılan bazı çalışmalar, kadınların hem diğer kadınlarla hem de sığınmaevi çalışanları

• Duyu-motor korteksleri etrafında ve arasında kalan beyin kabuğu kısmına bağlantı kurucu korteks adı verilir.. Yeni öğrenilen davranıĢlar ve bilgilerle eski

• Dış görünüş, davranış ya da psikomotor aktiviteler, değerlendiriciye karşı tutum, duygulanım ve duygudurum, konuşma ve düşünce, algı bozuklukları, yönelim ve

Araştırmanın sonuçlarına bakıldığında bağlanma boyutlarından kaygı ile sürekli öfke ve öfke ifade tarzlarından içte tutulan öfke arasında pozitif yönde anlamlı

gelecekte sahip olabilecekleri eşyalar için düşünmeye çok fazla zaman harcarlar; yeni eşyalar edinmek için de yoğun biçimde çaba sarf ederler ve bu çaba, OKB’de gözlenen

• Öğrencilerin bir konu üzerinde olumlu veya olumsuz yanlarıyla tarafız bir şekilde değerlendirerek çözüm üretme becerilerini geliştirmek amacıyla yapılan