Dr. Öğr. Üyesi Elif Ünal Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Psikoloji Bölümü
▪ Hümanistik Psikolojinin öncülerinden olan Carl Rogers, 1940lı yıllarda Birey Merkezli Terapi (person/client-centered therapy)’yi bu teori ile ilgili kavramlar üzerinde değerlendirmiştir.
▪ Rogers hem kuram geliştirme hem de uygulamayı şekillendirme açısından bir devrimci olarak değerlendirilebilir.
▪ İNSAN DOĞASI İYİDİR!
▪ İnsan kendi haline bırakılırsa, kendi
kapasitesi ile yoluna gidecektir ve diğer kuramların varsaydığı hiçbir olumsuz eğilimi (örn., Freud’ın saldırganlık kuramı) ortaya çıkarmayacaktır.
▪ İnsanlar bazen yıkıcı ya da anti sosyal davranışlar gösterebilir, ancak bu
davranışlar çevre ile etkileşimlerinin bir ürünüdür, kişinin psişik yapısından
kaynaklı değildir.
▪ Bireyi merkeze alan kuramcılara göre, insanların davranışlarını güdüleyen tek şey onların tüm potansiyellerini yapıcı ve olumlu bir şekilde geliştirme eğilimleridir.
▪ İnsan davranışları, doğuştan gelen bir içsel büyüme ve gelişme gereksiniminin sonucu olarak ortaya çıkar.
▪ Her birey kendi içinde gelişme ve daha iyi insan olma kaynağına sahiptir.
▪ İnsanlar, işbirlikçi ilişkiler kurmaya ve gelişmeye eğilimli, bağımlılıktan bağımsızlığa doğru hareket eden, en temel düzeyde bakıldığında güvenilir olan varlıklardır.
▪ Birey, yaşamının ve davranışlarının sorumluluğunu alabilir.
▪ Birey, kendini anlama ve kendi yolunu çizme kapasitesine sahip, yapıcı değişiklikler ortaya koyabilecek, etkili ve üretici yaşam sürdürebilecek yetenektedir.
Yaşantı Gerçekleştirme Eğilimi
Organizmik Değerlendirme
Süreci Benlik/Kendilik
Kendini
Gerçekleştirme Eğilimi
Olumu Saygı ve Kendine Saygı
İhtiyacı
Değerli Olma
Koşulları
Yaşantı, bir isim olarak ele alındığında, belli bir anda bireyin içinde olup biten her şeyi ifade etmektedir.
Yaşantı terimi, bir fiil olarak ele alındığında ise kişinin kendi içinde ve etrafında ne olduğu, “o anda olan duyusal veya fizyolojik olaylar” (Rogers, 1959, s. 197), bir
algılama süreci olarak kullanılmaktadır.
İnsanlar gelişebilmek için organizmalarına iyi gelen ve zarar veren yaşantıları ayırt edebilmelidir.
İnsan, sosyal kurallar nedeniyle yaşantılarının özellikle duygu ile ilişkili yönlerini bastırma, inkar etme ve çarpıtma eğilimindedir. Ancak yaşantı ne kadar
çarpıtılmadan veya kesintiye uğramadan yaşanırsa bireyin işlevselliği o kadar artar.
En temel insani süreç, gerçekleştirme eğilimidir ki bu da “organizmanın varlığını sürdürmesine veya geliştirmesine hizmet etmek üzere tüm kapasitesini geliştirmek üzere sahip olduğu doğal bir eğilimdir”
(Rogers, 1959, s. 196).
Organizmanın varlığını sürdürmesine ya da geliştirmesine hizmet etmek amacıyla, tüm kapasitesini geliştirmek için sahip olduğu doğal kalıtımsal eğilimdir.
Bu süreç, bireyin biyolojik ve psikolojik gelişimini içerir.
Gelişim, özerklik kazanmaya yöneliktir ve üst düzeydeki karmaşıklığa ulaşmaya doğru ilerleyen bir durumdur.
Rogers’a göre, insanlar sürekli olarak kendi yaşantılarını değerlendirme süreci içindedir; her bir olayı gelişimlerine katkı sağlama ya da gelişimden uzaklaştırma açısından değerlendirirler.
İnsanlar gelişime katkıda bulunan yaşantılara yönelir, gelişimlerini engelleyici yaşantılardan ise uzakta dururlar.
Bu değerlendirme sürecinin temelinde, gerçekleştirme eğilimi yatar.
Organizmaya özgü değerlendirme süreci, içsel referans noktası tarafından tanımlanır.
İçsel referans noktası, duyusal algılamayla derinlerde hissedilen verilerden ve kişinin buna verdiği değer/anlamdan hareketle, kişinin kendisine özgü bakış noktasından dünyayı görme şeklidir.
Bu süreç esnektir, çünkü belirli nesneler bir an olumlu başka bir an olumsuz algılanabilir.
▪ Gerçekleştirme eğilimi genel olarak ele alındığında; bunun bir yönü de kişinin kendini gerçekleştirmesi şeklindedir ki, bu da kişinin büyüme ve maksimuma ulaşma özelliğini göstermektedir.
▪ Bireylerin kusursuz olma, özerklik geliştirme ve yaşamına anlam katma isteği ile de açıklanabilir.
▪ Bireyler hasta olmak yerine sağlıklı olmayı, başkalarının kendileri için seçim yapması yerine kendi kararlarını vermekte özgür olmayı ve genel olarak bütün organizmanın en iyi şekilde gelişmesini tercih ederler.
▪ İçteki bu büyüme gücü, iyileşme gücü verir.
▪ İnsanlar, büyüdükçe ve dünyayı tanıdıkça, bu yaşantılarının bir kısmını
“benim/kendim” olarak etiketlerler.
▪ Kişinin “benim/kendimin” olarak algıladığı tüm yaşantıları ve buna atfettiği değerler benlik kavramı olarak ortaya çıkar.
▪ Örneğin sporda iyi olduğunu keşfetmek, benlik kavramının bir parçası haline gelir; spor yapmak değerli bir şey olarak görülüyorsa, bu kişinin olumlu benlik kavramına katkıda bulunur.
▪ İdeal benlik ise kişinin olmak istediği ve sahip olduğunda kendini çok değerli hissedeceği benliktir.
▪ Rogers’a göre, yaşantılar kişinin benlik kavramıyla tutarlı değilse veya olumsuz bir değere sahipse, kişi bunları algılamakta zorlanır.
Tüm insanların olumlu saygıyı, kabulü ve onaylanmayı hissetme
gereksinimi vardır ve bu gereksinimler benlik sistemi ile
ilişkilidir.
Rogers, saygı ihtiyacının doğuştan mı geldiği yoksa öğrenildiği mi konusunda pek net değildir, ancak
benliğin içindeki olumlu saygı ihtiyacının bizim için önemli olan
insanlarla yaşadığımız yaşantılar aracılığıyla öğrenildiğini ifade
etmektedir.
▪ İnsanlar olumlu saygı ihtiyaçları nedeniyle, kendileri için önemli olan insanların sevgisini almak isterler (Rogers, 1959).
▪ Değerli olma koşulları; bir kimse, onun için önemli olan birisi tarafından bazı
yönlerinin olumlu diğer yönlerinin olumsuz olarak değerlendirildiğini algıladığında ortaya çıkar.
▪ Bu sevgi gereksinimi o kadar yoğundur ki, kişi, kendisi için önemli olan insanlar tarafından kabul edilmeyen, sevilmeyen yönlerini veya yaşantılarının bir kısmını inkar eder.
▪ Değerli olma koşulları başlangıçta dışsaldır, yani başkalarının (özellikle anne babaların) verdiği tepkilerdir, çoğunlukla da sosyal normlara dayalıdır (örn., erkekler ağlamaz, kızlar kızmaz).
▪ Değerli olma koşulları, toplumsal kurallara dayandığından, her zaman gerçekleştirme eğilimiyle tutarlı değildirler.
▪ Hatta bazen gerçekleştirme eğilimi ile ters düşerler.
Sıklıkla insanlar değer koşullarına bağlı olarak bazı davranışlar sergilemek zorunda kalırlar ve zamanla bu koşulları kendi benliklerinin bir parçası haline getirerek içselleştirirler.
Bu içselleştirme nedeniyle, yaşantılarını kendi organizmasına özgü değerlendirmek yerine, içselleştirdikleri değer koşulları ile tutarlı olacak şekilde değerlendirmeye başlarlar.
Örneğin, çocuk kızgınlık yaşadığında ebeveynleri buna olumsuz tepki verirse, gelecekte kızgınlık yaşantısını inkar etme ya da bastırma eğiliminde olacaktır.
Kızgınlık yaşamaya başladığında, kaygılanmaya başlayacak veya kendini “kötü” hissedecektir; algıladığı benliği ile ideal benliği aynı çizgide tutabilmek için belki de kendisini hiç kızmayan biri olarak görmeye başlayacaktır.
Ancak ebeveynleri çocuğun kızgınlık duygularını yargılamadan kabul ederlerse, o zaman çocuk duygusunu reddetmeye ya da çarpıtmaya gerek duymayacaktır.
▪ Organizmaya özgü değerlendirme süreçlerini kullanan, bütün duygularıyla yüzleşebilen, yaşantılarında
farkındalığın olmasına izin veren kişidir.
▪ Savunmacı değildir, yeni yaşantılara, deneyimlere açıktır. •Yeni ve eski durumlarla yaratıcı şekilde başa çıkar.
▪ Yaşamının sorumluluğunu alır ve kararlarında içsel bir özgürlüğe sahiptir.
▪ Sosyal sorumluluklarının ve başkalarıyla tutarlı ilişkiler geliştirme gereksiniminin farkındadır. Hem
başkalarının hem de kendi gereksinimlerini anlayabilir.
SAĞLIKLI BİR KİŞİ
Tutarlıdır; yani kendilik algısı ile yaşadıkları
tutarlıdır.
Yaşantılara açıktır,
değerlendirme odağı içseldir.
Yaşantılarını organizmasının
gereksinimleri doğrultusunda değerlendirir.
Olumlu bir benlik kavramı
vardır ve kendine karşı koşulsuz saygı
duyar.
SAĞLIKLI BİR KİŞİ
Yaşantılarını çarpıtmadan
algılar.
Yaratıcıdır ve yaşamında risk
alabilir.
Her zaman için ve hangi kültürde olursa olsun, kendi
gereksinimlerini dengeli bir şekilde
karşılayacak şekilde yapıcı bir
yaşam sürdürür.
Duygularını genelde içinden geldiği gibi ifade
eder.
▪ İşlev bozukluğu, bireyin kendisi ve yaşantısı arasındaki uyumsuzluktan ortaya çıkar.
▪ Bu kişinin benliği koşulludur, bazı yaşantıları da içselleştirdiği değer koşulları ile tutarlı değildir.
▪ Yaşantılarını değer koşullarına göre değerlendirir.
▪ Kişi koşullu benliği ile tutarsız olan bir yaşantısı olursa, bunu silik, belli belirsiz şekilde algılar.
▪ Bu gibi yaşantılar benliği tehdit eder çünkü kişinin başkalarından olumlu saygı (dolayısıyla kendine olumlu saygı duyma) elde etme yeteneğini zora sokar.
▪ Birbiriyle tutarsız bilgiler kaygıya sebep olur, bunun sonucunda savunmaya geçer, yani yaşantıyı ya inkar eder ya da çarpıtarak algılar.
Bu kişinin davranışları da tutarsızdır çünkü bazen koşullu benlik tarafından bazen de organizmaya özgü
değerlendirme süreci tarafından yönlendirilirler.
Kişi bu durumda çok kırılgan ve kaygılıdır, çünkü kabul edilebilir
durumda olmayan yaşantılarına karşı sürekli savunma halindedir.
Savunmacılık“nevrotik” olarak
tanımlanan insanların temel özelliğidir.
▪ Eğer birey çok tutarsızsa (örn., pek çok yaşantısı benliği tarafından kabul edilmiyorsa) ve tutarsız yaşantıları çok güçlü ve ani ise bireyin benlik yapısı hasar görür ve “psikoz”ortaya çıkar
▪ Rogers nevrotik ve psikotik terimlerini kullanmasına rağmen geleneksel tanı sistemlerini pek kullanmamıştır.
▪ Nevrotik için savunmaya geçici
▪ Psikoz için alt üst olma
▪ Şeklinde bir sınıflandırma yapmıştır.
▪ Patolojilerin ve psikolojik problemlerin temelinde uyumsuzluk ve tutarsızlık yatar.
SAVUNMALAR
▪ Belirtiler de dahil olmak üzere savunmacı tepkiler, tehdit edici
yaşantıları farkındalıktan uzaklaştırmak için geliştirilmiştir.
▪ Örneğin, öfkelenince sevilmeyeceğini
düşünen insanlar, öfkelerini inkar edebilir ama baş ağrısı çekebilirler. Baş ağrısı da iyi hissettirmez ama çoğu insan hasta birini daha çok sevebilir.
▪ Anne babadan algılanan koşullu sevgi arttıkça, patolojinin gelişme olasılığı da artar.
▪ Çünkü çocuk olumlu saygı gereksinimini, anne babasıyla olan yaşantılarından karşılamaya çalışır, anne babanın değerlilik koşulları da zamanla içselleştirilir.
▪ Örneğin, başarılı olmak değerli olmanın koşuluysa, bununla tutarlı yaşantılar doğru şekilde hatırlanırken, buna uymayanlar farkındalıktan uzaklaştırılır.
▪ Örn, tatil zamanları da başarıya indirgenir, gezilen yer, müze sayısı vb.
KOŞULLU SEVGİ
▪ Terapinin Doğası
▪ Değerlendirme
▪ Terapötik Atmosfer
▪ Danışan ve Psikoterapist Rolleri
▪ Amaçlar
▪ Terapi Süreci
▪ Tutarlılık
▪ Koşulsuz-olumlu Kabul
▪ Empati
▪ Terapötik Sürecin Aşamaları
▪ Terapötik Teknikler
▪ Birey merkezli psikoterapide terapist tanı amaçlı değerlendirme yapmaz!!!
▪ Terapi, terapistin danışanın nasıl paylaşmak istiyorsa o şekilde ifade ettiği iç dünyasını anlamaya çalışmasıyla başlar.
▪ İlk görüşme, geçmiş yaşam öyküsünü almak, tanı koymak, danışanın tedavi
edilebilir olup olmadığına bakmak veya terapinin ne kadar süreceğini belirlemek için kullanılmaz.
▪ Rogers, değerlendirme yapmanın ve tanı koymanın danışanı nesneye dönüştürdüğünü ve terapisti terapötik ilişkiden uzaklaştırdığını düşünür.
▪ Psikoterapistin uzman olduğu fikrini reddeder, terapiyi iki insan arasındaki bir etkileşim olarak görür.
▪ Danışan ve terapist eşitlerdir, terapist danışana kendini arayışında eşlik
etmektedir.
▪ Yol gösterici ya da rehber değildir.
▪ Psikoterapistin rolü danışanın kendi
potansiyelini açığa çıkarabileceği ortamı yaratmaktır.
▪ Danışanın rolü ise olduğu gibi olmaktır.
Amaç problem ne olursa olsun
aynıdır:
▪ Terapide, bireyin bağımsızlığı ve bütünlüğü hedeflenir.
▪ Amaç, tutarsızlıktan tutarlılığa doğru ilerlemektir.
▪ Terapinin odağında bireyin getirdiği sorunlar değil, bireyin kendisi vardır.
▪ Terapinin hedefi, yalnızca danışanların sorunlarının çözülmesi değil, gelecekte karşılaşacağı sorunlarla daha iyi başa
çıkabilmeleri için gelişmelerine yardımcı olmaktır.
▪ Terapist, danışan için belirli hedefler seçmez;
onun yerine danışanın kendisine hedefler belirleme kapasitesine sahip olmasını sağlar.
▪ Burada amaç, danışanın potansiyelini tam olarak kullanmasını sağlamaktır.
Terapist, danışanın “bir şeyler yapmasını”
sağlamak için tasarlanmış belirli teknikleri terapide kullanmaz.
Davranışlarıyla birlikte orada var olduğunu danışana hissettirebilmeyi amaçlar.
Terapist, danışanın
kendisinin de algılayacağı şekilde, en üst düzey
uygun koşulu yaratır.
Bu yolla danışanın
içindeki büyüme eğilimini serbest bırakmasını
sağlamayı hedefler.
“Danışanın değişimi için gerekli ve yeterli koşullar” olarak adlandırılan bu ortamın
temelinde danışan ve terapist arasındaki ilişkiye dayanır.
1. Danışan ile terapist psikolojik temas içinde olmalıdır.
2. Danışan biraz uyumsuzluk (tutarsızlık), kırılganlık ve kaygı yaşayabilmelidir.
Kaygıya duyarlılık, danışanı terapiye başlamaya ve terapiyi sürdürmeye güdüler.
3. Terapist, terapötik ilişki içinde tutarlı, bütünleşmiş bir yapı sergiler.
4. Terapist, danışanı koşulsuz olarak kabul eder ve saygı duyar.
5. Terapist, danışanın içsel referans
kaynağına empatik olarak yaklaşır ve bunu danışana da iletmeye çalışır.
6. Terapistin danışanla iletişimi, empatik
anlayışına ve koşulsuz kabulüne dayalıdır.
▪ Terapist ve danışan özgün bireyler olduğu için kurdukları ilişki de özgündür, tedavi rehberiyle tayin edilemez.
▪ Terapi ilişkisi eşitlikçidir.
▪ Danışanlar, terapistin kendilerini kabul ederek dinlediğini fark ettikçe, aşamalı olarak kendilerini kabul ederek dinlemeyi öğrenirler.
▪ Terapistin kendilerine olan ilgisini ve değerini fark ettikçe, kendilerindeki değeri anlamaya başlarlar.
saydamlık ve içtenlik
(tutarlılık),
koşulsuz
olumlu kabul ve saygı
uygun
empatik
anlayıştır.
▪ Rogers ilk yayınlarını yaptığı yıllardan bu yana ilişki faktörlerinin önemine dikkat çekmiştir.
▪ Kişisel gelişimi kolaylaştırıyor gibi gözüken “belirli bir ilişki tipi” tanımlanmıştır.
▪ Rogers bu ilişkiyi danışmanlıkta, psikoterapide, öğretmede ve hatta uluslararası barışı korumada çok önemli olarak görür.
▪ Bu ilişkin tipinin kişilik gelişimi için gerekli ve yeterli olduğunu öne sürer.
▪
Carl Rogers (1942) terapötik bir ilişki inşa etmenn terapide terapötik özü ve hatta tamamımını oluşturduğuna inanırdı.
▪
Rogers’ın üç temel koşulu:
1. Uyum
2. Koşulsuz olumlu kabul.
3. Doğru empati.
▪ Terapist, danışmanlık hizmeti almaya gelen bireye karşı mutlaka açık, net ve dürüst olmalıdır.
▪ Açıklık kavramı, terapistin danışmanlık hizmeti almaya gelen kişiye karşı sadece uzmanlık alanı dahilinde değil aynı zamanda bir insan olarak da gayet açık ve net olmasını
kapsamaktadır.
▪ Açıklık ilkesi kapsamında danışmanlık hizmeti almaya gelen birey, terapistine çok daha kolay açılacaktır.
▪ Buna benzer şekilde terapist de danışmanlık hizmeti almaya gelen bireye karşı asla ve kesinlikle rol yapmamalıdır.
▪ Uyumlu görüşmeciler danışanlarıyla olan ilişkilerinde hakiki, özgün ve sakindir.
▪ Uyumluluk spontanlığı ve dürüstlüğü ima eder.
• Uzman görünüşünün arkasına gizlenmez ya da kibar sosyal maskeler takmaz.
• Bu durum danışana karşı tipik terapist hareket
davranışlarının yansıtılmasından kaçınılması gerektiği anlamına gelmektedir.
Terapist, kendi
davranışlarını gerçek yaşamında olduğu gibi
sürdürmelidir.
• “Böylece mükemmel olmayan bir insanoğlu, mükemmel olmayan diğer bir insanoğluna terapötik yardımda
bulunabilir”.
Burada önemli olan, terapistin danışanı ile olan etkileşimi sırasında her an için duygularının farkında olması ve orada olmasıdır:
▪ Uyum ya da içtenlik denince aklınıza birkaç soru gelebilir:
▪ İçtenlik onun hakkında gerçekten ne düşündüğümü danışanın yüzüne doğru söyleyebileceğim anlamına mı gelir?
▪ Eğer bir danışanı cinsel olarak çekici bulursam, “uygun” olup bunu ona söylemeli miyim?
▪ Eğer bir danışana dokunacakmışım gibi hissedersem, devam etmeli ve dokunmalı mıyım? Eğer kendimi kısıtlarsam sahici olmaz mıyım?
▪ Ya bir danışanı ya da yaptığı bir şeyi sevmezsem? Eğer bunu ona söylemezsem uygunsuz mu olurum?
▪ Danışanın potansiyel gelişimine gölge düşürecek bir eylemde bulunmak veya bir açıklama yapmak uygunsuzdur.
▪ Amaç kesinlikle terapistin kendi duygularını ifade etmesi veya söylemesi değildir ancak öncelikle danışanı kendisini aldattığı gibi aldatmamalı.
▪ Aşırı şeffaf olmadan da tutarlı ve bütünleşmiş olabilirsiniz, bazen içsel tepkilerin çok fazla ifade edilmesinin bedeli faydalarından ağır basabilir.
Tutarlılık
Amaç kesinlikle terapistin kendi
duygularını ifade etmesi veya söylemesi değildir ancak öncelikle danışanı
aldatmamasıdır.
Rogers’a göre, görüşmecinin
sunabileceği en önemli nitelik gerçekten tamamen orda olmak ve danışanı
dinlemeye ve ona yardım etmeye kendini adamaktır.
Genellikle, duygularınızı arkadaşlarınızla veya süpervizörlerinizle tartışmak
duygularınızı doğrudan danışanınızla tartışmaktan daha uygundur.
▪ Her ne kadar uyumluluk spontanlığı akla getirse de, aşağıdaki yönergelere bağlı kalmak iyi klinik yargıdaki
kendiliğindenliğinizi sertleştirir:
▪ Dürtülerinizi inceleyin. Kendinizi sadece danışanın yararı için mi ifade ediyorsunuz?
▪ Söylemek ya da yapmak istediğinizin
terapötik olup olmadığını gözden geçirin.
Danışanınızın sizin ifadenize olumsuz ya da öngörülemez şekilde herhangi bir tepki verme ihtimali var mı?
▪ İçtenlik aklınıza gelen her şeyi söylemeniz anlamına gelmez. Konuşmayı seçtiğinizde, bunu dürüstlükle ve bütünlükle yaptığınız anlamına gelir.
▪
“…durum, davranış ya da duygular ne olursa olsun koşulsuz kendilik değeri için samimi bir kabul sunmaktır (Rogers, 1961).»
▪
Olumlu kabul; terapistin danışana karşı beslediği olumlu duygular
▪
Koşulsuz kabul; danışanı yargılamadan kabul etmek
▪
Koşulsuz olumlu kabul terimi danışanların yansız bir şekilde kabulünden daha fazlasını belirtmektedir.
▪
Danışanların özgünlüğüne saygı duyma ve eşsiz farklılıklarını kabul etme
▪
Samimiyet, ilgi, saygı içeren ama yargı içermeyen bir yaklaşıma işaret eder.
▪
Danışanlarının kendi şüphelerini, güvensizliklerini ve zayıflıklarını
keşfetmede yeterince güvende hissedebilmeleri için görüşmecilerin, gerek duydukları olumlu ya da şefkatli duygulardan bahsetmektedir.
▪ Araştırmalar, terapistlerin danışanlarına karşı olumlu duygularının olduğu durumlarda terapinin daha etkili olduğunu göstermektedir
Kimse danışanları onların kendilerini bildiğinden daha iyi bilemez. Bu
nedenle, görüşmeciler olarak bile, biz danışanları yargılamak için iyi bir pozisyonda değiliz.
Danışanlar hakkında eksiksiz bilgi sahibi olmamız mümkün olsaydı bile, danışanların düşüncelerinin, duygularının veya
davranışlarının iyi ya da kötü niteliklerine karar vermek uygunsuz olurdu.
: “Danışanlarıma koşulsuz olumlu kabulü nasıl ifade edebilirim ya da gösterebilirim?”
Danışanlara olumlu duygularınızı doğrudan dokunarak veya “sizden hoşlandım (ya da sizi sevdim)”, “size değer veriyorum”, “sizi
koşulsuz kabul ediyorum” veya “sizi burada yargılamayacağım” tarzında cümleleri
kullanarak ifade etmekten bahsetmiyoruz.
▪
Danışanlarınıza olumlu ilgi, kabul ve saygıyı dolaylı bir şekilde nasıl ifade edeceksiniz?
▪ randevuları tutarak, onlara nasıl hitap etmenizi istediklerini sorarak ve onlara bu şekilde hitap etmeyi hatırlayarak, duyarlı ve merhametli bir şekilde dinleyerek duygusal yakınlık ve saygı içeren bir ilişki kurarsınız.
▪ danışanlarınıza kendilerini normalde oldukları gibi ifade etme özgürlüğünü vererek saygı ve kabul aktarırsınız.
▪ danışanın hikayesinin özel kısımlarını duyduğunuzu ve hatırladığınızı göstererek saygı aktarırsınız. Bu genellikle başka sözcüklerle açıklamayı, özetlemeyi ve
bazen yorumlamayı içerir.
▪ danışanınızın duygusal ıstırabına ve zihinsel çelişkilerine şefkatle veya empatiyle tepki vererek, ilgi ve kabul ifade etmiş olursunuz.
▪ Empati, bireyin bir başka bireyin düşüncelerini ve duygularını anlayabilme yeteneğidir.
▪ terapistin danışmanlık hizmeti almaya gelen bireyin problemlerini onun gözünden görebilme yeteneğine sahip olması gerektiği anlamına gelmektedir.
▪ Empatinin ilk yönü, danışanların sözlü ve sözsüz mesajlarını derinlemesine dinleme yeteneğimizi içerir.
▪ Empatinin ikinci boyutu, tepki verme becerisini içerir.
▪ Anladığımızı ifade etmek, danışanları yargılamadan, olduğu gibi kabul ettiğimizi göstermek için tepki veririz.
▪ Bu, empatik tepki verme olarak adlandırılır.
Danışanlar yüzeydeki ya da gömülmüş duygularını sözel ve sözel olmayan mesajlarla ifade ettikçe onları kabul etme ve yansıtma.
Danışanların duygusal acılarını nasıl düşündüklerini, onlarla başa
çıktıklarını ve onlara karşı nasıl savunduklarını anlama.
Çeşitli dinleme ve katılım tepkileriyle önemli konuları tartışma ve anlamaya çalışmakla ve danışanın bunları nasıl yaşadığıyla ilgili olduğunuzu gösterme.
AŞAMA 1
▪ Birey bu aşamada danışmaya kendi isteğiyle gelmemektedir.
▪ Değişmek gibi bir amacı yoktur, çünkü bir sorunu olduğunu düşünmemektedir.
▪ Duygularını, kendisi için nelerin anlamlı olduğunu bilmez ve bunları sahiplenmez.
▪ Samimi ilişkilerden korkar.
▪ Kendini değil, çevresini konuşma
eğilimindedir. •Katı bir benlik yapısına sahiptir.
AŞAMA 2
Danışanın konuşmaları hala kendisi hakkında değildir,
sorunları hakkında sorumluluk almaz.
Terapist ile danışan arasında temas kurulması ve danışanın kabul edildiğini hissetmesiyle
ikinci aşamaya geçilir.
AŞAMA 3
Kendi isteği ile terapiye gelenlerin çoğu bu aşamadadır.
Danışan, kendi yaşantı ve duygularını getirir
ancak bunu yaparken kendisini pek içine katmaz, duygularını ve yaşantılarını tamamen yaşamaz.
Duygularının olduğunu anlar ama buna kötü şeyler olarak bakar.
Benliği hala katıdır, benliğini çok belirsiz bir şekilde kabullenir.
Yaşantıları bakımından çelişkileri olduğunu algılar.
AŞAMA 4
Danışan daha yoğun duygularını ifade etmeye başlar, ancak bu duyguların çoğu geçmiş yaşantılarıyla ilişkilidir.
Kendisi ve yaşantısı arasındaki
tutarsızlığın farkına varmaya ve sorunları ile ilgili sorumluluk almaya başlar.
İçinde bulunulan ana ilişkin duyguları arada sırada kendini gösterir ancak bu ana ilişkin duyguları yaşamak
ürkütücüdür, onları kabullenmede zorlanır.
AŞAMA 5
Danışanın organizmik akışa göre hareket etme rahatlığı artar.
Duygularını yaşar ve yaşadığı gibi ifade eder ama hala korkuları
vardır. Ortaya çıkan yeni
duygulara bazen çok şaşırabilir.
Kendisinin içsel bir referans
çerçevesinin olduğunu hissetmeye
başlar.
AŞAMA 6
Rogers bu aşamayı çok ayrıcalıklı ve çoğunlukla çarpıcı bir aşama olarak kabul eder.
Danışan daha önce takılıp kalmış olduğu duygularını “anında ve dolu dolu” yaşar.
Danışan artık duygularını tamamen kabul etmektedir, duygusu kendisinin olmaya başlar. Anı yaşamak denen şey budur.
Bireyin nasıl olması gerektiğine dikkat etmesine ilişkin farkındalığı azalmıştır.
Benlik ve yaşantı arasındaki tutarsızlık bilinçte anlamlandırılır ve böylece tutarlı hale dönüştürülür. Danışan, temelde değer
koşulları nedeniyle reddettiği bir yönünü kendisi olarak yaşar.
Rogers’a göre birey, bir kere bunu yaşadıysa artık bunun geri dönüşü yoktur.
AŞAMA 7
Kendine güvenmeyi öğrenen danışan, temelde organizmasına özgü olan değerlendirme sürecini yaşamında kullanmaya başlar.
Değer koşulları, kendisinin olanlarla yer
değiştirmiştir. İlişkilerinde içten, rahat, tutarlı ve açıktır.
Her danışan bu aşamaya ulaşamaz.
Rogers, birinci aşamadan 7. aşamaya gelmenin yıllar alacağını, böyle bir değişimin de nadir görüldüğünü söyler.
Danışanlar genelde 2. aşamada gelir, 4. aşamada da ayrılırlar. Danışan ve danışman bu kadarının yeterli olduğu konusunda anlaşabilirler.
Birey merkezli terapide yansıtma dışında bir teknik bulunmamaktadır!
Aslında, bizim tipik olarak teknik dediğimiz şeyler (danışana meydan okuma, yorum yapma ve bunun gibi bazı şeyler), bunlar danışanın yaşantısının ne olduğunu bulmasına, böylece de çözüme
ulaşmasını yol açmak için kullanılmamaktadır.
Temel teknik duygu yansıtmasıdır.
Terapinin bu yönü, en önemli zayıflığı olarak görülür.
ÖZETLE…
▪ Birey Merkezli Terapi insana iyimser bir bakış açısıyla bakar.
▪ Psikoterapistler değerlendirme ve tanılama yapmazlar.
▪ Sadece değişim için uygun atmosferi sağlamak görevleridir.
Corey, G. (2015). Psikolojik Danışma Kuram ve Uygulamaları. Çev. Tuncay Ergene.
Mentis Yayıncılık, Ankara.
Murdock, N. L. (2009). Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları. Çev. Ed.: Füsun Akkoyun. Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara